Mayıs 2020
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

“Devlet memurları hiçbir hediye almadan hizmet etmelidirler. Buna uymayanlar yargı kararlarıyla cezalandırıldığında cenaze merasimi yapılmadan gömülmelidirler”                     Platon

“Saydamlık politikayı temizleyecek ilaçlardan birisidir. Hiç bir şey saydamlık kadar politikalardaki kötü uygulamaları kontrol edemez. Evinin çevresindeki duvarın etrafına bir delik açmaya çalışan bir İrlanda’lı’ya ne yaptığı sorulduğunda İrlandalı şöyle cevap vermiş. “Evin bodrum katındaki karanlığın dışarı çıkması için uğraşıyorum.” Galiba, bizim şimdi yapmamız gereken de budur”.                       Woodrow Wilson
*
“Hesap verme yükümlülüğü, (...) yetki kullanan herkes tarafından üstlenilmiş bir zorunluluk olduğu için demokratik yönetim[in] özüdür. Hesap verme bir ülkenin parlamentosunun, hükümetinin ve dolayısıyla her bir bakan, kurum ve kuruluşunun o ülkenin insanlarına, o ulusa karşı bir yükümlülüğüdür. (…) Etkin demokrasi etkin hesap verme süreci gerektirir. (…) Saydamlık, iyi yönetişim ve hesap verme süreci demokrasinin temellerini oluşturur ve demokrasi [ancak] iyi bilgilendirilmiş bir toplumla sürdürülebilir”.
Kenneth M. Dye, Kanada Sayıştayı Eski Başkanı

“Nasıl ki, bir yaprak, ağacın sessiz onayı olmadan sararamazsa, bireyler de toplumun sessiz onayı olmadan suç işleyemezler”.(1)
Rüşvet ve Yolsuzluk üstüne

Rüşvet ve yolsuzluk, tarih boyunca insan ve devlet nizamını, adaleti çökerten ahlak dışı bir olgudur.
Haksız bir menfaat sağlamak için verilen ödül, ücret veya ödenen bedel anlamına gelir. Ülkenin her alanda gerilediği zamanlarda özellikle çürüme, bozulma zamanlarında rüşvet suçları son derece artar. Rüşvet ve yolsuzluk toplumların, eğitim, kültür ve ekonomik gelişmişliği ile ilgili orantılı olarak azalır veya çoğalır.
Osmanlı devleti eğitim, kültür ve bilime önem vermediği için, bütün devlet bürokrasisi kollarında, adalet düzeninde rüşvet çok yaygındı. Ayrıca devlet makamlarındaki atamalarda, son Duraklama ve Gerileme Devirlerinde liyakate pek uyulmuyordu, makamlar rüşvetle dağıtılıyordu.
(Burada bir parantez açalım. 18 yıllık AKP-RTE İktidarında da Osmanlıda olduğu gibi tüm atamalarda, sınavlarda liyakat gözetilmediğini, çoğunlukla yandaşların tercih edildiği basına yansırdı.  Yönetimin, muhaliflere, aydınlara, gazetecilere yapılan haksızlık ve kumpaslarla dolu olduğunu yandaş olmayan basın yaygın bir şekilde açıklamakta)
Osmanlı, cehalet, yolsuzluk ve rüşvet gibi toplumu yıkan olgu ile gerileyip toprak kaybetmeye başlayınca, devrin aydınları, şairleri, padişahlara bildiriler ve şiirlerle çöküş nedenlerini sunmuşlardı.(2)
Cehalet rüşveti yaratır. Osmanlı cehalet ve rüşvetle battı
İşte Osmanlının da Duraklama, Gerileme devrinde devlet katındaki cehalet, haksız atama, yönetimde adaletsizlikler rüşvetle katlanınca devletin gerilemeye gittiğini gören devrin şairleri mısralarında acı gerçekleri dile getirmeye başladılar.
Bu konularda ülkedeki cehalet ve adaletsizliklerle ilgili olarak 16 ncı yüzyıl ünlü şair ve düşünürlerinden, Bağdatlı Ruhi (d ? -1605)  Nev-i zade Atayi (1582-1635) Nabi (1642-1712) gibi aydınlar, yazdıkları şiirlerde devletteki düzenlikleri şiirlerinde dile getiriliyorlar.
Dünya talebiyle kimisi halkun emekde
Kimi oturup zevk ile dünyay yemede
Yok derdine bir çare ide mir ü gedada
.……………………………………….
“Ya Rab bize bir er bulunup himmet eder mi?
“Yohsa günümüz böyle felaketle geçer mi?”  

(16. ncı yüz yıl şairlerinden Bağdatlı Ruhi )*Yine 16. Yüzyılın ünlü şairlerinden Nev’izade Atayi, “devrin en önemli meselelerinden biri olan liyakatsiz insanların işbaşına getirilmesi ve adam yokluğunu” dile getirir. Bu devirde sahte keramet gösteren şeyhler her yanı tutmuştur, diyerek dinsel sömürünün o zamanda yaygın olduğunu anlatır. (Bu konuda günümüzde de  Feto’dan nice şeyh ve imamlara kadar din bezirganlarına rastlamıyor muyuz)  Atayi şiirlerinde rüşvet, cehalet, devlet katındaki liyakatsizlikleri şöyle dile getirir:“Bir dem itmişti sipihri geddarCahiliyyet fıtratin izbar.
(Cehalet felek, öyle bir an geldi cahiliyeti ve cahil insanları öne çıkardı)
“Râyet-i cehl olup âlem-gir
Buldu ayyamu felek-i tezvir
(Cehalet bayrakları âlemi tuttu arabozucu, felek istediği güne kavuştu)
“Âlim ülm nizamu mahhü
Oldı tümar evrak-ı mensur”.
(Alimler hor görülürdü, ilim başaşağı edildi padişah fermanıyla verilen liyatler-ilmi eserler tarumar edilerek kaldırıldı). 
“Mahv olup safha-iğ ebced hâni
Sikke-i löyiç idi nâdâni        
(Yazı bilenlerin yazı tahtaları mahv olup cahil ile geçer akçe oldu)
“Mektebü medrese virân oldıKahveler mekteb-i irfan oldı.”        
(Mektepler medreseler viran oldu. Kahveler irfan mektebi oldu).
Levh-i talimamel-mânde idi
Akçenin tahtası meydanda idi”.
(Eğitim tahtaları işe yaramaz idi. Ancak paranın tahtası meydanda idi).
Mansıba ilm iken evvel mi’yarŞart-ı vâkif gibi cehl oldi medâr.
(Önceleri makam almak ilim gerektirirken, şimdi ise buna cahillik şart oldu).
“İtdi bu hâli görünce zurefâ
Akçesi olmayan izhar-ı zekâ
(Parası olmayan ama zeka sahibi ileri gelen kişiler bu hali görünce)
“Ya’ni bir mürtesi-i nâdânı
İtdi sadru-l ulema ulemâ harc-ı denî.
(Yani cahil bir rüşvetçiyi âlimlerin başına geçirildiğini).
Aklı fi’âl-i cünün şirret
Ruhi hayvani celil ü rüşvet.
(Aklı, edepsizlik ve gözü karalık işlerinde ve ruhu cehalet ve rüşvetle dolu).
 Fuzuli de yine rüşvetten yakınır.
"Selâm verdim “rüşvet değildir” deyü almadılar"  diyerek devrin rüşvet, çıkar ve yolsuzluğundan yakınan Osmanlı Divan Şairi Fuzuli’den (1483-1556) yaklaşık 200 küsur yıl sonra, yine Osmanlı’nın Divan şairlerinden Nabi (1642-1712) devrin rüşvet, yolsuzluk gibi toplumsal hastalığından bahsederken dizelerinde şöyle yakınıyor:
Vermezdi kimse kimseye nan minnet olmasa,
Bir maslahat görünmez idi rüşvet olmasa.
Yok bi-garaz muamele ehli zamanede,
Kimse ibadet etmez idi Cennet olmasa.
Etmez zuhur-i arsada bir kimseden Kerem,
Zımmında kasd-iğ daiye-i şöhret olmasa.
Bakmazdı kimse ayne-i safa Nabiya
Hodbinlik alakasına alet olmasa.
Günümüz Türkçesi ile şöyle:
Minnet olmasa kimse kimseye ekmek vermezdi
Rüşvet olmasa hiçbir iş görülmezdi
Şu dünyada insanlar amaçsız iş yapmıyor.
Cennet olmasa kimse ibadet etmezdi.
Mal edinme yükselme için araç olmasa
Herkes bilim yerine onu yeğler miydi?
İçinde ün yapma amaç olmasaydı.
Bağış için ortalıkta hiç kimse görünmezdi
Ey Nabi, bencillik ilişkisi için araç olmasa
Tertemiz aynaya kim bakardı?
İnsanlık tarihini incelediğimiz zaman, ilk çağdan beri rüşvetin var olduğunu ve rüşvetle yaşamın sürdüğü görülür. Rüşvet ve yolsuzluk, toplumsal ahlakı bozduğu için, rüşvetin çeşitli toplumlarda çeşitli biçimde cezalandırıldığı görülür.
Tarihler boyunca binlerce rüşvet örneğini sayabiliriz, ancak kaynaklara dayanarak birkaç rüşvet örneğini aktaralım. 
*                      
Ünlü Pers kralı II. Kambises’in rüşvet alan bir yargıcın derisini yüzdürüp deriyi yargıç koltuğuna gerdirerek yeni yargıç olarak atadığı oğlunun hangi koltukta oturduğunu bilmesini öğütlemesi ibret verici bir hikâye olarak anlatılır. Yine Hamurrabi Kanunu’nun beşinci maddesi yargıcın rüşvet almasının cezalandırılmasına ilişkindir. Ceza ise, rüşvetin on iki misli olarak tanzimi ve yargıcın görevden el çektirilmesidir.
İlkçağ Yunan toplumunda da rüşvetin önüne geçilememiştir. Güçlü gelenek ve kültürlerine rağmen “insanı servet yapar” düsturunu sıkı sıkıya bağlı kalan Yunan toplumunda memurların rüşvetçiliği oldukça fazlaydı.
*
Dante, yedi yüz yıl önce, rüşvetçileri cehennemin en derinine koyarak, ortaçağda yolsuz davranışlara duyulan nefreti yansıtmıştır. Shakespeare, bazı oyunlarında yolsuzluğa yer vermiştir.
*
“…Sultan Alp Arslan’ın ölümünden sonra tahta geçen Melikşâh ile saltanat mücadelesine giren amcası Kavurd, Türkmenlerden yardım almak istiyordu. Ancak, Melikşâh amcasından önce davranarak onlara beş yüz bin altın, giysi ve silahı rüşvet olarak vererek Türkmenleri kendi tarafına çekmeyi başarmıştı…”
Selçuklularla ilgili rastladığımız ilk rüşvet olayı Sultan Tuğrul Bey dönemindedir (1040-1063). Arslan Desâsiri’nin isyanı (1055) sırasında ona yardım eden Mervanoğlu Nasr el Devle Ahmed, Sultan Tuğrul Bey’e affı için rüşvet göndermiştir. Nasr el Devle, kendini ancak yüz bin dinar karşılığı affettirebilmişti.
*
Rüşvet ve Yolsuzluk üstüne

Sultan Alp Arslan dönemimde (1064-1072) kayda geçen bir rüşvet olayı da Vezir Amîd el-Mülk hakkındadır. Sultan Alp Arslan’ın tahta geçiş sürecinde Çağrı Bey’in oğlu Süleyman adına hutbe okutan Amîd el-Mülk daha sonra Alp Arslan’ın tahta geçmesiyle kendini affettirmek adına birçok defa rüşvet göndermiştir. Sultan, kendisini affetmeyerek kesin olarak öldürülmesini emretmiştir. Hatta kendisini öldürmeye gelen gulama dahi rüşvet teklif ettiyse de öldürülmekten kurtulamamıştır.(3)Melilkşâh’ın ölümünden sonra oğlu Mahmud’u tahta geçirmek isteyen Terken Hatun’un en önemli kozu yine rüşvetti. Selçuklu emirlerini yanına çekebilmek adına hazineden bir milyon dinar rüşvet dağıtmıştı.(4)
Lazkiye Kadısı Mehmet, huzuruna gelen davacıdan birkaç bin akçe alıp lehine karar veren; ancak davalı kendine daha fazla rüşvet verirse bu kez onun lehine hüküm veren bir Osmanlı kadısı idi. 
Daha sonraki dönemlerde ise, tarih kitaplarında Osmanlı Devletine rüşveti ilk bulaştıranın Şemsi Paşa olduğu belirtilmektedir: Tarihçi Peçevi'nin bir başka tarihçi olan Ali'den aktararak yazdığına göre, III. Murad'ın vezirlerinden Şemsi Paşa ataları Kızıl Ahmetli ailesinin öcünü almak için bir bahane bulup, padişaha 40.000 altın rüşvet almayı kabul ettirmiştir. Amacı Osmanlı hanedanının rüşvete nasıl battığını kanıtlamak! Nitekim sonra da yakınlarına bu olayı anlatmış, ‘‘Osmanlı'nın batması kaçınılmazdır; işte ispatı!’’ demiş...
Böylece rüşvet hastalığını devletin en yüksek katına da bulaştırdığını, ilk rüşvetçi padişahın lll. Murat olduğu, tarihçi Ali'ye bizzat kendisi anlatmıştır. Aynı Şemsi Paşa bu olaydan sonra da padişaha verilen dilekçeleri yüklü rüşvetler karşılığında almaya ve aldığı rüşvetlerin bir bölümünü de padişaha vermeye, böylece bir komisyoncu gibi çalışmaya başlamıştır.(5)
Rüşvet ve Yolsuzluk üstüne

Çizdiği haritalarla, şimdi bile dünyanın hayranlığını kazanan Piri Reis’in (1465-1554)   anısına UNESCO nun 2013 yılında doğumunun 500 yılını “Piri Reis Yılı” ilan etmesi nedeni ile andığımız Piri Reis’in idamı insana acı vericidir. Osmanlının iki valisine (Basra-Kahire) ganimetten rüşvet-pay vermedi diye, Kanuniye şikâyetle ve kumpas kurularak 90 yaşını aşmış Piri Reis’in idam edilmesi öyküsü her Türkün yüreğini burkar.
Osmanlı tarihinin en tanınmış rüşvetçi kişisi Kanuni Sultan Süleyman'ın rüşvetçiliği ile meşhur Sadrazam Rüstem Paşa’dır.
Osmanlıda bir zamanları rüşvet öylesine yaygınlaşmıştı ki, devlet adamları makamlarını satmışlar; Topal Recep Paşa sadrazamlık makamını 50 bin altına satmaya kalkmıştır.
Şeyhülislam Mehmet Ataullah Efendi, kimi makamları rüşvet karşılığında satardı.
Tanzimat’ın ilanından sonra, rüşvetin önünü almak için padişah ve yüksek rütbeli memurlar başta olmak üzere, devleti idare edenlerin rüşvet almamak üzere Kuran’a el basma kuralı konulmuşsa da, eğitim, kültür düzeyi çok düşük olan Osmanlıda rüşvet ve yolsuzluk önlenemediği yanında Osmanlının yıkılışı önlenememiştir. Öyle ki, 1919 un işgal ve yıkılış yıllarında Osmanlı halkının okuma yazma düzeyi  %5 (yüzde beş)in bile altında idi. 
Uzaklardan, eski çağlardan yakınlara gelirsek,  eski çağlardan beri, tarihin her devrinde rüşvet ve yolsuzluk olmuştur. Ama biz eski rüşvetleri bırakalım,  yakın tarihimizdeki, hele tanık olduğumuz ilginç rüşvetlere kısaca yer verelim.
“Rüşvetin belgesi mi olur, Pez…nk
Cumhuriyetimizde de öylesine rüşvetler olmuştur ki, mahkemede söylenilen “rüşvetin belgesi mi olur pez..nk” sözü özdeyiş haline gelmiştir.
 İSKİ 1993  İSKİ Yolsuzluğundan tutun da SSK yolsuzluğuna Eska inşaatın sahibi Selim Edes Emlakbank’a yaptığı inşaat ve sattığı arsanın bedeli olan 120 milyon doları tahsil etmek istemiş, Emlakbank Genel Müdürü Engin Civan’da bunu 3,5 milyon dolar rüşvet karşılığında yapacağını söylemişti. İş yargıya geçince, dünya rüşvet tarihine geçecek sözle Selim Edes’in Engin Civan’a söylediği “Rüşvetin belgesi olur mu pezevenk!” demişti.(6)
1980’lerden bu yana ortaya çıkan başlıca yolsuzluk olayları arasında, Devlet Bakanı İsmail Özdağlar’ın adının karıştığı rüşvet yolsuzluğu, F-16 savaş uçağı alımıyla ilgili rüşvet olayı, İstanbul Bankası yolsuzluğu, Jaguar Olayı, Karayolları Yolsuzluğu, İSKİ yolsuzluğu, İLKSAN yolsuzluğu, TÜRKBANK yolsuzluğu, Hayali İhracat yolsuzlukları sayılabilir.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Yüce Divana 12 bakan sevk edilmiştir.
Rüşvet ve Yolsuzluk üstüne

17 Aralık soruşturması veya 2013 Türkiye Rüşvet Skandalı, Eylül 2012 ve Şubat 2013'te İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Oğuz Bayraktar, iş adamı Ali Ağaoğlu, Halkbank genel müdürü Süleyman Aslan ve Rıza Sarra(6) gözaltına alınmaları ile başlayan olaylar gibi, nice binlerce rüşvet olaylarını sayabiliriz
Bunca yolsuzluk ve rüşvetle dile düşen kişilerin yargılanmaması,  gerçekten çok dikkat çekici.  Meclis  yasa çıkarır, suçluyu aklamaz; suçluyu bağımsız yargı aklar, bu rüşvet suçluları mahkemelere bile gönderilmedi.  Kaldı ki 18 yıl içinde hiçbir bürokratın yargılandığı pek görülmedi.
*
“Türkiye’yi dünya liginde utanç verici sıralara iten, uluslararası kuruluşlara  Uluslararası Saydamlık Örgütü’nün "Uluslararası Yolsuzluk Endeksi" sıralamasında  “sonuçlanmış bir tane bile rüşvet dosyanız yok” raporlar yazdırılmıştır.(7)
Bilimden ayrılıp dine sarılan bir devlet, çağın gerisinde kalır.

Rüşvet ve Yolsuzluk üstüne
Kısaca binlerce rüşvet örneğini verebiliriz. Ancak şu bir gerçek ki, hangi ülkede eğitim, kültür, ekonomi geri ise orada rüşvet ve yolsuzluk alabildiğine arttığı görülmüştür. Öyleyse çağdaş bir ülke olacaksak, kurutuluşu bilime sarılmakta bulmalıyız. Cehalet rüşvet ve solsuzluğu besler, yani rüşvet ve yolsuzluğun ana kaynağı cehalettir. Ne yazık ki günümüzde, Osmanlı gibi bilimi es geçip dinle kalkınmaya çalışıyoruz.  Örneğin şimdiki “dinci kinci nesil yetiştireceğiz” diyen iktidar,  fen liselerini azaltıyor, imam hatipleri artırıyor;  fizik, kimya, felsefeyi, biyolojiyi, inkılap tarihi beden eğitimi ve spor, görsel sanatlar, müzik, sağlık bilgisi, trafik kültürü  derslerini seçmeli yapıyor yani Osmanlı gibi bilimi es geçiyor. Din dersini ilkokul üçe kadar indirip zorunlu hale getiriyor.
Milli Eğitim Bakanlığının 2020 bütçesinde din öğretimi payı, bir önceki yıla göre yüzde 14 artırılıp, 9.9 milyar TL ya çıkarıldı. İmam hatip liselerine 867 milyon, Anadolu liselerine 664 milyon TL yatırım için ayrılıyor.  Kısaca bu 18 yıllık Laik TC nin iktidarı, tıpkı Osmanlı’nın bilimi okullardan kaldırdığı gibi, bilimi es geçip din bilgisine yöneliyor. Oysa 60 civarında Müslüman devleti dâhil, dünyada dinle kalkınmış aydınlanmış bir tek devlet yok.  Bilimi bırakıp sadece dini eğitim veren bir devlet, yaşayarak görüyoruz, çağın gerisinde kalır. 
Osmanlı da böyle bilim derslerini es geçerdi, yine de rüşveti, yolsuzluğu, cehaleti önleyemedi. Sadece medresede din eğitimi ile Osmanlı neden kendini doğrultamadı, çünkü bilim derslerine, matbaaya karşı çıkan bir devlet geriye gider; devletin zenginliği bilim ve teknolojiyle artar. Dünyada sadece dinle, mabetle kalkınmış bir tek devlet yok. Atatürk’ün dediği gibi, yaşamda en iyi yol gösterici bilimdir.  Özet olarak, çağın gerisinde kalan bir devlette rüşvet, yolsuzluk da artar.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
Sonnotlar.
(1)https://docplayer.biz.tr/20939-Bir-olgu-olarak-yolsuzluk-nedenler-etkiler-ve-cozum-onerileri.html
(2)Osmanlı 1698 Karlofça Antlaşması ile ilk kez toprak kaybetmeye, gerilemeye başladı ki, ta 1920 lere Cumhuriyete kadar bu kayıplar devam etti. Bu gerilemeye, yıkıma  neden olan, bilgisizlik,  cehalet ve liyakatsizlikti
(3)Gulâm, sözlükte, oğlan, erkek çocuk, köle ve bende gibi anlamlara gelen Arapça kökenli bir kelimedir
(4)http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11655/6024/10236013.pdf?sequence=1&isAllowed=y
(5)https://www.hurriyet.com.tr/semsi-pasa-nin-rusvet-hikayesi-39065627
(6)https://odatv4.com/rusvetin-belgesi-mi-olur-pezevenk-2802081200.html
(7)Dersimiz “nemalandırma” Çiğdem Toker Sözcü  27.5.2020 sf 8

Başınıza 65 Yaş Ve Üzeri İnsanlar Kadar Taş Düşsün
Korona tedbirleri revize edildi, fatura yine 65 yaş ve üzerindeki yaş almış insanlara kesildi.
Bu iktidar, sözüm ona yaşlıları çok seviyor ya. Sevsinler sizleri.
Bu iktidar, bırakınız yaşlı insanları sevmeyi, aslında  insan sevmiyor, demokrasiden nasibini almayan,  millet kavramına karşı çıkan,  ümmetçi, ümmet denen  bir güruha dayanan iktidarlar insanı sevemezler ki. Onlar, bir işe yaramadıklarına inandıkları, çoğunluğu az da olsa,  devletten sadaka gibi emekli maaşı alarak devlete yük olduklarını, çoğalan hastalıklarıyla hastaneleri doldurarak, sağlık sistemini çökerttiklerine inandıkları yaşlıları, niçin sevsinler ve onlara gözlerinin içi gibi baksınlar? Siz benim külahıma anlatın, yaşlılarımızı korumak için sokağa çıkmalarını biraz daha geciktireceğiz demelerini.
İnsaf be, 65 yaş ve üzeri,  üç aydır evlerde,  yargı kararı olmaksızın, adeta hükümlü olarak dört duvar arasında yaşıyorlar.
Bir pazar günü her yerlerin kapalı olduğu bir zamanda dört beş saat sokağa çıkma izni veriliyor ve çok matahmış gibi de, bu ülkenin Cumhurbaşkanı olan zat,  bu kararı bizzat kendisi açıklıyor ve sanki, küçük bir çocuğa bayram parası verir gibi, yaşlıları sevindiriyor sözüm ona. Kendisinin de 65 yaşında olduğunu unutuyor.
Kapalı alan olan  AVM ler açık, açık alan olan parklar ve deniz kenarları ise,  yasak.
Niçin bugüne kadar yasaklar, yaş kriterine göre uygulandı anlamış değiliz.
Son kararla,  iş ve işletme sahibi 65 yaş üzeri yasak kapsamından çıkarıldı ama, 65 yaş altı ve 18 yaş üstü herkes,  büyük bir nüfus, sokakta yine serbestçe dolaşmaya devam edecekler.
Bize göre, salgının çoğalmaması için,  nüfusun bir kısmı evde hapis tutulacaksa, yaşa başa bakılmamalıdır. Ölçü; iş sahibi, çalışıp çalışmama, üretime katkı sunup sunmama olmalıdır.
Adam, 18 yaşın üzerinde ve 65 yaşın altındaysa, ama işsiz ve güçsüzse, üretime bir katkı sunamıyorsa, bir yerde çalıştığını belgeleyemiyorsa, o insanların aylak aylak sokak ve caddelerde dolaşmalarının ve virüsü yaymalarının önüne geçmek amacıyla, asıl onları evlere kapatmalısınız.
Hiçbir ayırıma tabi tutmadan, tümünü aynı kefeye koyarak,  kronik hasta ve virüse karşı dayanıksız kabul ederek, sadece  nüfus kağıtlarına bakarak, evde tutmak suretiyle,  65 yaş ve üzeri insanlardan, ne istediniz bugüne kadar?
Adam,  65 ve üzeri yaştadır ama,  iş ve güç sahibidir, üretiyordur, kimseye zararı olmadığı gibi,  ülke ekonomisine katkı sunuyordur.
65 yaş ve üzerini evlere hapsederek,  onları virüsten koruyoruz iddiasıyla onlara daha büyük zararlar veriyorsunuz. Güneş alamayan D vitamininden yoksun kalan, psikolojileri bozulan bu insanları, virüsten öldürmemek adına,  kalan ömürlerinde sürünmeye mahkum ediyorsunuz.
Osmanlıdan kalan saraylar yetmiyormuş gibi,  kendi yaptırdığınız saraylara, uçan saraylara ve lüksünüze harcadığınız paralar, yatırım diye,  taşa toprağa ve betona gömdüğünüz israf derecesindeki harcamalarınız sonucunda,  devletin kasasında para bırakmadığınız için, aslında ilk baştan yapılması gerekeni, toptan genel bir sokağa çıkma yasağını, herkese test yapılmasını,  karar altına alarak uygulayamadınız, virüsün tüm faturasını gençlere ve yaşlılara kestiniz.
Ne diyelim, başınıza 65 yaş ve üzeri insanlar kadar taş düşsün.

Güner Yiğitbaşı

29/05/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Faili Bulamadınız  Talimatla Tutuklattığınız Masum İnsanı Yine Talimatla Tahliye Ettiriniz Bari
Kaç gün geçti, İzmir’in bazı minarelerinden çalınan korsan Çav Bella şarkısının fail ya da faillerini hala bulamadınız.
Bu provokasyondan haberiniz olduğu ve yapanı da bildiğiniz için, zaten bu fail asla bulunamayacaktır. Bu izlenimi vermeye başladınız.
İçişleri bakanının bu konudaki çok sakin ve güler yüzlü açıklaması da, çok manidardır.
İçişleri Bakanı; önceki başka olaylarla ilgili açıklamalarında takındığı o şahin tavrını bırakmış ve hiç alışık olmadığımız bir şekilde,  güvercin tavrıyla biraz da şaka vari,  fail yakalanacaktır, yakalandıktan sonra da,  cami önünde ona ezan dinleme cezası vereceğiz diyerek espiri yapmıştır.
Bu failin bulunmasındaki gecikmenin uzaması,  bu eylemin,  AKP yanlısı troller tarafından, CHP'ye iftira atmak için yapıldığı şüphesini her geçen gün artıracaktır.
Faili bulamıyorsunuz, ya da bulmak istemiyorsunuz, bir talimatla suçsuz yere tutuklattığınız CHP eski il yöneticisi bayan'a yaptığınız haksızlığı gideriniz, bir talimat daha vererek,  tutuklu mağdur bayanı tahliye ettiriniz de,  günahlarınız biraz hafiflesin bari.
Çav Bella şarkısının minarelerden çalınmasını, hiçbir yorum yapmadan sadece haber olarak paylaşan ve hatta İzmir Müftüsünün dikkatini çekerek,  bu olayın hesabını soran, bu olaydan, bazılarının iddia ettiği gibi, zevkten dört köşe olmayan, bilakis üzülen CHP'li bayanın işlediği bir suç olmadığı gibi, tutuklamanın ek koşulları olan kaçma ve/veya delilleri karartma şüphesi ve ihtimali de mevcut değildir.  Tutuklamanın hiçbir yasal koşulu yoktur.
Şüphelinin;  sosyal medyada yaptığı paylaşım,  savcının elindedir, şüpheli de bu paylaşımı yapmadığını savunmamaktadır. Toplanacak başka delil yoktur. Şüphelinin kaçma ihtimali ve şüphesi de bulunmamaktadır. Zira; şüpheli,  sosyal mevki sahibi, işi gücü ve sabit ikametgahı olan ve suçsuz olduğuna inanan bir kişi olarak,  asla kaçmayacaktır. Paylaşımında; tutuklamanın ön koşulu olan,  suç oluşturacak bir husus da yoktur, yani suç işlediğine dair, kuvvetli suç şüphesini ortaya koyacak hiçbir delil de mevcut değildir.  Hakkındaki suçlamanın yasada yazılı ceza süresi de fazla değildir, katalog suçlardan da değildir. Hukukumuzda, tutuklamanın yasal koşulları bulunsa dahi, mecburi tutuklama da yoktur.
Açıkladığımız nedenlerle, bu tutuklama; ben öyle istedim ve yaptım mantığıyla ve talimatla alınan, hukuk dışı,  demokrasi karşıtı, masum bir insanın özgürlüğünü,  haksız olarak  tahdit suçunu oluşturan bir karar olup, asla hukuki değil ve tamamen siyasidir.
Bu provokatif eylemin; CHP'nin üzerine atılmaya çalışılması, bu eylemi haber olarak sosyal medyada paylaşmaktan ibaret eylemi hiçbir suçu içermeyen,  masum bir baya'nın günah keçisi ilan edilerek tutuklanması, buna mukabil eylemin gerçek fail ya da faillerine ulaşılamaması,  tam bir siyaset ve hukuk SKANDALIDIR.
Bu yanlışınızdan vazgeçiniz. Daha dün yaptığınız bir konuşmada, 18 sene boyunca ülkeye demokrasi getirdik diyorsunuz, bu mudur sizin demokrasi anlayışınız?
Fail ya da failleri bulmak istemiyorsunuz, talimatla tutuklattığınız masum insanı, yine talimatla tahliye ettiriniz bari de,  sizin demokratlığınızı görelim.
Bekliyoruz, gerçek fail veya failleri bularak kamuoyuna açıklama yapmak, failleri bulmadan,  ön yargıyla ve siyasi rant uğruna haksız olarak suçladığınız CHP camiasından özür dilemek,  boynunuzun borcudur.
Aksi halde,  bu çirkin provokatif eylem,  boynunuzda asılı olarak kalacaktır.

Güner Yiğitbaşı

29/05/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Akp genel başkanı Erdoğan unutmuş değiliz bekliyoruz!....
Bayram ama hayat devam ediyor.
Emniyet ve Savcılıklar; bayram mayram demezler,  24 saat esasına göre çalışırlar.
Geçtiğimiz günlerde;  İzmir' e ve CHP'ye,  din üzerinden çamur atmak için bir provokasyon düzenlendi ve İzmir'in birkaç camisinin merkezi sisteme bağlı minare hoparlörlerinden ezan sesi yerine,  Çav Bella şarkısı çalındı.
Bu densizliği, provokasyonu, İzmirlilere yapılan iftira ve saygısızlığı; işte, biz boşuna demiyoruz, CHP'nin güçlü olduğu bu İzmir,  gerçekten gavur dercesine siyasi propaganda fırsatına çeviren AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; toplumu yatıştıracak yerde, bu olayı,  derhal tahkik ettirip gerçek faillerini yakalatmak için,  emniyet ve savcılık birimlerine talimat verecek yerde, bunu yapmayarak, teşbihte hata olmaz,  mal bulmuş mağribi gibi, bu olaya sarılarak,  İzmirlilerin şahsında,  burada güçlü olan CHP ve seçmenlerine çamur atarak,  siyasi çıkarına alet olarak kullanmış ve bu olaydan dolayı, CHP'lileri zevkten dört köşe olmakla suçlamış, aslında olayı kınamak amacıyla sosyal medyada paylaşan eski bir CHP İzmir il yöneticisi, sanki olayın failiymiş gibi, apartopar tutuklanmıştır.
Bunun üzerine, biz de;  “REİCHSTAG (RAYŞTAG)YANGINI BENZERİ BİR PROVOKASYON (MU)? “ başlıklı bir makale yazarak,  dini duyguların çok yoğun olduğu, din elden gidiyor paranoyası ile insanların yakıldığı ülkemizde, cami minarelerinden yapılan bu korsan müzik yayını ile Hitler Faşizmi'nin yerleşmesine vesile yapılan Alma Parlamento binasının kundaklanarak yakılması provokasyonu arasında paralellik kurmuş ve bu provokasyonun üzerinize yapışıp kalmaması için, başkalarını suçlayacak yerde,  bu cami hoparlörlerinden yapılan çirkin müzik yayınının gerçek fail ve/veya faillerini ivedilikle bulup ortaya çıkarmakla görevlisiniz uyarısında bulunmuştuk.
Bekliyoruz; ama, aradan geçen azımsanamayacak zamana rağmen, kudretli, ülkede tek söz sahibi AKP Genel Başkanından, henüz,  bu olayın faillerinin bulunması için derhal gerekli soruşturmaya başlandığını ve faillere ulaşılmak üzere olunduğuna dair bir haber almış değiliz.
Bu provokasyonun AKP Genel Başkanı EROĞAN'ın bilgisi dahilinde ve AKP yandaşları tarafından,  CHP'ye çamur atmak için planlandığı iddiasında asla değiliz, hukukçu kimliğimiz gereği, elimizde hiçbir delil olmadan, peşinen kimseyi suçlamıyoruz.
Ancak, bu provokasyonun; CHP'ye hiçbir yararının olmadığını, bundan ancak AKP'nin çok güzel seçim propaganda malzemesi çıkarabileceğini, nitekim olaydan hemen sonra, gerçek failleri araştırılıp bulunmadan,  AKP Genel Başkanı ERDOĞAN tarafından yapılan CHP'yi suçlayan beyanlara bakıldığında, bu ihtimalin en kuvvetli ihtimallerden biri olduğunu düşünmekte haklıyız.
Bu itibarla, AKP Genel Başkanı EDOĞAN'ın, bütün işlerini bir kenara bırakarak,  devlet içindeki konumu ve yetkilerini kullanarak, bu olayın gerçek faillerini bulup ortaya çıkarması; bu provokasyonun,  AKP üzerinde yapışıp kalmasını önlemek,  kendisinin ve partisinin prestijini kurtarmak adına,  boynun borcudur.
Türk kamuoyu olarak, gerçek faillerin bulunmasını istiyor ve merakla bekliyoruz.
CHP unutsa dahi, biz;  bu ülkenin hukuka saygılı ve İzmir ilinde oturan bir vatandaşı olarak unutmayacağız ve unutturmayacağız.

Güner Yiğitbaşı

25/05/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Atatürk ne büyük adammış. Onun yaptıklarını, onun düşüncelerini okudukça hayretle içinde kaldım”.Turgut Özal
“Cumhuriyet diktatörlükle olmaz”Turgut Özakman
Nutuk’u okumamış bir Cumhurbaşkanı
Benim epey zamandır zaman zaman bazı anekdotları yazdığım bir not defterim vardır, bu not defterime ilginç bulduğum konuları yazardım.  Devam eden korona zorunlu eve kapanma zamanımda bu not defterime bir göz atayım dedim. Bu not defterimden 2003 tarihinde Hürriyet gazetesinden aldığım(1),  Turgut Özal’lın (1927-1993)  Atatürk’ün Nutuk  başyapıtını  okumadığına ilişkin bir notu aşağıya alıyorum.
Devletin en üst makamlarında çalışmış, Başbakan, Başbakan yardımcılığı yapmış,  TC Başbakanlık Müsteşarlığı  yapmış,  şimdilerde kaldırılan  Devlet Planlama Teşkilatında görev almış, Atatürk’ün kurduğu TC nin bir Cumhurbaşkanı’nın Nutuk’u okumamış olması gerçekten beni şaşırtmıştı. Nutuk’u okumamış onun kurucu, devrimci felsefesini özümsememiş bir  Başbakan ve Cumhurbaşkanı  Atatürk’ün  aydınlanmacı  ruhu ile ülkeyi yönetemez, Atatürk’ün arzuladığı çağdaş uygarlık  düzeyini  kavrayamaz.  Nitekim 1950 den bu yana ülkemiz çağdaşlaşma yolundan dinselliğe doğru evrilegelmiştir. 
Gerçi rahmetli Turgut Özal da,  Nutuk’u okuduğu zaman, çok takdir ettiğini, çok beğenmesi bakımından şaşırdığını kendisi söylemekte.
Bütün dünyanın hayran kaldığı  destanlara sığmayan Kurtuluş Savaşı’mızın  bütün safhalarını coşkun bir anlatımla sunan Aziz Atatürk’ün bu eserini birçoğumuz tam olarak okumamış olabiliriz.  Ama Atatürk’ün kurduğu TC nin kurtuluş ve kuruluş tarihini anlatan  Nutuk’unu  TC nin Cumhurbaşkanının okumaması  bence üzüntü verici olsa gerek.  Turgut Özal okumamış, ama son 25 yılın Cumhurbaşkanlarının okumadıklarına da eminim.  Çünkü 25 yılın Cumhurbaşkanları, Atatürk’ün TC nin kurtuluş ve kuruluş destanının mihenk taşları olan ulusal bayramları birer bahane ile kutlamamak için es geçmelerine bakarak eminim diyorum.  Ne ki, son Cumhurbaşkanının Ulusal Egemenliği tırpanlayıp,  dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen padişah gibi tek adam yönetimi olan “Başkan”lığı getirmesi ve Atatürk’ün demokrasi düşüncesine aykırı tavrı nedeni ile eminim diyorum.  Hele, dünyanın hayran kaldığı  Kurtuluş Savaşımız  ve devrimlerimizin  iki kahramanı  Atatürk ve İnönü için “iki ayyaş” demesini de buna eklemek gerekir.
Neyse biz,  yine not defterimdeki Turgut Özal’ın Nutuk’u okumadığına ve Atatürk’e bir daha hayran kaldığına ilişkin aldığım notlara dönelim.
Turgut Özal, Cumhurbaşkanı olduktan bir süre bir gün bir işadamına şunları söyler:
“-Biliyor musun, ben Nutuk’u okumamıştım. Çankaya’ya çıktıktan sonra vakit bulduğum için birkaç kere okudum. Yahu meğer Atatürk ne büyük adammış. Onun yaptıklarını, onun düşüncelerini okudukça hayretle içinde kaldım”.
Bu işadamı Özal’la ilgili bu anıyı anlattıktan sonra şu değerlendirmeyi yapar:
Dikkat edersen Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatürk’ü dilinden düşürmemişti, hemen her konuşmasında defalarca “Büyük Atatürk’ün söylediği gibi… Büyük Atatürk’ün yaptığı gibi…” diyordu. Özal Nutuk’u okuduktan sonra Atatürkçü oldu.”
Atatürk’ü pek söylemek istemeyen, çoğunlukla “Mustafa Kemal” diyen R.T. Erdoğan da, geç de olsa Nutuk’u okusa Turgut Özal gibi düşünür sanırım.
Ama Atatürk’ü anmazken, bütün okullardan,  tüm politikacılara, vatandaşlara eşsiz övütler dolu Atatürk’ün Gençliğe hitabesini kaldırdılar. Bu vesile ile herkesin Nutuk’la birlikte, Nutuk’un sonuna eklenen “ey Türk Gençliği” diye başlayan bu hitabeyi okumasını öneririm.
O hitabede ne diyordu Atatürk, “… Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve delalet ve hatta hıyanet içinde buluna bilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler…” 
İsterseniz bu parçayı günümüz Türkçesi ile sadeleştirip verelim:
…Tüm bu koşullardan daha acınç, daha korkunç olmak üzere, ülkenin yönetimi elinde bulunduranlar, aymazlık, sapkınlık, üstelik aldatıcılık içinde bulunabilirler. Üstelik bu yöneticiler, kişisel çıkarlarını yayılımcıların çıkar yönlü umançları ile birleştirebilirler…”(2)
Ne dersiniz, bu söylemlerden çekinip hitabeyi okullardan kaldırmış olabilirler mi?

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 

Sonnotlar
(1)Hürriyet Tufan Turenç  26.04.2003  sf 18
(2)https://antitayyeap.wordpress.com/2008/06/05/ataturkun-genclige-hitabesini-oz-turkce-ile-okudunuzmu/

Reichstag (rayştag) yangını benzeri bir provokasyon (mu)?
Nedir Rayştag Yangını olayı?
Rayştag; dönemin,  Almanya Parlamento binasının adıdır.
inşaatının tamamlandığı 1894 yılından, faşistler tarafından porovokasyon amacıyla kundaklanarak yakıldığı 27.Şubat.1933 senesine kadar hizmet vermiştir.
Almanyada 1933 yılında Faşist – Führer Adolf Hitler iktidardadır artık,  son seçimlerde de komünist parti 6 milyon oy almasına rağmen bu sonucu engelleyememiştir,  engellemek ne kelime,  artık komünist partisi Nazizm-Faşizmin baş hedefi haline gelmiştir tam da bu yüzden,  artık Hitler’in ifadesine göre de “Bir tanrı işareti beklenmektedir,  bir işaret olsa komünizm ezilecektir”.
Artık Faşizm bir işaret bekleyecektir,  ya da bir işaret yaratacaktır,  tüm yoğunluk bu noktadadır. Faşizmin önderleri hummalı bir çalışma neticesinde,  yaratılacak işaretin ne olduğunu bulmuşlardır,  “Reichtag” yakılacak ve üstüne de yaratılan besleme ve yalaka basın sayesinde de vaveyla kopartılacaktır,  artık kara propagandaya dur durak yoktur,
Komünistlere yönelik saldırıya büyük fırsat yaratılacaktır.
Hitler’in sağ kolu Hermann Göring’in evinden Reichtag’a açılan bir altgeçit vardır ve SA adı verilen faşist kıtaların lideri olan Karl Ernst kendisine bağlı hücum taburlarından çok güvendiği birkaç faşisti bol miktarda yanıcı ve kimyasal maddelerle bu geçitten geçirir ve onlarda aldıkları talimat gereği,  Reichtag’ı kundaklar ve yakarlar. Faşistler için Tanrı işareti gelmiştir,  komünizm ezilecektir fırsat doğmuştur,  yalaka ve yandaş basın ve yayın organları da devreye girer sahne alırlar ve hasıl olan maksada uygun olarak kara propagandaya zemin olurlar ve halkta büyük bir korku,  sindirme,  gözdağı verecek ve panik yaratacak yayınlar başlamıştır.
Yangın'ın,  faşistler tarafından kundaklama sonucu gerçekleştiği çok açıktır.Ama,  soruşturmayı yürüten polis,  malum nedenlerle kısa sürede,  psikolojik sorunları olan Marinus Van Der Lubbe adında eski bir komünisti tutuklar,  yoğun baskı ve işkencelere dayanamaması neticesinde Lubbe,  kurtuluşun suçu kabul etmekte olduğuna karar verir ve kundaklamayı yaptığını itiraf eder,  derhal mahkemeye çıkarılır ve yargılanır suç sabit görülür,  idam cezası alır,  yangından mal kaçırırcasına derhal idam edilir.
Alman Parlamentosu Rayştag yangınını çıkaran faşist provokatörler'in,  tarihin tozlu raflarında kalan bu eylemlerini,  durduk yere hatırlatmıyoruz.
Demokrat, aydın ve gözde kentimiz,  CHP seçmeninin çoğunlukta olduğu İzmir ilimizde; sosyal demokrat, özgürlükçü ATATÜRK'ün partisi ana muhalefet CHP'nin üzerine yıkılmaya çalışılan bir provokasyon sahneye konulmuştur.
İzmir'in birkaç camisinin hoparlörlerinden, ülkeyi karıştırmak, halkı din üzerinden çatıştırmak isteyen meçhul ve karanlık bazı kişiler tarafından,  kasıtlı ve kışkırtmak amacıyla  Çav Bella ve Selda Bağcan'a ait şarkıların yayınlanması ve bu eylemin; eylemi gerçekleştiren vatan hainlerini belirleyerek ortaya çıkarmak, meçhul failleri araştırıp bulmak yerine, bunu yapmadan,  ana muhalefet partisi CHP'ye ve CHP'lilere ihale edilmeye kalkışılması, CHP'lilerin bu savunulması imkansız çirkin eylemden dolayı zevkten dört köşe olarak suçlanmaları, eylemi kınamak amacıyla sosyal medyada paylaşan eski bir CHP il yöneticisi bayanın kurban seçilerek,  suçsuz yere apartopar tutuklanarak, eylemden siyasal rant elde edilmek amacıyla siyasallaştırılması,  karpuz gibi ortasından ikiye bölümmüş olan ülkemizin geleceği açısından,  çok büyük bir tehlikedir.
Şimdi,  Rayştag yangını provokasyonu ile İzmirdeki Cami hoparlörlerinden müzik yayını yapılması provokatif eylemi arasında benzerlik ve paralellik kurmak zorunda kaldığımız için, hiç kimde kusura bakmasın ve lafı tersinden anlayarak,  vay sen bizi Hitler ile bir mi tutuyorsun diyerek suçlamaya kalkışmasın lütfen.
Şayet,  AKP lideri ve yandaşları; faşist Hitler ile kendilerini bir tutmuyorlarsa,  kendilerini demokrat ve ondan farklı görüyorlarsa; ivedilikle,  eylemin gerçek faillerinin belirlenerek yakalanması için girişimde bulunmalı,  gerçek failler bulunmadan, cami minaresinden müzik yayını yapılması eylemini,  ana muhalefet CHP'ye ve CHP'lilere ihale etmemeli, bu eylemi siyasi ranta çevirmeye kalkışmamalıdır.
Aksi halde, Almanya Parlamentosu Rayştag'ın yakılması eylemini gerçekleştirenlerle birlikte anılmaktan asla kurtulamayacaklardır.

Güner Yiğitbaşı

22/05/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

19 Mayıs 1919
Ülkelerin tarihlerinde hiç unutamadıkları, ülkenin kaderini değiştiren, yeni bir çağ açan, o ülke için yeni bir milat olan,  çok özel günler vardır.

İşte,  19 Mayıs 1919 ;Türk Milletinin, ATATÜRK'ün önderliğinde emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine (Osmanlı Saray Hükümetine) karşı örgütlü mücadeleye atılmasının, yıl dönümü, Türk Milletinin yeniden doğum günü,   mavi gözlü, sarışın o Osmanlı subayının,  kuruluşunu kafasında planladığı günümüzün  modern ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş temelinin atıldığı ve bu temele ilk harcın konulduğu çok önemli ve özel bir gündür.

Mavi gözlü sarışın o genç Osmanlı subayı; 19 Mayıs 1919 günü Samsuna ayak basmış,  kısa süre sonra üzerindeki Osmanlı kimliğini ve üniformasını çıkararak,  düşman işgali altındaki, onurunu, gücünü, ordusunu ve topraklarını kaybetmiş,  çökme aşamasına gelmiş Osmanlının enkazından,  saltanatın ve hilafetin kaldırılacağı,  halkın kendi kendini yöneteceği laik ve demokratik yepyeni bir Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmaya yönelik direniş planını uygulamak üzere düğmeye basmıştır.

19 Mayıs 1919 tarihi itibariyle artık Osmanlı ile arasındaki gemileri yakarak,  ayak bastığı Samsundan,   Anadolu'nun derinliklerine doğru yeni ve aydınlık bir yelken açan eskinin o Osmanlı subayı Mustafa KEMAL,  halkımızı da arkasına alarak,  adeta devleşmiş ve ülkemizi işgal eden emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşından muzaffer çıkarak,  bugünkü bağımsız, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.

19 Mayıs 1919 tarihi ile Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutlanan her yılın 19 Mayısları; bizim gibi,  laik ve demokrat, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve laik niteliğine aşık evlatları için,  bu nedenle çok önemli ve çok özel bir gündür. 

19 Mayıs 1919 tarihi ve Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı olarak kutladığımız her yılın 19 Mayısları,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletini bir türlü kabullenemeyen,  içlerine sindiremeyen karşı devrimci ve ümmetçi,  antilaik,  Osmanlı hayranı ve Osmanlının özlemi içinde yanıp tutuşan Atatürk düşmanı  kesimler tarafından sevilmemekte,  onlar için karabasan olmakta,  milli bayram olarak coşkuyla kutlanmak istenmemekte,  ATATÜRK'ün Samsuna çıktığı 19 Mayıs 1919 ve onun yıldönümü olan her yılın 19 Mayısları,  halkımıza unutturulmak istenmektedir.

Bu sene de, 19.Mayıs  Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı Koron virüs salgını bahane edilerek ilan edilen dört günlük sokağa çıkma yasağına kurban edilmiştir.
AVM'lerin bile açıldığı bugünlerde, 19.Mayıs Bayram gününün virüs nedeniyle ilan edilen sokağa çıkma yasağı içine dahil edilmesinin hiçbir mantıklı ve haklı nedeni yoktur. Milli bayramlardan hoşlanmayan,  Osmanlı hayranı siyasal iktidar virüs ile mücadeleyi fırsata çevirerek,  bayram günü Türk Milletini evlerine hapsetmiştir. Bu bir günlük yasak ile sağlık açısından elde edilecek kazanımlar, sonraki günlerde ilan edilecek sokağa çıkma yasaklarıyla da pekala elde edilebilirdi.

Nitekim,  önümüzde üç günlük Ramazan Bayramı tatili mevcut olup, bu üç günlük tatil,  virüsle mücadele için sokağa çıkma yasağı olarak kullanılabilir ve 19.Mayıs'ın fiziki mesafelere riayet edilerek ve sair gerekli önlemleri alarak yapılacak olan kutlamasının olası açığı,  bu yolla telafi edilebilirdi. Şimdi göreceğiz bakalım, siyasal iktidar; Ramazan Bayramında sokağa çıkma yasağı ilan edecek mi?

Ama,  ne yaparlarsa yapsınlar,  19 Mayısları ve diğer özel günlerimizi ve milli bayramlarımızı,  laik Türkiye Cumhuriyetini kuran,  önemli devrimleri gerçekleştiren,  saltanatı ve hilafeti kaldıran ATATÜRK'ü,  Türk Milletine asla unutturamayacaklar ve Türk Milletinin gönlünde yer eden ATATÜRK sevgisini asla yok edemeyeceklerdir.

Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin,  Cumhuriyetin bu değerlerine aşık tüm evlatlarının,  19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramlarını gönülden kutluyor ve milli bayramlarımızı,  bugün tüm elde ettiklerini kendisine borçlu oldukları ATATÜRK'e besledikleri kinlerini kusma ve hayranı oldukları Osmanlı'ya karşı yapıldığına inandıkları kötülüklerin  yıl dönümü  olarak gören karşı devrimcileri,  bu kin ve kaderleriyle baş başa bırakıyoruz.

Tam bağımsız ve ulusal egemenliğe dayanan yeni Türkiye Cumhuriyetinin temellerini oluşturan ilk belge olması nedeniyle,  Türkiye Cumhuriyeti açısından önemi büyük olan Amasya Tamiminde yer alan en önemli kararlardan bir de;” Milletin bağımsızlığını,  yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. ”kararıdır. Bunu çok önemsediğimiz ve bugün dahi geçerliliğini koruduğu için, son söz olarak burada yer vermeyi uygun buluyoruz.

ATATÜRK;19.Mayısı kendilerine bayram olarak hediye ettiği gençlerimize seslendiği ve onlara vasiyet ettiği Gençliğe Hitabesinde; emperyalist işgalci dış güçler yanında yer alarak Milletine ihanet eden,  işgalcilerle işbirliği yapan,  direniş için Anadoluda bayrak açan ATATÜRK'ü Ordu Müfettişliği görevinden alarak geri çağıran,  ATATÜRK'ü gıyabında idama mahkum eden,  Kuvayı Milliye'ye karşı,  onu yok etmek için Kuvayı İnzibatiye'yi kuran Osmanlı Saray Hükümetini,  işgalcilerle işbirliği yapmakla suçlayarak, o zor işgal  günlerini kastederek ve ülkenin ileride içine düşürüleceği olası zor günleri için söylediği ;
”Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen,  Türk istiklâlini,  Türk Cumhuriyetini,  ilelebet,  muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel,  senin,  en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi,  seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek,  dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün,  İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen,  vazifeye atılmak için,  içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit,  çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,  bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın,  bütün kaleleri zaptedilmiş,  bütün tersanelerine girilmiş,  bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere,  memleketin dahilinde,  iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini,  müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet,  fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte,  bu ahval ve şerâit içinde dahi,  vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret,  damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözleri, hiçbir zaman değerini kaybetmemiş ve ATATÜRK'ün ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu kanıtlamıştır.
Bu vesileyle,  en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere,  onun;erinden generaline kadar,  ülkemizi düşman işgalinden kurtararak,  bugünkü modern demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasında emeği ve kanı bulunan tüm silah arkadaşlarını ve diğer tüm isimsiz kahramanları,  rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz.
Türk Milletinin yeniden doğduğu gün olan 19.Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik Ve Spor Bayramı,  hepimize kutlu ve mutlu olsun.

Güner Yiğitbaşı

18/Mayıs/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Atatürk Neyzen Tevfik’le
Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak amacı ile Samsun’a çıkışının 101 nci yılını yaşadığımız şu günlerde, mizah edebiyatımızın seçkin hiciv ustası Neyzen Tevfik’in, vatanın kurtuluşundan sonra, bir yurt gezisinde Atatürk’le ilgili karşılaşmasına ilişkin, Sayın Gazeteci Yazar Hıfzı Topuz’un (1) anlatımından yararlanarak size o anıları nakletmek istedim.
Neyzen Tevfik Atatürk çok sever ve onun ülkeye kazandırdığı devrimlerini bağnazlara, Atatürk düşmanlarına karşı hararetle savunur, aşağıda aldığımız gibi bu yönde ateşli şiirler yazardı.
Ülkemizin onurlu günlerinden 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında Aziz Atatürk’ü ve Türk Mizahının bir felsefeci enginliği, bir müzisyen, bir derviş hoş görülü yaşamında, daima gericilere, Atatürk düşmanlarına taşlama şiirler yazan Neyzen Tevfik’i anmak istedik.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yurt gezileri her gittiği yerde bir bayram havası içinde geçer, anısına adeta şölenler yapılırdı. Hemen her yemekli toplantısı, “ayyaş” diyenlere inat bir bilgi, kültür tartışmalarının olduğu toplantılardır.
Bursa’ya giderken Atatürk’ün yanında en yakın arkadaşları, Bursa ve Balıkesir milletvekilleri vardı. Akşamları Gazi’nin görkemli sofrasında günün olayları anlatılıyor ve gösterilen ilgi değerlendiriliyordu.
Atatürk Neyzen Tevfik’le

Bursa’da böyle bir günün akşamında yine tatlı bir sohbet havası içinde Şair Eşref’ten söz açıldı. Sofradakilerden her biri Eşref’ten birkaç dize okudu.
Şair Eşref’in yeğeni olan Balıkesir Milletvekili Ahmet Süreyya Bey de;
-Paşam”, dedi, “amcamın şu meşhur dizeleri hiç aklımdan çıkmadı:
Şimdi pek tekkeler tembel yatağıdır bugün
Medrese sakinleri asker kaçağıdır bugün”.
Sofradakilerden biri şöyle dedi:
“-Paşa hazretleri, Şair Eşref öldü ama onun yolundan giden, onun müridi Neyzen Tevfik de ondan aşağı kalmaz. Adını duydunuz mu?”
Duydum elbette. Bazı şiirlerini de bilirim. Kendisini tanır mısınız?
Ahmet Süreyya Bey hemen atıldı:
“-Elbette paşam, iyi tanırım.”
“-Şimdi nerededir acaba?”
“-İstanbul’da bir yerlerde kalıyor. Ama bu günlerde kendisini Balıkesir’e oğlumun sünnetine çağıracağım. Ne yapar eder gelir. İzin verirseniz size tanıtmak isterim.”.
“-Ya, sevinirim”.
“-Emredersiniz paşam. Neyzen de çok mutlu olacaktır. Size sonsuz bir muhabbeti vardır. Üç yıl önce de Kurtuluş Savaşı’nın coşkusu içinde Ankara’ya gelmiş, bir süre Etlik’te kalmıştı. Size ulaşamadığını biliyorum. O heyecan içinde size uzun bir şiir yazmıştı. Aklımda kalan bir kıtayı size okuyayım:
“Başkumandan çok yaşa
Mustafa Kemal Paşa
Destanların yazıldı
Bastığın dağa taşa”
Atatürk aşığı Neyzen Tevfik Atatürk ve devrim düşmanlarına karşı yazdığı, birçoğumuzun bildiği şiiri de şöyle idi:
“Ne ararsın Tanrı ile aramda?
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda,
Başı açığa neden türban sorarsın?

Rakı, şarap içiyorsam sana ne.
Yoksa sana bir zararım içerim.
İkimiz de gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soğuyacak bu millet.


İşgaldeki hali sakın unutma,
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz.
Sen anandan yine çıkardın amma,
Baban kimdi bilemezdin ********...

Gazi gülümseyerek:
Neyzen Tevfik gelsin de şiirlerini kendisinden dinleyelim,” dedi.
Ertesi sabah Ahmet Süreyya Bey’in ilk işi postaneye koşmak oldu. Ama Neyzen kim bilir hangi meyhanede sızıp kalmış, hangi han odasında sabahlamıştı. Aklına Sirkeci’de Vezirhan’da sık sık neyini üflediği bir meyhane geldi. Orası Büyük Postane’den çok uzak değildi. Postacılar orayı çok iyi bilirlerdi. Ahmet Süreyya Bey, postanede hemen bir telgraf yazarak memura uzattı ve:
“Efendi”, dedi. “Bu telgraf Gazi Paşa’nın emriyle yazılmıştır. İstanbul’daki arkadaşlar ne yapıp edip bunu Neyzen Tevfik Efendi’ye ulaştırsınlar.”  Memur:
“-Hiç merak etmeyin, arkadaşlar cehennemin dibinde bile olsa bulup telgrafı kendisine iletirler.”
O gün Neyzen gerçekten de Vezirhan’daki meyhanede, her zamanki masasında dostlarıyla sohbet ediyordu. Daha hava kararmadan oraya gelmiş, ufak ufak demleniyordu.
Derken bir postacı içeriye girdi. Meyhaneciye bir şeyler sordu. Meyhaneci de potacıya parmağıyla Neyzen’in masasını gösterdi. Postacı aradığını bulmuş olmanın mutluluğu içinde masaya yaklaşarak:
Tevfik abi”, dedi, “seni paşam Balıkesir’e emrediyormuş”, dedi.
Neyzen bunu soğuk bir şaka sanarak postacıya okkalı bir küfür savurdu.
“-Ulan köpek”, dedi,“sen bilmem nereni aç da onunla alay et, akşam akşam kızdırma beni”.
Postacı fena afallamıştı.
Tevfik abi”, dedi, “bir kusur ettiysek affola. Telgrafta öyle yazılı. Oku, göreceksin”.
Masadakiler şaşkın gözlerle olayı izliyorlardı. Neyzen hışımla telgrafı postacının elinden aldı, bir de ne görsün, olay gerçek.
Telgraf Ahmet Süreyya’dan geliyordu, bunu şakası falan yoktu. Neyzen postacının eline birkaç kuruş verdikten sonra masadakilere:
“-Yahu şaşkın kaldım”, dedi. “Emir büyük yerden, Gazi Paşamız, Neyzen hemen Balıkesir’e gelsin, diyormuş”.
“-Yapma Neyzen, şaka olmasın. Paşanın işi yok da seni çağıracak”!
“-Ben de önce öyle düşündüm ama Ahmet Süreyya ciddi adamdır. Böyle şakalar yapmaz”.
“-Eee,  ne yapacaksın, gidecek misin?”
“Gitmeyip de ne halt edeyim, bilmem ki”.
“Tevfik mecbursun, bu iş hiç şakaya gelmez.”
“Yahu ben nasıl giderim? Cepte metelik”.
“Sen onu düşünme, meyhaneci sana borç verir, dönüşte ödersin”.
“Peki, buradan Balıkesir’e nasıl giderim?”
“O iş kolay. Yarın sabah Sirkeci’den bir motora atlarsın, doğru Bandırma. Oradan her gün Balıkesir’e arabalar kalkar. Birine atlar gidersin. Sen hemen hazırlan”.
“-Dalga geçmeyin yahu, benim hazırlanmam ne olacak. Balıkesir’e gelin gitmiyorum ya. Boynuma neyimi ve mataramı asarım, sırtıma da hırkamı alırım, başka nem olacak. Geceleri hırkamı yere atar, üzerinde yumulur yatarım.”
Neyzen ertesi sabah ney torbasını ve rakı matarasını boynuna asarak Sirkeci rıhtımına koştu. Yanında hiç ayrılmadığı köpeği Mernuş da peşinde geliyordu, engel olamamıştı. Bereket o saatte Bandırma’ya bir motor kalkıyormuş, ona atladığı gibi akşamüstü kendini Bandırma’da buldu. Oradan da bir yaylıya binerek Balıkesir’e ulaştı.
Kemal Paşa ve arkadaşları ertesi gün öğle üzeri Balıkesir’e geldiler. Ve erken saatlerden beri kendilerini bekleyen halkın coşkun alkışları ve “yaşa Büyük Gazi” sesleri arasında belediyeye kadar yürüdüler. Gazi merdivenlerin basamaklarını tırmandıktan sonra orada sık sık alkışlarla kesilen bir konuşma yaptı ve sözlerini şöyle bitirdi:
Bugün alınları hürriyet ve medeniyet güneşiyle parlayan Türk milletinin değerini görmek istemeyenler, yakın bir gelecekte gerçekleri anlayamayacaklardır. Medeniyete ve yeniliğe ayak uyduramayanlar mutlaka düş kırıklığına uğrayacaklardır”.
Neyzen Gazi Paşa’yı ilk kez dinliyordu, onun sözleri Neyzen’in içini aydınlatıyordu. O sırada Ahmet Süreyya Bey’le karşılaştılar.  Süreyya Bey ona şöyle dedi:
“-Tevfik, bu akşam Askeri Gazino’da olacağız. Orada oğlumun sünnet düğünü var, seni paşa hazretlerine tanıtacağım. Sonra da neyini üfleyeceksin. Paşa seni dinlemek istiyor,” dedi.
O akşam subay gazinosu tıklım tıklım doluydu. Balıkesir’in bütün ileri gelenleri, subaylar, memurlar, öğretmenler, öğretmenler orada toplanmıştı. Az sonra Gazi ve arkadaşları da alkışlar arasında salona gelip çiçeklerle donatılmış masada yerlerini aldılar.
Atatürk Neyzen Tevfik’le

Kemal Paşa çok zarifti. Koyu renk kollu bir takım elbise giymişti. Ön cebinde beyaz bir mendil sarkıyordu. Yeleğinin düğmeleri arasından da bir saat kordonu uzanıyordu. Benekli bir kravat takmıştı. Sarı saçları özenle taranmıştı, bıyıkları da parlıyordu. Süreyya Bey, Neyzen’i Gazi Paşa’ya tanıtırken yüzlerde tatlı bir gülümseme göze çarpıyordu. Neyzen ellerine sarılıp öptükten sonra Gazi kendisine masada yer gösterdi. Az sonra da Süreyya Bey’e dönerek;
Neyzen’i getirdiğinize çok sevindim”, dedi. “Bakalım bize neler dinletecek?...”
Masada tatlı bir sohbet başladı. Neyzen hiç lafa karışmadan dikkatle onları dinliyordu. Kadehler dolduruldu, sofrada rakı içmeyen yoktu. Zaman hızla akıp giderken Gazi:
“-Tevfik Bey hadi bakalım, sahneye buyurun da sizi dinleyelim,” dedi.
Neyzen heyecan içindeydi. Son yıllarda hiç bu kadar telaş etmemişti. Neyini torbasından çekerek ağır ağır sahneye ilerledi. Balıkesirliler kendisini tanımıyordu, onu sıradan bir saz şairi sanıyorlardı.
Neyzen başladı neyini üflemeye. Önce bir taksim yaptı, sonra kendi bestelerine geçti. Salonda çıt çıkmıyordu. Herkes onun değerinin anlamış gibiydi. Uzun uzun alkışladılar Sahneden ayrılmak için her ayağa kalkışında, devam etmesi için sürekli alkışlarla kendisini yeniden oturttular. Neyzen sonunda:
-Ben çok mutlu ettiniz paşa hazretleri”, dedi. “Lütfedip beni dinlediniz. Nezaketinizi suiistimal etmeyeceğim.”
Bunları söyledikten sonra masadaki yerine geçti. Paşa onu yanına oturttu. Neyzen’in elini göğsüne dakikalarca tuttuktan sonra:
-Ne büyük, ne kıymetli ruhun var,” dedi. Sonra da,
“-Neyzen ne istersin?” diye sordu.
“-Sayenizde her şeyim var paşam, teşekkür ederim”.
“-Bir şey iste canım”.
“-Öyleyse paşam, sizden bir nüfus teskeresi isteyeceğim. Emir buyurursanız mutlu olurum.”
“-Senin nüfus teskeren yok mu?”
“-Yok paşam, bundan önce hükümet mi vardı ki nüfus teskerem olsun?...”
Bu söze bütün sofradakiler uzun uzun güldüler.
“-Peki Neyzen, en kısa zamanda teskerene kavuşacaksın.”
Gerçekten de kısa bir süre sonra Neyzen nüfus teskeresine kavuştu. Gaz ona bir de ney yollamıştı. Neyzen bunu yaşamının son günlerine kadar duvarından hiç indirmedi.(2)
Alıntıdır

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız                            
SONNOTLAR
(1)Hıfzı Topuz (d. 25 Ocak 1923, İstanbul), Türk gazeteci ve yazar.
1923 yılında İstanbul'da doğdu. Galatasaray Lisesi'ni (1942), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni (1948) yılında bitirdi. Strasbourg Üniversitesi'nde devletler hukuku ve gazetecilik alanlarında yüksek lisans (1957-59) ve yine Strasbourg Hukuk Fakültesi’nde gazetecilik alanında doktorasını yaptı (1960). 1947-58 yıllarında Akşam gazetesinde önce istihbarat şefi, sonra yazı işleri müdürü olarak çalıştı. İstanbul Gazeteciler Sendikası'nın kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. Paris'te UNESCO Genel Merkezi'nde Özgür Haber Dolaşımı şefi olarak çalıştı (1959-1983). Uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleksel işbirliği, basın ahlâkı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetti. Afrika ülkelerinde, Hindistan'da, Filipinler'de gazetecilik eğitimi seminerleri düzenledi. Kara Afrika'da kırsal basın projesini oluşturdu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nin, o zamanki adıyla Basın-Yayın Yüksek Okulu'nun kuruluşu için, Paris'te Unesco’nun merkezinde ilk projeleri hazırladı. 1974-75 yılları arasında TRT'de Radyolardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. 1986'da halen başkanlığını sürdürdüğü İletişim Araştırmaları Derneği'ni (İLAD) kurdu. Vatan, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleriyle çeşitli dergilerde diziler ve inceleme yazıları yazdı. Anadolu, Galatasaray ve İstanbul üniversitesi iletişim fakültelerinde basın, radyo-televizyon tarihi, uluslararası iletişim ve siyasal iletişim dersleri verdi.
https://tr.wikipedia.org/wiki/H%C4%B1fz%C4%B1_Topuz
(2) Çilgin ve Özgün Hıfzı Topuz Remzi Kitabevi 2014 sf 8-9-10-11-12-13
2

Gözünüz aydın!.. - Güner Yiğitbaşı
(18.05.2009 tarihinde kaybettiğimiz değerli insan ve doktor Sayın Türkan SAYLAN için,  ölümü nedeniyle,  19/05/2009 tarihinde yazdığımız “GÖZÜNÜZ AYDIN” başlıklı makalemizi,  Türkan SAYLAN'ın her ölüm yıl dönümlerinde aynen yayınlayarak kendisini anmayı,  gelenek haline getirdik ve bu yıl da aynı geleneğe uyarak,  bu yazımızı aynen siz okurlarla paylaştık. Değerli bilim insanı Sevgili Türkan SAYLAN'ı sevgi, saygı ve rahmetle anıyor, şükranlarımızı sunuyoruz. 18/05/2020 
Güner YİĞİTBAŞI)

Aydınlanmanın simgesi..
Laik..
Demokrat..
Atatürkçü..
Doktor..
Eğitimci..
Çağdaş Türk kadını..
Darbe karşıtı..
Gerçek Vatansever..
Sözde değil,  eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden,  insan sevgisiyle dolu..
Ergenekon gazisi..
Hukuk mağduru..
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı,  saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı,  geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.
Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek,  kanıttan suçluya gidecek yerde,  belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle,  ağır hasta olmasına rağmen,  hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..
Laiklik karşıtları..
Demokrasi ve Atatürk düşmanları..
Çağdaş,  modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen,  kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..
Türk insanına ve toplumuna,  tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip,  onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..
Gözünüz aydın...
Ancak,  onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.
SAYLAN' ın,  bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...
O sözleri,  size bir kez daha hatırlatalım.
Sayın Türkan SAYLAN,  ölmeden bir gün önce; “Görevlerimi tamamladım,  ölüme de hazırım” demiş.
Çok doğru söylemiş,  kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız,  Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar.
Dün,  bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu; yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.
Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler,  yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..
Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak,  yapanlar adına senden özür diliyoruz.
Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN.

19.05.2009
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Bir memleket yalnız adaletle ebedileşir, adaletsizlikle yıkılır.  Alman Atasözü

Avukatlar bile adil yargı için ölüm orucuna başlamışsa adalet bitmiş demektir
Adalet isteyenlerin feryatları, ahları arşa yükselmişse, adalet için insanlar Ankara-İstanbul arasında “adalet istiyoruz” diyerek yayan yollara düşmüşse, o ülkede adaletin olup olmadığını mazlumlar, masumlar, kimsesizler,  çok daha iyi anlarlar.
Adaletin çarkı zengine farklı, fakire farklı, iktidara farklı, muhalefete farklı dönüyor ve farklı uygulanıyorsa orada adalet yok demektir. Hele adaleti bulamayan insanların intihar etmeye ve açlık grevlerine başlamışsa adalet yok demektir.
Ozanlar-türkücüler bile “felek çarkın kırılsın hak bunun neresinde” diye feryatlı türkü söylüyorsa, adaletin bozuk terazisini anlatıyorlar demektir. Adaletsiz uygulamalar üzerinde pek çok örnekler verebiliriz.
Örneğin, hakça yargılanmadıkları için ÇHD den Avukat Ebru Timuk ve Avukat Aytaç Ünal, adil yargılama, kazanılmış hakları savunma için 5 Şubat 2020 de başlattıkları açlık grevini 5 Nisan 2020 de ölüm orucuna çevirdiler. Bir ülkede yargının bir ayağı olan savunma avukatları,  vatandaşın adaletini savunan yargı emekçileri adalet için ölüm orucuna başlamışsa o ülkede adalet bitmiş demektir.
Avukatlar bile adil yargı için ölüm orucuna başlamışsa adalet bitmiş demektir
Grup Yorum'un yedi üyesi, 2016 Kasım ayında İstanbul'da, İdil Kültür Merkezi'ne düzenlenen bir polis operasyonu sırasında  'polise mukavemet, hakaret ve terör örgütü üyesi olma' suçlamalarıyla önce gözaltına alınmış ardından da tutuklanmıştı. Grup yorum üyeleri sadece türkü söyledikleri için, iktidar yanlısı tüm illerde konserleri engellenmiş, sanatlarını yapamaz olmuşlardı.
Terör örgütü üyesi iddiasıyla tutuklanan müzisyenlerden Helin Bölek, Bahar Kurt, Barış Yüksel, İbrahim Gökçek ve Ali Aracı cezaevinden yaptıkları bir açıklama ile yaşadıkları baskılar, uygulanan konser yasakları, kültür merkezlerine yapılan baskınların son bulması için 17 Mayıs 2019 tarihinde 'süresiz ve dönüşümsüz' açlık grevine başladıklarını duyurmuştu.
20 Kasım 2019 tarihinde tahliye edilen Helin Bölek ve Bahar Kurt, açlık grevine devam etmişti. Helin Bölek 3 Nisan'da eyleminin 288'inci günde hayatını kaybetmişti.(1)
Öte yandan Mustafa Koçak ile Grup Yorum’dan İbrahim Gökçek ölüm orucunda iken, 323'ncü gününde sonlandırdıktan bir gün sonra kaldırıldığı hastanede öldü. Cenazesi memleketi Kayseri’ye götürüldü, ama orada gömülmesine MHP li gençler engel olmak istediler.
Türkü söylemekten başka bir suçu olmayan ölüm orucunda ölen İbrahim Gökçek için sosyal paylaşım sitesinden “Türküler kimseye zarar vermez” diye yazan İzmir Karşıyaka Hakimi ve Yargıçlar Sendikası Başkanı Ayşe Sarısu Pehlivan T24 Haber sitesinde  “Ne Oluyor” programında Şirin Payzın’ın sorularını yanıtladı. Daha sonra HSK tarafından 3 ay süre ile geçici olarak görevinden uzaklaştırıldı. Yargıç bile olsa onun da söz ve ifade özgürlüğü olamaz mı? “Türküler kimseye zarar vermez” sözü kime ne zarar verir, hangi siyasi görüşü içerir. Müzisyenler bile şarkılarını, konserlerini halka özgürce sunamıyorsa o ülkede demokrasiden söz edilir mi?
Ayrıca hatırlayınız tiyatro sanatçısı rahmetli Levent kırca Atatürkçü diye, hiçbir iktidar belediyesinin olduğu yerde gösteri yapmak için salon bulamamıştı.  Böylesi bir ülkede kültürü ve sanat gelişebilir mi?
Avukatlar bile adil yargı için ölüm orucuna başlamışsa adalet bitmiş demektir

İktidarın öylesine bir adaleti var ki, yandaşa ayrı gayrı himayeci, muhalife düşman gibi uygulamalar yapılıyor. Muhalif görülen ya da ülkedeki gerçek görüntüleri yansıtan Halk TV, Tele-1 gibi görsel medya organlarına ekran karatma,  100 bin liralara varan para cezaları veriliyor;  elinde silahı, kavanoz dolusu mermilerle açıkça muhalifleri öldürmekten bahseden yandaş yayınlara ceza verilmiyor,  bu nasıl vicdan, bu nasıl adalet. Muhalefetin, muhaliflerin en küçük kusurlarını kanal kanal bayraklandıran hem AKP Genel Başkanı, hem Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, ölüm tehdidi yapan yandaşlarına tek kelime etmiyor.
AİHM nin, “gazeteciler tutuksuz yargılanır”, “hak ihlali” hükmü ile tazminat ödenmesi” hükmüne rağmen, Barış’lar ve öteki muhalif gazetecilerin iddianameleri bile hazırlanmadan aylarca tutuklu kalması çağdaş dünyada görülmeyen garabetlerdendir.
Burada biz de Rahmi Turan’ın köşesinde yer verdiği adaletsizliği eleştiren şiiri alalım.
“Bu dünya böyledir, adalet yoktur,
Namuslu aç gezer, soyanlar toktur!
Nasıl geçireceğiz karanlık geceleri,
Bu asık yüzler, acep kimin eseri?
İnsanlar mutlu diye ediyorlar alay,
Ezilmek mutluluksa, doğrudur hay hay!
Etraf yalaka dolu, el etek öpmek ayıp değil,
Aman ha, iktidara laf etme, haddini bil!”.(2)
18 yıllık “dinci kinci”, adaletsiz yönetiminde devletin yasama, yürütme, yargı erklerinin hepsini, ordu,  sivil ve askeri istihbaratlarını tekeline alan; söyledikleri ile eylemleri uyuşmayan “tek adam” yönetimindeki R.T. Erdoğan’ın o zamanki söyledikleri ile şimdiki adaletsiz uygulamalarına bakarak bir vicdan muhasebesi yapalım.
6 Mart 2018 tarihinde Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi’nde yapılan Yargıtay’ın 150. Yılı Sempozyumunda Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan bakınız nasıl konuşuyor:
…Tarihte hep bir adalet arayışı olduğunu görüyoruz. Adalet herkese hakkını vermektir. Adalet dağıtmayan savcı ve hâkim de zalimler arasına giriyor. Bir ülkede halk “adalet” çığlığı atar hale gelmişse oradaki yargı sisteminde bir sorun var demektir”. (3)
Şimdi elinizi vicdanınıza koyarak bu söylemle, şimdiki adalet uygulamalarını kıyasladığınızda tanık olduğumuz adaletsizlik liyakatsizlikle ne kadar büyük bir fark ve çelişki olduğunu görürüz. Kısaca AKP-RTE iktidarı böylesine adaleti savunarak yönetime geldi, iktidara gelmeden önce böylesine adaleti savunurken, iktidara geldikten sonra da yoğun bir şekilde adaletsiz uygulamaları içinde bulunmakta.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
SONNOTLAR
(1)https://tr.euronews.com/2020/05/08/olum-orucuna-ara-verdikten-sonra-hayatini-kaybeden-ibrahim-gokcek-cenazesi-polis-gazli
(2)Rahmi Turan Sözcü 16.5.2020 sf 11
(3) Sözcü Aytunç Erkin 14.5.2020 sf 14

Atatürk'ün İş Bankasındaki Hisselerinin Hazineye Devri Kabul Edilemez
ATATÜRK'ün; kendi elyazması vasiyetiyle, gelirlerini Türk Dil ve Tarih Kurumlarına, çıplak mülkiyetini ve yönetimini kurucusu olduğu CHP'ye bıraktığı İş Bankasındaki %28.09 oranındaki hisselerinin hazineye devri için,  zaman zaman gündeme getirilen girişim, AKP'nin mutlak ve tek sahibi ERDOĞAN ve yandaşları tarafından yeniden gündeme getirilmiş ve ERDOĞAN'ın;  hazinenin batak olduğu günümüzde, bu hisselere cankurtaran simidi gibi sarılarak, bu sefer işi daha da ciddi tutup, Meclisteki AKP ve MHP işbirliğinden kaynaklı çoğunluğu sayesinde,  dayatma ve bir oldu bitti ile işi bitireceği anlaşılmaktadır.
ERDOĞAN ve küçük ortağı BAHÇELİ ne diyorlar?
Neymiş efendim; ATATÜRK'ün gerçek varisi Türk Milletiymiş, bu nedenle, ATATÜRK'ün vasiyetine rağmen,  bu hisselerin Türk Milletine, hazineye devri gerekirmiş.
Bu çarpık bir düşünce olup, ATATÜRK'e ve onun istek ve iradesine açık bir saldırı ve  saygısızlıktır,  ATATRK'ü yok saymaktır, onu ve onun isteğini ve vasiyetini hiçe saymaktır, miras hukukunu reddetmek ve hukuk tanımazlıktır.
Sizler kim oluyorsunuz da; ATATÜRK'ün iradesini ve vasiyetini, yıllar sonra yorumlamaya,  güncellemeye ve değiştirmeye kalkışıyorsunuz?
ATATÜRK; İş Bankasındaki hisselerini hazineye bırakmak isteseydi, özellikle  bu vasiyeti yapmazdı ve vefat edince de hisseleri hazineye kalırdı.
Pervasızlığın, hukuk tanımazlığın ve ATATÜRK'e saygısızlığın böylesi hiç görülmemiştir.
ATATÜRK; Türk Milletine, en büyük ve değerli miras olarak,  bu güzel vatanı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini bırakmıştır.Adam olun da,  ATATÜRK'e ve onun gerçek ve en değerli mirasi olan Demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyetine ve onun değerlerine sahip çıkın.
ATATÜRK döneminde yapılan iktisadi devlet kuruluşlarını yok pahasına satıp,  paralarını zevkiniz ve sefanız, kar garantili yap işlet devret yöntemli ihalelerle, yandaş müteahhitleri zengin etmek için harcadınız. Ülkeyi;  üretim yapamaz hale getirdiniz, cari açık ve borç batağına sapladınız, bu Korona virüs günlerinde parasızlıktan kıvranıyorsunuz, başarısızlığınıza bu parasızlık da eklenince, ilk seçimlerde iktidardan düşeceğinizi çok iyi anladınız ve para bulmak için oraya buraya saldırıyorsunuz.
Hiç sevmediğiniz ve sevemediğiniz ATATÜRK'ün özel ve şahsi İş Bankası hisselerine, vasiyetini yok sayarak el koymak suretiyle, gözünüzü onun mirasına diktiniz. Bırakın artık miras yedi gibi yaşamayı ve devleti kötü idare etmeyi.
Ülkeyi, demokrasi ve hukuk kalıpları içinde adam gibi yönetin, üretime dönük yatırımlar yapın, üretin ve kazanarak, alın teri paralarla ülkeye hizmet ediniz.
ATATÜRK'ü çok seven  bu ülke insanını, sürekli ATATÜRK'den soğutmak için elinizden gelen gayreti gösteriyorsunuz.
ATATÜRK'e ihanet ederek,  onun;  laik devlet anlayışını yerleştirmek, dinin yozlaştırılmasını önlemek ve insanların gerçek İslam’ı öğrenerek yaşaması amacıyla kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığını; kuruluş amacından saptırarak,  kuruluş amacı dışında, ülkede laiklik karşıtı siyasal İslam’ı hakim kılmak için kullanmaya başladınız. Başına da,  ATATÜRK düşmanı, keşke Yunan galip gelseydi diyen,  Fesli Kadir diye anılan vatan hainiyle gönül ve zihniyet bağı içindeki, bu vatan haini ATATÜRK düşmanını, resmi giysisiyle ve resmi makam otomobiliyle alenen ziyaret ederek ona hediyeler sunmaktan utanmayan ve çekinmeyen, laiklik karşıtı insanlara cesaret veren bir adamı getirdiniz.
Bu aymazlıklarınıza rağmen, ATATÜRK'ün İş Bankasındaki hisseleri, Türk Milletine aittir, hazinenindir, biz vasiyet falan tanımayız diyorsunuz.
Sayenizde;  neredeyse yarısı ATATÜRK ve laiklik karşıtı hale gelen bu millete mi, yandaş müteahhitlere mi vereceksiniz ATATÜRK'ün hisselerini?
Bu yolla, İş Bankasının da mı içini boşaltacaksınız, bankanın ve iştiraklerinin yönetim kurullarına kendi adamlarınızı atayarak onlara ek gelirler mi sağlayacaksınız, İş Bankasını ve iştiraklerini, Sayıştay denetiminden kaçırdığınız ve aile şirketi gibi hesap vermeden bildiğiniz gibi yönettiğiniz Varlık Fonuna mı dahil edeceksiniz, nedir sizin gerçek amacınız? Açıkça söyleyiniz.
Sayın ERDOĞAN; siz,  başında bulunduğunuz, kuruluşuna emek veren binlerce değerli insanları uzaklaştırdığınız ve tek başınıza sahiplendiğiniz AKP'yi, öncelikle gerçek sahiplerine ve Türk Milletine iade ediniz.
Yanılıyorsunuz. Meclis çoğunluğunuzu, otoriter ve özgürlükleri yok eden,  halkı yıldıran ve susturan, yargıyı sopa gibi kullanan, baskıcı ve antidemokratik yönetiminizi kullanarak,  bu yağmayı kolaylıkla yapabilirsiniz. Ama,  bu yağmanın hesabının, seçimler sonrasında normal demokratik düzene geçildiğinde sizlerden mutlaka sorulacağını biliniz.

Güner Yiğitbaşı

17/05/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Gerçek darbe bu olsa gerek!...
Ülkemizde bazı çevreler; RTÜK,  HSK ve yargının bir bölümü,  yapmaları gereken anayasal ve asli görevlerini yasalar çerçevesinde tarafsız olarak yapmayı bir kenara bırakmışlar,  artık anayasa ve yasa tanımayan ve ülkeyi çadır devleti gibi yöneten, bu salgın döneminde dahi yoksul halka hizmet için çırpınan CHP'li belediyeleri çalıştırmamak için engeller koyan, belediyeleri kanarya sevenler derneği ile eş tutan, Belediyeleri meşru yerel kamu idareler olarak kabul eden anayasanın 127.  maddesini yok sayan, onlarca seçilmiş muhalif belediye başkanlarını görevden alarak,  yerlerine kayyumlar atayan, tek suçlar halka hizmet olan belediye başkanları hakkında soruşturmalar açan, sandıktaki sonlarını gördükleri için iktidarı bırakmamak adına her yolu deneyerek son çırpınışlarını yapan siyasal iktidara nasıl destek olabiliriz, muhalefeti nasıl susturabilirsiniz,  akla gelmeyen hesaplarını yapıyorlar ve bu doğrultuda hukuk dışı kararlar almaktan çekinmedikleri gibi, utanmıyorlar da.
Halk Tv. nin başına gelenleri, haksız ve hukuksuz sudan sebeplerle programlarına getirilen yasakları, hukuksuz olarak tutuklanan muhalif gazetecileri hepiniz biliyorsunuz.
Tüm bu hukuksuzlukların ve pervasızlıkların çifte standart kararlarla yapıldığını halkımız görüyor ve olmayan demokrasimiz adına çok üzülüyoruz.
Siyasal iktidar,  yandaşı RTÜK ve savcılar; bir televizyon kanalında insanları ölümle tehdit eden, elinde öldürülecek kişilerin listesinin bulunduğunu alenen açıklayarak suç işleyen bir bayan karşısında suskun kalıyor,  83 milyonun önünde yayın yoluyla suç işleyen bu bayan, hala elini kolunu sallayarak dolaşmaya devam ediyor ve Halk Tv. ye işlemediği bir suçtan dolayı cezalar yağdıran RTÜK,  bu kanala bir işlem yapmaya yanaşmıyor. Partizanlığın, yasa tanımazlığın ve pervasızlığın bu denlisini biz hiçbir iktidar döneminde görmedik ve yaşamadık, bundan sonra da göreceğimizi asla düşünmüyoruz.
Devletin kurumları asıl görevlerini unutmuşlar, varsa yoksa, darbe ve darbe paranoyası üzerinden iktidarını güçlendirmek ve devam ettirmek isteyen,  darbe paranoyası üzerinden özgürlükleri tamamen yok etmenin planları içindeki siyasal iktidarın değirmenine su taşımanın uğraşı içindeler.
Aslında, muhalif kesimlerin; iktidarı hukuk dışı yollarla devirmeye yönelik yapmayı  düşünüp planladıkları bir darbe falan yok, bu darbe iddia ve  paranoyası üzerinden iktidar ve yandaşlarının yapmak istedikleri; kendilerinin,  adım adım uygulamaya koydukları demokrasi karşıtı eylemleriyle, gerçekleştirmeye çalıştıkları darbelerin üzerini örtmektir.
Yürürlükteki anayasamızın; özgürlüklerle, egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğuna, hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsız ve tarafsızlığına ilişkin  maddelerini uygulamayarak, demokrasiyi fiilen ortadan kaldıran siyasal iktidar ve onun yandaşları,  bu ülkede gerçek bir darbeyi başarmışlar ve demokrasimizi yok etmişlerdir.
Darbe ve darbeci arayanlar; bize göre, önce aynaya bakmalıdırlar.
Hakimler Savcılar Kurulunun; Karşıyaka Hakimi ve aynı zamanda Yargıçlar Sendikası Başkanı olan Sayın  Ayşe SARISU PEHLİVAN hakkında almış olduğu üç ay süreli meslekten uzaklaştırmasına ilişkin kararı, artık bardağı taşıran son damla olmuştur.
Sayın Hakim Ayşe Hanım ne suçu işlemiştir. Kendisinin,  hakim sıfatı ve kimliğini taşımaksızın vicdanlı ve aydın bir insan olarak, yaşam hakkını savunması, hiç kimsenin ölmemesini, türkülerin sesinin yok olmamasını istemesi, insan hayatını öncelemesi,  suç mudur?
Hakime hanımın sosyal medyadaki bu paylaşımları; sosyal medyayı ve ülkeyi kendi geri ve ortaçağ zihniyetleriyle denetlemeye ve ülkeyi paralel bir yapı oluşturarak yönetmeye ve insanları dizayn etmeye çalışan, kendilerini bilmez iktidar yandaşlarının yaygaralarına kulak vererek,  tuzu da kokutan akıl almaz, hukuk ve insanlık dışı karara imza atan HSK'nın ilgili üyelerini şiddetle kınıyor ve anayasal ve yasal yetki hudutlarına çekilmeye ve bu kararı yeniden gözden geçirmeye davet ediyoruz. Aksi halde, ileride çocuklarının ve torunlarının yüzlerine nasıl bakacaklarını merak ediyoruz.
Ülkemiz insanları öyle bir hukuksuzluğun girdabında boğuşuyor ki; hepsinin sinir sistemleri bozulmuş, korona virüsü dahi unutmuşlar ve hukuk tanımayan siyasal iktidarın gideceği seçime odaklanmışlar ve dört gözle seçimleri bekliyorlar.
Biz, maalesef bir erken seçim beklemediğimiz gibi, iş başındaki koltuğa yapışmış ve gitmek istemeyen siyasal iktidarın; İstanbul seçimlerinde meşru sandığı deviren tutumlarına bakarak, böyle giderse zamanında yapılacak bir seçimin dahi,  Türk Milletine çok görüleceğinden endişe duyuyoruz.
Umarız yanılan biz oluruz ve geç de olsa demokratik seçimlerle bu kabustan kurtulur, insanlarımız ve ülkemiz.

Güner Yiğitbaşı

15/05/2020
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget