Haziran 2018
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Bu Ülke Böyle Bir İçişleri Bakanı'nı  Asla Hak Etmiyor
Seçimler öncesindeki propaganda konuşmalarında ve seçim sonrasında yaptığı balkon konuşmasında, ülkedeki demokrasiyi daha da geliştireceğiz, 81 milyonu kucaklayacağız diyerek, birlik ve beraberlik mesajı veren, yeni Başkanlık sistemi Cumhurbaşkanımız  ERDOĞAN, İçişleri Bakanı denilen zat'a hak ettiği yaptırımı uygulamak zorundadır.

Aksi halde, ERDOĞAN'ın;81 milyonun birlik ve beraberliğine işaret eden beyan ve  mesajları havada kalacak, inandırıcılığını yitirecek ve CHP İl Başkanlarına yönelik demokrasi ve hukuk dışı beyanları ve aldığı kararlarıyla bölücülük yapan, halkı birbirlerine karşı  kin ve düşmanlığa iten, bu nedenle dilimizin kendisine bakan demeye zorlandığı Süleyman SOYLU denen zat'a arka çıkmış ve bu zatın demokrasi ve hukuk dışı  beyan ve uygulamalarını onaylamış sayılacaktır.

Süleyman SOYLU denen zat ne yapmak istiyor, seçim sonuçlarına bakarak ve güvenerek, demokrasiye ve demokrasiye inanan halkımıza meydan mı okuyor? Bu ülkeyi Dingo'nun ahırı ve Muz Cumhuriyeti mi zannediyor? Öyle zannediyorsa yanılıyor.

İçişleri Bakanının; kesin yargı kararı olmaksızın, kendi şahsi ve siyasi düşünceleri, kabul  ettiği kendi doğruları ve hezeyanları ile bu ülkenin insanlarını teröristlikle suçlayarak ve yaftalayarak, halkın seçimlerdeki demokratik ve özgür oy tercihlerini yok sayıp, seçmeni kendi kafa yapısına göre yargılayarak kendince bir sonuç çıkarıp, bu sonuç üzerinden halkımızı birbirlerine düşman etmek, birbirlerine düşürmek, toplumun değişik kesimlerine kin tohumları ekerek, ülkenin huzurunu bozmak gibi bir görev ve yetkisinin olmadığını, bilakis toplumun huzurunu, güvenini, halkın değişik kesimleri arasındaki kin ve düşmanlıkları yok etmekle, tüm halk kesimlerinin mal ve can güvenliklerini sağlamakla görevli ve yetkili olduğunu, kendini İçişleri Bakanı zanneden bu Süleyman SOYLU isimli zat ve onun üzerindeki makam sahipleri bilmiyorlar mı?

Bize göre pekala biliyorlar ama, o gerçekler işlerine gelmiyor ve kendilerince Devlet terörü estirmeye, halkımızı sindirmeye çalışıyorlar.

Bizler ve demokrasiye inanan tüm halkımız, nasıl ki; tüm adaletsiz ve eşit olmayan ve ohal koşullarında yapılmış olmasına rağmen, seçim sonuçlarına saygılı isek, AKP'ye ve ERDOĞAN'a oy veren seçmen halk kitlesinin bu tercihlerine saygılı davranıyor ve onlara oy veren halk kesimini, şöyle veya böyle eleştirme, şucu veya bucu olarak suçlama  hak ve yetkisini kendimizde görmüyorsak, kendisine İçişleri Bakanı denilen zat da; yasal bir parti olan ve meşru zeminde seçimlere katılmaya hukuken hak kazanan, Meclis dışında kalmaktansa meclise girerek, kendisini destekleyen halk kesimini mecliste temsil etmesi, ülkemizin ve halkımızın yararına olan  HDP'ye ve barajı aşması için HDP'ye oy desteği sağladığını iddia ettiği CHP'ye yönelik haksız, hukuksuz, yargısız, demokrasi karşıtı suçlamalarda bulunmaya ve ülkeyi bir çatışma ortamına sürüklemeye neden olacak yasak kararları almaya görevli ve yetkili değildir.

İçişleri Bakanının almış olduğu karar, AKP'lilerin Avrupa Birliği Kararlarını yok saydıkları gibi, yok hükmündedir.

Sayın ERDOĞAN; İçişleri Bakanı denilen bu zatı derhal görevden almalıdır. Aksi halde, bu zat'ın; hukuk tanımazlığına, demokrasiye, insan hak ve özürlülüklerine meydan okumasına, keyfi bir yönetime onay vermiş sayılacak ve biz dahil, tüm halkımızın, böyle bir İçişleri Bakanının görevde kalması nedeniyle, huzuru bozulacak, can güvenliğinden endişe duymaya başlayacaktır.

Sayın ERDOĞAN'ın bu konuda sergileyeceği suskunluk veya atacağı demokratik adım; yeni dönemde, ülkedeki demokrasinin gelişeceğinin veya daha da gerileyeceğinin de aynası olacaktır.

Bu ülke, böyle bir İçişleri Bakanı'nı, asla ve asla, hiç hak etmemektedir.

Güner Yiğitbaşı

29/06/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Bir Dinden Çıkmışın İdamı. Kanuni Devrinde Bazı İlginç Olaylar
Bu yazımızda biraz da günlük olaylardan ayrılıp tarihe bir ışık tutacağız, Kanuni Sultan Süleyman zamanında olmuş bazı garip olaylara yer vereceğiz.
“Hz. İsa Hz. Muhammed’den büyük” dedi, idam edildi
Kanuni Sultan Süleyman zamanında ilginç bir dinden çıkma olayında rol oynayan kişinin idam edilmesine ilişkin, Hammer tarihinden aldığım bir bilgiyi paylaşmak istedim.
-Veziriazamın İstanbul’a dönüşünden üç ay sonra, dini bir sorun ortaya çıkak, önce Sultan Süleyman’ın, sonra da bütün şehir halkının dikkatinin üzerine çekti. Âlimler sınıfından “Kabız” adında biri, “İsa Peygamber’in Muhammed Peygamber’e üstün olduğunu sağda solda iddia etmek suçlamasıyla Divan’a getirildi. Rumeli Kazaskeri Fenarizade Muhittin Çelebi ve Anadolu Kazaskeri kadiri Çelebi, Kabız’ın davasını dinlediler. İki kazasker, bu sapık görüş hakkında yeteri kadar fikir sahibi görünmüyorlardı.
Bu bakımdan bu yeni ve hak mezhebe aykırı iddiayı hemen kolayca reddedemediler. Bunlardan birincisi atalarının yüksek hizmetlerde bulunmuş olmasıyla gurur duyuyordu. İkincisi de görevini iyi yapmak için gerekli bilgiye öze göstereceğine, servet toplamaya gücünün harcıyordu. Doyurucu kanıtlarla Kabız’ın verdikleri ecele hükmü doyurucu bulmadı.
Sultan Süleyman, kafesli pencereden, Divan’da olup bitenleri görüyordu, görüşmelerin verdiği sonuçtan memnun olmayarak, beklenmedik bir şekilde divan’a girdi. Sert bir tavırla veziriazama şöyle hitap etti:
“İsa Peygamber’i Muhammed Peygamber’den üstün tutan bir sapık hangi nedenden dolayı cezalandırılmadı?”
İbrahim Paşa buna karşılık şu anlamda bir cevap verdi: “Kazaskerler sağlam kanıtlarla gerçeği savunacak yerde, öfkeyle sapığı mahkûm ettiler. Bunun için, hakkındaki suçlamalardan dolayı onu cezalandıramadık”.
Bunun üzerine padişah şöyle buyurdu:
Şeriatı bilmek sadece kazaskerlere vergi değildir. Dava yarın müftü ile İstanbul kadısının huzurunda görülmelidir. Sanık o zamana kadar tutuklu kalsın”. (sf 225)
O sırada İstanbul kadısı bulunan Saadettin ve büyük alim Müftü Kemal Paşazade, ertesi gün, Divana gelip oturdular. Uzunca bir süre Kabız ile tartıştılar. Bir hayli çalışmalarına rağmen, onun yanlış görüşmelerinden geri dönmeyeceği anlaşıldı. Sonuçta şeriat uyarınca gerekli olan usule tamamen uygun şekilde hareket edilip öldürülmeye mahkûm olan Kabız, hak ettiği cezayı görmüştür, yani idam edilmiştir.(1)
800 Kişi Yargılanmadan Katledildi
Kanuni Sultan Süleyman zamanında İsa Peygamber’in Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia eden Kabiz diye bir elitin “büyük âlim Kemala Paşazade’nin” yargılaması ile idam edilmesinden sonra, asayişle ilgili sert tedbirler alındı. O sırada Sultan Selim Camiisi yakınlarında bir Müslüman’ın evi 24 Şubat 1528 de yağmalanmış, evde bulunan bütün aile fertleri katledilmişti. Araştırılmasına rağmen failler bulunamayınca, âleme ibret olsun diye, odun yarıcılığı ve ciğer satıcılığı ile şehirde dolaşan Arnavut halkından 800 kişi kadar tutan bir topluluk bazı şüpheler olduğu için, ayrıca mahkeme edilmeye gerek görülmeden cellâda teslim edilerek katledildi.(2)
Aynı olayı Hammer Tarihi’nde böyle yazarken,  İbrahim Peçevi de aynı olayı Peçevi Tarihi’nde şöyle anlatmakta:
Eşkıyalar Evi Basınca
Yıl H 934 M 24–2–1528 tarihinde Selimiye Camisi yakınlarında bir ev basan eşkıyalar evdekilerin hepsini öldürdüler; eşyaları da talan ettiler. Yapanlar bir türlü bulunamadı. Yönetim ne yapacağını, şaşırıp kaldı. Bunun üzerine âleme, topluma ibret olması için, acayip bir adalet uygulayarak, sokaklardan, ırgat pazarından boş gezen mumcu, amele, tellak, aşçı, odun yarıcı vb bütün işsiz güçsüzlerden 800 kadar insan toplanarak, sokaklarda halkın gözü önünde katledildiler. Bu sokak infaz adaletinin yararı olmuş muydu? Bu olay eşkıyaya korku saldı ve bundan böyle uzun bir süre benzeri bir fesat görülmedi.(3)   
*
Kanuni Zamanında On Sayısının Garipliği
Osmanlı Tarihçileri Kanuni Devrinin olaylarından on sayısının etkili olmasına büyük önem verirler. Kanuni,  Hicri 10 ncu yüzyılının ilk yılında doğmuştur. Onuncu Osmanlı padişahıydı; on çocuk babası idi; on büyük unvan sahibi idi. Sultanlık döneminde seçkin özellikle sahip on sadrazam, on defterdar, on nişancı, on bilge fıkıhçı, on büyük şair vardı. On defan on şehir, on istihkâm ele geçirmekle meşhur olmuştur.(4)
Osmanlı’yı Avrupa’ya Çağıran Türkü
Kanuni Sultan Süleyman Zamanında Osmanlı’lar Avrupa içlerine doğru akınlar, fetihler yaparken, Avrupa köylüsü oldukça fakir olduğundan, bu gelenlerin belki bir kurtarıcı olacağı inancı ile halk adeta Osmanlı’nın gelmesi ilerlemesi için, türküler çağırıyordu. Büyük Kapona Kalesinde her yıl belli bir günde bütün kale ve çevresi ahalisinin küçüğü büyüğü, genci ve ihtiyarı tümüyle dışarıya, sahraya çıkarlar, orada olan Kızıl Kapona’da oğlancıklar ve papazlar eski bir türkü söylerler:    
“Türk Padişahı bütün gücü ve görkemi ile bu yere kadar gelse gerektir,
“ Ve burada yüce Tanrı’nın buyruğu ile ölse gerektir;      
“Tanrı’ya güvenilen ve Türk Padişahı o kadar yukarı çıksın ki.(5)    
Bir zamanlar Avrupa’nın yoksul insanları, böylesine Türk’ün muhteşem yükselişini özler, beklermiş, belki kendileri için de yoksulluktan kurtuluşun yardımcısı olur ümidi ile bu özlemli türküleri söylerlermiş. Osmanlı’nın Yükselme Devrine kadar olan fetihlerde, Avrupa köylülerinin yoksulluğu fetihlere etki etmiş olabilir, diye düşünüyoruz.
Şeyh Abdulkerim
Kanuni zamanında derin bir bilgin olduğu söylenen, tanınmış cami vaazlarından Şeyh Abdülkerim, erbaine girince çile, (kırk gün süren perhiz ve özünü arıtma çabası) için derince mezara benzer bir kuyu kazdırır, buraya girer, kırk gün ibadet ederdi.(6)
Tıpkı Ahmet Yesevi’nin yaptığı gibi.
Hıristiyan ama bir Müslüman gibi defnedildi.
“Hz. İsa Hz. Muhammed’den büyük” dedi, idam edildi
“Hammer hakkında internetten araştırırken, Osmanlı’ya elçi olarak geliyor. Osmanlı’da uzun yıllar kalıyor ve kendi Osmanlı Tarihini yazdığını öğreniyoruz. Müslüman adetlerinin birçokların beğenmiş olmalı ki, Viyana’daki mezarının tıpkı Müslüman mezarı gibi yapılmasını istiyor. Günümüzde seçkinlerin yattığı o mezarlığı ziyaret edenler, tıpkı İslami mezarlara çok benzeyen Hammer’in mezarını görünce hayret ediyorlar.  

'Hammer Tarihi'nin yazarı, Avusturyalı Şarkiyatçı ve Osmanlı Tarihçisi, Joseph von Hammer-Purgstall, Viyana yakınlarındaki bir Hıristiyan mezarlığında, Müslüman nişanların altında son yolculuğunda yatıyor.
Müslüman olduğuna dair herhangi bir ifadesi bilinmeyen Hammer, Wiedling Köyü'nde Klosterneueburg-Ehren Gräbenen "Ünlüler/Seçkin Şahsiyetler Mezarlığı"nda, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun son iki yüz yılına damgasını vurmuş, ünlü komutanlar, kardinaller, doktorlar, filozoflar, sanatkârlar, siyasetçiler ve zenginler arasında, ayetlerin gölgesinde ve dua talep eden ifadelerin altında yatıyor.
Görenlere bir gayrimüslim mezarlığının içinde tek başına kalmış bir Osmanlı âliminin mezarı intibaını veren kabrin hemen yanında yatan eşi ve oğlunun mezarlarında da Hıristiyanlığa ait hiçbir işaret yok.  Kabri, Hammer'ın bizzat İstanbul'daki ulema kabirlerini göz önüne alarak kendisinin çizdirdiği biliniyor.
“Hz. İsa Hz. Muhammed’den büyük” dedi, idam edildi
Asıl adı Joseph Hammer olan, ama mezarında Yusuf bin Hammer ismiyle misafirlerini karşılayan Hammer tarihinin müellifinin kabrinde işte bunlar var:
Baş tarafın ön yüzünde:
“Hüve'l-Baki” (Sonu olmayan "O"dur, Allah'tır)
“Küllü nefsin zaikatu'l-mevt” ("Her canlı, her nefis ölümü tadacaktır" Ankebut Suresi 57. Ayet)
İnna Lillah ve İnna ileyhi raciun ("Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz" Bakara Suresi 156. Ayet)
Küllü'n-nasin seyemut (Bütün İnsanlar ölecektir)
Küllü mülkin seyefut (Her saltanatta, devlette geçicidir)
Leyse hayatün sermeden ilellezi la-yemut (Hayat ebedi değildir, ölümsüz olan istisna)
Baş tarafındaki arka yüzünde:
Bir hoş bülbül geldi cihane
Uçtu ahirete çu-pervane
(Hoş sesli bir Bülbül dünyaya, cihana geldi ve sonunda ahrete uçtu, göçtü bir pervane gibi)
Ayak tarafındaki ön yüzünde:
Hüve'l-Hayyu
El-merhum ve'l-mağfur
El-muhtacu ila rahmeti
Rabbihi'l-Afuvvi'l-Gafur
Mütercimü'l-el-sineti's-selaseti
Yusuf Bin Hammer
Li-ruhihi zikri cemil
[Sonu olmayan hayat sahibi "O"dur, Allah'tır. Rahmete ve affa kavuşmuş, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol Allah'ın merhametine muhtaç, üç dilde (Türkçe, Arapça, Farsça) tercüman Hammer oğlu Yusuf ruhu için güzel bir söz (söyle)]
Ayak tarafındaki arka yüzünde Farça bir beytin hemen altında,
"Ziyaretden murad, ancak duadır
Bugün bana ise, yarın sanadır"

mısraları yer alıyor. Mezarın gövde kısmında ise, ayet ve sözlerin mealleri, Almanca, İngilizce, İspanyolca, Fransızca, Latince ve Grekçe olarak yazılı bulunuyor.
“Hz. İsa Hz. Muhammed’den büyük” dedi, idam edildi
Osmanlı Tarihi'ni yazan Hammer'in Viyana'daki mezarında Kur'an-ı Kerim'den ayetler, Türkçe ve Farsça beyitler ve dua talep eden ifadeler yer alıyor...
Joseph Von Hammer-Purgstall Kimdir?
“Baron Joseph von Hammer-Purgstall, 9 Haziran 1774'te Avusturya'nın, "Graz" şehrinde doğdu. 1789 yılında Viyana'da "Oryantalizm (Doğu Bilimleri) Akademisi" ne girdi ve on yıl boyunca burada ağır programlı ve kaliteli bir eğitim gördü. Tahsilinin bittiği 1799 yılında "lisan talebesi" olarak, Papa'nın temsilcisi "Baron Herbert" in maiyetinde elçilik tercümanı olarak İstanbul'a gönderildi. Hammer'in Doğu'daki resmi görevi 1806 yılında Boğdan'a başkonsolos atanmasıyla son bulduysa da o, Doğu dünyasından hiçbir zaman kopmadı.
Hammer'i, Doğu ve Türk Tarihi açısından önemli kılan özellikler, üç Şark dili; Türkçe, Arapça, Farsça yanında Yunanca ve Latince de dâhil on kadar Batı dilini çok iyi bilmesi, konuşması ve yazabilmesiydi. Batılı yazar, şair ve devlet adamlarının yanı sıra yaşadığı devrin Osmanlı devlet ricali, müellif ve tarihçileriyle de temas içerisinde olan Hammer, Osmanlı devlet adamları tarafından "Encümen-i Daniş" e üye seçilmişti. Birçok Avrupa hükümdarı, Hammer'e nişanlar göndermiş, Osmanlı Padişahı II. Mahmud Han, onu "Nişan-ı İftihar" ile taltif etmişti.
“Hz. İsa Hz. Muhammed’den büyük” dedi, idam edildi
"Almanca yazan bir Doğulu"ydu.  Doğu dillerine ve kültürüne ait "Evliya Çelebi Seyahatnamesi", "Kâtip Çelebi'nin Cihannüma"sı, "Hafız Divanı" başta olmak üzere birçok önemli eseri Almancaya kazandırdı, Türk ve Osmanlı Tarihi üzerine yaptığı çalışmalar büyük yankı uyandırdı.
Hammer'in 1830 yılının Eylül ayında Hainfeld Şatosu'nda tamamladığı "Geschichte des Osmanıschen Reiches-Osmanlı Devleti Tarihi" adlı eseri, onun evrensel bir imparatorluğun Venedik, Avusturya, Almanya, İngiltere, Roma ve Fransa arşivlerindeki kayıtlarını takip ederek oluşturduğu oldukça hacimli bir Osmanlı Tarihi sentezidir. Arap, Fars ve Türk kaynaklarının da geniş ölçüde kullanıldığı bu eser, Almanca olarak, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması'na kadar geçen olayları ihtiva etmektedir. Hellert Dochez tarafından önemli bir kısmı Fransızcaya tercüme edilmiştir. Fransızca tercümeden de Tarihçi Mehmet Ata Bey, bazı notlar ilave ederek Türkçeye çevirmiştir. Hammer,  eserinde zaman zaman ön yargılı değerlendirmelere ve bazı hatalara düşse de onun "Osmanlı Devleti Tarihi" adlı bu çalışması halen önemli bir kaynak olarak kıymetini muhafaza etmektedir”.(7)

İslam kavimlerini en iyi tanıyan ve dünyaya tanıtan Şarkiyatçı olarak kabul edilen Hammer, deyim yerindeyse
Cevat Kulaksız  

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR
(1) Osmanlı Tarihi J.Von  Hammer Kamer Yayınları 2015 sf 226
(2) Osmanlı Tarihi J.Von  Hammer Kamer Yayınları 2015 sf 294
(3) Peçevi Tarihi İbrahim Peçevi  Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992Cilt:1 Sf: 98
(4)Osmanlı Tarihi J.Von  Hammer Kamer Yayınları 2015 sf 294
(5) “Ta Kolonya’ya (Köln) e varsın”… Peçevi Tarihi  İbrahim Peçevi  Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992
Cilt:1 Sf:90
(6) Peçevi Tarihi: Cilt:1 İbrahim Peçevi  Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992 SfJ
(7)https://www.dunyabulteni.net/haber/239309/osmanli-tarihini-yazdi-musluman-gibi-defnedildi

Bu Makalemiz Okurlarla Siyasi Bir Dertleşme Yazısıdır
24 Haziran seçiminin resmi olmayan sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra, seçim sonuçlarını yorumlayan bir makale yayınlamıştık, umarım okumuşsunuzdur.

Bugünkü makalemizde, seçim sonuçlarına da bakarak, tamamen kendi düşüncemizi ifade eden bazı gerçekleri açıklamak ve siz okurlarla paylaşarak dertleşmek istedik.

Önce, ülkemizdeki seçmen profiline bakacak olursak, seçmenlerimizden azımsanamayacak büyüklükteki bir bölümü, maalesef ülkenin siyasi, kütürel, eğitim, dış politika, terör ve ekonomi gibi önemli sorunlarını izlemiyorlar ve bu sorunlarımızla ilgili gerçekleri bilmiyorlar, bu konuda iktidar mensupları ne derlerse, ona olduğu gibi inanıyorlar, gerçekleri sorgulayamadıkları için, iktidarın propagandalarına kanarak oylarını bilinçsiz olarak sandığa atıyorlar.

Bu olumsuzlukta, siyasi iktidarın düşünce ve düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü yok sayan ve engelleyen, yazılı ve görsel basını tamamen  kendi tekeline alan ve halkın aydınlanmasını, gerçekleri görmesini engelleyen anti demokratik tutumu, en büyük etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türk seçmeninin büyük bölümü, yukarıda belirttiğimiz nedenlerin de etkisiyle, politikacıların ve parti liderlerinin fikirlerini ülke için yapacakları yararlı çalışmaları, projelerini, ekibinin gücünü arka plana iterek, liderlerin boyuna, posuna, yaşına, mezhebine, etnik kökenine, hitabetine, sesinin tonuna, bağırıp çağırmasına ve hatta güzel ve inandırıcı yalanlar söyleyip söyleyemediğine bakarak, ön yargılarla liderlere puan ve oy veriyorlar. Seçmen çoğunluğu, bu geçersiz kriterlerle ve ön yargılarla, bir liderin üzerini çizmişse, o liderle arasına bir mesafe koymuşsa, o lider ne kadar iyi ve memleket yararına politikalar üretip sergilese de, Nuh diyor Peygamber demiyor, ön yargısını kıramıyor ve kendince bir neden bularak, yıldızının barışmadığı o lidere asla seçilme şansı tanımıyor.

Türkiye’de siyaset akıl ile yapılmıyor, duygusal ve tepkisel bir politika izleniyor.

Önceki bir seçimde uygulanan bir yöntem; şu veya bu nedenle olumsuz bir sonuç vermişse, öbür seçimde, sorgusuz ve sualsiz hiç tartışmadan, hemen o yöntemden vaz geçilebiliyor.

Bir örnek vermek gerekirse, bundan önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP Ekmelettin İHSANOĞLU'nu çatı aday olarak müştereken Cumhurbaşkanı adayı yaptı ve seçimi %51 gibi az bir oyla ERDOĞAN kazandı, çatı adayı da,o zamanki iktidarın adayı ERDOĞAN'ın aleyhinde bugünkü kadar olumsuz koşullar olmamasına rağmen, aslında %38 gibi azımsanamayacak bir oy almıştı.

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı seçimleri gündeme geldiğinde, muhalefet kanadında yer alan büyük bir çoğunluk: bir önceki seçimdeki olumsuz sonuç nedeniyle, aman bu sefer ayı yanlışı yapmayalım, çatı aday olmasın, her parti kendi adayını göstersin ki, oylar bölünsün ve dağılsın, bu suretle seçim ikinci tura kalsın ve ikinci turda muhalefetin adayı seçilme şansını yakalasın.

Biz yazdığımız makalelerde, her şeye rağmen ikinci turun garantili olmadığını, seçimin ilk turda sonuçlanması halinde sadece soğuk bir su içileceğini, Millet İttifakının kuvvetli seçilebilecek bir kişi üzerinde anlaşarak ortak bir adayla seçime girmelerini savunduk. Herkes bize yukarıdan baktı ve ağır yorumlarla karşılıklar verdiler. Kim haklı çıktı? İstemezdik ama, biz haklı çıktık.

Millet İttifakı; örneğin, İNCE üzerinde karar kılıp, İNCE tek başına muhalefetin ortak adayı olarak mücadele etseydi, bize göre, seçim nasıl olsa iş ikinci tura kalacak gevşemesine ve rehavetine kapılmayacak olan muhalif seçmenler, seçimlere daha fazla asılacaklar ve daha iyi bir sonuç alma şansı doğacaktı. Buna rağmen, ERDOĞAN seçilseydi dahi, ortak aday İNCE'nin aldığı oylar, bugün aldığı oylardan fazla olacaktı.

Bir de, en önemlisi ne olurdu biliyor musunuz? Temel KARAMOLLAOĞLU ve Meral AKŞENER Cumhurbaşkanı adayı olmadıkları için milletvekili seçilirler ve şimdi mecliste olurlardı.

Politikacı ve bir lider gücünü ve kapasitesini ve de haddini çok iyi bilmek ve gerçekçi olmak zorundadır.

Kimse gücenmesin, İYİ Parti ve lideri Meral AKŞENER; boylarına, poslarına ve kadrolarına, hiç seçim deneyimi yaşamadıklarına, çiçeği burnunda tap taze ve yeni bir parti olduklarına  bakmadan, kendilerini dev aynasında gördüler, anketlere ve meydanlara bakarak yanıldılar, CHP'nin desteğiyle seçimlere girebildiklerini unuttular, AKŞENER'in bir alternatif olabileceğine inandılar, sonunda ne oldu? Millet İttifakı olmasaydı barajın altında kalacaklar ve meclise dahi giremeyeceklerdi, AKŞENER de partisinden dahi daha az oy alarak, Cumhurbaşkanı olamadığı gibi, mevzuat gereği milletvekili olama imkanını elinin tersiyle iterek milletvekili dahi olamadı ve siyasi geleceğini büyük bir risk altına soktu.

CHP'nin oyları artmadığı gibi, oran itibariyle geriledi de, buna karşılık, CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı İNCE, partisinden daha fazla,%30 küsur oranında oy aldı.

Bu sonuç, CHP de haklı olarak bir lider tartışmasına ve arayışına kapı araladıysa da, gerçekçi bir yorum yaparsak, İNCE'nin partisinden fazla oy almasında, kendi performansının ve inandırıcılığının bir payı varsa da, bu fazla oylarda, uyguladığı taktikle KILIÇDAROĞLU'nun da katkısının olduğunu inkar etmek insafsızlık olur.KILIÇDAROĞLU; İNCE'nin önünü açmış ve parti rozetini çıkarttırarak, onu CHP destekli tarafsız bir Cumhurbaşkanı adayı olarak lanse etmiş ve bu nedenle de; CHP seçmeni dışında, Millet İttifakına dahil partilerin ve hatta HDP'nin bazı seçmenlerinin de oy vermesi nedeniyle, İNCE oy oranında CHP'ye fark atabilmiştir. İNCE'nin; bugün CHP'nin başına geçmesi ve yarın bir seçim yapılması halinde, aynı oyu alabileceği bize göre şüphelidir.

CHP'nin oy oranındaki gerilemenin bir nedeni de; duygusal nedenlerle İYİ PARTİ'ye ve baraj sorunu nedeniyle de HDP'ye kaptırdığı azımsanamayacak orandaki oylardır.

Bu değerlendirmeyi şunun için yapıyoruz. Hani, biz dahil, CHP'nin çoğu seçmeni, seçim sonuçlarına bakarak, KILIÇDAROĞLU istifa etsin ve koltuğunu İNCE'ye bıraksın diyoruz ya, bu söylemimizle, aslında KILIÇDAROĞLU'na haksızlık yapmıyor da değiliz.

KILIÇDAROĞLU; son seçimler öncesinde, gerçekten çok iyi çalıştı, iyi bir liderlik yaptı, iyi projelerle halkın karşısına çıktı, bugüne kadar ki en iyi seçim performansını ortaya koydu, iyi bir Cumhurbaşkanı adayı belirledi, iktidar tarafından seçime katılması önlenmek istenen İYİ PARTİ'nin seçimlere katılmasını sağladı, ancak buna rağmen, sonuç itibariyle ve yukarıda açıkladığımız nedenlerle seçmen çoğunluğu ile yıldızının bir türlü barışamaması, seçmen çoğunluğunun yaptığı ülke gerçekleriyle çelişen haksız tercih ve değerlendirmeleri nedeniyle, seçimi kaybetti.

Bize göre, iyi performansına rağmen, şu veya bu nedenle iyi sonuç alamadığı ve seçmenle yıldızını barıştıramadığı, seçmenin ön yargılarını kıramadığı için, KILIÇDAROĞLU; partisinin ileriye dönük menfaatlerini, daha öncelikli ve  üstün tutarak, onurlu bir şekilde istifa etmeli ve bir ilki gerçekleştirerek Türk siyaset tarihine ismini altın harflerle yazdırmalıdır.

Bu onurlu davranışı sergileyecek olan KILIÇDAROĞLU'nu, bugünkü toz duman içinde taktir edenler belki az olabilir ama, ileriki yıllarda, ileriki kuşaklarca, KILIÇDAROĞLU'nun bu onurlu davranışı, mutlaka layık olduğu değeri bulacaktır.

Aksi halde, en başta CHP olmak üzere, KILIÇDAROĞLU'nun kendisi de zarar görecek ve o da, diğer alıştığımız  politikacılar gibi, koltuğuna yapışmakla suçlanacaktır.

Güner Yiğitbaşı

27/06/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Mustafa Kemal’im - Gündüz Akgül
19 Mayıs 1919 da Osmanlı Paşası olarak çıktın Samsun’a
Paşa olmak umurunda değildi, ülken için yüreğin yananda
22 Haziran 1919 da Amasya Tamimini yayınlarken diyordun orada
"Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.".

Vatan için ölmeyi göze alan varsa arkamdan gelsin
“Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” diyen yine sensin
Havza yollarında arkadaşlarınla coşarak marş söylerken
Yer gök inledi, kurtuluşun başladığı yurtta duyuldu erken.

“Dağ başını duman almış
Gümüş dere durmaz akar
Güneş ufuktan şimdi doğar
Yürüyelim arkadaşlar.
Sesimizi yer, gök, su dinlesin
        Sert adımlarla her yer inlesin”
Duyuldu bu gür ses yurdun her bir köşesinden
Allah, Allah sesleri yükseldi her bir cepheden
Vatan sevgisiyle cepheye koşana dayanır mı düşman
Görsünler bakalım, yurtseverler mi yaman, düşman mı yaman.

Binlerce şehit kanı pahasına kurtuldu bu güzel vatan
Durmak yok dedin, başladı kuruluş aşaması ardından
Kuruluş aşaması zor geçti,  Kurtuluş Savaşından
Kuruluş, devrim demekti anlamak zordu biraz da ondan.

Kurtuluşta, Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i hep birlikti vatan için
Kuruluşta, devrimleri benimsemeyenler ayrıldı acaba niçin?
Devrimleri, anlamadı bazıları çekildiler kenara bunlar ne? diye
Anlayanlar toplandı arkanda, ortaya çıktı çağdaş Türkiye.

Senden sonra kenara çekilen karşıdevrimciler hep çalışırken
Bizler sahip çıkamadık devrimlerine yan gelip yatarken
Onlar yol aldılar, iktidar oldular, sevgini yok etmek isterken
Bu gidiş uyandırdı bizi, devrimlerine sarıldık yeniden.

Mustafa Kemal, Kurtuluşun simgesi olduğu için herkesindir
Atatürk, devrimlerin simgesi olduğu için devrimleri içselleştirenlerindir
Bunun için bazıları bir türlü Atatürk demek istemiyorlar
Aklınca böylece Atatürk’ü unutturmayı başardıklarını sanıyorlar.

Gündüz der ki;  sarı saçlı, mavi gözlü Mustafa Kemal’im
Ezelden beri bu cihana gelmedi inan senin emsalin
Sevgini hiç bir güç silemez nakış gibi işlenmiş yüreğimizden
Ant olsun ki vazgeçmeyiz ne senden, ne de eserlerinden.

Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı
(27.06.2018-İzmir)

Sevgili Dostlar,
Bir varmış, bir yokmuş diye öykü anlatmaya başlarla ya…
Bende, geleceğimiz olan gençlere Kurtuluş ve Kuruluşun öyküsünü anlatmaya çalıştım.
Başara bildimse ne mutlu bana.
Geç kalmadan, gelecekte Mustafa Kemal aydınlığında yaşamak için birleşip çoğalmalarını, iktidara gelip Atatürk ilke ve devrimlerini hayata geçirmelerini ve çocuklarına aydın bir gelecek bırakmalarını öneriyorum.

Doğumunun 125. Ölümünün 58. Yılında Eğitim Devrimcisi Tonguç  Anıldı
Ulusal Eğitim Derneği’nin her cumartesi günü düzenlemiş olduğu konferanslardan 23 Haziran 2018 günkü etkinlikte, İngilizce Öğretmeni, Doktora Öğrencisi F. Tuğçe Arıkan’nın sunumu ile Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç 125. Doğumu ile ölümünün 58. Yılında, Ulusal Eğitim Derneği salonunda, emekli öğretmen ve akademisyenlerin katılımları ile anıldı. 
F. Tuğçe Arıkan,(1) Tonguç’un çalışmalarını, eğitim anlayışı ve bazı ayırt edici yönlerini anlattı. Dr. Niyazi Altunya ve bazı katılımcılar Tonguç'u değişik yönleriyle ele aldılar.
Tonguç Baba’yı anarken Emekli Eğitimci Dr. Niyazi Altunya konuşmasında şunları söyledi:
İnönü’yü Öpünce Soruşturma Açıldı
Emekli Öğretmen Fatma Tazebay İnönü zamanı ile ilgili şöyle bir ilginç anısını anlattı;
-İnönü zamanında, başbakanken Polatlı’da ben öğretmendim, Polatlı’ya ilk defa atanmıştım. O sıralarda İsmet İnönü Polatlı’ya gelecek diye bir söylenti oldu ve sonra İnönü Polatlıya geldi. Ben de yeni öğretmendim, İnönü’yü karşılıyoruz, İnönü bize dedi ki, “el öpmek yok”; o zaman ben de sarıldım öptüm. (Salondan bayanlardan ooo”sesleri) “ondan sonra, olay bu kadar. Orası o zamanlar küçük bir yer, herkes tanıyor, genç bir öğretmen. Ondan sonra ben yollarda yürürken hep laf atıyor oğlanlar. “80 yaşındaki adama şapur şupur, bize de yarabbi şükür”. Tövbe estağfurullah, şu veletlere bak.
Aradan birkaç gün geçti. İlköğretim müdürü bana soru açtı. Demirel zamanı, ondan sonra; soruda diyor ki, “Siyasi bir kişiye yaklaşarak onu öptüğünüz görülmüştür, bir öğretmen olarak bu tavrınız memuriyete uyumlu değildir”, diye bir şeyler yazmış. Ben hiç bir şey bilmiyorum ki, yeni öğretmenim, cahilliğim üstümde.
Ben, bu resmi yazıya şöyle bir cevap yazdım, “ben İsmet İnönü’yü tarihi bir kişi olarak, bir devlet adamı olarak sarılıp öptüm, siyasal bir eğilimle ilgisi yoktu, benim davranışımın” diye yazdım. Onlar da bunu kabul ettiler, onlar da sert bir şey yapma niyetinde değillerdi. Benim başımdan böyle bir şey geçti, ondan öyle sıyırdık”.
Orada ilköğretim müdürü soru açmakla işgüzarlık yapmış, diye söylendiler.
Ulusal Eğitim Derneği Başkanı Nazım Mutlu başkanlığında etkinlik yürütülürken, Tonguç, eğitim devrimcileri, Atatürk, şehitlerimiz anısına saygı duruşu ve sunumcuyu tanıttıktan sonra, konuşmalara geçildi.
Tuğçe Arıkan konuşmasında şunları söyledi:
Doğumunun 125. Ölümünün 58. Yılında Eğitim Devrimcisi Tonguç  Anıldı
Köy Enstitüleri canlı bir şekilde önümüzde durmaktadır. Tonguç’un eğitimi çağımızın eğitiminin üzerinde olduğunu göstermektedir. Tonguç İlköğretim sorununu ele almış, bunu daha kapsamlı bir eğitim anlayışı ile yaymış, sessizce aramızdan ayrılmış bir eğitimcidir, eğitim bilimcimizdir”.
Burada emekli Eğitimci Dr. Niyazi Altunya’ya söz verilip özgeçmişi hakkında bilgi istendi. Niyazi Altunya Eğitimci Tonguç’un öz geçmişi konusunda şunları söyledi:
- Tonguç hakkında oğlu Engin Tonguç’un yazdığı 800 sayfa, Tonguç’u tanımak için temel kitap bu. Bu kitap’ta da, Aziz Nesinden, Yaşar Kemal’e Cevat Fehmi Başkurt gibi yazarlar, “Tonguç Baba” diye yazılar yazmışlar. (Başaran’dan  Tonguç Baba diye bir şiir okudu. Dört sene er olarak askerlik yaptırdılar, eşi intihar etti, oraya buraya sürüldü, bir aile dramı yaşattılar)
Tonguç bir göçmen ve bir köy çocuğu, büyük bir düşünür, çok şey okumuş. Batı ve Türk eğitimini biliyordu. İş eğitimi konusunda bilgi becerisi yanında Batı’nın sanayi devriminin metotlarını Türk köylüsüne uyguladı. Köylüden bir şeyler yarattı. Köyde demokrasinin olabileceğini, eğitimin hem kuramında bu topluma uygulanabileceğini kanıtlamış birisi idi Tonguç. Tonguç’un sınıf bilincini kaybetmemiş olması, Tonguç bir köy çocuğudur ve Rumeli’de bu gün Bulgaristan’da kalan Silistre’nin Tatar Atmaca köyünde doğmuş bir çiftçi çocuğu, okuma hasretiyle yanan ama babası tarafından okutulmak istenmeyen, ama annesinin yardımıyla okutuldu. Ankara’ya geldiğinde 21 yaşındadır. Yazdığı bir dilekçe ile Maarif Nazırı Şükrü Bey’in karşısına çıkar, “göçmen çocuğuyum okuma istiyorum”, der.” Şükrü Bey bunu Kastamonu öğretmen okuluna gönderir. Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Ne denizden, ne karadan gitme olanağı yoktur. Günlerce yürüyüşten sonra Kastamonu’ya varır. Bu yürüyüş, ilk defa Anadolu’ya geldiği için Anadolu’yu tanıma olanağı veriri. Daha sonra 9150 köyü gezerek bu tanıma daha çok gelişir. O dönem öğretmen okulunda başarılı olan 20 kişiyi Almanya’ýa gönderiyorlar, pedagoji öğrenimi için. Bir süre sonra mütareke imzalanır, hem Almanya çökmüştür, hem müttefikleri. Altı ayda Almanca öğrenir, çokça Almanca kitap okur, çeviriler yapar. Daha sonra Almanya’ya birkaç defa gidip gelir. Tonguç Babamızın yüksek öğrenim diploması yoktur. Buna rağmen bilgi donanımı bakımından çok güçlü olduğunu gördüm. Bize eğitim sosyolojisini dize bastıran kişidir. İsmail Hakkı Baltacıoğlu Tonguç’n da öğretmenidir. Köye giderek, araştırma ve gözlem yaparak sosyolojiyi bize suna kişidir.
Şükrü Bey Maarif Nazırı, İttihatçıların en uzun yıl bakan olarak yapan Maarif Nazırıdır. Emrullah Efendi’nin ölümünden sonra getirilir. Üniversite reformu yapmak için çaba gösteriri, 20 tane Alman profesör getirir, 1933 de tekrar bu yola dönülecek. Kabına sığmayan bir adam ve Cumhuriyet hükümeti valilik filan verip itibar vermek istedi ise de İzmir Suikastına katıldığı için idam edilir. Tonguç da çok üzülür, onu okula kaydeden bakandı, çok yetenekli, çok bilgili olan birisi, Tonguç’un bu sınıfsal kökeni.
Bu gördüğü eğitim kısadır ama kendini yetiştirmiştir. Sadece o değildir, bizim Fuat Köprülü, büyük bir tarihçidir, politik hayatı bir yana. O da öyledir üniversiteyi bitirmemiştir; Nurullah Ataç, bitirmemiştir. Ama bunlara kimse diplomasını sormaz, bunlar cumhurbaşkanı adayı olmadıkları için, diploma filan gerekmiyor (Burada salondan gülüşmeler) İyi yetişmiş kişiler, bir yönü bu.

Tonguç Baba Köy Enstitülerinin Mimarıdır
Doğumunun 125. Ölümünün 58. Yılında Eğitim Devrimcisi Tonguç  Anıldı
Üçüncüsü, Köy enstitüsünü özellikle kurgularken Kemalist rejime olan inancı, hatta Mahmut Makal, “eğitimimizin Atatürk’ü” diyor Tonguç için. Gerçekten de Atatürk’e ve ilkelerine hayran birisi Tonguç, onun en doğru anlayan birisi.
Bir de ülke gerçekliğini sürekli göz önünde tutması. Daha önce de köye öğretmen, sağlık memuru, tarım memuru yetiştirilmiş. Ama köye gitmemişler, giden de tutunamamıştır. Çünkü kendisi köyde yaşayacak” diyen yasa olmayınca hizmet de verilmemiş. Bu gerçeği her yönüyle, sadece kadar basit değil, iyi bir örnek, köy araştırmaları, incelemeleri ile bunları desteklemiş. Zaten ömrünün çoğu köylerde geçmiş, genel müdürken de öyle.
Tonguç’un bir de sanat eğitimcisi oluşu, gözden kaçar. Tonguç resim iş öğretmeni ressam değildi. Kurguladığı eğitim düzeninde sanat vaz geçilmeyecek bir şeydir. Mektuplarında da vardır. Köy Enstitülerinin hayatına sanat, müzik sinmiş oluyor; gündüz inşaatlarda çalışan çocuklar ara verdiklerinde müzikle uğraşıyorlar, mandolin keman çalıyorlar, zeybek, horon oynuyorlar. Müzikten başlayarak sanatın her dalında uğraş veriyordu enstitüler. Tonguç bunların hepsiyle ilgilenir. Aşık Veysel, Ali İzzet Özkan gibi halk şairleri enstitülerde usta öğretici olarak görevlendirilirdi. Böylece sanatın ve iş yaşamının her insanda yaratıcı gücünü ön plana çıkarmak için her türlü çabayı gösterdi”.
Tonguç’un Köy Enstitüleri, öğrenciler, köy gibi konularda öteki etkinliklerinden sonra
Öğretmen Tuğçe Arıkan sunumuyla konuşmasını şöyle devam sürdürdü:
Doğumunun 125. Ölümünün 58. Yılında Eğitim Devrimcisi Tonguç  Anıldı
“-Tonguç ölümünde önce 1960 yılında yazdığı bir yazısında anlattığı konuları bütünsel olarak ele alan, inceleyen gerçekçi, anlamlı incelemeleri olan bir eğitim bilimcimiz.
Ben bu gün Tonguç’un canlandırma ve iş odaklı konularına değineceğim. Tonguç’un gezi yazıları, gezi notları, genelgeleri, kanun tasarıları mektupları, kültür sanat anlayışı, köy enstitüleri başlı başına bir mucizedir.  Derslerine mi, binalarına mı, ders programına mı bakalım, oradaki misafir yabancı insanlara mı, tarihsel olayları bütünlüğü içinde gerekçeleri ile anlatılması, incelediği kitaplar, hepsi başlı başına incelenmesi gereken konular.
Bunlardan iki tane unsura yönelmeyi düşünüyorum. Oğlu Dr Engin Tonguç’un babası hakkında, en çok heyecanlandıran yer köy enstitülerine bağlı kalmadan sadece Tonguç’ a bağlı kalarak İsmail Hakkı Tonguç üzerinde durmak istiyorum.
Bu arada oğlu Dr Engin Tonguç’un perdeden görsel dinletisi konuşması sunuldu. “Tonguç’un çocuklarını yetiştirmeyi, tohuma, tohumu toprağa ekmeyi, büyümesine izlemeye, ürün vermesine benzetiliyor. Ayrıca öğrencilerin deneysel öğrenme, katılım, yönlendirilmiş katılım, sosyal hareketleri öğrenme, bağlam içinde öğrenme bunların hepsinin toptan 90 yıl önce harmanlandığını, yapıldığını biz de duygulandığını, bu ortamların hepsini görüyoruz. Tonguç’un kurduğu, uygulama yaptığı köy enstitüleriyle bir serçiçeğe benzetiyor Engin Tonguç. (Engin Tonguç, görsel sunumda şunları söylüyordu): “Köy Enstitüleri Dünyada Tek; insanlık kurtulacaksa Köy Enstitüleri gibi kurumlar gerekli. Bunu eğitimcilerimiz, büyüklerimiz sağladılar, sağlamışlar, fakat kaybettik”.
1893 de doğan Tonguç 1909 da İstanbul’a geliyor, sekiz kardeşinin de en büyüğü. Tonguç soyadını en büyük evlat anlamına geliyor, en büyük erkek güçlü evlat anlamına geliyor. “Benim küçük Tonguç’um” diye severmiş dedesi zaten. 34 yılında soyadı kanunu olduğunda kendisine “Tonguç” soyadını alıyor.
Onun toprağa verildiği gün, Cebeci’de, eve geliyorlar Tonguç ve arkadaşları, Emek’teki İsmail Hakkı Tonguç’un evine geri geliyorlar. Evde bakıyorlar yeni yazılar, Eğitim bakanlığına, 1960 ihtilalından sonra, yeni anayasa için, daha o halde de hala notları var, o notlara dayanarak son ana kadar sorunlarla ilgilenmiş.
Tonguç’un son yazısında eğitimin zorunlu ve parasız olması vurgusu var. Bu okullarda eğitim hakkına vurgu yapıyor, eğitime katılan her öğrencinin çağdaş, laik, okullarda uygulayacak öğretmenlere kavuşma bu öğretmenlerden her vatandaşın yararlanma hakkına sahiptir, şeklinde kalem aldığı yazısı var.
Doğumunun 125. Ölümünün 58. Yılında Eğitim Devrimcisi Tonguç  Anıldı
Eğitim hakkı, özellikle yoksulların eğitim hakkına her zaman ulaşamayanların eğitimi Tonguç’un har zaman hareket noktası. Her katmandan olursa olsun her çocuk yeteneğine göre okullarda eğitim görme hakkına sahiptir. Normal olan çocuklar ve normal olmayan çocuklar durumuna göre eğitim almalılar. Bu konularda çok detaylı anlatan yazıları var.
Engin Tonguç’un da yazdığına göre, babası İ.Hakkı Tonguç’un vefat ettiği masanın üstünde bırakılan metin, uzun bir metin, gönderiyorlar arkadaşları yeni anaysa yapanlara ama yeni anayasaya eğitimle ilgili yeni bir unsur da girmiyor. İsmail Hakkı Tonguç’un bu yazısı girmediği gibi herhangi ilerici bir hüküm de girmiyor. Fakat çocukluğundan itibaren farkında olduğu eğitimle ilgili sorun içinden çıktığı sorun varmak istediği bir amaç.
17 kitap yazmış 17 kitabın içinde kendisinin de anlatım tarzı üçgenler ve piramitler, Hürrem Arman’ın da kitabının da piramit olmasının da tabi bir ilgisi olsa gerek. Benim sunumumda da böylesine bir üçgen var. Üçgen içinde eğitim anlayışının nasıl olması gerektiği, içinde nelerin olması gerektiği, anlattığı üç ayrı kitap yazmış zaten. Kitapları arka arkaya incelediğimizde, görüyoruz ki iş ve meslek terbiyesinde eğitim bilimi anlayışını anlatmış. Köyde eğitim nasıl bir eğitim olacak ve eğitim yoluyla canlandırılacak köy nasıl olmalıdır, köyde nelerin olması gerektiğini anlatan. Tabi 1920 lerde Kemalist ve Cumhuriyet ikisinden gitmesi Tonguç’un köy okullarının önemini de artırmıştır. Ulusu aydınlatma ve çağdaşlaştırma ülküsü olan öğretmenler toplumsal dönüşüm sağlayacak ve bunların tohumunu ekeceklerdir.
Mahmut Makal’in bir videosunda şöyle diyor: “Köy enstitülerinin niçin kurulduğunu ne yapmak istediğini bize bir cümleyle anlattı sanki, Tonguç’la benim aramda geçen bir şey, Öğretmenimiz Mumtaz Sayın Yurt Bilgisi öğretmeni, ders Yurt Bilgisi, öğretmene bir dakika, sen otur, ben çocuklarla ilgileneceğim. Tonguç beni kaldırdı, ben de köyede biraz çekincem var. Öyle umulmadık, tanınmadık insanların karşısında biraz sıkılırım, sesim bile değişir. Orada sesim de çıkmadı, Tonguç döndü öğretmene dedi ki, çocuğu kusurlu saymıyorum, size düşen iş bunları konuşturmaya alıştırmak, düşünmeye alıştırmak ve düşündüğünü söylemeye alıştırmak. Yedi asırdır sustukları için bunu yapmanız gerekir. Köy enstitülerindeki temeli sanırım bu. O düşünmedim, bir ay sonra, iki sene sonra düşünmüşümdür. Bunu hiç unutmadım”.
Toplumsal dönüşüm ve dönüştürme konusunda, dönüştürme toplumsal özgürlüğün bilinçlendirme özgürlüğünün,
Doğumunun 125. Ölümünün 58. Yılında Eğitim Devrimcisi Tonguç  Anıldı
Eğitimin ders dışında çeşitli öğrenme ortamlarında iş yerinde toplumsal hareketlerde, en formal öğrenme programlarında günlük hayatın içinde ve mesleki eğitimin içinde yer alan bir yaklaşım. Bu yaklaşım, Amerika’da Jek Meziro tarafından yasallaştırılıyor, toplumsal paradigmaları fark etmesi bireyin sonucunda sorgulaması, “neden be bu şu andaki toplumsal sorunu yaratan bu ortaya çıktı diye sorgulaması, yeniden yapılandırmasını isteyen bir süreç. Bu sürecin sonunda dönüşen ve daha iyiye giden bir toplum olduğundan bahsediliyor.
Bu kuramlar daha sonra bir kuramcı tarafından sunuluyor. Tonguç’un farkı, kurguyu yaptıktan sonra da altını çok başarılı bir şekilde yine tek başına, kimi yöntemleri, sınıf içi etkinlikler, sonuçlar, hedefler öğrencinin görevi, öğretmenin görevi, yoklamalar, notlar, notlandırmalar, vs hepsini ele aldırmasından dolayı Tonguç, had safhada iş okulu, iş eğitimi kavramı, çoktan dönüştürücü öğrenmeyi, pratik etmiş bir eğitimcimizdir.
Bu bağlamda eski okul ve yeni okul kavramlarını karşılaştırma sürdürüyoruz. Eski okul fikrini ilköğretim Genel Müdürü olunca bakana rapor olarak sunuyor. Ve kafasındaki geleneksel okuldan mezun olan sanayi devrimine hizmet eden, sanayiye hizmet eden bir çocuk değil, yapay bir okulda enseden yapan bir öğrenci değil; daha doğru merkezden ders yapılıyor, öğretmen merkezli, durmadan laflarla anlatılıyor, birisi laf da söylüyor. Öğrencide onaylama prosedür. Doğa işbölümü olan, yaparak öğrenilen, öğrenci merkezi, düzlem ve deneye dayanan, özgür düşünce bir eğitimden bahsediyoruz, tabi eğitim kavramı okulunda nüfusunun yüzde 80 i öyle olması, ilköğretim çağına gelmiş, ancak. Fireye yara. Bu yeni okul, demiştik. Bu yeni okulda enseden eğitimi poşu gibi eşyaları laflarla anlatılıyor, birisi dinliyor, birisi laf söylüyor. Öğrencinin onaylayıcı pozisyonu var.
Yeni okulda ise, doğal işbölümü olan yaparak öğrenilen öğrenci merkezli, gözlem ve deneye dayanan özgür düşüncenin olduğu bir eğitimden bahsediyoruz. Tabi bu eğitim kavramının bu yeni okulun da, nüfusunun yüzde 80 inin ilköğretim sorununun olması zamanlarda çeşitli sebepleri var, kentteki öğretmenler gelmiyor, gelseler de köye kalmıyor. Ancak çok kısaca söylersek, köye faydalı bireyler ancak köyün içinden çıkan bireyler olacak.
Bu yeni okul enseden eğitim yapan değil, ezberci değil, öğretmen merkezli değil önürdeşme-rekabetçi bu gün eleştirel ekonomi dergisinde rekabetçi diye bahsettiğimiz kavramların tabi ki eleştirisini o zamanlar kendisi de yapmış, rekabet etmek yerine yardımlaşan bir öğretim sisteminden bahseden yazıları var. Hem öğrencinin hem öğretmenin kendi kendisinin yetiştirdiği, yani öğretmen olarak Köy enstitüsünden mezun oldunuz köye gittiniz,  sizin hala kendinizi yetiştirme göreviniz ilerletme göreviniz var. Yaşamın kendisinde yaşamla beraber bütünleşen bir okuldan bahsediyoruz. Dolayısıyla kurguladığı, incelediği, fırsat kolladığı ve uygun zamanlarda bakanlara sunduğu yazılar raporlar gösteriyor ki, Tonguç gerçekçi bir eğitimci. Bir imkânsızın, bir ütopyanın peşinden koşan bir eğitimci değil. Bu özgünlüğü aynı zamanda bizim de doktora programlarımızda eleştiren, eleştiren pedagoji burada da birçok anlatımlar yapıldı. Kavramıyla da ilişkili, 90 yıl önce Tonguç’un eğitim anlayışının içinde olduğunu görüyoruz”.
Fakat Tonguç olayları daha bütünsel daha detaylı aldığı için daha özgün bir eğitimci”.
Sunumdan sonra karşılıklı soru ve tamamlamalarla Tonguç’u anma günü sona erdi.

Cevat Kulaksız


Cevat Kulaksız  
SONNOTLAR
İsmail Hakkı Tonguç Kimdir?                                                                    
İsmail Hakkı Tonguç; (Bulgaristan/Silistre 1897 – Ankara 1960). İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nu bitirdi (1918). Almanya’da öğretmenlik uzmanlığı için çalıştı. Birçok ilde çalıştı (1919-1925) resim-iş öğretmenliği), MEB Pedagoji Müzesi’ni örgütledi, yönetti (1926-1935), en önemli etkinliğini daha çok İsmet İnönü’nün cumhurbaşkanlığına rastlayan yıllarda ve ona kabul ettirdiği ilkeler doğrultusunda Köy Eğitmenleri tasarısını (1936) uygulatıp Köy Enstitüleri’ni kurmakla gösterdi (1936-1946, İlköğretim Genel Müdürlüğü). Köye emek vermekten kaçmayacak köy çocuklarını iş içinde eğitip çok işlevli öğretmenler haline getirmeyi amaçlayan bu çalışmalar, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en önemli eğitim atılımı sayıldı, politik kargaşanın din sömürüsünün ön plâna çıktığı yıllara kadar (1940-1946) yurdumuzda kurulan Köy Enstitüleri verimli ve güçlü bir insan kaynağı oluşturdu. Saffet Arıkan ile Hasan Ali Yücel’in eğitim bakanlıklarına rastlayan bu yıllarda yirmi kurum örgütlendi (% 50 kuramsal ders, % 25 tarımla ilgili, % 25 teknik alanlarda). Partiler çekişmesi sırasında bu görevinden alınarak geri plâna itildi (Talim ve Terbiye Kurulu Üyeliği 1947-1954) emekli oldu.
Başlıca eserleri: İş ve Meslek Terbiyesi (1933), Almanya Maarifi (1934), Köyde Eğitim (1938), İlköğretim Kavramu (1946), Eğitim Yoluyla Canlandırılacak Köy (1947), İş Eğitim İlkelerine Göre Hazırlanmış Öğretmen Ansiklopedisi (1949), Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü (1953), Pestalozzi Çocuklar Köyü (1960) vb.
Tuğçe Arıkan Kimdir? 1968 Ankara doğumlu. İlkokulu Çanakkale’de, Ortaokul Liseyi Çanakkale’de bitiren Arıkan H.Ü. İngilizce Bölümünde öğrenimini bitirdikten sonra 1993 Yüksek Lisansını ODTÜ İngilizce öğretmenliğinde yaptı. AÜ. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yetişkin Eğitimi ve Yaşam Boyu Öğrenme Bölümünde Doktora programında tez aşamasında olan Tuğçe Arıkan  Bir taraftan da İngilizce Öğretmenliği yapmaktadır, 20 yıldır. İlgi alanları Köy Enstitüleri Tonguç, Öğrenme Kuralları, Yetişkin Eğitimi gönüllülük.

24 Haziran Seçimlerinin Yorumu - Güner Yiğitbaşı
2002 Yılında yapılan seçimlerle iktidarı eline geçiren AKP ve Erdoğan'ın, bunun devamında da kazandığı, bizim sayısını unuttuğumuz seçimler göstermiştir ki; seçimlere, iktidarda iken, tüm iktidar olanaklarını acımasızca ve sonuna kadar kullanarak girmek, büyük bir avantajdır.

Bizim halkımızın çoğunluğunun demokrasi, insan hak ve özgürlüklerinden ziyade, kendisine devlet imkanlarıyla verilen mütevazi yardımlarla, yarı aç ve yarı tok bir vaziyette, karın tokluğuna yaşamlarını sürdürebilmeyi daha üstün tuttukları anlaşılmıştır.

Halkımızın güce, siyasi kudrete ve üstünlüğe önem verdiği ve iktidar gücünü kendi benliğinde hissederek, bu güce oylarıyla katkı vermekten haz duyduğu anlaşılmıştır.

Bu nedenle, halk çoğunluğun; AKP'nin dümen suyuna giren MHP'nin, bu seçimlerde eriyeceğine, bir varlık gösteremeyeceğine, oylarının çoğunu İyi Partiye kaptıracağına, yüzde 4 bandında oy alacaklarına, barajı aşacak oyu dahi toplayamayacaklarına dair tahminleri tutmamış, MHP tabanı, siyasi iktidar ile işbirliği yapan Cumhur İttifakı kuran ve kazanılacak bir seçim sonunda AKP iktidarına ortak olacaklarını, iktidarın gücünden ve nimetlerinden kendilerinin de yararlanacaklarını düşünerek, partilerini desteklemeye devam edip, seçimden MHP'nin yaklaşık elli civarında milletvekili kazanmasını sağlamışlardır. Bu sonuç, halkımızın, mevcut siyasi iktidarın gücünün yanında yer almaktan haz duyduklarını açıkça göstermiştir.

Bu seçimin gerçek kazananı Bahçeli ve partisi MHP olmuştur.

Bahçeli'yi benim de içlerinde bulunduğum büyük bir kesim, teslimiyetçi, iktidara koltuk değnekliği yapan politikası ve stratejisi nedeniyle eleştirmiş ve Bahçeli'yi, partisini yok eden bir lider olarak yaftalamıştır. Maalesef yanılmışız. Bahçeliyi aslında siyasi etik olarak eleştirsek de, seçimin sonuçları göstermiştir ki; kendisi ve partisi adına çok iyi bir politika ve strateji uygulamış ve kendisini eleştirenleri yanıltmayı başarmıştır.

Bahçeli ve MHP milletvekillerinin oyları, Mecliste kilit oy niteliği kazanmıştır.

AKP ,301 Milletvekilliğine ulaşamadığı için tek başına iktidar olamamış ve MHP'ye mahkum hale gelmiştir.

Muhalefet açısından da durum farklı değildir, muhalefet de çoğunluk oylarını ancak Bahçelinin MHP'sini yanına alarak sağlayabilmektedir., bu durumda Bahçeli ve MHP hem iktidar ve hem de muhalefet için, adeta her kapıyı açabilen maymuncuk parti haline gelmiştir.

AKP, gerilemiş, tek başına meclis çoğunluğunu kaybederek, Cumhur İttifakına devam etmek durumunda kalmış, adeta  MHP''nin ağzına bakan ve Bahçeli'nin sürpriz çıkışlarının muhatabı olacak hale gelmiştir.

HDP barajı aşarak seçimden başarıyla çıkmış ve ülkenin üçüncü partisi olmayı başarmıştır. HDP'nin baraj altında kalmayarak meclise girmesi ve demokratik meşru sistem içinde yer alması, sevindirici ve ülkenin yararına olmuştur.

İyi Parti, resmi olmayan sonuçlara baktığımızda, kırk beş civarında milletvekilliği kazanarak meclise girmiş ve grup oluşturmuş ise de; bize göre, bu seçimin kaybedenlerinden birisi olmuş, büyük iddialarla Cumhurbaşkanı adayı olan, yine bize göre, partinin kurucularından Koray AYDIN tarafından bu adaylığa adeta itilen ve zorlanan genel başkan Meral AKŞENER, partisinden daha az oranda oy alarak partisinin gerisine düşmüş, cumhurbaşkanı adayı olduğu için yasa gereği milletvekili de olamayan ve meclisin dışında kalan, bu nedenle mecliste grubunun başında bulunamayacak olan Meral AKŞENER'in bu durumu, kısa süre sonra, genel başkanlığını tartışılır hale getirecek, milletvekili olup da gözü genel başkanlıkta olan  sivri kişiler tarafından Meral AKŞENER'in genel başkanlık koltuğundan düşürülmesi mücadelesi başlatılabilecektir.

Saadet Partisine gelince, genel başkanı KARAMOLLAOĞLU'nun kararlı ve ilkeli beyanlarına ve duruşuna rağmen, maalesef halkımızın güce tapma ve güçlünün yanında yer alma özelliği nedeniyle, alacağı oylar ne olursa olsun baraj problemi olmamasına rağmen, muhafazakar kanat, iktidar olamayacağını, Cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini bildikleri Saadet Partisi ve liderine gözlerini kapatmışlar ve oylarını esirgemişlerdir. Saadet Partisi ve lideri, sandıkta hiçbir varlık gösterememiş ve Millet İttifakına ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalmasına hiçbir katkı sağlayamamıştır.

Doğu PERİNÇEK ve partisi Vatan Partisi; bizi yine yanıltmamış ve seçimde hiçbir varlık gösterememiş, partiye ve PERİNÇEK'e verilen marjinal oylar çöpe giderek, az da olsa  iktidar partisine katkı sunmuştur. PERİNÇEK artık bu inadından vaz geçmeli ve daha akıllı ve mantıklı politikalar uygulamalıdır.

Gelelim ana muhalefet partisi CHP'ye. Oylarını, yine kemikleşmiş oranların üzerine taşıyamamış, seçimin kaybedeni ve müzmin ana muhalefet partisi olarak kalmıştır.

Bize göre bunun en önemli sebebi, CHP'ye yönelik; ATATÜRK döneminden itibaren yapılan acımasız ve yalan beyan ve iftiralardır. ERDOĞAN'ın, daha doğmadığı halde tek parti döneminde 75 kişilik sınıflarda okuduğuna ilişkin beyanı dahi kendi lehine prim olabilmiştir. AKP'nin başarısı ve CHP'nin başarısızlığının en önemli nedenlerinden biri de, AKP'nin iktidar olanaklarını çok iyi kullanması, en başta devlet televizyonu olan TRT olmak üzere, görsel ve yazılı basında tekel oluşturarak, dördüncü güç olan Basından tek yanlı olarak yararlanmasıdır.

CHP yönetiminin; kendinden kaynaklı, eleştirilecek çok yönleri de var tabi. CHP'nin  Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İNCE'nin, CHP'nin oylarını delerek, partisinden daha fazla oy almış olması da, CHP'nin mevcut yönetiminin eksikliğini, partiyi yeni stratejilerle Anadolu’nun tüm illerinde güçlü hale getirememelerinin, seçim kazanmalarının önündeki en büyük engel olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Bu seçim sonuçları, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'na bir görev ve sorumluluk yüklemiştir. Buna göre, KILIÇDAROĞLU derhal, onurlu bir şekilde parti genel başkanlığından istifa ederek, partisinin seçimli olağanüstü kurultayını toplamalı ve  koltuğunu, seçimlerde yeni bir rüzgar estiren, CHP'nin aldığı oyların çok üzerinde oy alan Muharrem İNCE'ye bırakmalıdır.

Seçimlerin; tüm eşitsizliklerine ve eksilerine rağmen, milletimize ve seçilenlere hayırlar getirmesini diliyoruz.

25/06/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Muhteşemsin Gavur İzmir - Güner Yiğitbaşı
Muhteşemsin Gavur İzmir.

Muhteşemsin Gavur İzmir'li.

Yine, yapacağınızı yaptınız ve tüm Türkiye'ye örnek oldunuz.

İzmir ve İzmir'li; sen gavurluk yapmaya, gavur olarak kalmaya devam et lütfen. Gavurluk sana gerçekten çok yakışıyor.

Bu ülkenin Gavur İzmir'e ve daha başka Gavur İzmir'lere gerçekten ihtiyacı var.

Demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini, laikliği, hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrımına dayanan parlamenter demokrasiyi ağızlarına almaktan korkanlar, İzmir'imizi bu üstün vasıflarıyla nitelendirerek anmak yerine, kısaca ve üstü kapalı bir şekilde gavurlukla suçlamayı tercih ediyorlar.

Laiklik ve demokrasi karşıtlarının; İzmir'imizi anarlarken, İzmir ve İzmir'liden bahsederlerken, İzmir'in önüne ekleme gereği duydukları “gavur” kelimesi; demokrasiyi, laikliği, insan hak ve özgürlüklerini, yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrımını, parlamenter demokrasiyi simgelemektedir. Bu nedenle biz İzmir'liler, gavurluğumuzla gurur duyuyoruz, ne mutlu gavur İzmir'liyim diyene.

Muharrem İNCE'yi ağırlayan ve bağrına basan dün meydanlardaki o iki buçuk milyonluk Gavur İzmir Halkı, kelimenin tam anlamıyla muteşemdi, coşkulu ve AKP iktidarının yolcu edileceğinin, parlamenter demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla yeniden tesis edileceğinin müjdesini veren habercileriydi.

Dün, sadece  Gavur İzmir'in kurtuluşunun değil, tüm ülkenin, insan hak ve özgürlüklerinin, parlamenter demokrasinin, yargı bağımsızlığının, laikliğin yok edildiği tüm Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluşunun müjdelendiği gündü.

Doğma büyüme İzmir'li olmamakla birlikte, çok uzun senelerden beri bu ilde oturuyor, yaşıyor, çalışıyor ve yerleşmiş olmam nedeniyle, ne kadar gurur duysam azdır.

Ülkemizin, Karadeniz'inde, İç Anadolu’sunda, Doğu Anadolu’sunda ve Güneydoğu Anadolu’sundan da, çok değil birer tane daha Gavur İzmir çıkabilse, bu ülkenin gökkubesinin altında, demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, hukukun üstünlüğünün, laikliğin, yargı bağımsızlığının, kuvvetler ayrılığının, zerre zarar görmesi asla mümkün olamaz.

Dünkü Muharrem İNCE mitinginde toplanan o muhteşem ve coşku dolu yaklaşık iki buçuk milyon kişilik Gavur İzmir'li; demokrasiden yana olanların umudu, demokrasi karşıtı tek adam yanlılarının ise, korkulu rüyası olmuştur, meydanlarda toplanan yaklaşık iki buçuk milyon Gavur İzmir'li,24 Haziran demokrasi şöleninin öncü habercileri ve simgesi olarak sürekli hatırlanacaktır.

Her zaman olduğu gibi; yine, demokrasi tarihine not düştün ve kendine altın bir sayfa açtın benim Güzel ve Gavur İzmir'im ve İzmir'lim.

Ne mutlu Gavur İzmir'e ve Gavur İzmir'liyim diyene.

22/06/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

İslam ülkelerinde olsun, başka ülkelerde olsun, insanların ölülerine ve mezarlarına karşı büyük saygıları vardır. Her topluluğun, her dinin kendilerine göre saygı duydukları ve özenle yaptıkları farklı mezarları vardır. Şimdi size tarihimizden farklı dört ilginç mezar bir de mezarsız kişi sunacağız.
1.MEZAR:   Ehli-Beyt
Kerbela olayı İslam Tarihinde yüzyıllar süren ve günümüze kadar gelen öylesine acılara, nefrete, kine, huzursuzluğa neden olmuştur ki, bunun etkisi günümüzde bile halen devam etmektedir. Aleviler, Caferiler, Şiiler daha öteki mezhep ve İslâm toplulukları, Kerbelâ olaylarının yıldönümünde, sırtlarına vurdukları zincirlerle Hz. Hüseyin ve katledilen öteki Ehli Beytin acılarını yaşamak istemekteler. Tüm bu ayrıntıları tarihin acı sayfalarına bırakarak, asıl konumuza dönelim.
Yıl H.803 M.1400 Timur, cesur ve zalimliğinde Moğol Ordularını aratmayacak bir dehşetle (kendileri hem Türk hem İslam toplumu olmalarına karşın) Anadolu ve öteki İslam devletlerini istila ve talanla tepeliyorlardı. Direnen, karşı duranları kılıçtan geçiriyorlar, direnmeyenlerin bile ordusunun istihkakı için mallarını talan ediyorlardı. Uğradıkları her kale ve şehirleri yakıp yıkarak (Tarihçi Hoca Sadettin Efendinin Tacu’t Tevarih adlı tarih kitabında“değirmen taşından başka taş üstünde taş bırakmadılar dediği gibi) talan ederek böylece Şam’a doğru yöneldiler.
Timur ve askerleri 803 (M1400 de) Şam’a geldiler. Şam’da, Kerbelâ olayını yaratan Peygamber sülalesini katledip İslâm’a büyük nifak sokan Emevi Halifesi Yezidin mezarını buldurdu. Timur Han, Ehli Beyte sevgi duyan bir kişi olarak, “ben Yezit taraftarıyım” diye Şam sokaklarında tellallar bağırttı. Ne kadar Yezidi varsa Timur’un sözüne inanıp geldiler. (Timur tarihin en kurnaz hükümdarlarından biriydi, kurnazlığı ile nice hasımlarını, düşmanlarını dize getirmiştir) Hepsini Ümeyye camisine doldurup kimisin kılıçla, kimisini de yakarak katletti. Yezit’in kabrini açtırdı, kemiklerini yaktırdı, mezarının içini askerlerin pisliği ile doldurdu, yani askerler sıra ile mezara pislediler. Bu müthiş acı ve kin günümüzde bile devam etmektedir. Tarihin en garip mezarı Yezid’in mezarı oldu.(1)
2.MEZAR:  Şeyh Bedreddin (1358–1420)
Gerçek iktidar, insanlar üzerinde değil, yürekler üzerinde kurulur.” Şeyh Bedreddin
Dört Mezar Bir de Mezarsız Kişi
evrendeki güzellikler tanrının yerdeki şavkımasına dayalı Vahdet-i Vücut” görüşü yayılmaya, buna inanan müritleri de artmaya başlayınca halk isyan etti. O zamanki dünyanın bilim yerlerini dolaşarak bilim adamları ile bilim yerlerinden çeşitli ders ve bilgiler alan ve Timur’un Tebriz’deki sarayında da bulunup bilimsel toplantılarda başarılar kazanıp görüş ve düşüncelerinden korkan cahillerin şikâyeti, iftira ve kışkırtmaları ile 1420 yılında şimdiki Yunanistan’ın Serez kentinde yakalanıp idam edildi ve oradaki tekkesinin bahçesine gömüldü.
Ahlak ve insaf ölçüleriyle bağdaşmayan Osmanlı’nın en çok katl fetvası veren Şeyhulislam Ebussuud Efendi, fetvasında şöyle diyordu: “Bedreddinciler dinsizdir, karılarını müşterek kullanırlar; malı haram, kanı helal”.Ebussuud Efendi’nin böyle bir fetva vermesi çok ilginçtir, çünkü babası da Bedreddincidir.
İşte asıl konumuz olan mezarı idam edildiği Serez’de idi. Aradan 600 yıl geçer. Yurdumuz Kurtuluş Savaşından önce işgal edilmeye başlayınca, devletin dışladığı, hakkında “dinsiz, kâfir”diye suçlanılan, dedikodular çıkarılan bu bilgiç filozofun,  “mezarı düşman ayağının altında kalmasın”  diye, düşman ilerledikçe (ve de Türk Halkı bu hazin bir şekilde katledilen filozofunu seviyor olmalı ki) mezarından kemiklerini özenle çıkarıp, (vatanın daha emin yerlerinde gömülmesi için) İstanbul Topkapı Sarayı’na getirilir. Katledilen bu tasavvuf filozofunun kemikleri Topkapı Sarayı’nda çinko tabut içinde kırk yıl bekletilirken, nereye nasıl defnedileceği düşünülür. Sonunda 1961 yılında,  bu gün Çemberlitaş’daki Sultan Mahmut’un türbesi önüne gömülür.
Komünist düşünceler taşıdığı ve dinsizlikle kâfirlikle suçlanılan bu filozof Osmanlı aydınını Türk halkı unutmaz. 500 yıl anlatılıp tartışılan Şeyh Bedrettin’e Türk Halkı, kemiklerine de olsa sahip çıkıyor. Düşman ayağı basmasın diye, 1923 de imzalanan Lozan Antlaşmasından sonra uygulanan zorunlu göç nedeniyle Serez’li Türkler, Şeyh Bedreddin’in mezarını açıp kemiklerini bir çinko kutu içinde Türkiye’ye getirdiler. Yetkililer onu önce Sultan Ahmet Camii’nde bir dolaba koydular. 16 yıl sonra Topkapı Sarayı’na naklettiler. 23 Ekim 1961 tarih 5/1840 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile de Sultan Mahmut Türbesi’nin dışında kuytu bir duvar dibine defnettiler. Böylece mezarı kaybedilmiş oldu.(2)
Bizde ta o zamanlardan beri fikir ve düşünce daima kaba kuvvetle bastırıldı, bunu günümüzde bile en kötü örneklerini yaşıyoruz.   
Anadolu Tasavvuf erenlerinden Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin (1358–1420) Anadolu Sünnilerini kızdıran, ortak milliyet, çağında pek insanların anlamadığı, “
3. MEZAR: Ahmet Yesevinin Mezar Çilehanesi
13.10.2006 günü Cuma namazını kılmak için Ankara Ulus civarında Denizciler Caddesindeki köşe başında küçük bir camiye gittim. Merkezi sistemle verilen bir vaazda hoca peygamber sevgisinden bahsederken şunları söylüyordu:
Peygamber sevgisi Büyük Türk Düşünürü Ahmet Yesevi’de o kadar kuvvetli idi ki anlatılamaz. Peygamberimiz 63 yıl yaşadı; Ahmet Yesevi 63 yaşına geldiğinde, peygamberden fazla yaşamayı içine sindiremediğinden, bir mezar kazdırdı, bundan sonraki ömrünü bir mezarda geçirdi. İşte böyle olmalı peygamber sevgisi”.(3)
Büyük Türk düşünürü “Pir-i Türkistan” denilen Ahmet Yesevi (1093-1166). Bu vaazin anlattığı doğru ise, Ahmet Yesevi on yıl mezar gibi bir yerde yatmış olmalı.
“Türkistan Hocası” unvanıyla tarihe geçen Ahmet Yesevi Hz. Muhammed’i çok severdi. Hoca Ahmet Yesevi, Peygamber 63 yaşında öldüğü için kendisi de 63 yaşından sonra dünya nimetlerinden uzaklaşmak istedi.
Zakir olup, şakirt olup Hakk’ı buldum,
Dünya ahret haram kılıp ezip teptim,
Divane olup, rüsva olup candan geçtim,
Gamsız olup yer altına girdim işte”diyerek evininavlusuna kazdırdığı bir hücreye girip inzivaya (Tanrı ile hemhal olmaya) çekilerek ünlü “Hikmetleri’ni burada yazdı ve
İslam dinine tasavvufu kattı...    
Ahmet Yesevi, kendine “şeraitçi” diyenlere karşı şöyle diyordu: “
“Oruç tutup halka riya eyleyenleri,
Namaz kılıp tesbih ele alanları,
Şeyhim diye başka yola sapanları
Son anda imanında ayrı eyledin”diyerek şeriatçı sahte din adamlarını yeren Hoca Ahmet Yesevi, diğer yanda şeraitçi mollaların katlettiği Hallacı Mansur’u sahiplenecek kadar da şeriatın katı kurallarına karşı çıkmıştır. Örneğin Hallacı Mansur’u şeraitçi mollalara karşı şu cesur dizeleriyle savunmuştur:
Mansur dedi: “Enel-Hak! Erenlerin işi ber-hak
Mollalar derler: -Na Hak! Gönlüne yaman alıp                    
Deme “Enel-Hak” diye, Kâfir oldun Mansur diye
Kuran’da budur diye, öldürdüler taş atıp
Bilmedi ol mollalar, Enel-Hak anlamını
Kal ehline hal ilmin, Hak görmedi münasip”.
Ahmet Yesevi, şeriatçı mollalara inat, ibadetlerine kadınları da katardı. Bu Türk geleneğini Hacı Bektaş Veli ve müritleri günümüze kadar sürdürdüler.
Günümüzde Ahmet Yesevi adına Kazakistan’da üniversite vardır

4. MEZAR: Yunus Emre
Dört Mezar Bir de Mezarsız Kişi
Yurdumuzun birçok ilinin halkı, Yunus Emre’nin (1240-? ) mezarının kendi illerinde olduğunun kavgasını verirler.
Ama Cemal Anadol, Yunus Emre adlı kitabında şunları yazmaktadır:
“Eskişehir’in Mihalıççık ilçesinin Sarıköy’de Yunus Emre’nin türbe ve zaviyesi bulunmakta idi. Kurtuluş Savaşında işgale uğrayan bu köy yakılıp yıkılmıştır.  1848 yılında burada yapılması tasarlanan tren hattının Yunus Emre’nin mezarı üzerinden geçeceği anlaşılınca, bu mezarın 50 metre dışa alınması için hükümete başvurulmuştur.
Hükümet tarafından “hiçbir tören yapılmaması kaydıyla” verilen izin üzerine Yunus’un mezarı açılmış, içinden bir eli kalbinin üzerinde, bir eli başının altında, bozulmamış bir iskelet çıkmıştır.  Kafatası uzmanlar tarafından ele alınıp incelenmiş, bu iskeletin bir Türkmen’e ait olduğu, 80 yaşlarında vefat ettiği, bu mezara 6 yüzyıl önce gömüldüğü anlaşılmıştır.”(4)
**
MEZARSIZ HALLAC-I MANSUR (856 Basra-922)
Dört Mezar Bir de Mezarsız Kişi
Ahmet Yesevi’nin mısralarında savunduğu Hallacı Mansura da yer verelim dedik. Hallacı Mansur, tasavvufda Vahdeti vücut” (varlığın birliği-Tanrı’nın bedende olması bedene yansıması). Bu engin felsefeyi anlamayan, Allah’ın güzelliğini insanoğlunun bedenine yansıtan Tanri güzelliğini anlayamayan yobazların baskısı ile Hallacı Mansur  feci şekilde katledilmiştir.
Tanrı güzelliğini insana yansıttığına, insan bedeninde gösterdiğine göre, Tanrıya ve insana sevgi coşkusu içinde bulunan, coşan Hallacı Mansur, öyleyse ben “Enel-Hak” (Tanrı Benim) diyordu. Bu nedenle şöyle diyordu Hallacı Mansur:
Ben, sevdiğimin ta kendisiyim; sevdiğim de bendir. Biz ikimiz bir bedene sığmış ikiz ruh gibiyiz. Sen beni görürsen onu görmüş gibi olursun; onu görmüş olursan ikimizi görmüş olursun. Ey gönül gözü kapalı olanlar! Bilin ki kalbimin gözünde Tanrı’yı gördüm; “sen kimsin” dedim; “sen” diye yanıtladı beni…”
Bu engin Tanrısal felsefeyi anlayamayan, gönül gözü kapalı olan bağnazlar/yobazlar Yobaz din adamı Ebu Ömer’den aldıkları fetva gereğince hareket eden yöre yöneticisi Hamid, verdiği şu kararla onu 922 de katlettirdi:
Önce kırbaçlanmasına, sonra bedeninin dilim dilim dilinmesine sonra bir darağacına asılarak teşhir edilmesine ve en sonra da kellesinin bedeninden ayrılarak yakılmasına karar verildi…”
Bu karar gereğince Hallacı Mansur önce çarmıha gerilerek elleri, ayakları ve başı kesildi. Sonra bedeni bir ağaca asılarak teşhir edilip yakıldı ve külleri Dicle Nehri’ne atıldı. Bağnazların anlayamayıp katlettikleri Mansur’u en iyi şekilde anlayan Aleviler onu sahiplendiler, ona 12 hizmetli cem törenlerinde (ibadetlerinde) “Dar-ı Mansur” makamı vererek ödüllendirip ölümsüzleştirdiler.
Görüş ve inançları yüzünden Fatih Sultan Mehmet Hurufileri Edirne’de topluca yakarken, sonra nice Nefi’den, Madımak’ta yakılanlara (35 can insan yakıldı) kadar pek çok aydın ya katledildi, ya hapse atıldı. Böylece dinsel kökenli bağnazlar yüzünden Türklüğün fikir, düşün, felsefe, yaratma duyguları yok edildi. O günden bu güne kadar ne bir çağdaş bilim adamı yetiştirebildik, ne de bilime bir katkımız oldu, başkalarının icatlarını kullanarak yaşamaya çalışıyoruz.
İşte onun içindir ki Atatürk, “en büyük melanet (kötülük) din kisvesi altında gelmiştir”,  demiştir.
Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir”. ATATÜRK (1923)
O nedenle de çağdaşlaşmanın, aydınlanmanın, kalkınmanın en büyük etkeni laikliktir.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız  
SONNOTLAR
(1)Kaynak: Tacu’t Tevarih Hoca Sadeddin Efendi (Osmanlı tarihçisi)

(2)(Şeyh Bedreddin Mahmud veya Simavnalı Bedreddin] (d: 1359
ö: 1420) İslâm tasavvufunun Vahdet-i Vücud okuluna mensup
Osmanlı mutasavvıfı, filozofu ve kazaskeri Şeyh Bedreddin İsyanı diye bilinen dini ve siyasi ayaklanmanın lideridir. Özellikle 15. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu Fetret Devri sırasında desteklediği Musa Çelebi'ye verdiği destek ve çağdaş sosyalizm uygulamalarını çağrıştıran yönetim yöntemleriyle bilinmektedir) Türkiye’nin en tanınmış sosyalistlerinden Nazım Hikmet’in Osmanlının ilk sosyalisti Şeyh Bedrettin’i destanlaştıran aynı adı taşıyan uzun bir şiiri vardır.

(3)İslam Ansiklopedisi 2. Cilt sf 160 da Ahmet Yesevi için şunları yazıyordu: “Ahmet Yesevi 63 yaşına geldiğinde, geleneğe uyarak tekkesinin avlusuna müritlerine bir çilehane hazırlattı. Vefatına kadar burada ibadet eder,….ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır”…

(4)Gönüller Sultanı Yunus Emre. Cemal Anadol, Kamer Yayınları 1993

TAMAM Diyorum…- Gündüz Akgül
Yıllardır İzmir’deyim, bugüne kadar Cumhuriyet mitingleri dahil onlarca miting gördüm çoğunu yerinde izledim.
Demokrasi için bir umut olarak görülen Sayın Muharrem İnce’nin bugün İzmir’de gerçekleştirdiği miting alanına saat 17.00 de gittim. Sözcük yerinde ise Her yer ana baba günüydü.
Mitinge 2 saat varken, demokrasinin beşiği İzmir’in aydın insanları her sokaktan Gündoğdu Meydanına âdete coşkun bir sel gibi akıyorlardı.
KOAH “Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı” hastası olduğumdan kalabalık içinde nefes alma zorluğu nedeniyle açık bir alana çıkma gereğini duydum. Ancak yarım saatte kalabalığı aşarak arka sokağa çıkarak nefes alabildim.
Halkın coşkusu, İzmir marşını söyleyişi, Mustafa Kemal’in askerleriyiz deyişi görülmeye değerdi.
Bu seçimde Sayın İnce’nin yakaladığı rüzgâr, 1977 yılında rahmetli Bülent Ecevit’in yakaladığı ve tek başına iktidarı 13 Milletvekili ile kaçırdığı rüzgârı 41 yıl sonra yakalayarak yurttaşların gönlünde sevgi seli yaratmayı fazlasıyla başardığı görülmektedir.
CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu çıktığı görsel yayın programlarında, “bu seçim, şimdiye kadar yapılan seçimlerden farklıdır. Yurttaşlar ya tek adam diktası ya da demokrasi için oy kullanacaktır.”    Anlamında söylemlerde bulunmaktadır.
Evet, bu seçimde Anayasa değişikliği ile getirilen tek adam diktası (bu kişi hangi partiden olursa olsun fark etmez, sistem buna olanak sağlıyor) ve demokrasi oylanmaktadır.
Ben, demokrasiyi içselleştirmiş biri olarak demokrasiden yana oy kullanacağımdan, bu kez demokrasinin kazanacağını umut ediyorum.
Sayın İnce’nin ve Millet İttifakının şimdiye kadar gösterdiği başarı ve İzmir mitingi bu umudumu pekiştirmektedir.
Umarım yanılmam.
Onun için #TAMAM diyorum.

21.06.2018
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Badi ile her gün sabah akşam gezmeğe çıkarız
Badi ile Gezerken Rastladıklarım ve Anımsattıkları
Badi ismin çok sevimli terrier jekrassıl bir küçük köpeğim var.
Yine her zamanki gibi, köpeğim “Badi” ile gezmeğe çıktık. Her sabah saat 7.30 ile 8.30 arasında Badi’nin özel ihtiyaçları ile parklara gezmeğe çıkarız, o kakasını yapar, kafasına esen sokak köpekleri ile oynar, koklaşır. Bizim çevremizdeki parklarda aileler tarafından terk edilmiş 5-6 kadar sokak köpeği var, komşular yemek artıkları ile onları beslerler, bazı komşular da köpek maması alıp uygun yerlere dağıtırlar.
İşte öylesine bir gün için 19 Haziran 2018 günü Badi ile evden çıktık. O hemen her başka köpeğin idrarını koklar,  onun üstüne arka bir bacağını kaldırarak üzerine bir de o imza atar. Çok seçicidir, eğer kokladığı köpeğin kızgın bir dönemi ise, o köpeğin idrarını yalar, bunu koklayarak nasıl seçiyor şaşıyorum.
Bir kediye rastlarsa kediye bir hava atar, kedi kaçarsa kovalar, kedi karşı gelirse geri çekilir. Çünkü bir gün bir kediye saldırdı, kedi bunun burnunu bir tırmaladı, Badi müthiş bir feryat etmişti. O günden sonra kedilerden korkar oldu.
Badi bende tam on yıldır bende, bana korkunç derece bağlıdır. On-on bir yıl kadar önce oğlum C. Cüneyt İzmit’de doktor olarak çalışırken,  küçük yavru olarak evine almış, o işe gidince stresten evdeki malzemeleri kemirirmiş. Oğlum, babam nasıl olsa emekli oldu, biz buna bakamayacağız, Badi’yi götürüp babama verelim” düşünür, işte bu düşünceyle on yıl kadar önce, “bunu sana emaneten bırakıyoruz, üç beş ay sonra alacağız” diyerek bırakıp gittiler. İşte ondan sonra on yıldır bizde, özellikle ben bakıyorum ve sabah akşam onu gezmeye çıkarıyorum.
Sabah yedide, patileri ile yavaşça beni uyandırır, kendi tekrar yatıp beni bekler. Komşular, “Cevat Bey saat gibi her gün aynı saate yola çıkıyor”  derlermiş.
Köpeğime Gözümün Önünde Araba Çarpmıştı
Üç yıl kadar önce, kedileri çok kovaladığı zamanlarda, kaldırımda giderken, tasmasından çıkardım beni takip ediyordu. Yakınımızdan bir kedi fırladı, karşı kaldırıma geçiyordu, kavşakta, o kediye kovalamak için fırlayınca bir araba çarptı, kaçtı. Arka kalçadan teker geçmiş “vaann” feryadı ile oraya yığılıp kaldı. Hemen kucağıma alıp taşıma kabı ile Veteriner Fakültesine götürdüm, doktorlar film çektiler, “ne yapmışınız kalçası üç dört yerden kırılmış”  dediler. İki saat ameliyatta kaldı, filimdi, ilaçtı, ameliyattı derken bin liraya yakın masraf oldu. Şimdi sağ arka bacak topal olarak yürümekte.
İşte böyle bir hal ve gün olarak Badi ile her zamanki gezmemize çıktık.
Kaldırımda giderken, hemen parkla kaldırım arasında bir kedi ölüsüne rastladık. Badi kedi ölüsünü kokladı kokladı, bir şey mırıldanır gibi oldu. Ben de yanımdaki poşetlerden biri ile ölü kediyi alıp hemen yakındaki büyük çöp konteylerine attık.
Çöpe Atılan Ekmekler
Baktım çöp konteynerin kenarında iki üç poşet dolusu bayatlatılmış ekmek durmakta.
Ne yazık ki, Badi ile gezmeye çıktığımızda üç kadar parkı dolaşırız (hepsi de birbirine yakın). Ne yazık ki, ya çöp kutularının kenarında, ya site duvarının demirinde, ya da dallara asılı duran poşetler için bayatlatılmış ekmek görürüz.
Maalesef ülkemizde ekmek israfı kadar israf edilen başka bir israf görmedim. Öyle ki, uzmanların tespitlerine göre, her gün Türkiye’de bir buçuk milyar liralık ekmek çöpe atılırmış, israf edilirmiş. Eğer Batıkent’e yolunuz düşerse, site duvar demirlerinde poşetler dolusu bayatlatılmış ekmeklerin olduğunu görürsünüz. Muhtemelen öbür semtlerde de öyledir.
Ben de parkları gezerken, bu poşetler dolusu ekmekleri alırım, bir parkın düz bir yeri var, ya her gün ya gün aşırı parkın düzlüğüne ekmekleri parçalayıp saçarım. Ben ayrıldıktan sonra serçeler, güvercinler hücum ederler, ertesi gün aynı yere geldiğim zaman o ekmek parçalarından bir parça kalmamış olduğunu görürüm. Ulus’tan uzaktan lokantaların önünden kocaman poşetlerde bayatlamış ekmekleri o parka getirdiğimi bilirim.
Elimde bayatlatılmış çöpe atılmış ekmekleri kaldırımdan geçmekte olan kimselere gösteriyorum, günah değil mi bu savurganlık diyorum, kimi adamlar şöyle diyor:
Hohoo bre komşum, halkımız müsrif de iktidar, yukarıdakiler müsrif değil mi? Adam, Kurtuluş Savaşı kazanmış, manevi değeri var havadar Çankaya Köşkü dururken, millet kesesinden Avrupa’da bile olmayan 1200 odalı kaçak saray yapıyor, kaç uçağı var, kaç arabası var? O kaçak sarayın bir dakikalık masrafı şimdilerde 1610 lira imiş. Hele öteki dairelerdeki âlem”.
O zaman insan dumura uğramış gibi bozuluyor, üzülüyor.
Badi ile Gezerken Rastladıklarım ve Anımsattıkları
Çöpte Bulduğum Kitaplar.
Okumayan Cahiller Arttıkça Suçlar, Suçlular da Artar.
Görünüşe göre, internet yaygınlaştıkça evdeki kitaplar çöpe atılmaya başlandı. İşte bu yazıyı yazdığım 19 Haziran 2018 gününde çöp konteynerin (1) yanındaki poşetler içinde çeşitli kitaplar olduğunu görünce üzüldüm. Oysa evinde koyacak yerin yoksa bir kütüphaneye bağışlamalısın, böylesine çöpe kitap atılması ne kadar acı bir şey. TV yaygınlaştığından beri insanlar kitap okumamaya başladı. Kitap okumayan toplum kültürsüz toplumdur.
İşte bu notları yazdığım 19 Haziran günlü Sözcü Gazetesi’nin son sayfasında şu başlığı okudum: “2 Senede tam 552 kütüphane kapandı”.
Bir ülkede okuyan azalırsa, bilim ve teknolojiden uzaklaşılırsa suç ve suçlular da artar. Batı ülkelerinde suçlu olmadığı için ceza evlerinin kapandığını, bizde ise suçlu ve ceza evinin arttığını okuyunca insan üzüntü ve dehşete kapılıyor. Ama iktidarın Prof görülen bazı akademisyenleri, gelecekleri için “cahilleri ferasetine” güvenmekten dem vurmaktalar.Uzatmayalım cahiller arttıkça suçlar, suçlular da artar.
Adalet Bakanlığı Açıklıyor:  Suçlular da Artıyor, Cezaevleri de Artıyor
Adalet Bakanlığı, 15 Haziran 2017 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında 85 bin 105 tutuklu, 139 bin 773 hükümlü olmak üzere 224 bin 878 kişi bulunduğunu bildirdi. 21 Haziran tarihi itibariyle Türkiye’de 381 ceza infaz kurumu hizmet veriyor. Bu kurumların kapasitesinin 202 bin 676 kişi olduğu ifade edildi. Bu durumda 22 bin 202 kişinin cezaevlerinde yatacak yerleri yok. Yatacak yatak yer olmadığı için mahkûmlar cezaevlerinde nöbetleşe uyuyorlarmış.(2)
Adalet Bakanlığı 2023 yılına kadar geçen 5 yılda 228 yeni cezaevi inşa etmeyi planlıyor.
1 Aralık 2017 tarihli itibariyle son 5 yılda toplam 66 bin 451 kişi kapasiteye sahip 79 yeni cezaevi yapıldı. Demek ki, ülkemizde okuyan azaldıkça suçlular, cezaevleri de artmakta, tıpkı bileşik kaplar gibi.(3)
Çöpte bulduğum kitaplar beni nerelere götürdü, geçelim.
Badi hangi parka yönelirse o parka gidiyoruz. Üçüncü parka girdiğimizde, kırılmış ağaçların olduğunu gördük.
Badi ile Gezerken Rastladıklarım ve Anımsattıkları

O parkta 4-5 tane ıhlamur ağaçları var. Hani ıhlamur pahalı ya, ıhlamurların çiçek açtığı şu günlerde, bazı komşular bu çiçekleri toplamak için (toplayıp kurutuyorlar), ağaca tırmanıyorlar, merdiven getiriyorlar; bazıları da yetişemediği dallardaki çiçekleri almak için dalları kırıyorlar. İşte o parkta, dalı kırılmış ıhlamur ağacını görünce üzüldüm. Bir duyarlı komşu da, kırılan ıhlamur ağacına, ağacı kıranlar için, bir kartona idam yaftası gibi şu yazıyı yazmış  oraya asmış: “1-2 IHLAMUR ÇİÇEĞİ İÇİN DALINI KIRMAYA DEĞER Mİ”
Badi ile Gezerken Rastladıklarım ve Anımsattıkları
Parkta yürümeğe devam ediyoruz. Parkın içinde bir park görevlileri için beton bir kulübe vardır. Görevliler o kulübenin önünde terk edilmiş bir koltuk koymuşlar, parkta çalıştıktan sonra orada oturup dinleniyorlar. O koltuğun önünden geçerken, çantası yanında koltuğa oturup uyuya kalmış, muhtemelen yakın jandarma birliğinden asker olsa gerek,  kırmızı eşofman giymiş genç bir adam derin bir uykuya dalmış yatıyordu.
Badi ile yanından geçiyorduk. Hiç böyle bir görüntüye tanık olmayan Badi, aniden bed sesi ile adama doğru havlamaya başladı. Aman sus Badi, dedimse de genç adam, derin uykusundan aniden fırlayıp “saldırıya uğradım köpek beni yaralayacak-ısıracak” korkusuyla, koltuğun üstüne çıkıverdi. Adamın çok yorgun ve uykusuz olduğu belliydi. Adama, kardeşim sen bu gevezeye bakma ısırmaz korkma, sen dinlenmene devam et, dedim. Adam tekrar yattı.
İşte her gün böyle parklarda sabah akşam Badi ile gezeriz ve bazen ilginç şeylere de rastlarız.

Cevat Kulaksız



Cevat Kulaksız 
SONNTLAR
(1) Konteyner: Çok büyük tonlarca çöp alan, yarısı toprağa gömülü, vinçle kaldırılıp boşaltılan bir çöp deposu.
(2)ttp://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/813917/Cezaevi_nufusu_224_bin_oldu.html
(3)https://haberguncel.blogspot.com.tr/2017/06/osmanlida-mustafalarda-ve-rakamlardaki-gariplikler.html

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget