Ağustos 2016
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Kürsülerin arka üst duvarlarında yer alan adalet devletin temelidir sözlerini indirin lütfen !..
Adalet devletin temeliymiş de bizim haberimiz yokmuş.

Mahkeme kürsülerinin arkasındaki duvarın üst bölümünde yer alan ve  üzerinde “Adalet Devletin Temelidir” yazılı levhaların, bugün için bir anlamı kalmış mıdır?

Yargı, bağımsızlığına ve tarafsızlığına kavuşuncaya kadar, indirin bu levhaları lütfen.

Yargı ve adalet, günümüze kadar böyle örselenmemiş ve sahipsiz kalmamıştır.

Yargı ve adalet, devletin temeli olma işlevini kaybetmiş, siyasal iktidarın bekçiliğine alet edilir hale getirilmiştir.

Atatürk’ün çağdaş Türkiye’sinden gerici Arap ülkelerine…
Türkiye öylesine zor günler yaşıyor ki Allah sonumuzu hayır etsin.
Şimdiye dek hiç görmediğimiz aptalca bir darbe girişimi yaşadık. 251 vatandaşımızı kaybettik.
Yüzlerce yaralımız var.
Bu kalkışma, darbe girişimi adı her ne olursa olsun tüm vatandaşları ayırım yapmaksızın vatan müdafaasında birleştirdi.
Sosyal bir mutabakat oldu ama görüyoruz ki bu güzel birleşimi bozmaya kararlı bazı kişiler var.
Başta cumhurun başı sonradan aldatıldım diyemeyeceği hataları yapmaya başladı.
Hani bir deyim vardır, kasap et koyun can derinde diye, aynen öyle işte.
Dört bir tarafımız adeta ateş çemberine alınmış, PKK terörü artık sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil her yöne uzanır duruma gelmiş.
(Daha birkaç gün önce Kılıçdaroğlu’na suikast yapıldı.)

30 Ağustos Zafer Bayramının 94. Yıldönümünü, terör şehitleri, darbe şehitlerinin verdiği hüzünlü ortamında kutladığımız şu günlerde, Atatürk’ün bazı farklı anılarına yer vermek istedik. Atatürk’ün tüm devrim ve ilkelerine 15 yıldır karşı duran iktidarın, dinci-mezhepçi uygulamaları ve yanlış yönetimi yüzünden her türlü terör belası ile ülkemiz karşı karşıyadır. Bu yanlış politikalar sonucu her gün bazen onlarca birden şehitler vermekteyiz.
Atatürk Neyzen Tevfik Buluşması 2 - Cevat Kulaksız

İşte bu duygularla, ömrü istibdat, gericiler, sahtekâr dincilerle kavga ile geçmiş ney ustası, seçkin mizah ozanımız Neyzen Tevfik’in Atatürk’le olan küçük anılarına yer vermek istedik. Gerçi günümüzde böyle yöneticileri, yönetimleri eleştiren aydınları, (hele taşlayan mizahçıları) ya hapse atıyorlar, ya katlediyorlar. Neyzen Tevfiklerden, Şair Eşreflerden nereye geldiğimiz artık siz düşünün.
Elinde neyi ile Atatürk’ü öven seven, her türlü gericilere şiirleri ile söven bir mizah ustası Neyzen Tevfik’in Atatürk’le olan buluşmalarını, sevgisini bu iki yazımızda sizlerle, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve o günlerin anılarını anmak istedik.

Atatürk  Neyzen Tevfik Buluşması  1 - Cevat Kulaksız

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bütün yurt gezileri bir tür bir bayram havası içinde idi. Bir gün Bursa’ya giderken Kemal Paşa’nın yanında en yakın arkadaşları, Bursa ve Balıkesir milletvekilleri vardı. Akşamları Gazi’nin görkemli sofrasında günün olayları anlatılıyor ve gösterilen ilgi değerlendiriliyordu.
Bursa’da böyle bir günün akşamında yine tatlı bir sohbet havası içinde Şair Eşref’ten söz açıldı. Sofradakilerden her biri Eşref’ten birkaç dize okudu.
Şair Eşref’in yeğeni olan Balıkesir Milletvekili Ahmet Süreyya Bey de:
“-Paşam, ded, “amcamın şu meşhur dizeleri hiç aklımdan çıkmadı:
“Şimdi pek çok teker tembel yatağıdır bütün
“Medrese sakinleri asker kaçağıdır bütün”.
Sofradakilerden biri şöyle dedi:
Paşa hazretleri, Şair Eşref öldü ama onun yolundan giden, onun müridi Neyzen Tevfik de ondan aşağı kalmaz, Adını duydunuz mu?”
“-Duydum elbette. Bazı şiirlerini de bilirim. Kendisini tanır mısınız?”
Ahmet Süreyya Bey hemen atıldı:
“-Elbette paşam, iyi tanırım.”
“-Şimdi nerelerdedir acaba?
“-İstanbul’da bir yerlerde kalıyor. Ama bugünlerde kendisini Balıkesir’e oğlumun sünnetine çağıracağım. Ne yapar eder gelir. İzin verirseniz size tanıtmak isterim”.
“-Ya, sevinirim.”
“-Emredersiniz paşam. Neyzen de çok mutlu olacaktır. Size sonsuz bir muhabbeti vardır. Üç yıl önce de Kurtuluş Savaşı’nın coşkusu içinde Ankara’ya gelmiş, bir süre Etlik’te kalmıştı. Size ulaşamadığını biliyorum. O heyecan içinde size uzun bir şiir yazmıştı.
Neyzen Tevfik Mustafa Kemal’in Başkomutanlığında kazanılan Kurtuluş Savaşı’nın ve Atatürk’e olan hayranlığının coşkusunu içinde taşıyordu. Bu coşku içinde “26 Ağustos Taarruzu” adlı aşağıdaki şiiri yazmıştı:

Erdoğan 15 Temmuz olaylarında göründüğü gibi masummudur?
15 Temmuz darbe hareketi Erdoğan için sanki piyangodan çıkmış en büyük ikramiye gibi oldu.
Doğu ve Güneydoğu’da kan gövdeyi götürürken ve hemen hemen her gün patlayan bombalarla gencecik çocuklarımız can verirken bölgede ne Örfi İdare ne de OHAL ilan etmezken, bu kalkışma da hemen OHAL ilan ediliverdi.
24 saat geçmeden yüzlerce gözaltılar, tutuklamalar oldu.
"Gezi olaylarında daha önce edinilmiş tecrübelerimiz var" diyen Erdoğan, İstanbul'da da bazı sıkıntılarla karşılaşmalarına karşın, 12 saat içerisinde durumu kontrol altına aldıklarını söylemişti.
Yine şaşırdık ama helal olsun dedik
Bu kişilerin adresleri, işleri güçleri daha önceden biliniyordu sanki.
Binlerce insan FETÖ cü olarak tutuklandı.

“Vay canına, ne FETÖ’y müş bu” dedik, lanetler okuduk.
Tabi bu arada iktidara da yüklendik.
Bunlara siz sebep oldunuz, ne istedilerse verdiniz dedik.
15 Temmuz gecesi sokaklara döküldük, aklımız sıra demokrasiyi korumak içindi.
Sağcısı, solcusu kimse bir birini kınamadan milli birlik sağlandı.
Televizyonlarda darbeye ilk karşı çıkan CHP lideri Kılıçdaroğlu olmuştu.
Bir aya yakın demokrasi nöbetleri tutuldu alanlarda.
Eğlenceli, bazen davul zurnalı…
Tüm taşıtlar alanlara halkı bedavaya taşıdılar.
Belki yüzbinleri geçen bayrak dağıtıldı.
Biryanda şehit haberleri diğer yanda şölene dönüşen demokrasi nöbetleri…
Sonra görkemli Yenikapı Mitingi…
Söz konusu vatan olunca muhalefet partileriyle ve halkla birlikte tam bir uyum oldu.
Buraya kadar her şey iyi güzel diyelim.
Erdoğan darbe girişimini eniştesinden öğrenmişti.
Mit başkanı Hakan Fidan 4 saattir darbe olacağını biliyordu cumhurbaşkanını aramamıştı.
Genelkurmay başkanı Hulusi Akar ile paylaştı.
Tuhaf olan bir şey daha var o da cumhurbaşkanını aramadı.
Tabi biz halk olarak tepkimizi koyduk ikisinin de istifasını istedik.
Enteresandır ki ikisi de yerlerini muhafaza ettiler.
Erdoğan, “ortada istihbarat zaafı var. Güçlü bir istihbarat olsaydı, bu Fethullah terör örgütü olmazdı" demesine rağmen ne Hulusi Akarı ne de Fidanı görevden neden almamıştı?
Bu kafalarımızı kurcaladı.
Üstüne üstlük Erdoğan Hulusi Akar’ı Yenikapı’daki mitingde konuşturmuştu.
Velhasıl 15 Temmuz'daki darbe girişiminin ardından, Türkiye'de 3 ay süreyle olağanüstü hâl ilan edildi.
Yasalar Olağanüstü hal KHK'ları yoluyla, her konuda ve de sınırsız biçimde her türlü düzenleme yapılamaz. Olağanüstü hal KHK'ları ile yapılacak düzenlemelerde, mutlaka olağanüstü halin amacı ve sınırları gözetilmelidir diyor.
Gördüğümüz kadarıyla Erdoğan bu süreci kendi kafasına göre kullanır oldu.
Mesela 3. Köprüye halka sormadan Alevi katili Yavuz Sultan Selim’in adı verildi.
Böyle davranmakla 20 milyonu geçen Alevi vatandaşlarımıza o katliamları hatırlattı.
Onları yok sayarak adeta hakaret etti ve gözdağı vermek istedi gibi.
Sonra çıkartılan kararnameler ile Sağlık Bakanlığına devredilen 118 yıllık GATA’ nın adı değiştirildi.
Her ne kadar 1898 de  2.Abdülhamit tarafından kurulmuş olsa da şimdi bu ismi koymanın zamanı değildi.
Osmanlıyı böylesine canlandırmak istemesinin amacı halkı alıştırmak mıdır diye sorasımız geliyor.
Askeri okulları bunca redde karşılık kapatması, hastaneleri bakanlığa alması sanki binaları cezalandırıyor gibi.
Ne alâkası var?
Bildiğiniz gibi darbe denemesi gecesi havaalanında halka Topçu Kışlasını kim ne derse desin yapacağım demişti.
İşte tüm olanlar akıllarda istifamlar yaratırken tesadüfen Kemal Erdem diye bir yazarın yazısını okudum kafam iyice karıştı.
Yazı uzun, ben bazı paragrafları alacağım.
 15 Temmuz günü akşam saatlerinde başlayan, 16 Temmuz günü sabaha kadar süren ve Erdoğan tarafından hazırlanan ancak Fethullah Gülen Cemaati’nin kullanıldığı bir darbe tezgâhı çok açık bir şekilde sahneye kondu. Bütün dünya bir Erdoğan ve AKP şovuna tanıklık etti.
MİT’in uzun zamandan beri Ordu içerisinde Gülen Cemaati’nin adamlarını izlediği ve bu grubun bir askeri darbe hazırlığı içinde olduğu biliniyordu.
Erdoğan’ın amacı tek Cemaat ’in kadrolarını Ordu içerisinde tasfiye etmek değildi. Ama bu tasfiyeyi bütün siyasal iktidarı ve özellikle Başkanlık Sistemi’nin önündeki engelleri kaldırmak için de kullanmak istiyordu. Cemaat’ in kadrolarının Ordu içerisinde tek tek tasfiye edilmesi onun işine gelmiyordu.
O bu tasfiyeyi daha büyük amaçları için bir “siyasal kaldıraç” olarak kullanmak istiyordu. Kontrollü bir şekilde Cemaat’ in Ordu içerisindeki kadrolarını bir ikilem içerisine soktu, hiç acele etmeden  onların etrafını sararak onlara darbe yapmaktan başka bir yol bırakmadı. Bu yola başvurdukları andan itibaren de zaten hazırlıklı olan Erdoğan, bu darbenin arkasına asıl kendi darbesini yerleştirdi.
Erdoğan 15 Temmuz olaylarında göründüğü gibi masum değildir. Cemaat’ in darbesinin arkasına kendi darbesini yerleştirmesi görüşü ne komplodur ne de yabana atılacak bir fikirdir.
Karanlıklar Prensi Hakan Fidan, IŞİD üzerinden Türkiye’ye füze attırarak Türkiye’nin Suriye’ye girmesine temel hazırlamayı biliyor da, Cemaat üzerinden bir provokasyon ile  darbe yapmasını mı bilmiyor? Yoksa insanlar Erdoğan ve AKP’nin bu kadar akıllı ve yetenekleri olmadıklarını mı düşünüyorlar?
Bu insanlar sandığımızdan da akıllı ve zeki insanlar.
                                                                       ***
İnsanın inanası gelmiyor ama yine de acaba mı diye düşündürüyor.
Erdoğan üç kere düşünüp bir kere konuşmalıdır, bence bu şekilde yazılara konu olmamalıdır.
Ve tüm Türkiye’nin cumhuru olmalıdır.
Yazının tamamını okumak isteyenler için linkini yazıyorum.

https://sendika10.org/2016/07/erdoganin-darbe-tezgahi-ve-siyasal-iktidarin-tam-fethi-kemal-erdem/

Tünay Süer
29.08.2016

Gaziantep, Kılıçdaroğlu ve Cizre Saldırıları Başlangıç mı?
20 Ağustos’ta, Gaziantep’de, teröristler bir düğüne saldırdı, ekranları kaplayan, ezberlediğimiz isimler, bilinen yorumları yaptılar.
25 Ağustos’ta, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konvoyuna terörist saldırı oldu, yine aynı kişiler, birbirinin benzeri laflarla saatlerce konuştular.
26 Ağustos’ta Cizre’de Polis merkezine teröristler bombalı kamyonla saldırdılar, yine aynı isimler, daha önce bin kez tekrarladıklarını, ısıtıp ısıtıp beynimize tecavüz ettiler.
Aynı yüzler, aynı isimler, birbirinin aynısı terör saldırıları için aynı şeyleri söylüyor, asıl dile getirilmesi gereken gerçeklerin arkasından dolaşıyorlar.

Biraz İnsaf, Biraz Samimiyet - Gündüz Akgül
Tüm demokratik ülkelerde ülkeyi yönetecek iktidar partisi ile muhalefet partileri, yapılan seçimlerle yurttaşların kullandıkları oylarla belirlenir…
En çok oy alan ve yasalarda belirtilen oranı tutturan parti hükümet kurarak iktidar partisi, meclise girmek için yeteli oranı tutturanlar ise muhalefet partileri olarak TBMM’de yurttaşları temsil ederler…
 Ancak gerek tek parti, gerekse Koalisyon şeklinde birkaç parti hükümet kurup güvenoyu aldıktan sonra, artık yalnız kendilerine oy verenlerin değil, tüm yurttaşların hükümeti olduğunu kabul etmek ve uygulamalarını bu şekilde yapmak zorundadırlar…
Diğer taraftan iktidar olsun, muhalefet olsun tüm partiler eylem ve söylemlerinde samimi olmaları, yurttaşların akıllarıyla alay edecek şekilde davranmamaları, demokratik hukuk devletinin olmazsa olmazıdır…

Tsk'nın ve Emniyet Teşkilatının Önemi ve Vazgeçilmezliği
Ülkemizin en gerekli olan  iç ve dış güvenliğini sağlamak için çok önemli iki kurumumuz vardır.

Bunlardan ilki, ülkemizin ve vatanımızın emperyalist düşman devletlerin saldırılarından ve işgallerinden korunmasını sağlayan Türk Silahlı Kuvvetleri olup; ikincisi de, ülkemizin iç güvenliğini, vatandaşın huzurunu, can ve mal güvenliğini, ülkenin genel olarak asayişini koruyan ve sağlayan jandarma ve polis teşkilatından oluşan emniyet teşkilatımızdır.

Bu iki kurumumuzdan asla vazgeçemeyiz, bu nedenle Türk Silahlı kuvvetlerimizi ve Türk Emniyet Teşkilatımızı güçlendirmek, itibarlarını en üst düzeyde tutmak ve yıpratmamak zorundayız.

Aynı şekilde, görevleri ayrı olan ve birbirini tamamlayan bu iki kurumumuzu karşı karşıya getirmemeye, bu iki kurum, sanki birbirlerine rakip kurumlarmış gibi bir algı yaratmamaya, her ikisine de layık oldukları itibarı ve onuru sağlamaya mecburuz.

Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Türk Emniyet Teşkilatına, kesinlikle siyaseti sokmamak, bu iki önemli ve güzide kurumumuzu siyasetten uzak tutmak zorundayız.

Bu iki kurumumuz;hiç hak etmedikleri halde, politikacıların kötü yönetimleri ve Fetullah GÜLEN Cemaati ve örgütünün mensuplarının içlerine sızmaları nedeniyle, etkinliklerini ve tarafsızlıklarını kaybetmiş ve Emniyet Teşkilatımız; Türk Silahlı Kuvvetlerini zayıflatmaya yönelik kumpas davalarının aleti ve mutfağı haline, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz de; kumpas davalarıyla atılan Atatürkçü subaylarımızın yarattığı boşluğu doldurarak önemli komuta kademelerine FETÖ Silahlı Terör Örgütüne mensup subayların atanmalarıyla, adeta bir terör çetesi haline getirilmeye çalışılmış ve 15.Temmuz darbe girişimi ile tüm bu gerçekler kesin olarak yüzümüze bir şamar gibi çarpmıştır.

Hain FETÖ Silahlı Terör Örgütünün içlerine sızması nedeniyle, demokrasi tarihimizdeki en kötü günlerini yaşayan Emniyet Teşkilatımız ile Türk Silahlı Kuvvetlerimize en fazla sahip çıkma ve onlara güvenme zamanı bugündür.

Kurum olarak bu iki teşkilatımızın hiçbir suçu yoktur. Milletçe, Emniyet Teşkilatımıza ve Türk Silahlı Kuvvetlerimize kurum olarak sahip çıkmak,onlara güvenmek,inanmak ve onurlandırmak zorundayız.Onları, kurumsal olarak eleştiri anlamına gelebilecek söz ve davranışlardan sakınmak zorundayız.Eleştirilerimizi,bu teşkilatların kurumsal yapılarına değil, bu kurumlarımızı kendi siyasi ve şahsi menfaatleri için bugünkü duruma getirenlere yönelik olmalıdır.

En başta siyasal iktidar, bu hassas noktaya özen göstermeli ve özellikle kurum olarak Türk Silahlı Kuvvetlerimize potansiyel bir darbeci gözüyle bakan söz ve davranışlardan,yasal düzenlemelerden uzak durmalıdır.

Savcılığımız döneminden bir anımızı sizlerle paylaşalım; doksanlı yılların başlarında, İzmir de bölücü PKK örgütünün il düzeyinde önemli kişisi olan bir militan,örgütle ters düşmüş ve örgüt tarafından gözaltına alınmış ve büyük bir ihtimalle infaza tabi tutulacağı sırada, polisin bir operasyonuyla PKK'nın elinden canı kurtarılmıştı. Yaşanmış olan bu canlı örnek de göstermektedir ki; Emniyet ve Polis Teşkilatımız, kurum olarak iyi yönetildiği taktirde, işte böyle, sade vatandaş, terörist demeden tüm insanların can ve mal güvenliklerini sağlayan vazgeçilmez bir kurumumuzdur.

Türk Silahlı Kuvvetlerimize gelince; bu ülkenin bölünmez bütünlüğü ve bağımsızlığı söz konusu olduğunda neler yapabileceğini, iki gün önce canlı olarak tüm dünyaya göstermiş, darbecilerin 15.Temmuz gecesi boğaz köprüsüne çıkararak insanların üzerine ateş açtırdığı tanklarımız; bu kez,Atatürkçü,ülkesine ve vatanına, vatanın bölünmez bütünlüğüne bağlı gerçek subay ve askerlerimizin komutasında, Uluslararası antlaşmaların ve Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin kendisine tanıdığı yetkiye dayanarak ve meşru müdafaa hakkını kullanarak Suriye topraklarına girerek, Suriye sınırımızda konuşlanan ve ülkemize zarar veren IŞİD'i, Cerablus'tan söküp atmış ve IŞİD'in boşalttığı Cerablus'a yerleşerek Suriye sınırında bir Kürt koridoru oluşturmayı amaçlayan PYD/YPG militanlarına da hak ettikleri dersi vererek, kurum olarak gerçek bir Türk Silahlı Kuvvetlerinin neler yapabileceğini, Türk Silahlı Kuvvetlerinin,Türk Vatanı ve Milleti için ne kadar önemli bir kurum olduğunu,içeride ve dışarıda herkese göstermiştir.

Kimse unutmasın, şurada 30.Ağustos büyük zaferin yıl dönümüne dört gün kaldı, bu zaferi kazanan ve Osmanlının küllerinden bugünkü modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran; o dönem, cepheye silah ve mermi taşıyan kadınlarımız dahil, sivil halkımız ve erinden mareşaline kadar üniformalı, üniformasız tüm askerlerimizden oluşan şanlı Türk Silahlı Kuvvetlerimiz değil midir?

Yaşasın 30.Ağustos Zafer Bayramı ve bu bayramı bize yaşatanlar,30.Ağustos Zafer Bayramı Türk Milletine kutlu olsun,selam olsun Şanlı Ordumuza ve onun fedakar mensuplarına, selam olsun daha bugün Cizrede şehit olan 11 emniyet mensubumuza ve ondan önce ülkemizin çeşitli yörelerinde vatan için şehit olan ve yaralanarak gazi olan Emniyet mensuplarımıza, hepiniz iyi ki varsınız ve var olmaya da devam ediniz.

26/08/2016
Güner YİĞİTBAŞI 

Erdoğan yandaşlarından vaz geçmiyor - Tünay Süer
Türkiye’de kan gövdeyi götürüyor.
PKK, IŞID bombalarıyla yer gök sallanıyor ve onlarca şehit veriyoruz.
Dün CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’na suikast yapıldı ve kıl payı kurtuldu.
Bir taraftan FETÖ belası tüm kurumlarımızı ahtapot gibi sarmış.
Yara almış ordumuz içeride ve dışarıda mücadele veriyor.
Ve tüm olanlardan ders almayan Erdoğan halen kendi saltanatını düşünüyor.
Kimse kusura bakmasın ama böyle olduğunu görmek isteyen görür.
Birkaç gün önce İrticacı emekli bir generali başdanışmanı yaptı.
Bu yetmedi şimdi ihraç gerekçesiyle boşalan 2 AYM üyeliğine AKP Li oldukları bilinen
Başdanışmanı olan Recai Akyel ile Akil İnsanlar heyetinde yer alan Yusuf Şevki Hakyemez’i atadı.
Bazıları bunda ne var diye düşünebilirler ama sandıkları kadar basit değil.
Yargı bağımsızlığı demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Bu iki kişinin AYM gibi çok önemli bir yerde tarafsız olmaları haliyle imkânsızdır.

Milli irade (ulusal istenç)tatilde mi? - Gündüz Akgül
Atatürk diyor ki; “Hâkimiyet (egemenlik), kayıtsız şartsız milletindir”…
Atatürk’ün bu sözü Anayasamızın 6. Maddesiyle “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir” şeklinde aynen kabul edilmiştir…
Yine Anayasa diyor ki; “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanır”…
Anayasa’ya göre bu organlar, Yasama, Yürütme ve Yargıdır…
Türkiye Büyük Millet Meclis (TBMM) Yasama organıdır…
Tüm milletvekilleri oturdukları yerden her gün, karşılarındaki duvarda yazılı “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” yazısını devamlı okumaktadırlar…
Türk Dil Kurumu sözlüğü Milli İradeyi (Ulusal İstenç), “Ulusça kullanılan ve hiçbir gücün etkileyemeyeceği kuvvet” olarak açıklar…
Bu kısa açıklamalardan sonra gelelim başlıktaki sorunun yanıtına…
Ulusal İstençin görev verdiği yetkili organ (Yasama) nerede?
Tabii ki tatilde…

CHP’nin Kuruluş Şifreleri - Yılmaz Özdemir
Siyasi partiler genellikle var olan sisteme alternatif olarak kurulurlar ve iktidar olmak için mücadele ederler.

Cumhuriyet Halk Partisi, olağanüstü koşullarda kurulan ve cumhuriyeti kurarak devrimleri yapan siyasi partidir.

Tarihi misyonunun bilincinde olan Mustafa Kemal Atatürk,  CHP’nin kuruluş tarihini 9 Eylül olarak belirlerken bu günü tesadüfen belirlemiş olamaz.

11 Eylül 1923’te İçişleri Bakanlığı’na kuruluş dilekçesi verilerek kurulan CHP’nin kuruluş gününün iki gün öne alınarak 9 Eylül 1923 kabul edilmesi tarihe not düşmektir.

Çünkü 9 Eylül 1923, İzmir’in düşman işgalinden kurtarılması yani işgalci emperyalistlerin ülkeden kovulmasının birinci yıl dönümüdür.

Atatürk, 9 Eylül’ü CHP’nin kuruluş tarihi olarak belirlerken bütün dünyaya silahlı mücadelenin kazanıldığını ve bundan sonra aslolanın siyasi mücadele olduğunun mesajını verirken, 9 Eylül 1922 öncesi şartların oluşması durumunda silahlı mücadeleye baş vurulacağının şifresini vermiştir.
Yukarıda da belirttiğim gibi tarihi misyonunun bilincinde olan Atatürk, 9 Eylül 1923’te kurulan CHP’nin ilk kurultayını üç yıl geriye giderek 4 Eylül 1919 olarak tarihe not düşmüştür.

4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin yapıldığı gündür.

Anadolu’nu işgaline karşı çıkanların kurduğu Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin Atatürk’ün önderliğinde birleşerek Kuvay-i Milliye’yi oluşturması ve devamında TBMM tarfından yönetilen Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasında 4 Eylül 1919’da yapılan Sivas Kongresi çok önemli bir gündür.

CHP’nin 1. Kurultayı olarak kabul edilen Sivas Kongres’inde alınan kararların başlıcaları şöyledir;

‘’Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür;parçalanamaz’’
‘’Her türlü yabancı işgal ve müdahelesine karşı millet top yekun kendisini savunacak ve direnecektir’’
‘’Kuvay-i Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır’’
‘’Manda ve himaye kabul edilemez’’
‘’Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan’nın derhal toplanması Mecburidir’’

Bu maddelerden de anlaşılacağı gibi CHP’nin kuruluş felsefesi Tam Bağımsızlık ve milli egemenliğe dayanan Demokratik Cumhuriyet’tir.

Süreç içinde emekten ve ezilenlerden yana bir siyasi çizgi belirleyerek dünya görüşünü Altıok’la simgeleştiren  CHP’nin varoluş sebebi ve kuruluş felsefesi Tam Bağımsız Türkiye ideali için vaz geçilmezdir.

 Yılmaz Özdemir

Efsane geri döndü - Tünay Süer
Bıden’ın konuşmasını dikkatle izledim.
Amerika’da yüzyıllardır olan anayasalarına bağlı olduklarını ve yemin ettiklerini, bunun dışına çıkamayacaklarını anlattı.
Obama’nın tek başına hareket edemeyeceğini öyle bir şey yapmaya kalkarsa atılacağını söyledi.
Bıden‘ın bu sözlerinde gizli bir söz düellosu vardı sanki.
Erdoğan’a “sen anayasayı takmayabilirsin, tek başına hareket edebilirsin hatta başka ülkelerde de böyle olabilir ama Amerika’da asla olmaz.
Bizde hukuk yasaların dışında bir tarafa bağlı değildir, yasalar neyi gerektirirse onu yaparlar” diyerek onu adeta iğneledi.
Erdoğan’ın suratı daha da asıldı sanki.

Yargı Saray’da - Gündüz Akgül
Ülke, başarısız darbe girişimi ve buna bulaşmış personel tasfiyesi (ayıklaması), Suriye Cerablus operasyonu ve diğer olumsuzluklar nedeniyle toz, duman içinde kalmışken, önemli bir konunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir…
Adli Yıl açılış töreni…
32 yıllık meslek yaşamımın 28 yılı yargıda geçti. 20 yıl öncede emekli oldum…
Gerek bu 48 yıllık sürede, gerekse öncesinde adeta yasa haline gelmiş bir teamül (öteden beri olagelen) gereği adli yıl açılış törenleri Yargıtay’da yapılmaktadır…
Bu törende, günün önem ve anlamını belirten konuşmaları, Yargıtay Başkanı ve iki yıl öncesine kadar Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı yapılırdı…

Cadı Avı (mı) - Güner Yiğitbaşı
Değerli okurlar ve dostlar, sizlerden uzunca sayılabilecek bir süre ayrı kaldığımızın farkındayız, bu ayrılık için bilmem sizler ne düşündünüz?

Hemen söyleyelim,bir sorun yok, alo Fatih vaziyetleri falan değil, iş yoğunluğundan kaknaklı zorunlu bir ara veriş.

Hepimizin nefretle kınadığımız ve lanetlediğimiz 15.Temmuz darbe girişiminin;bu ülkenin yok olmaya yüz tutmuş olan yargısına, yargının bağımsızlığına ve tarafsızlığına bir kat daha darbe vurduğuna ve devletin temeli olan adaletin iyice örselendiğine tanık oluyoruz.

Ey İstikbal Hırsızları; Umut Katilleri! Sözüm Sizlere!
(YENi ekleriyle, öneminden ötürü, bir tekrar yazsı-KONU 2010 KPSS SINAVI VE BUGÜN)
İlk yayın tarihi kasım 2011 son yayın tarihi Ağustos, 18, 2016
(BİLİYORUM, UZUN… AMA ÇOK ÖNEMLİ, DÜN İLE BUGÜN FARKIYLA İNSANLARIIN NASIL KANDIRILDIKLARINI BİR KEZ DAHA GÖRMEK – ANLAMAK ADINA
Not: Darbe girişimi sonrası yeniden gündeme gelen, 2010 KPSS hırsızlığına bugünden geriye dönüp bir bakışı anlatır bu yazı. O günün koruma ve kollamacılarının ortak tavrı ile savunulan hırsızlar, bu gün “hak ettikleri cezaya(!)” çarptırılacakmış… KHK bile çıkarmışlar bu amaçla…
Gününde tedbirini almayan aymazlara bu gün “hadi hayırlısı – kolay gelsin” dememiz bekleniyorsa derim ki; resmin bütününe bakmadan suçluların bir bölümünü dışta bırakacak hukuk, “laik, demokratik, özgürlükçü, insan haklarına saygılı sosyal hukuk devletini kuramaz.

Bir gün Ankara Kızılay Metrosunda giderken, baktım karşıdan uzun boylu, beyaza çalan saçları ile saçı sakalı oldukça uzamış derviş kılıklı bir garip adam gelmekte. Aman Tanrım karşımda Karl Marx mı desem, Caherles Darvin mi desem (ama onlar öleli yüz yıl oldu)  garip kılıklı bir adamı görünce şaşırdım. Zaten gelip geçen de şaşkınlıkla bakıyorlardı.
Sokaklarda benim bir huyum var, böylesine ilginç adamlar daima ilgimi çeker, hemen sokulurum, onunla konuşmak isterim. Yavaş yavaş yanına yaklaşarak, affedersiniz sizinle birkaç dakika görüşebilir miyim, diyerek sokuldum. Siz kimsiniz, dedim, “ben bir Âdemoğluyum” dedi. Ne iş yaparsınız, dedim, “ben emekliyim, aşıkım, şiir yazarım, insanları, dünyayı gözlerim”,  gibi bir şey söyledi. Bu gizemli derviş kılıklı, derviş deyişli adam daha da ilgimi çekti.

Karl Marx Gibi Bir Garip Emekli - Cevat Kulaksız
Benden uzun boylu, boynunda kırmızı kravatı, başında üzerinde “Türkiye” yazılı kırmızı şerit, göbek biraz sarkmış, her iki döşünde nazar boncuğu, gözünde hiç görmediğim ve iki camı da yatay beyaz çizgili-şeritli hali ile sanki başka bir gezegenden gelmiş garip bir yaratık görünümlü adama, “kaç yaşındasınız” dedim, o:
“-Yüze on sekiz var” dedi. Kendi kendime, şaşırdım, acaba bu adam kaç yaşında ki diye düşündüm. Nerelisiniz, diye sordum o:
“-52. Vilayettenim” dedi. Allah Allah bu nasıl adam şifreli konuşuyor, dedim. Meğer 52. Plaka kodlu Ordu ilindenmiş. Kendisine bazı dostları “Karl Marx’a benziyorsun”,  diyorlarmış. Kendi de, “ben Karl Marx’a benzerim” diyor. Ben de, biraz da Charles Darvin’e de benziyorsun, dedim, “ona da benzerim” dedi.  Kendi kendime, o bilim adamları gibi bilim adamımız olmasa da bilim ve felsefe adamlarına benzeyen adamlarımız bari var, diye düşündüm. Bana:
“-Sen nerelisin” dedi. Ben de Kırşehir’liyim, deyince, başladı Neşet Ertaş’tan “Gönül Dağı” türküsünü söylemeye. Amma eğlenceli adam ha!
Ona, “seninle bir resim çektirmek istiyorum,” dedim, o “olur” dedi. Oradan geçmekte olan bir genci çağırıp, eline cep telefonumu verdim, ayakta bir resim çektirdik. Onun da benim de işimiz olduğundan, başka ayrıntıyı konuşamadan, birkaç gün sonra röportaj için buluşmaya kararlaştırıp ayrıldık. Toplum içinde engin bir bilim adamı veya bir ilahi derviş görünüşlü bu ilginç görünümlü, adamın sırrı nedir, diye merak etmeye başladım.
Karl Marx Gibi Bir Garip Emekli - Cevat Kulaksız

İki gün sonra, bana telefon etti, “Kızılay’daki Polis Lokali’nde buluşalım” dedi. Ertesi gün 18 Ağustos 2016 da, dediği polis evinde buluştuk.
15 Temmuzdaki başarısız FETÖ darbe teşebbüsü üzerine, ön plana çıkan Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ı öven şu şiirini okudu:

KOCA REİS COŞTURAN BAŞKOMUTAN
Kendini bilmezler düştüler yola,
Kurşun yağdırdılar hem sağa hem sola
Verdirdin onlara ebedi mola,
Dünyanın lideri Tayyip komutan.

Gösterdin kendini uzay yolundan
Mesajlar gönderdin Arşı Aladan
Herkesi coşturdun sakin alandan
Önderler önder Tayyip Erdoğan.

Dizildik yollara hep dizi dizi
Halkın düşmanları fark etti sizi
Sizinle bulundu gerçeğin izi
Şeflerin de şefi Tayyip Erdoğan,

Sayende gürledi bu ulu millet
Arsızlara verdi geçersiz bilet
Yanlış yapanlara doğruyu bellet
Şahların da şahları Tayyip Erdoğan.

Başkomutan oldun halkın yanında
Merhaba diyorum Başkomutan’a
Canım feda olsun sizlere vatana
Cumhurun reisi Tayyip Komutan.
Canım feda olsun sizle vatana
Cumhurun reisi Recep Komutan.   Şener Çelebi 21.07.2016

Bu şiiri okuduktan sonra, şunları anlattı:
“-İsmim Şener Çelebi, emekli başkomserim.  Aslen Ordu’luyum, Perşembe kazasının Çandır köyündenim; emekli başkomserim, meslekte 24 yıl çalıştım. Polis Akademisi mezunuyum, emekli olunca Hacettepe’den öğretmenlik formasyonu aldım. Dershanelerde ders verdim. Duygulandığım, esinlendiğim her konuda şiir yazarım. Yazılmış birçok şiirim var. Ben kitapsız şairim.
Evlimisiniz, çoluk çocuk durumu nedir, dedim, şöyle yanıtladı:
Üç çocuğum var, iki oğlan bir kız, beş de torunum var. Sincan Fatih’de oturuyorum. Halk müziği ve sanat müziği korolarına gidiyorum, orada türküler, şarkılar söylüyoruz. Şan eğitimi ve koro bilgisi alıyorum.
15 yaşına kadar köyde yetiştim; “sen çocuksun, küçüksün”, anne dayağı, baba dayağı, askere git orda dayak. Sonra Ortaokula geldim, 1960 ihtilalı olunca 17 yaşındaydım ortaokulu bitirince liseye gittim, ben ortaokuldayken 1960 ihtilalı oldu. İki yıl okudum Ordu Lisesinde, yedek subay yapıyorlardı lise mezunlarını. Ondan sonra onları köy öğreteni yaptılar.
O zamanları Ortaokul mezunlarına 45 gün kurs gösterip, öğretmen vekilliği verildi 222 sayılı İlköğretim Kanununa göre, sınava girdim kazandım, Perşembe Öğretmen okulunda 45 gün kurs gösterdiler bize, ortaokul mezunlarına, lise mezunları da vardı aramızda. Orayı bitirince beni Gölköy Tepeköyüne tayin ettiler, muvakkat (vekil) öğretmen olarak. Dediler ki “15 yıl öğretmenlik hakkı verdik size”. Ben iki yıl köyde çalıştıktan sonra askere gittim. Askerden sonra dönmedim, emniyete geçtim. Öğretmenlik o kadar yararlı oldu ki bana, köydeki öğretmenlik, insanlarla muhabbet etmeyi, insanlara karşı sosyal davranışları uygulamam sayesinde emniyette herkese normal davranırdım, sert davranmazdım. Kırıkkale Akşam lisesini bitirdim, polis kolejine çağırdılar bizi. Polis Enstitüsünde üç yıl okudum 77 ile 80 arasında okudum. Çeşitli yerlerde çalıştıktan sonra 90 da emekli oldum. Emekli olduktan sonra 10 yıl trafik dersi anlattım. 9 sayfa trafikle ilgili şiirler yazdım, sonra aşk şiirleri yazdım,
Karl Marx Gibi Bir Garip Emekli - Cevat KulaksızKarl Marx Gibi Bir Garip Emekli - Cevat Kulaksız

EMEKLİ OLUNCA ÂŞIK OLMUŞ
Eryaman Aile yaşamda şiir günleri vardı, orda gördüm kadını, iki defa mektup gönderdim. Kadın bağırdı çağırdı “mahkemeye vereceğim” dedi.
Beş yıl önce, koro vb sosyal etkinliklere katılmak için  Eryaman’da aile yaşam merkezine gitmiştim, orda gördüğüm bu kadın çok ilgimi çekti, ona şiirler yazdım, kadına, onu sevdiğimi söyledim. Kadın benimle konuşmamaya başladı, kadına, “ben sana aşığım istersen beni öldür” dedim. Aşkıma karşılık bulamadım, beni mahkemeye verdi”
Gerçekten de, halkımızın “40 ından sonra azanı teneşir paklar” dediği gibi, 60-70 yaşına gelmiş, çocukları, torunları olan yaşlı bir kişinin âşık olması benim biraz tuhafıma gitti. Evlisin, çocuklar da var,  eşin duyunca ne dedi?
 “-Çok kızdı, amma dedim, kader elimden bir şey gelmez, ben kadere inanırım, onun için kendime hâkim olamayarak kadını sevdim, sevdiğimi de yüzüne söyledim. Kadın beni mahkemeye vermiş, yazdığım aşk şiirlerimi, aşk mektuplarımı hakime vermiş.
 21 Mayıs 2013 de Sincan Asliye Ceza Mahkemesinde yargılandım. Hâkim bana, “bu mektupları, bu şiirleri sen mi yazdın” dedi. Ben de, “ben yazdım, efendim”  dedim. Kadına dedi ki “davacımısın”, kadın “davacıyım davacıyım” dedi. Hâkime dedim ki, “benim avukat tutmaya gücüm yok, ben kendimi savunamıyorum, bana bir avukat tayin eder misiniz” dedim, hâkim, “ne avukatı sana 120 lira para cezası veriyorum, onu da erteliyorum” dedi. Şiir yazdım ama içinde küfür yok, hakaret yok. Sadece sevdiğimi söyledim.
Şöyle demiştim benden on yaş genç olan sevdiğim kadına, yazdığım şiirde:
“İstedim güneşin rengini seçtim, geçti yorgunluğum,
Seslendim ufuklara sordular isteğimi
Dedim kavuşmak isterim aşkıma, kırk günü açınca peçesini
Buluştuk ovada, sordum niçin geç kaldın dünyaya
Dedi sen de bana, senin için erken geldim hayata
Sözleştik orada, bundan sonra ben erken gelmeyeceğim,
Sen de geç kalmayacaksın, tutacağız sözümüzü,
Hasret bırakmayacağız özleyen özümüzü
Hasret bırakmayacağız, özleyen özümüzü.   Şener Çelebi.

“Hasret nedir bilmeyen, her vuslatı aşk sanır,
Sahtedir böyle aşklar yaşayan tez usanır.
Vuslat aşkı söndürür, hasret ise körükler,
Dünyada gerçek aşklar tek başına aşklar yaşanır
Üzülme deli gönlün yar uzakta olsa da sevda pınarlarına
Gözyaşların dolsa da, karşılıksız bir aşkla
Bütün ömür solsa da
Dünyada aşklar tek başına yaşanır
Güneşte yanan çöl yağmuru neylesin
Rap sahte âşıklar her bir gönül eğlensin
Bilmiyorsan Mecnuna Kereme sor söylesin
Dünyada aşklar tek başına yaşanır.      Vedat Fidanboy

Gerçek âşıklarda, kavuşan âşıklarda aşk biter. Ben kavuşmak istemem, hasret çekeyim ki şiir yazayım, sevdiğime.
Eryaman Aile Yaşam merkezine benim eşim de geliyordu, bu olay meydana çıkınca arkadaşlar, “senin eşin mavi gözlü sarı saçlı nasıl gönül verdin bu kadına” dediler. Ben de ne yapayım gönül çekti, kardeş elimde mi dedim. Sen benim gözümle bakmadın ki,
Bendeki aşk birleşme aşkı değil, tavırlarına âşık oldum. Kadın eşinden ayrılmış. Ayrılan eşi demiş ki “biriyle ilişkin olduğunu görürsem, evlenirsen seni öldürürüm”. Kendileri Bitlis’liydi.
Ben coşkulu adamım Cenneti dünyada yaşıyorum. Leyla ile Mecnun kavuşsaydı aşk olmazdı, Kerem ile Aslı kavuşsaydı aşk olmazı. Aşk olsun, umut olsun, hasret olsun. Aşk insanı coşturmalı, arzu devam etmeli.
Bu ozan ruhlu yaşlı emekli şu şiiri fısıldıyordu:
“Ecelim gelince Azraillim sen ol, dedim ona.
Ona aşık olmak suçsa kalbini hapset dedim.
Çaldım kraliçeler gibi kalbini çaldım
Giydiğin elbisenin pembe desenini,
Çaldım yürüyüşün sükseli sükseli halini;
Çaldım yaparken bestelerimi, yüzünün deniz gibi dalgalı halini.
Çaldım Mozart’ın 9. Senfonisi gibi çıkardığın sesin çeşidini.
Çaldım güneş gibi içimi aydınlatan duruşun sessizliğini
Aşığın olduğum için bütünüyle çaldım senden,
Hırsızım ben bütünleşmemiz için sen de beni çalsana benden,
Bütünleşmemiz için sen de çalsana benden”.
Ey zaman geçme dur öyle güzelsin ki”,

Bu şiirleri o bayana posta ile gönderdim, iki mektup gönderdim.
O kadın eşinden ayrılmış, kocası, “ayrıldık ama başkasıyla görürsem seni öldürürüm” demiş.
KRALIN AŞKI
Bazıları Salı gününü uğursuz sayarlardı, Atatürk gezilere Salı günü çıkardı.
İngiltere Kralı 8. Edvard 1936 da İstanbul’a geldi; fakat Fransız sevgilisiyle geldi. Ama İngiliz kraliyet ailesi, İngiliz basını bir tepki gösterdiler ki krala, “sen nasıl yabancı bir kadınla olursun bilmem ne. Bizim askeri ve  mülkü erkân Atataürk’e dediler ki, “efendim siz Fransızca biliyorsunuz, konuşun bakalım” dediler. Tabi kral da ordadır, sevgilisi ile. Atatürk mendil sallayarak “böyle bir kadın bulamadım, ben de böyle bir kadın bulsam ben de Cumhurbaşkanlığı bırakırdım, diyor.   Atatürk gençlere şöyle diyordu:  “delikanlı kızlar  “kendinizi öyle yetiştirin ki, bir kral bile sizin için makamını bırakabilsin; ey delikanlı erkekler kendinizi öyle yetiştiriniz ki bir kraliçeler bile sizin için makamını bırakabilsin”.
8. Edvard krallığı bırakır sevgilisiyle İspanya’ya yerleşir. Kraliçe 1953 de 27 yaşındaymış.
Ben
Atatürk’ün yaveri ile birlikte Atatürk’ün yanında birlikte çalışmış, yaşlı bir akrabam vardı, onun ağzından duyulmamış, Atatürk’le ilgili anılar öğrendim, yazdım.
Ama Atatürk’ten sonra Türkiye’nin yönetimi iyi olmadı, devrimlerden vaz geçilmeye başlandı.
Günlerin nasıl geçiyor, diye sorduğum zaman Emekli Başkomiser Şener Çelebi şöyle mısra ile yanıt verdi:
“Ey zaman geçme dur öyle güzelsin ki;  zamanın geçmesini istemem”. Benim uyku dışında zamanım öyle geçer, şiir söylerim, şarkı söylerim, sohbet ederim, dünyayı yaşarım, zamanın geçmesini istemem. Aşk şiirinden başka şiir okumam.
İşte bu garip görünüşlü, kâh konuşan, kâh şiirler mırıldanan dünyayı, insanları, aşkı seven bu derviş ruhlu adamı sizinle paylaşmak istedim.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

TSK mı yaptı, atadığınız, yerleştirdiğiniz asker elbisesi giymiş teröristler mi?
Bugün askeri birliklerin şehir merkezlerinden apar topar polis eskortları eşliğinde çıkartıldıklarını televizyon kanallarında izlediğimde içim cızladı.
Ne oluyor yahu?
Bu ne acele?
Yangından mal kaçırır gibi aynen…
Bana kalırsa Fethullah denen adam veya üst akıl dedikleri güçlerin de istedikleri buydu.
Türk Silahlı Kuvvetlerini darmaduman etmek.
Çünkü Türk Ordusunu yenemiyorlardı bir türlü.
Türkiye’yi parçalamak veya bir koloniye çevirmenin yolu buydu sanırım.
Önce orduya ve devlet kurumlarının içine imam sayesinde yıllardır sızma yaptılar.
Buna sızma demeyelim de yerleştirildiler demek daha doğru olur.
Evet, Fethullah hareketi 1960 + 70 lerde başladı ama AKP döneminde palazlandı.
13 yıldır ne isteseler verildi…
Sonra Ergenekon, Balyoz gibi komplolarla TSK’nın Atatürkçü komutan ve diğer subaylarını yıllarca hapishanelerde tutsak ettiler.
Onlar için çok kolay olmuştu.
Zira ordudaki komuta zincirinde olsun, Emniyet güçlerinde olsun karar mekanizmalarında yerleşmişlerdi.
Dijital verilerle, toprak altına gömdükleri silahlarla ve kendilerinden olan savcı ve de hakimlerle istedikleri gibi yargısız infaz yapıyorlardı.
Bence bu hazırladıkları projenin birinci bölümüydü.
A planı diyelim.
İkincisi yani B planı FETÖ ‘ye darbecik kalkışması yaptırmaktı.
Aslında gerçek darbeyi istemiş olsalardı pekala yapabilirlerdi.
Çok örnek var tarihimizde.
Hani bizim çocuklar dedikleri gibi…
Böylesine aptalca ve haince, acemice hatta komik denilecek darbe olmazdı.
Boğaz köprüsüne tankları dizmek, TBMM’sini, Beştepe’yi bombalamak ta neydi?
Erdoğan’a zarar vermek isteselerdi verebilirlerdi ama amaçları o değildi.
Ordunun içine ne kadar sızsalar da TSK ‘nin Kemalist askerlerinden ve Türk halkından
çekiniyorlardı.
ABD’nin BOP projesi tutmamıştı. Erdoğan vaz geçmişti.
Irak gibi kimyasal silahlar var diye aleni Türkiye’ye savaş açamazdı.
Atatürk ve laik, demokratik cumhuriyetten nefret eden Fethullah denen imamı kara kaşına gözüne tutkun olduğu için barındırmıyordu.
Dincilik üzerine onu bu günler için kullanıyordu.
(Hep birlikte göreceğiz, Amerika işi bitince tekmeyi vuracaktır kıçına.FETÖ’cü hain generalleri, subayları gözden çıkarttığı gibi.)
Erdoğan’da iktidarda kalabilmek için onunla işbirliği içindeydi zaten.
Bunu Burhan Kuzu bir televizyon programında anlatmıştı.
B planı ile TSK’yı iyice yıprattı. Harplerde en büyük güç olan Hava Kuvvetlerimizi adeta çökertti.
Şimdi emekli havacı generaller Hava Kuvvetlerimizin yapılanmasının ve harbe hazırlanmasının en aşağı beş senede olacağını söylüyorlar.
ABD denilen kara bela bunlarla yetinmeyerek, ordumuzu halkın gözünden düşürmeye kalktı…
AKP, ordunun Kemalist askerlerine sarılıp, moral vereceğine bu planı desteklercesine kışlaların kapılarına tanklar çıkmasın diye çöp kamyonlarını dikti.
Bu ne onur kırıcı, ne moral bozucu bir hareketti halbuki.
Bir devlet veya iktidar kendi ordusunu nasıl bu durumlara düşürür hayret!
Erdoğan yanlış üzerine yanlış yapıyor.
Askeri okulları kapatıyor.
O askeri okullar ki halk çocuklarının parasız eğitim aldıkları, subaylığın en temel özelliklerini ve disiplini öğrendikleri sembolleşmiş yapıtlardır.
Askeri okulları kapatırken el koyulan Fethullahın Okullarını İmam Hatiplere çeviriyor.
Bu hareket, Erdoğan, FETÖ’ cüleri yok ederken acaba ERDO’cular mı yetiştirecek düşüncesini getiriyor akıllara.
Kısacası Askere ait ne varsa satışa çıkartıyor ve askeri yerinden ediyor.
Ha belki kışlalar şehir dışına çıkartılabilir ama gün bu gün değildi.
İçim sızladı dedim o tankların polis eskortları eşliğinde kışlasından çıkmalarına, doğrudur.
Darbe, Kalkışma adı her neyse…
TSK mı yaptı, yoksa sizlerin atadığınız, yerleştirdiğiniz asker elbisesi giymiş teröristler mi?
Bunu bir düşünün…
Sanki düşman askerleriymiş işgal etmişler de ülkeyi terk ediyorlarmış gibi.
Em. Tüm. Amiral Türker Ertürk bugünkü İşte Londra’daki Askeri Birliklerin Listesi başlıklı yazısında konuyu işlemiş.
“Batı'da askeri birliklerin şehrin merkezinde olmadığı; pervasızca söylenen, kuyruklu bir yalandır.
Örneğin İngiltere'nin başkenti Londra'da, Meclis'in (House of Parliament) ve Başbakan'ın evi ve ofisinin (Downing Street 10) etrafı; Savunma Bakanlığı, Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları ve bunların ek tesisleri gibi askeri binalarla doludur. Hem de abartılı biçimde. Ama İngiltere’de, hiç bir siyasinin aklına bunlara el koymak ve ranta çevirmek gelmez, gelemez ”diyerek okurlarına bir liste sunuyor.
O zaman demekki rant sağlamak için satılacak bu yerler.
Yazık, çok yazık.
İşte Amerika’nın B planı buydu.
Gelelim C planına…
Şimdi beslediği teröristlere bombalı saldırılar yaptırarak hem onca masumun canına kıyıyor.
Neden?
İç savaş çıkartmak için tabi…
                                                    ***
Erdoğan iktidara geldiğinde belki güllük gülistanlık bir Türkiye değildik ama alev topuna dönmemişti ülkemiz.
Saltanatını sürdürmek ve iktidarda kalabilmek adına yaptığı hataların cezasını bizler çekiyoruz.
Onun Kemalistlere yakın durmasına, değiştiğine inanmıyorum.
Yine bildiğini okuyor.
Sanki bu darbe kalkışması onun işine geldi gibi.
Baksanıza, 12 Eylül de irtica faaliyetlerinden ötürü ordudan atılan ve Kemalist subaylara karşı FETÖ’nün en büyük destekçisi olmuş İrticacı, Atatürk ve rejim düşmanı eski bir generali Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı yapmış.
Neden İlker Başbuğ değil de irticacı birisi?
Ona inanmak isterdim…

Tünay Süer
23.08.2016

Aşağıdaki internet adresinden, elektronik posta adresime, “Atatürk’ün İnönü’ye yazıldığı mektup” diye açıklanan ve öldüğü yıl yazılan üç sayfalık elle yazılmış bir mektup geldi. Bu mektubu ve mektupta yazılan iddialarla ilgili olayları hiç duymadım ve görmemiştim. Hele öldüğü yıl yazılmış olması bana ilginç geldi.
Zaman zaman Kuvaayyi Milliye’nin iki kahramanı, Atatürk ve İnönü’nün zaman zaman tartıştıklarını, birbirine ters düştüklerini biliyorduk. Hepimiz yerine göre yanılabiliriz, her insan da öyle değil mi?  Her ne hal ise, ne olursa olsun, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın bu iki kahramanını rahmetle, saygı ile anarız, anıyoruz.  Bunu hiç kimse silemez, yadsıyamaz, laiklik, Atatürk ve Atatürkçülük düşmanlarından başka. Ruhları şad olsun.
Ancak okuyucularımızın da bilgi sahibi olmaları için bu 3 mektubun örneği ile birlikte yayınlıyoruz.



Bozok ihaneti mi, bir ülkeyi kaostan kurtarmak mı?
Cumhuriyet tarihi, birbirine ihanet eden, halkına yalan söyleyen, zulmeden liderlerin isimleriyle  dolu. Ancak gerçeklerin bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu var. Türkiye, uzun bir zamandır AKP-Cemaat kadrolaşmasının ve ardından restleşmesinin bedelini ödüyor. Meydanlar “safça kandırıldığını” söyleyen liderlerine biat eden “demokratlarla” dolu. İşin ucu nereye kadar gidecek şimdilik bilinmiyor.
Ancak, okullarda okutulan tarih kitaplarından biraz kafamızı kaldırdığımızda “kandırılma ve ihanetin” Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından bu yana sürdüğünü öğreniyoruz. Nasıl mı?

BOZOK, BU MEKTUBU SAKLADI
Atatürk ile İsmet İnönü’nün “arasının kötü” olduğu tarihçiler tarafından çok dillendirilmeye çalışılmasa da herkesin bildiği sır. Özellikle Atatürk’ün hastalığının son dönemlerinde kavga dorukta. Bunu biz değil, Atatürk’ün yaveri Salih Bozok anılarında söylüyor. Bu nedenle Atatürk’ün İsmet İnönü’ye yazdığı bazı mektuplar ve notları kendisine iletmediğini anlatıyor.
Redaktif, o mektuplardan bazılarını Salih Bozok’un eşyaları arasında buldu. İlkini geçen hafta yayımlamıştık. Yayımlayacağımız ikinci mektup çok daha ‘şahsi’ ve öfkeli. Bu mektubu da Cumhuriyet’in ilk dönemi tartışmalarına girmeksizin, haber değeri taşıdığı için yayımlıyoruz. Atatürk’ün İsmet İnönü’ye olan kızgınlığını dile getirdiği bu kez “G. Mustafa Kemal” yerine “K. Atatürk” imzasını kullandığı ikinci mektup:
“Dolmabahçe
14.2.1938
Pazartesi
İsmet İnönü’ye
Onulmaz bir hastalığa yakalandım. Afiyet ümit edemiyorum. Artık bu kafayı bu vücut taşıyamıyor. Bir de yalnızlığın verdiği sıkıntı ile günde 3-4 paket sigara, 15-20 fincan kahve, 1 de büyük rakı içiyorum. Sen başvekilken Salih’in adamlarına aman Gazi’yi rakısız bırakmayın diyerek beni ne kadar çok sevdiğini belli ediyordun ya merak etme yine rakım eksik değil.
Benim hayatımın şimdiye kadar milletime faydalı olmaktan başka bir emeli olmadı. Kendi saadetimi bu vatanın saadet ve selameti için feda ettim. Buna rağmen senin benimle ilgili, benim hiçbir şekilde hatır ve hayalimden geçmeyen zararlı fikirler anlattığını öğrenince cidden teessürüme mucip oldu.
Benim için sarhoş sofralarından memleket idare ediyor, vatan zarar görüyor diye söylemişsin. Seni başvekil yapıp, söz sahibi yapanın da sarhoş olduğunu unuttun mu, II. İnönü Savaşında bozguna uğrayıp da sen geri çekilirken Fevzi Paşayı senin yerine görevlendirip savaşı kazandıranın da sarhoş olduğunu ve halkın gözünde kahraman ol diye bunu saklayanın da sarhoş olduğunu ne çabuk unuttun? Bu sofralarımızın meclis sofraları olduğunu, devlet işlerinin burada konuşulup, hesapların alınıp verildiği masalar olduğunu sen söylemez miydin hep? Benim yanımda otururdun senin bütün suçlarını burada temizlemedik mi, Abdürrezak’ın menfaat ticaretine bile senin hatırın için bu masada susmadık mı, Hasan Paşa’nın nasıl zengin olduğuna bu masada başını eğmedin mi, daha ne sayayım, hepsini biliyorsun.
İsmet seni başvekillikten aldıktan sonra hakkımda anlattıklarını duydukça, her söylenene inanmayıp senin için daima kanaatimi kullanarak, seni ve siyasi hayatını bitirmeyip seni affettik. Seni harcamak çok kolay ama etrafıma bakınca yetişmiş adam yok. Böyle olmasaydı Recep Zühtü senin için hep benden icazet bekledi, ben de senden hep sadakat bekledim. Zaman her türlü hakikati ispat edecektir.
Şayet tekrar memleket idaresine gelirsen, bu millete zararlı olmaktan Allah seni korusun.
K. Atatürk”
(Editoryal not: Sosyal medyada bu mektubun gerçekliğiyle ilgili tartışmalar oluşmuştur. Haberi hazırlayan Hicran Aygün, bir müzayedeciden kopyaları alınmış olan bu mektubun bilirkişi raporunu en kısa zamanda yayınlayacağını belirtmektedir.)

Kaynak: https://redaktif.com/2016/08/09/m-kemalden-inonuye-sok-mektup-ilk-kez-yayinlaniyor/
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Atatürkün bu mektubu doğru mu? - Cevat Kulaksız

Atatürkün bu mektubu doğru mu? - Cevat Kulaksız

Atatürkün bu mektubu doğru mu? - Cevat Kulaksız

Amerika ve Batının yapmak istediklerini anlıyoruz - Tünay Süer
Bugün içimden yazı yazmak gelmedi doğrusu.
Kaç gündür olanlara herkes gibi ben de çok üzüldüm.
Amerika’ya verdim veriştirdim.
Masum insanların kanı ile beslenen vampir Amerika, Ortadoğu ülkelerini kana buladı yetmedi.
Şimdi var gücü ile Türkiye’yi karıştırmak için uğraşıyor.
Bu Amerika var ya, güya medeniyet ülkesi ve dünyanın süper gücü.
Hadi canım oradan…
Almış yanına Feto denilen imamı ve PKK, PYD, IŞİD, adı her neyse yarattığı teröristlerden medet umuyor.
Bu mu süper güç?
Genelde yazılarımda hep çatarım.
Amerika dünyadan elini çek derim VS.

Hukuk Devleti miyiz? - Gündüz Akgül
Anayasamızda yazılı olanı kabul edersek hukuk devletiyiz…
Sadece hukuk devleti değil, Anayasanın 2. maddesi “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” demektedir…
Bu tanıma göre devletimizin olmazsa olmaz açılımları şunlardır…
-Egemenlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünün geçerli olması…
-Hukuk devletinin gereği olan her yetkili, Anayasa ve yasalar tarafından kendisine verilen yetkilerini kullanması ve yetki aşımında bulunmaması…
-Yüce dinimizin vicdanlarda özgürce ve güvence altında yaşanması, siyasallaştırılarak devlet yönetiminde kullanılmaması…
-Demokrasinin olmazsa olmazı olan laikliğin diğer uygar ülkelerde olduğu gibi uygulanması…

Yapmayın Allah aşkına - Tünay Süer
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu hükümete seslendi…
Hükümete açık ve net bir çağrı yapıyorum. Terörü bitirmek için muhalefetten ne istiyorsanız vermeye hazırız!
Bu ne demek oluyor şimdi?
Malum Türkiye’yi tek adam yönetiyor.
“Terörü bitirmek için özerkliği getireceğim, Güneydoğuyu, Doğuyu PKK’ya vereceğim, Öcalan’ı serbest bırakacağım. Gelin bunu mecliste oylayın” dese katılacakmışsınız Sn. Kılıçdaroğlu?
Anlıyorum siz çok nazik bir kişisiniz ama Atatürk’ün partisi CHP’yi dolayısı ile bizleri temsil ediyorsunuz.
Kusura bakmayın ama Sn. Kılıçdaroğlu bir anamuhalefet lideri yalvarır gibi iktidardan bir şey istemez.
Masaya geçer konuşur, olmadı yumruğunu vurur.(Olağan kurultayda Ben Dersimli Kemalim diye vurdunuz ya işte öyle.)

Sonra diyorsunuz ki;
Bugüne kadar her şeyi verdik. Ama biz hükümetten bir şey bekliyoruz; ne istediyseniz biz size verdik siz de lütfen terörü çözün. Terörü bitirin.
İktidara ne verdiniz Kılıçdaroğlu?
Erdoğan’ın sözlerini söylüyorsunuz farkında olmadan.
Yine diyorsunuz ki,
Yasa dediniz yasa. Anayasa dediniz anayasa her türlü imkânı sağladık.
Peki, sizin istediklerinizi iktidar verdi mi?
Hangi önergeniz geçti?
Hangi konuda anlaştınız?
Ana Muhalefet olarak itiraf eder gibi konuşmak size yakışmıyor.
Unutmayın ki halk her sözünüzü takip ediyor ve tepki veriyor.
Türkiye’nin bu hale gelmesinde ne kadar katkınız olduğunu acaba hiç düşünüyor musunuz?
Diğer sözlerinizi yazmıyorum.
Nedeni, inanın çok üzülüyorum.
Yazacak çok şey var ama kısa kesiyorum.
Lütfen biraz ciddi muhalefet yapın ve partimizi kendi ideolojisine döndürün.
Bizi daha fazla kahretmeyin.
                                                       ***
Birkaç sözümde, Özgür Gündem denilen PKK’ nın yayın organı gazetenin geçici kapatılmasını protesto eden milletvekili arkadaşlara olacak.
Yapmayın arkadaşlar lütfen yapmayın.
Özgür Gündemin neye çalıştığını mutlaka biliyorsunuz.
Terör örgütünü simgeleyen bir gazeteyi kapatmakla özgür basını neden karıştırıyorsunuz?
Daha bu sabah Elazığ’da bomba patlattılar.
Yüzlerce yaralımız, şehitlerimiz var.
Türkiye’nin her tarafından acı haberler alıyoruz.
AKP, 101 kuruluşumuzu satıyor, ona ses verin.
TSK’nın kolu kanadı kırıldı.
Her gün çıkartılan KHK lerle Türkiye nereye gidiyor onu düşünün.
Belki partiler bile kapatılacak.
Devletimiz yıkılıyor.
Biraz satranç oynayın.

Tünay Süer
18.08.2016

İki Yatır- Cevat Kulaksız

"Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için şindir (lekedir). Atatürk

Türkiye’nin pek çok yerinde, her yıl binlerce milyonlarca insanın ziyaret ettikleri çeşitli adlar altın nice türbeler ve yatırlar vardır. Bu türbe ve yatırları ziyaret edenler, çeşitli hastalıklarına şifa bulmak, çocuk doğurmak, koca bulmak, nazar, hatta üniversiteye girmek için oradan bir medet yardım ummaktalar. Bu türbe ve yatırların, ne bilimsel, ne de dinle alakalı olmayan tamamen boş inanç ve hurafeden başka bir şey değildir. Bu şekilde türbe ve yatır ziyaretleri hiçbir surette vatandaşların dertlerine deva olmadığı gibi,  zaman kayıpları nedeni ile telafisi sonradan mümkün olmayacak zararlara da neden olmakta. Ayrıca boş yere halkın inancı, ümidi para ile sömürülmektedir.
Bu tür türbe, yatır ziyaretleri konusunda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos 1925'teki Kastamonu söylevinde şöyle demişti.

"Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için şindir (lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.
Sözcü’de yazan Sayın Yılmaz Özdil’in 16.8.2016 günlü “Feto’nun Peçetesi” başlıklı yazısında, türbeleri, yatırları, ocakları daha bilmem nice irtica, hurafe yuvalarını gırgıra alınca, ben de size iki tane eğlenceli “yatır” örneğini vermek istedim.
Bu doğrultuda muska yazanlar, kırıkçılar, sargıcılar, falcılar, üfürükçüler, şeyhler, şıhlar, yatır ve türbe ziyaretleri vb daha nice halkın inançlarını sömüren pek çok hurafeler alabildiğine yayılıp gitmektedir. Bu tür hurafeler cehaletin arttığı, yaygın olduğu, ne yazık ki bütün İslam ülkelerinde çok yaygındır. Denk düştüğü için, biz iki garip ve gülünç iki yatır örneğini vereceğiz.
Fetullah Gülen’in (FETÖ’nün), tırnağını, saç telini sakladığına, kullandığı kâğıt mendili yediğine, alçıdan yapılmış heykelden elini öpüp kerametlendiğine göre, ülkemizin insanı, irticada bayağı bir yol aldığı belli olmakta. Aziz Nesin’in ruhu şad olsun, onun söylediği oran görünüşte bayağı yükseldiğine göre, çağdaşlaşmada, demokratikleşmede nerelere geldiğimiz 15 Temmuz irtica kalkışmasından belli olsa gerektir!
Onun için toplumun her kesiminde, başta Diyanet olmak üzere, TRT, öteki yayın araçları ile bu boş inançtan başka bir şey olmayan türbe, yatır ve öteki hurafelere karşı halkın eğitilmesi gerekir. Diyanet’imiz gerici iktidarın görüşü doğrultusunda ve de kuşaktan aşağı garip fetvalar vereceğine, bu hurafelerle mücadele edip toplumu eğitmesi gerekir.
Yılmaz Özdil’in bize esin veren yazısını okuduktan sonra size garip iki yatır öyküsünü sunacağız.
İki Yatır- Cevat Kulaksız

BİRİNCİ YATIR: [1]
 Köyün imamına bir küçük çocuğu çırak veriyorlar, “hoca yetişsin, imam olsun”, diye. Hakikaten aradan zaman geçiyor çocuk, süreleri,  ayetleri, Kuran’ı ezberledikten sonra bir şeyler öğreniyor. Hocasına diyor ki, “hocam ben gidiyorum, bana icazet ver, artık her şeyi öğrendim, imam oldum” diyor.  Hocası da eline bir şahadetname verip, hocalığını onaylıyor. Hocası, “hakkını helal et, çok iyi imam oldun, hoca oldun, tebrik ediyorum, seni” diyor ve gitmesine “olur” diyor. Hocası, eski devrin en iyi ulaşım aracı eşek olduğu için “şu benim eşeği de sana hediye ediyorum”, diyor.  Ama eşek öldü ölecek yaşlı, hoca uyanık.
İmamın çırağı,  yeni imam, biniyor eşeğe tıngır tıngır gidiyor. Aradan bir sene geçiyor; bu arada başka bir köyde yeni bir yatır söylentisi var. Bizim hocanın da yatırı var, ama o yatıra değil de yeni yatıra gitmeğe başlıyorlar, millet. Hocanın işleri azalıyor, para da azalıyor, artık dayanamıyor, merak ediyor komşu yatırı,  gidip bir bakayım, neymiş, nasıl bir yatırmış, diyor.
Hoca yeni yatırın köyüne giriyor ki, İmamın çırağı bizim o çocuk, yatırın başında. Yatırın hocası, yatırın yanına cami de yapılmış, ooo düzeni güzel, tabi “hocam” diye onu ağırlıyor.
Bizim eski hoca dayanamıyor, “lan oğlum nerden çıktı bu yatır, eskiden buralarda böyle bir yatır yoktu, sen mi icat ettin, ne oldu” diyor.
-“Vallahi hocam senin bana verdiğin eşek öldü, ben de eşeği gömdüm, başına bir türbe yaptım, şimdi yatır da bu, gelen geçen ziyaret ediyor, meşhur oldu üç beş de para bırakıyorlar“ diyor. Hocası cevap veriyor:
“-Demek ki benim köydeki eşeğin oğlu da yatır oldu ha” diyor. (Hediye eşeğin anası ölünce gömülüp üstüne türbe yapılmış).
Bunun üzerine dinleyicilerden biri şöyle bir şey anlattı:
“-Makedonya’da Eşek Manastırı vardır. Ohirit Gölünün tepelerine doğru tırmanırsa orada bulunur. Duvarlarında eşek kabartmaları vardır; eşek hikâyesi orası olmalı. Dinleyicilerden biri, “belki de orasıdır” dedi.
Yine Arif Bigeç anlatıyor:
Buşra Sultan
“- İki buçuk metreymiş Buşra Sultan’ın boyu.  Aslında her adımda birkaç adımda Mekke’ye gidermiş, bir adımda da geri gelirmiş. İstanbul’da çok bilinen, ziyaret edilen bir meczup, ama tevatürü o kadar büyük ki, Peygamber Efendimizin çok iyi dostu arkadaşı, her akşam Mekke’ye gidiyor,  sabah Mekke’den geliyor geriye Beykoz’a.  Daha neler anlatılıyor, iki buçuk metre adam olur mu? Nasıl bir adam oldu da bir gecede Mekke’ye gidiyor, Mekke’den geri geliyor. Buna inanalar var, inanıyorlar günümüzde bile. Bir akademisyen de şöyle diyor:
“Mekke’ye gidip gelme işi pek çoktur Anadolu’da.
**
TV de yayınlanan “Zilli Baba Türbesi” olayını izleyeniniz var mı? Adana Seyhan İlçesinde ismiyle garip bir “Zilli Baba Türbesi” vardır. O türbeye çocuğu olmayan yoksul ümitsiz kadınlar gelerek, ellerine birer zil takıp, türbeye hitaben, “al sana bir göbek ver bana bir bebek” diyerek, resmen türbenin içinde Zilli Baba’nın kabri başında göbek atıyorlar. İşte böylesine türbe ziyaretleri var ülkemizde.
İki Yatır- Cevat Kulaksız

İKİNCİ YATIR
Nallı Baba Türbesi
Malatya ve Sivas arasındaki yoldan geçen katırcı kervanları,  bu yol üzerinde Kangal İlçesine yakın, üzerinde birkaç ağaç, bir de kuyu olan tepede konaklarlarmış. Bir gün, buraya geceleyin, kervanda tek katırıyla yolculuk eden bir adamın hayvanı orada hastalanmış. Ertesi sabah hastalık ağırlaşınca bir yamçı, bir heybe ve bir seccadeden oluşan kişisel eşyalarını yanına alıkoyarak, yükünü öbür katırcı yoldaşlarına vermiş. “Bana yıllarca hizmet eden bu katırımı yalnız bırakıp kurda kuşa yem olmasına gönlüm razı değil” diyerek, ağır hasta olan katırıyla orada tek başına kalmış. Tabi çok geçmeden katır ölmüş, hemen orada bir çukur kazarak, biraz da gerçek mezara benzeterek gömmüş. Buradan ayrılmak üzere, yeni bir kervanın gelmesini beklemeye başlamış. Bir süre sonra akşama doğru, bir kafile kervan gelerek aynı yere konaklamış. Kafileden biri, oradaki katırın mezarını ve tek adamı görünce, mezarı göstererek, “kimdir bu”, diye sormuş.  Güngörmüş katırcı, biraz üzgün bir eda ile hemen şu yanıtı vermiş: “Nallı Baba” .  Adam, “ya siz kimsiniz” diye tekrar sormuş. Bu soruya da katırcı, “ben de onun huddamı (bakıcısı, hizmetkârıyım), diye karşılığını vermiş.
Bunun üzerine kervandakiler katırı ölen adama karşı, sanki uhrevi bir zat ölmüş düşüncesine kapılarak, saygılı bir durum alırlar.  Başta kervancı başı olmak üzere, kervan kafilesi para ve birçok hediye,  yiyecek verirler. Kervancılar yollarına devam etmek üzere giderler.
Adamın aklına ilginç bir kurnazlık gelir;  geceleyin kalkar, eline geçirdiği bez parçalarını “Nallı Baba”’nın mezranın yakınında bulunan ağaç dallarına bağlar. (Bu türbeye ağaca çaput bağlama olayı, Türklerin Orta Asya’da iken mensup oldukları Şaman dini âdetinden gelmektedir).  Orayı düzenleyip, değiştirerek katırın mezarını tam bir türbe görüntüsü verir. Bu olay birkaç kez devam edince, katırı ölen kişinin pek hoşuna gider. Çünkü bu umulmadık işten para kazanmaya başlar. Kendi kendine, “bu düzen iyi”, başka yerde işim ne!  Der, orada oturmaya karar verir. Her geçen kervan ve yolcunun sadakaları,  adakları adamı bolluk içinde yaşatmaya başlar. Kendisi bu arada, gelip geçene muska yazmaya başlar.
İşte böylece, “Nallı Baba Türbesi” ve türbedar katırcı hüddamın ünü köyden köye, dilden dile yayılır, nefesi ve muskası gittikçe ünlenir. Uzaktan yakından bütün yöredeki dertliler, hastalar, bilmem ne derdi olanlar “şifa niyetine Nallı Baba Türbesini” ziyarete gelirler. Bu arada bizim uyanık katırcı hüddam meşhur olurken zenginlemeye devam eder.

Ağanın Köpeği Hastalanır
Bir gün Kangal ağasının çok sevdiği köpeği hastalanır. Kangal ağası, Nallı Baba’ya armağan bir koyunla birlikte, tedavi edilmesi için hasta köpeğini de yollar; Nallı Baba hüddamından hasta köpeğe iyice bir muska yazıp tedavi etmesini ister. Nallı Baba türbedarı hüddam, bu dileği yerine getirir, hasta köpeğe bir muska yazar, okuyup üfürdükten sonra köpeğin boğazına takar.
Cehaletin bol olduğu yerde, muskacılar, huddamcılar, üfürükçüler, falcılar vb. ler de pek çoktur ya… Yöredeki tüm muskacılar, afsuncular, üfürükçüler daha bilmem nice hurafeden nemalananlar, bu sonradan türedi Nallı Baba türbesini, huddamını kıskanmaya başlarlar, ne ki diş bilemekteler. Durumu yukarıya devlet katına şikâyet ederler. Devletin yukarı makamındaki kişi (Sivas Valisi)  “neyin nesidir”, diye şikâyet durumunun soruşturulması için birini görevlendirirler. Devletin görevlisi Nallı Baba türbesine gelir, konuk olur, geliş nedenini köpeğe muska yazmayı falan anlatılır.
Nallı Baba türbedarı hüddam,  yörede çok hatırı sayılır bir derebeyi olan Kangal Ağası’nın isteklerini reddetmenin mümkün olmadığını anlatır. Emirler,  fermanlar birbirini takibedir.  Kangal Ağası’nın köpeği, boğazındaki muska ile getirilir.  Rastlantı ya, köpek iyi olur.
Valinin görevlendirdiği kişi,  köpeğe yazılıp takılan muskayı açıp okur. Türbedar, dua gibi bir şeyler yazsa bari o kendisine kazanç getiren bu işi gırgıra almış ve şöyle bir dörtlük yazmış:
“Tamah ettim etine,
“Muska yazdım itine
Tutarsa da s…kime,
Tutmazsa da s..kime”
Böylece tutanak tutulur, devletin katına gönderilir…[2]
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com


SONNOTLAR

[1] Emekli Öğretmen Arif Bigeç 9 Temmuz 2016 Tarihlerinde Gönen Köy Enstitüsü Mezunlarının26. Fasulye gününde şu ilginç öyküyü anlatmıştı:
[2] Bu öykü, Gaziantep folklorundan alınmış, Gaziantep Savunmasının belli başlı kişilerinden olan İnce-Zade Hüseyin Efendi anlatmış, Folklorcu Cemil Cahit Güzelbey derlemiştir.

Aydın Sorumluluğu-Gündüz Akgül
Takiye yaparak aydın görünümü verenlerin dışındaki gerçek aydınların bir sorumluluğu vardır…
Ucu kendilerine dokunsa bile her koşulda doğruları söylemek ve savunmak aydın sorumluluğunun olmazsa olmazıdır…
Bu davranışları nedeniyle çoğu zaman aydınlar bedel ödemek zorunda kalırlar…
Haklılıklar anlaşıldığında, bedel ödetenlerin mahcup olmaları da tarihte sayfalarına yazılan kazançlarıdır…
Hain darbe girişiminden sonra ülkemiz zor bir süreçten geçmektedir…
Bu süreçte, birbirimizi eleştirirken yıkıcı değil, olumlu eleştirilerle doğruyu birlikte bulma ve ülkemizi esenliğe çıkarmakta, aydının olmazsa olmaz görevidir…

Kalkışmayı ranta ve kendi çıkarına mı kullanmaya başladı?
Cuma günü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu  "Devletin en önemli kuruluşlarını Özelleştirme İdaresi’ne devretmek üzere komisyondan geçirdi.
Muhalefetinde içinde bulunmuş olduğu komisyonlar halkı aldatmacadan başka bir şey değildir.
Nedeni, komisyonlarda üye sayıları partilerin oy oranlarına göre belirleniyor ve 40 üyeden oluşturuluyor.
İktidar partisi oy oranına göre 25 üye katıyor. Mecliste bulunan diğer partilerin toplamı 15 üye ile katılabiliyor.
Yani muhalefet partileri bir önergeyi veya KHK meyi istedikleri kadar kabul etmesinler, kendilerini paralasalar dahi işe yaramıyor.
Bu sadece komisyonlarda değil, Genel Kurulda da böyle…
Dolayısı ile tek partinin her istediği oluyor.
Bu büyük haksızlık ve antidemokratik bir uygulamadır.
Adına Tek adam yönetimi, Reis yönetimi, Başkomutan yönetimi ne derseniz deyin…
Demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir yönetim şeklidir bu…

İnanılmaz Türkiye - Tünay Süer
AKP 15.Kuruluş yıl dönümünü Genel Merkezde sade bir törenle kutlamış.
Törende konuşan 11.Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşma videosunu izledim.
Gül, “Hep beraber önce yenici hareket olarak başlayan ve kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz AK Parti Türkiye'yi inanılmaz bir şekilde değiştirdi ve bugünlere taşıdı” dedi.
Şaşırdım!
Gül acaba hayal dünyasında mı yaşıyordu, yoksa o da Erdoğan’a iltifat mı etmek istiyordu!
Bu günler derken yahu daha bir ay önce öyle karanlık, uğursuz bir gece geçirdik ki az daha kendisini peygamber diye yutturmaya kalkan ABD işbirlikçisi, vatan haini bir imamın FETÖ diye kurmuş olduğu çete cumhurbaşkanını öldürecekti.
Sonra aklı sıra yönetime el koyacaktı ve Humeyni gibi Türkiye’ye dönecekti.
İki yüz kırk beş şehidimiz oldu, yaralıların sayısını tam bilemiyoruz.

Aptallık mı aptala yatmak mı!?-Mehmet Halil Arık
APTALLIK MI APTALA YATMAK MI!?...
***
NE ÇOK HAİNİ VARMIŞ BU ÜLKENİN!...
Düşünüyorsunuz, ve düşündükçe şaşırıyorsunuz…..
Ne çok haini varmış bu ülkenin!?...
Hem de kendi elleriyle toprağında büyütüp, suyunu verip ekmeğiyle beslediği!.., Yüksek mevkilere getirip kendi elleriyle yerleştirdiği…
Ne çok haini varmış!...
Bu takke bu külah, bu bürokrat… bu da adamımız; teknokrat denilerek yetkiler verilip, bu eğitim, bu sağlık, bu meclis, bu ordu, karakol, oda, dernek, vakıf, parti, demeden, vekil, altbakanlık, üst başkanlık, eşbaşkanlık, sultanlık, emirlik, , iyanet, ihanet bu diyanet demeden yerleştirip, emrine yüzbinler verilen…
Ne çok haini varmış bu ülkenin!?...
Sivilinden askerine, formalı, üniformalı, poturlu cübbeli, sarıklı, prof. sıfatlı… Okutup “adam” edemediği…
Ahlakı, adabı, yurtseverliği, barışı, erdemi, vicdanı, izanı, aklı kullanmayı, sorup sorgulamayı öğretemediği…

Diyanet İktidarın Arka Bahçesi Midir?

AB Ülkelerinin Hiç Birinde Diyanet Diye Resmi Bir Kurum Yoktur, Kapatılmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez hakkında,  Diyanetin bazı uygulamaları ve fetvaları hakkında çeşitli eleştirel yazılar okumuşsunuzdur. Fakat bu gün interneti tararken, bir sosyal paylaşım sitesinde Başkan Görmez’in resmi ile birlikte bir mesajını okuyunca inanının çok üzüldüm, dehşete kapıldım. O paylaşım sitesinde aynen şöyle yazıyordu:
“- 19 Mayıs 1919 da ülkemiz ve dinimiz için faydalı bir olay yaşanmamıştır. Putperestlerin bayramıdır”.
Diyanet de Devlet de Halka Karşı Kinci İntikamcı Olamaz

Cumhuriyet Tarihinde hiçbir Diyanet İşleri Başkanlarının söylemediğini söyleyen Başkan Görmez’in bu sözleri insanı dehşete düşürüyor, umarım yanlışlık vardır.
Aynı paylaşım sitesindeki bu yazının altında bir vatandaşımız da bir tepki olarak aynen alıyorum, şunları yazmış:
“-Bizim Gibi Putperestlerin Vergileri İle Maaş alan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez O zaman Derhal İstifa Etmelidir. Haramdır”.
Ne dersiniz, Diyanet İşleri Başkanı’nın böyle söylenmiş sözüne karşı siz de aynı tepkiyi göstermez miydiniz?  Bu sözler, İstanbul Padişahı ve Halifesinin Kuvayi Milliye aleyhinde, ne ki idamını isteyen fetvasını hatırlatıyor.
Düşününüz, 600 yıllık Osmanlı çağa ayak uyduramadığı için cehalet ve bilimsizlikten battı; bizzat son padişah Vahdettin tarafından, “aman Paşa bu memleketi ancak sen kurtarabilirsin” diyerek Mustafa Kemal’i Samsun’a-Anadolu’ya gönderdiğini hepimiz biliriz. Gerçekten de Türkiye’de ilk kez 2016 bilim-kimya dalında Nobel alan bilim adamımız Prof. Dr. Aziz Sancar’ın dediği gibi, “500 yıldır İslam Dünyasının bilime hiçbir katkısı yoktur”, zaten Osmanlı bilime ilgisiz kaldığı için batmıştır.
Yıkılan koskoca Osmanlı İmparatorluğunun enkazından yepyeni bir Cumhuriyet- TC devleti oluşturmak için, işgal altındaki vatan topraklarını, vatanı kurtarmak için çetin  bir mücadele başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının bu vatanı kurtarma mücadelesi 19 Mayıs 1919 da başlamıştır. Bu tarih, Kurtuluş Savaşımızın başlama yılı kabul edilerek bir önemli simge olduğu için en onurlu tarihtir, onun için bayram olarak kutluyorduk.
Bir bakıyorsunuz, devletin başındaki kişi de,  “19 Mayıs 1919 dan sonraki tarihi tanımıyorum” diyebiliyor. İhanete varan bu sözler, Türk Ulusu’na yapılan en büyük saygısızlıktır. Bir Diyanet İşleri Başkanı böylesine, onurlu bir tarihimizin başlangıcı olan “19 Mayıs 1919”  kötülemek şöyle dursun,  “putperestlerin bayramıdır” demesi ne kadar acı bir şey. Kuvayi Milliyeciler ve Mustafa Kemal hakkında son Osmanlı İstanbul Şeyhülislamının ölüm fermanını anımsatan bu sözler, her Türk’ü incitir.
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın 19 Mayıs 1919 u ve sonraki tarihi yadsıyan sözleri söylerken, hemen onun paralelinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in böylesine dini simgelerle kötülemesini görünce, “Diyanet İşleri Başkanlığı AKP-RTE iktidarının arka bahçesi midir” diye söylenen sözü biz de tekrar etmek zorunda kalıyoruz. Madem Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez böyle dini de kullanarak, iktidarın izi ve çizgisinde giderken, “putperest” falan demesi karşısında biz de diyoruz ki, “hoca hoca altına verilen o zırhlı mercedesin hatırına mı böyle davranıyorsun ” demekten kendimizi alamıyoruz.
Şimdiye değin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın internet sitesinde kuşaktan aşağı fetvalar vermesini yadırgıyorduk ama böylesine Türk Ulusu’nun en onurlu gününü Başkan Görmez’in kötüleyen söz söylemesi yüreğimizi yaralıyor.
Diyanetin bir ölü üzerinden yaptığı müthiş yanlışı, intikamcı, kinci tavrını, Sözcü’de yazan Sayın Emin Çölaşan’ın 9.8.2016 günlü “Bir Mitingin Ardından”  adlı yazısından alıntı yaparak dinimize yakışmayan halini örnek verelim:
“Gökhan Açıkkolu isimli bir öğretmen 15 Temmuz darbe girişiminin hemen ardından ayın 16 sında gözaltına alınıyor. Gözaltı sürecinin ikinci haftasında İstanbul Emniyet Müdürlüğü nezarethanesinde fenalaşıyor, kaldırıldığı hastanede ölüyor.
Cenazenin İstanbul'da gömülmesine izin verilmiyor.
Ailesi naaşını Konya'ya taşımak için cenaze aracı istiyor, o da verilmiyor. Bu durumda cenaze, ailesi tarafından sağlanan bir araçla Konya'ya götürülüyor.
Cenaze namazı kılınacak, bu kez de Konya'da hiçbir imam kabul etmiyor.
İmam olmayınca öğretmenin cenaze namazını mahalleden biri kıldırıyor ve bir mezarlıkta imam olmadan toprağa veriliyor. Mezarlığa yakınları dışında kimsenin girmesine izin verilmiyor”. Çok yazık ve ayıp, bir vebalıyı mı defnediyorsunuz.
Diyanet İşleri Başkanlığı daha önce de, “öldürülen darbecilere sela, teçhiz, tekfin ve cenaze namazı kılınması gibi din hizmetleri verilmeyecek” demişti. Zaten o ölünün yaşam hakkını bitirmişsin, böylesine intikamcı tavır dinen uygun olmasa gerek.
Gözaltına alınan her insan suçlumudur, daha hâkim karşısına çıkmamış, yargılanmamış, devletin himayesi altında gözaltında ölüyor (kim bilir o da nasıl öldü,  öldürüldü mü) Diyanet ve Başkanı Görmez, siz yargıç mısınız da insanları böylesine peşin suçluyorsunuz, peşin cezalandırıyorsunuz. Kaldı ki cezası kesinleşmiş nice katillerin, dolandırıcı, vurguncu, hırsız, tecavüzcü, darbeci ve PKK'lı teröristlerin namazı kılınırken, nasıl oluyor da gözaltında ölen bir eğitimciye düşmanca tavır takınarak dini defin işlemlerine katılmadığınız gibi engelliyorsunuz. Bu nasıl din anlayışı, bu nasıl vicdan, bu nasıl kin. Din ve Diyanet, din adamı devlet yönetimine karıştıkça, laiklikten uzaklaştıkça başımıza daha nice FETÖ’lar daha nice irtica belaları gelecektir.
Atatürk’ün, dini kullanarak çağdaşlaşma yönünden ülkeye zarar verenler için şu sözünün ne kadar önemli olduğunu artık iyice anlamamız gerekir.  “Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir”.(1923)
Kaynanaya şehvetten tutun da, çocuk yaşlarındaki çocukların evlenmesine kadar çeşit çeşit kuşaktan aşağı fetvalar veren Diyanetimiz, Başkan Mehmet Görmez, şunu bilesiniz ki, içine girmek için yıllarca mücadele ettiğimiz AB nin hiçbir ülkesinde Diyanet İşleri diye resmi bir devlet kurumu yoktur. Ayrıca bilesiniz ki, hiçbir AB ülkesindeki papazların, din adamlarının ne ki Suuidi Arabistan da bile imamların maaşlarını devlet ödemez. Türkiye’de Diyanetin bütçesini inceleyin, kaç bakanlığın bütçesinden fazla tutan bütçesi var.  Maliyeyi kemiren,  kalkınmamızı engelleyen kurumdur Diyanet.  Diyanet, Osmanlıda her türlü yeniliğe, çağdaşlığa,  icatlara karşı, Kuvaayyi Milliye’ye karşı fetvalarla karşı duran, ülkeyi gerileten, 19 Mayıs 1919 u yadsıyarak adeta şeyhülislamlık makamı gibi davranan Diyanet hemen kapatılmalıdır. AB normlarına uymayan bu yapı ile ülkemiz AB ye giremez.  Diyanet çağdaş bir din kurumu olacaksa, laikliği de savunmalı, halkın inancını kemiren hurafelerle savaşmalıdır.
Diyanet de Devlet de Halka Karşı Kinci İntikamcı Olamaz
Diyanet de Devlet de Halka Karşı Kinci İntikamcı Olamaz

DEVLET ADAMI VE DİYANET KİNCİ İNTİKAMCI OLAMAZ
Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bile ikidebir “Meclis idamı onarsa ben de imzalarım” diyerek adeta Meclise telkinde bulunuyor, yasalardan, hukukumuzdan kalkmış olan idam barbarlığını öneriyor. Bu AB kapısında bekleyen bir devlete, devlet adamına yakışmasa gerek.
Hele “Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci Uşak'ta halka hitap ederken bakınız, yasaların üstüne çıkarak intikamcılığını dışa vuruyor:
“Darbecileri öyle bir cezalandıracağız ki, bırakın idamı, gebersek de kurtulsak, diye yalvaracaklar. Bunları öyle deliklere tıkacağız ki, bir daha güneş yüzü göremeyecekler, insan sesi duyamayacaklar, ‘gebertin bizi' diye yalvaracaklar!” Aman Tanrım bu ne kin, bu ne intikam, binlerce kişinin katili APO için bile böyle söylenmemişti. Kaldı ki, AİHM sinin bir kararına göre, Abdullah Öcalan’ı Türkiye, Şubat  2025 yılına kadar tahliye etmek zorunda.
Bakan Zeybekçi’nin söyledikleri, modern bir hukuk devletinin söylediklerini değil, Ortaçağ'ın engizisyoncusunun işkencelerini hatırlatıyor
Sonuç olarak, Kuran-ı Kerim’de ayetlerle de yasaklandığı gibi, çağdaş dünyada devlet ve diyanet halka karşı kinci intikamcı tavır içinde olamaz.
Kaynak:  https://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/rahmi-turan/testi-kirilmadan-once-ben-ne-demistim-1346439/
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com


Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget