Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı

Köy Enstitülerinin 82. Kuruluş yıldönümü, az sayıda kalan Enstitüsü mezunu öğretmenlerin, enstitüden yetişen öğretmen yakınlarının çoğunluğunu teşkil

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
Köy Enstitülerinin 82. Kuruluş yıldönümü, az sayıda kalan Enstitüsü mezunu öğretmenlerin, enstitüden yetişen öğretmen yakınlarının çoğunluğunu teşkil eden izleyicilerle Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesinde 17 Nisan 2022 günü okul anılarını kapsayan konuşmalarla anıldı.
Programa başlarken, Köy Enstitülerinin yaşantılarından, Çanakkale savaşlarından oluşan müzik ve görüntülerle slayt gösterileri izlendi.
Anma programını hazırlayan Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı yaşı 80 aşmış emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan, konuşma ve çaldığı çeşitli müzik aletleri ile programa ayrı bir renk katarken izleyicilerin beğenisini alkışlarını aldı. Mehmet Ayhan program boyunca piyano, keman, davul gibi müzik aletleri çalarken, “köy enstitülerinde müziğin önemini” vurgularken, Gönen Köy Enstitüsü bahçesindeki mandolin heykelinin olduğunu söyledi. Program boyunca Köy Enstitüsü çıkışlı ve hayatta olmayan bazı Köy Enstitülü öğretmenlerin çocukları yakınları ilginç anılarını anlattılar. Özellikle müzik öğretmeni Melike Bozkuş’un Mehmet Ayhan’ın keman, piyano, davul eşliğinde söylediği şarkılar, Köy Enstitü çıkışlı Avukat Ali alp Metin’in mandolinle köy enstitüsünde öğretilen şarkılar, İbrahim Bilgenoğlu’nun bağlaması eşliğinde Yüksel Bilgenoğlu’nun söylediği Ege türküleri çok beğenildi.  Ayrıca Dede Mehmet Ayhan’ın kemanı eşliğinde torunu Sema Aydın’ın söylediği türküler seyircilerin takdirini kazandı.  Yaşı 80 geçmiş Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı Öğretmen-Yazar “Şeker Ahmet” lakaplı Ahmet Özdemir’in esprililerle dolu konuşması salonda alkışlarla karşılandı.
Köy Enstitülerinin anma günü programında açılış konuşmasını yapan, kutlama programını organize eden Emekli İlköğretim Müfettişi Mehmet Ayhan şunları söyledi:

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı

Eğitime gönül vermiş olanlar, sizler Halkçı Eğitimci grubumuz ve Öğretmen Okulları Öğretmen Liseleri, emekli Eğitimciler Derneği Grubumuz hepinizi içten selamlarım. Halkçı Eğitim Girişim demek, Köy Enstitüleri Einstein’ın dediği gibi “halkın, insanın değer yargılarını değiştirmek cehaletini yok etmek atomu parçalamaktan zordur” der. Köy Enstitülerinin bu misyonlarının devamı olan çekirdeklerinin devamı olan halkçı eğitim girişimi de bu misyonu yüklenmiş durumdadır. Bizler yedi kişi yönetim kurulu olarak ve başkanımız ekranda görmüş olduğunuz sayın Mehmet Budak Milli Eğitim Müfettişi olarak bu programı düzenlemiştik ve sayın Budak, burada açılış konuşmasını yapacaktı.
İnsanın günden güne hangi sağlık sorunu ile karşılaşacağı belli olmadığı için bu sabah bana “sağlık sorunu nedeni ile evinden bile çıkamayacak durumda” olduğunda sizlere selam ve saygılarını gönderdi.
Düşünün ki şimdiye kadar ki TC’nin aydınlık çağı Çanakkale ile başlar, Çanakkale’de emperyalizme diz çöktüren Gazi M. Kemal Atatürk bir seri devrimlerinden sonra Türk Ulusuna onurlu bir yaşam bağışlamıştı. Bu onurlu yaşamdan düştükleri badireler veya yoksunlar için el kapılarına çalışmaya giden gençlerimiz orada M. Kemal Atatürk’e ve yurtlarına özlem duymaktan geri kalmadılar. Londra’da 18 Mart Çanakkale zafer gününde bu mesajı yayınlayan gencimiz orada İngilizce öğretmeni olan gencimiz bugün uçakla bu programımızı izlemek için gelmiştir. Buraya davet edeyim, Eylem Uğurlu. Eylem Uğurlu şunları söyledi:
“…Burada olmaktan çok büyük onur ve mutluluk duyuyorum. Benim Atatürk sevgim ve vatan aşkım ailemle başladı. Ben çok küçük yaşta dana çobanlığı yapmış köy okulunda okumuş bir çocuğum. Babam beş buçuk yaşıma geldiğinde bana okum ayazma öğretti. Beş buçuk yaşıma geldiğimde okula gitmek için aileme inanılmaz derce zorluk yaşattım. O yaz yaşımın çok küçük olduğunu söylediler okula göndermediler ama okul müdürü ile anlaşarak okula gönderdiler beni. Sıra arkadaşım Tonguç diye iri bir çocuk ve sınıfta öğretmenim Hasan öğretmen, Akçadağ Köy Enstitüsü olarak kurulan, daha sonra Akçadağ Öğretmen okuluna dönüştürülen okuldan mezun bir köy çocuğu. Tonguç Babanın zafer güneşinin son şifreleri vatanın uç köşelerine kadar uzandı diyen ve ozan çok değerli bir öğretmenim. Ben onun ışığında yetiştim.

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
Köy Enstitülerinin kurucusu olan İsmail Hakkı Tonguç ve en büyük destekçilerinden olan Hasan  Ali Yücel, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü onların ışığında açılan 21 tane Köy Enstitüsünden büyük ışıklar, büyük aydınlıklar yükseliyor. Hatta Hasan Ali Yücel, bir konuşmasında köy enstitülü gençler için şöyle diyor: “Hedef güneşe varmak değil, hedef güneş olmaktır”. Tabi 21 güneşten yayılan ışıktan gittikleri yerlere aydınlık, sağlık, mutluluk her şey götürüyorlar. Hepsi vatanın “muasır medeniyetler üstüne çıkması” için uğraşan Atatürk’ün izinde ilerleyen değerli insanlardır. Bu toplantı için bizi davet eden Gönen Köy Enstitüsünün yetiştirdiği ışıklardan Mehmet Ayhan’a çok teşekkür ederim”.
Burada anma programını yöneten Mehmet Ayhan şunları söylemeye devam etti:
“-Bu arda neden köy enstitüsü? Bunun için Atatürk şunu söylemişti: “Bir milletin yüzde 85 i okuma yazma bilmez, cahildir, bundan utanmak gerekir”, demişti. Onun için, gelişmemiz için ulus olarak birlik beraberlik içerisinde gelişmemiz için öncelikle kırsal kesim, köy kesimi ele alınmıştır ve onun için “köy” denilmiştir.
Niçin “enstitü”? Bu kuruma “köy yurdu, köy kışlası” gibi isimler de konulmak istenmişti. Fakat böyle terimler “köy enstitüsü” kapsamını kapsamıyordu, çünkü köyün çok sorunları vardı. Köye sadece öğretmen yetiştirmek değildi, bu kurumların görevi işlevi. Köyün sağlık sorunu vardı, zira ev sorunu vardı, kalkınma sorunu vardı, el sanatları sorunu vardı bütünsel skolastik zihniyetten kurtulmak sorunu vardı ve eğitim öğretim sorunu vardı. Bütün bu sorunların bilimsel bir tutumla masaya yatırılması, sorunların saptanması, sorunların uygun ve etkili çözüm yollarının bulunması için bilimsel bir çalışma gerekiyordu. Bilimsel çalışmanın adı da “enstitü” idi. Onun için “köy enstitüsü” denmiştir.
Köy enstitüsüne başlandığında bazı sataşmalar olmuştur. Demişlerdi ki, “efendim sınıf ayırımı yapıyorsunuz”, ama köy enstitüsüne köylüye olan kişiler bunu şu şekilde yanıtlamışlardı: “Efendim biz sınıf ayrımı yapmıyoruz, bilakis var olan sınıfı kaldırmaya yok etmeye çalışıyoruz, onun için “köy enstitüsü” ve köye gönül veriyoruz, çabalarımız bu amacı gerçekleştirmek içindir” deniyor.
Köy enstitüleri operadır, opera her türlü sanat dalını içine alan, kapsayan görsel sanat işitsel sanat, renk sanatı, beden sanatı bale vs gibi sonları kapsayan aynı zamanda tasarım yaratan, üretim yaratan bir toplumsal sıcak ilişki yaratan geniş kapsamlı bir yelpazedir. Bu yelpazeye biz ne diyoruz, opera diyoruz. Köy enstitüsü operası, ne zaman başlamıştır bu? İşte az önce izlediniz, Çanakkale ile başlamıştır, çünkü Çanakkale’de rüştünü ispat edemeyen bir Mustafa Kemal olmasa idi. Kurtuluş savaşı sayılmazdı. Kurtuluş Savaşı olmasaydı, başarıya erişilmese idi, Atatürk orada demişti ki, “cephelerde savaştığımız ve kazandığımız zaferin kıymeti harbiyesi yoktur. Ta ki bunlar eğitim zaferiyle de, ekonomik zaferlerle taçlanmadıkça bunların hiçbir değeri yoktur. Bizim kazandığımız zaferler bu zaferlerin kazanılmasından teşkil etmektedir”, diyordu. T.C. kuruduktan sonra sırasıyla eğitim öğretim yasasının birleştirilmesi. Harf Devrimi, Millet Mektepleri, Eğitmenler kursu, Köy öğretmen okulu denemeleri ve sonunda, bu enemelerin sonunda Türk Ulusuna özgü, Türk’e özgü bir eşsiz benzersiz bir kurum olan Köy Enstitüsü kurumu oluşmuştur. Tabi ki, ilerlemenin sonunda Türk ulusunun aydınlığa kavuşacağını ve ona buna kendisinin herhangi bir şekilde oyuna getirilmeyeceğini anladıkları için bu kurumların kapatılmasını istemişler ve “su uyur düşman uyumaz” dedim, halen de bu sözümün oluşumu günümüze devam etmektedir”.
Bu arada, programı yöneten Gönen Köy Enstitüsü çıkışlı Mehmet Ayhan, “köy enstitüsünde bize mandolin, bağlama, piyano gibi sazları çalıp söylemeyi öğrettiler” dedikten sonra piyanoya geçerek torunu Sema Aydın ve Müzik Öğretmeni Melike Bozkuş ile köy enstitülerinde öğretilen, şarkı, türkü ve marşlardan oluşan müzik gösterisi sundular. Yine Köy Enstitü çıkışlı Avukat Ali Alp Metin mandolinle köy enstitülerinde öğrendikleri şarkı ve türküleri sundu.

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
Müzik konusunda Mehmet Ayhan şöyle dedi: “Bize Köy enstitülerinde müziği şöyle öğretirlerdi: Her türlü duygu ve düşünceyi ölçülü seslerle kulağa hoş gelecek şekilde anlatan bir bilim ve bir sanattır; demek ki bir müziği icra edebilmek için öce akort lazım. Akort demek düzen ve ahenk demektir, uyum demektir. Akortlu uyumlu toplumda neşe vardır, onun için Batı’daki parçalar daha neşelidir, bizdeki parçalar ise hüzünlüdür, çünkü akort, düzen yoktur. Düzen olan yerde hak, hukuk, adalet vardır, bunlar sanatın gelişmesine taban teşkil edecek en önemli kavramlardır”.
Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı emekli ve 90 yaşında bir öğretmeni şöyle mikrofona çağırdı:
Şimdi Pazarören Köy Enstitüsü çıkışlı çok değerli arkadaşımız büyüğümüz, onu “Şeker Ahmet” diye tanıyoruz, o eskiden garsondan bir çay isterken, “bana bir müstehcen çay getirin” der, garson şaşırır, ne demek müstehcen çay, açık çay demek istiyor, Ahmet Özdemir öğretmenimizi konuşmak için kürsüye davet ediyorum”.
90 yaşındaki öğretmen yazar Ahmet Özdemir mikrofona gelince esprili konuşmasına başlarken şöyle dedi:
Kusura bakmayın, sağdan geldim, soldan gelecektim”, alkışlar. Ahmet Özdemir, konuşmasını şöyle sürdürdü:
Köy enstitüleri konusunda çok şeyler söylendi, ben de yazdım çeşitli dergilerde, kitaplarımda. Ben onlardan bahsetmeyeceğim. Ben 25 yılımı bu okullarda okumuş, bu okullarda görev yapmış biri olarak mutfağın içinde bazı anılarla hareket ederek anlatmaya çalışacağım. 1950 yılında geldim, yalnız ondan önce, bilinir ki bu evrende özellikle de dünyamızda her şeyin bir görevi vardır. Mesela koyun süt verir, asma ağacı üzüm verir, nar ağcı nar verir. Meslekler de öyle Harbokulunda subay çıkar, tıp fakültesinden doktor çıkar, ziraat fakültesinden mühendis çıkar. Öğretmenin de öğretmen okulundan çıkması gerekirken, çok kıs sürede kapattılar. Bu 15-20 yıl sürse idi, daha başka olurdu. Çünkü ben 1950 yılında ayaklarında çarık, bacağında şalvarla köy enstitüsüne girdim. Pırıl pırıl bir okuldu, benden önceki öğrenciler yapmıştı o okulu, lojmanları. Orada kaldık.
Herkesin bir mesleği vardı, beni marangozluğa ayırdılar. Arıcılık vardı, duvar ustalığı vardı, besicilik vardı, çiftliği vardı 10 km ileride, orada kalan da vardı. Fakat o zamanları 1950 yılıydı. Hükümet değişmiş, yeni bir hükümet kurulmuştu. Tevfik Geri (affedersiniz) Tevfik İleri Mili Eğitim Bakanı olmuştu. Millî Eğitim Bakanlığınca öğretmenler de göndermişlerdi, bize. Onlardan bir tanesi kırmızı suratlı soğuk bir adamdı, elinde bastonu vardı, Müzik Öğretmeni Veysel Arseven’di dünyaca ünlü. Müzikle arasının iyi olmadığını düşünürdük, mandolin çalınırdı, ben mandolin çalamazdım, müziği ben ezberleyerek gam yaparak hallemeye çalıştım.  
“Sol do si do, Ankara’nın taşına bak. Notalarını söylerdim, dört buçuk beşi zor almıştım. İmrendim arkadaşıma” (mandolin çalana) “hareketli bir gündü. Herkesin bir görevi vardı arada şurd burda öğretmenler.

Köy Enstitülerinin kuruluşunun 82 Yıldönümü kutlandı
O sırada Kayseri’den kişiler gelirdi konferans vermeye. “Burası komünis okulu vatan millet üzerine”. Bir Hasan Salkan vardı Beden Eğitimi öğretmeni, bize bir şeyler getirirdi, Bozkurtlar kitabı vermişti, sık sık Kayseri’den gelen vardı. Bir de Kore olayı ve Kore Kahramanı Tahsin Yazıcı’yla, o zaman meclis başkanı geldi, heyecanlı biz de coştuk. Türkçe Öğretmeni İsmet Yarım dedi ki, “yavu sen de çık şurada bir iki şiir oku” dedi. Aman hocam ben bunlardan korkarım” dedi. “Yok sen Dadaloğlu Türkmen oymağından geliyorsun, bilirsin” dedi. Ben de çıktım onların arasında konuştum. Bizim Pazarören Torosların karşısında, “dumanlıdır Toroslar, kardan boradan yine bir haber var Sakarya’dan Kore’den, Gözüm kaldı Kafkasya’da Kırımdan hıncımı alamazsam yatamam mezarda” ben bu şekilde şiir okuyunca adamla gözlerimden öptü “aferin çocuğum böyle olacaksınız” falan dediler.
Neyse uzatmayayım, bu müzik şöleninde o yıl mezun oldum, ir sınava gireyim” dedim. Sınıf hem sözlü hem yazılı oluyordu; sözlüsü Ankara’da oluyordu, fakat bilgiye dayanıyordu, şimdiki, gibi mülakat yoktu. “Mülakat bize kat” bilgiye dayalı olarak anlatıyorlardı. Mustafa Özel, Vasfı Mahir Kocatürk gibi hocaların karşısında oluyordu. Bizi Bursa’ya gönderdiler, biz mezun olduk, kura çektik, oradan Cılavuz Öğretmen okulu, Cılavuz Öğretmen okulu Rus askeri kışlasıymış. Kazım Karabekir Paşa Rusları kovunca öğrenciler oradan temizlik yapmışlar, okul yeni binalardan o tarlayı konferans salonu yapmışlar, birisini yemekhane yapmışlar. Müthiş bir okuldu Kars’tan, Rize’den Artvin’den gelen çocuklar vardı. Yiğitçe çocuklardı, çok vatansever insanlardı. Orada da bir Rus köyü vardı, Alahan köyü, merak ettik, Ruslar nasıl üç ayaklı mı, dört ayaklı mı, gittik onu gördük. Hiç de öyle değillerdi. Sonra İsmet Paşa Başbakan olduğu söylendi, o köyden Rusya’daki bir köyden değiştirdiler.
Kurmay Asteğmen
Kars’tan sonra tabi vatan borcu askerliği bitirdik, oradan bir anekdot atayım.
Bölükte sıkı çalışırdım, bölükte bana “Kurmay asteğmen” diyorlardı. Beş dakikada bölüğü alarma geçirirdim. Bir gün bölükteydim, bir telefon, kimsin dedi, ben dedim Kurmay Asteğmen Özdemir. Ne, dedi, ben de kurmay asteğmen dedim. Komutan, “sen buraya gelsene” dedi. Sen kimsin dedim, “ben Kurmay Albay Rıfat Bingöl”. O zaman katıksız hapis de vardı. Gittim selam verdim, bir siville oturuyor. Otur evladım, dedi otırdum. Ne alırdın, yok dedim, yok, bir şey içeceksin” dedi. İşte orda dedim “müstehcen bir çay” diye. O, o ne demek dedi, çay geldi içtim bir şey demiyor. Ayağa kalktım bir asker selamı verdim, komutanım bir emriniz mi var, dedim. “Yok evladım”, dedi, “bir kurmay asteğmen nasıl oldur diye merak ettim”, dedi. Beni tıpışladı, kurtuldum. Biraz kalp pilim var ama tekliyor, kusura bakmayın.
Ondan sonra kura çektik askerden, bölük komutanım nereye çektin dedi, Haruniye Düziçi, deyince, “yav sen bayrak yırtılan yere gidiyorsun; o zamanlarda Haruniye’de bir bayrak olayı olmuş, bayrağı yırtmışlar. Öyle deyince çok zoruma gitti, havalar soğudu, ben o çocukları tanıyordum. Haruniye’deki Hatay’dan, Antep’ten, Maraş’tan, Maraş daha o zaman kahraman olmamıştı kanunen. Ben Adana’dan gelen çocuklarda “hiç öyle şey olur mu? Şaşırdık bunu içeri bile tuttum, gittim orada göreve başladım. Fakat bu iş hiç aklımdan çıkmıyordu. Çukurova sözünü icat edenler de Çukurova Türkmenleridir. 26 tane Türkmen boyu var, Antik çağda Çukurova’da asis önemli misis önemli, Adananın dai Çukurovanın da cıvıl cıvıl şirin olması bu Türkmenlerin gelmesi sayesinde olmuştur. Hepsi Türkmen çocukları idi, çok sevimliydi, içlerinde öğrencilerim de var”, (bir H2O (su) isteyecektim ben) dedi, gülüşmeler su geldi). “Merak ettim o çocuklara bayrak düşüldüğü zaman biz müzik atölyesine gidiyoruz, tuu diye bir ses, arkamıza bakıyoruz, bayrak yırtığı, ordan işliğe gidiyoruz atölyelere, bir ses arkamızdan duruyoruz, bakıyoruz yırtık bayrak orada var. Bizden önceki ilk mezunlar ezilmiş, horlanmış bu duygular içinde, bir türlü aklım almadı, nasıl olur falan derken, benim bir öğrencim vardı Uğur Köseoğlu, Fazıl Köseoğlu, onun babası da polisti. O layı tekik etmeye gelenlerden birisi, bir komserdi, her akşam içerdi, ağzında piposu vardı, tatlı bir adamdı, ondan sorayım dedim. Bir gün okul kantininde aradım, yav hocam dedi, burda o konuşulmaz falan dedi. Bir başka zamanda da konuştuk, onun dediği şuydu,” dahiliye vekaletinden gelen bir yazıyla amirlerimiz bu olay üzerine bizi buraya görevlendirdi, sivil resmi 30 kişiden fazla idik, yukarıda merkez ilkokulunu karargâh olarak kullanıyorduk, o zamanları okulda enstitücüler ve Altaycılar diye iki gruba ayrılmıştı, o olay bu iki grubun sürtüşmesi sonucu olmuştu. Altaycıların başında Öğretmen Zeki Sofuoğlu vardı, Zeki Sofuoğlu bir ara MHP’den milletvekili de oldu fakat kazanmadı, sonra Ankara’da Millî Eğitim Bakanlığında bir daire başkanı mı, bir dikdörtgen başkanı mı ne oldu. Birileri gece özel bir çocuk getiriyorlar, genç bu bayrağı indirirken görüyor, ama birkaç gün sonra da genç bir yerde öldürülüyor. “Zaten uyur gezerdi geceleyin damdan düştü öldü” diyorlar. Olayı inceleyen bakanlık müfettişi Kara Vasıf bununla ilgili rapor hazırlamış, daha sonraki yıllarda Kara Vasıf Bursa’ya yerleşti, yazdığı raporda duruyor, kimse bakmıyor, ilgilenmiyor, olayı böyle anlatmıştı.
O zamanları Köy enstitüleri çok çalışkandı, bir şeyler yapıyor, bir şeyler icadediyor. Hatta o zamanları da Amerikalılar da aya adam göndermek için Apollo projesi için çalışıyorlardı. Fakat proje bir türlü ilerlemiyor, o zamanki CIA teşkilatı başkanı “Apollo projesi yapan adamların başına geliyor, ulan daha bitiremediniz mi, elinizi çabuk tutun, siz aya vardığınız zaman sizden önce orda Köy Enstitüsü çocukları görürseniz şaşırmayın” dedikleri söylenir.
Bu işte ister ironi olsun ister gerçek olsun bu işte bir gerçeği açıklaması bakımından önemlidir”.
Bu tören için Antalya’dan gelen İbrahim Bilgenoğlu (bağlama) ve eşi Yüksel Bilgenoğlu’nun (solist) muhteşem konseri ile tören sona erdi.

Cevat Kulaksız 

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget