İşte bu duygularla, ömrü istibdat, gericiler, sahtekâr dincilerle kavga ile geçmiş ney ustası, seçkin mizah ozanımız Neyzen Tevfik’in Atatürk’le olan küçük anılarına yer vermek istedik. Gerçi günümüzde böyle yöneticileri, yönetimleri eleştiren aydınları, (hele taşlayan mizahçıları) ya hapse atıyorlar, ya katlediyorlar. Neyzen Tevfiklerden, Şair Eşreflerden nereye geldiğimiz artık siz düşünün.
Elinde neyi ile Atatürk’ü öven seven, her türlü gericilere şiirleri ile söven bir mizah ustası Neyzen Tevfik’in Atatürk’le olan buluşmalarını, sevgisini bu iki yazımızda sizlerle, 30 Ağustos Zafer Bayramı ve o günlerin anılarını anmak istedik.
Neyzen Tevfik ne kadar içkili olursa olsun, bütün sohbetlerinde coşkuyla Atatürk’ü savunuyordu. Atatürk onun gözünde vatanı düşmandan, şeriattan ve hanedandan kurtaran adamdı. Gazi çağdaşlaşmanın, laikliğin, devrimciliğin ve Cumhuriyetin simgesiydi.
İşte o duygularla “Atatürk” başlıklı şu şiirini yazdı:
“-Atatürk’tür yüce Türk’ün atası
Bil kendini, uy önderin sözüne
Tap özüne, gir acunun gözüne
Önderine bağlan, dünyayı dönder
Atatürk’e eser sun, saygı gönder.
Bu dizeler ağızdan ağza yayıldı ve Atatürk’ün kulağına kadar geldi. Gazi bir akşam Florya köşkünde dostlarıyla tatlı bir sohbete dalmıştı. Kimler vardı o akşam? İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Vali Mühittin Üstündağ, Kılıç Ali, Salih Bozok ve birkaç dost daha…
Söz Neyzen’den açılınca içlerinden biri:
“-Paşam, Neyzen’in sizi nasıl sevdiğini, size nasıl taptığını bilirsiniz herhalde,” dedi. “Son günlerde size yeni bir şiir yazmış, ama iletememiş. Bildiğiniz gibi Neyzen yazar ama yayınlayamaz. Öyle olduğu halde şiirlerini duymayan da kalmaz.”
Atatürk meraklandı. “Neymiş o şiir, biliyor musunuz?” diye sordu. Bunu söyleyen kişi iç cebinden bir kâğıt çıkararak şiiri bir çırpıda okudu.
Atatürk:
“-Kendisini 1925 te Balıkesir’de görmüştüm. Sonra bir daha göremedim. Çok içiyormuş, öyle anlatıyorlar, keşke bir akşam onu buraya çağırsak.”
Muhittin Bey, “emredersiniz paşam,” dedi. “Biz onu hemen bulup getiririz.”
Vali, emniyet müdürüne emir verdi. Bütün polisler seferber oldu. Ama Neyzen o akşam Beyoğlu’ndaki evine dönmemişti. Galata’daki meyhaneleri taradılar Neyzen yok! Sonra sabahçı kahveleri, Tophane hamamını… Neyzen oralarda da yok. Bir gece bekçisi onu Boğazkesen yokuşunda gördüğünü anlattı. Polisler hemen oraya akın ettiler. Bir de baktılar ki, Neyzen boş bir arsada kıvrılmış yatıyor.
“-Neyzen ne arıyorsun burada?”
“Ne bileyim, sızıp kalmışım. Kime ne zararım var?”
“Yok Neyzen, durum öyle değil. Vali bey seni emrediyor. Gazi Paşa hazretleri seni görmek istiyormuş.”
“-Tam da görülecek haldeyim ya. Yarın sabah toparlanıp giderim.”
“-Yarını falan yok Neyzen, hemen şimdi gideceksin.”
“-Yapmayın yahu, aklım başımda değil.”
“-Önemi yok, boş ver. Sen kendini toparlarsın.”
“-Peki, nereye gidiyoruz?”
“-Florya’ya…”
“-Bu saatte orada denize mi gireceğiz?”
“-Saçmalama Neyzen, Paşa seni köşke davet etmiş.”
Polisler Neyzen’i yerden kaldırıp, polis motosikletinin sepetine koydular ve böylece yola koyuldular.
Yollar bomboştu. Motosiklet yarım saat sonra Florya’ya ulaştı. Atatürk Neyzen’i güler yüzle karşılayarak masasına oturttu ve şöyle dedi:
“-Neyzen, senin çok içki içtiğini söylüyorlar. Benim kadar içer misin?
“-Sizin ne kadar içtiğinizi bilenmiyorum paşam.”
“-İki şişe kadar. Mezesiz. Bazen birkaç leblebiyle … Ama sofrada sıra dışı konuklar olursa bol meze getirilir, yemek sonraya kalır. Peki, sen nasıl içersin?
“-Paşam, ben meze falan aramam. Yarım portakal, bir avuç leblebi yeter. Ama olmasa da olur. Kafayı iyice çekmişsem başka bir yöntem uygularım.”
“-Nasıl yani?”
“-Paşam bu akşam ben rakıya çok erken başlamıştım, sızıp kalmıştım. Şimdi rakıya devam etmek için özel yöntemimi uygulayacağım.
“-Neymiş o yöntem?”
“-Arz edeyim paşam. Zatıâliniz emredin, garsonlar sofraya büyük bir boş kâse getirsinler, bir okka da ekmek. Geri yanını ben hallederim.
Garsonlar hemen masaya geniş bir kâse getirdiler. Bir de koca ekmek… Herkes merakla Neyzen’in bunlarla ne yapacağını bekliyordu. Masadakilerin şaşkın bakışları altında Neyzen iki şişe rakıyı kâseye boca etti. Sonra da ekmeği alıp kâseye doğramaya başladı. Ondan sonra eline bir kaşık aldı ve daldırdı kâseye…
Atatürk bu manzaraya dayanamadı. Rakı onun için adabıyla, yöntemiyle içilen yarı kutsal bir içkiydi. Böyle zevksizlik olamazdı:
“-Pes,” diye haykırdı. (Ne hikmetse bu anıyı yazan bazı eskiler “pes” sözünden sonrakileri yazmazlar, bu da “Atatürk’ün bu içişi takdir ediyormuş” gibi yorumlanmasına neden olmakta ). Atatürk iğrenmiş bir tavırla Neyzen’e şöyle dedi:
“-Hayatımda böyle bir pislik görmedim! Sen rakıyı içmiyor, yiyorsun. Gözüm görmesin!”
Neyzen kaşığı elinden bırakarak:
“-Özür dilerim paşam,” dedi. “çok ayıp ettim. Bu benim her zaman yaptığım bir şey değildir. Lanet olsun, bir daha yapmam.”
Atatürk:
“-Tamam,” dedi. “Zorlama kendini. Rakıyı yemeye mecbur değilsin.”
Atatürk’ün Neyzen’le bu son görüşmesi oldu.
Atatürk içki içerse de daima ölçülü içerdi. Onun sofralarında hep seçkin kişiler olur, ülkenin her türlü sorunları bu sofralarda özgürce tartışılırdı. Atatürk düşmanlarının, gericilerin sandığı gibi, “ayyaş”,” sarhoşlar meclisi” değildi, onun sofraları; bilimsel, toplumsal konuların tartışıldığı ve gayet olgun bir tavırla sohbetlerin yapıldığı soralardı.
YOBAZLARA SESLENİŞ:
Karamsarlık bir yana Neyzen yine de dini sömürenlere, yobazlara, koyu softalara saldırmaktan hiç vazgeçmiyordu. Elli yıl önce ne diyorsa yine aynı şeyleri söylüyordu. İşte onlardan birkaç örnek:
“ Bi’namaz (namaz kılmaz) deyip beni haktan uzak gören
Sığmaz senin hayaline mihrab-ü mübrem (umut kaynağı)
Sen sade beş vakitte ararsın Allah’ını
Ben her zaman emin ol, onunla beraberim.
Kabe’den maksat varmaktır yara
Kör gibi tapınma kara duvara.
Ölümünden bir ay önce de gazeteci Nedret Selçuker’e bu konularda şöyle diyecektir:
“-Atatürk devrimleri sıkı tutulsaydı böyle olmazdı. Bir taassuptur gidiyor. Din cambazlarının ipini kesip ellerine vermek lazım. O yobazlar yok mu, insanı kıtır kıtır keserler.
“Önüne gelen dinci kesildi. İnanmak lazım, inanmak… Camiden çıkıp dükkânlarına geldiler mi, terazinin kefesine dokunup hilebazlığın daniskasını yapıyorlar.
“Hele şu Hicaz’a gidip “biz hacıyız” diyen döneklere ne demeli? İçlerinde sana, bana kazık atanlar yok mu sanki? Cübbe giyip, püskülle tespih sallamakla Müslüman olunmaz. Yobazların kökünü kurutmalı…
“Şimdi bütün yük gençlerin sırtında, ama gençleri beğenmeyenler var. Yeni kuşağın edebiyatı da, sanatı da beş para etmez, diyorlar. Halt etmişler. Neymiş, gençler tıraş olmazlarmış, modern giyiniyorlarmış. Hala o leş gibi kokan mestleri mi giysinler! Mest giymek mi dincilik?
“Gençleri sevmeyenler, gözleri hala mazinin, affedersiniz, kıçında olanlardır. Gençler sevmeli, yeteneği olanları kollamalı…”
Neyzen sözlerini şöyle bitiriyor:
“Üfleyemiyorum, içmiyorum da! Hangi nefesle, hangi ciğerle üfleyeceksin, ihtiyarlık fena şey.”
Şu şiir onun mu değil mi tartışması bir yana, onun amaç ve ideallerini sözlerini ne güzel yansıtır.
BEHEY DÜRZÜ
Ne ararsın Tanrı ile aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsın
Hakikaten gözün yoksa haramda
Başı açığa niye örtü sorarsın.
Rakı, şarap içiyorsam sana ne
Yoksa sana bir zararım içerim
İkimiz de gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem, sarhoşken de geçerim.
Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk’e dua et
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet.
İşgaldeki hali sakın unutma
Atatürk’e dil uzatma sebepsiz
Sen anandan yine doğardın ama
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz. Neyzen Tevfik.
TÜRK’E BİRİNCİ ÖVÜT
Neyzen Tevfik Atatürk’ün kazandığı zaferlerin, Türk Milletine getirdiği devrim ve yenilikleri içten benimsemiş, Türk halkının, Türk gençlerinin aydınlanmasını isteyen, tüm yobazlara, gericilere, Atatürk düşmanlarına karşı duran bir insan olarak bu doğrultuda şiirler yazmıştır. Bu doğrultuda yazılmış Türk’e Birinci Öğüt şiirini günümüz Türkçesiyle yazılmışını, gençlerin daha iyi anlaması için aşağıya alıyoruz:
“-Ey Türk! Artık imana geldin. Ben sana çoktan beri bunları anlamak istemiştim ama sonunda oldu. Şimdi bastığın topraklarda Türklüğe şan ver.
“-Dikkat et! Sakın dizginin cambazın elinde olmasın. İstibdat döneminin acılarını hiç unutma! Kim olduğunu öğrendin, artık ona göre davran. Kalbin vatan ve millet aşkıyla dolsun.
Halka ve ulusa nasıl hizmet edeceğini göster. Halka zulmedenlere sakın kulluk etme. Milletvekilleri zalimlerin hizmetinde olursa devlet bir madrabaz kumpanyasına dönüşür. Bunu halka anlat.
Ecdadına layık olan bir davranışla onların ruhunu şad et. Sen dipçiğinin gücüyle yeni bir varlık yarattın. Bir ferman yazarak bütün dünyaya gücünü kabul ettirdin.
Artık bütün insanlar senin askerliğinle övünüyor. Yaptığın devrimler bilimle matematikle ölçülemez. Sen bir efsane yarattın.
Kendine güven düşman kuvvetinin başına bela kesildin. Bir kırık kağnıyla savaş biliminin karşısına çıktın. Bunca devleti yenilgiye uğratarak, oyunlarını bozdun. Açlığı da dize getirdin. Kabahatin kendini tanımamış olmandır.
İşte Mekke… Müslümanlığı onlar tekeline aldılar. Vatanda yarattığın her lokmadan yolsuzlar kendilerine pay çıkardı. Bunca yıl boş yere nice kurbanlar verdin. Onları bir düşün!
On beş yıldan beri sana ne ezalar çektirdiler. Üç buçuk dinsizin keyfine esir oldun. Güvendiğin padişah alçak çıktı. Onların kumandanları ahlaksız, vezirleri de hain.
Kendi yurdunda kaç yüzyıl garip kaldın. Başına canavarlar musallat oldu. Medreselerde, tekkelerde, okullarda millet aldatıldı. Sonunda Büyük Gazi seni kurtardı.
Artık kendini şeyhler için, dergâh için boş yere üzme, şeytana baş eğme, sultana taptın.
Bugün barış imzaladın. Kendini dünyaya kabul ettirdin. En büyük devrimi sen yaptın. Bir değil, bin yâr sana az gelir.
Kızlarımız artık devlet dairelerinde çalışsınlar, her şeyi öğrensinler. Kadınlarımız topluma başka bir güzellik verecek ve Türk her alanda öncü olacaktır.
İnsanlarımız önce çobanlıkla yaşama başladı. Sonra sanatı, tarımı, tekniği öğrendiler. Tırpanla, baltayla, mandayla, kağnıyla, merkeple Frengistan’a kadar uzandılar.
Etlik bağlarından öğütlerime son verirken şöyle diyorum: “Serseri bir Neyzen’im, bütün âşıklara selam olsun. Bu sözlerim benden Türk kardeşlere yadigâr olsun”.
Neyzen o günlerde yine özgürlük, bağımsızlık ve devrim coşkuları içindeydi. O mutlu hava içinde “Açmaz” şiirini yazdı.
AÇMAZ
Ulu Tanrım, bu Arap açmazı Türk'ü yendi,
Tam bin üç yüz sene bîçareye Müslim dendi!
Altı bin yıl bu maval gezdi ağızdan ağıza,
Kapılan yandı bu iman denilen mıhladığa!
Aslı yok, astarı yok, esteri yok, kervanı var,
Aklı yok, rehberi yok, varlığı yok, şeytanı var!
Bu uğurda sürünenler tamam üç yüz milyon,
Hepsi de birbirinin zıddı ve şeran melun!
Bin bir uçlu kazığı çak diye verdin deliye,
Bağladın hem de yularsız bizi kal ü beliye!
Gece bastı kara kaplı kitap - oldu hâkim,
Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim!
Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır,
Razıdır yaptığına az buçuk elden utanır!
Utanırdan garazım menfaatinden korkar,
Yoksa her şeye müsait o sarık, kanlı yular!
Sargı sarmış gibi bir kör çıbana, manzarası,
O kızıl fes, o Grek damgası, yüzler karası!
Taşıdı yüz sene bu illeti bîçare vatan,
O cinayet sürüsü gitti sılaya karadan!
Âdemin hasleti temsil edemez bu piyesi,
Türk'e düştü beşerin zaviye-i tesviyesi. Neyzen Tevfik
Tevfik Kolaylı (Neyzen) (24 Mart 1879 (Hicrî 1296; 1879 Bodrum, Muğla - 28 Ocak 1953; İstanbul), ya da yaygın bilinen adıyla Neyzen Tevfik, taşlamalarıyla tanınan Türk neyzen ve şairdir. Taşlama kitaplarının yanı sıra, çeşitli taksimler ve saz semailerinin bestecisi olarak da bilinir.
Osmanlı döneminde istibdada karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır. Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.
Bektaşi tekkesine mensup olmuş, hayatının büyük bölümünü İstanbul'da çeşitli hanlarda geçirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy Akıl Hastanesi'nde kendine ayrılan 21. koğuşta kalmıştır. 1930'larda kısa süreyle kendine bağlanan aylık haricinde düzenli bir geliri olmamıştır ve hayatı boyunca epilepsi nöbetleri ile uğraşmıştır. Aynı zamanda rakı başta olmak üzere fazla içki içtiği bilinmektedir.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Neyzen_Tevfik
Kaynak: Çılgın ve Özgün Hıfzı Topuz Remzi Kitabevi 2014
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
Yorum Gönder