Gazeteci-Yazar Soner Yalçın, gazeteciliğini de, yazarlığını da Silivri Cezaevi’nde yine sürdürdü.
Yazdıklarından dolayı cezaevine konulduğunu bilmesine rağmen, hiçbir yılğınlık
göstermedi. Kendisi ve aynı davanın diğer sanıklarının durumunu yalnız
Türkiye’ye değil, dünyaya anlattı. Davasının son anda Ergenekon Davası ile
birleştirilmemesi de onun beklide biraz daha erken tahliyesinin yolunu açtı.
Soner Yalçın’ın tahliyesinden sonra arayanlar, kutlayanlar, sevincine
ortak olanlar çok. Sabaha kadar uyumadı. Sabah erken kalkıp Boğazı görmek,
martıların sesini duymak için arkadaşıyla kahvaltı yapmaya gitti. Bu ne sevgi…
Soner’i tanıyan, tanımayan hepsi kucaklıyor, geçmiş olsun dileklerini
iletiyorlardı. Yanına gelenler, onun büyük bir haksızlığa uğradığını, yıllardır
cezaevinde haksız bir biçimde tutulduğunu söylüyorlardı.
Kamuoyunu bir
süreliğine kandırabilirler
Günümüzde gazeteciliğin “çok tehlikeli meslek”
olduğuna Soner Yalçın da inanıyor. Dün telefonda şunları söylüyordu:
“Cezaevinde geçirdiğim 682 gün ama ben 700 gün diyorum şöyle
düşünüyorum: Türkiye de gerçekler tehlikeli. Gerçeği yazan, söyleyene gazeteciye
mutlaka eziyet ediliyor. Kimisi işsiz bırakılıyor, kimisi hapse atılıyor, kimisi
köy kuyulara atılıyor.
Bizim mesleğimiz gerçeği yazmak, gerçeğin yanında
durmaktır. Bize tertipler yaparak, cezaevine attırarak belki ‘bu artık kalemini
kırar, kalemini büker’ diye düşünüyorlar. Böyle düşünenler yanılıyor. Cezaevinde
700 gün tutulmam gazeteciliğimden bir şey almadı. Hatta dünden daha güçlü, daha
çelik gibi duruyorum.
O tertipler Balyoz’da da, Ergenekon da var
Bundan böyle de gerçekleri yazmaya korkmadan devam edeceğim. Gerçek
sonsuzdur ve gerçeği kimse yok edemez. Bazı kendilerine ‘gazeteci’ diyenler,
hakikatleri farklı göstererek kamuoyunu bir süre kandırabilirler. Şimdi gerçek
yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bize yapılan tertibin benzerleri Balyoz sanıklarına,
Ergenekon sanıklarına da yapıldı.
Gazetecilere söylüyorum
Şimdi sözüm
gazetecilere. Onlara süylüyorum: Gazeteci olarak mesleğe devam edeceksek,
gazeteciliğin bir maraton olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Ama bir an
önce şöhret olayım, çok paraya kavuşayım, altınlarım, pırlantalarım, lüks
otomobillerim, villalarım olsun diye gazetecilik yapılmaz. Bugün medyada olan bu
tipler de süpürülüp atılacaktır. Biz gerçeğe sarılmışız. Onu bırakmaya da hiç
niyetim yok. Gerçekler tehlikeli olur, zulme uğrayabilirz ama biz bunu
yapacağız.
Hepsi büyük zulüm altında
20 yıl önce yazdıklarım üzerine
komisyon kuruluyor, davalar açılıyorsa, şimdi yaşadıklarımız için bu kadar yıl
bile beklenmeyecek. Kısa zamanda görecekler gerçeklerin ne olduğunu. Burada
neler olduğu ortaya çıkıyor. Hasdal’da, Silivri’de yatan Balyoz, Ergenekon
sanıklarına zulüm çektiriliyor. Sezgiyle hukuk olmaz. Hukuk, somut delille olur.
Savcı Zekeriyla Öz’e çağrımdır
Sayın Savcı Zekeriya Öz’e bir çağrım
var. Hazırladığı bütün iddianameleri alsın, istediği televizyonda karşısına
geçip bunları tartışalım. Hangi televizyonda çıkmak isterse ben hazırım. Çıkıp
canlı yayında bunları konuşalım. Şimdi. Bu davaların Savcısı olmadığına göre
rahatlıkla konuşabilir. Hatta, delillerini en güçlü gördüğü davayı da konuşalım,
tartışalım. Bu çağrıyı ilk kez sizin aracılığınızla yapıyorum, bundan sonra da
her fırsatta aynı çağrıyı hep tekrarlayacağım.
Kalanlar için
yanıyor
Ben, ziyaretime gelen milletvekillerine de, gazetecilere de söyledim.
Odatv davası bir basın davası. Şimdi cezaevinde yatan insanların durumunu
düşünüyorum ve hepsi için içim yanıyor. Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu kanser hastası.
Göz göre göre gidiyor. Ne yapmış bu adam? Genelkurmay’da toplantıya katılmakla
suçlanıyor. Genelkurmay böyle bir toplantı yok diyor, Fatih Hilmioğlu böyle bir
toplantıyla katılmadığını söylüyor. Katılsa bile bu haliyle cezaevinde tutulması
mı gerekir.
Prof.Dr. Mehmet Haberal, Yalçın Küçük ve diğerleri niçin
cezaevinde tutuluyor. Bu insanlar tutuksuz yargılansa yurtdışına kaçacaklarına
acaba inanan olur mu? Evet, ben cezaevinden çıktım ama inanın aklım hep geride
kalanlarda… Onlar için yazacağım, onların durumunu ve nasıl bir haksızlıkla
karşı karşıya bulunduklarını ortaya koymaya devam
edeceğim.”
-----
Soner Yalçın: Küs olduğum herkesle
barıştım
Gazeteci Soner Yalçın’ı, CHP Cezaevi İnceleme Komisyonu Üyeleri
Veli Ağbaba, Nurettin Demir ve Özgür Özel’in de bulunduğu 16 milleütvekili
ziyaret etti ve ilk kez SÖZCÜ’de yayınlanan ve aynı zamanda Yalçın’ın
cezaevindeki son fotoğrafı çekildi.
CHP’li Özel, ziyarette Soner
Yalçın’ın sözlerini şöyle anlattı:
“Odatv davasının diğer davalarla ortak
noktası iddinameye kaynaklık eden çalışmanın cemaat ve onlarla ilişkili polisler
tarafından yazılmıştır. Oda tv davasında gerçeği aramıyorlar. Gerçeği arasalar
bulurlar ama öyle bir niyetleri yok.
Bu dönem, darbe dönemlerine çok
benziyor. Cezaevlerinde resim yapmak darbe döneminde Uruguay’da yasaktı. Bugün
de Türkiye cezaevlerinde yasak. Deniz Gezmiş’in karakalemle fotoğrafını yapmak
bile yasak. Cezaevinde yatmanın olumlu etkileri de oldu. Dışarıdayken küs
olduğum herkesle barıştım. Örneğin Doğu Perinçek ile de
barıştım.”
------
Müyesser Yıldız: Onu en iyi ben anlarım
Odatv
davasında 375 gün tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan gazeteci-yazar
Müyesser Yıldız, Soner Yalçın’ı cezaevinden çıkışında karşılayanlar arasındaydı.
Soner’in çıkıştaki isyanını çok iyi anladığını belirten Yıldız, SÖZCÜ’ye şunları
söyledi:
“Hepimizde haksızlığa uğramanın verdiği bir öfke, kızgınlık var.
Ben, cezaevinde ağlamıştım. Soner, dışarıya çıktığında gözleri doldu. Tahliye
olmana mutlu olamıyorsun. Çünkü içerde aynı şekilde azap çeken, haksızlığa
uğramış insanlar olduğunu biliyorsun. O yüzden, Soner’i en iyi ben anlarım.”
Yorum Gönder