Nisan 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İstanbul Sözleşmesinden Tek Yanlı Çıkış Kararının Denetlenmesinde  Yetki Anayasa Mahkemesine Aittir Danıştay Yetkisizdir
İstanbul Sözleşmesinin tek yanlı feshine dair Cumhurbaşkanının anayasaya aykırı kararı,  mahiyeti ve doğurduğu sonuçları itibariyle, idari bir işlem olmayıp,  kanun hükmünde bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. 

Adı ne olursa olsun,  bu karar;  hukuken,  Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi kabul edilerek,   denetlenmesi,  şekil ve esas yönünden anayasaya ve yasalara  uygun olup olmadığının denetlenmesinde ve iptal edilmesinde,   Anayasa Mahkemesi görevli olup,  bu konuda Danıştay asla yetkili değildir. 

Bu konuda daha önce de makale yazmıştık. 

Bu iddialı görüşümüzün hukuki nedenlerine gelince; 

Evrensel Hukuk kurallarına göre,   usulde paralellik (şekil muvaziliği) ilkesi esastır. 

Bir konu kanun ile düzenlenmiş ve yürürlüğe sokulmuşsa,  yine aynı usulle;  yani kanunla yürürlükten kaldırılabilir. 

Anayasamızın 90. maddesine göre; hükümleri,  iç hukukumuzda kanun hükmünde geçerli olan,  kurallar hiyerarşisinde milli hukukun da üzerinde olan,  hatta anayasaya aykırığı dahi ileri sürülemeyen İstanbul sözleşmesi de,   anayasamızın 90.  maddesine göre,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkardığı  bir kanunla onaylanarak yürürlüğe girmiştir. 

Usulde paralellik ilkesine göre,  İstanbul Sözleşmesinden tek yanlı çıkış da,   ancak Türkiye Büyük Millet Meclisinin çıkaracağı bir kanunla olabilir. 

Haydi diyelim ki; meclisten kanun çıkarılmadı. Bunun karşılığı,   sonradan meclisin onayına sunulacak olan Cumhurbaşkanlığı kararnamesidir. 

Bu itibarla,  Cumhurbaşkanı; ben İstanbul Sözleşmesini tek yanlı feshediyorum ve bu sözleşmeden çıkıyoruz diyorsa ve bu kanunda bir karar çıkarmışsa,  hukuken bu kararın adı,   Anayasa yargısına ve denetimine tabi olan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesidir. 

Peki,  Cumhurbaşkanı bu konuda,  yani yasayla yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesinin tek yanlı feshedilerek bu sözleşmeden çıkılması konusunda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir mi,  buna yetkili midir?

Çıkaramaz. 

Bu konuda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarma yetkisi yoktur. 

Zira; Cumhurbaşkanı anayasanın 104. maddesine göre,  ancak yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabilir. 

Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar,   kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler,   Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.  Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. 

Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu Ve Yargılama Usulleri Kanununun,  Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 3. maddesine göre; Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin,   şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davalarına bakmak,  Danıştay’ın değil,  Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisindedir. 

Danıştay; Anayasa Mahkemesi  yargı yoluna,  Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkisine tabi olan,  mahiyeti ve doğurduğu sonuçları itibariyle bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olarak kabul edilmesi gereken İstanbul Sözleşmesinin feshedilerek sözleşmeden tek yanlı çıkılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararının yargısal denetimini yapamaz,  bu kararın şekil ve esas yönünden anayasaya uygun olup olmadığını denetleyemez,  bu konuda hüküm kuramaz,  aksine bir davranış yetki gaspıdır. 

Zaten,  bu koşullarda,   sonuç olarak Danıştay'dan anayasaya ve hukuka uygun olumlu bir karar çıkacağı da çok şüphelidir. 

Açıkladığımız nedenlerle;  Danıştay,  bu konuda yetkisiz olduğuna,  yetkinin Anayasa Mahkemesine ait olduğuna hükmederek YETKİSİZLİK kararı vermelidir. 

Ülkemizdeki,  bu kadar Hukuk Fakültelerine,  hukuk hocalarına,  mangalda kül bırakmayan anlı şanlı hukukçulara rağmen,   bu konuda yanlış adım atılmış,  İstanbul Sözleşmesine ve bu sözleşmenin koruma altına aldığı kadınlarımıza yazık olmuştur. 

Güner Yiğitbaşı

29/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Gündemden Hiç Düşmeyecek Olan İstanbul Sözleşmesi
İstanbul Sözleşmesinin; ERDOĞAN'ın bir kararıyla tek yanlı feshedilmesi üzerine yazmış olduğumuz, ”ERDOĞAN ANAYASAYI İHLAL ETMİŞTİR” başlıklı 20/03/2021 tarihli makalemizi,  güncelliğine binaen, aşağıda aynen sunuyoruz. 29/04/2022Güner YİĞİTBAŞI


ERDOĞAN ANAYASAYI İHLAL ETMİŞTİR

Bu kaçıncı anayasa ihlali, sayısını unuttuk doğrusu. 

T. C. Devleti;  ERDOĞAN'ın çiftliği olmadığı gibi, kadınıyla ve erkeğiyle Türk Milleti de ERDOĞAN'ın köleleri değildir. 

T. C.  Devleti;  kağıt üzerinde de olsa, demokratik bir hukuk devleti olup, hiç kimse, sıfatı ve makamı ne olursa olsun,  83 milyon seçmenin oybirliği ile seçilerek iş başına gelmiş olsa dahi, kendisine anayasanın tanımadığı bir yetkiyi asla kullanamaz. Aksi halde yetki gaspında bulunmuş olur. 

Anayasa ve yasa tanımaz partili cumhurbaşkanı ERDOĞAN;  20/3/2021 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 3718 sayılı gece yarısı kararıyla, İstanbul’da imzalandığı için, adına İstanbul Sözleşmesi de denilen asıl ismi; ”Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan,  kadın haklarına yönelik sözleşmenin, Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine karar vermiştir. 

ERDOĞAN'ın bu kararı,  asla kabul edilemez. Bu karar,  bir anayasa ihlali ve yetki gaspıdır, bu nedenle, ERDOĞAN'ın yetki gaspında bulunarak ve anayasayı açık bir şekilde ihlal ederek aldığı bu karar,  hukuken yok hükmünde ve geçersizdir. 

Dikkatinizi çekiyorum. İstanbul Sözleşmesini tek yanlı fesheden metin, bir Cumhurbaşkanı Kararnamesi dahi değildir. Bu fesih kararı,  basit bir cumhurbaşkanı kararıdır. 

Bu sözleşme; cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle dahi ortadan kaldırılamazken, basit bir kararla tek yanlı feshedilmiştir. 

İstanbul Sözleşmesi; 

11/05/2011 tarihinde imzalanmış, onay için TBMM Genel Kuruluna sunulmuş 24/11/2011 tarihinde  AKP, CHP, MHP ve BDP'nin oybirliğiyle 246 kabul ve sıfır ret oyuyla Mecliste onaylanmış ve 01/08/2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 

Anayasanın 87. maddesine göre; milletlerarası antlaşmaların onaylanmasını uygun bulmak, sadece Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkisindedir. 

Türkiye Büyük Millet Meclisi de, uluslararası bir sözleşme olan ”Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni,  anayasanın 87 ve 90. maddelerine göre yasa çıkararak onaylamış ve  sözleşme, anayasanın 90.  maddesinde yer alan” Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir.  Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.  Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır. ”hükme göre, kanun hükmünde olup, bunun anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulması mümkün olmadığı gibi, kurallar hiyerarşisinde de, ulusal yasalarımızın üzerindedir, bir ihtilaf olduğunda anlaşma hükümleri esas alınacaktır. 

Cumhurbaşkanının; Meclis tarafından bir yasa ile onaylanarak yürürlüğe giren Uluslar arası bir sözleşmeyi tek yanlı fesih yetkisi yoktur. Evrensel hukuk kurallarına göre, bir sözleşme hangi usulle onaylanarak yürürlüğe sokulmuşsa,  aynı usullerle ortadan kaldırılabilir. TBMM nin bir yasayla onaylayarak yürürlüğe sokulan ve ulusal yasaların üzerinde bir yasa hükmü niteliği kazanan sözleşmeyi,  cumhurbaşkanının aldığı bir kararla fesih yetkisi asla yoktur. 

Anayasanın 104.  maddesinde cumhurbaşkanın görev ve yetkileri açıkça yazılıdır. 

104. madde de; Cumhurbaşkanının alacağı bir kararla ve hatta çıkaracağı bir kararnameyle bile, yürürlükteki bir Uluslararası sözleşmeyi fesih yetkisi yoktur. 

Cumhurbaşkanının sözleşmeyi tek yanlı feshine dair kararına bakıyoruz, bu kararının hukuki dayanağı olarak, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3.  maddesine işaret edilmektedir. 

Yani,  Cumhurbaşkanı, 9. sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3.  maddesinden aldığı yetkiyle bu kararı aldığını belirtmektedir. 

Peki bu 9.  sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi nedir?

Bu kararname; 15/07/2018 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak, 15. /07/2018 de yayını ile yürürlüğe giren; ”Milletlerarası Antlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”adlı kararname olup, ERDOĞAN çıkardığı bu kararnamenin 3.  maddesi ile kendisine uluslaraarsı sözleşmeleri fesih yetkisi tanımıştır. 

ERDOĞAN'ın; bu şekilde, cumhurbaşkanına, Meclisin onayladığı uluslararası sözleşmeleri feshetme yetkisi tanıyan bir kararname çıkarma yetkisi de bulunmamaktadır. 

Zira; anayasanın 104.  maddesine göre; cumhurbaşkanı,  ancak ve ancak, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarabilir.  Yani, Cumhurbaşkanı anayasanın 87. maddesine göre meclis tarafından bir yasayla onaylanarak yürürlüğe giren ve yine anayasanın 90. maddesine göre; kurallar hiyerarşisinde anayasanın dahi üzerinde olan Uluslar arası sözleşmeyi feshederek ortadan kaldırma yetkisi,  asla ve asla yoktur. Bu fesih yetkisi, bir yasama yetkisi olup, cumhurbaşkanına tanınan kararname çıkarma yetkisi,  sadece yürütme yetkisine ilişkin konularla sınırlıdır.  

Kaldı ki; anayasanın 104.  maddesinin açık hükmüne göre; Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar,  kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenemez.  Anayasada münhasıran kanunla düzenlenmesi öngörülen konularda,  Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarılamaz. 

Bu nedenle, ERDOĞAN'ın; aldığı bir kararla, sözleşmeyi tek yanlı feshederken dayandığı 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi de, kadınlarımızın temel hak ve özgürlüklerini düzenleyen ve buna ilaveten de,  anayasanın 90. maddesine göre, üstün bir yasa hükmü haline gelen bir sözleşmeye ilişkin olması nedeniyle, açıkça anayasaya aykırı olup,  yok hükmündedir. 

Kaldı ki; ERDOĞAN'ın sözleşmeyi tek yanlı fesih kararını dayandırdığı, bu konuda yetki aldığını belirttiği 9. sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi, 15/07/2018 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdiği için,  geriye yürüyemez ve daha önceki bir tarihte yürürlüğe giren Uluslararası İstanbul sözleşmesinin feshedilerek ortadan kaldırılmasında hukuki bir dayanak yapılamaz. 

Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri anayasanın 104.  maddesi ile açıkça belirtilmiş olup, cumhurbaşkanı, 9.  Sayılı kararnamede olduğu gibi, çıkaracağı bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile anayasanın vermediği bir yetkiyi,  kendi eliyle kendisine veremez. 

Neresinden bakılırsa bakılsın, partili cumhurbaşkanının; tamamen kendi İslami ideolojisine, Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki planlarına ve şahsi kaprislerine göre,  anayasaya aykırı ve keyfi olarak çıkardığı bir kararla;   Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesini tek yanlı olarak fes etmesi, yok hükmünde olup, ala kabul edilemez. 

Sormak istiyoruz, bu İstanbul Sözleşmesi sizin nerenize batıyor, hangi hükmüne karşısınız ve neden?

Önce bunu bir açıklayınız. 

Değeri kendinden menkul Oğuzhan ASİLTÜRK istedi, bizim de ideolojimiz bu sözleşmeyi kaldırmamıza,  hazmetmemize engel diyerek, sizin gizli ajandalarınız,  sapık inançlarınız uğruna, bütün kadınlarımızı ateşe atamazsınız. 

Siz değil misiniz,  Dünya beşten büyük diye bas bas bağıran, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de,  sizden ve yandaşlarınızdan büyük ERDOĞAN. 

Korkunun ecele faydası yok, herkes;  aklını başına toplamak, anayasa ve yasalara,  kadınlarımıza ve onların haklarına saygılı olmak zorundadır. Bindiğiniz dalı kestiğinizin farkına varınız, milletin sabrını daha fazla sınamaya kalkışmayınız.  Tencereyi daha fazla kaynatmayınız, kaynayan tencerenin buharının dışa vuran, tencerenin kapağını fırlatan gücü; her zaman, buharlı  lokomotifin icadına vesile olduğu gibi, hayırlara vesile olmayabilir. 

Bu, anayasa tanımaz, kadınlarımıza ve Türk Milletine meydan okuyan, saygısız ve hukuk tanımaz karara,  herkesin demokratik olarak karşı çıkması, şiddetle kınaması,  barışçıl ve silahsız anayasal protesto haklarını kullanmaları, bir vatandaşlık görevidir. 

Güner Yiğitbaşı

20/03/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Nihayet...evet cesaret yoksa zafer yoktur
Muhalefet, özellikle ana muhalefet partisi CHP; nihayet, etkili bir muhalefet için, halkı da yanına alarak,  gerçek ve eylemli bir muhalefet yapmanın, halka öncülük yapmanın gerekliliğini anlamış gözüküyor.

CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU;  dün (26/04/2022) grupta yaptığı, basının tarihi olarak değerlendirdiği kısa ve etkili, hem öfke ve hem de duygu dolu konuşmasında;  “Cesaret yoksa zafer yoktur. Yol arkadaşlarıma sesleniyorum,  bu engerek ve çıyanlarla çatışma ne kadar sert olursa zafer de o kadar yakın olacaktır. Ne pahasına olursa olsun yürüyeceğiz. Ya şimdi bana katılın,  ya da yolumdan çekilin. Beş paraya vatandaşlık satanlarla kavga edeceğiz,  milyonların elektriğini kesenlerle kavga edeceğiz. Çocukları etten,  sütten mahrum bırakanlarla kavga edeceğiz. Bu kiralarla,  bu enflasyonla,  sokaklarımızı mafyaya teslim edenlerle,  ülkenin onurunu konsolosluk bahçelerine gömenlerle kavga edeceğiz.” diyerek, yeni muhalefet stratejisini kamuoyu ile paylaştı.  

Doğru olan da buydu zaten.

KILIÇDAROĞLU'nun liderliğindeki CHP ve diğer Millet İttifakı bileşenleri partiler; sokak lafından adeta korkuyorlardı.

Muhalefeti; grupta ve basın toplantılarında, duvarların gerisinde ve içinde,  kürsüden yaptıkları, iktidarı eleştiren konuşmalarına hapsetmişlerdi.

Saray'ın;  sokağa çıkacak olanlarla ilgili tehditleri, blöfleri, sokağı kriminalize eden stratejisi başarılı olmuş ve bu tuzağa düşen muhalefet;  aman sokağa çıkıp demokratik, silahsız ve saldırısız, barışçıl protesto ve gösteri hakkımızı kullanmayalım, halkı meydanlarda toplayarak eylemli ve söylemli muhalefet yapmayalım, kışkırtıcıların olay çıkarmalarına neden olmayalım, ERDOĞAN'ın da isteği zaten bu, muhalefet sokağa çıksın,  olaylar çıksın,  bir kaos ortamı yaratarak seçimleri erteleyelim diye düşünen ERDOĞAN'ın ekmeğine yağ sürmeyelim ve yaklaşan seçimleri riske atmayalım düşüncesiyle, kendisini dar bir siyaset alanına, dar bir çemberin içine hapsetmişti.

Aslında, muhalefetin bu gereksiz korkusu,  saray'ın;  muhalefetin siyaset alanını daraltmak için geliştirdiği korku stratejisini başarılı kılmıştı.

Saray iktidarı, anayasal bir hak olan silahsız ve saldırısız barışçıl  toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının muhalefet tarafından kullanılmasını, iktidarı için zararlı görebilir, hatta bunu kendince suç olarak da değerlendirebilir, bunu fırsat bilip kışkırtıcılar kullanarak olay da çıkarabilir, ancak muhalefet olarak bu olasılıkları göğüslemek ve geçersiz kılmak da sizin göreviniz. Korkunun ecele faydası yok.

KILIÇDAROĞLU ne diyor son grup konuşmasında;  “Cesaret yoksa zafer yoktur. Yol arkadaşlarıma sesleniyorum,  bu engerek ve çıyanlarla çatışma ne kadar sert olursa zafer de o kadar yakın olacaktır. Ne pahasına olursa olsun yürüyeceğiz. Ya şimdi bana katılın,  ya da yolumdan çekilin. Beş paraya vatandaşlık satanlarla kavga edeceğiz,  milyonların elektriğini kesenlerle kavga edeceğiz.”

KILIÇDAROĞLU'nun;  bu yeni muhalefet stratejisini,  biz de gerekli ve olumlu buluyoruz.

KILIÇDAROĞLU; bu konuşmasını, umarız hamaset olsun diye yapmamıştır, ”cesaret yoksa zafer yoktur” derken, inşallah bunu inanarak dile getirmiştir.

KILIÇDAROĞLU; kamuoyu ile paylaştığı bu konuşmasıyla kendisini ve partisini bağlamıştır. İnandırıcılığını ve saygınlığını yitirmemek için, bu konuşmasının gereğini yaparak; muhalefeti,  meclis çatısından, duvarların arkasından,  sokak ve meydanlara taşımak, ana muhalefet partisinin genel başkanı ve dokunulmazlığı olan bir milletvekili olarak, halkın önünde yürümek, halkın barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma ve protesto haklarını korkusuzca kullanmaları için, sarayın güvenlik güçleri tarafından hırpalanma, sopa yeme, yerlerde sürüklenme pahasına,  halkına paratoner olmak, saray'ın;  muhalefeti içinde hapsettiği o dar siyaset çemberini kırmak zorundadır.

Muhalefet,  şu gerçeği de aklından çıkarmasın, saray yönetimi; kaybedeceği kesin olan seçimleri yaptırmamayı ve saraydaki iktidarını sürdürmeyi kafasına koymuşsa, muhalefet olarak buna engel olma gücüne sahip değilseniz, duvarların ardında uslu çocuklar gibi otursanız, muhalefeti sokak ve meydanlara taşımasanız da değişen bir şey olmayacaktır.

KILIÇDAROĞLU'nun dediği gibi; ”cesaret yoksa zafer yoktur” 

Güner Yiğitbaşı

27/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

6'lı Masa  Adına Yarışma Sınavı İle Cumhurbaşkanı Adayı Alınacaktır(!)
2023 Haziranında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri için Millet İttifakının bileşenleri tarafından oluşturulan 6'lı masa adına, önce yazılı ve sonra sözlü olmak üzere,  iki aşamada yapılacak olan yarışma sınavı ile cumhurbaşkanı adayı seçilecektir!

Müracaatlar gizli tutulacaktır. 

Yazılı sınavda ilk üçe giren adaylar sözlü sınava alınacaklar, sözlü sınav kamera ile tespit edilecek ve sonuçlar için yargı yolu açık olacaktır. 

Cumhurbaşkanlığı adaylığını kazanan yarışmacının ismi, seçim takvimi açıklandıktan sonra,  adayla ve kamuoyu ile paylaşılacaktır.  

Sınava gireceklerde, anayasanın cumhurbaşkanı seçimi için aradığı koşullara ilaveten aranacak olan özel ve ek koşullar,  aşağıda belirtilmiştir. 

-Uzlaşmacı,  

-Özgürlükçü,  

-Demokratik değerleri içselleştirmiş, 

-Milletimizin tamamını kucaklayan,  

-Siyasi ahlak ilkelerini benimsemiş, 

-Liyakat sahibi olmak. 

Sınava katılmak için son başvuru tarihi; 19/Mayıs/2022 tarihidir. 

Sınava gireceklerin,  gerekli belgeleriyle birlikte, şahsen 6'lı masa genel sekreterliğine başvurmaları zorunludur. 

Şaka bir yana, cumhurbaşkanı adayını belirleyerek açıklayacak yerde,  hala adayın tarifi ile uğraşan bir muhalefetle yüz yüzeyiz. 

Bıkmadan söyleyeceğiz,  artık şu adayınızı belirleyin ve kamuoyu ile paylaşın lütfen. 

Hem seçim istiyorsunuz,  hem de aday açıklamakta nazlanıyorsunuz. 

Cumhur İttifakı daha adayını açıklamadı, Erdoğan aday olduğunu kamuoyu ile paylaşmadı diyerek,  saçmalıyorsunuz. 

Erdoğan'ın Cumhur İttifakının adayı olduğunu,  Sarayın sözcüsü küçük ortak lideri Bahçeli açıkladı ya, daha ne bekliyorsunuz?

Erdoğan'ın;  Allah korusun, uzun ömürler versin,  ölüm döşeğinde yatıyor olsa dahi,  adaylığı bir başkasına bırakmayacağını,  mutlaka kendisinin aday olacağını bilmiyor musunuz,  o kadar mı Dünyadan habersizsiniz?

Millet İttifakı ve 6'lı masa olarak, ülkenin devasa sorunları karşısında, Haziran 2023 beklenmeksizin derhal seçimler olmalıdır diyorsunuz, ama adayınızı belirleyerek açıklamak için, seçim tarihinin belirlenmesini bekliyorsunuz. 

Siz,  gerçekten erken seçim istiyorsanız, bu isteğinizde samimiyseniz, ilk adımı siz atacaksınız,  adayınızı belirleyerek kamuoyu ve Cumhur İttifakı ile paylaşarak hodri meydan, biz seçimlere hazırız, çık karşımıza Erdoğan diyerek,  Cumhur İttifakını seçim meydanına çağırmak, seçime zorlamak ve çekmek zorundasınız. 

Sayın muhalefet,  siz ne istediğinizin farkında mısınız?

Güner Yiğitbaşı

26/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Gezi Barışçıl Anayasal Ve Demokratik Direnme Hakkının Tipik Bir Örneğidir
KAVALA davası nihayet bugün sonuçlandı. 

Kavala'ya, gezi direnişi nedeniyle; maalesef, suçun yasal unsurları oluşmadığı halde, hükümeti devirmeye, ortadan kaldırmaya cebren teşebbüs ettiği gerekçesiyle,  ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. 

Yüz kızartıcı ve hukuk dışı bir karardır bu. 

Şaşırdınız mı?

Ben asla şaşırmadım. 

Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verileceği önceden kurgulanmış olduğu içindir ki; Kavala, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bağlayıcı kararına rağmen,  4. 5 sene tutuklu olarak yargılandı. 

Ülkemizde, uzun süren tutuklama kararları, yasal olarak gerekli olduğu için değil, verileceği kesin olan ağır cezaların habercisi  olarak verilen kararlardır. 

Yargıyı; muhalefeti susturarak,  iktidarının devamı için sopa olarak kullanan tek adam saray yönetimi, böyle istiyordu ve istediği oldu. 

Saray yönetimi, ölene kadar iktidar koltuğunu kaybetmemeye, özel olarak kendisi için yaptırdığı sarayından tek başına ve keyfi olarak ülkeyi yönetmeye karar vermişti, bir kere. 

Muhalefetin; anayasal, silahsız , saldırısız, barışçıl,  demokratik ve anayasal her direnişi,  muhalefet eylem ve söylemi, saray tarafından, iktidarının sonlandırılmasına yönelik antidemokratik bir eylem olarak görülüyor ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçu olarak kabul ediliyordu. 

Saray; kendisi sürekli anayasayı ihlal ettiği ve suçluluk psikolojisine  girdiği için,  silahsız ve saldırısız barışçıl muhalif her gösteri yürüyüşü ve toplantısını,  hükumetin devrilmesine yönelik eylem olarak görme paranoyasına tutulmuştu. 

Bu nedenle biz, Kavala ve diğer gezi sanıklarına verilen cezalara asla hayret etmedik. 

Gezi eylemi; asla,  hükümeti devirmeye ve ortadan kaldırmaya cebren teşebbüs eylemi olmayıp, barışçıl, silahsız ve saldırısız anayasal ve demokratik direnme hakkının en tipik bir örneğidir. 

Demokrasi denilince ilk akla gelen,  siyasal iktidarlara karşı,  yönetilenlere tanınmış bulunan hak ve özgürlükler manzumesidir. 

Demokrasileri;  sağ,  sol ve dini esaslara dayalı tüm dikta rejimlerinden ayıran en temel ve  belirgin özellik;  yönetilenlerin,  yönetenlere karşı sahip oldukları demokratik  hak ve özgürlüklerdir. 

Ülkeyi yönetecek olanları belirlemek amacıyla yapılan seçimler,  demokrasinin gerekli,  ancak tek koşulu değildir. 

Krallıklar dışında,  dikta ile yönetilen ülkelerde de seçimler yapılmakta ve ülkeyi yönetenler seçimlerle belirlenmektedir. 

İleri derecede demokrasi ile yönetildikleri halde,  kadınları,  seçme ve seçilme hakkını,  ülkemiz kadınlarından çok sonra kazanan ülkelerin varlığı unutulmamalıdır.  Bu da göstermektedir ki;  ülkeyi yönetecek olanları belirleyen seçimler,  tek başına demokrasinin koşulu ve ölçütü olarak kabul edilemez.  

Bu itibarla,  gerçek demokrasilerde,  ülkeyi yönetecek olan siyasal iktidarlar;  demokratik seçimlerle iş başına gelmeleri kadar,   kendilerini seçerek iş başına getiren vatandaşların,  Anayasa ve yasalarla tanınmış bulunan hak ve özgürlüklerine saygılı olmak ve iş bu hak ve özgürlükleri,  antidemokratik bir şekilde sınırlandırmaya yönelik girişimlerden sakınarak,  meşruiyetlerini tartışılır hale getirmekten  uzak durmak zorundadırlar. 

Seçimle iş başına gelen siyasal iktidarların;  yönetimleri altındakilerin,  demokrasinin gereği olan hak ve özgürlüklerine ilişmeye başlayarak meşruiyetlerini yitirmeye başlamaları halinde,  vatandaşların,  anayasal hak ve özgürlüklerine sahip çıkarak,  hak ve özgürlüklerini savunmak amacıyla yapacakları ve ortaya koyacakları bireysel veya örgütlü,  yasal ve barışçıl, silahsız ve saldırısız her tepki ve karşı koyma eylemi,  direnme hakkı içinde mütalaa edilmelidir. 

Demokrasilerde,  direnme hakkı Anayasal bir haktır.  

Anayasamızda;  direnme hakkı madde  başlığı altında,  açık bir düzenlemenin mevcut olmaması,  siyasal iktidarların,  Anayasaya ve rejime saldırı niteliğindeki girişimlerine sessiz kalınacağı,  bu girişimlere yasal ve demokratik barışçıl, silahsız ve saldırısız tepki konulamayacağı anlamına gelemez. 

Direnme hakkı,  demokrasinin doğasında mevcut olan tabii bir haktır. 

Direnme hakkına,  ülkemizde demokrasinin gelişmesine büyük bir katkı yapmış bulunan ve 12. Eylül 1980 askeri darbesi ile yürürlükten kaldırılan 1961 Anayasasının başlangıç bölümünde açıkça yer verilmiştir. 

T. C. Devletinin kurucusu, ülkemizin kurtarıcısı, en büyük direnişçi, Yüce ATATÜRK,  Gençliğe Hitabesinde;  “Ey Türk istikbalinin evladı! İşte,  bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen,  Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır.  Muhtaç olduğun kudret,  damarlarındaki asil kanda mevcuttur. ”derken,  direnme hakkına vurgu yapmaktadır. 

Direnme hakkı,  ATATÜRK'ün bizlere vasiyetidir. 

ATATÜRK de, darbeci midir?

Ayağa kalkınız ve cevap veriniz. 

Güner Yiğitbaşı

25/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

“Altın ateşle, kadın altınla, erkek de kadınla erir”. Pythagore

Türkmenistan devlet başkanı köpeğinin altından heykelini dikti
Altın en iyi elektriği ileten, paslanmayan bir metaldir, kimyasal özelliklerini bir yana bırakırsak, tarih boyunca altın, saf, bozulmaz hali ile insanlara bir değer ölçüsü olduğu kadar saraylara, krallara, şahlara, padişahlara kadınlara vazgeçilmez bir süs eşyası olmuş, ayrıca altın paralar basılmıştır.
Bu değişmez ve oldukça parlak değerli metalin bu özellikleri nedeni ile Azerbaycan gibi ülkelerde insanların ağızlarında diş olurken, Türkmenistan gibi ülkelerde meydanlarda heykel olmuştur. Birçok saray ve saray eşyalarının altın kaplama olması yanında pek çok küpe, bilezik gibi süs eşyası olarak yüzyıllardan beri kullanılmaktadır.  Daha eskilerde örneğin Hititler zamanında, saldırı silahı yapılması ve demirin azlığı nedeni ile olsa gerek, demir altından beş kat daha pahalı imiş.
Eski çağlarda bazı kralların altından heykellerini yaptırdıklarını, günümüzde yapılan kazılardan elde edilen buluntulardan bilinmekte. Ama günümüzde, dünyadaki 200 civarındaki ülkelerden bir ülke var ki, beş buçuk milyon nüfuslu bir Orta Asya ülkesi olan Türkmenistan devlet başkanı kendisinin ne ki köpeğinin bile altından heykelini yaptırmıştır.
Dünyanın en yoksul ülkelerinden Türkmenistan’ın Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov, en sevdiği köpeğinin altın heykelini Başkent Aşkabat’ta memurların yaşaması için inşa edilen mahallenin merkezi bir bölgesine, Alabay cinsi köpeğin altından yapılan 6 metre uzunluğunda bir heykeli dikildi. Hem de altından köpek heykelinin açılışında tören yapıldı, köpek heykelinin açılış törenine Cumhurbaşkanı Berdimuhammedov da katıldı.

Türkmenistan devlet başkanı köpeğinin altından heykelini dikti
Berdimuhammedov, daha önce de başkent Aşkabat'a kendisini at üzerinde tasvir eden büyük bir altın heykel diktirmişti. Türkmenistan Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov, dedi ve 24 ayar altın kaplama heykelini diktirdi. At sırtındaki 24 ayar altın kaplama bronz heykel, dev bir mermer kaidenin üzerinde duruyor.(1) Bu, Berdimuhammedov’un ilk heykeli. Berdimuhammedov’un selefi Saparmurat Niyazov’un da ülkenin pek çok yerinde buna benzer heykelleri vardı.  

Zengin yeraltı kaynaklarına rağmen Türkmenistan, dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alıyor. Doğalgaz zengini olan ve dünyanın en tecrit edilmiş ülkelerinden biri olarak bilinen Türkmenistan’da basın özgür değil, halkın yurt dışına seyahatine sınırlı olarak izin veriliyor.
Niyazov zamanında, günler ve ayların adlarını kendisinin ve aile üyelerinin isimleriyle değiştirmişti. Ülkede başkent dışındaki hastaneler kapalı. Opera ve sirkler yasaklı. Tüm orta dereceli okullar ve üniversitelerde Niyazov’un Ruhname adlı kitabı zorunlu ders olarak okutuluyor.
2006 yılında ölen Niyazov'un yerine geçen Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov, o zamandan beri ülkede bir kült haline getirilen Türkmenbaşı kültünü değiştirmek için bir dizi eylemde bulundu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 20 yıldan uzun bir süre ülkeyi yöneten Niyazov, her yere resim ve portrelerini astırmış, büst ve heykellerini diktirmişti.
Berdimuhammedov kimdir?
Türkmenistan Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov, 1957 yılında Türkmenistan'ın Göktepe şehrinde doğdu. Polis albayı olan babası, İçişleri Bakanlığı bünyesinde, bir cezaevinde görev yapıyordu. Ailesi Sovyetler Birliği'nde sivil olarak ve Kızıl Ordu içerisinde görevler almıştı. Eğitim hayatı Berdimuhammedov, bölgede aldığı ilk ve orta düzey eğitimin ardından, 1979 yılında Türkmenistan Devlet Tıp Üniversitesi'nde Diş Hekimliği Fakültesi'ne girdi. Buradan mezun olurken aynı zamanda Moskova'da Terapötik Diş Hekimliği alanında doktora yaptı. 1992 yılında mezun olduğu üniversitenin Diş Hekimliği Fakültesi'nde görev yapmaya başladı. 1995 yılında, Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov döneminde, Sağlık ve Tıp Endüstrisi Bakanlığı'ndaki Diş Merkezi'nin başına getirildi. Siyasi yaşamı Zamanla hükümet içerisinde yükselen Berdimuhammedov, 1997 yılında Sağlık Bakanı olarak atandı. Aynı zamanda Bakanlar Kurulu Başkanvekili görevine getirildi. Başbakan görevinin olmadığı bir düzlemde Başbakan Yardımcısı benzeri bir görünüme sahip olan bu makam, 2001 yılında Cumhurbaşkanı Yardımcısı haline getirilecekti. Bu süre zarfında Berdimuhammedov iki olayla gündeme gelecekti. Bunlardan ilki 2004 yılında Niyazov'un, sağlık çalışanlarının maaşları ödenemediği için Berdimuhammedov'un maaşını 3 ay boyunca kesmesiydi.
Diğer olay ise, Niyazov'un Berdimuhammedov'a verdiği, büyük şehirler haricindeki hastanelerin kapatılması emriydi. Cumhurbaşkanlığı Berdimuhammedov, 2006 yılında Niyazov'un ölümüyle cumhurbaşkanı vekili olarak göreve başladı. Türkmenistan Anayasası'nda bu görevde bulunan kişinin cumhurbaşkanı adayı olamayacağına dair madde, Berdimuhammedov'un göreve gelebilmesi için değiştirildi. 2007 yılında yapılan seçimleri yüzde 89,23 oyla kazandı.  Berdimuhammedov, ilerleyen yıllarda, 2012'deki seçimi yüzde 97, 2017'deki seçimi ise yüzde 97,69 oyla kazandı. Bağımsız kuruluşlar ve muhalifleri Berdimuhammedov'un seçildiği seçimlerin geçerli olamayacağı görüşünü dile getirirken, Berdimuhammedov totaliter bir şekilde Türkmenistan'ı yönetmekle suçlandı. Berdimuhammedov, başkent Aşkabat'a kendi altın heykelini diktirmek gibi tepki çeken birçok olaya imza attı. Uluslararası kuruluşlar Berdimuhammedov'u, dünyadaki en kapalı ve en baskıcı rejimlerden birini yönetmekle suçluyor. Berdimuhammedov'un ülkede herhangi bir siyasi ve dini farklı görüş beyanına müsade etmediği, kamusal hayatı tamamen elinde tuttuğu belirtiliyor. Aynı zamanda Türkmenistan, Kuzey Kore ve Eritre'nin ardından dünyada basın özgürlüğü konusunda en kötü ülke olarak gösteriliyor. Diğer yandan ülkede ekonomik özgürlüğün olmadığı ve Berdimuhammedov yönetiminin birçok yolsuzluğa imza attığı ifade ediliyor.(2)

 

Türkmenistan devlet başkanı köpeğinin altından heykelini dikti

Beş buçuk milyon nüfusu olan Türkmenistan nüfusu artırma çabasında
Türkmenistan son yıllarda nüfus artışını teşvik etme yollarını denemektedir. Özellikle çocuklu ailelere ekonomik avantajlar ve 8 çocuk doğuran kadına devlet üstün hizmet nişanı verilmesi gibi hamleler nüfusu az olan ülkenin düşündüğü adımlardır. Devlet başkanı Bermuhamedov'un çıkarttığı kararname gereğince 8 çocuklu kadına büyük bir ikramiye de verilmesi kararlaştırılmıştır. Yine bu kadınlar uçak dahil tüm ulaşım hizmetlerinden ve devletin sağladığı temel ihtiyaçlardan bedava ve kotasız yararlanma hakkına sahip olmaktadırlar. Nüfus artışını teşvik için çok çocuklu ailelere yönelik daha pek çok avantajlı politika uygulanmaktadır. Örneğin çocuk sayısı 3 olan aileye başkent Aşkabat'tan dayalı döşeli yeni bir daire ve bir binek araç tahsis edilmektedir. Son olarak evlilik kurumunun yaygınlaşması adına düğün merkezleri kurulmakta ve toy merkezi denilen bu düğün salonlarında gençler ücretsiz olarak düğünlerini yapmaktadırlar.(3)
Türkmenistan ve 50 kadar Müslüman ülkelerde olduğu gibi, dünyada hangi ülke tek adamla yönetiliyorsa biliniz ki orada demokrasi yok, insan hakları yok, adalet yoktur ve dünyanın en geri kalmış ülkeleridirler. Yukarıda Türkmenistan’da olduğu gibi gariplikler, tuhaflıklar yaşanır. Öyleyse en çağdaş yönetim gerçek bir demokrasi yönetimidir. 

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız
Son notlar

(1) https://www.sozcu.com.tr/2015/dunya/turkmen-lidere-dev-heykel-841536/

(2)https://www.haksozhaber.net/turkmenistan-baskani-en-sevdigi-kopegin-altin-heykelini-diktirdi-136798h.htm

(3) https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkmenistan)

23 Nisan Bayramını Salt Çocuklara İndirgeyerek Hafife Alamazsınız
Bugün kutlanan bayram, ATATÜRK tarafından çocuklara armağan edilmiş ve bu nedenle adında çocuk bayramı sözü varsa da; bu bayramın asıl anlam ve önemi;  23. Nisan. 1920 de,  egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun ilan ve kabul edildiği, saltanatın ve halifeliğin reddedilerek,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulup açıldığı ve bunun anısına, 23 Nisanların  bayram olarak kutlandığı ve egemenliğin, kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun kabul ve tescil edildiği günün 102. yıldönümü olmasıdır. 

Bu nedenle, Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; 23. Nisan gününü, salt çocuk bayramına indirgeyerek, bu günün anlam ve önemini hafife alma ve bu günü, ATATÜRK'ü kabrinde ziyaret edip anmayarak, egemenliğin tecelligahı Türkiye Büyük Millet Meclisindeki özel oturuma katılmayarak, Türkiye Büyük Millet  Meclisin bulunduğu devletimizin başkenti Ankara dışında, İstanbul ilinde  çocukça ve çocuklarla, alternatif bir törenle kutlaması,  egemenliğin asıl sahibi, oylarıyla kendisini Cumhurbaşkanı olarak seçen Türk Milletine büyük bir saygısızlıktır, Türk Milletinin inkarıdır, büyük bir gaflettir. 

ERDOĞAN'ın bu bilinçli tavrı; milli iradeyi, milletin egemenlik hakkını yok saymak, reddetmek, egemenliğin millete ait olduğunu inkar etmek, kaldırılan saltanatın  hortlatılarak, Osmanlıda olduğu gibi egemenliğin kendi uhtesinde olduğunun dolaylı olarak ifadesidir. 

Çok yazık, bu ülkenin 80 milyon insanının gözlerinin içine bakarak, korkmadan ve çekinmeden böyle bir saygısızlığın  sahneye konulabilmesi; günümüz ve geleceğimiz adına,  çok üzücü ve ürkütücüdür. 

Güner Yiğitbaşı

23/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ulusal Egemenlik
Bugün, Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı.

Nedir ulusal egemenlik?

Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan bir erkler bütünüdür.

Anayasamızın 6. maddesine göre, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,  yetkili organları eliyle kullanır, egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz, hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.

Anayasamızda yazılı olan kural budur. 

Ancak, bugün kutladığımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kavramı içinde yer alan ve Anayasamıza göre, kayıtsız ve şartsız millete ait olan ve  milletin yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşan temsilcileri eliyle kullandığı ulusal egemenlik hakkının, bugün, gerçekten Anayasamızda gösterilen yetkili organlar eliyle kullanıldığını, kim savunabilir?

Evet, TBMM nin kuruluşunun ve bu günün ulu önder Atatürk tarafından Türk çocuklarına Bayram olarak armağan edilişinin, Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramının 102 inci yıl dönümünü  kutladığımız bugün, Milletin egemenlik hakkına, göstermelik yapılan seçimler sonunda tek başına iktidar olan AKP' nin Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN tarafından fiilen el konularak Türk Milletinin egemenlik hakkı, tek başına Recep Tayyip ERDOĞAN'a bırakılmış olup, Türk Milleti de, bu fiili duruma  sessiz bir şekilde seyirci kalmaktadır.

Partili Cumhurbaşkanı olarak, mecliste çoğunluğu elinde tutan AKP Grubu üzerinden, millet adına yasama yetkisini kullanmak durumunda olan Meclisi hakimiyeti altına alan Recep Tayyip ERDOĞAN; bu hakimiyetine dayanarak, bir talimatıyla çıkardığı Anayasaya aykırı antidemokratik yasalarla, milletin yargı organı marifetiyle kullandığı yargı yetkisini de hakimiyeti altına almış ve esasen yürütme organının da başı olması nedeniyle, yasama, yargı ve yürütmeden oluşan Türk Milletinin egemenlik hakkının kullanılmasında, fiilen tek yetkili kişi olmuştur.

Kendi siyasal geleceği için, kemikleşmiş kendi seçmen kitlesini sürekli ayakta ve canlı tutabilmek adına, toplumu gererek kamplara ayırmaktan çekinmemektedir. 

Recep Tayyip ERDOĞAN, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu ucube sistemde, partili cumhurbaşkanı olarak tek adam konumunda olup, ulusal egemenlik yerlerde sürünmektedir.

Suudi asıllı gazeteci Kaşıkçı cinayeti davası da, para karşılığında, Kaşıkçı cinayetinin failleri olan Suudi Arabistan yönetimine devredilerek, Türk Milletinin yargısal egemenlik hakkı adeta satılmıştır.

Bu koşullarda, şayet bayram olarak kutlanması gereken bir ulusal egemenlik kalmış ise, hepinizin Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramınız kutlu olsun.

Bu vesileyle ve bir gün bu da geçer ümidiyle; Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran, milletin egemenlik hakkına daima saygı gösteren ve ulusal kurtuluş savaşını dahi millet adına meclisten yürütüp idare eden, bu özel ve güzel günü bayram ilan ederek çocuklarımıza armağan eden, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Sevgili ATATÜRK'ümüzü, sevgiyle, minnetle ve rahmetle anıyor, sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz. 

Güner Yiğitbaşı

23/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bitmeyen Kinin Kaynağı
Cumhuriyet ilan edildikten sonraki yıllarda peş peşe devrimler yapılırken medreselerin de kapatıldığını devrim tarihinden biliyoruz. Fakat dinciliği sürekli ön plana çıkaran 20 yıllık iktidar, son zamanlarda Ayasofya yanında medrese açma girişimi çabası karşısında, Kurtuluş Savaşı sırasında medrese öğrencileri ile ilgili bir anıyı anımsadık. Kurtuluş Savaşımız yıllarında Konya’da nalbant okulunun açılışına Sovyet heyeti de katılmıştı. Bu ziyaret sırasında Konya’da bazı sarıklı hocaların medrese öğrencilerinin askere alınmamasını isteyince, Mustafa Kemal’in buna ne kadar tepki gösterdiğini çok sinirlendiğini aşağıdaki anıdan öğreniyoruz.

1920'lerde Rus Büyükelçi Aralov anlatıyor, yobazların bitmez kininin nedenini bir Rus diplomatın Türkiye anılarından:

(Konya)

“O gece iki medreseyi ziyaret ettik.

Kanlı canlı, hemen hepsi de gencecik mollalar medresenin avlusunda dizilmişlerdi. Bunların yanında, geniş cübbeli, beyaz sarıklı hocalar da yer almıştı. Hepsi de yerlere kadar eğilerek Mustafa Kemal Paşa'yı selamlıyorlardı.

Bunların içinden biri, bunların başı ve en nüfuzlusu, Mustafa Kemal Paşa'dan medrese sayısını arttırmasını rica etti. Bu zat, ayrıca medrese öğrencilerinin askere alınmamalarını da istirham etti.

Hoca konuşurken Mustafa Kemal'in kendini tuttuğu belli oluyordu. Ama, medrese öğrencilerinin askere alınmamaları söz konusu olunca, artık kendini tutamadı ve yüksek bir sesle, sertçe:

- Ne o, dedi, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken, siz burada genç, sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz!

Mustafa Kemal konuştukça, gözleri daha korkunç bir hal alıyordu:

- Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim!

Hocalar sindiler, ama yüzleri öfkeden kıpkırmızı kesildi, yabancıların yanında hükümet başkanı onları paylamıştı.

Mustafa Kemal Paşa bize dönerek:

- Haydi gidelim, dedi, artık burada bizim için yapılacak bir şey kalmadı. Ve şöyle, isteksizce bir selam vererek oradan ayrıldı.

Mustafa Kemal Paşa otomobilde uzun bir süre yatışmadı:

- Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları malî dayanaklarından, vakıflardan, yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu topraklar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar.

Mustafa Kemal, Anadolu topraklarında, şimdi gördüğümüz dinç, sağlam delikanlıları askerden kaçıran 17 bin medrese bulunduğunu söyledi. Bu tam bir kolordu demekti.

Medrese öğrencilerinin şimdiye kadar niçin askere alınmadıklarını sormam üzerine Mustafa Kemal, bunların askere alınmaları için gerekli emrin verilmiş olduğunu söyledi.

Bu inkılapçı adım, subaylar arasında büyük bir sevinç yaratmış ve bu olay son günlerin en çok üzerinde durulan konusu haline gelmişti.

SEMIYON IVANOVIC ARALOV, BİR SOVYET DİPLOMATININ TÜRKİYE HATIRALARI

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Gerekçeye Bakınız Aday Bugünden  Açıklanırsa Yıpranırmış
Bir önceki, ” KOYUN ARTIK ŞU NOKTAYI LÜTFEN “başlıklı makalemizde, 6'lı masanın derhal Cumhurbaşkanı adayını belirleyerek açıklaması gerektiğini,  gerekçeleriyle izaha çalışmıştık. 

Bu makalemize,  görüşümüzü paylaşan olumlu tepkiler aldığımız gibi, olumuz tepkiler de aldık. 

Görüşümüze katılmayanların ortak ve klasik gerekçeleri; bugünden  aday açıklanırsa yıpranır şeklinde. 

Biz, adayın seçimlere bir yıl kala, bugünden açıklanmasının,  adayı yıpratacağı görüşüne asla katılmıyoruz. 

Daha önce de yazdığımız gibi, bilakis,  adayın bugünden belirlenerek açıklanmaması,  muhtemel adayların yıpranmalarına ve muhalefet kanadının  seçmenleri arasında bir bölünme ve ayrışmaya sebep olmaktadır. 

Benim adayım Ekrem  İMAMOĞLU, benim adayım Mansur YAVAŞ,  KILIÇDAROĞLU Alevi olduğu için kazanamaz, İMAMOĞLU veya Mansur YAVAŞ dışında birisi aday gösterilirse oy vermem, Abdullah GÜL aday gösterilecekmiş gibi,  her kafadan çatlak sesler ve dedikodular çıkmaktadır. 

Böylesi daha mı iyi Allah’ınız aşkına?

Ne demek? benim adayım falanca, onu aday yapmazlarsa oy vermem,  KIIÇDAROĞLU;  Alevi,  seçilemez sözleri. Bunlar boş ve gereksiz laflar. 

6'lı masanın Cumhurbaşkanı adayı kim olursa olsun,  seçildiğinde, şu anda iş başında olan ERDOĞAN gibi, kendi serbest iradesiyle ve tek akıl ile tek adam olarak çalışmayacak ki. 

6'lı masanın üzerinde anlaşarak ittifak ettikleri ortak payda ve program çerçevesinde faaliyet gösterecek, 6'lı masanın lider kadrosunun kontrolü altında icraat yapacak.  Bugünkü, tek adama dayalı, tüm devlet yetkilerinin tek adamda toplandığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminin yerine, iyileştirilmiş parlamenter sistemi geri getirerek, yok edilen demokrasiyi, özgürlükleri ve kuvvetler ayrımını,  elbirliğiyle yeniden tesis edeceklerdir. 

KILIÇDAROĞLU'nun Alevi olmasından, dini inancından size ne, bana ne. 

Önemli olan;  dürüst, namuslu, yalan söylemeyen, çelişkili konuşmayan, ülke yararına öncelik veren, demokrasini ilke ve kurumlarına, cumhuriyetin temel ilkelerine saygılı, laik, liyakatli ve tecrübeli bir siyasetçi ve devlet adamı olmak değil midir?

KILIÇDAROĞLU'nun dürüstlüğünden, namusundan, liyakatinden, demokratlığından ve tecrübesinden bir şüpheniz var mı?

Şu anda iş başında olanlar;  Alevi olmayıp, Sünni Müslümanlar da ne oluyor sanki?

Yolsuzluklarını, israfı, dost, akraba ve yandaş kayırmalarını, yap işlet devret ve kar garantili ihaleler yoluyla hazinenin yandaşlara peşkeş çekilmesini, fakirin vergilerinin zenginlere transfer edilmesini, yaşayarak görmüyor musunuz?

İş başındakiler, iyi ki;  hem Müslüman ve hem de sünni'ler. 

Bırakınız, kimlik,  din ve mezhepler üzerinden siyaset yapmayı. 

Evet, 6'lı masa vakit kaybetmeden adayını belirleyerek halkımızla paylaşmalıdır. 

Yıpranır görüşü safsatadır. Dürüst, namuslu, yalan söylemeyen, bugüne kadar adı hiçbir yolsuzluğa karışmamış,  deneyimli ve liyakatli bir siyasetçiyi bugünden aday olarak gösterip açıklamak, asla o adayı yıpratamaz. 

Biz, bundan önceki seçimde, Millet İttifakının bileşeni partiler ayrı ayrı aday göstermesinler, seçimlerin ikinci tura kalması garanti değil ki, eldeki kuş daldaki kuştan daha iyidir, tek adayla seçime girin diye yazdık ve söyledik,  dilimizde tüy bitti. Herkes,  Ekmelettin vakasına takılı kaldı ve ayrı adaylar çıkarıldı, CHP adayı Muharrem İNCE ve İYİ Parti adayı Meral AKŞENER,  nal topladılar, seçim birinci turda bitti. 

Meral AKŞENER, özellikle Koray AYDIN'ın oyununa geldi, seçilemeyeceği kesin olduğu halde; onu,  bizim adayımız AKŞENER'dir diyerek seçim meydanına ittiler. Aslında amaç;  cumhurbaşkanı seçilemeyecek, bunun sonucunda milletvekili de olamayacak ve grubunun başında mecliste olmayacak olan AKŞENER'i yeriz ve genel başkanlığı ele geçiririz diye düşündüler. Gerçekten,  AKŞENER Cumhurbaşkanı seçilemediği gibi, milletvekili seçilme hakkını da kaybetti ve grubunun başında mecliste yer alarak daha etkin muhalefet yapma imkanından mahrum kaldı. 

Yaşanan bu olumsuz deneyimler, 6'lı masaya, özellikle AKŞENER'e ve diğer liderlere ders olmalıdır. 

Bir futbol maçı düşünün, maçın son dakikalarında yenen bir golü telafi ederek maçı çevirmek çok zordur. İşte,  Cumhurbaşkanı seçimini de bir futbol maçına benzetirsek, seçimlere çok az bir zaman kala açıklanacak bir adayın; gönlünden başka birilerini geçiren seçmenler tarafından kabullenip benimsenmesi vakit alacağından, adayın isminin şimdi derhal açıklanmasında büyük bir yarar olduğu görüşünde ısrar ediyoruz. 

Umarım,  ben yanılmış olurum.  

Güner Yiğitbaşı

20/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Koyun Artık Şu Noktayı Lütfen
Altı'lı masaya sesleniyorum. 

Daha ne bekliyorsunuz?

Bırakın artık birbirinize olan güvensizliği. 

Şurada seçimlere yaklaşık bir sene kaldı. 

Beklemiyorum ama, ola ki; bir erken seçim kararı alınsa,  süre daha da kısa. 

Ülkenin durumu, yapılacak olanlar, reçete belli. 

İyileştirilmiş parlamenter sistemi kuracağınızı, tüm ilke ve kurumlarıyla, demokrasiyi yeniden tesis edeceğinizi,   millete vaat ettiniz. 

Yapacaklarınızı, büyük bir şölenle kamuoyuna tek tek sundunuz. 

Altılı masayı yok etmek amacıyla, iktidarın seçim yasasında yaptığı değişiklik, asla hızınızı ve şevkinizi kırıp, birlikteliğinizi yok etmemeli. 

Bilakis ve inadına,  birlikteliğinize devam etmelisiniz.  

Yeni seçim yasası çıktı,  nasıl bir yasayla seçimlere girileceğini de biliyorsunuz. 

Hepiniz, partilerinizin gücünü ve boyunuzun ölçüsünü,  bizden iyi biliyorsunuz. 

İttifak yapmadan, her biriniz ayrı ayrı seçimlere girdiğinizde, hiçbirinizden bir cacık olmayacağı, partileriniz kadar ülkemiz için de büyük bir hüsran ile karşı karşıya kalacağımız çok açık. 

ERDOĞAN'ın tek adama dayalı otokrotik, keyfi ve ülkeyi uçuruma sürükleyen yönetiminden memnun değilsiniz ve ülkenizi gerçekten seviyorsanız,  yapacağınız iş belli. 

Hatta,  HDP'yi de yanınıza alarak ittifak yapıp,  bunu halkımıza kesin olarak açıklayarak noktayı koymak zorundasınız. 

Bu,  parti olarak hem sizlerin,  hem de ülkenin yararına bir girişim olacaktır. 

Bunu yapamıyorsanız, susun konuşmayın ERDOĞAN'ı eleştirmeyin. 

Nedir bu yahu? Bıktırtırdınız gerçekten. 

Liseli aşıklar gibi, peryodik ve sonuçsuz buluşmalar. Tokalaşmalar,  karşılıklı gülücükler dağıtmalar. 

Halk sizlerden umudunu kesmek üzere, halkımıza güven veremiyorsunuz. Zira kendinize güvenemiyorsunuz, özgüven yokluğu içinde olduğunuz,  çok belli oluyor. 

Bir an önce ittifakınızı ve Cumhurbaşkanı adayınızı açıklamak zorundasınız. 

Belirsizlik; en kötü belirlilikten daha kötüdür,  asla unutmayınız. 

Seçilebilecek aday da ne demek oluyor?

Halkın ve seçmenin ağzına bakmaktan vazgeçin ve kendinize güvenin, halkın her birinin gönlünden birçok aday geçebilir, her seçmeni tatmin etmeniz mümkün değildir. 

Sizin yapacaklarınız,  misyonunuz önemli olan. 

Genel başkanlardan birini aday olarak belirleyerek derhal halkımıza açıklamak zorundasınız. 

Nedir bu güvensizlik?

Neymiş efendim aday şimdiden belirlenirse yıpratılırmış. 

Hayır efendim, o kadar açığı ve başarısızlıkları bulunan, geçmişi eşelenen arşiv kayıtları, çelişkileri ortada dolaşan ERDOĞAN bile,  aslanlar gibi ortalıkta dolaşıyor, yıpransa o yıpranır. ERDOĞAN korkmuyor da siz niçin gölgenizden korkuyorsunuz?

Yıpratılmaktan korkuyorsanız, vardır bir açığınız demek ki. Bu algıya sebep olmayınız. 

Aday açıklaması geciktikçe, her kafadan bir ses çıkmakta, dedikodu kazanları kaynamakta, Abdullah GÜL gibi, olmayacak kişilerin isimleri,  olası aday olarak ortaya atılmakta, Ekmelettin vakası gündeme getirilmekte, Mansur YAVAŞ, Ekrem İMAMOĞLU isimleri gündemdeki yerlerini koruyarak, halkımız şucu,  bucu diye ayrıştırılmaktadır.  

Makul bir ismi aday olarak belirleyerek derhal açıklamak zorundasınız. 

Halk sizi değil,  siz halkı yönlendireceksiniz, ikna edeceksiniz, meydanlara çıkarak halkımızı aydınlatıp, yapacaklarınızla halkımıza güven vereceksiniz. 

Seçim kararı alın, biz adayımızı derhal açıklayacağız diyorsunuz, bu  ne demek oluyor?

Adayınızı derhal açıklayınız ki; halkımız da, seçime kalan bir sene içinde adayına alışsın,  onu benimsesin, bağrına bassın, şu anda gönlünden bir isim geçtiği için adayı içine pek sindiremese de,  zaman içinde içine sindirebilsin. 

Bu nedenle zaman çok önemli. 

Adayınızı açıklamaktan korkarsanız, biz seçmenlere güven veremeyeceksiniz. 

Dedikodu adaylar, halkımızın hevesini kıracak ve umutsuzluğa sevk edecek bizden söylemesi.  

Güner Yiğitbaşı

18/04/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
Köy Enstitülerinin 82. Kuruluş yıldönümü, az sayıda kalan Enstitüsü mezunu öğretmenlerin, enstitüden yetişen öğretmen yakınlarının çoğunluğunu teşkil eden izleyicilerle Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesinde 17 Nisan 2022 günü okul anılarını kapsayan konuşmalarla anıldı.
Programa başlarken, Köy Enstitülerinin yaşantılarından, Çanakkale savaşlarından oluşan müzik ve görüntülerle slayt gösterileri izlendi.
Anma programını hazırlayan Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı yaşı 80 aşmış emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan, konuşma ve çaldığı çeşitli müzik aletleri ile programa ayrı bir renk katarken izleyicilerin beğenisini alkışlarını aldı. Mehmet Ayhan program boyunca piyano, keman, davul gibi müzik aletleri çalarken, “köy enstitülerinde müziğin önemini” vurgularken, Gönen Köy Enstitüsü bahçesindeki mandolin heykelinin olduğunu söyledi. Program boyunca Köy Enstitüsü çıkışlı ve hayatta olmayan bazı Köy Enstitülü öğretmenlerin çocukları yakınları ilginç anılarını anlattılar. Özellikle müzik öğretmeni Melike Bozkuş’un Mehmet Ayhan’ın keman, piyano, davul eşliğinde söylediği şarkılar, Köy Enstitü çıkışlı Avukat Ali alp Metin’in mandolinle köy enstitüsünde öğretilen şarkılar, İbrahim Bilgenoğlu’nun bağlaması eşliğinde Yüksel Bilgenoğlu’nun söylediği Ege türküleri çok beğenildi.  Ayrıca Dede Mehmet Ayhan’ın kemanı eşliğinde torunu Sema Aydın’ın söylediği türküler seyircilerin takdirini kazandı.  Yaşı 80 geçmiş Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı Öğretmen-Yazar “Şeker Ahmet” lakaplı Ahmet Özdemir’in esprililerle dolu konuşması salonda alkışlarla karşılandı.
Köy Enstitülerinin anma günü programında açılış konuşmasını yapan, kutlama programını organize eden Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan şunları söyledi:

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı

Eğitime gönül vermiş olanlar, sizler Halkçı Eğitimci grubumuz ve Öğretmen Okulları Öğretmen Liseleri, emekli Eğitimciler Derneği Grubumuz hepinizi içten selamlarım. Halkçı Eğitim Girişim demek, Köy Enstitüleri Einstein’ın dediği gibi “halkın, insanın değer yargılarını değiştirmek cehaletini yok etmek atomu parçalamaktan zordur” der. Köy Enstitülerinin bu misyonlarının devamı olan çekirdeklerinin devamı olan halkçı eğitim girişimi de bu misyonu yüklenmiş durumdadır. Bizler yedi kişi yönetim kurulu olarak ve başkanımız ekranda görmüş olduğunuz sayın Mehmet Budak Milli Eğitim Müfettişi olarak bu programı düzenlemiştik ve sayın Budak, burada açılış konuşmasını yapacaktı.
İnsanın günden güne hangi sağlık sorunu ile karşılaşacağı belli olmadığı için bu sabah bana “sağlık sorunu nedeni ile evinden bile çıkamayacak durumda” olduğunda sizlere selam ve saygılarını gönderdi.
Düşünün ki şimdiye kadar ki TC’nin aydınlık çağı Çanakkale ile başlar, Çanakkale’de emperyalizme diz çöktüren Gazi M. Kemal Atatürk bir seri devrimlerinden sonra Türk Ulusuna onurlu bir yaşam bağışlamıştı. Bu onurlu yaşamdan düştükleri badireler veya yoksunlar için el kapılarına çalışmaya giden gençlerimiz orada M. Kemal Atatürk’e ve yurtlarına özlem duymaktan geri kalmadılar. Londra’da 18 Mart Çanakkale zafer gününde bu mesajı yayınlayan gencimiz orada İngilizce öğretmeni olan gencimiz bugün uçakla bu programımızı izlemek için gelmiştir. Buraya davet edeyim, Eylem Uğurlu. Eylem Uğurlu şunları söyledi:
“…Burada olmaktan çok büyük onur ve mutluluk duyuyorum. Benim Atatürk sevgim ve vatan aşkım ailemle başladı. Ben çok küçük yaşta dana çobanlığı yapmış köy okulunda okumuş bir çocuğum. Babam beş buçuk yaşıma geldiğinde bana okum ayazma öğretti. Beş buçuk yaşıma geldiğimde okula gitmek için aileme inanılmaz derce zorluk yaşattım. O yaz yaşımın çok küçük olduğunu söylediler okula göndermediler ama okul müdürü ile anlaşarak okula gönderdiler beni. Sıra arkadaşım Tonguç diye iri bir çocuk ve sınıfta öğretmenim Hasan öğretmen, Akçadağ Köy Enstitüsü olarak kurulan, daha sonra Akçadağ Öğretmen okuluna dönüştürülen okuldan mezun bir köy çocuğu. Tonguç Babanın zafer güneşinin son şifreleri vatanın uç köşelerine kadar uzandı diyen ve ozan çok değerli bir öğretmenim. Ben onun ışığında yetiştim.

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
Köy Enstitülerinin kurucusu olan İsmail Hakkı Tonguç ve en büyük destekçilerinden olan Hasan  Ali Yücel, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü onların ışığında açılan 21 tane Köy Enstitüsünden büyük ışıklar, büyük aydınlıklar yükseliyor. Hatta Hasan Ali Yücel, bir konuşmasında köy enstitülü gençler için şöyle diyor: “Hedef güneşe varmak değil, hedef güneş olmaktır”. Tabi 21 güneşten yayılan ışıktan gittikleri yerlere aydınlık, sağlık, mutluluk her şey götürüyorlar. Hepsi vatanın “muasır medeniyetler üstüne çıkması” için uğraşan Atatürk’ün izinde ilerleyen değerli insanlardır. Bu toplantı için bizi davet eden Gönen Köy Enstitüsünün yetiştirdiği ışıklardan Mehmet Ayhan’a çok teşekkür ederim”.
Burada anma programını yöneten Mehmet Ayhan şunları söylemeye devam etti:
“-Bu arda neden köy enstitüsü? Bunun için Atatürk şunu söylemişti: “Bir milletin yüzde 85 i okuma yazma bilmez, cahildir, bundan utanmak gerekir”, demişti. Onun için, gelişmemiz için ulus olarak birlik beraberlik içerisinde gelişmemiz için öncelikle kırsal kesim, köy kesimi ele alınmıştır ve onun için “köy” denilmiştir.
Niçin “enstitü”? Bu kuruma “köy yurdu, köy kışlası” gibi isimler de konulmak istenmişti. Fakat böyle terimler “köy enstitüsü” kapsamını kapsamıyordu, çünkü köyün çok sorunları vardı. Köye sadece öğretmen yetiştirmek değildi, bu kurumların görevi işlevi. Köyün sağlık sorunu vardı, zira ev sorunu vardı, kalkınma sorunu vardı, el sanatları sorunu vardı bütünsel skolastik zihniyetten kurtulmak sorunu vardı ve eğitim öğretim sorunu vardı. Bütün bu sorunların bilimsel bir tutumla masaya yatırılması, sorunların saptanması, sorunların uygun ve etkili çözüm yollarının bulunması için bilimsel bir çalışma gerekiyordu. Bilimsel çalışmanın adı da “enstitü” idi. Onun için “köy enstitüsü” denmiştir.
Köy enstitüsüne başlandığında bazı sataşmalar olmuştur. Demişlerdi ki, “efendim sınıf ayırımı yapıyorsunuz”, ama köy enstitüsüne köylüye olan kişiler bunu şu şekilde yanıtlamışlardı: “Efendim biz sınıf ayrımı yapmıyoruz, bilakis var olan sınıfı kaldırmaya yok etmeye çalışıyoruz, onun için “köy enstitüsü” ve köye gönül veriyoruz, çabalarımız bu amacı gerçekleştirmek içindir” deniyor.
Köy enstitüleri operadır, opera her türlü sanat dalını içine alan, kapsayan görsel sanat işitsel sanat, renk sanatı, beden sanatı bale vs gibi sonları kapsayan aynı zamanda tasarım yaratan, üretim yaratan bir toplumsal sıcak ilişki yaratan geniş kapsamlı bir yelpazedir. Bu yelpazeye biz ne diyoruz, opera diyoruz. Köy enstitüsü operası, ne zaman başlamıştır bu? İşte az önce izlediniz, Çanakkale ile başlamıştır, çünkü Çanakkale’de rüştünü ispat edemeyen bir Mustafa Kemal olmasa idi. Kurtuluş savaşı sayılmazdı. Kurtuluş Savaşı olmasaydı, başarıya erişilmese idi, Atatürk orada demişti ki, “cephelerde savaştığımız ve kazandığımız zaferin kıymeti harbiyesi yoktur. Ta ki bunlar eğitim zaferiyle de, ekonomik zaferlerle taçlanmadıkça bunların hiçbir değeri yoktur. Bizim kazandığımız zaferler bu zaferlerin kazanılmasından teşkil etmektedir”, diyordu. T.C. kuruduktan sonra sırasıyla eğitim öğretim yasasının birleştirilmesi. Harf Devrimi, Millet Mektepleri, Eğitmenler kursu, Köy öğretmen okulu denemeleri ve sonunda, bu enemelerin sonunda Türk Ulusuna özgü, Türk’e özgü bir eşsiz benzersiz bir kurum olan Köy Enstitüsü kurumu oluşmuştur. Tabi ki, ilerlemenin sonunda Türk ulusunun aydınlığa kavuşacağını ve ona buna kendisinin herhangi bir şekilde oyuna getirilmeyeceğini anladıkları için bu kurumların kapatılmasını istemişler ve “su uyur düşman uyumaz” dedim, halen de bu sözümün oluşumu günümüze devam etmektedir”.
Bu arada, programı yöneten Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı Mehmet Ayhan, “köy enstitüsünde bize mandolin, bağlama, piyano gibi sazları çalıp söylemeyi öğrettiler” dedikten sonra piyanoya geçerek torunu Sema Aydın ve Müzik Öğretmeni Melike Bozkuş ile köy enstitülerinde öğretilen, şarkı, türkü ve marşlardan oluşan müzik gösterisi sundular. Yine Köy Enstitü çıkışlı Avukat Ali Alp Metin mandolinle köy enstitülerinde öğrendikleri şarkı ve türküleri sundu.

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
Müzik konusunda Mehmet Ayhan şöyle dedi: “Bize Köy enstitülerinde müziği şöyle öğretirlerdi: Her türlü duygu ve düşünceyi ölçülü seslerle kulağa hoş gelecek şekilde anlatan bir bilim ve bir sanattır; demek ki bir müziği icra edebilmek için öce akort lazım. Akort demek düzen ve ahenk demektir, uyum demektir. Akortlu uyumlu toplumda neşe vardır, onun için Batı’daki parçalar daha neşelidir, bizdeki parçalar ise hüzünlüdür, çünkü akort, düzen yoktur. Düzen olan yerde hak, hukuk, adalet vardır, bunlar sanatın gelişmesine taban teşkil edecek en önemli kavramlardır”.
Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı emekli ve 90 yaşında bir öğretmeni şöyle mikrofona çağırdı:
Şimdi Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı çok değerli arkadaşımız büyüğümüz, onu “Şeker Ahmet” diye tanıyoruz, o eskiden garsondan bir çay isterken, “bana bir müstehcen çay getirin” der, garson şaşırır, ne demek müstehcen çay, açık çay demek istiyor, Ahmet Özdemir öğretmenimizi konuşmak için kürsüye davet ediyorum”.
90 yaşındaki öğretmen yazar Ahmet Özdemir mikrofona gelince esprili konuşmasına başlarken şöyle dedi:
Kusura bakmayın, sağdan geldim, soldan gelecektim”, alkışlar. Ahmet Özdemir, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Köy enstitüleri konusunda çok şeyler söylendi, ben de yazdım çeşitli dergilerde, kitaplarımda. Ben onlardan bahsetmeyeceğim. Ben 25 yılımı bu okullarda okumuş, bu okullarda görev yapmış biri olarak mutfağın içinde bazı anılarla hareket ederek anlatmaya çalışacağım. 1950 yılında geldim, yalnız ondan önce, bilinir ki bu evrende özellikle de dünyamızda her şeyin bir görevi vardır. Mesela koyun süt verir, asma ağacı üzüm verir, nar ağcı nar verir. Meslekler de öyle Harbokulunda subay çıkar, tıp fakültesinden doktor çıkar, ziraat fakültesinden mühendis çıkar. Öğretmenin de öğretmen okulundan çıkması gerekirken, çok kıs sürede kapattılar. Bu 15-20 yıl sürse idi, daha başka olurdu. Çünkü ben 1950 yılında ayaklarında çarık, bacağında şalvarla köy enstitüsüne girdim. Pırıl pırıl bir okuldu, benden önceki öğrenciler yapmıştı o okulu, lojmanları. Orada kaldık.
Herkesin bir mesleği vardı, beni marangozluğa ayırdılar. Arıcılık vardı, duvar ustalığı vardı, besicilik vardı, çiftliği vardı 10 km ileride, orada kalan da vardı. Fakat o zamanları 1950 yılıydı. Hükümet değişmiş, yeni bir hükümet kurulmuştu. Tevfik Geri (affedersiniz) Tevfik İleri Mili Eğitim Bakanı olmuştu. Millî Eğitim Bakanlığınca öğretmenler de göndermişlerdi, bize. Onlardan bir tanesi kırmızı suratlı soğuk bir adamdı, elinde bastonu vardı, Müzik Öğretmeni Veysel Arseven’di dünyaca ünlü. Müzikle arasının iyi olmadığını düşünürdük, mandolin çalınırdı, ben mandolin çalamazdım, müziği ben ezberleyerek gam yaparak hallemeye çalıştım.  
“Sol do si do, Ankara’nın taşına bak. Notalarını söylerdim, dört buçuk beşi zor almıştım. İmrendim arkadaşıma” (mandolin çalana) “hareketli bir gündü. Herkesin bir görevi vardı arada şurd burda öğretmenler.

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
O sırada Kayseri’den kişiler gelirdi konferans vermeye. “Burası komünis okulu vatan millet üzerine”. Bir Hasan Salkan vardı Beden Eğitimi öğretmeni, bize bir şeyler getirirdi, Bozkurtlar kitabı vermişti, sık sık Kayseri’den gelen vardı. Bir de Kore olayı ve Kore Kahramanı Tahsin Yazıcı’yla, o zaman meclis başkanı geldi, heyecanlı biz de coştuk. Türkçe Öğretmeni İsmet Yarım dedi ki, “yavu sen de çık şurada bir iki şiir oku” dedi. Aman hocam ben bunlardan korkarım” dedi. “Yok sen Dadaloğlu Türkmen oymağından geliyorsun, bilirsin” dedi. Ben de çıktım onların arasında konuştum. Bizim Pazarören Torosların karşısında, “dumanlıdır Toroslar, kardan boradan yine bir haber var Sakarya’dan Kore’den, Gözüm kaldı Kafkasya’da Kırımdan hıncımı alamazsam yatamam mezarda” ben bu şekilde şiir okuyunca adamla gözlerimden öptü “aferin çocuğum böyle olacaksınız” falan dediler.
Neyse uzatmayayım, bu müzik şöleninde o yıl mezun oldum, ir sınava gireyim” dedim. Sınıf hem sözlü hem yazılı oluyordu; sözlüsü Ankara’da oluyordu, fakat bilgiye dayanıyordu, şimdiki, gibi mülakat yoktu. “Mülakat bize kat” bilgiye dayalı olarak anlatıyorlardı. Mustafa Özel, Vasfı Mahir Kocatürk gibi hocaların karşısında oluyordu. Bizi Bursa’ya gönderdiler, biz mezun olduk, kura çektik, oradan Cılavuz Öğretmen okulu, Cılavuz Öğretmen okulu Rus askeri kışlasıymış. Kazım Karabekir Paşa Rusları kovunca öğrenciler oradan temizlik yapmışlar, okul yeni binalardan o tarlayı konferans salonu yapmışlar, birisini yemekhane yapmışlar. Müthiş bir okuldu Kars’tan, Rize’den Artvin’den gelen çocuklar vardı. Yiğitçe çocuklardı, çok vatansever insanlardı. Orada da bir Rus köyü vardı, Alahan köyü, merak ettik, Ruslar nasıl üç ayaklı mı, dört ayaklı mı, gittik onu gördük. Hiç de öyle değillerdi. Sonra İsmet Paşa Başbakan olduğu söylendi, o köyden Rusya’daki bir köyden değiştirdiler.
Kurmay Asteğmen
Kars’tan sonra tabi vatan borcu askerliği bitirdik, oradan bir anekdot atayım.
Bölükte sıkı çalışırdım, bölükte bana “Kurmay asteğmen” diyorlardı. Beş dakikada bölüğü alarma geçirirdim. Bir gün bölükteydim, bir telefon, kimsin dedi, ben dedim Kurmay Asteğmen Özdemir. Ne, dedi, ben de kurmay asteğmen dedim. Komutan, “sen buraya gelsene” dedi. Sen kimsin dedim, “ben Kurmay Albay Rıfat Bingöl”. O zaman katıksız hapis de vardı. Gittim selam verdim, bir siville oturuyor. Otur evladım, dedi otırdum. Ne alırdın, yok dedim, yok, bir şey içeceksin” dedi. İşte orda dedim “müstehcen bir çay” diye. O, o ne demek dedi, çay geldi içtim bir şey demiyor. Ayağa kalktım bir asker selamı verdim, komutanım bir emriniz mi var, dedim. “Yok evladım”, dedi, “bir kurmay asteğmen nasıl oldur diye merak ettim”, dedi. Beni tıpışladı, kurtuldum. Biraz kalp pilim var ama tekliyor, kusura bakmayın.
Ondan sonra kura çektik askerden, bölük komutanım nereye çektin dedi, Haruniye Düziçi, deyince, “yav sen bayrak yırtılan yere gidiyorsun; o zamanlarda Haruniye’de bir bayrak olayı olmuş, bayrağı yırtmışlar. Öyle deyince çok zoruma gitti, havalar soğudu, ben o çocukları tanıyordum. Haruniye’deki Hatay’dan, Antep’ten, Maraş’tan, Maraş daha o zaman kahraman olmamıştı kanunen. Ben Adana’dan gelen çocuklarda “hiç öyle şey olur mu? Şaşırdık bunu içeri bile tuttum, gittim orada göreve başladım. Fakat bu iş hiç aklımdan çıkmıyordu. Çukurova sözünü icat edenler de Çukurova Türkmenleridir. 26 tane Türkmen boyu var, Antik çağda Çukurova’da asis önemli misis önemli, Adananın dai Çukurovanın da cıvıl cıvıl şirin olması bu Türkmenlerin gelmesi sayesinde olmuştur. Hepsi Türkmen çocukları idi, çok sevimliydi, içlerinde öğrencilerim de var”, (bir H2O (su) isteyecektim ben) dedi, gülüşmeler su geldi). “Merak ettim o çocuklara bayrak düşüldüğü zaman biz müzik atölyesine gidiyoruz, tuu diye bir ses, arkamıza bakıyoruz, bayrak yırtığı, ordan işliğe gidiyoruz atölyelere, bir ses arkamızdan duruyoruz, bakıyoruz yırtık bayrak orada var. Bizden önceki ilk mezunlar ezilmiş, horlanmış bu duygular içinde, bir türlü aklım almadı, nasıl olur falan derken, benim bir öğrencim vardı Uğur Köseoğlu, Fazıl Köseoğlu, onun babası da polisti. O layı tekik etmeye gelenlerden birisi, bir komserdi, her akşam içerdi, ağzında piposu vardı, tatlı bir adamdı, ondan sorayım dedim. Bir gün okul kantininde aradım, yav hocam dedi, burda o konuşulmaz falan dedi. Bir başka zamanda da konuştuk, onun dediği şuydu,” dahiliye vekaletinden gelen bir yazıyla amirlerimiz bu olay üzerine bizi buraya görevlendirdi, sivil resmi 30 kişiden fazla idik, yukarıda merkez ilkokulunu karargâh olarak kullanıyorduk, o zamanları okulda enstitücüler ve Altaycılar diye iki gruba ayrılmıştı, o olay bu iki grubun sürtüşmesi sonucu olmuştu. Altaycıların başında Öğretmen Zeki Sofuoğlu vardı, Zeki Sofuoğlu bir ara MHP’den milletvekili de oldu fakat kazanmadı, sonra Ankara’da Millî Eğitim Bakanlığında bir daire başkanı mı, bir dikdörtgen başkanı mı ne oldu. Birileri gece özel bir çocuk getiriyorlar, genç bu bayrağı indirirken görüyor, ama birkaç gün sonra da genç bir yerde öldürülüyor. “Zaten uyur gezerdi geceleyin damdan düştü öldü” diyorlar. Olayı inceleyen bakanlık müfettişi Kara Vasıf bununla ilgili rapor hazırlamış, daha sonraki yıllarda Kara Vasıf Bursa’ya yerleşti, yazdığı raporda duruyor, kimse bakmıyor, ilgilenmiyor, olayı böyle anlatmıştı.
O zamanları Köy enstitüleri çok çalışkandı, bir şeyler yapıyor, bir şeyler icadediyor. Hatta o zamanları da Amerikalılar da aya adam göndermek için Apollo projesi için çalışıyorlardı. Fakat proje bir türlü ilerlemiyor, o zamanki CIA teşkilatı başkanı “Apollo projesi yapan adamların başına geliyor, ulan daha bitiremediniz mi, elinizi çabuk tutun, siz aya vardığınız zaman sizden önce orda Köy Enstitüsü çocukları görürseniz şaşırmayın” dedikleri söylenir.
Bu işte ister ironi olsun ister gerçek olsun bu işte bir gerçeği açıklaması bakımından önemlidir”.
Bu tören için Antalya’dan gelen İbrahim Bilgenoğlu (bağlama) ve eşi Yüksel Bilgenoğlu’nun (solist) muhteşem konseri ile tören sona erdi.

Cevat Kulaksız 

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi Paneli (4)
Sosyal Demokrat Avukatlar Derneğince, Ankara Barosu Eğitim Merkezinde 6 Nisan 2022 günü Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi konulu tanıtıcı panel düzenlendi.
Daha önce beş parti temsilcilerinin konuşmacı olarak katılacağı bildirilen tanıtım paneline konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Av.   Muharrem Erkek, Deva Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Mustafa Yeneroğlu, Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Ayhan Sefer Üstün, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Bülent Kaya katıldılar. Daha önceki çağrıda İyi Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Bahadır Erdem de katılacağı bildirilmişse de mazereti nedeniyle katılamayacağını moderatör (kolaylaştırıcı) Sosyal Demokrat Avukatlar Derneği Başkan Yardımcısı Kemal Akkurt tarafından bildirildi.
İzleyici olarak eski bakan ve milletvekilleri ile Baro başkanı, dernek üyesi avukatlar ile vatandaşların davetlilerin bulunduğu salondaki panel konuşmasının dördüncü konuşmasını Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Bülent Kaya yaparak, konuşmasında şu konu başlıklarına değindi:
Kamu hukuku, paralel bütün kurum ve kurumların faaliyetleri, toplumun kanayan yaralarından mülakat sistemini, işe alımlarında öngörülen objektif kıstaslar, kamu ihalelerinde yolsuzluğun önlenmesi için neler yapılacağı, seçme ve seçilme hakkında toplumu ayrıştıran ve ötekileştiren kayyum uygulamaları, YÖK, RTÜK gibi özgürlükleri tanımlayan kurumların durumu ve siyasi etik kanununda düzenlemeleri içeriyor, bu düzenlemeler nasıl hayata geçiriliyor. Bülent Kaya konuşmasında şunları söyledi:

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi Paneli (4)

“Nasıl geldik buraya? Buraya hukuka uymayan bir cumhurbaşkanına hukuk uydurmak için bir çalışmanın sonucu olarak geldik. Dolayısıyla buradan çıkmak için de kişilere göre hukukun uydurulduğu veya uygulandığı değil, herklesin bir sistem içerisinde uymak durumunda olduğu bir sistem inşa etmek üzere bir çalışmaya başladık.
Elbette bizim demokrasi kültürümüzde nasıl çatışılacağını nasıl kutuplaşacağını, nasıl kutuplaşacağına dair çok engin tecrübeler var ama maalesef nasıl uzlaşılacağına dair çok fazla tecrübelerimiz yok. Biz en azından biz altı siyasi parti olarak nasıl uzlaşıla bileneceğine dair demokrasi tecrübemize bir tecrübe daha eklemek için yola çıktık. Ve gerçekten günü sonunda en azından bütün kamuoyunun da takdir ettiği bir uzlaşı metnini ortaya çıkarılabileceğine dair bu imkana sahip olduk.
Yönetim sistemleri de tıpkı bina ve inşat sistemleri gibi değerlendiriyorum ben. Nasıl inşa edilecek binalarda mecburi ve ihtiyari unsurlar varsa yönetim sistemlerinde de mecburi ve ihtiyari unsurlar var. Bir binayı inşa ettiğiniz zaman o binadaki kolonlar, taşıyıcı kirişler arasındaki mesafe, betonun demirin kalınlığı nasıl bir matematikse tek kişiler burada hareket edemiyor da bir mali projesi ise her kişinin kendi dünya bakışına zevkine göre bir yarış söz konusu ise, yönetim sistemlerinde de taşıyıcı kolonlar dediğimiz yasama, yürütme, yargı, temel hak ve hürriyetler gibi taşıyıcı kolonlar da hiçbir grup veya bir yapının inisiyatifine bırakmadan herkesin matematiğin emrettiği gibi, o binanın çökmemesi için taşıyıcı vazife göreceği unsurları ana unsurlar olarak kabul edip detaylardaki mimari projeleri de siyasi partilerin yarıştığı bir sistemi inşa etmemiz gerekiyor diye düşünüyorum.
Ben de kamu yönetimi ile ilgili kısma birkaç paragrafla değinmek istiyorum. Kamu yönetiminde özellikle kamu yönetimi başlığı altında bir tarafsız kamu yönetimi nasıl oluşturabiliriz? Şeffaf ve hesap verebilir bir kamu yönetimini nasıl oluşturabiliriz. Yerel yönetimlerin yetkilerini nasıl düzenleyebiliriz gibi konula üzerinde durduk. Kamu yönetimine hâkim olan ilkeler, bu kamu yönetiminin ilk başlığı idi. Burada ben özellikle kamunun maalesef dönem dönem siyasi iktidarda bulunan kişilere veya müesses nizama göre şekillendiği kendisi dışındaki kişilerin kamu kaynaklarına istifade etmede veya kamuya alımında öteki görüldüğü bir ülke yerine kamu yönetiminde herkesin eşit olduğu, devletin bunlara tarafsız davrandığı, kamuya alımlarda liyakatin hukuka uygunluğun ve şeffaflığın hakim olduğu bir sistemi inşa edersek ancak ikinci yüzyılda, Cumhuriyetimizin ikinci yüz yılında çok daha ileri medeniyetler seviyesine ulaşabiliriz diye düşünüyorum. Dolayısıyla bunu yaparken de tüm kamu kuruluşlarının bu gözle bu perspektifle ele alınması lazım.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Siteminde demokrasi biz kurallar ve kurumlar rejimi diyoruz ama maalesef kuralların askıya alındığı dönemi yaşıyoruz. Cumhurbaşkanlığının bir kabinesi var, her ne kadar resmi olarak kabine olmasa da gayri resmi kabine diye geçen bir kabinesi var ama ayını zamanda bilim teknoloji ve yenilik politikaları, güvenlik politikaları, hukuk politikaları, sağlık ve gıda politikaları yerel yönetimler gibi birçok paralel yapıya cumhurbaşkanlığı külliyesinde yer verildiğini görüyoruz. En son bu ekonomik krizden sonra fiyat istikrarı komitesi ve ekonomi koordinasyon kurulu diye iki kurul paralel yapı da orada inşa edildi. Dolayısıyla yasama görmüyor, sarayda yasama faaliyetleri hazırlanıyor, sadece iktidar partisinin ya da Cumhur ittifakının başkan vekilleri eliyle Meclise getirilip onların milletvekili elleriyle de bunlar yasalaştırılıyor. Dolayısıyla yasama faaliyetinin de artık Sarayda yürütüldüğü bir sistemle karşı karşıyayız. Dolayısıyla herkesin kendi işini yaptığı Merkez Bankasının Bankacılık Denetleme Kurulunun, Anayasa Mahkemesinin, bakanlıkların ve diğer kuruluşların kendi işlerini yaptığı bu manadaki Cumhurbaşkanlığı nezdinde oluşturulmuş bir tüm paralel yapıların ortadan kaldırıldığı bir sistemi inşa etmeyi murat ediyoruz.
Bir diğer konu da kamuya alımda hiyerarşi kat ve liyakat ifade ettiğim gibi gerçekten zaman zaman bu müesses zan insanlar tarafından öteki olarak görülmüş, zaman zaman da siyasi iktidarı ele geçirirken siyasi düşünce sahipleri kendi partilerine veya siyasi düşüncelerine mensup olmayan kişileri ötekileştirip onların adeta kamu imkânlarından bir damla su içmemesi için her türlü fiili durumu oluşturmaya gayret etmişler. Dolayısıyla biz kamunun bir partinin ya da bir siyasilerin ya da bir ideolojinin elinde değil, bütün vatandaşların elinde olduğu ve kamunun bütün vatandaşlarına hangi etnik kökene mensup olursa olsun, hangi dini inanışa mensup olursa olsun, hangi mezhebe sahip olursa olsun kamunun bunları görmediği bunlarla ilgilenmediği bir tarafsız ve eşit bir kapsamı oluşturmak gibi bir mecburiyetimiz var.
Elbette burada en önemli husus kamu hizmetlerinden istifade olduğu gibi kamuya alımlarda da bu yönüne dikkat etmek gerekiyor. Bu manada herkesin eşit bir şekilde yarıştığı, yazılı sınavın esas olduğu eğer şayet bir mülakat mesleğin niteliğine göre şart gerekli ise istisnai durumlarda, bu istisnanın da mutlaka kanunla tanımlandığı ama bu mülakatların dahi bir kayda alınarak kişinin kendisine karşı kendisine kaşı bir haksızlık yapıldığı iddiasıyla bir idare mahkemesine başvurması halinde bu kayıtların celp edilerek keyfi olarak değil de gerçekten objektif bir kişilerce bu mülakatta verilen puanların doğru olup olmadığının denetlenebildiği bir sistemi inşa etmek zorundayız. Aksi takdirde özellikle genç insanlarımız bir defa kamuda görev yapan insanlar işe alımlarda kamuya alımlarda veya kamuda yükselmede bu ülkeye bu topraklara olan inançlarını yitirmek gibi bir durumla karşı karşıya kalıyorlar ki bu durum da bir ülkenin mahvolması için yeter de artar, biz sebep olarak görüyoruz.
Kamu yönetimi başlığı altında ele aldığımız diğer madde de yolsuzlukla mücadele. Elbette yolsuzlukla mücadelenin birkaç alanı var, bir tanesi mutlaka ve mutlaka toplumsal bir duyarlılık ve farkındalık oluşturamazsak biz hangi mevzuatı hangi düzenlemeyi getirirsek getirelim yolsuzlukla etkin bir şekilde mücadele etme imkânımız olmaz. Onun için burada mutlaka ve mutlaka bir toplumsal farkındalık ve duyarlılık geliştirmek zorundayız. Zaman zaman birbirimizle olan sohbetlerde “işte Avrupa ülkesinde şöyle basit bir olayı meydana geldi bakan istifa etmek zorunda kaldı, vali istifa etmek zorunda kaldı, milletvekili istifa etmek zorunda kaldı, bizde ise milyarlarca liralık yolsuzluklar olmasına rağmen herhangi bir istifa veya sorumluluk almama gibi durumlarla karşı karşıya kalındığını görüyoruz. Elbette bunun mevzuatla ilgili eksiklikleri olduğu kadar toplumsal duyarlılık ve farkındalığın eksik olmasının da etkisi vardır, diye düşünüyoruz. Bu toplumsal duyarlılık ve mevzuatı ayarladıktan sonra yolsuzlukla mücadeleyi üç ana başlık altında sağlamak durumundayız. Biri, idari olarak etkin bir teftiş ve mutlaka yolsuzlukla mücadeleyi etkin bir şekilde uygulamak durumundayız. İki, idarenin bütün işlemlerini yargı denetimine açarak mutlaka yolsuzlukla etkin bir şekilde mücadele etmeyi temin etmemiz lazım. Üçüncü başlık olarak da elbette millet adına yasama ve denetim faaliyeti gören TBMM’nde özellikle siyasi kişilerin yolsuzluklarla ilgili mücadelelerde etkin bir şekilde mücadele etmesi için gerekli mevzuatları ve değişiklikleri yapmak gerektiğini düşünüyoruz.
Kamu ihale kurumu bu ülkenin kanayan bir yarasıdır, çünkü en fazla değişiklik yapılan ve belki de en fazla istisna tanına kanunun Kamu İhale Kanunun. Dolayısıyla ihaleyi esas hale getiren, diğerlerini istisna haline getiren bir sistem inşa etmek durumdayız. Kamu ihalelerinde benim gördüğüm kadarıyla en büyük problemlerden bir tanesi kamu ihalelerine girme tek başına bir problem alanı değil, aynı zamanda ihaleyi alan kışının bu ihaleyi yürütme sürecinde siyasi iktidar yakın olmadığı zaman, ya da siyasi iktidarın taleplerini yerine getirmediği zaman o kamu ihalesini gerçekten ekonomik bir şekilde sona erdirme gibi bir imkânı söz konusu olmuyor. Yani eşitlik ve tarafsızlık ilkesini kamunun hem ihale süreçlerinden önce hem ihalenin devamında hem de ihale bittikten sonra sağlanması yolsuzlukla mücadelede etkin bir imkân sağlamış olur. Aslına Kamu İhale Kanunumuzda hâkim olan ve bütün dünyada kabul gören çok güzel ilkeler var. Saydamlık, rekabet, eşit muamele, güvenirlik, gizlilik, kamuoyu denetimi, ihtiyaçların uygun zamanda, uygun kaynaklarla yerine getirilmesi gibi huşular önemli, ama birçok imkânın bu ilkelerden sapıldığını maalesef hep beraber gördüğümüz için bu ilkeleri hayata geçirecek unsurları meydana getirmemiz lazımdır.
Bir diğer husus, siyasi iktidarlar elbette kamu imkanlarını veya kamu gücünü kullanırken seçimlere veya kendi partilerinin büyümelerine olanak sağlayacak şekilde isteyecektir. Burada da en sorunlu alanlardan bir tanesi, eğer iktidar bir başka partide, yerel yönetimler yani belediyeler bir parti elinde ise hiçbir iktidar gücü yerel yönetimlerin de tıpkı merkezi hükümetteki seçmene dokunmasına imkân verecek uygulamalara müsaade etmek istemez. Çünkü niyetinde kamu gücünü iyi bir şekilde kullanırsa bu seçmene dokunmak seçmene temas etmek ve kendi partinizi tanıtmak için en iyi yollardan bir tanesidir, dolaysıyla genelde de siyasi iktidarlar belediyeler üzerinde yasanın da kendilerine tanıdığı denetim yetkisini aşırı derecede yoğunlaştıracak bir duruma getirdiler. Vesayet kavramı elbette bizim 82 anayasasından bu tarafa var olan bir husustu belediyelerle ilgili.
Bir de 15 Temmuz darbesinden sonra ikinci bir konu ile tanıştık o da kayyum uygulamaları. Kayyum uygulamaları anayasa açıkça belediye başkanlarının görevden uzaklaştırmalarının sadece görev suçlarıyla mümkün olabildiği düzenleme altına alınmasın rağmen bir KHK ile buna terörle iltisaklı olan belediye başkanlarının ya da belediye meclis üyelerinin de dahil edileceğine dair bir düzenleme getirildi. Bildiğim kadarıyla bu konu halen AYM önünde ve bununla ilgili anayasaya aykırılığı hakkında bir karar verilmedi, bu düzenlemenin çünkü açıkça anayasaya aykırı. Çünkü Belediye başkanlarının mahkeme kararı olmaksızın hiçbir şekilde görevden alınamayacağı bunun tek istisnasının görev suçu ile ilgili bir durum ki, bu da normal çünkü belediye başkanı görev suçu ile ilgili bir soruşturmak geçiriyorken belediye yetkilerini kullanarak bu göre suçlarını örtebilme ihtimali söz konusudur. Onun da elbette her yetkinini kullanıldığı yerinde ve makul olması söz konusu olması lazım. Bugün hala iddianamesi düzenlenmeyen aylardır soruşturması bir adım ileri gitmemiş birçok belediye başkanının illerde İçişleri Bakanı, ilçelerde ise valiler tarafından atanmış kayyumlarla idare edildi. Bırakın belediye başkanlarını o yöredeki belediye meclislerini fonksiyonsuz hale getirmek için bütün Meclis yetkilerinin dahi kayyuma devredildiği bir yerel demokrasi sürecini maalesef hep beraber yaşıyoruz, dolayısıyla biz katılımcı demokrasi açısından yerel yönetimleri önemsiyoruz. Hem yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gerektiğini düşünüyoruz. Hem de bu yetkileri oranında da kendilerine bütçeden mali imkanlarının artırılmasının zorunlu olduğunu görüyoruz. Aksi takdirde Büyükşehir Yasasını getirdiğimiz gibi belediyenin yetkilerini görev alanlarını genişletirsiniz, ancak yeterli mali imkân vermediğiniz zaman birçok belediye maalesef merkezi hükümetten gelebilecek imkanları kovalamak mecburiyetinde kalıyor. Küçük ilçelerin ise bu imkânlara kavuşmak için siyasi parti değiştirmek zorunda olduğu süreçleri de hep beraber yaşamak durumunda kalıyoruz. Dolayısıyla vesayet anlamına gelecek durumları ortadan kaldırdığımız seçilen kişilerin mutlaka ancak seçimle gideceği ve bir yargı kararı olmaksızın hiçbir belediye başkanının hiçbir meclis üyesinin de görevden alınamayacağı bir yerel demokrasiyi bu ülkede yeniden inşa etmemiz gerekiyor.
Akademik özgürlüklerle ilgili de YÖK’ün özellikle üniversitelerin idari mali özerkliği ortadan yetkilerini son verip sadece üniversiteler arası koordinasyon vazifesi görecek bir kurul inşasına hep beraber mutabakata varmış olduk. Rektör atamalarında öğretim üyelerinin seçtiği bir sistemi inşa etmek istiyoruz. İlkokulda bile sınıftaki öğrencilere başkanlığı seçtiren bir sistemin üniversitelerinde kendi rektörünü seçemeyeceğine düşünmek veya kabul etmek bu ülke insanına yapılabilecek en büyük kötülüklerinden bir tanesidir. Dekan atamalarında mutlaka ve mutlaka ilgili fakülteyle olan bağının ortaya konulmasını şart olarak koşuyor. Düzenleyici ve denetleyici kurumlarda da demokrasi kurumlar ve kurallar rejimidir. Dolayısıyla seçim ve iktidar her şey değildir. O iktidar da elbette anayasanın kendisine tanıdığı çerçeve içerisinde kurum kültürüne dikkat ederek bu ülkeyi yönetmek durumundadır. Eğer siz devlet hafızası taşıyan o kurumları yok ederseniz siyasi iktidar olarak bocalamaktan kurtulamamış olursunuz.  Elbette bu düzenleyici kurumların adeta siyasi emeklilik yeri ya da siyasi iktidarlar tarafından siyasi rüşvet olarak birilerine peşkeş çekildi olmaktan ziyade tekrar o kurumların hakkını verebilecek oralara laik olan kişileri getirmemiz lazımdır.
Konuşmalarla ilgili olarak konuşmacılara salondan gelen sorulara verilen yanıtlarla panel sona erdi. Son.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget