Mart 2017
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İşçinin Kıdem Tazminatı Konusunu İşverene Müjdelemek
Hadi yine iyisiniz “İşçi sınıfı”
Yani “Çalışanlar”
Adına işçi denmese de, uzun çalışma yıllarının karşılığında işvereninden “kıdem tazminatı” alan ya da alması gerekenler…
Hükümet, bunca sıkıntısı arasında sizin yıllardır beklentiniz olan (!) ve hiçbir hükümetin yapmaya cesaret edemediği bir hamleyi yaparak kıdem tazminatı sorununu çözecekmiş.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, bu müjdeyi(!) Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği’nin (TÜMSİAD) genel merkezinde düzenlenen "Çalışma Hayatında Milli Seferberlik Projesi” toplantısında vermiş.
Gerçi “çalışanların çıkarı” ile ilgili bir iyileştirmenin doğrudan işçilere değil de, gidip sanayici ve işadamı derneğinde, işadamlarına müjdelenmesinde ufaktan bir terslik var ama olsun.
Diyelim ki adresi şaşırdı da işçiye vereceği müjdeyi patronuna verdi.
Olsun, orada da söylense laf döner dolaşır lazım gelen yere ulaşır.
“Dil sürçmesi” derler hani, bu da alt tarafı “mekan sürçmesi” olabilir.
Siz bunun nerede ve kime söylendiğine takılmayın; neyin söylendiğine bakın.
Bizde anayasal rejim hakkındaki açıklamalar bile hukukçulara değil de muhtarlara yapılmıyor mu?
Dolayısıyla her yerde olabilir.
*
Mesela “küresel konjonktür” yani dışarılarda esen havalar uygun olabilseydi bu müjde Dünya Bankası, IMF, ya da OECD’de yapılan bir toplantıda falan da söylenebilirdi.
Zaten onlar da “çalışanlar için yapılacak” bu güzelliklerin bir an önce yaşama geçirilmesini istemiyorlar mıydı?
Kim bilir ne kadar sevinirlerdi…
-Ne diyormuş mesela Dünya Bankası?
Dünya Gazetesi 1 Mart 2008’de yazmış:
“Dünya Bankası Türkiye gibi ülkelere, yatırım ve istihdam artışı için kıdem tazminatı müessesesini terk ederek işsizlik sigortasına geçmesini önermektedir”.
-Ne diyormuş IMF?
Milliyet Gazetesi 17 Ekim 2006’da yazmış:
“IMF Türkiye’de işten çıkarmanın kolaylaştırılmasını istiyor. Bunun için de kıdem tazminatının azaltılması gerektiğine işaret ediyor”
-Ne diyormuş OECD?
18 Ekim 2006’da Milliyet Gazetesi yazmış:
“OECD Türkiye Raporu’nda acı reçete önerisi geldi. Raporda asgari ücretin düşürülmesi, emeklilik yaşının yükseltilmesi ve kıdem tazminatlarının kaldırılması isteniyor”
Hem de gördüğünüz gibi kaç yıllar öncesinden bu yana gelen bir büyük sevda…
Yani anlaşılıyor ki, Sayın Bakan’ın bu günlerde işçi sınıfına müjdelediği(!) olay aslında küresel sermayenin de yıllardır “hiç aklından çıkaramadığı” bir konu.
Ve çalışanlara yapılacak bu iyiliklerden en başta onlar “ziyadesiyle” mutlu olacaklar.
Eee, pek çok hükümet yapalım istedi olmadı. Siyasi endişeler bir türlü şu çalışanları sevindirmeye imkan vermedi.
Demek ki bu hayırlı iş “pek yakında” bunlara nasip olacakmış.
Zaten ne deniyor?
“Onlar konuşur, bizim parti yapar!”
Sadece “yabancılar” mı bu hayırlı(!) düzenlemeyi bekleyenler?
Değil tabii.
Zaten müjde(!) nin doğrudan bizdeki bir sanayici ve işadamları derneğinde verilmesi de buna işaret etmiyor mu?
Tabii ki yabancıları ve irili ufaklısı yanında; TİSK, TOBB ve TÜSİAD da seviniyor.
Neticede sermaye hareketleri için “içerisi-dışarısı” ayrımı yapılabilir mi?
*
Bu girişten sonra gelelim işin özüne…
Birincisinin ne olduğunu ünlü para babası Soros” söylemişti; ne olduğunu bilen bilir, bilmeyen araştırır öğrenir.
Adam haklı da çıktı nitekim.
Türkiye’nin ikinci önemli ürünü “ucuz işçilik”tir.
Gerçi dünyada bu kadar açlık, bu kadar işsizlik varken neden Uzakdoğu, Afrika, diğer açlar falan değil de “biz” diye de düşünülebilir ama; pazarlara yakınlığı, kanaatkarlığı ve çalışkanlığı dolayısıyla bizim çalışanlarımızın onlardan daha fazla rağbet gördüğü aşikar.
Küresel yatırımcısınız…
Diyelim ki Türkiye’den ucuz hammadde alacaksınız.
Diyelim ki Türkiye’de yatırım yaptınız, devasa işletmeleriniz var, burada üretim yapıyorsunuz.
Her şey iyi de, “şu işçilik maliyetleri” biraz daha düşük olsa ve “kazancımız daha artsa” demez misiniz?
Dersiniz tabii…
Çünkü küresel ticarette ilgi alanınıza giren bölgelerde “haklar” dolayısıyla işçilik maliyetlerinin yüksekliği “zarar”, bu maliyetlerin düşürülmesi daha fazla “kar” getirir.
Adama sunmuşsunuz piyasanızı, satmışsınız devasa işletmelerinizi özelleştirme-güzelleştirme derken;
İş buraya kadar güzel…
Tamam, adama sundunuz bu imkânları “al çalıştır mal senin” dediniz ama ya “işçilik” ne olacak?
Boş durmayıp boşa mı çalışacak?
Daha iyi anlaşılsın diye örneklendirelim;
Diyelim ki size falan ülkedeki en büyük sanayi yatırımını çok “hesaplı” bir fiyata verdiler.
Alırsınız almasına da, “Peki ben burayı işletince işçilikler kaç para?” diye sormaz mısınız?
Sormak zorundasınız, çünkü orayı size bedava da verseler, işçiliğe yapacağınız ödeme belirler bu işten kazanıp kazanmayacağınızı.
Kazanmanız ya da daha fazla kazanmanız için o ülkede işçilik maliyetlerinin de aşağıya çekilmesinden yana olur gönlünüz değil mi?
Nasıl mesela?
Çok yolu var tabii.
Hemen aklımıza gelenleri sayalım:
-Üçer beşer çocuk yapın dersiniz nüfusu arttırırsınız. Bu iş uzun dönemde sonuç verir ama sonuçta yatırımlar sabit, nüfus yüksek olunca ücretler yapısal olarak düşer.
-O kadar bekleyemezseniz, çevre ülkelerden göç alırsınız, işsiz sayınız katmerlenir, gelenler en beğenilmeyen işlere bile talip olsalar onlar yerli işçinin işine ortak oldukları için ücretleri aşağıya çekerler.
-Daha da mı erken olsun?
Kıdem tazminatını kaldırır ya da üç otuz paraya indirirsiniz; maliyetler yine düşer. Çünkü kıdem tazminatı on iki aylık bir çalışma döneminde on üçüncü maaştır ki genelde yüzde 7,7 falan eder.
Bunu bir de geriye dönük yani geçmiş yıllara uygulatın; çok şey fark eder.
Sonuç:
Kıdem tazminatı, işveren açısından “işçilik maliyeti”dir.
Küreseli, yerlisi, büyüğü, bunun düşürülmesini ister.
Liberal(!) yani sermayeye göz kırpan siyaset her zaman bunu bir şekilde düşürüp “bak biz yaptık” demek ve bu işten sevineceklere şirin görünmek ister.
Ama ne var ki, bu günlük siyasette “sıkıntılı” bir durumdur ve bu güne kadar çok denenmesine, defalarca niyetlenilmesine karşın yapılamamıştır.
Çünkü, ne kadar soslara bulayıp yedirilmek istense bile çalışanlar bu işin kendilerine neye mal olacağını bilirler.
Olağan dönemlerde göze alınacak bir iş değildir.
Nitekim, kıdem tazminatının budanarak maliyetlerin düşürülmesi için bu kadar istek ve niyete karşın, son seçimlerden sonra iktidar asgari ücreti arttırmak zorunda bırakılmıştır.
Siyaseten pratiğinden bakıldığında, bu işin ancak “ben yaptım” oldu ile bir anda yapılabileceği açıktır.
Olabilir mi?
Oyun büyük ve oyuncuları güçlü.
Ama her durumda bizdeki siyasetin önümüzdeki günlerde alacağı şekle bağlı olabilirliği şüphesiz.
Şimdiden “olacak” demek, bir yerlerde ve bir yerlere müjdeler vermek; ya “laf olsun” kabilinden bir sözdür ya da son zamanlarda ünlenen bir deyimle “kasaptaki ete soğan doğramak”.
Bülent Soylan

Bülent Soylan

Nihayet ‘Hayır’, ‘Evet’i Geçti - Gürbüz Evren
16 Nisan’daki referanduma sayılı günler kala, dengeler de istikrarlı bir şekilde değişiyor.
Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Hayır ile Evet oranı hemen hemen eşitlendi.
Buna en büyük katkıyı ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüleri sağladı.
İşin özü 15 yıldır kimsenin yenemediği AKP’ye ilk mağlubiyeti bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tattırmak üzere.
Daha önceki yazılarda, bir grup arkadaşımla her hafta Ankara’nın Keçiören ve Sincan ilçelerinde kamuoyu araştırması yaptığımızı yazmıştım.
Sonucun büyük oranda Hayır çıkacağı Ankara-Çankaya, İzmir-Karşıyaka, İstanbul Kadıköy ya da Muğla vb. yerlerde değil de, Keçiören ve Sincan gibi AKP kalesi (son seçimlerde yüzde 65 oy oranına sahipler) ilçelerde anket yapmak, bize gerçekleri ve doğruları gösterecektir.
Bu ilçelerde yüz yüze konuştuğumuz insanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle “Hayır diyenler haindir” sözüne çok bozulmuş.
Kurulduğundan beri AKP’ye oy verdiğini söyleyen Nurettin D. Adlı bir esnaf, “Ben Evet diyorum, dünürüm ve hanımı Hayırcı. Dünürlerim vatansever, Müslüman insanlar. Onlara hain denilmesi beni çok üzdü. Hanım da, küçük oğlum da, ben de bu defa Hayır oyu vereceğiz” ifadelerini kullanıyor.
Oto tamircisi Muhammet Ali B.. de benzer şeyler söylüyor: “Reis’e hep oy verdik. 15 Temmuz’da Külliye’nin önünde günlerce bekledik. Eniştem referandumda Hayır diyecek. Bu konuyu bir araya geldiğimizde pek konuşmazdık. Kız kardeşim de, Evetçidir. Ama Cumhurbaşkanımızın o sözleri bizleri çok üzdü. Ne yani biz şimdi bacımızı bir vatan hainine mi verdik diye düşündük. Hacı annem, hacı babam, ben, eşim ve diğer aile mensupları sırf bu söz nedeniyle Evet demekten vazgeçtik.”
Buna benzer sayısız örnek var, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söylemde ısrar etmesi, Hayır oranını sürekli artırıyor ve kendi kendisini yenmesinin önünü sonuna kadar açıyor.
Keçiören, Türkiye’nin en büyük nüfusa sahip ilçesi ve AKP’nin kalesidir.
Keçiören aynı zamanda MHP kökenli vatandaşlarımızın yoğun yaşadığı bir ilçedir.
Kurulduğundan beri AKP’ye oy veren milliyetçiler, ülkücüler, MHP içindeki tartışma ve ayrılıklardan da ciddi bir şekilde etkilenmişler.
Kendini ‘Doğuştan Ülkücü’ olarak tanımlayan Kurtcebe A.. “Milliyetçiliklerinden zerre kadar şüphe etmediğim bazı ülküdaşlarım Hayır oyu kullanacak. Onlara vatan haini diyen karşısında beni bulur. Cumhurbaşkanı bu sözü ile benim gibilerinin desteğini kaybetti” diyor.
Keçiören’in Sanatoryum semtindeki kahvehanede konuştuğumuz 15 kişilik gruptan da benzer değerlendirmeleri aldık, ama bunun yanında AKP içindeki milliyetçileri kızdıran başka bir konunun da etkisinin büyük olduğunu gördük.
Eski ülkü ocakları yöneticilerin Yavuz E, “Hayır diyen arkadaşlarımızı PKK ve FETÖ’nün yanında sayıyorlar, ama Barzani’yi bayrağını çekerek ağırlıyor, ondan Evet için destek istiyorlar. Biz de, Evet diyerek Barzani’nin yanında mı yer alalım? Böyle bir mantık olamaz. Biz Hayır diyecek ülkücü arkadaşlarımıza kefiliz. Onlara hain denilmesine tepkimiz Hayır olacak” diye konuşuyor.
Örnek çok, yer yok demekten hoşlanmıyorum, ama işin özü bu.
Yaptığımız son araştırmada, Hayır oylarının ilk kez Evet oylarını kıl payı da olsa geçtiğini gördük.
Paris’teki öğrenciliğim sırasında, Fransız kamuoyu araştırma şirketi İPSOS’ta bir süre yarı zamanlı çalışmıştım.
Alanında kendini kanıtlamış olan İPSOS’da aldığım eğitim ve edindiğim tecrübe, son güne kadar ihtiyatlı davranmak gerektiğini söylüyor.
Gerçek şu ki, sonucu AKP içindeki ve dışındaki MHP’liler belirleyecek.
Ama bu arada başta Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP sözcüleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’lilerden gelen kutuplaşmayı körükleyecek açıklamalara da yanıt vermemeli, tahriklere dikkat etmeli.
Yıllardır yazdığım ve CHP yönetimine üstün birikimleriyle gelmiş isimlerin kıvrak zekâlarıyla göreceklerine hala inandığım AKP’nin zayıf noktalarından 2’si referandum sürecinde nihayet gün gibi ortaya çıktı.
Eğer 16 Nisan’a kadar CHP yönetimi bunları görür ve üstüne giderse Hayır garanti olur.

Gürbüz Evren

Sayın Cumhurbaşkanı istifa edecek midir? - Güner Yiğitbaşı
Referanduma sunulan anayasa değişikliği paketinde;Cumhurbaşkanına, meclisi fesetme yetkisini tanıyan bir hükmün var olup olmadığı tartışması, Sayın Cumhurbaşkanının istifa etmesine kadar dayanmış bulunmaktadır.

Önceki makalemizde de belirttiğimiz gibi, referanduma sunulan yeni anayasa değişiklik paketinde, satır aralarına gizlenmiş olarak (Md.11) Cumhurbaşkanına meclisi fesih yetkisi tanınmıştır.

Önceki makalemizde belirttiğimiz gibi, Cumhurbaşkanına tanınan meclisin yenilemesine karar verme yetkisinin karşılığı, meclisin feshidir.Anayasa paketinde açıkça fesih kelimesinin kullanılmaması, kimseyi yanıltmamalıdır. Sayın Cumhurbaşkanı ve onun gibi düşünenler, kelime oyununa sığınarak, istifaya kadar uzanan gereksiz bir iddianın içine girmişlerdir.

Dün(29.03.2017) değerli Anayasa Profesörü Sayın KABOĞLU da çok güzel açıkladı, Anayasa hukukunda ve geleneğinde, meclisin feshi yerine,meclis seçimlerinin yenilenmesi kavramı kullanılmaktadır.

Meclisin feshi yerine, meclis seçimlerinin yenilenmesi kavramının kullanılması çok yerinde ve  doğrudur.

Zira, fesih; kesin,süreklilik arz edecek ve bir daha geriye dönüşü olmayacak şekilde,hukuken oluşturulan bir topluluğu, örneğin bir derneği, kooperatifi ve şirketi bozma, dağıtma, sona erdirme, geçersiz kılma demektir.

Birkaç örnek vermek gerekirse;

Konut yapı kooperatifleri, ana sözleşmeleri gereğince, ana sözleşmede gösterilen işlerin tamamlanması ve ferdi mülkiyete geçilip konutların ortaklar adına tescil edilmesiyle amacına ulaşmış sayılır ve dağılır,kendi kendini fesih etmiş olur.Kanunlarda öngörülen diğer hallerde de, ilgili bakanlığın mahkemeden alacağı kararla, kooperatifler feshedilir.

Türk Ticaret Kanununun  353 - (1) maddesi uyarınca, Anonim Şirketlerde;şirketin kurulmasında kanun hükümlerine aykırı hareket edilmek suretiyle, alacaklıların, pay sahiplerinin veya kamunun menfaatleri önemli bir şekilde tehlikeye düşürülmüş veya ihlal edilmiş olursa, yönetim kurulunun,  Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın, ilgili alacaklının veya pay sahibinin istemi üzerine asliye ticaret mahkemesince şirketin feshine karar verilir. Yasada öngörülen diğer bazı hallerde de, mahkeme kararıyla şirketin feshine karar verilir.

Umarız anlatabildik, fesih neymiş efendim?

Süreklilik arz edecek,bir daha geriye dönüşü olmayacak şekilde, hukuken oluşturulan  bir topluluğu,kuruluşu, örneğin; bir derneği, kooperatifi ve şirketi kesin olarak, geriye dönüşü olmamak üzere,bozma, dağıtma, sona erdirmek demekmiş.

Anayasa ve yasa dışı bir darbe ile demokrasiye temelden son vermeden, demokrasiyi temelden sonlandırmadan, Türkiye Büyük Millet Meclisini süreklilik arz edecek ve bir daha geriye dönüşü olmayacak şekilde dağıtmak ve sona erdirmek Cumhurbaşkanı dahil, hiçbir babayiğitin harcı olmadığına göre, demokrasilerde ve demokratik anayasa metinlerinde; mevcut meclisi oluşturan milletvekillerinin görevine son verilerek, seçimlerin ve meclisin derhal yenilenmesi için,meclisin feshi  kavramı yerine, seçimlerin yenilenmesi kavramının kullanılması, daha doğal,demokratik ve yerinde değil midir?

Tabii ki, evet. Referanduma sunulan yeni anayasa değişiklik paketinde de, bu nedenle meclisin feshi kavramı yerine, seçimlerin yenilenmesi kavramına yer verilerek, Cumhurbaşkanına tanınan yetki, meclisi yenilemeye karar verme yetkisi olarak açıklanmıştır.

Sonuç olarak,referanduma sunulan yeni anayasa değişiklik paketinde; Cumhurbaşkanına, seçimleri yenileme, başka bir anlatımla meclisi fesetme yetkisi tanınmıştır. Çok üzgünüz ama,bu durumda Sayın Cumhurbaşkanı; aksinin çıkması halinde istifa edeceğini açıkladığı kendi iddiasını kaybetmiştir.

Taktir Sayın Cumhurbaşkanınındır.

30/03/2017
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Sen ve Ben - Gündüz Akgül
Aşağıda anlatacaklarım bir öykü değil, gerçek bir yaşamın ta kendisidir.
Yaşamı tozpembe görenlere ithaf olunur (sunulur).
Sevgili dostum,
Sen ve ben eşit koşullarda dünyaya gelmedik.
Sen, varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gözlerini açarken…
Ben, zorla geçimini sağlayan cahil, çiftçi bir ailenin bireyi olarak yaşama merhaba dedim.
Bundan sonra ailelerimizin bize verebildikleri ve kendi kişisel çabamızla kişiliğimizi oluşturduk.
Sen, çocukluğun gerekleri ne ise onların tümünü fazlasıyla yaşarken…
Ben, çocukluğumun 7. Yılında aileme katkıda bulunmak için kuzu çobanlığı yapmaya başladım.
Senin, bisikletin, çeşit çeşit oyuncakları varken…
Benim, tek oyuncağım, kuzu otlatırken elimdeki sopayı at kabul ederek binmek ve çalışmaktan fırsat buldukça çelik çomak oynamaktı.
Sen, anlamaya başladığında elektriği, sinemayı görüp, otomobile binerken…
Ben, bunları 13 yaşımda köyden kente okumaya gittiğimde tanıdım.
Sen, yaz tatillerinde denizde yüzüp serinlenirken…
Ben, 40 derece sıcağın altında ekin tarlasında orakla ekin biçtim.
Sen,  okula kolalı beyaz yaka, ütülü siyah önlük, iskarpin ayakkabı ve ütülü pantolonla tam okula gitme yaşında başlarken…
Ben, okula, buruşuk beyaz yaka, ütüsüz siyah önlük, ayağımda kara lastik ve dizi yırtık pantolonla ancak 9 yaşımda başladım.
Lise çağlarında sen, ütülü takım elbise, kolalı gömlek, kravatla şık bir görüntü ile okula gelirken…
Ben, sene ortasında dizi ve popo kısmı yırtılan solmuş pantolonuma, terziden alıp sakladığım solmamış kumaş parçası ile yama yaptırarak, yırtığı kapattığım için sevindim ve yatak altı ütü ile çift ütülü çıkan pantolonu sabahleyin giyip okula geldim.
Sen ve arkadaşların halime gülerek tepeden bakarken…
Ben, bunu hiç dert edinmedim, hep seninle aynı notu alıp başarıyı yakalamanın heyecanını ve sevincini yaşadım.  
Sen, okul sonrası yazın dinlenirken, tatile giderken, denizde yüzerek, keyfine bakarken…
Ben,  ailemin geçimine katkıda bulunmak için çobanlık ve çiftçilik yaptım.
Ben, sana kavuşmak için büyük bir çaba göstermem gerektiğinin bilinciyle ve azmiyle hep çalışırken…
Sen, arayı kapatıp sana yaklaştığımı bile fark etmedin.
Sen babandan kalan kalıt (miras) ile keyif çatıp yaşarken…
Ben alnımın teri ile kazandığımla geçinmenin gururunu yaşadım.
Anlayacağın dostum, ben yaşam koşusuna senden 40 km geriden başladım.
Bitiş noktasına yaklaştığımızda at başıydık.
Bu gün geldiğimiz noktada sen, hala kimseyi umursamadan, hiçbir şeyi dert etmeden, başkasının sıkıntısı ile ilgilenmeden, yaşamın tadını çıkarmaya devam ederken…
Ben, arkamda bıraktıklarımın yoksulluklarıyla, sıkıntılarıyla ilgileniyor, ülkemin sorunlarını tartışıyor ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk hayranı olan rahmetli babamın bana aşıladığı Atatürk sevgisiyle ülkemin aydınlığının karartılmaması için, çaba gösterenlerin safında yer alarak katkıda bulunmaya çalışıyorum.
İnan ki bu halimden yakınmıyorum, senden daha mutlu olduğumu da biliyorum.
Dostum, rahatı bırak birazda sen uğraş, ikimizin olan ülkemizin sorunlarıyla.
Unutma ki ayni gemideyiz. Bir tufanda ikimizde boğulacağız.
Bu günlerde, ortak mülkümüz olan ülkemizin tapusu bir kişiye verilmek istenirken, olabileceklerin farkında olarak, hem kendi çocuklarım ve torunlarımın, hem de seninkilerin aydın gelecekleri için ben  #HAYIR diyorum.
Ya sen?

29.03.2017
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Deniz Baykal Konuştu: “Neden Hayır Demeliyiz”
CHP Eski Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal, Yenimahalle Beld. Nazım Hikmet Kültür Merkezi 1500 kişilik salonda, 16 Nisan’da yapılacak olan Anayasa değişikliği ile ilgili referandumda “neden hayır” dememiz gerektiği konusunda açıklamalarda bulundu.
Salonun tamamen dolu olduğu, salonun bayrak tarlasına dönen görünümünde birçok kişinin ayakta izlediği konuşmalarda, önce Belediye Başkanı Fethi Yaşar özetle şöyle dedi:
“-Biz tek adam rejimini 1923 te bıraktık. Tek adam rejimlerinin dünyaya ne acıların yaşattığı ülkelere hangi acıları yaşattığı tarihte görüldü. Biz onları geride bıraktık. Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bize, milletin iradesini millet kendi tayin eder” diye görev verdi. Biz demokrasiyi sevdik, biz hukukun üstünlüğünü sevdik, biz insan haklarını sevdik, biz kardeşçe yaşamayı sevdik; ırkımız, mezhebimiz, inancımız, düşüncemiz ne olursa TC nin eşit yurttaşlığını sevdik. Bunu sevmeye de devam edeceğiz. Bu referandum Gazi Mustafa Kemal’in aydınlık yolunda dönme veya dönmeme referandumudur. Hukukun üstünlüğünün olmadığı bir ülkede, ağımsız bir hukukun olmadığı bir ülkede yatırım yapılmaz, o zaman işsizlik artar, o zaman ekonomi büyümez, işte bütün ülkelerle kavgalı hale geldik. Ömrünü demokrasiye adamış diplomatları bir kenara atarak bu gün yaşadığımız acıların faturasını bizler çekiyoruz. Cumhuriyete, cumhuriyetin değerlerine sahip çıkacağız, bu ülkenin birliğine dirliğine sahip çıkacağız”.
Deniz Baykal konuşmasında şunları söyledi:

ANAYASAYI HAZIRLAYAN GÖRÜLENLERİN HABERİ YOK BOŞ KAĞIDA İMZA ATMIŞLAR.
Deniz Baykal Konuştu: “Neden Hayır Demeliyiz”
“-1982 Anayasası 17 defa değişikliğe uğradı. Son günlerde bir anayasa değişikliği ortaya çıktı. Kim yazdı bu anayasayı, imza sahiplerine “kim yazdı bu anayasayı” diye sorduğumuz zaman, “vallaha benim haberim yok, boş kâğıda imza attım” diyorlar. Bu anayasa öyle bir anayasa ki, onu Meclise sunanların sahip çıkması mümkün değil, boş kâğıda imza atmışlar, yazanlar belli değil, ama anayasanın arkasında bir irade var, bir siyasi güç var. Anayasa hazırlanıyor ve önümüze getiriliyor. Kim sahibi diyoruz, sahip yok. Dünyada 200 tane ülkeler var. Bu 200 üyenin hiç birisinde benzeri olmayan bir anayasa, hayatta yok, dünyada yok, bizim tarihimizde hiç böyle bir şey yok. Bizim tarihimizde, Cumhuriyet öncesinde istişare, şura, meşveret daima devlet yönetimin temel ilkesi olmuş. Cumhuriyet tarihimizde organlar ortaya çıkmış, Kurtuluş Savaşımızı Meclis yönetmiş. Savaşı dünyada ilk kez bir Meclis yönetti. Komutanlar o meclise bağlıydı, o meclis aslında Türk milletinin ta kendisiydi. (Alkışlar). “Meclis kurulmuş, devlet şekillenmiş, aradan yüz yıl geçmiş; yaşanan sorunların hiç biri ondan kaynaklanmıyor. Şimdi birileri çıkmış, içinden çıktığı Meclisi beğenmemiş. “yav bu Meclisle olmuyor” demiş, onunla değil senimle olmuyor.(Alkışlar).

MECLİSE VERİLEN YASAMA YETKİLERİ ELİNDEN ALINIYOR VE TEK KİŞİYE VERİLİYOR.
“-Baktık, Meclis yeni anayasada kuşa çevrilmiş. AB den sorumlu bakan bunu iftiharla söylüyor, diyor ki: “artık asli iktidar cumhurbaşkanıdır, Meclis tali iktidar haline getirilmiştir”. İftiharla söylüyor bunu. Meclis yetkileri çok ciddi şekilde tahrip edilmiş. Mesela yasama kanun çıkarma, kanun niye özeldir, hepimizi bağlar çünkü. Devletin meşru gücü gerekirse o kanunu işletmek için meclisi kullanma hakkı vardır. Devletin meşru gücü kanuna uymayana uyacaksın der. Kim söyler kanunu, çok akıllı bulursa söyler, devletin resmi gücü kanuna uyacaksın der. Meclis ortamında şikâyet edecek, tartışacak, sorgulayacak 80 milyon milletin adına. Şimdi bunu kaldırıyoruz. Meclisin kanun yapma işlevi budanıyor, bu yetki tek kişiye devrediliyor. Bakanlıkların tümünü bir kişi sabaha karşı ortadan kaldırabilir. Meclisin kanun yapma yetkisi fermanla olmaz, ferman devri geçti; “ben bunun şöyle olması gerektiğine inanıyorum” derken, sen Meclise kural koyamazsın. 80 milyon adına seçilen Meclis koyacaktır. Bazıları o kanuna evet demiyor olabilirler. Ama onun da bilgisiyle, onun da katkısıyla, onun da gözleri önünde bu yapılacak, yanlışını ifade hakkı olacak, şikâyet etme, yanlışı söyleme hakkı olacak, millet de bunu dinleyecek. Şimdi bu düzeni şimdi kaldırıyoruz, meclise verilen yasama yetkileri elinden alınıyor ve tek kişiye veriliyor. Kararname ile bakanlıkların tümünü bir kararname ile ortadan kaldırabilir. Kapatabilir öteki bakanlıkları, bakanlıklara gerek yok da diyebilir. Yeni bakanlık kurabilir. Devletin yüksek yöneticilerini sadece kimler olacağını değil, onlara yetki veren düzenlemeyi, yani oraya nasıl girileceği ile düzenleme ile onların yetkilerini de düzenleyebilir.  Özlük haklarını belirler. Bütün her şeyi düzenler. Şimdi bunlar kanunla yapılıyor. Kanun yapma yetkisi kaldırıldı bir kişinin takdirine bırakıldı.
Bir milletin en büyük güvencesi paranın nasıl harcanacağını düzenlemektir.

ADALET BİR TOPLUMUN EN TEMEL DAYANAK NOKTASIDIR.
Deniz Baykal Konuştu: “Neden Hayır Demeliyiz”
1215 Magna Carta, demokrasinin ilk adımı bizim paralarımızı alıyorsunuz, nasıl harcıyorsunuz, gelin bakalım, bunun inceleme, denetleme ile başladı demokrasi 1215 bizim Osmanlı İmparatorluğumuz daha yeni şekillenme durumunda.
Seçilen kişi ister saray yapacak, ister Suriyelilere maaş bağlayacak, ister uygun gördüğü şekilde harcayacak. Bu nasıl bir şey söz hakkı yok. O bütçe hazırlanırken kimseye bilgi vermeyecek, danışmayacak, istişare etmeyecek, o nasıl uygun görürse, o kadar bitti. Böyle devlet yönetimi olur mu? Bütçe gitti, yanın önemli bir kısmı gitti. Olağanüstü hal ilan etme yetkisi cumhurbaşkanında, bakanlar kurulu gitti, başbakan gitti, yürütme tek kişiye inşa olundu. Tek kişiye, bir organ, bir kurul, bir müzakere. Cumhurbaşkanı tek başına müsteşarlar, genel müdürler, bütün yöneticiler, her şey bir kişinin iki dudağı arasında. O istediğini alır, istediğini uzaklaştırır, kimse de bir şey söyleyemez.
Yürütme üzerindeki yetkilerle yürütmeyi şahsileştiren yetkiler kurumsallığını ortadan kaldırıyor. O organ olmaktan çıkıyor, ülkede. İlkeler kişinin takdirine bağlı. Yasama üzerinde de tasarruf etme hakkına sahip.
Yargı ister parlamenter sistemde olsun, ister başkanlık rejimi olur yargı daima siyasetin etkisi dışında tutulmak istenmiştir. Adalet toplumun en temel değeridir. Tek adam rejiminde de adalet olmazsa o rejim de gider. Monarşide de adalete ihtiyaç var, parlamenter rejimde de var, başkanlık sisteminde de var, düşünülecek her rejimde hak, adalet ve giderek hukuk temel unsurdur. İnsanoğlunun birlikte yaşamasının en temel dayanak noktasıdır.
Şimdi yargı, adalet ne oluyor, adalet neye bağlı, kim adaleti tevdi edecek, kim adaleti tasavvur edecek hâkimler yargı organı. Hâkimler yargı bir kişinin iki dudağının arasında. Zirvede adalet denetleyen iki unsur var, birisi Anayasa Mahkemesi (AYM), yani yasamayı denetleyecek, öbürü de Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu(HSYK). Bütün hâkimleri hem soruşturacak, hem aklayacak, hem denetleyecek, hem de mahkeme ihdas edecek, Danıştaya’a üye yapacak, Yargıtaya üye yapacak bütün adalet dünyasının kaynaklandığı HSYK. Adaletin uygulanmasının kaynağı. AYM nasıl?
HSYK unda 13 tane üye var, 6 tanesini bizzat Cumhurbaşkanı kendisi tayin edecek, 7 tanesini de Meclis tayin edecek. Şimdi bizim Anayasamızda Meclis bazı yetkiler bırakılmış. Meclisin der kanun yapma yetkisi var. Meclisin de soru sorma yetkisi var. Meclisin de gerekirse seçim kararı alma yetkisi var. Cumhurbaşkanı aynı zamanda iktidar partisinin genel başkanı. O meclise verilen yetkilerin yasama hakkını Yargı AYM sine üye seçme hakkının bir anlamı kalmıyor. Cumhurbaşkanının kararname ile düzenleme alanına girme olanağı yok. “Yanlış yapıyorsun, seni kısıtlıyorum onun için çıkarıyorum, seni engelleme hakkı fiilen yok. Anayasada olsa bile yok. Tuhafımıza giden yadırgadığımız cumhurbaşkanının Meclisteki bir patinin genel başkanı olmasıdır, bu meclisi etkileyemez, dengeleyemez, denetleyemez, görevini yapamaz hale getiriyor. Cumhurbaşkanına bu yetki, görev verilmez, deme imkânın kalkıyor.
Şimdi Anayasa Mahkemesinin AYM) 15 üyesi var, 12 sini bizzat Cumhurbaşkanı atıyor, geri kalan üçünü de Meclisten şekilleniyor. Gerek HSYK seçiminden gerek AYM nden Meclisin Üçte iki ile seçim yapma sorumluluğu yok. Öyle hükümler var, ama son noktada basit çoğunlukla yine Mecliste seçilenlerin iktidar partisinin seçme hakkı var. Ne oluyor, Anayasa Mahkemesi bu halde. Cumhurbaşkanını kim denetleyecek, Meclis denetleyecek. Meclis cumhurbaşkanını rahatsız ettiği anda, cumhurbaşkanının “haydi buyurun seçime gidiyoruz” sözü , tehdidi ile maruz kalması mümkün olacaktır. Meclisin çoğunluk partisi cumhurbaşkanının isimlerini yazdığı listeyle milletvekili olmuş, onların milletvekilliğini belirleyen bizzat Cumhurbaşkanı. Meclise yat dediğini yaptırıyor. Meclisin yarısını seçmeyle, onun da bir siyasi tercihi var aynı şey midir.
Biz tek adam deyince cumhurbaşkanı kızıyor. Ama biz hakaret olsun, diye söylemiyoruz, gerçek. Siz kendisini yargılayacak olan AYM sinin 15 üyesinin 12 sini bizzat kendisi yazarsa üçünü de meclise seçtirirse, siz kendisini yargılayacak olan o merciyi bizzat kendisi oluşturursa, buna yargı deme imkânı var mı? Bakmayın o köprülere yazılan yazılara, “meclis güçlendiriliyor, yargı bağımsız değil artık tarafsız olacak” . Bunlar halkı alay etmektir, alay. Gerçekler ortada, sen tarafsız dedin diye tarafsız mı oluyor. Yargı bağımsız denildi bağımsız mı oldu. Bu anayasa kısaca tek adam anayasasıdır. Hiç lami cimi yok. Cumhurbaşkanı diyor ki, “tek adam anayasası derseniz Mustafa Kemal’e hakaret edersiniz” Yani “Atatürk tek adamdı” diyecek.
Atatürk “tek adamlığı” elinin tersiyle itmiş. Gel sen de “başbakanlığı kaldıralım, hem başbakan ol, hem cumhurbaşkanı ol, teklifini götürenler, Atatürk, bu teklifi getirenlerin şaşarım aklı perişanına demiş. Celal Bayarlar, İsmet İnönüler, Bayar, “sakın gitmeyin” diye tepki göstermiş. Ona rağmen bir grup gitmiş Atatürk’e, başbakanlık da her şey sizde olsun, öyle düşünenlere, “şaşarım aklı perişanına” demiş.
Meclisi o açmış, Meclisle yola çıkmış, meclisi daima güçlendirmiş, geliştirmiş ve daima meclisle iftihar etmiş, şimdi bu günlerde meclis tartışmasında muhatabımız olan Cumhurbaşkanı, “tek adam derseniz Atatürk’e hakaret edersiniz”. Hayır Atatürk’e hakaret etmeyiz. Atatürk tek adamlığı ret eden adamdır, meclisi yücelten adamdır.(Alkışlar). Onu söyleyenler meclisi içine hazmedememiş olanlardır.
Cumhurbaşkanı diyor ki, “tek adam, meclis varsa tek adam olmaz, seçim varsa tek adam olmaz”, diyor. Bütün tek adamlarda Meclis de vardır, seçim de vardır. Bakın Orta Doğu’ya Kaddafi’den başlayın, Esat’dan, Saddam’dan, Mübarek’ten Saddam’a kadar gelin her yerde seçim de vardır, sandık da vardır ve göstermelik bir de meclis de vardır.

DEMOKRASİ SEÇİMDEN İBARET DEĞİLDİR
Deniz Baykal Konuştu: “Neden Hayır Demeliyiz”
Tek adamlığı meclis varsa rahatsız olmaya neden anlayışı Anayasa kavramını içselleştirememiş anlayıştır. Yani demokrasi seçimden ibaret değildir. Demokrasi bir göstermelik meclisin, seçimden ibaret değildir. Bakın Türkiye’de Kenan Evren zamanında da meclis vardı, daha önce danışma meclisi vardı.  Bunlar hiç biri meclisin güvencesi değildir. Diyelim ki, diyor,  “Cumhurbaşkanı, “başkan yolunu şaşırdı, hata yaptı, ne olacak bunun gereğini kim yerine getirecek, buna kendisi cevap veriyor, “millet hesabını soracak” diyor. Günümüzde milletin hesap sorması, bir hukuk devletinde bir anayasal düzende kabul edilebilir bir şey değildir. Millet seçtiği organlar da inşa edecek olandır. Millet bütün güç kaynağıdır. İcraatı denetleyecek olanı o belirler. Ne diyor mahkemede, hükümler “millet adına” veriliyor.
Şimdi diyo, “millet hesabı sorsun” yapmayın, millet hesabı taşla sopayla mı soracak. Millet sokaklarda mı verecek. Millet siyasetle sorar, hukukla sorar. Millet hesabı sorulacaklara yargı, hukuk mercilerini yaratır, millet yaratır. Amma millet, illa buraya gel diyemez.
Millet çiftçiyi batırdın, anamızı ağlattın deyince “al ananı da git”  diyordu. Organ, siyaset soracak, meclis soracak. Meclis soruyor mu, soramıyor. Çünkü Meclisin yarısını sen tayin etmişsin, sana o yetkiyi vermiş. Ondan sonra da denetim yetkilerinin tümünü kaldırmışsın. Bakan atarken Meclise sunuyor musun, onlar ne düşündüğünü ne yaptığını anlatıyor mu? Ses yok. Meclisin cumhurbaşkanının yüce divana sevk yetkisi dışında başka yetki var mı?
Türkiye’nin bütün bütçesini yapacak, yani 700 katrilyonu harcayacak. 700 katrilyonu atayacaksın, gel de bir danış danışacak mı? Hayır. Bütçe konusunda bilgi vermeyecek, danışmayacak. Cumhurbaşkanı Meclisle muhatap olmayı ret ediyor. Yazılı soru yok, sorsan bile çok sonra müsteşar yardımcısıyla cevap gelecek. Meclis tali yetkili, asıl yetki başkanlıkta. Meclis güçlendirilmemiştir, meclisin yetkileri elinden alınmıştır, denetim yapamaz hale getirilmiştir, yasama yetkileri ciddi ölçüde kısıtlanmıştır, bütçe yapamaz haldedir. Pek çok yetkiler elinden alınmıştır, yetkiler başkana devredilmiştir. Bunlardan birisi de eyalet ihdas etme, eyalet kurma yetkisidir. Her türlü kararname yetkisi verilmiştir, bilinçli olarak alınmıştır. Meclisin ülkenin geleceği, kaderiyle ilgili tasarruf kullanmanın tek nedeni meclisin yetkileri cumhurbaşkanlığına devredilmiştir. Cumhurbaşkanının Meclis üzerindeki genel başkanlık yetkisi dolayısıyla, bırakılmış olan yetkilerin etkin bir şekilde Cumhurbaşkanlığınca kullanılması mümkün kılınmıştır. Meclis kendini yenileyemez haldedir. Ben cumhurbaşkanına karışmayacağım ama ben dört yılda bir seçime gideceğim, hayır gidemezsin. Niye, bütün bu düzenlemelerin altında ne yatıyor. Meclisin kendisini seçime götürememesi aslında milletin meclisi yenileyememesi anlamına gelmektedir. Meclis de milletin iradesiyle yenilenemez, ne zaman Meclis seçimi yapılır? Cumhurbaşkanının seçiminin yarsısı, Cumhurbaşkanı kendi mihveri var sen de kendi kaderini yaşa. Bu aslında milletin iradesine getirilmiş bir kısıtlamadır. Bu kadar düzenleme niye yapılıyor. Bu konular bir parti konusu değildir, hepimizi ilgilendiren bir konu. Söylenen gerekçelere inanıyor musunuz? İstikrarı sağlayacakmış, 15 senedir tek başınıza istediğinizi yapıyorsunuz, hiçbir şeye ihtiyacınız yok. Yarınımızı kurtarmaya çalışıyoruz” bırak yarınımızı, canınızı kurtarmaya çalışıyorsun, ortalık allak bullak bir sürü konularda yarınımı düşüneceksin, şimdi, yarın değil. İstikrar dediği nedir, biliyor musunuz? İstikrar dediği, “benim denetim dışında bir siyaset tomurcuklanmasın” “benim denetimim dışında bir siyaset şekillenmesin”.
Bakın bu anayasa daha iyi bir gelecek vaat ettiği için değil, bu kendilerine hâkim olan korkuları bertaraf için planlanmış bir anayasadır. Bu anayasadan birileri bir şey bekliyor, torba kanunun diyorsun, birbirleriyle ilgisi olan olmayan her konuyu yerleştiriyorsun geçip gidiyor. Kanunlarla bütün denetimleri etkisiz kılıyorsun, istikrar diye bir sorun yok.
Bak diyor, 7 Haziran seçimlerinde ben çoğunluğu kaybettim, güç bela zorluklarla toparlayabildim. Bir daha böyle bir tehlike ile maruz kalmak istemiyorum. Meclisin milletin siyasi iradesini meclisin içinde tek başına çoğunluğu sağlar hale gelmesi. Kendi seçimini kendi seçiminden besliyor ve meclisi bütün denetim mekanizmalarından arındırıyor. Para harcamayı, 700 katrilyonu harcamayı, devleti kullanmayı, meclisin onayına değil, kendi takdirine bırakmayı öngören düzenlemedir. (Alkışlar). Diyor ya “hesabı millet sorar”,  bırak millet sorsun, seni iktidardan düşürsün, iktidardan düşme mekanizmalarını niye tıkıyorsun.
Günümüzde zorla, taşla, sopayla, yumrukla hesap sorulmaz iktidardan, hukukla ve siyasetle sorulur. Bak siyasetin önünü kesmişsin, aç siyasetin önünü siyaset sorsun Bir de hukukla sorulur.
Hukuk ne durumda? Hukukta sormak için bunda diyor ki Cumhurbaşkanı , “benim hakkımda kimse bana soru tevdi edemez, ne yazılı ne sözlü, gensoru olamaz, güvensizlik oyuna ihtiyacım yok, kimse karışamaz, ben bildiğimi yaparım, bana kimse bir şey yapamaz. Peki, yaparsın, sana hiçbir şey işlemez, bir şey işler, bir suçum varsa verirsin mahkemeye.
Siyasette suç olması şart değil, siyasette yanlış olur, uyarı olur, eleştiri olur. Bakın Trump geldi ABD de, dedi ki “yedi Müslüman ülkeden insanların ülkeye girmesine izin vermiyorum”. “Beş yıl sonra seçimde sorarsınız”, oldu mu? Ama hukuk ne dedi, dur hele hak var, hukuk var, düzen var her şeyi yapamazsın, onaylanırsa çok kötü olur. Amerika için de dünya için de kötü olur. Sana bu yetki verilmedi” dedi. Birden geri adım atmak zorunda kaldı.

MİLLETİN İKTİDARI EGEMENLİKTİR, BİR KİŞİYE VERİLEN GÜÇ HEGOMANYADIR,
Medeni hukuk bu işte, hukuk var, hukukta bunlar var. Sen de var mı, hayır, “suç varsa ver mahkemeye”. İyi de ülkeyi savaşa soksan nasıl mahkemeye vereceğiz. Üç beş yıl sonra gel hesabını sor, olur mu? (Alkışlar). Suç varsa AYM sine, yüce divana ver, kim verecek. 600 milletvekilinin 300 ünü sen tayin edeceksin, geri kalan 300 ün içinden 400 çıkaracağız. B matematik Problemini Einstein de çözemez, kimse çözemez. Bu milletin sağduyusu ile alay etmektir. 400 kişiyi bulacaksın. Öyle ki eğer, Mecliste soru önergesi verdiğin andan itibaren, komisyon kuruluncaya kadar, yetkili süre içinde, o meclisin feshetme yetkisi cumhurbaşkanının elinde. Bunu bilerek hep araştırma için kim imza atabilir. Tehdit karşısında kim bu yetkiyi kullanabilir. Millete her türlü dalavereye müsait ortamda işi gargaraya getirip yürütüyorsun. Yok böyle bir şey. 600 u bulacağız, diyelim ki bulduk, işin içinden çıkamazsın, git AYM sine, nedir oradaki manzara; 15 üyenin 12 si kendinin tayin ettiği insanlar (yargıçlar). Bu iyi niyetli bir olay değil. Anayasada Cumhurbaşkanına yardımcı seçme yetkisi veriyor, sayı yok, sınır koyalım, üçe kadar diyelim mesela, niye koymuyorsun unuttular mı? Beş de, on de, işte “ben takdir ettim, anayasa demek, hukuk demek senin takdir sınırını çerçeveye almak demek. Her alanda. Bunların hiç birisi yok. “bırakın ben yapayım”, böyle hukuk olmaz. “Millet hesabını sorar” diyor. Böyle hesap sorulmaz, adalet hesap sorar, hukuk hesap sorar, siyaset hesap sorar, sen hiçbir konuda izahat bile vermiyorsun, hukukun etrafını Çin duvarlarıyla çevirmişsin. Bunu iyi niyetli hata diye anlamak mümkün değil. Tek kişiye güç verenin yollardır bunlar. MİLLETİN İKTİDARI EGEMENLİKTİR, BİR KİŞİYE VERİLEN GÜÇ HEGOMANYADIR, egemenlik değildir, olamaz. Bizim bin yıllık iftihar ettiğimiz tarih orda dururken biz nasıl olur da bu kadar yetkiyi verip de al sen yönet diyebiliriz.
Bu kadar sınırsız, denetimsiz yetkiyi bir kişiye vereceğiz, o kişi hata yapabilir mi? Yapmayabilir mi? Yapmaya bilemez desem şaşarsınız. Beşer şaşar. Anayasa “yapmayabilir” diye düzenlenebilir mi? “Yapmayabilir” diye anayasaya konur mu? Anayasa ne diye yapılır, “yapabilir” diye düzenlenir, o nedenle sınırlar konulup çerçevelendirilmelidir.
Bizim anayasa önerisinde böyle bir çerçevelendirme yok.
15 yıldır kaç defa yanıldılar, kaç defa yanlış yaptılar, tüm bunların sonunda ağır bedeller ödenmedi mi? Eğer 1 Mart başkanlık rejimi olsaydı, 2003 de Amerika 2003 yılında dedi ki, “aç sınırlarını” dedi ülkeye, 90 bin askerini ve onun her türlü yardımcı gücünü Türkiye’ye konuşlandıracak, oradan da Orta Doğu ya askerini yollayacak. O zaman başkanlık yoktu, yetki Meclisteydi. Büyük mücadele verdik. Allah razı olsun 99 AKP li arkadaşımız da bizimle işbirliği yaptı, önledik.
Şimdi başkanlık olsa idi o tarihte Türkiye o askerlerin geçişine izin verirdi;  Orta Doğu savaşının her cephesi, savaş karargâhı durumuna düşmüş değil miydi. Bütün komşularımızla kanlı bıçaklı hale gelmemiş miydik. Terörün merkezi haline dönüşmemişiydi? 2003 de çıkarmaya çalıştılar “dur” dedik. Şimdi sen bunu çıkarmaya çalışan insansın; 2003-2017 14 yıl geçti. 14 yılda Türkiye nereden nereye geldi. Terör konusunda savunulur bir tarafı var mı? Bunlar değil miydi, Oslo’da, Dolma bahçe’de her türlü işbirliği yapanlar; birlikte açılım süreci yapalım diye bize mektupla başvuranlar, 2009 da. Ne oldu, Habur açıldı, Habur’dan teröristler kendi kıyafetleriyle girdiler, savcılar hâkimler ayaklarında, otobüslerin üzerinde müzikler, davullar, halaylar öyle bir görüntüyle girdiler içeriye. “Pişmansın” diye sorulduğu zaman, o insanlar, “ne pişmanlığı, pişman değiliz, Öcalan talimat verdi öyle geldim” diye cevap verdiler. Bunların hepsini aklamak için yapmadığınız adalet cambazlığı kalmadı. Sonra ne oldu, sizin politikanızın gereği olarak “sakın ha çatışma yok, silahına dokunma, cephanesine dokunma Güney Doğu’ya gelsinler yerleşsinler”. Tüneller kazıldı, köprüler yapıldı, evlerin içerisinden duvarlar indirildi, mazgallar hazırlandı, yerel yönetim komiteleri kuruldu göz göre göre; askere, valiye, kaymakama, emniyete sakın ha bunlara müdahele etmeyin diye nasihat edildi, PKK ya dokunmayın diye yazılar yazıldı. Sonra ne oldu, Türkiye bölgesel iç savaşa girdi. SADECE NUSAYBİN’İ GERİ ALMAK İÇİN 74 EVLADIMIZI ŞEHİT VERDİK.
Kimdir bunların sorumlusu? (Salondan “Tayyip Erdoğan” sesleri geliyordu). Şimdi bu yaşadığımız gerçek değil mi? Şimdi bizden hesap sorulamaz diyenler kim? Bu olayların neresinde duruyor bu insanlar. Bu kadar vahim krizler yaratmış ülkenin önüne ağır sorunlar açmış bir anlayışa bu ülkenin geleceği meclisi sıfırlayarak, 80 milyonu yok sayarak al tek başına sen götür, ne mahkeme, ne meclis her şey sana ait diyelim denir mi?

FETO OLAYI NASIL GELİŞTİ; nedir Feto olayının altında yatan, kim yaptı bunu. Hatırlayın 2010 yılında bir referandum yapıldı. O referandumun 24 tane konusu vardı, 22 si hiç önemli değildi, biz kabul etmiştik, iki tanesine itiraz ediyorduk. Neydi onlar Anayasa Mahkemesi ve HSYK, dokunmayın bunlara dedik, dokunmayın, hâkime dokunma. Birileri dedi ki, “ölülerinizi kaldırın götürün oy kullansınlar” dedi. Şimdi TV larda konuşanlara bakıyorum, aynı konuşmaları orda yapıyorlardı. O konuşmaları yaptın, milletin oyunu aldın, ne oldu? Devleti Feto’ya sen teslim ettin, referandumla teslim ettin. (Alkışlar). “Yüksek yargı onların eline geçti; yüksek yargı geçince güvenlik, emniyet, silahlı kuvvetler, idare, üniversiteler, okullar hepsi ellerine geçti. Sonuç ne sonuç 15 Temmuz. Şimdi 15 Temmuzu da kendi siyasi çıkarları için pazarlamaya çalışıyor. Türkiye’yi oraya kim getirdi? Onlarla kol kola giren, “birlikte yürüdük bu yollarda” diyen, “ne istediler de vermedik” diyen siz değil miydiniz? Yeter artık, yeter. (Alkışlar).
Bu kolay bir siyaset değil, memleketin kaderi. Bu kadar yanlışlar yapmış bir zihniyete o kadar yetkiler verilir mi? Dünyada hiçbir milletin hiçbir evladına vermediği, bizim milletimizin kendi içinden yetiştirdiği en muhteşem evladına Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e vermediği yetkileri, bu anlayıştakilere verilir mi? (Alkışlar) Olmaz değerli arkadaşlar, neye baksan elinde kalıyor.
SURİYE POLİTİKASI, Devletin politikası mıydı Suriye politikası. Ne uçuk değerlendirmeler, dünyadan haberin yok, Sabah namazını Halep’te kılarız, yatsıyı Şam’da eda ederiz, olacak şey mi?
İsrail politikası ne? Ne oldu, yıllarca kavga ettik, ondan sonra barıştık. Mavi Marmara ne oldu? Mavi Marmara dolayısıyla kıyameti kopardık, sonra Mavi Marmara için dava açacağız dediğimiz zaman, ciddi bir özür gelmeden Mavi Marmara tatlıya bağlanınca 25 milyon dolar karşılığı; Mavi Marmara’da ölenlerin yakınlarına, “oraya giderken bana mı danıştınız” denildi. Bu hukuk mu? Böyle bir anlayışa hukuk denir mi? BU kadar yetki verilir mi?
Anayasalar sadece bir hukuk düzeni değildir. Anayasalar aslında bir medeniyet tercihidir. Aslında siz anayasanızın bir parçası olmayı öngördüğünüzde tercih edersiniz. 1920 de bizim kurucularımız daha Avrupa Nazi, Nazizm tartışmaları içinde iken, hiçbir şekilde bunlara itibar etmediler ve milletin egemenliği anlayışına dayalı bir siyaset yoluna girdiler.
1930 larda kadınlara oy verme hakkı ir tesadüf müdür? Bir medeniyet tercihidir, bir medeniyet parçası olduğunu biliyoruz, biz kadın erkek eşit demişiz. Mecburen, laf ola, canım onlar da insan diye değil, eşitiz, Medeni hukuk, kolay mı onları yapmak. Ne zaman yapıldı 1920 lerde. Nazi, faşizmi, zulmü, Almanya’daki aydınları Naziler aradılar onlar yer aradılar ve Türkiye’ye geldiler. O yoksul Türkiye’ye, doğru dürüst memuruna maaş veremeyen Türkiye’ye. Buraya geldiler bizim hocalarımızı onlar yetiştirler. BU bir tercih, biz daima 1920 den beri, dünya süper liginde yer almak üzere yola çıktık. Şimdi bu anayasa eğer gelirse, bizim için Türkiye artık o ligde yarışamaz olacaktır. İşaretleri görüyorsunuz zaten, küme düşeriz arkadaşlar. Bu anayasa Türkiye’ye küme düşürür. Dünya süper liginde hukuk devleti olacaktık. Öyle uyduruk laflarla değil, gerçekten hukuk devleti olacaktı. Hesap verilir olacak, yani ayrıca 17/25 in hesabını verecek. Hesap verilecek.(Alkışlar). Hesap vermiyorsan senin o süper ligde yerin yok. İnsan hakları, düşünce fikir özgürlüğü, ifade özgülüğü, dünya ile eşit şartlar altında karşılıklı hukuka saygı anlayışı bunları kaybederiz. Mahalli lige düşeriz. Dünyada süper lig var, Japonya, Avrupa, Kanada da bunun üyesidir. Diğer ülkeler bunun üyesi olmaya çalışıyor. Güney Kore’sinden, Brezilya, Hindistan’ına kadar biz mahalli lige düşeriz. Orta Doğu’da bir mahalli lig var, Latin Amerika’da bir mahalli lig var, Güneydoğu Asya’da bir mahalli lig var, bunların arasına saf tutarız. Eğer bunu önlemezsek bunun bedelini millet öder. Böyle tek kişilik hegemonyaya milletimiz layık değildir. Özgürlük, hukuk, eşit iş, düşünce özgürlüğü hepsi dünyada geçerli biz de yer bulacak.
Öyle otoriter bir rejime bizi sürükleyecek bir anayasa düzeninin Türkiye’nin başına açacağı iş, sadece hukuk ve siyaset sorunlarıyla sınırlı değildir.
Ekonomi çok çetin bir darbe yer; bir başka dünyanın insanı gibi görülürüz, yazıktır 90 yılın emeğine yazıktır. O şehitlerin verdikleri cana yazıktır; gazilerin alın terlerine o fedakârlıklarına yazıktır; o doksan yılın yüz yılın taa Atatürk’ten, İsmet İnönü’den başlayıp Celal Bayar, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Turgut Özal’a günümüze kadar uzanan herkesin emeğine yazıktır. Mustafa Kemal’e ayıptır, yazıktır, günahtır. (Alkışlar).  Böyle bir tablo var, bu çok açık, Türkiye süper ligden çıkar, birinci sınıf devlet olmaktan çıkar, Çankaya, oraya alın terimizle geldik biz,  bizim hakkımız, bunca fedakârlıkla geldik.
Şimdi demokrasi bakıyorlar, demokrasi karnesi gitmiş, sen istediğin kadar inkâr et; hukuk devleti karnen gitmiş, istediğin kadar inkâr et; hak ve özgürlükler gitmiş, her yerden zayıf; olmaz toparlayalım bunu, hukuk adalet işin temeli. Bu konularda açık veren bir ülkenin 80 milyonun hak ettiği noktaya taşıması fevkala de sıkıntılıdır. Türkiye’nin geçmekte olduğu döneme bakın, dostumuzu düşmanımızı şaşırdık, kim dost kim düşman, dün dost olan bu gün dost değil. Dün düşman olan bu gün dost mu? Sen öyle zannediyorsun ama öyle değil. Esip savuruyoruz, daha önce bir Suriye fırtınaları estirdik, şimdi gene son zamanları hatırlayın Menbiç fırtınaları estirdik, ne oldu, “Menbiç’e gireceğiz” diye dış işleri bakan ilan etti, ertesi günü Amerikalılar, Ruslar Menbiç’e onlarla beraber oldular, uçaklarla oraya zırhlıları indirdi. Ne oldu biz oraya girebiliyor muyuz? Ne konuşuyorsun, dış politika öyle konuşmakla olmaz, dış politika şartları olgunlaştırarak doğru inisiyatifleri bularak yapılır, her yerde geç kalındı.
Şimdi Ortadoğu’daki olay yepyeni bir olay haline geldi. Pratik terör PKK aşaması artık geride kalmış, şimdi yeni bir aşamaya giriyoruz. Şimdi herkes yerleşmeye toprak tutmaya, kendi egemenlik alanını inşa etmeye yönlendi. Artık vur kaç, çatışma, sabotaj falan o aşama geride kalıyor. Şimdi herkes mekân tutmaya başlıyor. Ne yapıyoruz biz, biz sadece alaveresiye konuşuyoruz.
Avrupa’yı konuşmak bile istenmiyor; Avrupa bir başka tablo.  Bunun bedelini millet ödüyor, Antalya’da bütün oteller rezervasyonlar iptal edildi, perişanlar. İşadamları, sanayiciler, bunun acısını sıkıntısını yaşıyorlar. Bunun çok ciddi ekonomik sıkıntıları vardır. Bunları hep birlikte dikkate almak durumundayız, BU KONULARDA ALACAĞIMIZ KARAR SADECE ANAYASA KARARI OLMAYACAK, TÜRKİYE’NİN DÜNYADAKİ KONUMU YENİ DENGESİYLE İLGİLİSİ DE BİR GENEL TERCİHİ BERABERİNDE GETİRECEK.
KAMPANYA NASIL GÖTÜRÜLÜYOR BİLİYOR MUSUNUZ? Bunlar konuşuluyor mu? Bakın ben Anayasanın içeriği ile ilgili kendimce önem taşıdığına inandığım tetkikler söyledim. Buna ciddi cevap geliyor mu? Köprüler üstüne yazılan sloganlarla bu sorun çözülüyor mu? Yani kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, yasamanın yetkileri gerekli olup olmadığı bunların hepsinin sonuçları hakkında birçok şey söyledik. Bir cevap yok.
Ne anlatıyorlar, ne istiyorlar milletten, “anayasayı oku irdele aklın yatıyorsa oy ver” mi diyorlar, yoksa başka bir şey mi? “Hayır dersek teröristlerle beraber” oluruz diyorlar. Önce korkutma, karalama, suçlama, caydırma politikasını bilinçli olarak götürdüler. “Aman aman ha “hayır” demek terörle kucak kucağa olmak demektir, onlar teröristlere destek olanlardır” vb. Referandumu milletin önüne getiren sensin, referandumda iki tane ihtimal var, ya “evet” diyeceğin ya “hayır” diyeceğin. Hayır demek terör, evet demek vatanseverlik. Öyle şey olur mu? İçeriği bu, içeriğine bakacağız, doğruya yanlışa bakacağız, doğruya evet diyeceğiz, yanlışa hayır diyeceğiz, senin getirdiğin yanlış. Yanlışa evet denir mi? Bak biz 1 Marta hayır dedik kötü mü dedik. Senin tüm yanlışlarına hayır dedik kötü mü ettik. Sen de “beni aldattılar” aldattılar diye işi götürmeye çelişiyorsun. Terör dedi tutmadı. Hayır diyen hayır diyecek, ben hayır diyeceğim, bana terör diyenlerin anlını karışlarım. Hayır diyenleri bir korkutmaca haline getirenlere izin vermeyiz. Hayır demek vatanseverliğin özüdür.
Terörle korkutmaya çalıştın olmadı. Hollanda dan bir girişimle milleti yönlendirme imkanı var mı diye baktılar, o da işlemedi. Oradaki hareketin çok ağır ekonomik bedeli oldu. Oradaki 465 bin insan, şimdi çok ciddi sıkıntı içinde. Komşuları şüpheyle bakıyor, huzur içindeydiler, işleri güçleri yolundaydı, ne oldu, birden bire huzuru kaçtı insanların, acaba dönmek durumunda kalır mıyız diye kara kara düşünüyorlar. Ne gereği var da onların huzuruna bir engel yaratıyorsun. İçerde oyları artırabilir miyim” artıramazsın nitekim oradan yolda döndün.
Böyle zorlamalarla bir yere varılmaz, gerçek ortada. Şimdi bakın, şimdi hayır diyenler kampanya şöyle yapıyor, Cumhurbaşkanı çıkıyor evet kampanyası, başbakan çıkıyor evet kampanyası, rektörü konuşturuyorlar benim oyum “evet” diyor rektör. Cumhurbaşkanı, başbakan hayır diyenleri terörist ilan ediyor, rektör ben de evet diyeceğim diyor. Arkasından kaymakam çıkıyor ben de evet diyeceğim, diyor. Neden haftalar önceden vereceğini ilan ediyorsun. Vali beni bakan yap diye dilekçe veriyor, kaymakam beni vali yap diye dilekçe veriyor. Öbürü de başka bir dilekte bulunuyor. Bunlarla bir yere varılmaz. Bunların hiç birinin ciddiyeti yok.
CHP ye saldırıyorlar, biz partiyle ilgili değiliz, biz milletle vatanla meşgulüz, biz Türkiye’nin derdi ile uğraşıyoruz, bizim başka bir derdimiz yok. İşi partiselleştirmek, siyasallaştırmak bu tuzağa CHP ve hayır diyenler mutlulukla görüyorum düşmüyor. Yıldırma, korkutma resmi bir kampanya yukarıdan aşağıya, bol parayla bir kampanya. Cumhurbaşkanı devletin uçaklarıyla, başbakan devletin uçaklarıyla, devletin parasıyla, puluyla, bürokratıyla, memuruyla, kadrosuyla seferber, herkes cumhurbaşkanından evet deme mitingi yapıyorlar. Devletin uçaklarıyla geliyor cumhurbaşkanı başbakan, devletin parasıyla miting düzenliyor, devletin personelini oraya yığıyorlar; okulları tatil ediyorlar, 24 tane TV kanalı canlı yayın yapıyor, oraya çıkacak cumhurbaşkanı da milletin yarısına “terörist” diye hakaret ediyor. Böyle şey olabilir mi arkadaşlar. Yakışır mı? O cumhurbaşkanı tarafsızım diye yemin etmiş, hala anayasa yürürlükte, bu konuda bir yetki yok. Olmuyor, bunun kabul edilebilir bir tarafı yok. Yukarıdan aşağıya resmi bir kampanya, orada.
PEKİ, “HAYIR” KAMPANYASI NASIL? Bu kadar olabilir, olağanüstü özen, dikkat, nezaket, saygı ve farklı bir üslup, kimsenin emir kumandasına girmeden, kimseden talimat almadan, kimsenin parasına puluna müracaat etmeden, yetki kullanmadan kendi inisiyatifiyle ne yapabilirim diye soruyor ve böyle bir hareketin içinde yol alıyor, aşağıdan yukarıya doğru; evet kampanyası yukarıdan aşağı doğru, hayır kampanyası aşağıdan yukarıya doğru. Hayır deneyinde halk var halk, millet var, toplum var, insanlar var. Yükselen bir hayır olayı var. Başbakan şaşırıyor, “bunlar kurttu kuzu oldu” diyor, “kurt postuna büründü CHP diyor.
Onlar da, bu işin yanlış olduğunu biliyor. Bakanlık yapmış AKP li arkadaşlar bunun yanlış olduğunu biliyorlar ve söylüyorlar. Ama partimiz bir karar aldı biz de onun gereğini yaparız diyorlar. Bu partinin talimatını yapılacağı yer değil, bu ülkenin geleceği için, vatan için. Onlar da biliyorlar yanlışı, ama burada hayır oyu vererek vicdanlarını rahatlatmaya çalışacaklar. O kampanya hiyerarşik bir kampanya; büyük yerden talimat geliyor, bunlar gereğini yapıyor. Oradakilerin aşağıdan yukarıya doğru bu işin yanlış odlunun farkında okluklarından eminim. Başbakan da, başbakanlığın gideceğini biliyor, “bir Ali değil, bin Ali feda olsun,” diyor, “bir Ali değil, bin Ali feda olsun” diyor. O makam senin babandan kalma makamın değil, o milletin makamı, sen orda kiracısın, senden önce 65 tane başbakan geldi geçti. Milletin sana emanet ettiği makamı kimseye devretmeye hakkına, yetkisine sahip değilsin. Sen o makamı terk edip bir başkasına bırakmak zorundasın, senin görevin bu, kimin malını kime veriyorsun.
CHP bu kampanyanın kumandanı da değildir, bu kampanyaya o kadar çok sivil toplum örgütü, bağımsız sosyal medya, arkadaş grupları o kadar çok insan var ki ben de hayran oluyorum. Bunu bir CHP kampanyasıymış gibi yaymaya çalışıyorlar, CHP yle uğraşmayın, CHP yle uğraşanların sonunda mahcup olduklarını tarih yazmıştır. CHP tarihi bir göreve elinden geldiği güçle katkı vermeye çalışıyor ve devam edeceğiz.
Devletin imkanlarını millete karşı kullanmayın, onlar milletin yetkisidir, katkısıdır, parasıdır. Referandum devlet kampanyasıdır, CHP kampanyası da millet kampanyasıdır. Hayır, kampanyası da milletin kampanyasıdır. 16 Nisanda hayır inşallah milletin zaferi olarak çıkacaktır. Milletimiz hayırı kazanacak devleti milleti ayırmak isteyenleri bunu başaramayacakları açık bir şekilde ortaya çıkacaktır, millet hakim olacak, devlet milletin devleti olacak, devletin milleti olmayacak. Devlet milletin devleti olacak. (Alkışlar).  Devleti millet kurdu.
Deniz Baykal Konuştu: “Neden Hayır Demeliyiz”
Evet, çıkarsa, yedi bin kadar mevzuat değişikliği tüzüğü, yönetmeliği değişecek ve Türkiye büyük bir kargaşaya, bir bilinmezliğe sürüklenecek. Nereden ne darbe geleceği bilinmez hale gelecek. Yapılan her açıklamada “vay bu nereden çıktı” denilecek, ayarlayabilmek için çok şey ezilip büzülecek çok şey yapılacak, çünkü bu anayasayı devlete ayarlamak çok sıkıntılı olacak. Bir belirsizlik, bir kargaşa kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak.
Evet, çıkarsa, ben şimdiden çıkarsa, ben devlet memuruyum, emekli sandığına tabiyim, 15 yıl da hizmetim var, bana bir şey olmaz demeyin, o zaman seni çağırıp herkesi sözleşmeli personel yapacaklar. Kamu çalışanın güvencesi ortadan kalkacak. Sözleşmeli olacaksın olmayacaksın, gözlerime bak vb bir karmaşa olacak.
Kıdem tazminatlarında çeşitli karmaşa ve sorunlar olacak, “beş yıl sonra gel” diyecekler. Bakmışsın o kıdem tazminatları varlık fonu mu olur, başka fon mu olur, uçup gidecek. Olmaz demeyin, demin söyledim, eyalet kurma anahtarı cumhurbaşkanına tevdi edilmiştir, “kullanır kullanmaz” demeyin her an olabilir. Anahtarı veriyorsun anahtarı, bu gün onun elinde yarın başkalarına geçer. Bütün bu karmaşada, parası olanları alıp yurt dışına gönderecekler. 300 tane büyük işletmeye kayyum atandı. 300 tane muazzam kaynakları olan işletmelere kayyum atadılar. Ne hukuk var, ne mahkeme var, hiçbir şey yok. Bir şey olmaz diye düşünme yarın ne olacağı belli olmaz. Şimdi nasıl güvenebilirsin bunlara? Dışarıdan gelip istihdam yaratacak işadamları gelmeyecek, mesafeli olacak. Ülkemiz çok ağır bedeller öder, dünya da böyle bakacak. Evet, olduğu zaman bunlar ülkeye kaos yaratacak. Hayır, da bunların hiç biri olmayacak. Cumhurbaşkanı da, başbakan da yerinde duracak, hükümet yerinde duracak, bakanlar kurulu kararnamesi yerinde duracak, meclis yerinde duracak, iktidar yerinde duracak, hukuk yerinde duracak, herkes istediği yerde aynı hukuka ağlı yaşayacak.
Bu referandum sonucu evet olursa, bu anayasa değişikliği 2019 da yürürlüğe girecek, 2 madde hariç, bir derhal genel başkan olacak, çünkü iş oradan tutuluyor. İki HSYK nun yapısı derhal değişecek. Yani yargıyı avucuna alacak.
Bunlar olmayacak HSYK da devam edecek, AKP devam edecek Binali Yıldırım da AKP nin genel Başkanı olmaya devam edecek. Bu konuda bir kargaşa, bir bilinmezlik söz konusu değil, Türkiye üzerinde duracak. Ama şunu söyleyeyim, hayır çıktığı zaman Türkiye demokrasiye “evet dedi” denilecek. Türkiye demokrasiye sahip çıktı, Türkiye hukuka sahip çıktı denilecek, başlıklar atılacak. Bütün dünyada bu Türkiye’nin saygınlığını artıracak. Eğer hayır çıkarsa, bir hafta sonra 23 Nisanda öyle bir 23 Nisan kutlayacağız ki sanki TBMM ilk defa açılıyor; sanki 1920  2017 değil 1920 aylardan Nisan, Nisan’ın 23 ü Ankara’da Ulus meydanında, Taş mektebin önünde Mustafa Kemal Paşa etrafında insanlarla dualarla, kurbanlarla o Meclisi açıyor. O günün heyecanını 80 milyon yaşayacak. Meclisimize, Cumhuriyetimize yeniden kavuşmuş gibi kutlayacağız”. Alkışlar.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com


“Her Yıl 7 Bin Çocuk Cinsel İstismara Uğruyor!”

Çocuğun Donu - Cevat Kulaksız
Gazetenin birinde, [1] “Hükümeti indireceklermiş, siz benim donumu bile indiremezsiniz” yazılı pankartı görünce, küçüklüğümde köyde kocaman adamların küçük çocukları öğütleyip, “şu amcana pipini göster, şu amcana bir küfür et” diye söyleterek kahkaha ile eğlendikleri aklıma geldi.
Yine aynı köyümde,  yaşlı başlı adamların çocuğa küfür ettirmeleri bir yana,  küçük çocuklara, “haydi şu amcana pipini göster” diyerek çocuğun küfürde olduğu gibi, pipisini gösterdikten sonra onu hararetle alkışlamaları ne kadar yanlıştı. Hele Herkesin, koca koca büyüklerin alkışlayıp kahkaha ile gülmeleri, ileride o çocuğun teşhirci olmayacağını kimse kestiremez. Çünkü işin içinde beğeni ile alkışlama ve kahkaha ile gülüşmeler vardı.
O adamların küçük çocukları o şekilde kullanıp küfür dinleyerek eğlenmelerini anlatırken, yine bizim köyün bir atasözü aklıma geldi, “çobanı çuvala koymuşlar da pipisi dışarıda kalmış”. Yani donlu, kuşaktan aşağılı kaba şaka, espri yapanlar için böyle bir köy atasözü söylerlerdi küçüklüğümde. (şimdilerde köyümde aynı şakalar yapılıyor mu bilmem. Ama köyken kasaba olan, ilkokul varken ortaokul da açılan sonradan kasabalığı iptal edilen, öğrenci-çocuk olmadığı için ortaokulla birlikte sonra ilkokulu bile kapatılan köyümde çocuk da kalmamış ki). Neyse parantezi kapatıp devam edelim.
Demek ki köyde de olsa kentte de olsa adamın kafasında don-kuşaktan aşağı düşüncesi varsa şakası da, pankartı da aynı ağızdan aynı kafadan oluyormuş.
Köylülerin küçücük çocuğun sevgisini istismar ederek, onun “iyi bir şey yaptığını” sanarak o ayıplı küfür ve donunu sıyırarak o hareketi yaptığını alkışlamaları onların cehaletinden kaynaklanıyor elbette.
O gazetedeki resim-haber bana bunları çağrıştırdı. Ama ben yine gazetedeki resme dönüyorum.  Resme bir bakın hele, epey büyük bir abinin kaleminden çıkan güzelce yazılmış o yazıyı incelersek, “bacak kadar çocuk” o yazıyı yazamadığına göre, tıpkı bizim köyün adamları gibi, oradaki kocaman kocaman adamlar o yazıyı yazıp o çocuğun eline veremezler mi?  Öyle de yapmışlar mutlaka. İzninizle burada bir parantez daha açacağım.
İnternetten, “Türkiye’de çocuk istismarı, çocuk tecavüzleri” diye google’den yazıp tıkladım. İşte gerçekler, (sitedeki sadece başlık kısmını alıyorum yer darlığından):
Her Yıl 7 Bin Çocuk Cinsel İstismara Uğruyor!
“Türkiye’de her dört saatte bir tecavüz veya tecavüze kalkışma suçunun işlendiği, sokaklarda yaşayan yaklaşık 25 bin çocuğun cinsel şiddetle karşı karşıya kaldığı, yılda ortalama 7 bin çocuğun cinsel istismara uğradığı belirtildi.
ÜİK tarafından kısa süre önce açıklanan verileri değerlendiren uzman psikolog Hanım Demirbaş, cinsel istismarın ’Türkiye’nin kanayan yarası’ olduğunu, 7-14 yaşındaki çocukların, en çok cinsel istismara uğrayan grup olduğunu söyledi. Demirbaş, sorunun, ilgisizlik, iletişim kopukluğu ve kültürel öğelerden kaynaklandığını anlatırken, şöyle dedi:
 "Aileler, çocukları ile yeterince ilgilenmediklerinden ve cinsel konularla ilgili yeterince bilgiye sahip olmadıklarından çocuklar daha rahat cinsel istismara maruz kalabiliyor. Bu istismar sonucu çok büyük travmalar görülebiliyor. Burada da profesyonel destekle bu travmanın etkisi kalkabilir. Sonuçta çocuğumuza şunu anlatmamız gerekiyor; Bu senin bedenin. Ben izin vermediğin sürece kimse sana dokunamaz algısını yerleştirmemiz gerekir. İstismara maruz kalmış çocuklarda yaptığımız araştırmada aileler çocukları ile yeterince ilgilenmemekteler. Çocukların başlarına gelebilecek bir sıkıntıda ailelerine anlatabilmeliler…."[2]
Yazıya konu olan resim Sinop’ta çekilmiş. Küçücük çocuk, boyundan büyük, yukarıda yazılı o donlu pankartın arkasında,  yüzü taranmış bari. Çocuğun hemen yanında Çevre Bakanı Mehmet Özhaseki öylesine mutlu gülüyor ki, gülmesinde gözleri kapanmış. Sol köşede de, çocuk yurtlarının birinde onlarca çocuk tecavüze uğramış da “bir kereden bir şey olmaz” diyen bakanlığın- Aile Bakanı Yardımcısı Mehmet Ersoy oturuyor. Resmini aldığım gazete de “skandal pankart” diye başlık atmış.
Bu resmi yorumlayan CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş da şöyle diyor:
“Çocuklara pis ahlakınızı bulaştırmayın. Seviyeniz yerlerde sürünüyor; çocukları pisliklerinize alet etmeyin”.
Sosyal medyadan birileri de şöyle bir mesaj atmış:
“Bunu nasıl yaparsınız? Sizin çocuğunuz yok mu? Bir çocuğun donunu indirmek ne demek? Utanmalısınız”.
Bir başkası da:
“Bir çocuğun eline “donlu” bir pankart vermek, nasıl bir zihniyetin ürünüdür?”
Yine bir başkası şöyle yazmış:
“Çocuğa “donunu indirmek” temalı olabilecek en rezil pankartı tartışıyorlar. Bakan da gülüyor. Utanç verici bir olay…”
Kısaca propagandanın, istismarın sınırı yok gibi. Hele AKP-RTE grubunun “evet”çi takımı devletin olabildiğince bütün olanaklarını kullanırken,  bu dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş “tek adam” lık anayasanın içeriğini vatandaşa anlatacakları yerde, akla hayale gelmeyen kaba, amiyane ifadelerle koro halinde Kemal Kılıçtaroğlu’na, CHP ye saldırıyorlar, (sanki Kılıçtaroğlu oylanıyor ). Böylesine OHAL altında eşit şartlarda olmayan bir referandum görülmemiştir.  Böylesine ahlaka uymayan pankart tavırları bir yana, “evet” çiler korunurken, “hayır”cılar da saldırılara uğruyor, ne ki tutuklanıyorlar bile.
Bu koşullarda umarız hayır galip gelir, eğer evet çıkarsa bilin ki, Türkiye’yi çok büyük kaos kargaşa bekliyor demektir. Zaten şimdiden Avrupa Türkiye’ye tavır almaya, ekonomik önlemler,  çeşitli engellemeler yapılmaya başlamıştır. Hem de “bu daha başlangıç” diyerek.  Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye  tavır koyması  AKP-RTE iktidarının düşündüğü gibi olmaktan ziyade,  demokrasiyle bağdaşmayan RTE gibi diktatörlü istem ve tavrı olan bir başka Avrupa ülkesi de olsa aynı tavrı onlara koyar. Demek ki AKP-RTE iktidarı gerçek demokrasiyi,  çağdaş Batı kültürünü özümsemediği için bunlar başına gelmekte ve gelecek. Unutmayalım ki, bizi refaha ulaştıracak çağdaş demokrasidir.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com

SONNOTLAR

[1] Sözcü 28 Mart 2017 sf 2
[2] https://www.milliyet.com.tr/her-yil-7-bin-cocuk-cinsel-istismara-ugruyor--pembenar-detay-aile-1654106/

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "Başkanın meclisi fesih yetkisi olduğunu kanıtlayın istifa ederim" sözleri sonrasında CHP'li Özgür Özel canlı yayında mecliste oylanan meclisteki kitapçıkla Başkanlığın meclisi fesih yetkisini kanıtladı. İsmail Küçükkaya, CHP'li Özel'e "Ama lütfen bakın o kadar dikkatli net konuşun ki, çünkü bunun sonucunda Cumhurbaşkanı'mız istifa etmek zorunda kalabilir veya sizin Genel Başkanı'nız istifa etmek zorunda kalabilir" dedi.

Uğur Dündar'ın sunduğu Halk Arenası programına katılan CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş  neden HAYIR denilmesi gerektiğini çok güzel akıcı bir dille anlattı.
Yeni Anayasanın yürürlüğe sokulmak istenmesinin iki temel nedeni olduğunu söyleyen Yarkadaş,
“Bunun birincisi bütün yetkiyi bir kişiye vermek, ikincisi de hiçbir zaman yargılanmayacakları bir düzen inşa etme hayalidir.” dedi.
Bunu nasıl yapacaklarını şu sözlerle anlattı.
Tek adama yani başkana bakanlar kurulunu atama yetkisi, Cumhurbaşkanı yardımcılarını atama yetkisi veriyorlar.
Atanan bakanların da dokunulmazlık kazanmasını sağlıyorlar.
Şimdi düşünün seçilmemiş bazı bakanlar olacak, seçilmemiş Cumhurbaşkanı yardımcıları olacak, bunlar başkanın keyfine göre atanacaklar.
Hiçbir liyakata bakılmayacak ve bunlar dokunulmazlık zırhına da kavuşacaklar.
Yani bunun amacı 15 yılda o kadar suç işlediler ki 16 Nisan'da sandıklardan “Evet” oyu çıkartarak bunların hepsinin üstüne sünger çekmek istiyorlar. Aslında meselenin özeti de budur. " dedi.
Başkanlık sistemi ile Milletvekillerinin hiçbir etkisinin kalmayacağını ve vekillerin kendisini seçen halkın haklarını koruyamaz hale geleceğine değinen Yarkadaş,
"Milletvekilleri artık gensoru veremeyecek.  
Bir bakan suç işlediğinde milletvekilleri bunun için soru bile soramayacak.
Soru önergesi diye bir şey olmayacak.
Ancak lütfederlerse cevap verecekler.
Kimse suç işleyen bakanı sorgulayamayacak.
Bu bir felakettir." dedi.
                                                       ***
Ülkemizin, çocuklarımızın geleceklerini ilgilendiren bu çok önemli konuyu ben de duayen hukukçularımızdan dikkatle dinlemekteyim.
Başkanlık veya Cumhur Başkanlığı Hükümet Sistemi denilen değişiklikte seçilen başkan, Kamu Tüzel Kişilerini belirleyebilecek.
Kısacası Türkiye’yi bir şirket gibi padişahlarda bile olmayan yetkilerle yönetecek.
Bir ülkeyi kayıtsız şartsız tek kişinin iradesine teslim etmenin adı diktatörlüktür.
Partisinin mutlak lideri, ordunun başkomutanı, başbakan olacak velhasıl, hâkim, savcı her şey kendisine bağlı olacak.
Çünkü atamaları kendisi yapacak.
Yani bir çeşit her birey onun tebası olacak.
Erdoğan’ın yapmak istediği de budur.
Bu durumda demokrasiden asla söz edilemez.
                                                                   ***
Cumhurbaşkanı Erdoğan “ başkanlık anayasası”nda Cumhurbaşkanının Meclisi fesih yetkisi olmadığını savunarak, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğluna seslendi.
Ey Kılıçdaroğlu, sen bunu ispat edersen ben cumhurbaşkanlığından istifa edeceğim."
 "Cumhurbaşkanı'nın Meclis'i fesih yetkisi yok, tamamen yalan.
“Biz rabbimize hamdolsun, yalandan her zaman kaçındık.”
“Çünkü yalanın üstünde daha büyük vebal yoktur” dedi.
Şeytan bu derler ya, işte bu sözlerinden sonra aklıma hemen GEZİ olayları geldi.
O zamanlar Kabataş’ta benim hamile gelinime saldırdılar.
Üzerine işediler demişti.
Sonra Gezi olaylarında polisin gazından camiye sığınan gençler için “camide içki içtiler ”demişti.
Bu olayları tüm mitinglerde ballandıra, ballandıra üzerine hayali sözler ekleyerek anlatmıştı.
Sonra ne oldu?
Kocaman bir fos çıktı.
Ha, pardon ben sayın cumhurbaşkanına yalancı filan demek istemedim, yanlış anlaşılmasın…
Cumhurbaşkanımızı kandırmışlardı (!)
Sanıyorum bu anayasayı hazırlayanlar da kandırmaya çalışıyorlar.
Çünkü AKP’nin referandum kitapçığındaki 18. bölümde yer alan “Cumhurbaşkanı veya Meclis birbirlerini fesh edebilirler mi” başlığı altında şu ifadeler yer alıyor:
“Fesih yetkisi, yeni sistemde seçimlerin karşılıklı olarak yenilenmesi yoluyla gerçekleşebilecektir. TBMM 3/5 çoğunlukla, Cumhurbaşkanı da dilediği zaman bu yetkiyi tek başına kullanabilir.”
Tünay Süer
28 Mart 2017

Ankara Güvenpark'ta 'HAYIR' bildirisi dağıtanlara engel olmak isteyen polis “Evet”’i dağıtabilirsiniz ama “Hayır”’ı dağıtamazsınız” demiş.
Gerçek Gündem sitesinde videosunu izledim.
Vatandaşın birisi de “mademki böyle burası Hollanda mı?” diyerek yorum yapmış.
Haksız mı?
Sen Hollanda’ya hatta tüm avrupa ya kafa tutacaksın, Hitler benzetmesi yapacaksın ama kendi ülkende referandumla ilgili bir bildiriyi dağıttırmayacaksın.
Hayır diyenleri terörist ilan eden siz…
Hain, gafil çukur ilan eden siz…
Hakaretlerin haddi hesabı yok.
Cumhurun başı bir yandan, başbakanı, yandaşları bir yandan…
İllallah ya…
Hangi televizyon kanalını açsam karşımdasınız.
“EVET” çıkarsa ülkeye istikrar gelecekmiş.
Terör bitecekmiş…!
Bu konuda çok şey yazdığım için tekrarlamak istemiyorum.
Devlet Bahçeli,  bahçesini kendi eliyle kuruttu.
Daha geçtiğimiz Kasım ayında Belediye başkanlarıyla yaptığı toplantıda 15 Temmuz darbe girişimi ve FETÖ operasyonlarına değinerek   “AKP içinde 47'si eski 89 milletvekilinin FETÖ'cü olduğu konuşuluyor. Herkese dokunuluyor ama bir tek siyasi ayağa dokunulmuyor.”
Bugün fiili bir durum vardır. Meclis'te 330'u bulursa halka gidilecek. Millet ne derse bizim başımızın üzerinde yeri var. Ancak 330'u bulamazlarsa başta Cumhurbaşkanı olmak üzere herkes yasal sınırlarına çekilmek zorunda kalacak.”diyordu.
 Bahçeli  “Bugün fiili bir durum vardır” demekle Mecliste Anayasaya sadık kalacağı üzerine yemin etmiş olan cumhurun başı, yeminine sadık kalmıyor, başına buyruk hareket ediyor demek istemişti.
AKP’nin içinde FETÖ’ cülerin olduğunu söylüyordu
Sonra ne oldu da makas değiştirdi acaba?  
Şimdi üç numaralı “EVET” ci olarak karşımıza çıkmasına ne dersiniz?
AKP’ye karşı ağza alınmayacak sözler söylemişti.
Kayıtları mevcut.
İnsan biraz sıkılır ya, ama nerdeeee?
Cumhurbaşkanı Erdoğan , "'Parlamenter demokrasi' diyorlar ya, parlamenter demokrasi aslında bir vesayet sistemidir. Şimdi bu sistemin beli kırıldığı için rahatsız oluyorlar. "diyor.
Bahçesini kendi eliyle kurutan Bahçeli geride kalır mı hiç.
O da doğruyu halka anlatan Kılıçdaroğlu’na verip veriştiriyor.
“CHP genel başkanı ise hala milleti korkutmakla meşgul.
 Kılıçdaroğlu, 16 Nisanda hangi maddelerin değişeceğini bilmekten acizdir.
Çünkü incelemedi. Cahil desem doğru değildir. Okuması yazması vardır. Ancak okumasını bilse de anlamakta zorluk çekmektedir.
Asıl felaket CHP'dir. Hayırcı FETÖ’nün yeni sığınağıdır.”diyor.
Aslında utanması gereken kendisinin olduğunu anlamıyor.
Profesör olmuş ama bunca seçmeninden,
MHP ye gönül verenlerden, onların gözlerine bakarak, tükürdüğünü yalamaktan utanmıyor.
İktidar ve yandaşlarına her şey serbestken muhaliflere bu kadar baskı yapmak bence korkmaktan ileri geliyor.
Bu korku, bu ihtiras nedendir?
Bu bir parti seçimi değil ki…
Kaybedilecek bir şey yok.
Halk tek adam rejimini istemezse AKP yine iktidarda, Erdoğan’da cumhurbaşkanlığına devam edecek.
Erdoğan bununla yetinmiyor. Ve padişahlarda olmayan yetkileri istiyor.
Nedenini artık herkes biliyor…
                                                             ***
Durdurun bu delileri…
Konya'da bir vatandaş aracının arkasına "Allah için evet, Erdoğan için evet" görseli yaptırmış.
Aracını caminin yanına park etmiş,1 aydır aracını yerinden oynatmıyor ama polis müdahale etmiyor.
Etmesin, önemli değil bence ama Allah’ı katmasınlar bu işe.
Affedersiniz ama  artık şeyini  çıkartmaya başladılar.
Allah’ı rahat bırakın ya - Tünay Süer
Öte yandan AKP Diyarbakır İl Başkanlığı birkaç  oy fazla alayım diye sıkılmadan  “Her “Evet “Şeyh Sait’e Fatiha okumaktır ” diye afiş astırıyor.
Bu kadar mı sıkıntıdasınız ya…
Bir vatan haininden medet umar hale gelmişsiniz.
Erdoğan “ bizim getirmek istediğimiz sistem, yürütmedeki çok başlılığın (!)  ortadan kaldırıldığı bir sistemdir.
Tek adam sistemi değildir ”derken başbakan Yıldırım;
“Evet, tek adam olacak ama patron  80 milyon millet olacak, patron siz olacaksınız” diyor..
Ve çok komik bir durum ortaya çıkıyor.
Bir karar verseniz artık ha…
Tünay Süer
26 Mart 2017

Bu derginin görevi ne olmalı?

Düşüncenin kimliği - Doğan Kuban
HBT’nin daha çok okuyucuya ulaşması bağlamında bir toplantıda dergiyi çıkaran özverili aydınlar, derginin içeriğinin tartışılmasından çok okuyucu sayısının artması ve derginin yaşaması için kullanılacak ulaşım ve iletişim yöntemlerini dostlarıyla tartıştılar.

Tartışmalarda konuşulanlar, medya alanında ulaşılan çağdaş iletişim teknikleri ve onların nitelikleri bağlamında, benim yaşımda olanların sadece adını işittikleri tekniklerin olanakları konusunda heyecan verici, yayınların ve ticari şirketlerin okuyucuya, müşteriye ulaşmak konusundaki motivasyonları konusunda aydınlatıcı idi.

Bilim ve teknoloji üretimi ve ekonomi patronlarının tüketime dönük amaçlarına bilim ve teknolojiyi uyarlamak için iletişim araçlarını nasıl kullandıklarını öğrenmek konusunda da öğretici oldu.

Dünya iletişim çağına geri dönülmez şekilde girdiği için, iletişim jargonlarını zorlukla izlediğim genç uzmanların önerilerini ve kendilerinden emin açıklamalarını anlamaya çalıştım.

Bilgi ve ticari mal

Fakat bu açıklamalar sırasında HBT’nin ulaştırmak istediği bilginin okuyuculara ulaşması ile herhangi bir ticari malın satışını arttırmak için kullanılacak çağdaş yöntemin aynı olduğunu, bir az da dehşetle, fark ettim. Ne var ki iletişim insanın icat ettiği bir teknik olarak, kolaylıkla manipüle edilebiliyor. Çağdaş kapitalist dünyanın ne olduğunu öğrenmeden, enerji ve teknolojiyi ithal ederek, çağdaş tüketim ortamının ortağı ve tutkulu müşterisi olan sahte modern toplumların davranışları da açıklık kazanıyor. Modern dünya ekonomisinin gelişmeleri, tüketimin bilimsel araştırmaları yönlendirmesi, uluslararası ilişkilerde sömürü ve şiddet gibi bütün güncel olgular da aynı sahnede sergileniyor.

Bu gelişmelerin doğasını ve işleyişini Batı medyasından öğreniyoruz. Benim gibi insanların buna karşı bir aşısı var. Fakat toplumlar kendilerine sunulanı aç bir hayvan gibi yutuyorlar. Bunu tatlılaştırmak için iştah açıcı, göz alıcı sayısız teknolojik araç ve yöntem icat edildi.

HBT’nin yayınlanma amacı

Bu arakesitte düşündürücü ve endişe verici bir soru ortaya çıkıyor. HBT gibi bir dergi hangi amaçla yayınlanıyor? Onun halka ulaşmasını sağlamak için kullanılan yöntem amacını değiştirebilir, düşünsel içeriğini değiştirebilir mi?

Bugün medyanın politik ve ekonomik nedenlerle dünya insanlarının beynini nasıl yıkadığı, onları ölüme sevk ettiği, onları aldattığı krizlere yol açtığı herkesin bildiği şey. Bunun temel nedeni de para.

HBT’nin amacı, yayınlayanları zengin etmek olmasa gerek. Derginin vermek istediği mesaj toplumun geleceği ile ilgili çağdaş bilim ve teknoloji verilerinin okuyucuya iletilmesi.

Türkiye gibi, anlamadan aldığı bir teknolojiyi yarım yamalak kullanan, aldığı ya da kullandığı otomobil, yemek yediği lokanta, alışveriş yaptığı lüks mağaza ile kendini çağdaş olduğuna inandıran, cahil bir toplumda kendini mutlu hisseden tüketim tutkunu vurdum duymaz adamlar yetişiyor.

Cinayet, şiddet, haksızlık, yasasızlık, kuralsızlık, fakirlik, işsizlik, açlık kendilerine ulaşana kadar tepkisiz kalan robotlar yetiştiriyoruz. Bizde olan dünyanın her yerinde var diyorlar. Ama ABD’nin, Almanya’nın, bombardıman altında bir kenti yok! Bereket, İŞİD henüz İstanbul’a füze atamıyor. Canlı bomba gönderiyor.

Vatandaşı ne ilgilendiriyor?

Devletin cari açığı fakir insanları ilgilendirmiyor. Üç buçuk milyon işsiz, karnı doyanları ilgilendirmiyor. Öğretim seviyesi her gün düşen bir eğitim biraz mürekkep yalamışları ilgilendirmiyor. Ömründe hiç dolar görmemiş olanları dolar kurunun inip çıkışı ilgilendirmiyor. HBT’nin içeriği de seksen milyonu ilgilendirmiyor. Herhangi bir yayının iki kat satıp satmaması da halkı ilgilendirmiyor.

Bu ortamda bilim, teknoloji gibi sorunları kendilerine dert edinenler, toplum içinde ilgilenen küçük bir azınlığa ulaşmanın yollarını arayacaklar. Türk toplumu, birçok İslam toplumu ve dünyanın milyarlarının çağdaş dünyadan haberleri tükettikleri ithal mallarla ilgili.

Önümüzdeki ikilem

Yayıncı için ikilem buradan başlıyor. HBT’yi onu arayan ve anlayacak olanlar için mi hazırlayacağız? Yoksa mümkün olduğu kadar çok insana mı satmaya çalışacağız? Bu sorun Türkiye gibi okuma düzeyi çok düşük bir ülkede yayın yapan herkes için birincil önem taşıyor.

Türkiye’nin kitap basmaktan daha önemli bir sorunu kitap okuyanları sayısını yükseltmektir. Türkiye’de adam başına yılda bir kitap bile okunmuyor. Japonya’da bu 25 kitaptır. Bütün gelişmiş toplumlarda 10-15 kitap arasında değişiyor.

Kuşkusuz Türkiye’de de, bundan 50 yıl öncesi ile karşılaştırıldığı zaman, yayın sayısı gazete, dergi, kitap olarak çok fazladır. Fakat nüfus da ona göre çok fazladır. 1950’de 20 milyon olan nüfus bugün 80 milyondur.

Türkiye’de bazı alanlarda yayın ve okuma yok derecesindedir. Felsefe, sanat, bilim ve dünya tarihi bunların içindedir. Deneme de, edebiyat dışında, yok sayılabilir. Son yıllarda çeviri bu boşluğu bir ölçüde doldurmaktadır. Bugün herkesin elinde olan bilgisayar ya da bilgisayarlı telefon, bazı bilgilere ulaşmayı kolaylaştırarak, yani bir tür evrensel ansiklopedi ödevi görerek kullananlara yalancı bir kültür sahipliği niteliği kazandırmaktadır. Olasılıkla bu onların gerçek kültür sahibi olmalarına da engel olacaktır.

Amaç cehaleti yok etmek

Eğer bu gözlem ve yorumlar doğruysa Türkiye’de yayın konusu bağlamında sorumlu davranışların, toplumun geleneksel cehaletini yok etmek üzerine yoğunlaşması gerekir. Burada kuşkusuz bir ulaşım sorunu, bir haber verme sorunu, dağıtım sorunu gibi aşılması gerekli zorluklar vardır. Bunları sağlamak için çağdaş iletişim araçlarına başvurmak gereklidir. Bu teknik bir sorundur.

Fakat toplum için önemli olan, korkunç denilebilecek bilgisizliğin düzeyini yükseltmektir. Bu da moda dergileri, içi boş politik tartışmalar ve cinayet ve suç haberleriyle dolu gazeteler, çeviri ya da yerli romanlarla olamaz. Televizyon serileri ve bunlarla beslenen bu toplumun, kültürel ve entelektüel yoksulluğundan kurtulması için daha ciddi yayınlarla beslenmesi gerekir. Türkiye’de eğitimin düzeyi bunu teşvik edecek bir yükselme göstermiyor.

Toplumun cehaleti her anlamda içler acısıdır. Bunun öğrenci ve okul sayısının artışı ile bir ilgisi de yok. Bizde okul son zamanlarda yasak savmak cinsinden bir uğraş oldu. Gerçi bu sıfatlardan kurtulmuş kurumlar var. Fakat bunların sayısı Türkiye’nin sorunlarını karşılamak bağlamında, dişimizin kovuğunu bile doldurmaz.

Bilgi boşluğunu doldurmalıyız

Onun için yayıncının amacı, yayın içeriğinin toplumun bir bilgisel ve entelektüel boşluğunu doldurmak olmalıdır. Toplumun bu cahilliğinde, bunun giderek artan bir para getirecek bir kaynak olacağı hayal edilemez.

Yayını ayakta tutacak sayıda okuyucuya ulaşmak kuşkusuz gereklidir. Amacı toplumu geleceğe hazırlamak, bugünkü düşkünlükten kurtarmak isteyen yayıncı için ilke, para kazanmaktan önce, ayakta kalacak tirajı sağlamak, toplumun bilgi boşluğunun gelişmiş dünya düzeyine çıkmasına yardım etmektir. Değişik Okuyuculara dergiye ek küçük kitaplar yayınlayarak ulaşılabilir.

Cehalet Türk toplumunu, ahlaki ve kurumsal olarak, çürütüyor; insanlar dünyadan habersiz.

Bu bağlamda insani sorumluluğumuz var.

Doğan Kuban / herkesebilimteknoloji.com

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget