Kasım 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Anayasaya Temel Hak Ve Özgürlükler Asıl Sınırlandırmak İstisnadır Yazmak Yeterli Değildir
Anayasaya;  temel hak ve özgürlüklerin esas,  sınırlandırılmasının ise istisna olduğunu soyut bir kural olarak yazmak,  yeterli değildir. Bu zaten demokratik anayasalarda yer alan evrensel ve bilinen bir kuraldır. 

Soyut olarak yazmakla iş bitse ve özgürlükler güvence altına alınmış olsa çok güzel ama, soyut ilkeler maalesef uygulamada hayat bulamamaktadır. 

Bu nedenle; bizim ülkemiz gibi,  temel hak ve özgürlükler konusunda  geri kalmış ve sabıkalı,  demokrasi kültürü gelişmemiş ülkelerde, maalesef daha somut kurallar getirmek zorunludur. 

Mesela, bizim ülkemizde anayasal bir hak olan silahsız ve barışçıl bir toplantı ve gösteri yürüyüşü,  derhal güvenlik güçlerince engellenmekte ve göstericilere karşı orantısız güç kullanılarak,  göstericiler dağıtılmakta ve gözaltına alınmakta, bu da yetmiyor çoğu zaman, insan sağlığına aykırı, savaşlarda dahi kullanılması yasak ve insanlık suçu olan kimyasal silah mahiyetindeki göz yaşartıcı biber gazı kullanılmakta ve masum insanlar temel hak ve özgürlüklerini kullanamadıkları gibi,  sağlıklarından da olmaktadırlar. 

Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler bölümünde, barışçıl ve silahsız toplantı ve gösteri yürüyüşü hak ve özgürlüğünü kullanmak isteyen göstericilere karşı, biber gazı ve benzeri kimyasal bir silahın kullanamayacağı yasağı açıkça konulmalıdır. 

Altılı masaya arz olunur.

Güner Yiğitbaşı

30/11/2022 

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Anayasa Mahkemesi Nezdinde Bağımsız Bir Türkiye Cumhuriyet Başsavcılığı Kurulmalıdır
Evet,  patenti bize ait olmak üzere, bir öneride bulunuyoruz altılı masa ‘ya. 

Adı ne olursa olsun, adına ister Türkiye Cumhuriyet Başsavcılığı, ister Anayasa Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı diyelim; 

Hukukun ve anayasanın üstünlüğüne dayalı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin;  anayasada yazılı niteliklerini ve anayasanın ve yasaların bağlayıcı niteliğini ve üstünlüğünü  koruyarak hakim kılmak, 

Anayasa hükümlerinin;  yasama, yürütme ve yargı organlarıyla, tüm kurum ve kuruşları ve herkesi bağlayıcı olan hükümlerinin ve Anayasa Mahkemesi ile Uluslararası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve diğer yargı mercilerinin kararlarına uyulup uyulmadığını izleyerek,  uymayanlar hakkında, resen soruşturma açmak ve bu soruşturmalar sonucunda elde edilen yeterli kanıtlara dayanarak, failleri hakkında  bu eylemlerinin karşılığı olan Türk Ceza Yasasının ilgili maddelerine ve failin sıfatına göre, Anayasa Mahkemesinde veya ilgili genel adliye mahkemelerinde doğrudan kamu davaları açmak, 

Her zaman tartışma konusu olan ve şu anda siyasi partilerle ilgili tüm işlemleri yapmak, şartları oluştuğunda kapatma davaları açmak ve Yüce Divanda savcılık makamını temsil etmekle görevli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının devreden çıkarılarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının bu hususlara dair tüm görev ve yetkilerini üstlenmek, üzere; 

Başsavcısı ve savcılarının; Anayasa Mahkemesi Üyesi seçilme yeterliliğine sahip hukukçular arasından,  Anayasa Mahkemesi Üyelerinin seçilip atanmalarına dair usule göre seçilip atandıkları, bir Türkiye veya Anayasa Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı kurulmalıdır. 

Altılı masa ‘ya öneriyoruz.

Güner Yiğitbaşı

30/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Altılı Masanın Anayasa Mutabakat Metni Üzerine
Bugün,  altılı masa tarafından sunumu yapılan güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçişi öngören anayasa değişiklik öneri mutabakat metni,  ana hatları itibariyle beğenilmiş olmalıdır. 

Bu metin henüz kesinleşen bir anayasa değişiklik tasarısı değildir. Yapılması düşünülen değişikliklerin bir çatısı ve çerçevesi oluşturulmuştur. 

Televizyondan izledik ama detaylarını tam inceleme imkanımız olmadı, buna rağmen, detaylarda olup olmadıklarını bilemediğimiz bazı önerilerimizi bu yazımızda dile getirmek istiyoruz. 

Önerilerimizi şöyle sıralayabiliriz; 

Seçimlere katıldığı ve milletvekili seçildiği partisinden istifa eden bir milletvekili, başka hiçbir irade beyanına ve işleme tabi olmaksızın, otomatikman  milletvekilliğinden de istifa etmiş sayılmalı, milletvekilliği anında düşmelidir ve buna ilişkin açık bir hükme anayasada yer verilmelidir. 

Bizi yönetenleri yoldan çıkaran, korkusuz yapan ve kendilerine cesaret veren en önemli neden, görevleriyle ilgili bir suç ve yolsuzluk yaptıklarında yargı önünde kendilerinden hesap sorulmasının önündeki aşılması imkansız engellerdir. 

Bu nedenle, başbakan ve bakanlardan birinin görevleriyle ilgili bir suç işledikleri şüphesini ortaya koyan yeterli kanıt olması koşuluyla,  haklarında meclis soruşturması önergesi verilebilmesi ve bunun sonucunda soruşturma komisyonu kurularak soruşturulabilmeleri için, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğu olan 301 milletvekilinin oluru yeterli sayılmalıdır. 

Asil, yani  milletin bir ferdi hakkında, diğer insanlar nasıl savcılıklara bir dilekçe ile suç duyurusunda bulunabiliyor ve o kişiler  hakkında hazırlık soruşturması açılabiliyorsa, milletin temsilcileri olan başbakan ve bakanlar hakkında da, soruşturma açılabilmesi ve bu nedenle bir komisyon kurulabilmesi için,  bugünkü milletvekili sayısına göre salt çoğunluk olan 301 milletvekilinin oyları yeterli sayılmalıdır. 

Soruşturma sonunda düzenlenecek  raporun kabul edilerek ilgili başbakan veya bakanın yüce divana sevki için yapılacak olan oylamada ise, nitelikli çoğunluk olan Meclis üye tam sayısının üçte ikisi olan  400 milletvekilinin oyu yeterli sayılmalıdır. 

Demokrasilerde sıfatı ve makamı ne olursa olsun herkes yargı önünde hesap verebileceğini, suçsuzsa aklanacağını bilerek görev yapmayı göze alabilecek cesaret ve dürüstlüğe sahip olmalıdır. 

Kimse, bunun istikrarı bozacağı, soruşturma yetkisinin kötüye kullanılacağı şeklinde yorumlamamalıdır. 

Bize göre, dürüst bir başbakan ve bakan; her an bir  soruşturmaya uğrayabileceğinin,  Demokles’in kılıcı gibi başında sallandığından korkmadan görevini anayasa ve yasalara uygun bir şekilde yapmalıdır. Aksini düşünenler politika yapmamalı, yerlerini dürüst ve namuslu, hesap vermekten korkmayan politikacılara bırakmalıdır. 

Temsili bir demokrasi olan parlamenter sistemde, seçimlerde temsilde adalet esas alınmalı, istikrarın sağlanması safsatasından vazgeçilmelidir. 

Vatandaşlarımız, bir kamu görevine girerken nasıl yazılı ve sözlü sınavdan, mülakattan geçiyorsa, ülkeyi yönetmeye  talip olan iktidar partisinin genel başkanı ile en başta ana muhalefet partisi olmak üzere, mecliste grubu olan  muhalefet partilerinin genel başkanları;  detayları seçim yasalarında belirtilecek şekilde, iktidara geldiklerinde uygulayacakları proje ve politikalarla ülkenin sorunlarını nasıl çözecekleri konusunda, televizyonlarda aynı masa etrafında karşılıklı olarak halkın karşısına çıkarak  karşılıklı tartışma yapmakla mecbur kılınmalı, kimsenin minderden kaçmasına izin verilmemeli ve bu mecburiyet,  anayasanın seçimlerle ilgili bölümünde açık bir hükme bağlanmalıdır. 

Demokrasilerde şeffaflık esas olduğundan, yasalarda mevcut tüm örtüler kaldırılmalı, başbakana ve cumhurbaşkanına örtülü ödenek adı altında tanınan,  nerelere harcandıkları meçhul  ödeme yapma yetkisi ortadan kaldırılmalı, ülkenin ali menfaatleri ve güvenliği için acil olan hizmetlerde acilen   kullanılma gereği duyulacak olan makul bir miktardaki ödenek, bütçeyi yapan ve onaylayan bütçenin sahibi Türkiye Büyük Millet Meclisinin uhtesine verilerek, gerektiğinde başbakanın müracaatı üzerine meclisin gizli toplantısında, sadece başbakan ile sınırlı olmak üzere,  bu ödemeye meclis tarafından onay verilmesini sağlayacak bir düzenlemeye anayasada yer verilmelidir. 

Kimseyi suçlamak anlamına gelmemek zere, unutulmamalıdır ki; bugünkü keyfi ve gizli örtülü ödenek uygulaması ile devam edildiğinde,  bir cumhurbaşkanı ve başbakan,  bu gizli  ödeneği,  kendi partisinin seçim propaganda faaliyeti için dahi kullanabilir, kendi partisinin propagandasını yapmak koşullu olarak birilerine medya satın alabilir, bu da seçimlerdeki adaleti ve eşitliği tamamen ortadan kaldırabilir. Bu delik kesinlikle tıkanmalı ve gizlilik meclisin bilgisi ve onayı dahilinde sınırlandırılmalıdır. 

Devletin vergilendirme yetkisinin; dini ve sair kaygılarla, vatandaşların sosyal yaşamlarına ve içeceklerine doğrudan müdahale anlamına gelecek şekilde kötüye kullanılmasını,  vatandaşların vazgeçilemez modern dünyanın kabul ettiği makul alışkanlıklarını önleme amaçlı olarak kullanılmasını yasaklayan hükme yer verilmelidir. 

Aklımıza hemen geliveren öneriler şimdilik bunar, yenileri de aklımıza geldikçe yazmaya devam edeceğiz tabi.

Güner Yiğitbaşı

28/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Özgür Ve Çoğulcu Demokrasinin Cılkını Çıkardınız
AKP ve MHP'den oluşan Cumhur İttifakı koalisyonu; çoğulcu demokrasiye, genel kurul salonunun duvarında “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” yazılı olan Türkiye Büyük Millet Meclisine, milli iradeye tam bir ihanet içindedir. 

Cumhur İttifakı koalisyonu; kırıntısı kalan çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi, yasaklar ve çoğunlukçu demokrasi haline getirerek,  çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin cılkını çıkarmıştır. 

Bugüne kadar,  ana muhalefet  partisi dahil, muhalefetteki partilerimizin hiçbir önergesi ve yasa teklifi,  mecliste olur görmemiş ve AKP ile MHP çoğunluk oylarıyla tümü reddedilmiştir. 

Şimdi bu yazıyı yazarken bir yandan da Halk Tv. yi izliyorum,  altılı masanın hazırladığı anayasa değişikliği önerileri tartışılıyor. Bize göre,  en güzel ve demokratik, özgürlükçü anayasa da yapsanız, önemli olan uygulamadır. 

İngiltere’de yazılı bir anayasa dahi olmadığı, geleneksel krallık ve saray düzeninin, muhafazakarlığın gereği olarak,  sembolik bir şekilde devam ettirilmesine rağmen, demokrasinin ve özgürlüklerin  beşiği olarak anılmaktadır. 

Bugün, ülkemizde  yürürlükte olan darbe anayasası dahi,  ihtiva ettiği hükümleriyle tam olarak uygulansa, bizi şu anda yönetenlerin yüreklerinde çoğulcu demokrasi,  hak ve özgürlükler sevgisi olsa,  ülkemiz güllük gülistanlık olur. 

Her zaman diyoruz, anayasalar ve yasalar hiç önemli değildir, önemli olan bu yasaları ve anayasaları uygulayanların demokrasi ve özgürlüklere olan inanç ve sevdasıdır. 

En iyi anayasa ve yasalar dahi;  kötü, otoriter, demokrasiden ve özgürlüklerden yana nasibini almayan yönetici ve uygulayıcılar elinde kötü sonuçlar doğurabilir, aynen şimdi ülkemizde olduğu gibi. 

Bu nedenle altılı masanın iktidar olduğunda anayasada yapacağı değişiklikler,  bize göre hiçbir değer taşımamaktadır, sadece şekilden ibarettir. 

Ben şahsen, altılı masanın anayasada yapmayı düşündüğü değişikliklerden ziyade, altılı masanın bileşenleri partilerin hal ve hareketlerine,  söylemlerine,  tavırlarına, söylemleriyle eylemleri arasındaki tutarlılığa, her şeyden önemlisi de samimiyetlerine önem vermekteyim.  

Ona kalırsa tek adam ERDOĞAN da, camdan okuyarak yaptığı konuşmalarında demokrasiyi, hak ve özgürlükleri dilinden düşürmüyor. Ülkede yaşamıyor, söylemlerle eylemleri, uygulamaları görüp mukayese imkanı bulamıyor olsanız, ERDOĞAN'a Nobel Özgürlük ve demokrasi ödülü verirsiniz. 

Kadınlara şiddetin önlenmesi gününde, bu günü anmak isteyen kadınlara orantısız devlet ve polis şiddetinin kullanıldığı, kadınların gözaltına alındıkları ve iktidar tarafından şiddete maruz kaldıkları  bir ülkede yaşıyoruz. Buna rağmen,  bizi yönetenlerin dillerinde demokrasi ve özgürlük lafları hiç düşmüyor, demokrasi ve özgürlükler,  sadece içleri boş kavramlar olarak, havalarda uçuşuyor. 

İstiklal caddesinde terör bombası patlatılıyor, insanlarımız ölüyor ve yaralanıyor, muhalefet partileri, bu eylem meclis tarafından araştırılsın diye önerge veriyor, bu önerge AKP ve MHP koalisyonunun çoğunluk oylarıyla,  mecliste reddediliyor. 

Yetmiyor, ülkedeki varlıksız yoksul öğrencilere yemek yardımı yapalım, karınlarını doyuralım diye muhalefet meclise bir öneri getiriyor ve bu öneri de AKP ve MHP koalisyonunun milletvekillerinin oylarıyla reddediliyor, bu oylamanın yapıldığı mecliste demokrasicilik, demokrasi evciliği oynanıyor ve bu meclise,  Türkiye Büyük Millet Meclisi deniyor. 

Hadi oradan sen de. 

Bu ülkede; ne, azınlığın da sözünün geçtiği çoğulcu bir demokrasi vardır. Ne de, muhalefetiyle ve iktidarıyla,  tüm milletin ve onun temsilcilerinin sözlerinin geçtiği gerçek bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardır. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi; saraydaki tek adamın,  iradelerine hükmettiği,  iradelerini saraydaki partili cumhurbaşkanı  tek adamın emrine ve talimatına terk eden, sadece AKP ve MHP çoğunluğunun temsil edildiği,  AKP ve MHP çoğunluğunun meclisine dönüştürülmüş olup, ülkenin içinde bulunduğu buhran da, bu çoğunlukçu demokrasi anlayışı ve uygulamasının doğal bir sonucudur.

Güner Yiğitbaşı

28/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Nerede çokluk orada bokluk(mu)?
Yeter artık, yetti gari, her türlü eleştiriyi göze alarak yine tekrarlıyoruz, artık Cumhurbaşkanı adayınızı belirleyerek kamuoyu ile paylaşınız. 

Altılı masa;  evet, ülkede yeniden demokrasiyi tesis etmek, özgürlükçü parlamenter sistemi yeniden kurmak amacıyla oluşturulan bir misyon beraberliği ama, bu demek değildir ki; bu beraberliğin bir lideri olmayacak. 

Lidersiz ve başsız hiçbir hareket başarıya ve sonuca ulaşamaz. 

Şurada seçimlere altı ay kaldı, altılı masa hareketi hala  lidersiz, Cumhurbaşkanı adayları belirsiz, her kafadan bir ses çıkmakta, altılı masanın bileşeni İyi Parti hala seçilebilecek bir adaydan bahsediyor, ahtapot misali altı başlı ve her kafadan bir ses çıkan, nerede çokluk orada bokluk sözünü haklı çıkarmaya namzet bir konfederasyon adeta, bir türlü federasyon olamadılar. 

Altılı masa;  cumhurbaşkanı adayını, seçim kararı alınana kadar açıklamama gerekçesi olarak, adayın yıpratılmamasını gerekçe yapmıyor mu? Yapıyor. 

Ama, bakıyoruz, altılı masanın cumhurbaşkanı adayını hala belirleyip açıklamaması,  altılı masayı daha çok yıpratmaya başladı, altılı masa bileşenleri birbirlerini yemeye başladılar, ünlü düşünür Thomas Hobbes doğru söylemiş, insan insanın kurdudur derken. 

Neymiş efendim KILIÇDAROĞLU seçilemezmiş, seçilecek bir aday gösterilsinmiş. 

Ben de soruyorum. 

Altılı masanın liderleri tabanlarına hakim midirler, tabanlarına,  adayımız KILÇDAROĞLU'dur dediklerinde,  tabanlarına söz geçiremeyecek kadar aciz midirler?

Kimse topu  taca atmasın ve KILIÇDAROĞLU seçilemez safsatasına sığınmasın. 

Biz altılı masa liderlerine soruyoruz. Kardeşim siz KILIÇDAROĞLU'nun adaylığına  karışımısınız,  değil misiniz? Seçilemez diyerek suçu seçmen tabanınıza atmayınız lütfen. Bizim ülkemizde, seçmen tabanı liderlerinin tercihlerine çok az bir fireyle itaat ederler, kaldı ki; herhalde,  KILIÇDAROĞLU iş başındaki ERDOĞAN'dan daha kötü değildir. 

Altılı masanın bileşenleri,  CHP dışındaki partilerinin liderlerine sesleniyoruz. 

Altılı masanın kurucusu ve fiili lideri, başını çekeni kim? Bir düşünün. 

Tabii ki; KILIÇDAROĞLU

KILIÇDAROĞLU; söylemleriyle,  aday olduğunu ima etmekte, anlayınız artık altılı masa. Hala ne bekliyorsunuz, ortalık karışsın ve altılı masa dağılsın mı istiyorsunuz?

KILIÇDAROĞLU; hem altılı masanın kurucusu ve fiili lideri olacak, altılı masada alınan kararlarda imzası bulunacak, masaya ve programa büyük katkı yapacak, ama aday olursa seçilemeyecek, ne büyük bir çelişki. 

KILIÇDAROĞLU;  seçilemeyecek kadar değersizse, kendinize güveniyorsanız çekin gidin altılı masadan. Herkes haddini bilecek, boyu kadar konuşacak. 

Seçmen de,  haddini bilecek, armudun sapı,  üzümün çöpü deme zamanı mıdır?

Hem;  geçinemiyoruz, emekli maaşımız yetmiyor, asgari ücretle geçinmek imkansız, sürünüyoruz, eve ekmek götüremiyoruz, pazara çıkıp alışveriş yapamıyoruz, çocuklarımız yatağa aç yatıyorlar, elektrik ve doğalgaz faturalarını ödeyemiyoruz, üşüyoruz, ürettiğimiz malın maliyetini dahi karşılayamıyoruz, ev ve araba almamız artık mucize diye dert yanacaksınız, ondan sonra da, tüm bu olumsuzlukların müsebbibi olan ERDOĞAN karşısında KILIÇDAROĞLU seçilemez diyeceksiniz. 

Yok öyle yağma. Herkes,  aklını başına toplayacak, en başta altılı masanın bileşeni partilerin liderleri olmak üzere. 

Kimse unutmasın, herkesin geleceği kendi elinde, elindeki oyu doğru adaya ve sandığa atmakta. 

Yeter be.

Güner Yiğitbaşı

26/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bugün Para Cezamı Ödedim Ama Bu İş Burada Sonlanmayacak
Beni sürekli takip eden okuyanlarım hatırlayacaklar. 

İsmini ağzıma almaya bile gerek duymadığım,  Sakarya Üniversitesinde öğretim üyesi olarak görevli Profesör ünvanlı bir zat, çıktığı bir televizyon programında,  üniversitelerimizi fuhuş yuvaları olarak damgalamıştı. Bu beyanı ile üniversitede okuyan genç kızlarımızı fahişelikle suçluyordu. 

Bu haksız ve adi suçlamaları duyan; ben dahil,  vicdanları sızlayan ve  yaralanan kamuoyu ayağa kalkmış ve bu zatı ağır şekilde eleştirmişler ve beyanlarını protesto etmişlerdi. 

Biz de,  bu sözlerle vicdanı sızlayan Türk kamuoyunun bir ferdi olarak,  bu beyanlar karşısında büyük bir üzüntü duymuş ve hiddete kapılmıştık ve bu hiddet ile sıcağı sıcağına  ”SEN DE GAVAT VE PEZEVENK MİSİN O ZAMAN?” başlıklı bir makale yazarak, bu zata; sadece dikkatini çekmek kastıyla, sözlerinin yaratacağı ağır sonuçları düşünmesi amacıyla,  makale başlığındaki soruyu sormuştuk. Amacımız ve kastımız hakaret değildi. Kendisine doğrudan hakaret etmiyorduk,  beyanların karşısında sen de başlıktaki duruma düşersin,  aman konuşmalarına dikkat et demek istemiştik sadece. Aslında, ortada doğrudan bir hakaret ve hakaret kastı olmadığı gibi, Profesör ünvanlı bu zat, üniversiteler fuhuş yuvalarıdır demek suretiyle, fahişe ilan ettiği kız öğrencilerden, bir öğretim üyesi olarak, kendisinin de sorumlu olması nedeniyle,  bindiği dalı kesiyor ve kendi kendisine hakaret ediyordu bilmeden. İşte biz bunun dikkatini çektik bu makalemizde. 

Ama, binlerce üniversiteli genç kızlarımızı fahişelikle suçlayarak hakaretler yağdıran bu zat, teşbihte hata olmaz, akıllı hırsız ev sahibini bastırır lafını haklı çıkarırcasına,  üniversite öğrencisi genç kızlarımıza yaptığı hakaretlerin hesabını vermeden,  tarafımızdan hakarete uğradığı iddiasıyla, hakkımızda Sakarya C. Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu, savcılık Sakarya 3. Asliye Mahkemesinde hakkımızda dava açtı, basit yargılama usulüne göre duruşmasız olarak yapılan ilk yargılama sonunda, suçsuz olmamıza rağmen,  suçumuz sabit görüldü. Ancak, bizim de savunmalarımızda dile getirdiğimiz gibi, ”müştekiden kaynaklanan haksız fiil nedeniyle,  bu haksız fiile tepki olarak, suça konu hakaret içeren makaleyi yazmış olduğumuz kabul edilerek,  TCK madde 129/1 madde ve fıkrası uyarınca, hakkımızda   CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA”karar verildiği halde, bu karara yaptığımız itiraz üzerine, genel hükümlere göre yapılan duruşmalı yargılama sonunda, değişen hakim nedeniyle, TCK. nın 129/1 maddesindeki lehe hüküm;  “müştekinin beyanlarıyla,  sanığa veya bir yakınına yönelik zarar doğuran ve haksız tahrik teşkil eden,  haksız bir fiil ve haksız bir tahrikinin olmadığı” gerekçesiyle hakkımızda uygulanmadığı için,  sonuç olarak 2600 TL para cezası ödemeye mahkum edildik. Ceza miktarı da o kadar güzel ayarlanmış ki; cezanın nevi ve miktarı itibarıyla hakkımda verilen ceza hükmü kesindi maalesef. Bu nedenle istinaf ve temyiz yoluna gidemedik. 

Kesin olarak verilen ve yasal üst başvuru yolları hakkımız bulunmadığı için, uğradığımız hak ihlali nedeniyle biz de konuyu bireysel başvuru hakkımızı kullanarak Anayasa Mahkemesine taşıdık. 

Bireysel başvuru talebimizde yer alan bazı pasajlara burada yer vermek istiyoruz. 

“ Anayasa’nın 148.  maddesinin dördüncü fıkrasında;  kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin,  bireysel başvuruda incelenemeyeceği belirtilmiş ise de; . . . . . verilen mahkumiyet kararı; kanun yoluna kapalı olup kesindir. Karara karşı istinaf ve Yargıtay gibi tüketilmesi gereken denetim ve kanun yoluna başvurma hakkımız bulunmamaktadır. Karar,  üst denetim ve başvuru yolundan geçme şansına erişememiş olup, karar;  bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden,  bariz takdir hatası ve açık bir keyfilik içermektedir. 

Yasama yürütme ve yargı yetkilerinin tek adamda toplandığı Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde,  sadece kağıt üzerinde yazılı kalan fiiliyatta uygulanmayan anayasanın 138. maddesine göre; Hâkimler,  görevlerinde bağımsızdırlar;  Anayasaya,  kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Olması gereken budur. Ama,  maalesef siyasallaşan ve tek adama bağlanan yargının içinde bulunduğu ve düşürüldüğü durum ortadadır. 

Hiçbir organ,  makam,  merci veya kişi,  yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;  genelge gönderemez;  tavsiye ve telkinde bulunamaz. 

Ancak,  gerçekte maalesef uygulama bu yönde değildir. Anayasa Mahkemesinin kararları dahi,  yerel mahkemeler tarafından uygulanmamaktadır. Yargının bağımsız ve tarafsız olduğuna ilişkin toplumdaki inanç yok olmuş, maalesef yargı bağımsızlık ve tarafsızlığını yitirmiş ve siyasallaşmıştır. 

Yargılamayı yapan yerel mahkeme hakiminin de, tarafsız ve bağımsız olduğu çok kuşkuludur. 

Adil yargılanma hakkı, çok geniş bir tanımı gerektirmekte olup, adil yargılanmadan bahsedebilmek için aranması gereken ilk koşul;  hükmü veren hakimin,  bağımsız ve tarafsız olduğundan asla şüphe edilmemesi olmalıdır. Müvekkilin yargılandığı mahkemenin hakiminin; müvekkil hakkında verdiği yasa ve hukuka aykırı kararıyla,  bağımsız ve tarafsız olmadığı ciddi şüphesini uyandırması, başvurucu müvekkilin adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilmelidir. 

Başvurucu müvekkilin eyleminde; müştekiye yönelik hakaret suçunun maddi ve manevi unsurları oluşmadığı halde,  hakaret suçunun yasal unsurlarıyla oluşup sabit olduğunun kabulü bir yana, basit yargılama usulü uygulanarak duruşmasız yapılan ilk yargılama sonunda başvurucu hakkında  kurulan ilk kararda, ”müştekiden kaynaklanan haksız fiil nedeniyle, sanığın bu haksız fiile tepki olarak suça konu hakaret içeren paylaşımı yaptığı anlaşılan sanık hakkında,  TCK madde 129/1 fıkrası hükmünün mahkememize verdiği yetkiye binaen, müştekiden kaynaklı haksız fiilin ağırlığı ve kusurunun yoğunluğu nedeniyle, CMK 223/4-c maddesi uyarınca CEZA VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA” karar verilmiş olmasına rağmen, itiraz üzerine genel hükümlere göre duruşmalı olarak yapılan ikinci yargılama sonunda ise; yasaya göre,  mahkeme itirazdan önce basit yargılama usulüyle verdiği kararla bağlı olmamakla birlikte, aynı delillerle, sadece hakim değişikliği nedeniyle,  yasal koşulları fazlasıyla mevcut olmasına rağmen, başvurucu müvekkil hakkında,  TCK. 129/1 fıkrası hükmünün uygulanmayarak,  adli para cezasına hükmedilmesi,  buna ilaveten de yargısal üst denetim yollarının kapatılması amacıyla, cezanın kesin hüküm sınırları içinde kalacak, başvuru yollarını tıkayacak şekilde belirlenmiş olması, bariz bir takdir hatası ve açık bir keyfîlik içermektedir. 

Yerel mahkemenin gerekçeli kararında yer verdiği; müştekinin,  beyanlarıyla,  başvurucu sanığa veya bir yakınına yönelik zarar doğuran ve haksız tahrik teşkil eden,  haksız bir fiil ve haksız bir tahrikinin olmadığını savunan gerekçelerine katılmak,  asla  mümkün değildir.  

Müşteki,  bu beyanlarıyla, somut olarak sadece bir genç kızımıza kişisel, ya da çok sınırlı sayıdaki genç kızlarımıza değil, üniversitelerde okuyan genç kızlarımızın tümüne yönelik,  kitlesel ve genel  bir itham ve suçlamada bulunmuştur. 

Müştekinin beyanları; gerici bir zihniyetin, kadın düşmanlığının dışa vurumu olarak,   topluma,  kamuoyuna ve ammeye, kamu vicdanına yönelik, kamu ve toplumsal vicdanı ağır şekilde yaralayan ve sızlatan haksız ve gerçek dışı beyanlardır. 

Başvurucu müvekkil de, aynı toplumun ve kamunun bir ferdi ve üniversitede okuyarak mezun olan iki kız çocuğunun babası olarak, müştekinin somut bir ayrım yapmaksızın,  genellik içeren  bu sözlerinden dolayı,  büyük üzüntü duymuş ve manevi zarara uğramıştır. Sızlayan toplumsal kamu vicdanının içinde,   bu toplumun bir ferdi olarak müvekkile yönelik, müvekkile de doğrudan zarar veren içini ve vicdanını sızlatan,   üzen ve bunun sonucu olarak, müştekiye yönelik tepki koymasına neden olan bir pay bulunmaktadır.  

Bu nedenle;  yerel mahkemenin gerekçe yaptığı, müştekinin beyanlarından, başvurucu müvekkil sanığın ferden zarar görmediğine,  müştekinin söyleminde başvurucu sanığa yönelik bir haksız fiil ve tahrikin bulunmadığına ilişkin hukuk dışı değerlendirmesinin,  hiçbir hukuki değeri bulunmamaktadır.  

Yasaya göre;  mahkeme,  itirazdan önce basit yargılama usulüyle verdiği kararla bağlı olmamakla birlikte, lehe verilen ilk karar hilafına, yasal koşullarının var olmasına rağmen; bu lehe hükümden,  başvurucu müvekkilin  yararlandırılmaması, dikkat çekicidir ve adil yargılanma hakkının açıkça ihlalidir. 

Anayasanın 12. maddesine göre; Temel hak ve hürriyetler,  kişinin topluma,  ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder. 

Biz ve müvekkil başvurucu,  bu hükümden şunu anlıyoruz, günlük olayları değerlendiren, toplumu aydınlatan ve haklarını savunan, bugüne kadar yaklaşık dört bin makale kaleme alan aydın bir yazar ve hukukçu olan, aydın sorumluluğu taşıyan  müvekkil başvurucu; sahip olduğu,  düşünce ve düşünceyi açıklama, bilgilendirme hak ve özgürlüğünü, müştekinin,  kamu vicdanını ağır bir şekilde yaralayan üniversite öğrencisi genç kızlarımızı fahişelikle suçlayan beyanlarına karşı kullanmayarak,  sessiz kalma ve susma,  müşteki ve müşteki gibilere, hak ettikleri gereken cevabı vermeme gibi bir lüks ve hakkının olmadığını, çok iyi bilmekte olup, bu bilinçle suça konu makaleyi yazmakla,  düşünce, düşünceyi açıklama ve ifade özgürlüğünü kullanmış olmanın,  topluma, kamuya ve genç kızlarımıza karşı yüklendiği ödev ve sorumluluğunu yerine getirmenin  iç huzurunu yaşamakta ve hakkında başvuru yolları kapalı ve kesin olarak verilen adli para cezasını içeren mahkumiyet kararı ile yukarıda belirttiğimiz anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına altına alınan temel haklarının açıkça ihlal edilip çiğnendiğini düşünmekte ve değerlendirmektedir. ”

Evet, hakkımızda yasal başvuru yolları kapalı ve kesin olarak,  haksız olarak verilen para cezamızı şimdilik ödedik ama, bu iş burada bitmeyecek, hak ihlaline dayalı bireysel başvuru hakkımız dahil, haksız bir şekilde ceza almamıza ve sabıkalanmamıza neden olanlarla,  yargı önünde yasalar çerçevesinde hesaplaşacağız.  

ÖNEMLİ NOT; Bu yazıyı, bugün tazelenen üzüntümü,  ilgilenecek olan okur dostlarımla paylaşmak için yazdım. Okumak zorunda değilsiniz, bu nedenle lütfen uzun olduğu yorum ve şikayetinde bulunmayınız. Selam, sevgi ve saygılar.

Güner Yiğitbaşı

25/11/2022 

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Şartlar Temel Parametreler Değişmiş De Ondan Olmuş “U” Dönüşleri
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Es-Sisi ile verdiği çok samimi,  elleri birbirlerinin ellerinin üzerindeki “U” dönüşü fotoğrafa yönelik eleştirileri değerlendiren AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan"Biz yine Mursi’ye rahmet diliyoruz.  Biz yine Rabiamızla gurur duyuyoruz.  Ancak şartlar,  temel parametreler değişti" diyerek mazeret uydurmuştur.  

Rahmetli DEMİREL'in;  “dün dündür bugün bugündür” sözüne rahmet okutan, haksız bir mazeret ile geçiştirilmeye çalışılmaktadır, ERDOĞAN'ın dün kara dediklerine bugün ak demeleri. 

ERDOĞAN'ın bu “U” dönüşleri, sadece SİSİ ile yakınlaşmayla sınırlı değildir, 

ERDOĞAN, Suriye politikasında da bir “U” dönüşü yaparak,  dün katil ESED dediği Suriye devlet başkanı ESAT ile de görüşebileceklerini el sıkışabileceklerini açıklamıştır. 

ERDOĞAN; AKP Grup Başkan Vekili gibi, bu “U” dönüşlerini, değişen şartlara dahi bağlamadan direk olarak,  “devletler arasında küslük olmaz” şeklinde gerekçelendirmiştir. 

Her iki gerekçe de, EDOĞAN'ın Mısır ve Suriye dış politikalarındaki keskin “U” dönüşlerinin haklı gerekçeleri olamaz. 

ERDOĞAN'a sormak lazım, Türkiye'nin hiçbir menfaati olmaksızın, ESAT ile küsen onu düşman ilan eden, Suriye'nin içişlerine müdahale eden, ESAT'ı iktidardan düşürmek isteyen bizzat siz değil misiniz Sayın ERDOĞAN?

Madem öyle, ülkeler arasında küslük olmaz, o zaman niçin bağımsız bir devlet olan, başında ESAT'ın bulunduğu Suriye rejimini, dini ve mezhepsel sebeplerle, halkına zulmediyor, Suriye halkına özgürlük getireceğiz gerekçesiyle,  devirmeye kalkıştınız?

Keza,  Müslüman Kardeşler denen terör örgütü yanlısı, Müslüman Kardeşler vasıtasıyla Mısır devlet başkanı seçilen MURSİ'yi askeri darbe ile deviren SİSİ'yi, ülkemiz için hiçbir yararı olmadığı halde,  düşman ilan ettiniz?

Her iki olayda da,  Türkiye’nin hiçbir yararı mevcut değildi. Sadece dini ve mezhepsel inançlarınız ve siyasal çıkarlarınız nedeniyle ESAT ve SİSİ ile düşman oldunuz,  Mısır ve Suriye ile  diplomatik ilişkileri kopardınız. 

Bülent TURAN ne demiş? Şartlar ve temel parametreler değişmiş demiş. 

Hangi şartlar değişti  Bay TURAN?

Burada şartların değişmesi,  tek başına önem arz etmemektedir. 

Değişen şartların hangi amaca yönelik oldukları önemlidir. 

ERDOĞAN'ın, “U” dönüşlerinin gerekçeleri olan değişen şartlar; ülkenin yararları ve selameti için zorunlu olan şartlar mıdır, yoksa  ülkemizin yararlarının aksine,  Mısır ve Suriye ile diplomatik ilişkilerimizi bozan AKP'nin,  yaklaşan seçimlerde iktidarını korumaya yönelik siyasal yararları için zorunlu olan iç politikaya yönelik değişen şartlar mıdır?

Tabii ki; değişen şatlar, temelde doğru olmakla birlikte, ERDOĞAN'ın ve partisi AKP'nin iktidarda kalmasına,  seçim kazanmasına ilişkin,  kişisel siyasal yararlarına öncelik tanıyan şartlardır ki; bu da, ERDOĞAN'ın “U” dönüşlerinin haklı ve etik gerekçeleri olamaz.

Güner Yiğitbaşı

24/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yine Altılı Masa
Değerli yazar ve gazeteci Yılmaz ÖZDİL;  dün (19/Kasım/2022),  SÖZCÜ Gazetesindeki köşesinde, ”ALTILI MASA” başlıklı ironik bir yazı yazmış. 

Bizim ÖZDİL'in yazısından çıkardığımız sonuç; altılı masayı oluşturan liderlerin,  yaklaşık 40 saat süren toplam sekiz toplantıda havanda su dövdükleri, bir arpa boyu yol alamadıkları ve şurada seçimlere yedi ay gibi kısa bir sürenin kalmasına rağmen, aralarında anlaşarak bir ortak Cumhurbaşkanı adayını hala belirleyemediklerine yönelik eleştiridir. 

Yılmaz ÖZDİL haklıdır ve biz de,  ona aynen katılıyoruz. 

ÖZDİL'in,  ironik bir şekilde yazıp açıkladığı gibi; böyle giderse, Haziran 2023 seçimleri gelip çatacak ve bizim altılı masa,  hala aralarında anlaşarak bir ortak Cumhurbaşkanı adayı belirlemeyi unutacak ve atı alan Üsküdar'ı geçecektir. 

Bu konuyu, biz de çok yazdık, artık aranızda anlaşın ve ortak Cumhurbaşkanı adayınızı belirleyerek,  ortalığa yayılan ve altılı masa bileşeni partilerin tabanlarını ve tüm umutlarını altılı masanın başarısına bağlayan halkımızı ayrıştıran ve  huzursuz eden, ”seçilebilecek aday” ve benzeri saçmalıklara,  dedikodulara ve çatlak seslere son veriniz dedik. 

Bize göre; hala,  ortak adayın belirlenerek kamuoyu ile paylaşılmaması,  altılı masa adına büyük bir zafiyettir. 

Altılı masaya soruyoruz. 

Kardeşim sizler, ülkeyi yıkıma götüren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kaldırarak,  yerine iyileştirilmiş parlamenter sistemi kurmak, yok olan özgürlükleri iade etmek, yıkılan ekonomiyi ayağa kaldırmak amacıyla bir araya gelmediniz mi?

Bu nedenle,  sizin belirleyeceğiniz ortak Cumhurbaşkanı adayının isminin belirlenerek açıklanmasından ziyade, yapacaklarınız, bu konuda ortak bir karara varmanızdır. Şayet sizler, bu birliktelikte kararla ve iyi niyetli iseniz, dönüşü olmayan bir yola girmişseniz; ortak Cumhurbaşkanı adayınızı, programınızda tam bir mutabakata varmadan önce belirlemeniz, sizlerin yapacaklarınızı nihai bir programa bağlamanıza engel değil ki. 

Bize göre, ortak Cumhurbaşkanı adayını belirleyerek açıklamayı en sona bırakmanız,  sekiz görüşmede kırk saat konuştuk ama, iktidara geldiğimizde uygulamayacağımız ortak programız da hala anlaşamadık, aramızda ciddi pürüzler var, ortak paydada anlaşmamız mümkün olmayabilir, hala masanın dağılma riski var, anlaşamazsak bu masa dağılır. Bu nedenle, programda nihai anlaşmaya varmadan açıklayacağımız ortak aday, zora düşer ve iyot gibi açığa çıkar anlamına gelmektedir. 

Bu da, seçmenlerde; altılı masanın bileşenleri arasında bir güven bunalımının olduğu, bu masanın heran dağılma olasılığının bulunduğu şüphesini doğurur ki, işte asıl tehlike de  budur. 

Halkımıza güven vermeniz, aranızda anlaşmaya mecbur olduğunuzu göstermeniz için, önce ortak Cumhurbaşkanı adayınızı belirleyerek açıklamak ve yapacaklarınız konusunda aranızda tam bir mutabakata varmaya mecbur ve mahkum olduğunuzu, pes etmeyeceğinizi,  ispatlamanız gerekiyor.  

Bunun tek yolu da; derhal,  ortak adayınızı belirleyerek açıklamanızdır.

Güner Yiğitbaşı

20/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Gözlerini Bireysel Başvuru Hakkına Diktiler
Haberlerden edindiğimiz taze bilgiye göre, Anayasa Mahkemesine yapılan yoğun başvurular sebebiyle, siyasal iktidarın; Anayasa Mahkemesine,  hak ihlallerine dayalı bireysel başvuru hakkına sınırlama getirilerek, başvuruların;  Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan bir komisyon tarafından ön incelemeye tabi tutulup, başvuruların kabul edilebilir olup olmadıklarının bu komisyonca saptanarak bir eleme ve süzgeçten geçirilmesine yönelik bir yasal düzenlemeye gidileceği anlaşılmaktadır.  

Anayasasında; insan hak ve özgürlüklerine dayalı  demokratik ve laik bir hukuk devleti olduğu yazılı olduğu halde, fiiliyatta demokrasinin, hukukun,  insan hak ve özgürlüklerinin bulunmadığı, siyasal iktidarın ve emrindeki yargının, sürekli olarak,  vatandaşlarının hak ve özgürlüklerini ihlalde yarıştıkları ülkemizde, hak ihlali gerekçesiyle Anayasa Mahkemesine yapılan kişisel başvuru sayısın her geçen gün artması,  çok doğaldır. 

Anayasa Mahkemesinin;  bireysel başvuru sayısının her geçen gün artmasından bunalmış olması, bireysel başvuru dosyalarının çoğalması, bireysel başvuru hakkına,  siyasal iktidarın, yürütmenin bir organı olan  Adalet Bakanlığına bir ön inceleme,  eleme ve sınırlama getirme olanağı verilmesinin haklı bir  nedeni olamaz. 

Hak ihlali nedeniyle Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruların konusunu teşkil eden hak ihlalleri; siyasal iktidarın, yani yürütme organının ve onun emrinde çalışan yargının eylem, işlem ve kararlarından kaynaklanmaktadır. 

Bu nedenle, hak ihlaline dayalı bireysel başvuruların ön inceleme ve elemeye tabi tutulması için Adalet Bakanlığına bir hak ve yetkinin tanınması, kuzunun kurda teslimidir, sanığın yargıç koltuğuna oturtulmasıdır, bireysel başvuru hakkının özüne dokunmak ve bu hakkın yok edilmesidir. 

Anayasa Mahkemesinin iş yükünün azaltılmasının çaresi; yürütme organına, yani, hak ihlallerinin failine,  bireysel başvuru taleplerini ön incelemeye tabi tutarak eleme yetkisinin verilmesi olamaz. 

Böyle bir yasal düzenleme, Anayasa ile kişilere tanınan  bireysel başvuru hakkının, yasa yoluyla ortadan kaldırılmasıdır. 

Bize göre çare; Anayasa Mahkemesinin,  başvuruların üstesinden gelecek şekilde kadro ve teşkilat olarak güçlendirilmesi, siyasal iktidarın ve emrindeki yargının,  kişilerin  hak ihlallerine son verecek olan  hukuka, anayasaya. yasalara,  hak ve özgürlüklere saygılı tutum takınmalarıdır. 

Buradan Anayasa Mahkemesine de bir gönderme yapalım. Bireysel hak ihlali başvurularından, sayıca fazla diye şikayetçi olarak, bireysel başvuru hakkının ortadan kaldırılması için fırsat kollayan siyasal iktidara olanak tanımayın ve böyle bir yasal düzenlemenin maşası olmayın lütfen.

Güner Yiğitbaşı

18/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Niçin yayın ve sosyal medya yasağı?
Öncelikle, dün (13/11/2022) İstanbul Taksim İstiklal caddesinde vuku bulan ve 6 yurttaşımızın ölümü,  81 yurttaşımızın yaralanması ile sonuçlanan terör amaçlı bombalı saldırıyı şiddetle kınıyor ve lanetliyor, ölen yurttaşlarımıza Allahtan rahmet, yaralı yurttaşlarımıza da acil şifalar diliyoruz. 

Siyasal iktidar, yine bizi şaşırtmadı ve anayasamızın, Cumhuriyetimizin temel ilkelerinin açıklandığı değiştirilemez maddeleri gibi,  benzeri her olayda istisnasız yaptığı değiştirilemez uygulamasına,  bu terör eyleminde de tanık olduk, görsel ve yazılı basına RTÜK tarafından geçici yayın yasağı getirildi, BTK tarafından da bant daraltmasına gidilerek,  tüm sosyal medyaya giriş ve paylaşımlar tamamen durdurulmak suretiyle,  sosyal medya kullanımı yasaklanarak, 83 milyon Türk Vatandaşının haber alma ve haberleşme özgürlüğü, anayasa ve yasalara aykırı olarak, keyfi ve tek yanlı bir şekilde yok edildi. 

Siyasal iktidarın; terör saldırısı sonunda altı kişinin ölmesini ve seksen bir kişinin yaralanmasını bahane ederek, bu olayın yasının arkasına sığınarak, susun ve oturun oturduğunuz yerde, siyasal iktidar olarak biz ne haber verirsek onunla yetineceksiniz, bu olayla ilgili olarak sosyal medyada paylaşım yapamayacaksınız demeye hakkı ve yetkisi yoktur. 

Ülkemizde gerçekten bir demokrasi varsa, diğer demokratik ülkelerde olduğu gibi, yayın ve sosyal medyada haberleşme ve paylaşımda bulunma özgürlüklerini geçici de olsa tamamen yasaklayamazsınız, demokrasilerde özgürlükler esastır, özgürlükler yasaklanmaz. Sadece,  özgürlüklerini istismar ederek suç işleyenler hakkında yasal gereği yapılır, bu özgürlüklerini meşru bir şekilde kullananların özgürlükleri, yasaklamalarla ellerinden alınamaz. 

Yayın yasağını, halk arasında oluşacak korku ve paniğin önüne geçmek,  gerekçesine dayandıramazsınız. Keza, bu terör saldırısının, halkın haber alma özgürlüğü adına, olayları saptırmadan salt haber olarak yayınlanmasının, terör örgütünün propagandası olarak nitelendirilmesi de,  asla mümkün değildir. Terör örgütü, planladığı eylemi gerçekleştirerek amacına ulaşmışsa, siz bu olayın haber yapılmasını ne kadar yasaklarsanız yasaklayınız, gerçekleşen bu terör eyleminde örgüt lehine bir propaganda varsa-ki; bize göre yoktur-yayın yasağı getirseniz de bu propaganda amacına ulaşmıştır. 

Sosyal medyanın tamamen durdurularak yasaklanması; şayet varsa, siyasal iktidarın  ihmallerinin sosyal medyada dillendirilmesinin ve eleştirilmesinin  önüne geçmek amacına matuftur. 

Olayın olduğu gün, olaydan hemen bir saat sonra partili Cumhurbaşkanının yurt dışına çıkacak olması ve bu elim olay sebebiyle bu seyahatini erteleme gereği duymamasının, basında ve sosyal medyada dillendirilerek eleştiri konusu yapılmasından da korkulduğunu, yasaklamalarda bunun da etken olduğunu tahmin ediyoruz. İMAMOĞLU'nu; İstanbul kar altındayken, Amerikan Büyük Elçisiyle boğazda yemek yemekle, keza İstanbul'u sel aldığında izinli olarak İstanbul dışında bulunmakla, haksız olarak suçlayanların,  kulakları çınlasın.  

İçişleri Bakanının;  teröristlerin ayakkabı numaralarına kadar bilgi sahibiyiz demesine rağmen, bu eylemin önlenememesinin,  bu beyanla çeliştiği ve bir istihbarat zafının bulunduğu bu terör eyleminin piyon failinin;  kısa zamanda ele geçirilmesi,  emniyetimizin inkar edilemeyecek ve küçümsenemeyecek bir başarısıdır.  

Ancak; eylem öncesi, eylemin önlenmesinde gerçekleştirilemeyen, eylem sonrasındaki,  failin kısa sürede yakalanmasındaki başarıda; teknolojinin, incelenen yüzlerce kamera görüntüsünün yardımcı olduğu da bir gerçektir. 

İçişleri Bakanının;  eylemden sonra yaptığı bir açıklamasında; fail yakalanmasaydı,  Yunanistan'a kaçacaktı derken, diğer açıklamasında, edindiğimiz bilgilere göre, örgüt faili sağ bırakmama, öldürme kararı almış demesi,  bize göre bir çelişkidir. Örgüt eylemde kullandığı piyon faili, istihbarata karşı koyma adına öldürme kararı almış olsaydı,  olay yerinde eylemden sonra onu yok ederdi, yakalandığı örgüt evine ulaşması mümkün olmazdı, kaldı ki; PKK terör örgütü, bu tür toplumsal infial uyandıracak bomba eylemlerinde, canlı bomba kullanmayı ilke edinmiş olup, uğradığımız terör saldırısı geçmişimiz, PKK'nın canlı bomba saldırı örnekleriyle doludur.  

Seçilmemiş, atanmış bir Cumhurbaşkanı Yardımcısının;  olaydan sonra yaptığı açıklamasında, hiç gereği yokken, AKP iktidarından önceki dönemleri kastedip  küçümseyerek, Türkiye eski Türkiye değildir diyerek siyaset yapması, büyük bir talihsizlik olmuştur. AKP iktidarı göreve dün gelmemiştir, 20 seneden beri iktidardadır, 100 yıllık Cumhuriyetimizin beşte birinde AKP iktidarı vardır ve AKP iktidarı döneminde, İstiklal Caddesinde vuku bulan dünkü bombalı terör eyleminden daha önceki tarihlerde, yüzlerce vatandaşımızın öldüğü ve yaralandığı daha vahim ve acı  terör eylemleri gerçekleşmiştir. Eski Türkiye kötülenecekse, bu eski Türkiye içinde; en başta,  azımsanamayacak olan  20 yıllık uzun bir dönemi kapsayan AKP iktidarı da yer almaktadır. 

Biraz insaflı olmak gerekiyor.

Güner Yiğitbaşı

14/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Her şeyimiz Özgürlüklerimiz Tüm Haklarımız Erdoğan'ın Kişisel Ve Siyasal Menfaatlerine Odaklı
Evet, yazı başlığını yanlış okumadınız. 

Sözde demokrasi olan ülkemizde; hayatımız, tüm hak ve özgürlüklerimiz,  pamuk ipliğine değil, tek adam,  ezeli ve ebedi liderimiz(!) ERDOĞAN'ın kişisel ve siyasal menfaatlerine ve ihtiraslarına bağlı ve odaklı maalesef. 

Devleti; anayasaya, yasalara ve devletin yıllar içinde oluşan geleneklerine göre değil, zamana ve koşullara göre, kendi kişisel ve siyasi yarar ve ikbali neyi gerektiriyorsa, tamamen faydacı (pragmatik) bir usul içinde, dün ak dediğine bugün kara diyerek, siyasi rakipleri ve başkaları için terörizmi destekleme, teröristlere arka çıkma, yardım ve yataklık, devletin bekasına zarar verme olarak nitelendirdiği her davranışı, kendisi için mübah sayma anlayışı içinde,  ilkesiz, zikzaklar çizerek idare etmeyi kendisine rehber ve usul edinen bir Saray ve ERDOĞAN yönetimi ile bu yönetim anlayışına gözü kapalı biat eden ve onaylayan  bir MHP ve BAHÇELİ gerçeği ile yüz yüzeyiz maalesef. 

Muhalefet için suç sayılan bir davranış, Saray ve ERDOĞAN yönetimi için başarı ve övünç vesilesi  sayılıyor ve bu ilkesiz sadece kişisel yarar odaklı sübjektif ve keyfi yönetim tarzı ve uygulamalar, ne yazık ki; ülkemizde, bazı seçmenler nezdinde hala prim yapıyor. 

Bu yönetim tarzının son örneği de, HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin DEMİRTAŞ'ın; hem de kendisine gidiş dönüş özel uçak tahsisi suretiyle Diyarbakır'daki hasta babası ile görüşmesinin sağlanmasıdır. 

DEMİRTAŞ; hepimizin bildiği gibi, ERDOĞAN ve Saray yönetimi tarafından kendisine terörist ve düşman gözüyle bakılan, cezaevine atılan, hakkındaki AİHM kararları uygulanmayan, ERDOĞAN'ı başkan yaptırmayacağız diyerek ERDOĞAN'a karşı bayrak açan, İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde Kürt oylarının İMAMOĞLU'na yönlendirilmesinde büyük pay sahibi, her konuşması dikkate alınan, hatta Kürt yurttaşlar üzerinde ÖCALAN'dan dahi,  daha fazla etkili olan, ÖCALAN'a hedef gösterilen, ERDOĞAN tarafından hiç sevilmeyen bir siyasetçidir. 

Bu ülkede babasının ve anasının cenaze törenlerine katılmalarına dahi, bu kadar uygun şartlarda  müsaade edilmediği, ölüm döşeğindeki ağır hasta siyasi tutuklu ve hükümlülerin dahi,  içeride tutuldukları ERDOĞAN ve Saray yönetiminde,  DEMİRTAŞ'a yapılan bu insani ve  ayrıcalıklı tutumun,  ERDOĞAN ve Saray yönetiminin; zamanın koşullarına göre, ilkesiz ve sübjektif,  kişisel ve siyasi ikbal ve oy devşirme amaçlı yönetim anlayış ve tarzının, doğal bir sonucu olduğu yadsınamaz. 

Selahattin DEMİRTAŞ'a, yaşlı ve hasta babası ile görüşmesi için  tanınan bu insani imkan'a asla karşı değiliz. 

Ancak,  bu insani ve hümanist uygulamanın; aynı durumdaki her tutuklu ve hükümlüye,  objektif ve ayırım gözetmeksizin kullanmak yerine, zamanın siyasal koşullarına göre, siyasi ve kişisel ikbal, seçimde oy devşirme amaçlı olarak, sübjektif ölçülere göre kullanılmasına,  tamamen karşıyız.

Güner Yiğitbaşı

13/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Engellenmek İstenen Şey İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanlığı Adaylığı Değildir
Ekrem İMAMOĞLU hakkında,  İstanbul seçimlerinin iptaline karar veren Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine yönelik olarak ahmak dediği iddiasıyla açılan davanın gerçek nedeni; İMAMOĞLU'nun siyasi yasaklı haline getirilerek 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olmasının önünü tıkamak değildir. Bu konuda herkes yanılmaktadır. . 

Bize göre, ERDOĞAN'ın asıl amacı, İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanı adayı olarak karşısına rakip çıkmasını engellemek değildir. 

ERDOĞAN; karşısına çıkacak aday kim olursa olsun, isterse KILIÇDAROĞLU,  isterse İMAMOĞLU karşısına aday olarak çıksın, seçimi her şartta kaybedeceğini bilmekteddir. Bu nedenle, İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanı adayı olması veya olmaması,  onu ilgilendirmemektedir. umurunda değildir. 

Yine bize göre, İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanı adayı olması, anketlere rağmen,  ERDOĞAN'ın işine gelir. 

ERDOĞAN'a göre, son çıkışlarıyla ve CHP'nin Genel Başkanı ve altılı masanın doğal lideri sıfatıyla KILIÇDAROĞLU,  kendisinin daha dişli ve güçlü bir rakibidir.  ERDOĞAN; KILIÇDAROĞLU'na rağmen, İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanı adayı yapılmayacağını bilecek kadar tecrübe sahibidir. Bu nedenle, İMAMOĞLU'nun Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda hiçbir endişe ve korkusu yoktur,  İMAMOĞLU'nun aday yapılmayacağından emindir ERDOĞAN. 

ERDOĞAN; İstanbul'u kaybeden Türkiye'yi kaybeder diyen bir kişidir ve bu saptaması da,  çok doğrudur. 

Bu nedenle, ERDOĞAN; İstanbul'u elinden alan kişi olarak gördüğü İMAMOĞLU'na diş bilemekte ve onu siyasi yasaklı kılarak,  İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanlığından düşürmek ve hatta kararın kesinleşmesini dahi beklemeden İçişleri Bakanı tarafından görevinden alınarak,  bu yolla genel seçimlerden önce İstanbul'u geri alarak, bunun moral destek ve motivasyonuyla ve hesapsızca harcayacağı İstanbul Belediyesinin kaynakları üzerinden propaganda yaparak,  İstanbul'daki ve ülke genelindeki eski gücüne geri dönmeyi arzulamaktadır.  

İMAMOĞLU hakkında açılan dava haksız ve hukuksuzdur. Bu yazıyı kaleme almadan önce bir kere daha o konuşmanın videosunu izledim. Evet,  seçimi iptal edenler demiştir. Bu tabir,  lafzen yanlış anlamaya müsait olduğu için, onun adına şanssızlıktır. Ancak, seçimi iptal ettirenler demek yerine,  dil sürçmesi olarak,  seçimi iptal edenler demişse de; hedefindekiler,  Yüksek Seçim Kurulu Üyeleri değil,  seçimleri iptal etmeleri için YSK'yı etki altına alan siyasi iktidar yetkilileri ve kendisine ahmak diyen Süleyman SOYLU'dur. 

Eylemi saptamak için, konuşmanın bütününe göre bir değerlendirme yapmak, lafza değil,  gayeye bakmak hukuki bir zorunluluktur.  Konuşma,  baştan sona, Süleyman SOYLU'nun kendisine yönelik suçlamalarına ve ahmak demesine cevap teşkil eden bir konuşmadır. Yüksek Seçim Kurulunun adı geçmediği gibi, bu konuda bir ima dahi yoktur.

Güner Yiğitbaşı

10/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

10 Kasım 2022 Atatürk'ün Ölümsüzleştiği Ve Yeniden Doğduğu Günün 84 Ncü Yıl Dönümüdür

Sevgili Mustafa Kemal ATATÜRK; 

1881 yılında Selanik’te doğarak bu fani dünyaya adımını atmış ve  Osmanlı Devletinin; 1914-1918 yılları arasında cereyan eden Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında,  en başta başkent İstanbul olmak üzere;  emperyalist devletler tarafından işgal edilip paylaşılması nedeniyle başlattığı kurtuluş mücadelesini kazanarak,  çöken Osmanlı Devletinin küllerinden,  bugünkü,  modern,  demokratik,  laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini kurup,  bugünlere ulaşmamızı sağlayan,  din, eğitim, harf, hukuk, kılık kıyafet,  ekonomi ve sosyal alanda gerekli devrimleri yaptıktan sonra,  kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyetini, en başta laiklik olmak üzere, tüm ilke ve devrimleriyle,  yarının büyükleri ve idarecileri olacak olan Türk Gençliğine ve Türk Milletine emanet ederek,  10. Kasım. 1938 tarihinde saat 09. 05 de bedenen aramızdan ayrılmıştır. 

ATATÜRK için, bilerek ölmüş demiyor ve sadece bedenen aramızdan ayrılmıştır diyoruz. 

Zira,  Sevgili ATATÜRK'ümüz; ülkemize yaptıklarıyla, kurduğu cumhuriyetle, fikir ve düşünceleriyle asla ölmemiş,  her fani gibi,  sadece bedenen bu fani dünyadan göçüp gitmiş olup,  taht kurmuş olduğu Türk Milletinin gönlünde ve kalbinde,  eserleri,  ilkeleri, devrimleri ve tüm benliğiyle yaşamaya devam etmektedir.  Dünya yerinde durdukça da,  yaşamaya devam edecektir. 

Bize göre,  10. Kasım. 1938 tarihi,  ATATÜRK'ün ölüm tarihi değildir. 10. Kasım. 1938 tarihi, Sevgili ATATÜRK'ün,  fanilikten çıkarak,  Türk Milleti için ölümsüzleştiği ve Milletinin kalbinde, gönlünde ve tüm benliğinde yeniden doğduğu gündür. 

Bu nedenle,  biz,  10 Kasım günlerinin,  ATATÜRK'ün ölüm yıl dönümü olarak anılmasını kabul etmiyor, 10 Kasımları ATATÜRK'ü doya doya yaşadığımız ve bu ülke yararına yaptıklarını anma ve şükranlarımızı sunma günü olarak kabul ediyor ve onu ve ilkelerini bağrımıza basıyoruz.  

Sevgili ATATÜRK'ümüz;  Gençliğe Hitabesinde öngördüğü gibi,  bazı harici ve dahili bedhahlar ve karşı devrimciler tarafından,  unutturulmaya,  yaptığı devrimler ve ilkeleri ortadan kaldırılmaya, kendisinin kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan zat; ATATÜRK'e hakaret ederek,  galiz küfürler sarf eden, keşke Yunan galip gelseydi diyen vatan haini, insanlıktan nasibini almamış nankör  Fesli Kadire methiyeler düzüp, ona resmi kıyafeti ve makam aracıyla vip ziyaretler yaparak hediyeler sunsa ve bağlılığını ifade etse, 10 Kasımlarda ve 29 Ekimlerde Cuma hutbelerinde ATATÜRK'ün adını anmasa ve  ondan  dua ve şükranlarını esirgese, ATATÜRK karşıtlığı ve düşmanlığı içeren bu davranışına,  ATATÜRK'ün koltuğunda oturmakta olan partili Cumhurbaşkanı tarafından dolaylı olarak güç ve destek sunulsa da, demokratik ve laik bir hukuk devleti olarak ATATÜRK'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin saygınlığı yok edilerek Cumhuriyetin temel değerleri yok edilse de, tüm bu  demokrasi, cumhuriyet, laiklik ve ATATÜRK düşmanlarına inat,  Sevgili ATATÜRK'ümüzü,  her zaman olduğu gibi,  dostlarımıza güven, iç ve dış düşmanlara korku salacak büyük bir sevgi ve coşkuyla, içimizden gelen şükran duygularımızla,  84.  DOĞUM (YAŞ) GÜNÜN de de,  coşkuyla, şükran ve minnetlerimizle ve rahmetle anıyor ve bağrımıza basıyoruz. 

Teşekkürler,  çok yaşa Sevgili ATATÜRK,  iyi ki doğdun ve iyi ki; sonsuza kadar varsın,  Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte ilelebet yaşayacaksın,  nice yıllara ve nice 10. Kasım doğum günlerine,  seni minnetle anıyor ve sana sonsuz sevgi, saygı ve şükranlarımızı sunuyoruz. 

Sevgili ATATÜRK; senin Gençliğe Hitabende büyük bir öngörüyle söylediğin gibi;  İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar,  bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.  Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş,  bütün tersanelerine girilmiş,  bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.  Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere,  memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar,  gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.  Hatta bu iktidar sahipleri,  şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. 

Ama; 

Sevgili ATATÜRK; Türk milleti sana söz veriyor;  avuçlarını yalarlar. 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE. 

SELAM OLSUN,  Sevgili ATATÜRK'ün kurmuş olduğu,  laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine sahip çıkan tüm evlatlarına.

Güner Yiğitbaşı

10/Kasım. 2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Hdp Mecliste Grubu Olan Bir Partiymiş
HDP'yi terör örgütü PKK'nın meclisteki uzantısı ve temsilcisi olmakla suçlayan Cumhur İttifakının büyük ortağı AKP heyetinin;  Anayasa değişikliği teklifine destek vermelerini istemek amacıyla HDP'yi ziyaret ederek milletvekilleriyle el sıkışıp samimi bir ortamda görüşmeleri nedeniyle,  görüşü merak edilen Cumhur İttifakının küçük ortağı, meclisin dördüncü partisi MHP Genel Başkanı BAHÇELİ; nihayet bu konudaki fikrini açıklamış ve AKP heyetinin HDP'yi ziyaretini, mecliste grubu olan bir parti olması nedeniyle,  çok doğal karşıladığını açıkça beyan ederek onaylamıştır. 

Neymiş efendim? BAHÇELİ'ye göre; HDP,  mecliste grubu olan meşru bir siyasi partiymiş.  

Günaydın, sabah şerifleriniz hayırlı olsun. 

Nihayet uyandınız ve bir gerçeği,  çok geç de olsa,  görüp itiraf ettiniz, Bay BAHÇELİ

Bu da bir ilerleme bize göre. 

HDP; altılı masayı oluşturan partilerden,  CHP den sonra gelen ve Mecliste grubu olan üçüncü büyük partidir. 

HDP'nin seçmen tabanın büyük bir bölümünü,  Kürt kökenli T. C. Vatandaşlarının oluşturduğu,  bir gerçektir. 

Şu da inkar edilemez bir gerçektir ki; HDP'ye oy veren Kürt kökenli vatandaşlardan küçük bir azınlığın, PKK sempatizanı olmaları da çok doğaldır. 

Bu demek değildir ki; HDPPKK'nın meclisteki uzantısıdır. Bu gerçeği herkes peşinen kabul etmek zorundadır. 

PKK sempatizanı oldukları alınlarında yazılı olmayan bazı Kürt kökenli vatandaşların seçimlerde HDP'ye oy vermelerinden hareketle,  HDP'yi külliyen PKK'nın meclisteki uzantısı olarak yaftalamaya kimsenin hak ve yetkisi bulunmamaktadır. 

HDP'nin illegal bir parti olduğu, PKK'nın amacı doğrultusunda illegal eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kesin bir karar da bulunmamaktadır. 

Oysa ki; iktidardaki AKP'nin; cumhuriyetimizin temel ilkesi olan  laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu,  Anayasa Mahkemesinin kesin kararıyla tescil edilmiştir. 

Laiklik bir Cumhuriyette, laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olan bir partinin ülkeyi yönetmesinin yanında, PKK'nın amacı doğrultusundaki illegal eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu konusunda Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kesin bir kararın bulunmadığı ve Mecliste üçüncü büyük gruba sahip HDP ile görüşmek, seçimlerde iş birliği yapmak, görüş alışverişinde bulunmak,  niçin suç olacakmış? Aklı başında birisi açıklasın bana. 

Altılı masaya ve özellikle altılı masanın bileşeni İYİ Partiye,  haklı bir tavsiyemiz var. 

Cumhur İttifakının ve liderleri ERDOĞAN ve BAHÇELİ'nin; sizleri, HDP ile yakınlaşmanız,  görüşmeniz,  seçimlerde işbirliği yapmanız sebebiyle  haksız ve insafsız bir şekilde suçlamalarına,  asla kulak asmayınız, biraz cesur ve yürekli olunuz, oy kaygısına düşmeyiniz, bu konudaki kompleksinizi yeniniz artık, en az ERDOĞAN ve BAHÇELİ kadar cesur ve gerçekçi olunuz. 

İnanınız, sizler,  HDP'yi muhatap aldınız ve görüştünüz diye,  oylarınız azalmayacak, bilakis KÜRT kökenli yurttaşlarımızın sempatisini kazanacaksınız,  önümüzdeki seçimlerde altın değerinde  ve seçimlerin sonuçlarını belirleyecek olan Kürt kökenli vatandaşlarımızın da,  altılı masanın ortak adayına oy vererek, saray iktidar ve düzeninin değişmesinde katkıları olacaktır. 

Altılı masanın bileşenleri muhalefet partilerini uyarıyoruz; 

Dev aynasının karşısından çekiliniz, hal ve hareketlerinizi, kendinize normal bir aynadan bakıp, gerçek gücünüzü görerek  ve korkmadan yeniden düzene koyunuz. 

HDP ve tabanı Kürt kökenli vatandaşlarımızın oyları olmadan,  bir hiç olduğunuzu,  asla unutmayınız. 

En az ERDOĞAN ve BAHÇELİ kadar cesur ve gerçekçi  olunuz.

Güner Yiğitbaşı

09/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Siyaset Ancak Bu Kadar İğrençleştirilebilir
İnanınız,  ülkemizde siyaset çok iğrenç bir hal aldı. 


Siyaset; her koşulda eşittir iktidar olmak,  şayet iktidar olmuşsanız, hayat boyu iktidarda kalmak için her şeyi mübah ve meşru saymak,  ülkemizde. 


Ülkemizde,  siyasetin asgari etik kuralları dahi yok maalesef. 


Tek hedef, milleti ve seçmeni aldatarak onun reyini alabilmek ve sandıktan çıkmak. 


Bu iğrenç siyasetin son örneği, Anayasa değişikliğine destek aramak amaçlı olarak,  iktidardaki AKP kurmay heyetinin, PKK'nın meclisteki siyasi uzantısı olarak yaftaladıkları HDP'yi ziyaret ederek tokalaşmaları, sırıtarak tipik bir riyakarlık örneğini sergilemeleridir. 


AKP değil midir? HDP;  terör örgütü PKK'nın meclisteki siyasi uzantısıdır, terörist bir partidir, HDP'yi mecliste görmek istemiyoruz diyenler. 


AKP deği midir? HDP ile görüşen ve onunla seçim ittifakı kurmayı gönlünden geçiren CHP'yi teröristlerle işbirliği yapmakla suçlayan. 


AKP değilmidir? HDP'nin kapatılması için elinden gelen çabayı ardına koymayan. 


AKP değil midir? HDP ile muhatap olmayan, bayramlaşma görüşmeleri yapmayan, düzenlediği toplantı ve etkinliklere HDP'yi davet etmeyen. 


AKP değil midir? altılı masanın gizli yedinci ayağının ve ortağının HDP olduğunu iddia ederek,  altılı masayı teröristlikle suçlayarak, itibarsızlaştırmaya çalışan. 


AKP heyetinin;  başörtüsüne anayasal güvence tanımayı amaçlayan anayasa değişikliği teklifine destek olmaları için HDP heyetini muhatap kabul ederek mecliste ziyaretlerinin,  AKP içinde çatlak yarattığı iddia edilmektedir. 


Geçiniz, bu iddia çok komik bir iddiadır bize göre. 


AKP; size göre gerçekten  bir siyasi parti midir, yoksa ERDOĞAN'ın tek başına sahip olduğu siyasi parti görünümlü bir mülk müdür?


Tabii Ki; AKP gerçek anlamda bir siyasi parti değildir, bu aşamada ERDOĞAN'ın tek başına sahip olduğu siyasi bir mülküdür. 


Bu nedenle AKP heyetinin, ERDOĞAN'ın talimatıyla yaptığı HDP ziyareti,  asla AKP de bir çatlak oluşturamaz. Metiner ve Şamil Tayyar gibilerin, bu ziyareti eleştirmeleri, münferit çatlak sesler olup, asla AKP de bir çatlak oluşturmaya yeterli değildir. 


AKP; sahibi ERDOĞAN'a rağmen, içeriden  asla çatlamaz. AKP'yi; iktidar yapan ve 20 yıldır iktidarda tutan  o sihirli seçim sandığı var ya, işte oradan çıkacak sonuç çatlatacak ve hatta yok edecektir. 


Evrensel hukuk kuralı,  masumluk karinesi gibi, bir kimse;  mahkemenin vereceği kesin mahkumiyet kararına kadar nasıl masum ve suçsuz sayılacaksa, HDP'de;  tüzel kişiliğe sahip bir siyasi parti olarak, Anayasa Mahkemesinin vereceği kesin kapatma kararına kadar masum ve meşru bir siyasi partidir. 


AKP; HDP'ye bakacağına, öncelikle kendisine bakmalıdır. HDP'nin henüz Anayasa Mahkemesinin kararıyla kesinleşen siyasi bir sabıkası yoktur. AKP ise, siyaseten sabıkalıdır. Anayasa Mahkemesinin kararıyla, bu kadar azgınlaşmadığı, hem de yıllar öncesinde,  AKP'nin laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesinin kararıyla tescillenmiştir. 


AKP heyetinin; HDP hakkında,  Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir kararla  tescillenmiş bir sabıkası olmadığı için,  HDP'yi ziyareti, hukuken, temelde meşru ve yerindedir. 


Ancak,  AKP'nin; hakkında,  kesinleşmiş bir Anayasa Mahkemesi kararı olmadığı halde,  HDP'yi terör örgütünün meclisteki uzantısı olarak yaftalamış olmasına rağmen, sırf anayasa değişikliğine destek vermeleri için, AKP'nin yararını düşünerek HDP'yi muhatap kabul edip ziyaret etmeleri; yasal olmakla birlikte,  etik dışı ve çifte standart bir davranış olarak eleştirilmelidir.  


HDP'nin;  bu ziyaret sebebiyle takındığı tavıra gelince. 


Bize göre HDP'nin takındığı tavır da, siyaseten çok iğrençtir. Siz HDP olarak,  AKP ve Cumhur ittifakının, sürekli terörist suçlamasına muhatap olacaksınız, yok sayılacaksınız, işine öyle geldiği için, bugün  sizi hatırlayan ve var sayan AKP heyetine kapılarınızı açacaksın. 


Kapılarınızı açmak, bu görüşmeyi yapmak  zorunda mıydınız?


AKP heyetinin; bu çifte standart ve etik dışı yüzsüz ziyareti,  size ne kazandırdı,  meşruiyet mi kazandınız, bundan sonra AKP sizi terör örgütünün meclisteki uzantısı olmakla suçlamayacak mı, Anayasa Mahkemesine lehinizde baskı yaparak,  HDP'nin kapatılmasını mı önleyecek sanıyorsunuz?


Bize göre, HDP olarak, siz de en az AKP kadar etik dışı ve onursuz bir politika izlediniz, ezildiniz, diklenemediniz, kapınızı açmakla onurunuzu koruyamadınız,  kusura bakmayınız,  HDP yöneticileri.

Güner Yiğitbaşı

07/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bir gram altın - Cevat Kulaksız
2022 yılının Ekim ayının ilk günleri idi. Eşim Gülhan’ı kaybedeli üç ay kadar olmuştu. Üzüntüm devam ederken, 2015 yılında Haber Güncel adlı sitede yayınlanan Haşhaşilerin Sonu 4 adlı halen internette dolanan ve AKP-RTE iktidarının uygulamalarını eleştiren makalem yüzünden hakkımda Cumhurbaşkanına hakaretten dava açıldı.  Bu iki üzüntü veren olgu beni biraz sarsmıştı. Kafamda kâh eşimin ölümü kâh hakkımda açılan dava başımın içinde dolanıp duruyordu.  

Kafamda taşıdığım bu sıkıntılarla dolaşıp çeşitli yerlerde işlerimi hallettim. Banka hesabıma baktım, öbür aydan bin lira kalmıştı, tasarruf yapmak için bu para ile altıncıya gittim 900 küsür liradan bir gram altın aldım ve cüzdanımın bir gözüne koydum. 

Gecikirsem evde bekleyen evin içinde beslediğim köpeğim Badi sıkıntıda kalır diye hemen eve doğru yönelip otobüse doğru yürüdüm. Evden dışarı gittiğim zamanlarda Badi ben eve geleceğim sırada patilerini pencereye kaldırıp sürekli beni beklerdi. Batıkent’e giden özel halk otobüsüne binerken cüzdanımın kenarındaki 65 yaş üstü kartımı makineye okuttum, gerilerde boş bir yere oturdum. Kafamın içinde eşimin ölümü aklıma geliyor, yemeği, temizliği nasıl yapacağım ne yapacağım, nasıl alışacağım diye kendi kendime üzüntü içinde düşünmeye başladım. Eşim sağ iken otelden çıkar gibi çantamı alır evden çıkardım, yemek, bulaşık, temizlik benim için hak getire, yapmazdım. Ayrıca hakkımda açılan dava ne olacak, Aralık 2022’deki duruşmada ne yapacağım, para cezası mı verecekler, hapis cezası mı verecekler diye kafamda soru işaretinin çengelinin kıvrımı beynimi tırmalıyordu. 

Bu düşünceleri kafamdan ötelemeye çalışıyorken çantamdaki gazetemi çıkarıp okumaya başladım. Ama kafamdaki bu iki olgu bir türlü gitmiyordu. Hemen hemen yolu yarı etmiştik ben gazete ve kafamdaki bu iki sorunla debelleşiyordum ki, şoförün yanında ayakta duran birisi, geriye bizlerden yana dönerek, “altın düşüren ver mı altın düşüren var mı” diye sesleniyordu. Otobüsün içinde kimseden ses çıkmadı, bense aldığım bir gram altını cüzdanıma koyduğumu unutmuştum, kafamdaki sorunlarla tebelleş oluyordum, elin altınından bana ne...

Böyle bir hallerde otobüsün içinde uğraşa uğraşa evime yakın durağa gelmiştim. Eve bahçe kapısından girince Badi sevincinden her zamanki gibi havlama başladı, kilidi takıp içeri girdim Badi sevincinden bacaklarımı sarılırcasına dolanıyor, ayaklarımı kokluyordu. Tuvalet ihtiyaçları için dışarı çıkardım, çantamı bir yana atarak mutfağa daldım, yemek hazırlamaya başladım. Bir yandan da televizyonu açıp haberleri izlemeye, yemek işi ile uğraşmaya devam ediyordum. Hemen alacağım süt aklıma geldi, yemek işini bırakıp komşuya sütü alması için tembihlediğim sütü almaya gittim. Sütü alıp bir tencereye boşalttıktan sonra pişmesi için ocağın üstüne koymuştum. Tam o sırada telefonum çaldı, sütü ocağın üstüne telaşla yarım koymuş olmalıyım ki, süt tenceresi devrildi, mutfakta boydan boya parkenin üstüne süt döküldü. Telaş ve stres içinde süte bakarken telefon elimdeydi. Arayan ortaokulda öğrencim köylümüz Dr Hasan Börekçi idi, Manisa’da doktormuş. 

Dökülen sütü temizleyeyim, yemeği halledeyim derken aradan epey zaman geçti. Birden çantamdaki gazeteyi çıkarayım dedim, sahiden bir de bir gram altın almıştım dedim ve cüzdanın içinde gram altını koyduğum yerde bulamadım. Cüzdanımı tırmalarcasına aradım yoktu, cüzdanı koyduğum cebime aradım bir gram altınım yoktu.  Birden otobüsün içinde “altın düşüren ver mı altın düşüren var mı” diyen adamın sesini anımsadım. Eyvah dalgın kafam, o düşen altın benimdi diye üzüntüden hayıflanmaya başladım. Kendi kendime, kazancımın zekatını sadakasını vermedim demek ki, aman kimseye söylemeyim beni alaya alırlar diye mırıldandım. Hele bana, “baba sen artık yaşlandın evlenip mevlenmeyesin” diyen oğlum duyarsa beni defe koyar, “baba sen bunamışsın” diyerek beni gırgıra alır diye korkudan onlara söylemedim. Kendi kendime bir daha altın almayacağım diye söylendim.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Görevden Affını İstemek Ümmet Anlayışının Tabii Sonucudur
Ülkemiz, geçtiğimiz günlerde iki olaya tanık oldu. 

İlkinde;  AKP Grup Başkan Vekili Mahir ÜNAL; "Cumhuriyet;  bizim lügatimizi,  alfabemizi,  dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir" ifadeleriyle kamuoyunda tepki çekmiş ve sonrasında büyük bir “U” dönüşü yapmasına rağmen, Sarayın istemi üzerine, AKP Grup Başkan Vekilliği görevinden   affını talep etmek zorunda kalmış ve dün itibariyle görevinden affedilmiştir. 

İkinci olayda ise; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramını coşkuyla kutladığımız günde, TRT Haber Spikeri Deniz Demir, bülten sonrası yazılı metin dışına çıkarak yaptığı kapanış konuşmasında “Bizi ümmet olmaktan çıkarıp birey olma bilincini,  Cumhuriyet aydınlığı ilmini armağan eden Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ü ve tüm şehitlerimizi sevgi ve saygı ile anarken büyük Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşasın.  Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun” ifadelerini kullanmış ve AKP ve yandaş çevrede büyük tepki çekmiş ve haber sunuculuğu görevine son verilmiştir. 

Yaşadığımız,  bu iki olayın ortak yanı,  bize göre;  ÜMMET kavramıdır. 

Hepinizin bildiği gibi, bir kamu veya özel sektör görevlisinin, kendi arzusuyla görevini bırakmasının hukuk dilindeki adı, görevden istifadır. 

Görevden istifa ettim dersin, buna ilişkin iradeni sözlü veya yazılı olarak tek yanlı açıklarsın ve istifa etmiş olursun,  görevin sonlanır. Bazı istisnalar hariç,  kural olarak, istifanın hukuki sonuç doğurması için,  karşı tarafça kabul edilmesi zorunluluğu yoktur, tek yanlı bir irade beyanıdır istifa. 

Sözde de kalsa, demokratik ve laik bir hukuk devleti olan ülkemizde de, hukuken görevi bırakmanın tek yolu istifa kurumu olup, görevden affını istemek gibi bir kurum yoktur, hukukumuzda.   

Egemenlik hakkının milletten alınarak saraya teslim edilmesi, laiklik ilkesi bir kenara bırakılarak,  devletin yönetimi ve işleyişinde siyasal İslami kuralların uygulanmaya başlanması, eşit,  özgür ve hür bireylere, millet ve  vatandaşlık esasına dayalı laik ulus devleti anlayışından, ümmet ve kul esasına dayalı,  din ve siyasal islam temelli bir din devleti anlayışına sapılması nedeniyle, kamu görevinden ayrılmak isteyen Mahir ÜNAL ve benzeri kişiler; kendilerini özgür ve hür bireyler, T. C. Devletinin özgür ve eşit yurttaşları olarak göremedikleri, kendilerini o göreve atayan üstün iradenin kulu ve ümmeti olarak kabul ettikleri için, özgür iradelerini kullanarak tek yanlı istifa edip görevini bıraktıklarını açıklayamamaktadırlar. 

Şimdi;  ümmet'in ve kulluğun ne demek olduğunu, laik Cumhuriyet ve devlet anlayışının ve özgür yurttaş olmanın erdemini anladınız mı?

Güner Yiğitbaşı

01/11/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget