Dünden Bugüne Sol (4)

Ankara Dayanışma Derneğ’inin düzenlediği Dünden Bugüne Sol konulu panel düzenlendi.Panelde son konuşmacı olarak Av. Şanal Sarıhan(1) yaptığı konuşmada

Dünden Bugüne Sol (4)
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi Sabahattin Ali Konferans Salonu’nda 18.03.2022 günü Ankara Dayanışma Derneğ’inin düzenlediği Dünden Bugüne Sol konulu panel düzenlendi. Mustafa Pınar’ın kolaylaştırıcı olarak yönettiği panelde konuşmacı olarak Fikri Sağlar, Av. Şanal Sarıhan,  Sarp Kuray, Tuncer Bakırhan katıldılar.
Salonun çoğunluk koltukları izleyenler tarafından doldurulduğu panelden önce, Deniz, Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Aslan ve öteki devrimcilerin eylem ve mücadelelerini yansıtan film gösterisinden sonra Dernek Başkanı Yusuf Sayın, kolaylaştırıcı Mustafa Pınar genelin amacını, sosyalizmin sürecini açıklayan konuşmalarından sonra, konuşmacılara söz verildi. Salonda ön sıralarda oturan bir bayan saygı duruşu ve İstiklal Marşı sırasında sol elini havaya kaldırmış öylece duruyordu.
Panelde son konuşmacı olarak Av. Şanal Sarıhan(1) yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“­-Konuşmama selamlamak ve Deniz Gezmiş’le başlamalıyım. Deniz Gezmiş deyince hemen Cemil Amca’yı ve Mukaddes Anayı da anımsıyorum. Onlarla olan anılarımı anımsıyorum. Ardından Ertan Sarıhan’ı selamlamalıyım. Hiç tanışmadığım ama soyadını taşıdığım insanı selamlamalıyım. (Konuşmacı ağlamaklı oldu, sözleri boğazında boğuldu ve seyirciler de bundan etkilenince alkışladılar).
“Bugün görsel sunu başladığından itibaren kendimi çok duygusal hissettim. Belki bu yol almış olmamızla ilgili, bir de çok şey bırakmamızla ilgili ve bugün burada solu tartışmak için biraz önce Fikri vekilimizin ifade ettikleri gibi çok sayıda arkadaşımızın bu salonda çok sayıda arkadaşımızı göremiyoruz, gördüğüm zamanda aynı duyarlığa kapıldım. Son umut var diye düşündüm. Sol yolumuzu açacak diye düşündüm, evet selamlamalarımı sürdürmeliyim.
Abdullah Gülbudak, aranızda tanıyanlar vardır, ceza evinde yitirdiğimiz öğretmen arkadaşlarımızdan onu selamlamalıyım, diye düşündüm. Kaypakkaya’yı İlhan Erdost’u ve Vedat Aydın’ı kaybedilerek Diyarbakır’da kaybedilerek aramızdan ayrılan Vedat Aydın’ı selamlayarak başlamalıyım, diye düşündüm. Selefin çocuğuna ve anasına ulaştık, ama bugünlerin ceremesini çekenlerden biri olarak onu da selamlamalıyım ve Aysel Tuğluk’u, annesinin ölüsüne bile uygulanan zulümü şimdi kendisine uygulanıyor. Arkadaşlarımızı anmadan geçmek anamadan söze başlamak gerçekten bu salon için eksiklik olacaktır diye düşünüyorum.
Konuşmacıların çoğunluğu bugün 18 Mart oluşuna atıf yaptılar, ben yalnız pozitif ayırımcılık yapacağım bir kadın olmaktan kaynaklı. Ben neyi anımsarım biliyor musunuz, emperyalizmi. Savaş verilmiş bir halk mücadelesidir. Ama anımsadığı şu var, yıl 1916 Mustafa Kemal Atatürk anı defterine yazıyor. Gece ortası, diyor ki, “bir gün eğer yönetici bir göreve gelebilirsem, ülkemin kaderini değiştirecek duruma gelebilirsem ilk yapacağım iş kadınlarımızın gözünün önündeki peçeyi kaldırmaktır. Kaldıralım ki dünyayı kendi gözleriyle görebilsinler, hissedebilsinler”.  Ne yazık ki 1916’dan bu yana Türkiye’de kadınlar hala gözleri yarı kapalı vaziyetteler ve kadın sesi de kadınların bu devrimci mücadeleyi içindeki yeri de herhalde ayrıca sorgulamamız gerekir, Sarp yoldaş kadınlar her zaman ileri gidemedi hep oralarda bir yerde tıkandı kaldı. (Alkışlar)
“Bir selamlamayı unuttum, o da Behice Boran, Behice Boran’ı da bu salonda anmak gerekiyor. (Alkışlar) “Adını anamadığım arkadaşlar temsili olduğunu lütfen kabul etsinler, diye biliyorum. Behice Boran’dan söz etmişken de galiba TİP’den de söz etmemiz gerekiyor, Sosyalist bir parti olan TİP’den.
Biraz önce, son konuşma biraz zordur, söylemek istediklerinizin pek çoğu söylenmiştir. Ama bir yandan da biriktirişiniz konuşulanlardan söylenenlerden bir şeyler de biriktirirsiniz. O biriktirdiklerim arasında arkadaşlarımın dikkat çektiği, daha doğrusu Bakırhan’ın dikkat çektiği hani sol hareketlerinin içinde işçi sınıfı var mı? Hareketlerini demeyeyim, sol siyasi partilerin içinde şimdi onların ismini de anarsak ben doğru mu yapmış oluruz. TİP’i ilk kuran 12 kişidir. Bunların önemli bir bölümü her halde aramızda yaşamıyorlar. Şaban Yıldız, Kemal Sülker, Kemal Türker, İbrahim Güzelce, Ali Demir, İbrahim Denizcier, Adnan Ardan, Avni Erakalın, Kemal Nebioğlu, Hüseyin Uslubaş, Ahmet Muslu, Salih Özkarabaydır.
“Şimdi bu isimlerden Avni Erakalın’ın başkan olduğunu biliyoruz ama çok ilginç 12 sinin kurduğu bir kendisine TİP diye sosyalist diye nitelene Türkiye İşçi Partisi var, bu partinin ne yazık ki ilk ömrü çok uzun olamıyor. Neden uzun olamıyor? Çünkü hemen arkasından gelen bir süreç var. İşte 1965 seçimlerine de aslında 15 vekille katılabiliyor. Üstelik de 297 oyla katılabiliyorlar. Ancak daha sonra bu parti içinde ikili bir tutum ortaya çıkıyor. Sovyet Rusya’nın Çekoslovakya’yı işgali karşısında Behice Boran’la daha sonra başkanlık görevini yapmakta olan Mehmet Ali Aybar arasında politik ayrışma ortaya çıkıyor, birisi destekliyor bu işgali; bir diğeri insani bir sosyalizmden yana bir tutum alması gerekir, partimizin” diyor. Çatırdama bölünme böylece o noktalardan başlamış oluyor.
Buradan yola çıktığımız zaman, bölünme ve parçalanma diye baktığımız hususun solun içinde hepimizin deneyimleri var, hepimiz bir geçmiş taşıyoruz. Hepimizin bağlı olduğu yakınlık duyduğu siyasi hareketler oldu geçmiş süreçler içinde sol içinde. Ben 68 kuşağındanım, arkadaşlarımızın önemli bir kısmı 68 kuşağından; daha sonraki dönemlere de b iir avukat olarak tanıklık etmişliğim var, 68 lilerin arasında çokça olmuş, onların dünyalarını tanıma olanağına hem davalar sebebiyle hem süreç sebebiyle tanık olma olanağı bulmuş bir arkadaşınızım. Bu noktalardan da görüşlerimi ifade etmek istiyorum.
Ne vardı, başlangıçtan itibaren aslında 68 in ilk 15-16 Haziran hareketleri ve bu hareketleri izleyen ortak tepkiler, bir ayrışma söz konusu değildi. Bir birlik havası vardı ve o birlik içinde gençlik esas olarak anti emperyalist olarak bir bilinçle hep bir arada hareket edebiliyordu ve üniversiteli gençlikten merkezli daha çok İstanbul merkezli Üniversiteli gençlikti. Ama gide gide süreç içinde Devrimci Doğu Kültür Ocaklarını anımsıyorum. BU benim bilgilerim içinde yerleşik olarak duruyor. Kürt kökenli Kürt arkadaşlarımızdı, bu arkadaşlarla da hep birlikteydik, 68’lik eylemleri içinde. 15-16 Haziranlara işçi sınıfı liderlik ediyordu. Altıncı Filoya karşı hep birlikte direndik direniyorduk. Ama daha sonra özellikle 12 Mart 1971’dendı, sonra daha net ve daha somut birtakım ayrışmalar ortaya çıktı. Bunları belki olağan kabul ettik var etmek gerekiyor, yani düz değil olaylar ve eylemler de düz değil, siyasi gelişmeler de ve sosyal gelişmeler de düz değil. Buna göre farklı ayrıntı görüşlerimiz olabilirdi. Ama bu görüşlere rağmen ufak tefek ayrışmalara “Sovyet revizyonisttir, Çin Maocudur” gibi ayrışmaların arkasında esas bizi yok etmek isteyen bizim aydınlanmacı ilerici, devrimci insan haklarından yana düşüncelerimizi ortadan kaldırmak isteyen kesimlere karşı birlikte durma becerisini ne yazık ki gösteremedik, diye düşünüyorum. Aynı yerlerde idik, aynı koğuşlarda yatıyorduk. Ben burada Dışkapı’da at ahırından bozma bir barakada Behice Boran’la birlikte yatmakta idim. Hiç tanımadığım arkadaşlarım vardı, beni İstanbul’dan getirmişlerdi, Ankara’dan İzmir’den gelen arkadaşlar. Birlikte ne güzel konuşuyorduk, tartışıyorduk, birlikte iyi şeyler yapıyorduk, direniyorduk, işkence gören arkadaşlarımızın, işkenceden sonra bize teslim edildiği durumlarını onları tedavi etmek için bütün elimizden geleni yapıyorduk. Her kötülükte iyilikler vardır. Bir hasta bakıcı hanım bize sürekli tedavi edici kremler getiriyordu, ballar getiriyordu, illegal çalışmalar yapıyorduk bu anlamda, tedavi edici malzemelerin temini anlamında. Bir birlikteliğimiz vardı. Oradaki arkadaşlarımızın arasında, şimdi isimleri artık zor anımsıyorum. Sevim Benli vardı örneğin benim yattığım koğuşta. Sevim Belli bir tarihti dediğimiz gibi, yani çok birikim vardı, bir de geçmişe tanıklık ettik, dinledik öğrendik, yararlanmaya çalıştık. Bizim de yaşadıklarımızdan, gördüklerimizden elbette yararlanacak insanlar var. Ama bir bilincin her şey gibi tarih nasıl biriktiriyorsa devrimci tarih de doğal olarak kendisi biriktiriyor.
Biz 12 Mart’ı çabuk aştık, neden çabuk aştık, çünkü dışarıda hala demokratik kitle örgütleri vardı ve o demokratik kitle örgütleri bizim için ses çıkarmaya bizim haykırmaya devam ettiler. Bizim haksızlıkla karşı karşıya olduğumuzu ifade ettiler, mücadele ettiler. O mücadele mesela ben öğretmendim o tarihte TÖB-DER ’imiz vardı arkamızda, TÖB-DER bu mücadele içinde aktif olarak görev aldı. Hala sendikalar dışarıdaydılar, kapatılmamışlardı, onlar ses çıkardılar, anneler babalar ses çıkardılar ve biz kısa sürelikte ve üstelik de 74 affıyla bütün kaybettiklerimizi kazanarak çıktık. Yani dışarıdaki mücadele dışarıda eksik gedik de olsa var olan mücadele siyasi önderlikten partiden mahrum olan mücadele yine de bir şey başardı.
Ama 80 li yıllarda karşılaştığımız darbe, 1971 darbesinden ders çıkarmış bir darbeydi ve 1971 darbesindeki eksikler bütünüyle tamamlanmıştı. Örneğin artık 33 gün işkence gördünüz, 90 gün işkence görüyordunuz cezaevine getirtiliyordunuz, cezaevinden tekrar alınıyordunuz 90 gün daha işkence görüyordunuz, sizi tamamen tüketmek istiyorlardı. İstiklal Marşı bir eziyet marşı gibi söyletiliyordu, cezaevlerinde. Cezaevlerinde yoklama vermeniz için, yoklama vermemek için yoklamayı hafif sesle vermiş olan aynı anda falakaya yatırılıyordu ve diğer yoklamacılar buna sadece gülerek bir direniyorlardı. Gülerek ve dalga geçerek direniyorlardı. Böyle bir tabloda bütün sendikalar kapatılmıştı, bütün partiler kapatılmıştı. Üstelik parti liderleri cezaevlerine alınmışlardı. Yani özel bir durumu vardı eğmen sınıfların ve onlar muhalif hareketi devrimci hareketi yok etmek için ellerinden geleni yok etmeye çalıştılar. Başarılı oldular mı, hayır, daha uzun sürdü zorlu oldu, bundan da direnen insanlar çıkmayı başardılar ve kazandılar diye söz etmek mümkün. Kazanılan neydi, kazanılan uzun bir cezaevi süreçlerine rağmen zihnen en azından ideolojik olarak sağlam olarak dışarı çıkmış olmaktı.
Şimdi bu dönemin bir özelliği oldu, ikinci dönemin seksenli yılların, seksenli yıllar yeni bir mücadele aracı olarak kendi önlemine insan hakları örgütlenme önlemini koydular. İnsan Hakları Derneği 12 Eylül sonucu örneği olarak 12 Eylül’e karşı verilen mücadelenin bir önlem olarak kuruldu. Burada Nevzat Helvacı’yı, Akın Birdal’ı da herhalde saygı ile anmamız gerekiyor. Amma Sümer Ana’yı da anmak isterim. Bir asker karısıydı, içeride kimsesi yoktu, ana içeridekilerin anasıydı Mamak’ta. Bu insanlar kurdular, saçını boyamaktan başka hiçbir düşüncesi olmayan sayın annesi devrimci bir anaya dönüştü, çocuğu için mücadele ederken. Yani mücadele bilinci genelleşti, mücadele bilinci yayıldı. Anlar da devrimci leştiler o burjuva analar da çocukları için bir şey yapmanın anaca duyguyla önde olmalarının bilincine vardılar. Sırf analar değil kadınlar, kadınlar ve erkekler iyi olan cezaevinden çıkmış olan insanlar, bütün bunların kurduğu yapı bizde yeni bir anlayış da yarattı. İnsan hakları temelli bir mücadele anlayışını. Bence bu siyasi partilerin kuruluşu kadar bir örgütlenmeydi, insan hakları derneği. Biz o zaman, artık ben avukattım o dönemde, biz Çağdaş Hukukçular Derneğini (ÇHD) ni yeniden kurduk. ÇHD işkenceye karşı direndi. ÇHD çağdaş yargılama sisteminin bir adil bir yargılama sisteminin insan haklarına dayalı bir hukuk sisteminin gelişmesi için direndi.
EĞİT-DER’i hatırlıyorum o tarihlerde, EĞİT-DER’li arkadaşlar vardır. TÖS ve TÖB-DER kapalıydı ama EĞİT-DER’in kapısı, bir örgütlenme olarak açık tuttular. Örgütlenmeler çiçek açtı ve bütün bu sürecin bize kazandırdıklarına karşı elbette egemenler de geri durmadılar ve yeni yeni baskıları bize yaşattılar. Biz Diyarbakır’dan Güney Doğu’dan beyaz Toros hikayeleri ile yaşadık, beyaz Torosların ne anlama geldiğini, failim meçhul cinayetlerin neden orda olduğunun bilinciyle yaşadık. Ama mücadele etmekten de geri durmadık, mücadeleye devam ettik.
İşte bu Sarp arkadaşım bugün biz gerideyiz” dedi. “Son elli yıl doğru kullanılmadı” dediniz ya, biraz orda size katılmıyorum. Neden katılmıyorum, bu anlattıklarım nedeniyle katılmıyorum, yani evet baskı var, evet eksiklik var, ama mücadele de var. Beş çok büyük değil, çok boyutlu değil, ama direnç noktaları var. O direnç noktalarından bir yürüyüş var. Örneğin kadın hareketi kendini besledi. 80 li yılardan sonra kadın hareketi yeniden sorguladı kendini. Dedi ki, “biz sadece bacılar değiliz, biz insanız, toplumsal eşiklik için biz mücadele edeceğiz, biz devrimin de sahipleriyiz”.  Dikkatinizi çekmek isterim, sevgili bakanıma da anımsatmak isterim, 15 Şubat 1997 Şeriata karşı kadın yürüyüşü. Kadınlar yürüdüler, kadınlar yola çıktılar, kadınlar yürüdüler. Kürt bölgelerinde kadınlarımız nasıl da o yükleri üzerinden attılar ve nasıl da eş başkanlığa kadar kendilerini yükselttiler. Şimdi bunu bir bütün olarak görerek hareket etmemiz gerekiyor. Böyle bir anımsatma yapmak istedim 12 Mart’ı 12 Eylül’ü, onların ufukla yansımalarını ama asıl söylemek istediklerimiz biraz bugüne ilişkin olarak söylemek istiyorum.
Bugün acaba 20 yıla yaklaşmış olan AKP iktidarına karşı yapılması gereken nedir? Lütfen beni bağışlayın yanlış anlamayın, burada bir kadın konuşmacıyım, aynı zamanda bir kadın derneğinin genel başkanlığını yapıyorum. 17 yılımı verdiğim bir dernekten istifa ettim, seksen şubeye ulaştırdığım bir dernekten istifa ettim. Çünkü bu derneğim AKP iktidarına teslim olduğunu gördüm ve istifa ettim. Yeni bir derneği inşaa etmekle uğraşıyorum, şimdi altını çizmek istediğim şey şu, bugün en önde yürüyen hareket, beni yanlış anmayın dediğim hareket kadın hareketi. Kadınlar hiç durmuyorlar hiç susmuyorlar. Günün eşitliği bir grup var, kadın koalisyonlar belli bir grup var. Üç yüzden fazla kadın örgütünü içine toplamış durumda ve AKP daha yeni bir yasa önerisi var, sakattır, eksiktir ama yapmak zorunda kaldı bir yanda İstanbul Sözleşmesi’ne elimizden alırken diğer yandan işte küçük ödüller vermeye çalışıyor. Buna kanmıyoruz tabi bu ayrı bir şey, ama kadın hareketinin yaptığı bu mücadeleye erkek arkadaşlarımızın ülkenin çıkarları için ülkedeki demokrasi mücadelesini katkı için ülkede özgürleşme mücadelesine katkı için ülkede laiklik mücadelesine katkı için ülkede toplumsal cinsiyet eşitliği ve eşit yurttaşlık mücadelesine katkı için gerçekten kolları sıvamaları gerekiyor. Yoksa siyasi partilerin taktikleri her zaman bizi doğruya doğru götürmüyor. Katılıyorum arkadaşlarımın sözlerine, eğer bir ayağınız aksıyorsa öbür ayağınızın üzerinde dik duramıyorsun. Aksayan ayağınıza doğru eğim yapmak zorundasınız, taviz vermek zorundasınız.
Ben şimdi düşünüyorum, geleceği inşaa edecek olan bir parti hangi ilkeler üzerinden kendisini var etmeye çalışıyor, nasıl bir program bizim önümüze koyacak, hangi politikalarla yürüyecek. Şimdi hepimiz hep beraber “savaşa hayır” diye bağırıyoruz, herkes, dikkat ediyorum herkes Ukrayna’daki savaşa hayır” diyor. “Savaşa hayır”sa ülkemizde ki savaşa “dur” demiyoruz. Ülkemizin barışını sağlamak için niye ayağa kalkmıyoruz. Bu konuda bizim bir görevimiz yok mu? Buna ihtiyacımız yok mu? Niye kulaklarımızı tıkıyoruz. Niye önyargılarla hareket ediyoruz. Dün nasıl yan yana idi isek bugün yine yan yana durabiliriz. Bu güzelim Türkiye üzerinde kardeşçe barış içinde yaşayabiliriz ve kendimiz için de demokratik bir merdiven inşa edebiliriz. Oradan birlikte yükselebiliriz, birlikte inşa edebiliriz. Ayağa kalkarız birlikte yürürüz.
Şimdi bu noktada yutkunarak siyasetin var olmayacağını düşüncesindeyim artık. Sağınızı güçlendirdiğinizde solunuzla zayıf olursa o zaman sağ bir politikaya teslim olmak zorunda kalırsınız. Bugüne kadar Türkiye’de AKP tarafından inşa edildi, bu devlet dinci gerici olarak inşa edildi. Bu gün filiği bir durum var ortada, bu filiği durumu hepimizin görmesi gerekiyor, bu filiği durumu ona göre konumlanmamız gerekiyor. Ona göre konumlanırken de Türkiye’deki bütün siyasi oluşumları eğer bir siyasi parti olarak ayağa kaldıracaksanız bütün siyasi oluşumları kendimizle birlikte eşit durumda önde ya da arkada değil yan yana bir arada kurmanız gerekiyor. Geçmiş bize bunu gösteriyor çünkü, geçmiş kendi Kurtuluş mücadelemiz emperyalizme karşı verilmiş olan Kurtuluş mücadelemiz bize doğrudan doğruya bunu gösteriyor. Bu noktadan sonra hareket etmemiz gerektiği inancındayım.
Şimdi yine Sarp arkadaşımız atıfla, “devrim konağında değiliz” dediniz. Bir şey de söylediniz buna da katılıyorum. “Evrim inişli çıkışlı” dediniz. Ama devrim de inişli çıkışlı olmaz bazen, olmaz. Devrim devrimdir, o zaman bizim hedefimizin ne olması gerekiyor, devrim olması gerekiyor. Yani elbette ki mevcut koşulları değerlendireceğiz, elbette ki mevcut koşulların ne olduğunun bilinci içinde olacağız. Ama bir ikinci yüzyıl hayalimiz varsa ikinci yüzyıl diyalektik bizi nereye doğru götürüyor, ileriye doğru götürüyor. O inişlere çıkışlara doğru değil. İnmeye takati kalmadı halkın, halkın takati kalmadı bırakın devrimciliği falan filan, yani bizi bırakın bir kenara, sol partileri falan bırakın bir kenara Halkın takati kalmadı. Halk isyan halinde ve buradan biz yeni bir adım atabilecek isek, eğer yeni bir yol kavşağında durup oradan yolumuzu arabamızı aksaklıkla götürebilecek o halkın gücü ile olacak.
Bir şey daha, o da Tuncay arkadaşıma, laiklik meselesi zaten halkçılık meselesi öyle değil mi? Laiklik zaten halkçılıktır, laiklik nereden geliyor halkçılıktan geliyor, o zaman bunun bir tonu yoktur diyorum, yani laik bir toplumu inşa etmek için. Demokratik bir toplumu inşa etmek için, insan haklarına dayalı bir toplumu inşa etmek için bize hepimize görev düşüyor. Burada çoğumuzun elbette saçları beyazlaşmış durumda. Ama şurada bir şey var ya (sol göğsünü göstererek) “sol memenizin üstünde cevahir mi diyordu ozan, o ışılamaya devam ediyor. O zaman bu ışıldama kendimiz için değil halkımız için. Bugüne kadar ne kadar verilmiş emeğimiz varsa ömrümüzün yettiği miktarıyla üst üste konulmasıyla yolu açmaya, solun yolunu açmaya, devrimcidir demeye ve devrimci bir geleceği ülkemize de inşa etmeye hazır olmamız gerekir inancındayım.
Bunun için çok kavşakta durduk elbette, yani çok zorluklarımız oldu. İşte 12 Eylül’ü, 12 Eylül’den çıkarken bir Terörle Mücadele Yasası armağan ettiler bize. Biliyorsunuz 12 Eylül’den çıkardılar bizi, bir yandan da Terörle Mücadele Yasası armağan ettiler. Armağanı tırnak içine alarak söylüyorum. Ne dediler 141- 142-163 ü kaldırdık dediler, ama ne koydular onun yerine Terörle Mücadele Yasasının 8. Maddesini koydular. Yani komünizm propagandası yapmak güya yasak olmaktan çıkmıştı, ya da “sosyal bir sınıfın diğer sosyal bir sınıfın diye başlayan madde yürürlükten güya kalkmıştı. Ama öbür tarafa koydular dediler ki, öğüt üyesi olmasa bile örgüt üyesidir” dediler. Ve Cumhurbaşkanına hakaret maddesini bugüne kadar işletmedikleri kadar işlettiler, cezaevlerinde şimdi örgüt üyesi olmadıkları halde “örgüt üyesi” olmaktan yatanlar var ve çok değerli cumhurbaşkanına hakaretten yatanlar var. Böyle bir süreçteyiz. Bizim önümüze ne konulacağı meselesini bizim inşa etmemiz gerekiyor, bizim yapmamız gerekiyor. O konuda gücümüz olduğunu düşünüyorum. Halka inanmak, kendimize inanmak ve birliğe inanmak ancak bu yolla solun kendisine de halka da yol açabilecek bir önderliği sağlayabileceği düşüncesindeyim”.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız
Son notlar

(1)Av. Şenal Sarıhan (17 Şubat 1948 doğumlu) bir Türk avukat, feminist ve insan hakları aktivistidir. 1997'de Robert F. Kennedy İnsan Hakları Ödülü'nü avukat arkadaşı Sezgin Tanrıkulu ile paylaşarak kazandı . İnsan hakları hareketinin kalbinde ve Robert F. Kennedy'nin vizyonu ve mirasının ruhunda cesur aktivizmi olan bir kişiye her yıl verilen bir ödül.
Biyografi:
Aslen bir öğretmen olan Sarıhan, 1967'de yönetim kuruluna katılarak ve gazetesinde sendika yanlısı yazılar yazarak Türk Muallimler Derneği'nde aktif olarak çalıştı. Bu yazıları nedeniyle 1971'de yirmi iki yıl hapis cezasına çarptırıldı, ancak 1974'te hükümet değişikliğinin ardından serbest bırakıldı. Serbest bırakıldıktan sonra hukuk alanında çalışmaya başladı ve 1976'da mezun oldu. İnsan hakları davalarında uzmanlaştı, aktivistleri ve aydınları savundu. 1980'de gazete yazılarında "devlet karşıtı görüşleri benimsediği" için bu kez otuz beş gün hapis cezasına çarptırıldı.
1986'da Çağdaş Hukukçular Derneği'ni kurarak başkanlığını yaptı. On yıl sonra, kadın haklarını protesto etmek için Çağdaş Kadınlar Derneği'ni kurdu.  1998'de bir röportajda bekaret testi uygulamasını savunması üzerine kabine bakanı Işılay Saygın'ın istifa çağrılarına öncülük etti.
Sarıhan, Başbakan Tayyip Erdoğan hükümetinin çeşitli önerilerinin kadın haklarına saldırı olduğunu savunarak aktif bir muhalifiydi. 2004'te zina karşıtı bir yasaya karşı çıkarak, yasanın öncelikle kadınlara karşı kullanılacağından endişe duyduğunu belirtti; 2007'de partisine karşı protesto gösterilerine önderlik etti ve şeriat yasasını tesis etmeye çalışacağından korktuğunu ifade etti. Planlar daha sonra düştü. [5] Ertesi yıl, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasını protesto etmek için yaklaşık 40.000 kişilik bir miting düzenledi.  Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) üyesidir.
2018 Seçimleri için CHP aday listelerinden çıkarıldı.
Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/%C5%9Eenal_Sar%C4%B1han

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget