Haziran 2019
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Cumhuriyetin Savcılarına Yakarışımızdır!....
Emekli bir Askeri ve aynı zamanda  Cumhuriyet Savcısı ve de 50 yıllık bir hukukçu  olarak, bu makaleyi yazıp C.Savcılarımıza seslenmek ve yakarmak istiyorum.
Kağıt üzerinde kalsa da, kuvvetler ayrılığı ilkesini, siyasal iktidarın değil, Türk Milletinin adına yargı yetkisini kullandığınızı, yargının; siyasal iktiadarın, siyasete yön verme ve siyasi intikam amacıyla asla kullanılamayacağını, yargıyı bu şekilde kullanmak isteyen siyasal iktidarların her zaman olacağını ama, Cumhuriyetin savcıları olarak hukuktan, hak ve adaletten asla ayrılma hak ve yetkinizin olmadığını lütfen aklınızdan çıkarmayınız.
Hiçbir meslek erbabının memuriyet sıfatlarının önünde Cumhuriyet nitelemesinin bulunmadığını, bu nitelemenin sadece sizlere tanındığını ve bunun sizlere ATATÜRK'ün bir armağanı ve aynı zamanda direktifi olduğunu, asla hatırınızdan çıkarmayınız.
Ülkemizde, yargının içine düşürüldüğü taraflı ve siyasal iktidara bağımlı haline baktıkça, emekli bir savcı olarak çok üzüldüğümüzü ve ülkenin demokratik geleceği adına endişe duyduğumuzu belirtmeliyiz.
Bugün elime SÖZCÜ Gazetesini aldım ve “Seçim süreci bitti, dosya raftan indi, AKŞENER'e Fetö Soruşturması” başlıklı haberi görünce, bu makaleyi yazmayı kendimize görev bildik.
Bir hukukçu olarak; gerçekten suç işleyenler hakkında soruşturma ve yeterli delil varsa davalar açılmasına, asla karşı değiliz.
Bizim karşı olduğumuz ve maalesef bazı C.Savcılarımızın da şu veya bu sebeple, siyasal iktidarın yasa dışı isteklerine  alet oldukları husus; siyasal öç ve intikam almak, siyasi rakibini siyaset minderinden atmak amaçlı, hukuk dışı siyasal soruşturmalardır.
Bir kişinin suç işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi ve delil varsa, hiç vakit kaybetmeden, seçim meçim beklenmeden derhal gereği yapılmalıdır. Seçim sonuçlarının beklenmesi ve soruşturmaya ona göre yön verilmesi, demokrasilerde asla kabul edilemez.
Şimdi sırada, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına seçilen İMAMOĞLU hakkındaki ORDU valisine hakaret ettiği yalan ve iftirasına dayalı soruşturma vardır. Bu soruşturmanın seçimlerden sonraya bırakılması talimatı, basından izlediğimiz kadarıyla, bizzat AKP Genel Başkanı tarafından verilmiştir.
Merakla bekliyoruz, bu konuda Cumhuriyetin savcıları ne yapacak diye?
Hukuk mu geçerli olacak, yoksa bir siyasinin siyasi beklentilerinin, intikam duygularının  tatmini mi geçerli olacak ve amaçlanacak?
İMAMOĞLU; ilk seçim galibiyeti elinden gasp edilerek alınmış, yenilenen seçimde 800 bir farkla yeniden seçilmiş İstanbul'un olduğu kadar tüm ülkenin sevgisini ve güvenini kazanmış, kendisinden büyük hizmetler beklenen çok değerli bir siyasi şahsiyetir. İstanbul ve ülkemiz için çok değerli olan bu kişiyi, siyasal iktidarın adamı olduğunu kanıtlayan, T.C. Nin bir valisi olma vasfını yitiren bir vali için, hem de işlemediği iftiraya dayalı bir suçtan dolayı soruşturup hakkında dava açmanın bu ülkeye ne faydası olacak bilemiyoruz. T.C. Devleti ve Türk yargısı; bir siyasinin intikam amaçlarını tatmin etmek amacıyla kullanılamayacak ve buna müsaade edilemeyecek kadar değerli ve saygındır.
Meral AKŞENER hakkındaki iddianın; FETÖ Örgütüne Üye Olmak ve bu örgüte yardım etmek olduğunu duyuyoruz.
Sayın C.Savcılarımız; sizler uzaydan gelmediniz, hepiniz bu ülkede yaşadınız ve yaşananları gördünüz, bu örgütün; yasal bir cemaat ve hizmet hareketi olduğu hoş görüsü ve desteğiyle, bugünkü siyasal iktidar tarafından beslendiğini, devlet kadrolarını işgal etmelerine göz yumulduğunu, onlarla ortaklık yapıldığını, CHP'nin; FETÖ için terörist dediği zaman, zamanın Adalet Bakanı Bekir BOZDAĞ'ın Meclis kürsüsünden, bas bas bağırarak, FETÖ'ye iftira ediyorsunuz, Fetullah GÜLEN bu ülkenin yetiştirdiği en önemli din alimidir, değerli bir insandır diyerek, Fetullah GÜLEN'i aslanlar gibi savunduğunu, CHP'yi susturmak istediğini bir hatırlayınız, meclis tutanaklarında bunlar vardır. Fetullah GÜLEN'in, terörist olmadığını ve ülkenin en önemli din alimi olduğunu savunan kişi, basit bir kişi değil, devletin tüm gizli istihbari bilgilerini, her Türk vatandaşından, hem de siz savcılardan çok daha iyi bilen, bilmesi gereken bir şahıs. Dikkatiniz çekerim, bu konuşma, hain darbe girişiminden az önce yapılan bir konuşmadır.
Şu anda, Bank Asya'da hesabı olduğu ve FETÖ ile irtibatlı okullarda çocuklarını okuttuklarını gerekçe yaparak, haklarında davalar açtığınız ve yargılamalar sonunda ağır cezalar verilen suçsuz insanlar da, hukuk ve adalet adına ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Bu banka ve okullar, FETÖ'ye yardım eden kuruluşlarsa, devlet olarak, iş başındaki sorumlu siyasetçiler olarak, bu bankaların ve okulların çalışma izinlerini darbe girişimine kadar niçin iptal etmediniz, vatandaşlarınızı suç işlemek için ajite ettiniz diye sorarlar adama.
Sayın C.SAvcılarımız, bu gerçekleri sizler de yaşayarak gördünüz ve biliyorsunuz, yazdığınız iddianamelerde ve verdiğiniz kararlarda samimi iseniz, her ceza verdiğiniz dosya nedeniyle, gerçek suç ortağı siyasal iktidarın yöneticileri için niçin suç duyurusunda bulunmayarak sessiz kalabiliyorsunuz, vicdanlarınız hiç mi sızlamıyor?
Bu itibarla, bu hain örgütü darbe girişiminde bulunacak kadar geliştiren, koruyup kollayan, ona yardım ve yataklık eden iş başındaki siyasilerin, ellerini kollarını sallayarak serbestçe dolaşmaları ve ülkeyi yönetmeye devam etmelerini, örgütün siyasi ayağına bilerek dokunulmadığını görmezlikten gelip, FETÖ ile alakası olmayan, tek kusuru iktidara muhalefet yapmak olan Meral AKŞENER hakkında soruşturma açmanızın kamu vicdanını sızlatacağını asla unutmayınız, Cumhuriyetin Sayın Savcıları.
İş başındaki siyasal iktidarın,23Haziran İstanbul seçimlerinden önceki son hamlesine ne diyeceksiniz Cumhuriyetimizin Sayın Savcıları?
Siyasal iktidar, İmralı’daki bebek katilinin ayağına bir akademisyen gönderecek, ondan seçim talimatı içeren bir mektup alması ve  kamuoyuna açıklanması istenecek ve açıklanacak da, ayrıca PKK Terör Örgütünün kırmızı bültenle aranan etkin bir mensubu Osman ÖCALAN, Devletin televizyonu olan TRT'ye çıkarılacak, bundan iyi bölücü PKK Terör Örgütüne yardım ve yataklık mı olur, bundan güzel örgüt propagandası mı olur sayın savcılar, soruyoruz sizlere?
Meral AKŞENER hakkında soruşturma yaparken, bu gerçekleri de değerlendirmek, görev ve  vicdan borcunuzdur.
Ne duruyorsunuz? Gerçek suç işleyen siyasiler hakkında bir inceleme başlatınız fezlekeler düzenleyiniz ve ilgili kurumlara gönderiniz lütfen.
C.Savcılarımızın içinde bulundukları zor koşulları ve üzerlerindeki siyasi baskıları biliyoruz ve kendimizi onların yerine koyarak empati yapıyoruz, ancak yine de artık bu kadarı da fazla, korkunun ecele faydası yok, biraz daha adil olunuz demekten de kendimizi alamıyoruz, onların emekli savcı meslek büyükleri ve ülkesini seven tarafsız bir insan ve elli yıllık bir hukukçu olarak.
Tüm ağır koşullara ve baskılara rağmen; mesleklerini, hak ve adalet duyguları içinde tarafsız olarak yapan Cumhuriyet Savcılarımızı ayrık tuttuğumuzu da özellikle belirtmek istiyoruz.

Güner Yiğitbaşı

29/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

İmamoğlu'ya Açık Mektup
Sayın İMAMOĞLU; öncelikle, bu zorlu seçim sürecinden sonra kazandığınız ve ikinci kez bugün (27/06 /2019)aldığınız mazbatanız ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı koltuğuna oturma başarınızdan dolayı sizi gönülden kutluyoruz.

Sizin belediye başkanlığına seçilmenizdeki Millet İttifakını oluşturan ve bu ittifakı dışarıdan destekleyen tüm partilerin başarı ve katkıları çok fazla ama, bu başarıda sizin gayretiniz, seçmene güven veren duruşunuz, barışçı siyaset diliniz,31Mart seçim gecesi oylarınıza sahip çıkışınız, cesaretiniz, kararlı tutumunuz ve inadınız, seçmenlerinize olan saygınız, her zorluğa ve çıkarılan engellere karşı demokratik dik duruşunuz, bu başarıda en büyük katkıyı sağlamıştır.

Biz seçmenlerinize, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Sayın Muharrem İNCE'nin yaşattığı hayal kırıklığını yaşatmadığınız, oylarınıza sahip ve gece boyunca seçmenlerinizin karşısına çıkarak, seçmenlerinizi aydınlattığınız için, size ne kadar teşekkür etsek azdır.

Sayın İMAMOĞLU sizi kutluyoruz ve başarılar diliyoruz.

Siz, CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU tarafından keşfedilip bu koltuğa oturdunuz ve İstanbul seçmeni kadar, tüm Türk Milleti sizi çok sevdi ve bağrına bastı. O kadar ki; sizi CHP'nin müstakbel lideri ve önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanı adayı olarak görmeye başladılar.

Sizde o potansiyeli gören halkımıza teşekkür ediyoruz. Ancak, bu konuda lütfen acele etmeyiniz. Siz beş yıllığına İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçildiniz, asıl sınavınızı bu görev sürenizde İstanbul halkına vereceğiniz hizmetle vereceksiniz.

