Vahdettin Dosyası 7 :Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin

Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin

Kurtuluş Savaşı'nın büyük onurunu Atatürk'e layık görmeyen şaşkınlar, 1929 yılından beri tarihi "eğip bükerek", belgeleri çarpıtarak ve beyinleri yıkayarak "Kurtuluş Savaşı'nı Vahdettin'in başlattığını" iddia etmişlerdir.

Her şey aslında tescilli bir Atatürk düşmanı olan Mevlanzade Rıfat'ın başının altından çıkmıştır. 1929 yılında kaleme aldığı Türkiye İnkılabı'nın İç Yüzü adlı kitabında, "VI. Mehmet Vahdettin Han, Anadolu'da Milli bir kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti meydana getirmek için yakınında bulunanların telkini ile yaverlerinden Mustafa Kemal Paşa'yı geniş bir yetki ve özel bir talimatla galip devletlerin İstanbul'da bulunan temsilcilerinin bilgisi dışında gizlice Anadolu'ya göndermiştir." demiştir.[1] Turgut Özakman'ın haklı olarak "yalan, yanlış ve martaval yığını" olarak adlandırdığı bu kitabı kaynak olarak kullanan Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu, Nihal Atsız, Hasan Hüseyin Ceylan, Vehbi Vakkasoğlu gibi Vahdettinci yazarlar, Türk toplumunun gözünün içine baka baka yalan söylemişlerdir.
Tarihi yeniden yazan Vahdettinci yazarlar, "Kurtuluş Savaşı'nı Vahdettin başlattı" diyebilmek için Vahdettin'in sözüm ona gizli bir planı olduğunu ileri sürmüşlerdir. K. Mısıroğlu bu planı şöyle açıklamıştır: "İstanbul ve Ankara iki hasım (düşman) pozunda, karşı karşıya olacaktır. Bu oyun düşmana karşı Anadolu ile el ele, bir siyasi komplo, bir ince politika olarak başlatılmış, Padişah ve İstanbul Hükümeti, bu oyunu büyük bir ciddiyet ve teatral bir kudretle oynamışlardır." [2]
Mısıroğlu'nun bu iddiasına Turgut Özkman şu soruyla karşılık vermiştir: "Ama o fetvalar, o isyanlar, o Anzavur, o milliyetçileri tepelemek için İngilizlere türlü türlü önerilerde bulunmalar, bunlarla ilgili binlerce belge, tanık, Vahdettin'in kendi itirafları filan nedir? Eğer bu oyunsa buna olsa olsa Kanlı Nigar oyunu denilebilir."[3]
Vahdettin Dosyası 7 :Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin
Vahdettinci yazarlara göre Kurtuluş
Savaşı’nı başlatması için Padişah Vahdettin
göstermelik bir görevle Mustafa Kemal
Atatürk’ü Anadolu’ya göndermiştir.
Mevlanzade Rıfat, K. Mısıroğlu, H. Hüseyin Ceylan, N. Fazıl Kısakürek gibi Vahdettinci yazarlara göre Padişah Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için "göstermelik" bir görevle ve geniş yetkilerle Mustafa Kemal Atatürk'ü Anadolu'ya göndermiştir. Bu Vahdettinci yazarların, hiçbir somut belgeye dayanmadan, üstelik de Padişah Vahdettin'in, Damat Ferit ve İngilizlerle birlikte Milli hareketi yok etmek için yapıp ettikleri ortadayken böyle bir tez ileri sürebilmeleri cidden "komik" bir durumdur. İşte bu komikliğin farkında olan bu Vahdettinci yazarlar, söz konusu "güdük" tezlerini kanıtlamak için birtakım tanıklıklara, anılara dayanmışlardır.
Bu tanıklar şunlardır: Mütareke dönemi polislerinden Radi Azmi Yeğen, Fevzi Çakmak'ın eşi Fıtnat Çakmak, Erzurum Kongresi Sivas Delegesi Fazlullah Moran, Atatürk'ün silah arkadaşlarından Refet Bele, Abdülaziz'in torunlarından Şehzade Mahmut Şevket Efendi, Çankaya Köşkü garsonlarından Cemal Granda. Ayrıca Nihal Atsız ve Necip Fazıl'ın "öteden beriden duyduklarını" iddia ettikleri bir takım dedikodular... Bu anıları tek tek analiz eden Turgut Özakman, bir kısmının uydurma, bir kısmının çarpıtma, bir kısmının da mantık hatalarıyla dolu yakıştırmalardan ibaret olduğunu bütün delilleriyle gözler önüne sermiştir.[4]

Şimdi bu "komik" ve "güdük" yalanı deşifre edelim.
"Vahdettin, Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderdi!" diyen Vahdettinci yazarları yine bizzat Vahdettin yalanlamıştır. Şöyle ki, Vahdettin, 1923'te Mekke'de yayınladığı beyannamede Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için seçerek Anadolu'ya göndermediğini, "Mustafa Kemal'i Anadolu'ya gönderen kabineye uydum" diyerek itiraf etmiştir.[5]
Ayrıca Vahdettin'e çok yakın olan Başkatip Ali Fuat Bey de anılarında Vahdettin'in Kurtuluş Savaşı'nı planladığına yönelik en ufak bir bilgi kırıntısına bile yer vermemiştir.[6]
Anılarında Vahdettin'le ilgili çok küçük ayrıntılara bile yer veren Ali Fuat Bey'in böyle önemli bir noktayı kaçırması imkansızdır.
Son zamanlarda "resmi tarih eleştirisi" adı altında bazı tarihçiler ve yazarlar yeniden bu "güdük tezi" dillendirmeye başlamışlardır. Örneğin Murat Bardakçı, Vahdettin'i anlattığı "Şahbaba" adlı kitabında "Atatürk'ü, Vahdettin'in Anadolu'ya gönderdiğini" kanıtlamak için birçok belge yayınlamıştır.
Bardakçı'nın "yeni bir şey keşfetmiş gibi" davranması çok anlamsızdır; çünkü Atatürk'ü, Vahdettin'in Anadolu'ya gönderdiği zaten bilinen bir gerçektir. Bu gerçeği 1926 yılında bizzat Atatürk, Falih Rıfkı Atay'a açıklamıştır.
Atatürk, Damat Ferit Hükümeti'nin, Padişah Vahdettin'in ve İngilizlerin bilgisi dahilinde hatta "İngiliz vizesiyle" Anadolu'ya geçmiştir. Evet! Atatürk'ü Padişah Vahdettin Anadolu'ya göndermiştir! Burada kilit soru şudur? Peki ama niye göndermiştir? Git Kurtuluş Savaşı'nı başlat, düşmanla savaş diye mi? Yoksa git, bölgedeki karışıklıkları önle, asayişi sağla diye
mi?
Cevap bulunması gereken soru "Atatürk'ü kim gönderdi?" sorusu değil, "Atatürk niye gönderildi?" sorusudur.
Vahdettin, Atatürk'ün Anadolu'ya gönderilmesindeki son halkadır. Her şey İngilizlerin isteğiyle başlamıştır. Atatürk, kabinedeki ve genelkurmaydaki nüfuzlu arkadaşlarını devreye sokarak atamasını yaptırmış, yetkilerini genişletmiş, Damat Ferit'i ikna ederek ve stratejik hamlelerle İngilizleri "uyutarak", Anadolu'ya geçmeyi başarmıştır. Vahdettin, sonradan bizzat itiraf ettiği gibi, hükümetin yaptığı atamayı sadece onaylamıştır; hepsi bu!
Şimdi bütün bu süreci adım adım izleyelim:

İngilizlerin isteği

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 7. Maddesi'ne göre, "Karışıklık çıkan yerler İtilaf devletleri tarafından işgal edilecektir". Bu maddeye dayanarak Anadolu'da birçok yeri işgal eden İtilaf devletleri, "karışıklık çıkmaması" konusunda birçok kere ağır bir dille hükümeti uyarmıştır. İngilizlerin emperyalist emelleri açısından Karadeniz bölgesi ve Kafkaslar çok önemlidir; çünkü Kafkaslardaki doğal kaynakları ve Hindistan ticaret yolunu kontrol etmenin biricik yolu bu bölgeyi kontrol etmektir. Kafkaslara ve Güney Asya'ya açılan bir koridor durumundaki Karadeniz bölgesi ve Karadeniz limanları İngilizleri çok fazla ilgilendirmektedir. Bu nedenle İngilizler, 26 Aralık 1919'da Batum'u işgal etmişler ve o bölgedeki 9. Ordu'nun terhisi ve silahların teslimi işlerinin yavaş gittiği gerekçesiyle bu ordunun komutanı Yakup Şevki Paşa'nın görevinden uzaklaştırılıp, yerine emirleri uygulayacak birinin getirilmesini istemişlerdir.[7]
İstanbul hükümeti hiç zaman kaybetmeden İngilizlerin bu isteğini yerine getirmiştir. İngilizler, Ermenilerin yaşadığı doğudaki altı ille de özel olarak ilgilenmişlerdir; çünkü Mondros Ateşkes Antlaşması'nın 24. maddesine göre bir karışıklık durumunda oralar işgal edilebilecektir.
İngilizler, Mondros Ateşkes Antlaşmasından hemen sonra Kafkaslardan, Doğu illerinden ve Karadeniz'de özellikle Samsun'dan şikayet etmeye başlamışlardır. Mütareke döneminin en huzursuz ve karışık yerlerinden biri Samsun'dur. Bu karışıklığın temel nedeni bölgenin etnik yapısı ve Pontus Rum çetelerinin faaliyetleridir. Rum çetelerine karşı kurulan Türk çetelerinin çatışmaları, mütarekenin başından beri İngilizlerin dikkatini çekmiştir.[8]
İngiliz Calthorpe ve Amet 1918 Kasım sonlarında, "Samsun'da mütareke hükümlerinin henüz uygulanmamış olduğunu ve Hıristiyanları toptan öldürmek için Müslüman ahalinin silahlandırıldığını" iddia etmişlerdir. [9]
Ocak'ta Amerikan Tobacco Company, Londra'ya gönderdiği bir raporda "Bütün Müslümanların ve özellikle köylülerin silahlandırıldığını" bildirmiştir. Bunun üzerine Forcign Office, "Bu durumun gemi veya silah gönderilerek düzeltilmesi için gerekli tedbirin alınıp alınamayacağını" sormuştur.Bu soruya Webb, 13 Ocak'ta, "Normal şartlara dönüş için bütün bölgenin tamamıyla silahsızlandırılması gereklidir. Bu da ancak büyük bir askeri kuvvetle yapılabilir" şeklinde cevap vermiştir.[l0]
Bunun üzerine İngilizler, 9 Mart 1919'da Samsun'a 200 kişilik küçük bir askeri birlik çıkarmışlar, 50 kişilik bir müfrezeyi de Merzifon'a göndermişlerdir.[11]
Ayrıca Teğmen Perring ve Yüzbaşı Hurst de incelemelerde bulunmak için bölgeye gönderilmiştir. [12]
İngilizlerin Samsun'a asker çıkarmaları bölge halkının tepkisini çekmiş, 17/18 Mart 1919 gecesi Makineli Tüfek Bölüğü'ne bağlı Teğmen Hamdi Bey, askerleriyle birlikte dağa çıkmıştır.[l3]
Vahdettin Dosyası 7 :Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin
Teğmen Hamdi Bey.
Teğmen Hamdi Bey'in mücadele etmek için dağa çıkması İngilizler açısından bardağı taşıran son damla olmuş, İngiliz yetkililer, hükümetin bir an önce bölgede asayişi sağlamasını, aksi halde meydana gelecek olayların sonucuna katlanması gerekeceğini belirtmiştir.

İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, 21 Nisan 1919'da Osmanlı Harbiye Nazırlığı'na bir nota vermiştir. Notanın içeriği şöyledir:

1 - Erzurum, Erzincan, Bayburt ve Sivas yörelerindeki ordunun terhis ve silahlarının toplanması işi çok yavaş gitmektedir.
2 - Bu yörelerde, Kars'ta olduğu gibi baştan başa şuralar kurulmuştur.
3 - Bu şuralar, ordunun denetimi altında asker toplamaktadır. Bu gelişmeler o bölgede yaşayan halkı rahatsız etmektedir.
4 - Bu gelişmeler, Ermenistan hakkında verilecek karara karşı koymak için İttihatçı-Jön Türklerce örgütlenmektedir.[l4]

Bu İngiliz notasının sonunda Amiral Calthorp'e, "Gereken her türlü önlemin derhal alınmasını, ilgililere emir ve talimat verilmesini, yoksa işin ciddiyet kazanacağını" bildirmiştir.[15]
Amiral Calthorpe, Sadrazam Damat Ferit'e gönderdiği resmi yazıyla yetinmemiş, Padişah Vahdettin'le de görüşerek, "Karadeniz'deki karışıkların bastırılması konusunda" ona da kesin uyarılarda bulunmuştur. Calthorpe, Vahdettin'e, "Yüksek yetkiler sahip askeri bir kurulun, başlarında yetenekli bir generalle derhal görev yerine giderek, o bölgedeki 9. Ordu'yu disiplin altına almasını" söylemiştir.[l6]
Aynı hafta içinde, 25 Nisan 1919 Cuma günü, İngiliz Komiser Vekili Amiral Webb de Sadrazam Damat Ferit'i ziyaret ederek aynı istekleri tekrarlamıştır. [17]
Damat Ferit, İngiliz yetkililere, bu sorunun en kısa zamanda çözüleceğini bildirmiştir. [18]
O günlerde Osmanlı yönetiminin en çok dikkat ettiği nokta Paris Barış Konferansı'nda Osmanlının aleyhine kullanılabilecek bir durumun oluşmamasıdır. Bu bakımdan özellikle İngilizlerin memnun olması çok önemlidir. Bu amaçla İngilizlerin 21 Nisan tarihli notasına uygun olarak Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde asayişi sağlayacak önlemler alınmalıdır. Zaman kaybetmeden güçlü bir komutan bölgeye gönderilerek, asayiş sağlanmalı ve Paris Barış Konferansı öncesinde İngilizler memnun edilmelidir.
Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin işte bu düşünceler içinde Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu'ya göndermişlerdir.

Atatürk'e verilen görev ve yetkiler şunlardır:

1 - Bölgedeki asayişin düzeltilmesi, asayişsizlik sebeplerinin saptanması.
2 - Silah ve cephanenin biran önce toplattırılıp koruma altına alınması.
3 - Şuralar varsa ve asker topluyorsa, bunun kesinlikle engellenmesi.
4 - Şuraların kapatılması.
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, Vahdettinci yazarların iddia ettiği gibi "durup dururken bir görev icat edip Atatürk'ü Anadolu'ya göndermiş" değildir; Vahdettin doğrudan doğruya İngilizlerin "notası" ve "isteği" üzerine harekete geçmiştir. Görev ve yetkilerden de anlaşılacağı gibi Atatürk'ten istenen ve beklenen Anadolu'da bir direniş başlatmak değil, tam tersine başlamış olan direnişleri etkisiz hale getirmektir.
Atatürk'e geniş yetkiler verildiği doğrudur. Ancak Vahdettinci yazarların, Vahdettin'in, Atatürk'e bu geniş yetkileri, "gizlice bütün yurtta direnişi örgütlemesi" amacıyla verdiği iddiaları yalandır. Çünkü bu yetkilerin geniş olmasının iki nedeni vardır.
Birincisi, 21 Nisan 1919 tarihli İngiliz notasında sadece Karadeniz bölgesinden değil doğu illerinden de söz edilmektedir. Yani yetkilerin geniş tutulmasının birinci nedeni, doğudan
İngiliz notasıdır. İkincisi de bu yetkileri Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla yaptığı görüşme sonunda bizzat Atatürk genişletmiştir.[19]
Atatürk'e mülki (idari) yetkiler verilmesinin nedeni ise, yine İngiliz notasında belirtilen "şuralara" son verebilmesi içindir. Atatürk'ün, bu sivil örgütlere son verebilmesi için, askerler dışında sivillere de emir verebilmesi gerekir.
Ayrıca Atatürk'ün Batı'ya ya da İç bölgelere değil de Karadeniz'e, doğuya gönderilmesi, onu gönderenlerin tamamen İngiliz istekleri doğrultusunda hareket ettiklerini kanıtlamaktadır.[20]

Peki ama Vahdettin neden bu görev için Atatürk'ü seçmiştir? Neden Atatürk gönderilmiştir?
Öncelikle Atatürk'ü seçen Vahdettin değildir, kendisinin de bizzat itiraf ettiği gibi, Atatürk'ü hükümet bu göreve getirmiş, Vahdettin sadece bu atamayı onaylamıştır. Vahdettin bu atamayı neden onayladı? sorusuna cevap vermeden önce, Damat Ferit Hükümeti neden bu göreve

Atatürk'ü seçti? sorusuna cevap verelim.
Bu konuda Atatürk'ün çabaları belirleyici olmuştur. İşgal İstanbul'unda bulunduğu 6 aylık sürede Atatürk'ün kafasının bir köşesinde hep Anadolu'ya geçerek "direniş" başlatma düşüncesi vardır. Bu amaçla İttihatçı yer altı örgütleriyle temas kurarak "Anadolu'ya gizli geçiş planı" üzerinde çalışmıştır.

Vahdettin Dosyası 7 :Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin
Yahya Kaptan
Mim Mim Grubu'ndan Topkapılı Cambaz Mehmet, Karakol Cemiyeti'nden Yenibahçeli Şükrü Bey ve Yahya Kaptan gibi kişilerle İstanbul'da gizli görüşmeler yaparak "Gebze Kocaeli yolunun" kontrol edilmesini istemiştir. Yaveri Cevat Abbas Gürer, Atatürk'ün Gebze-Koacaeli yolu üzerinden gizlice Anadolu'ya geçmeyi düşündüğünü, bu konuda her türlü hazırlığı yaptığını belirtmiştir.[21]
Bir taraftan Anadolu'ya "gizli geçiş planı" üzerinde çalışan Atatürk, diğer taraftan güvendiği arkadaşlarıyla Şişli'deki evde görüşmeler yaparak bir "kurtuluş planı" hazırlamıştır. İşte bu görüşmeler sırasında hükümetteki ve genelkurmaydaki nüfuzlu arkadaşlarını devreye sokarak müfettişlik görevini almayı başarmıştır. Şöyle ki, Atatürk yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy'un babası İsmail Fazıl Paşa aracılığıyla Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Mehmet Ali Bey'le tanışmış, ve birkaç kere Şişli'deki evde Mehmet Ali Bey'le görüşüp nabzını yoklamıştır. Daha sonra da Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Avni Paşa'yla diyalog kurmuştur. Sonra da yaveri Cevat Abbas aracılığıyla Harbiye Nazırı Şakir Paşa'yla temas kurmuştur. Ayrıca daha önce değişik cephelerde birlikte mücadele ettiği Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla irtibata geçmiştir. İşte Atatürk, hükümetteki bu tanıdıklarını kullanarak Damat Ferit'e ulaşmıştır. İngilizlerin hükümete ültimatom verdiği günlerde Damat Ferit, "Acaba Anadolu'ya kimi göndersek?" diye düşünürken devreye giren Mehmet Ali Bey'in, Damat Ferit'e telkinleri sonrasında ve Avni Paşa, Şakir Paşa ve Kazım İnanç Paşa'nın onayıyla, görev Atatürk'e verilmiştir. Ancak Damat Ferit çok temkinlidir, önce Atatürk'le birkaç görüşme yapmış, hatta onu İngilizlere bile sormuş, hükümete ve padişaha bağlılığına kanaat getirince Atatürk'ü 9. Ordu Müfettişliği görevine getirmiştir.[22]
Bu sırada Atatürk, genelkurmaydaki güvendiği arkadaşları Kazım Paşa ve Fevzi Paşa'dan yardım istemiştir.
Örneğin Fevzi Paşa, İngilizlere, bu karışıkları ancak Atatürk'ün önleyebileceği konusunda telkinlerde bu-lunmuştur.[23]
Atatürk'ün İstanbul'da kaldığı 6 ay boyunca izlediği "stratejik İngiliz politikası" da buna eklenince, Atatürk'ün Anadolu'ya gönderilmesine İngilizler de itiraz etmemiş, hatta ona vize bile vermişlerdir.
Atatürk bu arada genelkurmayda Fevzi Paşa ve Cevat Paşa'yla gizli bir "üçlü görüşme" yaparak, Anadolu direnişi konusunda onlarla anlaşmıştır.
Vahdettin Dosyası 7 :Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin
Kazım İnanç Paşa
29 Nisan 1919 Salı günü Atatürk'e 9. Ordu Müfettişliği görevi verilmiştir. Atatürk genelkurmaya çağrıldığında görevin detaylarını öğrenmek için Genelkurmay İkinci Başkanı Kazım İnanç Paşa'yla görüşerek yetkilerini biraz daha genişletmeyi başarmıştır. Yetki belgesini cebine koyup Kazım İnanç Paşa'nın yanından çıkarkenki duygularını 1926 yılında Falih Rıfkı Atay'a, "Tarih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, tarif edemem. Bakanlıktan çıkarken, heyecanımdan dudaklarımı ısırdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önümde geniş bir alem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim" diyerek anlatmıştır.[24]
Harbiye Bakanlığı, Atatürk'ün Anadolu'ya atanması kararını 30 Nisan 1919'da Padişah Vahdettin'e arz etmiştir.[25] "Atatürk'ün 9. Ordu Mü-fettişliği'ne Tayini Hakkındaki İrade" aynı gün saraydan çıkmıştır.[26]
Atatürk'ün Samsun'a gönderilmesiyle ilgili kararname 4 Mayıs 1919 Pazar günü Meclisi Vükela (Bakanlar Kurlu)'da görüşülüp kabul edilmiştir.
Şimdi de "Vahdettin Atatürk'ün bu göreve getirilmesini neden kabul etti?" sorusuna cevap verelim. Bu durumun belli başlı nedenlerini şöyle sıralamak mümkündür:
1 - İngilizlerin çok önemsedikleri bu zor görevi Atatürk'ün yerine getirebileceğini düşünmesi:
Vahdettin, askerlik geçmişindeki başarılardan dolayı Anadolu'da tanınan Atatürk'ün bu görevi kolayca yerine getireceğini düşünmüştür. Paris Barış Konferansı arifesinde işini şansa bırakmak istemeyen Vahdettin, İngilizlerin çok önem verdikleri bu görevi Atatürk'e vermeyi doğru bulmuştur.
2 - Atatürk'ü tanıması ve ona güvenmesi:
Vahdettin, 1917 Almanya gezisinden beri Atatürk'ü tanımaktadır. Atatürk o tarihten itibaren hep bir şekilde Vahdettin'in yanında olmuştur. Bir ara Padişahın "Fahri yaverliğini" yapmıştır. "Bir fahri yaveri hazreti şehriyarinin efendisine karşı isyan edebilmesi her ikisi için de (Vadettin ve Damat Ferit) tasavvur edilmeyecek bir şeydi". [27]
Ayrıca, Atatürk, 13 Kasım 1918'-de İstanbul'a geldikten sonra tam 8 kere Padişah Vahdettin'le görüşmüştür. Hatta bir ara Vahdettin'in kızı Sabiha Sultan'la evlenmesi gündeme gelmiştir. [28]
Bu nedenle az çok padişahın güvenini kazanmıştır.
3 - Atatürk'ün İttihatçı Olmaması: 21 Nisan tarihli İngiliz ültimatomunda, doğudaki Ermeni karşıtı olayların, Ermeni karşıtı İttihatçı Jön Türklerce örgütlendiği belirtilmiştir. Bu
nedenle bu göreve getirilecek kişinin İttihatçı olmaması gereklidir. Ayrıca Padişah Vahdettin de İttihatçılara ve Enver Paşa'ya düşmandır. İşte bu noktada Atatürk'ün İttihatçı olmaması ve
Enver Paşa'ya karşı olması, bu göreve getirilmesinde etkili olmuştur.
4 - Alman karşıtlığı: Bir Alman karşıtı olan Padişah Vahdettin, Atatürk'ün de Almanya'ya sıcak bakmadığını bilmektedir. Özellikle katıksız bir İngiliz yanlısı olan Damat Ferit açısından Atatürk'ün Alman karşıtlığı çok önemli bir durumdur. [29]
5 - Atatürk'ün İstanbul'dan uzaklaştırılmak istenmesi: Atatürk, 1926 yılında Falih Rıfkı Atay'a, Anadolu'ya gönderilmesinin nedenlerinden birinin de İstanbul'dan uzaklaştırılmak olduğunu belirtmiştir: "Vahdettin kabinlerinde benim için iki zıt fikir vardı:
Biri beni lehlerine kazanmaya çalışanlar, diğeri hiçbir surette güvenilmemesi gerektiğini iddia edenler!
Aylarca münakaşalardan sonra hangi fikir hak kazanmış bilir misiniz: Mustafa Kemal'e güvenilmez! İstanbul'da birtakım menfi telkinler, belki hazırlıklar yapıyor. Bu adamı İstanbul'dan uzaklaştırmak lazımdır. Mustafa Kemal'i Anadolu dağlarına atmalı ve orada çürütmeli! Nihayet bu karar üzerinde mutabık kalmışlar. Bunu işiten yakın arkadaşlarım, beni tebrik ettiler. Beni İstanbul'dan çıkarmakla ağır bir yükten kurtulacaklarını zannedenler, makul bir sebep aramakla meşgul idiler. Nihayet bu sebep, işgal kuvvetleri zabitlerinin raporları ile dolu bir dosya halinde ellerine geldi." [30]
Atatürk'ün işgal İstanbul'undaki altı aylık dönemdeki yoğun temasları ve gizli çalışmaları, hatta hükümete ve padişaha karşı "darbe" hazırlıkları, birtakım çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Bu durumda İstanbul Hükümeti'nin ve İngilizlerin Atatürk'ü tutuklayacakları düşünülebilir. Ancak, kamuoyunca tanınıp çok sevilen Çanakkale kahramanı bir subayı tutuklamanın hem İngilizlerin hem de İstanbul Hükümeti'nin başını ağrıtacağı muhakkaktır. Bu durumda yapılabilecek en akıllıca iş onu İstanbul'dan uzaklaştırmaktır. [31]
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, Atatürk'ü Anadolu'ya göndererek bir taşla iki kuş vurmayı planlamışlardır. Şöyle ki; Padişah ve Sadrazam, hem İngilizlerin verdiği ültimatom doğrultusunda bir an önce Anadolu'daki karışıklıkları önlemek, (Burada Atatürk'ün askerlikteki şöhretinden yararlanmak istemişlerdir) hem de İstanbul'da "her işe burnunu sokan" bu paşadan kurtulmak istemişlerdir.[32]
6 - Damat Ferit'in sözünden çıkmaması: Vahdettin'in bu görevlendirmeyi kabul etmesinin gözden kaçan nedenlerinden biri de, Padişahın adeta Damat Ferit'in kuklası durumuna gelmiş olması, onun her dediğini kabul etmesidir. Dolayısıyla Damat Ferit, Atatürk'ü bu göreve atayınca Vahdettin buna itiraz etmeyi düşünmemiştir.
Atatürk Nutuk'ta bu "Samsun'a gidiş" konusuna şöyle açıklık getirmiştir: "Onlar bu yetkiyi bana bilerek ve anlayarak vermediler, ne pahasına olursa olsun benim İstanbul'dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe 'Samsun ve dolaylarındaki güvenlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere Samsun'a kadar gitmem idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte genelkurmayda bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular. Yetki konusu ile ilgili emri de ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzalamaya çekinmiş, anlaşılır, anlaşılmaz bir biçimde mührünü basmıştır."
Görüldüğü gibi önce İngilizler, bir notayla Hükümetten ve Padişahtan Karadeniz'deki ve Doğu Anadolu'daki karışıklıklann bir an önce önlenmesi istemişler, Sonra Sadrazam Damat Ferit bu doğrultuda bir müfettiş ararken, Atatürk'ün kişisel girişimleri sonrasında iletişim kurduğu İçişleri Bakanı Mehmet Ali Bey gibi bazı hükümet üyeleri devreye girerek bu müfettişin Atatürk olabileceğini belirtip Damat Ferit'i ikna etmişler ve böylece bu görev Atatürk'e verilmiştir. Ve son olarak da bu görevlendirmeyi, yukarıdaki nedenlerden dolayı, Padişah Vahdettin de onaylamıştır.

Paşa, Paşa Devleti kurtarabilirsin

"Vahdettin, Atatürk'ü Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için Anadolu'ya gönderdi" diyen Vahdettinci yazarların kendilerince en güçlü kanıtı, Atatürk'ün Vahdettin'le yaptığı son görüşmede, Vahdettin'in Atatürk'e,"Paşa Paşa devleti kurtarabilirisin!" demiş olmasıdır.
İstanbul'da kaldığı altı ay boyunca birçok kere Padişah Vahdettin'le görüşen Atatürk, Samsun'a hareket etmeden bir gün önce, 15 Mayıs 1919 tarihinde Yıldız Sarayı'na giderek Padişah Vahdettin'le görüşmüştür.
Atatürk, bu görüşmenin detaylarını 1926 yılında Falih Rıfkı Atay'a anlatmıştır:
Şimdi Atatürk'e kulak verelim: "Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdettin'le adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağına dirseğini dayamış olduğu bir masa, üstünde bir kitap var. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan penceresinden gördüğümüz manzara şu: Birbirine paralel hatlar üzerinde düşman zırhlıları! Bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayı'na doğrulmuş! Manzarayı görmek için başımız sağa sola çevirmek yeterliydi. Vahdettin, unutamayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
'Paşa, Paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. (Elini demin bahsettiğim kitabın üstüne bastı ve ilave etti.) tarihe geçmiştir.' (O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükunla dinliyordum). 'Bunları unutun' dedi. 'Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir; Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!"[33]
İşte, Vahdettin'in, ağzından dökülen, "Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin" cümlesini, "Vahdettin'in Atatürk'ü gizli bir planla Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderdiği" biçiminde yorumlayanlar vardır. Evet, aslında Vahdettin'i tanımasam ve Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'daki Milli hareketi yok etmek için yaptıklarını, ayrıca İngilizlerle nasıl gizlice anlaştığını bilmesem, ben de bu sözleri
"Vahdettin'in, Atatürk'ü, Kurtuluş Savaşı'nı başlatması için Anadolu'ya gönderdiği" biçiminde yorumlayabilirdim. Ancak bütün bu gerçekleri bilen biri olarak bu kadar iyi niyetli olamayacağım.
Vahdettin'in bu sözlerini, Vahdettin'i "Kurtuluş Savaşı kahramanı" ilan etmek için kullananlar, Atatürk'ün, Vahdettin'in bu sözleri hakkındaki yorumunu nedense görmezden gelmişlerdir.
Atatürk'ün, Vahdettin'in bu sözleri hakkındaki yorumunu ve görüşmenin sonraki aşamalarını yine Atatürk'ün anılarından takip edelim:
"Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? O Vahdettin ki, ecnebi hükümetlerin yüzüncü derece aletleri ile temas arayarak devletini ve saltanatını kurtarmaya çalışıyordu. Bütün yaptıklarından pişman mıydı? Aldatıldığını mı anlamıştı? Fakat böyle bir tahminle başka bahislere girişmeyi tehlikeli buldum. Kendisine basit cevaplar verdim:
'Hakkımdaki teveccüh ve itimada arz-ı teşekkür ederim.Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.'
Söylerken kafamdaki bulmacayı da halletmeye uğraşıyordum. Çok iyi anladığım, veliahtlığında, padişahlığında bütün his ve fikirlerini, eğilimlerini, sahtekarlıklarını tanıdığım adamdan nasıl yüksek ve asil bir hareket bekleyebilirdim?
Memleketi kurtarmak lazımdır. İstersem bunu yapabilirmişim! Nasıl hemen hüküm veririm:
Vahdettin demek istiyordu ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanak noktamız, İstanbul'a hakim olanların siyasetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikayet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun ede-bilirsem, memleketi ve halkı bu siyasetin doğru olduğuna inandırabilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkleri tutuklarsam Vahdettin'in arzularını yerine getirmiş olacaktım.
'Merak buyurmayın efendimiz! Nokta-i nazar- şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım!
'Muvaffak ol!' hitab-ı şahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çıktım.
Naci Paşa, Padişahın yaveri, fakat benim hocam, derhal benimle buluştu. Elinde ufak muhafaza içinde bir şey tutuyordu. 'Zat-ı Şahane'nin ufak bir
hatırası' dedi. Kapağın üzerinde Vahdettin'in inisiyalleri işlenmiş bir saatti. 'Peki, teşekkür ederim' dedim, yaverim aldı.
Sonra sanki Yıldız Sarayı'ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi ihtiyatla, ayaklarımızın pıtırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık." [34]
Başından beri anlattığım gibi Vahdettin'in kurtuluş planı, "düşmana karşı silahlı direniş" değil, "düşmanın merhametine sığınmaktır." Vahdettin, özellikle Paris Barış Konferansı'nın arifesinde, İzmir'deki kanlı olaylardan dolayı Batı kamuoyu da Türkiye'nin lehine dönmüşken, İngilizleri memnun ederek, onların bir dediğini iki etmeyerek İngiliz desteğini arkasına aldığı takdirde işgallerin sona ereceğini ve devletin kurtulacağını düşünmektedir. Yani Vahdettin'e göre "devletin kurtuluşu" İngilizleri memnun etmekle mümkündür. O sırada İngilizleri memnun etmenin biricik yolu ise, İngilizlerin 21 Nisan tarihli notası doğrultusunda Anadolu'daki karışıklıkları önlemektir. Dolayısıyla Padişah Vahdettin'in, bu karışıkları önleyecek paşaya, Yıldız Sarayı'nda "Paşa Paşa devleti kurtarabilirsin" derken kastettiği şey, İngilizlerin notası doğrultusunda Anadolu'daki karışıklıkların önlenmesi ve asayişin sağlanmasıdır. Ayrıca Vahdettin tek "kurtuluş planının" İtilaf devletlerine güvenmek olduğunu anılarında açıkça itiraf etmiştir:
"Devlet tehlikede ve İstanbul sallantıda idi. Şahsen müstakil bir siyasetim yoktu, ama kurtuluşumuz için babam Abdülmecit Han'dan miras aldığım İtilaf devletlerine yakınlık politikasını, İngilizlerin zıddına hareket etmemek ve Fransızlarla İngilizleri gücendirmemek şeklinde, uyuşmacı bir siyaseti seçmiştim. Böylelikle anlaşma olmasa bile hiç olmazsa husumetlerini (düşmanlıklarını), şiddet ve nefretlerini azaltmaya çalışıyordum"[35]
Vahdettin ile Atatürk'ün "devletin kurtuluşundan" anladıkları çok farklı şeylerdir. Vahdettin'in "devletin kurtuluşu" yöntemi, İngilizleri memnun etmek ve onların desteğini almak biçimindeyken; Atatürk'ün "devletin kurtuluşu" yöntemi, bütün düşmanlara karşı mücadele ederek tam bağımsızlığı elde etmek biçimindedir. Ayrıca, Vahdettin, "devletin kurtuluşu" derken aynı zamanda kendi tahtı ve tacını kastederken, Atatürk, "devletin kurtuluşu" derken, ulusun egemenliğini kastetmektedir. [36]
"Müttefiklerin, bitip tükenmeyen isteklerini yerine getirmekten bıktığını söyleyen Padişahın özlemini çektiği kurtuluş, onların şikayetlerinin giderilerek Osmanlı taç ve tahtını koruyacak olabildiğince ılımlı bir barışa bir an önce kavuşmak olmalıdır. Mustafa Kemal ise başından beri bireysel ya da hanedana sınırlı bir kurtuluş değil, yurdu ve ulusu içeren bütünsel bir kurtuluş amaçlamaktadır." [37]
Atatürk, Samsun'a çıkıp, kafasındaki "kurtuluş planı" doğrultusunda direniş hazırlıklarına başlayınca İngilizler, Sadrazam Damat Ferit ve Padişah Vahdettin'den "Atatürk'ü bir an önce İstanbul'a geri çağırmalarını istemişler", bu doğrultuda hemen harekete geçen Damat Ferit ve Padişah Vahdettin, birkaç defa Atatürk'ü İstanbul'a geri çağırmışlar, ancak Atatürk bütün bu çağrılara olumsuz cevap vererek, gerekirse "sine-i millette bir ferdi mücahit olarak" mücadelesini sürdüreceğini bildirmiş ve istifa etmiştir. Bunun üzerine Padişah Vahdettin, 8 Temmuz 1919'da Atatürk'ün müfettişlik görevine son vermiştir. [38]

Kaynakça:
[1] Rıfat. age, s.209.
[2] Mısıroğlu, Osmanoğullannın Dramı, s.80.
[3] Özakman, age. s.234.
[4]Bkz. Özakman, age, s.236-246.
[5]Bu beyannameyi yayınlayanlardan biri olan K. Mısıroğlu bu beyannamedeki ifadeleri dikkate almamıştır. Kadir Mısıroğlu, Geçmişi ve Geleceği île Hilafet, İstanbul, 1993, s.194, vd; Özakman, age, s.246.
[6] Özakman. age. s.234.
[7]Jaeschke, İngiliz Belgeleri, s.102.
[8] Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 11. bs. İstanbul, 2004, s.216.
[9] Jaeschke, age, s.102.
[10] age, s.103.
[11] Aksin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, s.243; Selek, age, s.216.
[12] Jaeschke, age, s.103.
[13] Selek, age, s. 216.
[15] Özakman, age, s.252.
[15]Jaeschke, age, s.104.
[16] Sir Andrew Ryan, The Last of the Dragomans, Londra, 1951, s.129-131'den aktaran Osman Ozsoy, Kurtuluş Savaşının Perde Arkası, İstanbul, 1999, s.133; Meydan, age, s.483.
[17] Jaeschke, age, s. 107.
[18] Aksin, age, s.247,248.
[19] Bkz. Meydan, age, s.489-492.
[20] Özakman, age, s.253,254.
[21] Ayrıntılar için bkz. Meydan, age, s.344 vd.
[22]Bu sürecin bütün ayrıntıları için bkz. Meydan, age, s. 463 vd.
[23] Akın gazetesi, 20 Mayıs 1948.
[24] Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, s.129.
[25] Selek, age, s.219,221.
[26] Jaeschke, age, s.109.
[27] age, s.114.
[28] Aksin, age, s.291-294.
[29] age, s.287
[30] Atay, age, s.124.
[31] Bayur, age, s.292.
[32] Meydan, age, s.535.
[33] Atay, age, s.139.
[34] age, s. 139,140.
[35] Murat Bardakçı, "Birinci Cumhuriyetçilere Dev Bir Hizmet", Hürriyet, 12 Mayıs 1996.
[36]Meydan, age, s.521.
[37] Turan, Mustafa Kemal Atatürk, s.214.
[38] Saime Yücer, "Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a Çıkısı ve Geri Çağrılması Üzerine Bir İnceleme", Askeri Tarih Bülteni, Ankara, 2001, S.51, s.141.

Vahdettin Dosyası 1 : Vahdettin Hain Değildir Tezinin Kaynağı
Vahdettin Dosyası 2 : Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı
Vahdettin Dosyası 3 : İngilizlere yalvaran bir Osmanlı Padişahı : Vahdettin
Vahdettin Dosyası 4 : Vahdetinin Türkiye,yi İngilizlere Bırakma Önerisi
Vahdettin Dosyası 5 : Atatürk’ün Vahdettin’i Milli Harekete Yaklaştırma Çabaları
Vahdettin Dosyasi 6 : İngiliz ajanı gibi çalışan bir padişah: Vahdettin
Vahdettin Dosyası 7 :Atatürk'ün Samsun'a çıkışı ve Vahdettin
Vahdettin Dosyası 8 : Kırk Bin Altın Yalanı
Vahdettin Dosyası 9 : Vahdettin'in Kaçışı Yurtdışındaki İhanetleri ABD Başkanı'na Yazdığı Mektup

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget