Sevgili,
Lugi Pirandello, Taviani Kardeşler tarafından da filme
alınan eserinde, annesinin ölümüne ağlayan bir çocuğun öyküsünü
anlatır.
Çocuk hıçkıra hıçkıra ağlayıp yakınmakta, kendisi için kimin
endişeleneceğini, geceleri üstünün açık olup olmadığını kimin düşüneceğini
sormaktadır.
Öykünün sonunda bakarsın ki, başta ölen anasına ağladığını sandığın
çocuk aslında kendisine ağlamaktadır.
Çocuklar bencildirler, onlara son derecede de doğal gelir bu
durum.
Galatasaray İlkokulu’nda yatılı okurken, beni
sık sık, Amerika’ya göçüp yerleşmiş oğlunun yerine
koyup, Samim diye çağıran babaannem, çarşamba günleri,
elleri Ankara armudu, elma, portakal paketleriyle dolu olarak ziyarete gelirdi.
Adımı okuyup ziyaret saatleri içinde ders görmeden oturduğumuz sınıftan
çağırırlardı.
Sevinçle koşar, sorardım:
- Nasılsın babaaanne?
O da benim hatrımı sorardı. Yarım yamalak cevap verir, nasıl olduğunun
yanıtını bile beklemeden, hemen konuşmaya başlardım:
- Babaanne sen burada otur, bir yere gitme sakın! Ben biraz arkadaşlara
bakıp geliyorum!
Oğlu olan babama ne kadar benzemediğimi o sıralarda hiç düşünmüş müdür
acaba?
***
Babaannem gelmiş beni sınıfta pineklemekten kurtarmış, arkadaşlarımla
oynama olanağına kavuşturmuştu ya yeterdi!
Hem onu öpmüş, nasılsın demiş, gönlünü hoş etmiştim ya, daha ne
olacaktı ki?
Arkadaşlarımın analarına davranışları da pek değişik
olmazdı.
Zaten babaanneler, anneler ne için vardı?
Onların öyküleri, bir yaşamın en güzel yıllarında çocuklarını taşımanın
öyküsünden başka neydi?
Bütün anneler gibi, annemin de beni taşıdığı yılları düşünürken, aklıma
hep bir ilkokul çocuğunun öyküsü gelir.
Çocuk, Moda Deniz Hamamı’na yüzmeye giderken,
annesi kendisine iki ekmek dilimi arasında sıkıştırılmış beyaz peynir ile
domatesten oluşan sandviçi paket yapıp verirken tembihler:
- Bunu düşürme sakın! Kolay kazanılmıyor bunlar.
Sanki öyle dememişçesine iki ısırık alınca çocuk düşürür sandviçi
elinden, çok koyar bu durum, denize atlar hemen gözyaşları görünmesin
diye.
Çocuk anasının suya düşen fedakârlığına değil, kendi yoksulluklarına
ağlamaktadır.
***
Annem yıllar yılı beni taşıdı. Son yılında artık yürüyemez olduğu kısa
bir süre, ben onu taşırken de hep şükranlarını dile getirdi.
Son bir ay içinde zaman zaman beni tanımaz oluyordu.
Bilmiyorum, duygularım içinde, hangisi baskın çıkıyordu, durumun iyi
olmamasına duyduğum üzüntü mü yoksa beni tanımamasından duyduğum alınganlık
mı?
Ama galiba şöyle düşünüyordum: Beni tanıdığı günler daha iyidir, beni
tanımadığı günler daha sağlıksız.
Ölçü ondan çok bendim galiba.
Annem en güzel yıllarında beni taşıdı hep.
Bugün son defa ben de onu taşıyacağım.
Onu son defa da taşıdıktan sonra, artık çocuk olmaktan çıkacağım. İlk
defa gerçekten büyümüş olacağım. Sonra kısa bir süre yazı da yazmayacağım.
Sokaklara vuracağım, yağmurlar, karlar başıma yağacak, rüzgârlar üstüme esecek,
çünkü tepemdeki çatı yok olacak artık.
Tenhalarda bir yerlerde kimseye göstermeden ağlayacağım.
Kaç yaşında olurlarsa olsunlar, öksüz çocuklar aslında kendilerine
ağlarlar.
Yorum Gönder