Sizin de bildiğiniz gibi, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bundan sonra yapacağınız başarılı işlerinizi ve hizmetlerinizi izlemeye devam edeceğiz.

Sayın İMAMOĞLU; tüm Türkiye'ye mal olduğunuz için, tüm keyfine rağmen, bundan sonra işiniz çok zor, sizi sadece İstanbul halkı değil, tüm Türk halkı izleyecek, 16 milyon İstanbullu değil, seksen milyonluk Türk halkı sizin jüriniz olacak ve sizi değerlendirecek.

CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU'nun da, sizin başarılı olmanız halinde gönlünde yatan veliahdının, siz olduğunuzu zannediyoruz.

Bu nedenle, Belediye Başkanlığında başarılı olmanız, başarılı hizmetlere imza atmanız, partiniz CHP'nin de geleceğinin, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerindeki başarısının kriteri olacaktır.

İstanbul'u kazananın, Türkiye'yi de kazanacağını asla unutmadan çok çalışmalısınız.

Göreve başlar başlamaz yapmanız gereken ilk iş olarak, enkaz devraldık demeden, önceki yönetimin belediyeye verdiği zararların, yaptığı israf ve mali yıkımın bilançosunu hazırlatarak İstanbul halkına sunmalısınız.

Belediyeden haksız bir şekilde nemalananların, bankamatik memurlarının ipliğini pazara çıkarmalısınız, onların para musluklarını kesmelisiniz.

Seçim döneminde televizyonlara çıkarak, sizinle çalışmak istemediklerini açıkça beyan eden kendini bilmezleri bir bir tespit edip işlerine son vermeli ve yerlerine liyakatli insanları atamalısınız.

Sayın İMAMOĞLU;31Mart seçim sonuçlarını unutunuz, sizin için geçerli olan seçim sonucu 23Haziranda tekrarlanan seçimin sonuçlarıdır. Bu sonuçlara göre, siz şu anda İstanbul Büyük Şehir Belediye Meclisinde çoğunluktasınız, bu nedenle korkudan yeniletemedikleri, güncelliğini ve meşruiyetini yitiren AKP meclis çoğunluğuna itibar etmeyiniz, AKP çoğunluğu gözünüzü asla korkutmasın. Size köstek mi olmak istiyorlar, o beyefendi ve yumuşak dilinizi geçici olarak bir yana koyup, onlara orada işgalci olduklarını hatırlatınız ve kapalı devre televizyon yayını yaparak, her meclis toplantısında, 23Haziran ve 31Mart seçim sonuçlarının rakamlarını alt yazı olarak geçiriniz.

Tüm meclis toplantılarını televizyondan naklen yayınlayınız, yıkıcı muhalefeti halkımızın görmesini sağlayınız, tüm yetkilerinize sonuna kadar sahip çıkınız.

Belediye Meclisinin, icra ve yürütme organı olmadığını, karar organı olduğunu, kendi vereceği kararlarla yürütme ve icra yetkisi kazanamayacaklarını sık sık vurgulayınız.

Sayın İMAMOĞLU; siz, Dünyadaki çoğu devletten yüzölçümü olarak da nüfus olarak da büyük olan, Türkiye Cumhuriyetinin ekonomisinin ve hazinesinin en büyük kaynağını oluşturan İstanbul ilinin büyük şehir belediye başkanısınız, yani bir benzetme yapacak olursak, İstanbul'un cumhurbaşkanısınız, bu nedenle saygıda kusur etmemeniz gereken T.C. Cumhurbaşkanının da size saygı duymasını sağlamalısınız, karşısında eğilip bükülmemelisiniz, İstanbul'u kaybettiğini unutturmamalısınız.

Sayın İMAMOĞLU, size Ordu ilinde kurulan VİP tuzağını biliyorsunuz. bu nedenle VİP geçişlere karşı olduğunuz kadar, benim eşitlik ilkesine aykırı ve şark görgüsüzlüğü olarak kabul ettiğim şu VİP nikahlara alet olmayınız, hangi bakanın, hangi milletvekilinin, hangi üst düzey bürokratın veya komutanın kızı veya oğlu olursa olsunlar, onların nikahlarını bizzat kıyarak onları sözüm ona şereflendirmeye kalkmayınız. Tüm nikahların nikah memurları tarafından kıyılmasındaki eşitliği bozmayınız.

Seçimlerden önce sofralarına misafir olduğunuz fakir fukara halkın nikahlarını bizzat kıyarsanız ne ala. Ama, seçimlerden önce oy talep etmek için yanlarına ve sofralarına yaklaşamadığınız, buna gerek dahi duymadığınız, hiçbir vicdani borcunuzun olmadığı üst düzey nikahlarından uzak durunuz.

Bu ülkenin laik bir ülke olduğunu, başkanlığını yaptığınız İstanbul'un din ve etnik köken olarak bir mozaik oluşturduğunu hatırlayınız ve kimseye dini terbiye vermeye kalkmayınız, bu cümleden olarak, alkollü içkinin dinen haram olması nedeniyle, belediyenizin sosyal tesislerindeki lokantalarında, içki içilmesinin önündeki yasağı kaldırınız. Boğaza nazır lokantalarda içki içen varlıklıları düşününüz ve dar gelirli vatandaşların tesislerinizde keyf yapmalarına engel olmayınız.

Her gün yüzlerce yalan ve dolanın yapıldığı, kul hakkının yenildiği, halkın parasının israf ve talan edildiği, dinin tüm değerlerinin ve yasaklarının çiğnendiği bir ülkede, vatandaşına içki yasağı getiren bir belediye yönetiminin ciddiyetine ve samimiyetine kim inanır lütfen bir düşününüz.

Sayın İMAMOĞLU; bugün yaptığınız konuşmayı izledim, beni eleştiriniz, uyarınız, önerilerinizi getiriniz dediniz, çok güzel şeyler bunlar, bu sözünüzde durabilirseniz hem siz ve hem de İstanbul halkı kazanacaktır.

İstanbul'un sorunları belli, Türkiyenin sorunları neyse İstanbul'un sorunları da beş aşağı beş yukarı aynı. Bize göre çözülemeyecek sorun yok, ancak sorunların çözümünde önemine göre bir öncelik sıralaması yapmalısınız, belediyenin halktan topladığı paralarla oluşan gelir kaynaklarını israf etmeden, verimli kullanmalısınız, bunlara uyduktan sonra çözülemeyecek bir sorun olamaz.

Size tekrar görevinizde başarılar diliyoruz, İstanbuldaki başarınız, beş yıl sonra Türkiye'nin başarı umudu niçin olmasın?

İstanbul daki başarınız, hepimizin özlemle beklediği Türkiye’nin başarılı günlerinin başlangıcı olacaktır.

Güner Yiğitbaşı

27/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Sosyal Devlet işlevsizleştirildi mi?
Sevgili dostlar,
Önceden bildirdiğim gibi doktorumun önerisi üzerine, omuzumda ve sağ kolumda oluşun yoğun kireçlenme nedeniyle uzun bir süredir bilgisayar kullanamıyor, dolasıyla da yazamıyorum.
Ancak tüm yurttaşları ilgilendirdiği için karşılaştığım bir durumu sizinle paylaşmak üzere ağrıma karşın bilgisayarın başına geçtim ve bu durumu sizinle yazmak gereğini duydum.
Anayasamızın 2. maddesi “Türkiye Cumhuriyeti …. demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” amir hükmünü taşımaktadır.
Sosyal hukuk devletinin birçok işlevi olmasına karşın, olmazsa olmaz işlevi, tüm yurttaşların eğitim sisteminden ve sağlıktan eşit ve parasız bir şekilde yararlanmalıdır.
Eğitim birliği yasasının delinerek eğitimin ne hale geldiği yıllardır yazılıp çizildi ve hepinizin bilgisi dâhilindedir.
Bu gün karşılaştığım durum nedeniyle sizinle devletin sağlık konusunda ne duruma geldiğini paylaşmak istiyorum.
1-17.01.1997 yılında emekli oldum. Tüm sağlık kuruluşlarından parasız faydalanırken, ilk kez hükümetin aldığı kararla 2012 yılının Temmuz ayında aldığım emekli aylığımdan ilaç katkı payı alındığını ve o günden bu güne kadar bu uygulamanı devam ettiğini görüyorum.
2-Sonraki yıllarda Devlet Hastanelerinde muayene ücreti olarak 7 TL. Aile Hekimlerinin yazdığı 3 kutuya kadar ilaç reçetelerinden 3 TL. 3 kutudan fazla olan her kutu ilaç içinde 1 TL. Alınmaktadır.
3-Doktor raporu ile devamlı kullanılan ilaçlardan (örneğin astım ve KOAH ilaçları) katılım payı alınmıyordu.
Tüm yurttaşlar olarak bu uygulamaları kanıksamışken, son karşılaştığım olay beni şaşırttı ve devletin bu tutumunu, sosyal devlet işlevi ile bağdaştırmadığım için yazmak gereğini duydum.
Ben KOAH (Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı) hastasıyım. Yıllardır doktor raporu ile devamlı ilaç kullanıyor ve katkı payı ödemiyorum.
24.06.2019 günü doktorda, ilacımı yazdırdıktan sonra eczaneye gittim. Yazdırdığı 2 kutu Symbicort ilacı için eczacı benden 60 lira katılım payı istedi ve devletin artık bu ilacın tamamını ödemediğini söyledi.
Parayı ödeyip ilacımı aldım.
Şimdi soruyorum.
-Bu parayı ödemeyecek yurttaşın durumu ne olacak?
-Bu uygulama sosyal Devlet ilkesi ile bağdaşır mı?
-Yoksa haberimiz yokken sosyal Devlet işlevsizleştirildi mi?
-Yanıtını bilen ve mantıklı bulan var mı?
Bilginize.

Gündüz Akgül

25.06.2019
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Seçimin tek mağlubu kim(mi)?
Yenilenen İstanbul seçimlerinde AKP'nin aldığı ağır yenilgi ,bir sonraki Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde AKP ve onun genel başkanının uğrayacağı hezimetten önceki son çıkışın da kaçırıldığını, yolun sonunun başlangıcına girildiğini göstermiştir.
Dost, acı ama gerçekleri söyler.
Dün, seçim sonuçlarının açığa çıkmasından hemen sonra  yazdığımız makalemizde de beyan ettiğimiz gibi, kimse evelemesin ve gevelemesin, bu seçimin tek mağlubu vardır, o da AKP Genel Başkanı Sayın ERDOĞAN'dır.
Biz, Sayın Binali YILDIRIM'ı bu seçimin mağlubu olarak görmüyoruz. O kendisine biçilen rolü kabul etmek zorunda kalmış ve o rolü elinden geldiğince en iyi şekilde oynamaya çalışmıştır. Binali YILDIRIM; ülkemizin en önemli üst düzey yönetim koltuklarına oturup görev yapmıştır, kendi elleriyle son verdiği Başbakanlık koltuğunun son oturanıdır, ama oturduğu her koltuğa seçimle değil, ERDOĞAN'ın atamalarıyla gelmiş, seçim yaşamamıştır, seçim kazanmamıştır, bu konuda tecrübesi yoktur, milletvekilliğine de seçilerek gelmiş diyemeyiz, merkez yoklamasıyla ERDOĞAN tarafından adaylığa seçilerek, otomatikman garantili bir şekilde milletvekilliği koltuğuna oturmuş, hazıra konmuştur.
YILDIRIM için açtığımız bu parantezden sonra, tekrar ERDOĞAN'a dönersek,31.Mart seçimleri öncesinde, bu seçimin kazanılması için yapılması gereken her politika ve strateji ERDOĞAN'a aittir. Meydan meydan dolaşıp nutuklar atarak, iftar sofralarında oruç ve iftarın manasına aykırı siyasi nutuklar atarak, günaha girme pahasına seçim propagandası yapan, seçime damgasını vuran, kendi şahsi ve siyasi prestijini ve itibarını ortaya koyan, ERDOĞAN'ın kendisidir. Meşru İstanbul seçimini iptal ettirerek, kendisi ve partisi adına büyük bir risk alan da ERDOĞAN dır.
23 Haziranda yenilenecek olan seçimin öncesinde bir süre suskun kalan, meydanlara inmeyen ERDOĞAN, seçimden birkaç gün önce yine sahaya inerek, son hamlelerini yapmış, Kürt seçmenin oylarını alabilmek veya bu oyların Millet İttifakı adayı İMAMOĞLU'na verilmemesini sağlamak adına, PKK Terör örgütünün kurucusu ve  onursal lideri APO ve kardeşi Osman ÖCALAN'ı, AKP ve MHP ittifakı olan Cumhur İttifakına ortak ve inanılmaz siyasi hatasını yapmıştır. Allah’ın sopası yok, Allah cezalandırmak istediğinde insanın ayağını dolaştırır derler ya, işte ERDOĞAN kendi ipini çeken son hamlesini bizzat kendisi yapmıştır, bu aklı kendisine kim verdi bilemeyiz, bildiğimiz tek gerçek varsa; CHP'ye, AKP ve ERDOĞAN için bir kötülük yap deseler, bu kötülüğü CHP dahi ERDOĞAN'a yapamazdı, vicdanı sızlardı inanın. Bize göre ERDOĞAN'a bu kötülüğü, eski can dostu FETÖ dahi asla yapamazdı.
Seçimin kaybının, bardağı taşıran en önemli sürpriz nedenlerinden biri olan bu ÖCALAN ittifakı, asla unutulmayacak ve ERDOĞAN; bugünden sonra, şayet biraz utanma duygusu varsa, yalan olduğunu kendisinin de çok iyi bildiği, PKK terörü üzerinden ana muhalefet partisi CHP'yi asla suçlamaya kalkışamayacak, yalan olduğunu bildiği PKK terörüne sahip çıktığına yönelik CHP'yi karalama kozunu tamamen yitirmiş olacaktır.
Basından izliyoruz, bu mağlubiyetten sonra ERDOĞAN AKP içinde ne gibi operasyon yapacak diye herkes birbirine soruyor.
Bazıları, ERDOĞAN; kabinede ve en başta İstanbul olmak üzere, parti örgütünde bazı değişiklikler yapacak mı diye soruyorlar.
Yineliyoruz, bize göre yenilginin tek sorumlusu, bizzat ERDOĞAN dır. Burada yanlış yapılacak olan bir teşhis, tedaviyi geciktirecek ve parti iyileştirilemeden  kaybedilecektir.
AKP'nin; parti disiplini çerçevesinde, parti içi demokrasiye sahip kurumsal bir siyasi parti olmadığını, ERDOĞAN'ın mülkiyetinde bir şahıs partisi olduğunu, AKP de her zaman tek başına ERDOĞAN'ın söz sahibi olduğunu, kendisini iyi niyetli olarak eleştiren ve kendisine hafif baş kaldıran değil, eleştirme ve baş kaldırma girişiminde bulunan aklı başındaki tüm parti ileri gelenlerinin dahi, ERDOĞAN tarafından yakın çevresinden ve partiden uzaklaştırıldığı gerçeği görülmelidir artık. Parti de kurucu üye olan aklı başındaki hiç kimse, şu anda ERDOĞAN'ın yanında değildir.
Biz iddia ediyoruz, en başta ARINÇ ve GÜL olmak üzere; ERDOĞAN tarafından partiden uzak tutulan herkes, yapılan son seçimlerin hiçbirinde AKP'ye oy vermemiş olmalıdır.
Siyasette; galibiyetlerin, arkasından yeni galibiyetleri getirdiği, bir kez ağır bir mağlubiyet alındığında ise, bu mağlubiyetlerin arkasının geldiği, galibiyetin tılsımının artık bozulduğu gerçeği karşısında, bu vakitten sonra hiçbir faydası olmasa da, şapkasını önüne koyup düşünmesi, tüm sorumluluğu üzerine alması ve kendisini ve tüm politikalarını değiştirmesi gereken tek kişi ERDOĞAN olmalıdır.
ERDOĞAN, hırsına yenilmeye devam eder ve kendisini düzeltmezse, sorumluluğu başkalarında arama kolaycılığına kaçarsa, hele hele İstanbul mağlubiyetini içine sindiremez de, büyük çoğunlukla seçilen İMAMOĞLU ile uğraşmaya devam ederse, onu çalışamaz hale getirmek isterse, İMAMOĞLU'nun  İstanbullu ‘ya hizmet etmesini, belediye meclisindeki çoğunluğunu ve kendi yetkilerini zorlayarak, engellemeye çalışırsa, artık tüm gerçekleri görmüş olan seçmenlerden hayatında hiç unutamayacağı ağır mağlubiyet derslerini almaya devam eder ve AKP diye bir şahıs partisi kalmaz ortada.
Bize göre, ERDOĞAN; zararın neresinden dönülürse kardır ilkesinden hareketle, ilk iş olarak; AKP Genel Başkanlığından istifa etmeli ve parti ile ilişkisini kesmeli, İMAMOĞLU ile uğraşmamalı, bilakis ona yardımcı olarak, onun başarılarına ortak çıkmalı, Anayasaya ve ettiği yemine sadık kalarak, Cumhurbaşkanlığının kalan süresini, başarı ile tamamlamaya çalışmalıdır.
Ezici çoğunlukla, İstanbul seçimini ikinci kez kazanan İMAMOĞLU'nu tebrik ediyoruz.
Naçizane bir tavsiye de, İMAMOĞLU'na tabi.
İMAMOĞLU'na diyoruz ki; ERDOĞAN, beğenelim veya beğenmeyelim, şu anda hukuken bu ülkenin Cumhurbaşkanıdır. Bu nedenle; ERDOĞAN'a saygılı olacaksınız, onunla iş birliği yapacaksınız ve merkezi yönetimin maddi ve manevi desteğini almak için uğraş vereceksiniz. Ama, bir yere kadar tabi, İstanbul Belediye Başkanlığı da öyle küçük bir makam değil, ERDOĞAN'a saygı gösterdiğiniz kadar, ondan da makamınıza ve temsil ettiğiniz İstanbul halkına saygı göstermesini bekleyeceksiniz, ERDOĞAN'ın; iyi niyetli her yaklaşımına kucak açacaksınız, ama köstek ve engel  gördüğünüzde, saygı da ve iş birliğinde inat etmeyecek ve tabi tutulduğunuz her kösteği ve engeli, İstanbul halkıyla ve hatta Tüm Türkiye ile paylaşacaksınız.
Tebrikler; İstanbul halkı ve seçmeni, tebrikler ve başarılar Sayın İMAMOĞLU.
DEMOKRASİ; sana yaptığımız tüm kötülüklere, seni yeterince savunup koruyamamış, değerini anlayamamış olmamıza rağmen; sen, bizleri hoş gör ve Türk Halkını, kendinden asla uzak tutma ve esirgeme lütfen, selam olsun sana  DEMOKRASİ.
ÜLKEMİZ İÇİN,HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK.

Güner Yiğitbaşı

24/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Ah İsmail ah verdin soruları İmamoğlu'na!...
Ah İSMAİL ah, verdin soruları İMAMOĞLU'na, Cumhur ittifakının adayı YILDIRIM seçimi kaybetti, hem de %10 gibi büyük farkla, tabi ERDOĞAN da kaybetmiş oldu.
İsmail, bakalım bu vebalin altından nasıl kalkacaksın, değer miydi ülkene bu kötülüğü yapmaya, baksana PKK kurucusu bebek katili APO ve kardeşi Osman ÖCALAN bile, tövbe edip ellerini  taşın altına koydular, ülkenin yararı ve  bekası için. Yazık, çok yazık, hiç yakıştıramadık sana bu ihaneti İsmail!
Evet, yazımıza bu ironi ile başlayalım dedik, şimdi 23.Haziran seçimini değerlendirelim.
21/06/2019 tarihli “23Haziran İstanbul Seçimi Şimdi Gerçekten Beka Sorunu Haline Gelmiştir” başlıklı yazımızda aynen şunları yazmıştık;
“23.Haziran seçimleri; bize göre, yerel bir İstanbul seçimi olmaktan çıkmış, gerçek bir beka sorunu haline gelmiş olup, bu seçim birçok şeyin test edileceği bir seçim olacaktır
İlk olarak; AKP'nin ve liderinin, halk nezdindeki itibarı ve güvenilirliği test edilecektir.
İkinci olarak; bu kadar olup bitenden sonra, Türk halkının ve seçmeninin zeka düzeyi, algılama ve sorgulama, iyiyi kötüden ayırma, doğruyu ve yalanı ayırabilme kabiliyeti test edilecektir.
Üçüncü olarak; İş başındaki siyasal iktidarın, kendisinden medet umduğu İmralı’daki bebek katilinin, vatanına ve milletine bağlı Kürt Vatandaşlarımız ve Kürt seçmeni nezdindeki itibarı test edilecektir.
Dördüncü olarak; Kürt Halkının ve seçmeninin gerçek temsilcisinin HDP olup olmadığı test edilecek ve alınacak sonuca göre; HDP, PKK terör örgütüyle birlikte anılma ve onun paralelinde ve emrinde görünme  utanç ve haksızlığından kurtulacak ve yasal bir parti olduğunu, iş başındaki siyasal iktidara ve Türk Halkına göstermiş olacaktır.” demiş ve de;
“AKP ve liderine; 31.Mart İstanbul seçimlerini, baskıyla ve demokrasi dışı yöntemlerle iptal ettirdiği ve bir şerden,23.Haziran yenilenen İstanbul seçimiyle ülkemizin yararına yeni ufuklar açacağı, AKP'nin ve liderinin gerçek niyetini, hiçbir tereddüde mahal bırakmayacak şekilde Türk Milletine ve Dünya'ya gösterdiği için, çok teşekkür ediyoruz.” diyerek bitirmiştik yazımızı.
23 Haziran seçimi sonuçlandı ve İMAMOĞLU,31 Mart seçimlerine göre, ezici bir farkla,13.000 yerine, yaklaşık 800.000 farkla seçimi ikinci kez kazandı.
Önceki yazımızda bu seçimle test edileceğini söylediğimiz ilk test'in ortaya çıkan sonucuna göre; AKP liderinin halk nezdindeki itibarı ve prestiji, çok önemli derecede eksilmiştir. Seçim sonucu bunu çok net bir şekilde göstermektedir. Zira, ERDOĞAN demek AKP demektir, bu nedenle AKP'nin başarısı kadar, başarısızlığı da doğrudan ERDOĞAN'a aittir, İstanbul  AKP İl Başkanı istifa naralarını atanlar biraz yürekliyseler, ERDOĞAN istifa diye nara atmalılar.
Bu seçimle test edilen halkımız ve seçmenimiz, alınan seçim sonucuna göre; zeka düzeyi, algılama ve sorgulama, iyiyi kötüden ayırma, doğruyu ve yalanı ayırabilme, kabiliyeti yönünden, sınıfı ve testi başarıyla geçmiştir.
Kürt seçmen vatandaşlarımız; bu seçim sonucuyla, yasal bir parti olan HDP'nin talimatına uyarak, vatanına ve milletine bağlılığını göstermiş, iş başındaki siyasal iktidarın, kendisinden medet umduğu ve kucak açtığı İmralı’daki bebek katili APO'ya itibar etmediklerini, APO'nun tarafsızlık talimatına kulak asmayarak açıkça ortaya koymuşlardır. Bu seçim sonuçlarıyla Kürt vatandaşlarımız da test'den başarıyla çıkmışlardır.
23Haziran seçim sonucuyla; HDP'nin,  APO'nun talimatına rağmen, PKK paralelinde hareket etmeyerek, yasal bir parti ve Kürt seçmenlerinin gerçek yasal temsilcisi olduğu açıkça ortaya çıkmış olup, siyasal iktidar ve onun küçük ortağının, APO'nun tarafsızlık talimatına uymamakla suçladığı HDP'yi hedef alacak, terör partisi olduğuna yönelik önceki ve bundan sonraki tüm suçlamaları, inandıcılığını yitirmiştir.
23.Haziran seçim sonucu; bir önceki yazımızda, seçimi iptal ettirip yenilettiği için AKP liderine yapmış olduğumuz teşekkürümüzün haklılığını ortaya koymuştur.
Teşekkürler Sayın ERDOĞAN; seçimi kaybettiniz, iktidarınızın sonunun başlangıcını görerek üzüldünüz belki ama, inanın sonunda ülkemiz için şer gözükse de, bize göre çok hayırlı bir hizmet verdiniz, İstanbul seçimlerini iptal ettirip yeniletmekle.
Bu seçimin kazananı, Türk demokrasisi, Türk Halkı ve İMAMOĞLU dur.
Tek kaybedeni ise; ülkenin olduğu gibi, partisi AKP'nin de, tek adamı olan, her konuda son kararı veren ERDOĞAN ve onun siyaset, demokrasi ve özgürlük anlayışıdır. AKP de seçim yenilgisi nedeniyle istifa etmesi gereken bir suçlu aranacaksa, bu tek suçlu AKP Genel Başkanı ERDOĞAN dır. Aksine bir arayış, beyhude olup partiyi yok edecektir.

Güner Yiğitbaşı

23/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Mutluluk - Güner Yiğitbaşı
Mutluluk nedir?
Mutluluğun belirli bir kalıba sokabileceğimiz, herkes için geçerli bir tarifi var mıdır?
Yoktur maalesef.
Mutluluk, anlıktır ve kişiden kişiye değişir.
Hayatın size toz pembe gözüktüğü, bütün dertlerinizi unuttuğunuz, hayattan zevk aldığınız, iyi ki doğmuşum ve yaşıyorum ve yaşadığım şu andan zevk ve keyif alıyorum, seviyorum ve seviliyorum, sağlıklıyım, iştahım yerinde yediklerimden tad alabiliyorum, yarına umutla bakabiliyorum dediğiniz an ve o anda tüm hissettiğiniz tüm güzel duygular, mutluluktur.
Demek oluyor ki, mutluluk yaşamımızın bir anında hissettiğimiz güzelliklerdir.
Bu nedenle, mutluluk tarif edilemez. Sadece hissedilir ve yaşanır.
O zaman yapılması gereken şey, mutluluğun belirli bir tanımını yapmaktan ziyade, insanları mutlu eden şeyleri tanımlayıp keşfedebilmektir.
İnsanları mutlu eden, onlara mutluluk duygusu verebilen şeyler, kişiden kişiye değişir.
Bazı insanlar doyumsuzdurlar. Kolay kolay her şeyden mutlu olamazlar.
Bazı insanlar ise, çok çabuk mutlu olurlar.
Bu itibarla, insanları mutlu eden nedenler, kişiden kişiye değişir ve görecelidir.
Bazı insanlar, gece yatıp sabahleyin sağlıklı bir şekilde uyanarak güne başlamakla mutlu olurlar.
Bazı insanlar, sağlıklı olarak yeni bir güne uyansalar da mutlu olamazlar, beklentileri büyüktür.
Bazı insanlar, sevdikleri yanındaysa sağlıkları yerindeyse mutlu olurlar.
Bazı insanlar, o kadar pozitiftirler ki, Dünyaya gelmiş olmaları onların mutlu olmaları için yeterli olur.
Bazı insanlar, bir şarkı dinlerler ve o şarkı onları alıp bir yerlere götürür ve mutluluktan adeta uçalar.
Bazı insanlar, uzun süre görmediği bir arkadaşıyla karşılaşırlar ve çok mutlu olurlar.
Bazı insanlar, gece olsa da uyusam diye gecenin olmasını beklerler ve yatağa girecekleri an çok mutlu olurlar.
Okumayı seven insanlar, yeni bir kitap alarak onu okumaya başladıkları anda çok mutlu olurlar.
Bazı insanlar, yemeyi çok sevdikleri için yemek yerlerken mutlu olurlar.
Bazı insanlar çok duygusal ve romantiktirler, sevmekten ve sevilmekten çok mutlu olurlar.
Bazı insanlar hediye kabul etmekten, bazı insanlar da sevdiklerine hediye vermekten mutlu olurlar.
Bazı insanlar, doğa ile baş başa kaldıklarında mutlu olurlar.
Bazı insanlar, başkaları tarafından methedilince mutlu olurlar.
Bazı insanlar, güzel şeyler yazdıklarında ve bu yazdıklarının büyük bir kitle tarafından beğeniyle okunmasından mutlu olurlar.
Bazı insanlar, doğarken mutlu doğmuşlardır. Tüm olumsuzluklara rağmen yüzlerindeki mutluluk hiçbir zaman yok olmaz.
Bazı insanlar ise mutlu olmamak için sanki yemin etmişlerdir, ne yaparsan yap, ne verirsen ver, onları asla mutlu edemezsiniz. Hayal edemeyeceği şeylere kavuşsa da, ruhu karadır, hırsı büyüktür, bir türlü mutlu olmaz ve muhatap olduğu insanların mutlu olmaması için de ellerinden geleni yaparlar.
Hepinize mutluluklar.

23/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Postallı Darbe Rugan Ayakkabılı Darbe
Aslında millet olarak darbelerden bıktık, darbenin ne postallısı güzel, ne de kadife eldivenli ve rugan ayakkabılısı güzel. Millet olarak, asla darbe istemiyoruz, özgürlük ve demokrasi istiyoruz bizler.
Buna rağmen; darbeleri, iş başındaki iktidarın lideri gündeme getiriyor sürekli olarak.
Hiç gereği ve alakası yokken, İMAMOĞLU'na vereceğiniz oylar Mısırlı darbeci SİSİ'ye verilmiş sayılır demez mi.
Bu nedenle, biz de darbenin ne olduğunu ve çeşitlerini aralarındaki benzerlikleri ve ayrılıkları makale haline getirmek zorunda kaldık.
Darbeyi, herkesin anlayabileceği şekilde ve basitçe; mevcut yasal yönetimi iş başından zora dayalı olarak uzaklaştırarak iş başına gelen bir kişi ve onun az sayıdaki etrafındakilerin veya seçimle demokratik yollarla iş başına gelen siyasal iktidarın; kurulu anayasal düzeni yok ederek, kendi demokrasi dışı düzenlerini kurup, ülkeyi istedikleri gibi, antidemokratik yollarla yönetmeleri, özgürlükleri kaldırmaları ve iktidarı bırakmayı asla düşünmemeleridir.
Askeri darbe dediğimiz Postallı darbeyi; genellikle, o ülkenin silahlı gücünün başındaki kişi veya kişiler planlar ve yaparlar, seçimle veya bir önceki askeri darbeyle gelen mevcut yönetimi zora dayalı olarak cebren iş başından uzaklaştırır ve kendi düzenini kurarak halka kabul ettirirler.
Askeri darbe, yani darbenin postallısında, kartlar açıktır, halk bilir ki, silah gücü kullanılarak askeri bir darbe yapılmış ve darbeciler iş başına gelmişlerdir. Darbeciler de şeffaftır, halkı demokrasi ve özgürlükler vardır diyerek kandırmazlar, ülkeyi özgürlükleri kısarak, ya da tamamen yok ederek, demokrasi dışı yöntemlerle idare ederler.
Kadife eldivenli rugan ayakkabılı darbeye gelince;
Bu darbenin lideri ve lider kadroları, demokrasinin nimetlerinden ve imkanlarından yararlanarak, demokrasiyi bir araç olarak kullanarak, demokrasi ve hak ve özgürlük vaat ederek, gerçek niyetlerini gizleyerek, demokrasiyi amaç edinmeden, rakipleriyle eşit koşullarda yapılmasa da, demokratik ve meşru sayabileceğimiz bir seçimi kazanarak iş başına gelirler.
Anayasanın kendilerine tanıdığı yetkileri, sonuna kadar ve zorlayarak, hatta anayasanın sınırları dışına çıkarak kullanırlar, ancak anayasal sorumluluklarını asla yerine getirmezler, göreve başlarlarken anayasaya göre yaptıkları yeminlerine asla sadık kalamazlar. Bir sonraki seçimlere kadar, milli irade teraneleriyle, ülkeyi anayasa ve yasaları ihlal ederek yönetmeye çalışırlar.
Aslında, mevcut anayasa ve yasaları uygulamak koşuluyla kendilerinin seçildiklerini ve yetkilendirildiklerini bilirler ama, bilmezlikten gelirler. Seçilmiş olmalarının, her anayasa ve yasa ihlalini meşrulaştırdığını savunurlar ve zannederler.
En küçük bir eleştiri ve muhalefet, özgür basın  istemezler, en küçük bir eleştiride dahi suç unsuru arayarak, muhaliflerin sesini kısmak isterler, halkı ve basını korkuturlar ve sindirirler. Bir yandan da, sürekli demokrasi ve özgürlüklerden bahsederler, demokrasi havarisi kesilirler.
Halk; neyin suç, neyin eleştiri olduğunu anlayamaz, anayasanın ve yasaların kendilerine tanıdığı ve halen hukuken yürürlükte olan hak ve özgürlüklerini oto kontrol, oto sansür uygulayarak kullanamazlar, aksi halde hapse boylayacaklarını bilirler.
Basın da öyledir, özgür ve bağımsız basın organı çok azalır, basının büyük bölümü iktidar tarafından şu veya bu yolla kendi saflarına çekilir, halkın doğru haber alması ve bilinçlenmesi bu yolla engellenir.
Öyle bir hal alır ki; inanın insanlar askeri, yani postallı darbe günlerini arar hale gelirler, ne yazık ki.
Mısır örneğine dönecek olursak, kırk satır mı, kırk katır mı? Diye sormak gerekiyor.
Yani, SİSİ mi, yoksa MURSİ mi?
Bize göre, her ikisi de değil, en hayırlısı, İMAMOĞLU.

Güner Yiğitbaşı

22/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

23 Haziran İstanbul Seçimi Şimdi Gerçekten  Beka Sorunu Haline Gelmiştir
31.Mart'da yapılan mahalli idareler seçimini, siyasal iktidar ve tastikçi başı küçük ortağı ülkenin beka sorunu olarak ilan edip, seçim propagandalarını beka sorununa endekslemişlerdi.
Aslında, ülke her yönden dar boğazda olmasına rağmen; o tarihte, bugün olduğu gibi, ülkenin gerçek bir beka, yani var olup olmama sorunu asla yoktu.
31.Mart seçimlerinde, siyasal iktidarın, iktidarda kalıp kalmama ve özellikle de en başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, büyük illerimizin belediye başkanlıklarını, ne yapıp yaparak kaybetmeme sorunu vardı. Sorun, yerel yönetimlerdeki iktidarlarını ve çıkarlarını kaybetmeme sorunuydu. Bu nedenle, seçmeni kandırarak, ülkenin beka, bölücü terör sorunu olduğunu, Millet İttifakının, yasal bir parti olan HDP ile yakın temasa geçerek Kürt seçmenin oylarını alıp seçimde başarı göstermesinin önünü kesmek için, HDP ile yakınlaşmanın ve seçim ittifakı yapmanın, PKK terörüyle Kandil ile işbirliği yapmak olacağını haykırıp durdular ve Millet İttifakını baskı altına aldılar.
Cumhur İttifakının büyük ortağı AKP'nin Genel Başkanının; Cumhurbaşkanı şapkasını giyerek, YSK'yı baskı altına alıp, zorla İstanbul seçimlerini iptal ettirmesi üzerine, mutlak surette İstanbul seçimini kazanmak zorunda olduğunu hisseden AKP ve onun genel başkanı,23.Haziran seçimleri için beka sorunu yalanını bir kenara koymuş ve bir “U” dönüşü yaparak, 31.Martta beka sorunu dediği PKK terör örgütünün kurucusu ve onursal lideri ÖCALAN ile dirsek temasına geçmiş ve üç ay önce dediklerini, Millet İttifakına yönelik iftiralarını yok sayarak, PKK teröründen ve eli altında tutuklu olan lideri ÖCALAN'dan medet umar hale gelmiştir.
Yaşananlar; hiçbir demokratik ülkede ve hatta diktatörlükle idare edilen başka  bir ülkede görülmesi asla mümkün olmayan, hiçbir haklı mazeret kabul etmeyen, hayret, ibret ve utanç verici bir durumdur.
Biz kendi adımıza, utancımızdan, bu ülkenin vatandaşı olduğumuzdan ve bu iktidar tarafından yönetilmek zorunda kaldığımız için çok mutsuzuz, utanç ve üzüntü içindeyiz. Allahıma; ben ve Türk Milleti, sana karşı ne büyük kusur işledik de, böyle bir yönetimi bize reva gördün diyerek, kendimi sorgulamak zorunda kalıyorum.
Dün ortaya çıkan Ali Kemal ÖZCAN isimli ne olduğu belirsiz kendisine akademisyen denilen bir zat, devlet imkanlarıyla, Adalet Bakanının özel izniyle İmralı Adasında hükmen tutuklu bebek katili PKK'nın kurucusu ve  Onursal lideri ÖCALAN'ın yanına gönderilmiş ve kendisiyle üç saat görüşmesi sağlanmış, dönüşte de ÖCALAN'ın bir mektubunu getirmiş, basına açıklanan bu mektup da, ÖCALAN; Kürt seçmenin, 23.Haziran seçimlerinde tarafsız kalmasını istiyor.
Zira, AKP ve onun liderinin, PKK terör örgütüyle eş değer gördüğü HDP ve onun tutuklu  lideri Selahattin DEMİRTAŞ, seçimlerde İMAMOĞLU'nun desteklenmesi kararı alarak, Kürt seçmenine bu kararını duyurmuştu.
23.Haziran seçimlerini, Kürt seçmenin oylarını alamadığı takdirde kesinlikle kaybedeceğini anlayan AKP ve onun lideri;31 Mart seçimlerinden önce, ülkenin beka sorunu var diyerek, PKK terörünün meclisteki temsilcisi HDP ile işbirliği yapmakla suçladığı Millet İttifakını oluşturan CHP ve İYİ Partiyi, meydanlarda, terörle ve Kandille kol kola girmekle ve teröre destek vermekle suçlamış ve avazı çıktığı kadar bağırmıştı.
Üç ay içinde ne değişti de, AKP ve onun doyumsuz lideri, 23.Haziran seçimleri öncesinde, yasal bir parti olan HDP ile bile değil de, doğrudan Terör örgütünün kurucusu bebek katili ÖCALAN ile temas kuruyor, Ali Kemal ÖZCAN isimli meçhul kişiyi İmralı'ya ÖCALAN'ın ayağına gönderip desteğini almak zorunda kalıyor?
Bu sorunun cevabı gayet basit ve açık. Tarzan zor durumda. İstanbul giderse, AKP iktidardan düşecek, tutunacak en önemli dalını kaybedecek de ondan.
Dün itibariyle, artık kesin olarak takke düşmüş ve kel görülmüştür.
O kadar ki;ÖCALAN'ın Kürt seçmenden tarafsız kalmalarını istemesine rağmen, yasal bir Parti olan HDP'nin seçim stratejisini değiştirmemesi ve Millet İttifakına yönelik desteğinin devam ettiğini açıklaması üzerine; AKP ve küçük ortağının çok milliyetçi lideri BAHÇELİ, ÖCALAN'ın isteğine uymadıkları için, HDP'yi eleştiriyorlar ve ÖCALAN'ın yanında yer alıyorlar. Allahım sen Türk Milletini koru aklına mukayet ol.  Bakalım daha ne kepazelikler, dün dündür, bugün bugündür döneklikleri ve yalanları göreceğiz.
Bu ülkenin, bize göre tek sorunu; iş başındaki, yetersiz ve sadece kendi iktidarını düşünen, kendi ikbali için, ileriki günlerde ülkenin zararına daha neler yapacağı belirsiz siyasal iktidardır. Yapılacak olan ilk seçimlerde bu iktidardan kurtulduğumuz takdirde, inanın bu ülkenin bütün sorunları bir bir çözülecek, en azından çözüm aşamasına girilecektir.
23.Haziran seçimleri; bize göre, yerel bir İstanbul seçimi olmaktan çıkmış, gerçek bir beka sorunu haline gelmiş olup, bu seçim birçok şeyin test edileceği bir seçim olacaktır
İlk olarak; AKP'nin ve liderinin, halk nezdindeki itibarı ve güveninirliği test edilecektir.
İkinci olarak; bu kadar olup bitenden sonra, Türk halkının ve seçmeninin zeka düzeyi, algılama ve sorgulama, iyiyi kötüden ayırma, doğruyu ve yalanı ayırabilme kabiliyeti test edilecektir.
Üçüncü olarak; İş başındaki siyasal iktidarın, kendisinden medet umduğu İmralıdaki bebek katilinin, vatanına ve milletine bağlı Kürt Vatandaşlarımız ve Kürt seçmeni nezdindeki itibarı test edilecektir.
Dördüncü olarak; Kürt Halkının ve seçmeninin gerçek temsilcisinin HDP olup olmadığı test edilecek ve alınacak sonuca göre; HDP, PKK terör örgütüyle birlikte anılma ve onun paralelinde ve emrinde görünme  utanç ve haksızlığından kurtulacak ve yasal bir parti olduğunu, iş başındaki siyasal iktidara ve Türk Halkına göstermiş olacaktır.
AKP ve liderine; 31.Mart İstanbul seçimlerini, baskıyla ve demokrasi dışı yöntemlerle iptal ettirdiği ve bir şerden,23.Haziran yenilenen İstanbul seçimiyle ülkemizin yararına yeni ufuklar açacağı, AKP'nin ve liderinin gerçek niyetini, hiçbir tereddüte mahal bırakmayacak şekilde Türk Milletine ve Dünya'ya gösterdiği için, çok teşekkür ediyoruz.

Güner Yiğitbaşı

 21/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Yapmayınız sayın Erdoğan yapmayınız!...
Yapmayınız, milleti; germeyiniz, bölmeyiniz ve sadece sandığa indirgenen ve kırıntısı kalan demokrasiden soğutmayınız Sayın Erdoğan, Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen’94 Ruhuyla Cihannüma ve Kadim Dostlar Buluşması’nda yaptığınız konuşmanızda “Ordu’da bu milletin, devletin valisine ne diyor, ‘it’ diyor. Bu nasıl kucaklama ya? Benim milletimden, başta  Ordu valimiz olmak üzere özür dilemedikçe böyle bir adaylığa bırakın layık olmak, böyle bir makama gelemez.” demişsiniz, bu sözlerinizi televizyondan izleyince kulaklarımıza inanamadık.
Sayın ERDOĞAN, seçilen bir kişinin o makama gelip gelmeyeceğine siz karar veremezsiniz.
Siz, bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanısınız, görev ve yetkileriniz Anayasamızda açıkça sayılmıştır.
Seçilen bir belediye başkanının o makama oturması için, milletin iradesinin üzerinde, sizin etik onayınızı zorunlu kılan, size böyle bir yetki tanıyan bir anayasa hükmü yoktur.
Şayet ortada, Vali’ye yönelik işlenmiş bir hakaret suçunun varlığını ortaya koyan kuvvetli suç şüphesi varsa, bu konuda cezai soruşturma açılıp açılmaması, sizin değil yargının görevidir.
Bu ülkenin savcıları vardır. Bir hukukçu olarak biliyoruz ki; devletin valisi olan bir kamu görevlisine, yaptığı görevinden dolayı hakaret edilmişse, böyle bir iddia varsa, basında böyle bir iddia dillendirilmişse, şikâyet beklemeden savcılar resen soruşturma başlatmak zorundadırlar.
Evet valiler, Cumhurbaşkanı olarak sizin illerdeki temsilcilerinizdir, bu nedenle gösterdiğiniz hassasiyeti anlıyoruz. Ancak; sayın vali, yaptığı görevden dolayı gerçekten bir hakarete uğramışsa, bu konuda kuvvetli suç şüphesi varsa; bunun yasal gereği, sizin talimatınıza göre değil, yasalara göre yargı tarafından yapılacaktır. Siz, masumluk karinesine rağmen, bir kişiyi yargısız infaz yaparak, yargılanmadan suçlu ilan edemezsiniz, validen özür dilemeye davet edemezsiniz, hele hele, kendinizi milletin iradesinin üzerinde görerek, seçilse dahi o makama gelemeyeceğini söyleyemezsiniz, milletin iradesini ve seçimini yok sayamazsınız.
Bu ülkede, demokrasi sadece seçimlere indirgendi diye eleştirirken, seçimlerin sonuçlarının, geçerli sayılıp sayılamayacağının dahi, sizin onay ve keyfinize tabi olacağı bir rejime, demokrasi denilip denilemeyeceğini sizin taktirlerinize bırakıyoruz.
Sayın ERDOĞAN; size diktatör diyenlere haklı olarak kızıyorsunuz. Şimdi siz, milletin oylarıyla seçilecek olan bir belediye başkanı için; hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan, işlemediğini söylediği bir fiil nedeniyle, sanki suçluymuş gibi, peşinen validen özür dilemeye zorlarsanız ve özür  dilemezse, böyle bir makama gelemez derseniz, size diktatör diyenlerin ellerine büyük bir koz vermiş olmayacak mısınız? Biraz sakin olun ve empati yapın lütfen.
Gerçekten bir suç işlendiğine dair kuvvetli ve ciddi suç şüphesi varsa, sizin arzuladığınız ve verdiğiniz talimat gibi, seçimlerin yapılması ve atlatılması asla beklenemez, seçimin atlatılması beklenmeden, savcılar soruşturmaya başlarlar, sizin bu çıkışınız ve hassasiyetiniz, gerçekten sizi temsil eden valinin haklarını korumak ise, aynı zamanda AKP Genel Başkanı sıfatınızla seçimlere yönelik siyasi bir çıkar amacı taşımıyorsanız, hiç canınızı sıkıp üzülmeyiniz, bu konuda emrinizdeki valiye süre konusunda talimatlar vermeyiniz, işi savcılara ve yargıya bırakınız lütfen.
Sayın ERDOĞAN; Devletin valileri, bize göre de, çok değerlidir ve saygı değerdir, sizin Cumhurbaşkanı olarak illerdeki temsilcilerinizdir. Ancak, bir gerçek daha var tabi, sizin bir de politikacı şapkanız var biliyorsunuz, aynı zamanda AKP Genel Başkanısınız. Valiler; sizin, sadece Cumhurbaşkanı sıfatınız ve şapkanızın illerdeki temsilcisidir. Valiler, sizin AKP Genel Başkanı sıfatınızdan kaynaklı temsilcileriniz değildir.
Sayın ERDOĞAN; Devletin valileri de, acaba, gerçekten devletin ve milletin valileri gibi tarafsız ve politika üstü görev yapabiliyorlar mı, valilerimize bu imkanı tanıyor musunuz? Tarafsız olarak bir düşünün bakalım.
Siz, hakarete uğradığını iddia eden bir valiyi dahi, mağdur olarak hakkını arama konusunda serbest ve özgür bırakmıyorsunuz, bekle hele bir seçimler atlatılsın diyebiliyorsunuz, bırakın vali ne zaman yargıya başvuracaksa o karar versin, savcılar özgür kalsınlar. Sizin, yargıyı, seçimlere ve seçim sonuçlarına endeksleme gibi bir hak ve yetkiniz de yoktur.
Sayın ERDOĞAN; devletin ve milletin valisi diyorsunuz, onların mağduriyetlerine sahip çıkıyorsunuz, iyi de yapıyorsunuz, teşekkür ederiz. Ancak, devletin oluşmasında vatan parçası gibi çok önemli bir unsur olan Milet’in; Millet İttifakına mensup yarısını, sırf size oy vermediler diye zillet ittifakı diye suçlamanız, neredeyse teröre destek vermekle suçlamanız, millete hakaret değil midir, size göre, zillet olarak ve teröre destek vermekle suçladığınız milletin yarısı, sizin valinizden daha mı değersizdir?
Sizin; sıfatınız ne olursa olsun, Milletin yarısına hakaret etme konusunda bir imtiyazınızın olmadığını hatırlayınız lütfen. Siz, dokunulmazlığınıza sığınarak, benim de içinde olduğum ve zilletlikle itham ettiğiniz Millet İttifakını oluşturan halkımızdan, seçim öncesinde bir özür dilemeyi düşünüyor musunuz?
Sayın ERDOĞAN; zaten, milletimiz yasal bir seçimin sudan sebeplerle, hukuka aykırı olarak iptalinden kaynaklı ağır bir şok ve travmayı henüz atlatamadan, bu sefer de,23 Haziranda yapılacak olan seçimin en güçlü aday'ını itibarsızlaştırmak amacıyla söylediğiniz, validen özür dilemedikçe o makama gelemez söyleminizle, milletimizi seçimlerden ve demokrasiden tamamen soğutarak, milletimizin demokrasiye olan inancını yerle bir ettiğinizi hiç düşündünüz mü?
Gerçek bir dost ve çok samimi olarak söylüyoruz, yapmayınız Sayın ERDOĞAN, yapmayınız lütfen!

Güner Yiğitbaşı

19/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Dünkü Açık Oturumun Yorumu
Dün gece, yıllar sonra, siyaset eski güzel günlerine döndü.
Yıllarca, seçim öncesinde rakipleriyle bir araya gelip medya ve seçmen önünde ülke sorunlarını tartışmaktan kaçan ve bu kaçışına da; muhalefet, bizim sırtımızdan seçim rantı elde etmek istiyor, biz buna alet olmayız, sırtımızdan rant elde etmelerine müsaade etmeyiz gibi, saçma sapan gerekçeler üreten AKP, nihayet 23 Haziran seçimleri için bu perhizini bozdu, daha doğrusu bozmak zorunda kaldı.
Biliyorlar ki; seçimi yine kaybedecekler, hiç değilse vuruşa vuruşa kaybedelim, belki rakibimize de biraz hasar veririz, bu da bizim için kardır demek istediler sanırız.
Açık oturumun sunucusundan başlarsak, tecrübeli gazeteci ve televizyoncu olan İsmail KÜÇÜKKAYA, oldukça rahattı, elinden geldiğince tarafsız kalmasını bildi ve otoritesinden her iki katılımcıya da taviz vermemeye çalıştı.
Programın sonunda, akıllı bir çıkış yaparak, özellikle bu oturuma çok nazlanarak çıkan Binali YILDIRIM'a yönelik olarak,” beni nasıl buldunuz tarafsız ve iyi bir yönetim gösterdim mi?” diye sorarak, Binali Bey'den aldığı olumlu cevapla, bugün kendisinin yönetimine yönelecek olan AKP taraftarlarının eleştirilerini, kaynağında engellemiş oldu.
Sunucu İsmail KÜÇÜKKAYA FOK Tv. deki sabah haber programı ile Türkiye'nin tanıdığı başarılı bir gazeteci idi, tüm kanallardan bütün ülkenin izlediği bu açık oturumun yöneticisi olarak, artık onu tanımayan hiç kimse kalmadı ve kariyerinin zirvesine oturdu, bu programın sunuculuğunu kabul etmeyen Uğur DÜNDAR'a, artı bir teşekkür borcunun olduğunu kendisine hatırlatıyoruz.
Oturumun katılımcılarına gelince; her iki katılımcı da, vücut dillerine değişik şekilde yansıyan bariz bir heyecan taşıyorlardı. Kolay değil tabi, günlerce tüm ülkenin beklediği, herkesin pür dikkat izleyecekleri, seçime etkili olacak önemli bir kapışma yapacaklardı.
Binali Bey; bugüne kadar işgal ettiği koltuklar ve yaşı nedeniyle, daha tecrübeli bir politikacı idi ama, onun da bu tür bir alışkanlığı ve tecrübesi yoktu, bir de performansına ilişkin olarak, saray'ın baskısını ayrıca üzerinde hissettiği açıktı.
İmamoğlu da, kolay değil, kazandığı anasının ak sütü gibi helal başkanlık koltuğu elinden alınmıştı, rakipleri açığını bulmak için kendisini didik didik ediyorlardı, Ordu ilinde bir tuzakla karşılaşmıştı, haksız bir şekilde Ordu Valisine hakaretle suçlanıyordu, bu nedenle psikolojisi bize göre tam sağlıklı olmayabilirdi,31.Marttan bu yana ayakta ve tedirginlik yaşıyordu, bu ortamda, rakibine göre daha deneyimsiz olma dezavantajıyla bu oturuma katılıyordu.
Sorulara, üç dakika ile sınırlı cevap süresi tanınması, bize göre çok kısa ve anlamsızdı, program Pazar günü değil, Cumartesi günü akşamı yapılabilir ve ertesi günün tatil olması nedeniyle, cevap süreleri en az beş veya on dakika olabilir, program uzayabilirdi.
Bize göre, on yedi sonra kavuşabildiğimiz böyle bir açık oturum için, halkımız sabaha kadar uykusuz kalmayı göze alarak, adayları daha iyi değerlendirme imkanının kendilerine tanınmasını arzu ederlerdi.
Katılımcılardan Binali YILDIRIM, yıpranmış ve 25 yıldan bu yana İstanbul'u idare eden bir partinin adayı olduğu için, Millet İttifakı adayı İmamoğlu daha avantajlıydı. Bu avantajlarını elinden geldiğince kullandı ama, söylediğimiz gibi, cevap sürelerinin kısalığı, öldürücü darbelerin vurulmasına engel oldu diyebiliriz.
İmamoğlu'nun; Binali Bey'e, seçim sonuçlanmadan galibiyetinizi açıkladınız afişler astınız çıkışına, Binali Bey, İstanbul genelinde daha çok ilçe belediyesi kazandık o nedenle galip geldiğimizi açıkladık cevabı, mantıklı gibi geldiyse de, aldatıcıydı, henüz seçimlerin sonuçları alınmamıştı ve Binali Bey'in resmi afişlerde Büyük Şehiri kazanmış gibi yer aldığı halde, İmamoğlu bu ayrıntıyı iyi vurgulayamadı, siz ilçeleri kazandığınızı söylüyorsunuz ama, kendinizi afişlerle Büyük Şehiri kazanmış gibi gösterdiniz vurgusunu, çok iyi yapamadı.
Binali Bey'in en zayıf ve yumuşak karnı, mal varlığı ve mal beyanları idi, ama İmamoğlu bu kozunu ve avantajını da, bize göre iyi kullanamadı ve Binali Bey'i köşeye sıkıştıramadı. Binali Bey, mal beyanı yasal bir zorunluluk diyerek, sanki kendisinin ve tüm yakınlarının mal varlıklarını, yasa gereği eksiksiz bildiriyormuş gibi, mal beyanı fırtınasından kolaylıkla kurtulmasını bildi. İmamoğlu; seçimlerden önce, her iki adayın kendilerinin, eş ve çocuklarının mal varlıklarını kamuoyuna açıklamaları konusunda ısrarcı olmalıydı.
Bize göre, sunucunun en güzel sorusu olan, katılımcılara yönelik birbirinize birer soru sorun jestini, böyle bir soruyu beklemedikleri ve hazırlıklı olmadıkları için, her iki katılımcı da iyi kullanamadılar.
Binali Bey'in; İstanbul belediyesindeki verilerin, İmamoğlu tarafından usulsüz olarak kopyalanması suçlamasını, bir Fetö yöntemi olarak açıklamasına rağmen; İmamoğlu'nun, Fetö yöntemlerini siz daha iyi bilirsiniz ve uygularsınız dememesi ve rakibini, Fetö'nün devleti eline geçirmesinin baş sorumlusunun kendileri olduğu konusunda suçlayarak, karşı hücuma geçmemesi, bize göre bir eksiklik ve hataydı.
Aynı şekilde, İmamoğlu'nun; Belediye Sosyal Tesislerinde içki içilmeyeceği vurgusunu ısrarla yapma gereğini duymasını da biz anlamış değiliz. Laik bir Türkiye Cumhuriyetinde, İstanbul Belediyesi Sosyal Tesislerinde içki servisi yapılmasının, yadırganacak bir durum olmadığı ve çok doğal olduğu, İmamoğlu tarafından kabul edilmeli ve bu konuya özel bir vurgu yapmamalıydı.
Binali Bey'in en zor anlarından biri de; belediyenin, bazı torpilli vakıflara para aktarımıydı. Binali Bey, ilke olarak para aktarımının usulsüzlüğünü ve yasa dışılığını kabul etmekle birlikte, yok öyle bir şey diyerek, konuyu kapatmaya çalıştı, sunucuyu da Sayıştay raporunu okumadan böyle bir soru sormakla suçladı, İmamoğlu; Sayıştay raporlarına göre, bu konuda Binali Bey'in savunmalarını çürütmeye çalıştı ama, zamanın kısıtlılığı, Binali Bey'in imdadına yetişti.
Binali Bey; hiçbir kanıt sunmadan, oylar çalındı diye rakibini itham ederken, rakibi İmamoğlu'nun da, kul hakkı yediniz iddiasını, itham olarak nitelendirmesi, haksız ve büyük bir çelişkiydi.
Bize göre, bu oturumun dezavantajlı katılımcısı Binali YILDIRIM,İMAMOĞLU tarafından çok daha zor durumda bırakılabilir ve sayıyla galip gelme yerine, nakavt bir galibiyet alınabilirdi.

Güner Yiğitbaşı

17/06/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Türklüğü Dışlamak
R.T. Erdoğan’ın söylediği ve hepimizin medya organlarından izlediğimiz şu sözünü bilirsiniz: “Kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın, her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına alıyoruz”.  Türklüğü kaldırırsak Osmanlı mı olacağız, bu zamanı, ırmağı geriye akıtmaya benzer.
Başbakan Tayyip Erdoğan, 12 Şubat 2013 de Midyat Köşk Meydanı’nda düzenlenen toplu açılış töreninde aynen şunları söylemişti:  “Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle de Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız. Kuru milliyetçilik yok”, dedi. Türkiye Cumhuriyeti insanlarının çoğunluğunun Türk olduğu günümüzde bu sözleri içime sindiremiyorum, Kürtlere yaranmak için Türklüğü neden dışlayalım.(1)
Ne hikmetse, AKP iktidarının ileri gelenleri Doğuya ve Güneydoğuya gittiklerinde yöredeki Kürt vatandaşlara şirin görünmek için, oy için nabza göre şerbet veriyorlar ve böyle sözler söylemekteler. Yani Kürt vatandaşlara şirin görünmeye çalışıyorlar.
Erdoğan’dan altı yıl sonra Diyarbakır’da konuşan AKP'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda Mustafa Kemal Atatürk tarafından davet edilenler arasında Kürdistan mebusunun da olduğunu" söyledi. Güya İstanbul B. Şehir Beld Başk seçimi arifesinde İstanbul’daki Diyarbakırlı seçmene “oyunuzu bana verin” sinyalini vermeye çalışıyor. Bu söz Türk vatandaşının yüreğini yaralar. (2)
Toplumda birileri, hiç de hoş görülmeyen bir söz ettiği zaman, bizim köyün şöyle bir atasözü vardır bu durumlar için, onu söylerlerdi, gidişmedik yer kaşıyor” derlerdi.
Binali Yıldırım da Türkiye genelinde hiç de isabetli bulunmayan, hoşlanılmayacak,  oy  uğruna Diyarbakır’da Kürt vatandaşlara şirin görünmek için, “gidişmedik yer kaşıyor, “Kürdistan” dan bahsediyor.  “Kürdistan” demenin ne gereği var, oyunuzu bana verin de çık. Ama Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan da, Artvin’deki konuşmasında şöyle demişti: “İstiyorsanız Kuzey Irak'ta Kürdistan var, defol oraya git. Biz, size bu toprakları böldürtmeyeceğiz"


Türklüğü Dışlamak
Yukarıda R.T. Erdoğan da, aynı şekilde, Kürt bölgesinde oy uğruna Türklüğü dışlıyor.
İnternetten bu sözü dinlediğim sırada, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabına göz atıyordum. Orada Osmanlı’nın nasıl Türklüğü dışladığını belirten yazılar gördüm.
R.T. Erdoğan’ın Osmanlı ve Osmanlıca hayranı olduğunu biliyoruz.  Okullarda Osmanlıca seçmeli ders konulması, Osmanlıspor kurulması gibi uygulamalar onun Osmanlı sevdasını dışa vuruyordu. Osmanlı Maarif nazırı da, okul kitaplarından  “Türk” sözcüğünün çıkartılıp  “Osmanlı” yazılmasını emrediyordu. Yani tıpkı R.T. Erdoğan’ın Türklüğü dışladığı gibi, Osmanlı da Türkü-Türklüğü dışlardı. Osmanlıda Türklere “kaba Türk”, Türkçeye de “kobat (kaba) dil” derlerdi. Onun için Osmanlı devlet katında yazışmalar, Öztürkçe değil, Arapça, Farsça, Türkçe karışımı garip bir dil kullanılırdı.  Bunu da bilim dili sayarlardı.
Aydınlık’ta yazan Sayın Rıza Zelyut’un bu konuda aşağıdaki yazısından aldığımız örnekleri buraya aktaralım.
“16. Yüzyıl’ın Osmanlı Tarihçisi Hoca Sadettin Efendi, tarih kitabının birçok yerinde Türkleri aşağılıyor, bir şiirinde şöyle diyordu:
“Başına tac aldı çıkdı ol pelid
İtdi bî-idrak Etrak’i mürid.”
(O pis adam başına taç takarak ortaya çıktı ve kendisine de akılsız Türkleri mürit yaptı.) Burada, saldırdığı kişi, 15 yaşında bir devlet kuran Türk hakanı Şah İsmail... Onun çevresine toplanan Türkleri, aptal/akılsız gösteriyordu.  (Oysa Şah İsmail de tıpkı Yavuz S. Selim gibi öz be öz Türk’tü. Şah İsmail’in Öztürkçe (Şah Hatayi mahlasıyla) yazdığı şiirleri üstüne söylenmiş Türküleri her gün radyo ve tv larda beğeni ile izliyoruz).
Şimdilerde nasıl iktidar, “saray” yanlısı besleme basın varsa, Osmanlı Devrinde de, padişaha dalkavukluk yapan ozan ve yazarlar vardı. İşte bu devrin dalkavukçu şairlerini alim sanan Osmanlı padişahları da, Türkleri dışlıyor, hemen hemen hiçbir padişah Türk kızlarıyla değil,  Hıristiyan kökenli kadın ve kızlarla evlenmişlerdir.
Osmanlı sarayına dalkavukluk yapanlardan biri de Hafız Hamdi Çelebi, “Kadimi” mahlasıyla yazdığı şiirinde Türk’ü aşağılamakla yetinmemiş, onların acımasızca katledilmelerini, “Baban bile olsa Türk’ü katlet!” diye kışkırtmıştır. Hakaret ve yalanına Peygamber Hz. Muhammet’i bile ortak etmekten çekinmeyen bu devşirmenin o şiiri şudur:
“Devr-i ezelden beri şahım eflak
(Padişahım kâinatın yaratılışından bu yana)
Zemmolur âlem içinde Etrak
(Türkler bu dünyada hep kötülenmiştir)
Vermemiş Türk’e Hüda hiç idrak
(Allah Türk’e hiç anlayış/akıl vermemiştir)
Akl-ı evvel de olursa bibâk
(Türk çok akıllı olsa bile pervasızdır)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Baban bile olsa Türkü öldür)
Dedi ol kân-ı kerem, Şah-ı celâl
(O iyilik kaynağı yüce Peygamber dedi ki:)
Türk’ü katleyleyiniz kanı helal
(Türk’ü öldürünüz, kanı helaldir)
Daim oldu bunların işi dalâl
(Bunların işi sürekli sapıklık olmuştur)
Cümlesinden bunu ahzeyle misal
(Cümlesinden bunu örnek olarak al)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Öldür Türk’ü baban bile olsa da)
Türk eğer ilimde olursa derya
(Türk derin bilgi sahibi de olsa)
Müfti olup verir ise fetva
(Müftü olup fetva bile verse)
Hemnişin olma bunlarla katâ
(Asla onlara yaklaşma)
Bu kelam içre muhassal cana
(Ey değerli dost, bu sözde özetlendiği üzere)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Türk’ü öldür, baban olsa bile)
Türk’ü zannetmeki ola âdem
(Türk’ün adam olacağını zannetme)
Türk ile durma oturma bir dem
(Türk ile bir an olsun oturma)
Şeker alsa eline, ola sem
(Türk eline şeker alsa onu zehir say)
Ser-i Etrak’i kesip hiç yeme gam
(Türklerin başını hiç üzüntü duymadan kes)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Öldür Türk’ü , baban olsa bile)
Ey Kadimî Türk’e hiç olma yakın
(Ey Kadimî Türk’e hiç yakın olma)
Sözleri olur ise dürr ü semin
(Sözleri çok değerli inci bile olsa)
Zinhar olma Türk’e yakın
(Sakın Türklere yaklaşma)
Kes başın, kanın dök, çekme gam
(Başını kes, kanını dök hiç üzülme)
Uktul-üt Türk’e velevkâne ebâk
(Türk’ü öldür, baban olsa da)
Türklüğü Dışlamak

İşte böyle Türk’ü, Türkleri, Türkçeyi aşağılayan kötüleyen sözde Osmanlı aydını bir Türk’tü.  Aradan yüzyıllar geçmiş, Türklerin başına Cumhurbaşkanı, yönetici olmuş bir Türk de (R.T. Erdoğan) Türk’ü, Türk milliyetçiliğini ret ediyordu.
Osmanlı padişahlarına dalkavukluk yapan biri de Şair Nefî idi. Bu zat, Siham-ı Kaza adlı taşlama kitabında Türklere demediğini bırakmamaktadır. İşte bu saray beslemesi, küstah ve şımarık adamın Türkler için kullandığı terimlerden bazıları:
“mülhidan-ı har” (eşeğin dinsizi/dinsiz eşekler), “Türk-i müzevvir” (Bozguncu Türk), “eşek Türk”, “Türk-i dûn”, (Aşağılık Türk), “Türk’e Hak, çeşme-i idraki haram etmişdir”, (Allah, Türk’e akıl çeşmesini yasak kılmıştır.), “Türk-i denî- hilkat” (Alçak yaradılışlı Türk), “Ne Türk idrâki yok izânı yok bir kaltâbân har/Yenür sanır alef gibi anılsa nâm-ı haysiyyet”) (Bu Türk’ün aklı, anlayışı yok; namussuz bir eşektir/ Onurun adı anılsa onu saman gibi yenilen bir şey sanır.)
Bunlarla yetinmeyen Osmanlı şairi, devam ediyor ve diyor ki: “Bu Türk’ün başka bir millette ne cinsi ne benzeri var/Ancak gulyabani bunlarla aynı milletten olabilir.” Padişaha dalkavukluk yapan, Türkleri aşağılayan bu güya Osmanlı şairleri, aydınları bu aşağılık yazıları yazıyorlar, padişaha sunup ondan ödül alıyorlardı.  Şimdi de yandaş medya da doğruları halka bildirmeyip, iktidara dalkavukluk yapmıyorlar mı? Belki de örtülü ödenekten besleniyorlar olmalı.  ll. Abdulhamid de gerici yazılar yazan, Volkan gazetesine el altından paralar göndermiştir.
(Menderes de yandaş yazarlara örtülü ödenekten paralar verirmiş, Necip Fazı Kısakürek’e üç bin lira verilmiş,  bu Yassıada Mahkemesinde tek tek meydana çıktı)
Daha pek çok örnekler verebiliriz.(3)
Osmanlının son yıllarına daha berilere İstanbul’un işgal yıllarına gelelim. İttihat ve Terakki Partisi milliyetçi,  Türkçü düşüncelerin ileri gitmesini isteyen bir düşünceyi taşıyordu.  İttihat ve Terakki Partisi zamanında başta İstanbul, İzmir gibi vatanın birçok yeri işgal edilince, bu partinin ileri gelen liderleri (Talat Paşa, Cemal Paşa, Enver Paşalar) yurdu terk edince bu parti ve Türkçüler, Türkçü aleyhinde baskılar düşmanlıklar başladı.  O zamanda Türklükten kaçan kaçana idi.
(Burada bir parantez açarak “keşke Yunanlılar kazansaydı” diyenlere  de bir gönderme yapalım.  İstanbul’un işgali sırasında Beyoğlu’nda bir Yunan generali otururmuş. Yunan generalinin oturduğu binanın bir kâbusu varmış. Balkonuna Yunan bayrağı çekildiği zaman, halk zorla bayrağı selama durdurulurmuş. Türkler bu bayrağı selamlamamak için oradan geçişlerini bu zamana rastlatmamaya çalışırlarmış. (4)
Türkçü Ziya Gökalp için yazılanlar.
Şair Ziya Gökalp Türkçülük, Türkçe üzerine şiirler, yazılar yazan İttihat ve Terakkici bir Türk aydınıdır. İttihatçılar tek tek tutuklanmaktadır, Ziya Gökalp de tutuklanır. O zamanları padişah dalkavukçuluğu yapan (şimdiki Saray dalkavukçusu gibi) gazeteler ve yazarlar varmış. Bir gün işgal uşağı bir gazetede, padişah dalkavukçusu güya milliyetçi Aka Gündüz, Ziya Gökalp hakkında şöyle bir alaycı yazısı yayınlanır:
Ah ne yazık ki onu asacaklar. Yemin ederim ki asıldığını istemiyorum. Hürmet ettiğim bu zatın bir fikri vardı ki ne güzeldir:  Ziya’nın kafasına bir düzine nalıncı çivisi çakmalı. Yaya olarak Anadolu’ya çıkarmalı. Kasaba kasaba, köy köy, oba oba gezdirmeli. Eyvah böyle yapmayacaklar da onu asacaklar. Ne kadar yazık! Ne kadar adaletsizlik”.  Yani Ziya Gökalp asılmasın da kafasına çivi çakılarak işkence ile öldürülsün, demek istiyor!
Türkçülük ve Türkler suçlu!


Türklüğü Dışlamak
“Türkçülük ve Türkler, hiç politikaya karışmasalar bile,  suçlu ve sorumlular arasındadır. Mütareke edebiyatında cinayet yerine geçen şeylerden biri de “Türklerde milliyet hissini uyandırmak”tı. Sanki bütün felaketlere o yüzden uğranmıştı. İstanbul Maarif Nazırı, kıraat (okuma) kitaplarından ‘Türk” kelimesinin kaldırılarak yerine “Osmanlı” sözü konmasını emretmişti ….”(Şimdilerde Osmanlıspor kurulmasını anımsayın)  . (Şimdi RTE nin “kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın, her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına alıyoruz” demesine ne kadar da benziyor). Yine Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan 40. Muhtarlar toplantısında “ Türkçülük yapmak bölücülüktür” diyordu.(5)
Üniversiteden Türkçü profesörler tasfiye edilmiştir;(6) (Şimdi de “hak adalet” diyen profesörler tasfiye ediliyor).
Kısaca “Türklüğü” yadsırsak, devlet dairelerinden TC yi kaldırırsak, “Türk milliyetçiliğini” dışlarsak Türk olarak özbenliğimizi  de kaybetmiş oluruz.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
(1)https://www.hurriyet.com.tr/gundem/erdogan-milliyetcilik-ayak-altinda-22621388
(2)https://t24.com.tr/haber/binali-yildirim-dan-diyarbakir-da-kurdistan-mebusu-aciklamasi,824684
(3)https://www.aydinlik.com.tr/ilber-hoca-nin-bilemedigi-etrak-i-bi-idrak-sorusunun-cevabini-izniyle-ben-vereyim-riza-zelyut-kose-yazilari-ekim-2018
(4) (Çankaya  Falih Rıfkı Atay Pozitif Yayınları 2009 sf 159)
(5)https://www.yenicaggazetesi.com.tr/cumhurbaskani-erdogan-turkculuk-yapmak-boluculuktur-175184h.htm
(6)(Çankaya F.R. Atay sf 160)

Fesli Kadir, o Gaziantep imamının dedikleri olsaydı, yani Kurtuluş Savaşını kaybetse idik
Fesli Deli Kadir’le Gaziantep İmamı’nın, “Keşke Yunanlılar kazansa idi” şeklindeki ihanetli sözleri, bir an için doğru olsa da, Tanrı korusun “ağzımızdan kalemimizden yel alsın”, ülkemiz işgalci devletler tarafından sürekli işgal altında bulunsa idi, Türkleri Anadolu’dan kovarlardı. Zaten Kurutuluş Savaşı öncesi Batılı liderlerin bazıları, “Türkler geldikleri Orta Asya’ya geri dönmeliler”  laflarını ediyorlardı. Zaten Osmanlının son yıllarına doğru borç içinde kıvranıyor, ülkenin ekonomisi tamamen yabancıların yönetimi altında idi, o ülke çok daha çabuk çöker, çok daha çabuk işgal edilir. Şimdi de, Tanrı korusun, aynı şekilde borç altındayız gittikçe hazine açık veriyor, nerede ise ulusal gelirimiz kadar borca batmış durumdayız.
“Yunanlılar, 15 Mayıs 1919’da İzmir’e asker çıkardıklarından 26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz’a kadar Batı Anadolu’nun büyük bir bölümünü işgal altında tuttular ve burayı Helenleştirmek için birçok girişimde bulundular. İşgalin somlarına doğru bölgede “İyonya Devleti” adı altında bir yönetim de kurdular. Amaçları bir süre sonra bu özerk devleti Yunanistan’a katarak Büyük Yunanistan hedefine yaklaşmaktı”.(1)
Burada denk düştüğü için Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya adlı kitabının 167. Sayfasına yazılanlara bir göz atalarım.(2)
-1918 Aralık’ında bütün ekonomi, bütün iç ve dış ticaret, bakkallara kadar çarşılarımız, kadrolarında bir tek Türk bulunmayan banka ve imtiyazlar, şirketler, hepsi Hıristiyan, Yahudi veya ecnebiydi. Su, ışık, gaz, her türlü ulaştırma, telefon, rıhtımlar ve limanlar, fenerler hepsi yabancıların elindeydi. Türk halkı yığınları medrese eğitimi altında, vicdan ve kafa karanlığı içindeydi. Sivil eğitim pek küçük bir azınlıkça benimsenmişti. Amerika şüphesiz Ermenilerin yurtlarına dönmelerine engel olmayacaktı. Türklere Hıristiyanlardan farklı davranmasa bile, onun idaresi altındaki bir Türkiye’nin 1919+25=1944 deki durumunu göz önüne getiri misiniz? Türkiye Türklerinin bugünkü Bulgaristan veya Yunanistan yahut Yugoslavya Türk ve Müslümanlardan ne farkı kalacaktı? Acaba Amerika Türkiye’yi kaç otonomiden kurulma bir federasyon olarak bırakacaktı?”
Şimdi “Fesli Deli Kadir” namıyla meşhur, sözde gazeteci yazar ne demişti?
Güya tarihçi geçinen, tarihi tersinden okuyan, tersinden yazan Kadir Mısıroğlu, Türk dünyasının onurlu Kurtuluş Savaşımız için neler demişti?
Kadir Mısıroğlu: Shakespeare gizli Müslüman’dır, adı Şeyh Pir’dir


Fesli Kadir, o Gaziantep imamının dedikleri olsaydı, yani Kurtuluş Savaşını kaybetse idik
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Saray'da ağırladığı Cumhuriyet aleyhine söylemleriyle bilinen Kadir Mısıroğlu (1933-2019)  28 Mayıs'ta “Cumartesi Sohbetleri” adlı programındaBizim gâvurumuz elin gâvurundan daha şiddetli” dediği konuşmasında,"Beni tefe koyarlar ama keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı. Ne medreseler lağvedilirdi. Ne hocalar asılırdı. Hiç biri olmazdı" ifadelerini kullanıyor.
Böylesine haince söylem ve davranış içinde olan bir Fesli Kadir’i, hastanede laiklik ve Atatürk düşmanlarının sıra sıra ziyaret ettiklerini bir hatırlayınız.  İstikbalimizin timsali İstiklal Savaşımıza, onun kahramanı Atatürk’e böylesine haince laf eden bir Fesli Kadir’in öldükten sonra, sanki ulusal bir kahramanmış gibi tabutuna Türk bayrağı sarılması, irtica bataklığını yaratan bir etken değil midir? Demek ki bu bataklıkta Gaziantep’teki zehirli haşere gibi çok hain haşerelerle karşılaşacağız demektir. Ne ki, bu Cumhuriyet ve Atatürk düşmanı Deli Kadir adına, PTT pulu bile bastırılmıştır.
Yine onu müritlerinden Gaziantep’ten Gaziantep’in İyinacar Camisinde İmam F.Y. nin Bayram namazı vaazında söylediği “Kurtuluş Savaşı’nı keşke kaybetseydik” anlamında sözler söylemesi camideki vatandaşları şoke eder. Bu aşırı dinci, hilafetçi kafalı İmam F.Y. Bayram Namazı vaazında halka şunları söyler: “Kurtuluş mücadelesinde bizi kandırdılar. 1. İnönü’de şöyle zafer kazandılar, 2. İnönü’de şöyle zafer kazandılar. Sakarya’da şöyle zafer kazandılar. Şöyle kahramanlık yapılmış. Yunan’lıları denize döktüler. Nerede döktüler? Hepsi yalan, keşke o gün savaşı kaybetseydik. Belki Osmanlı’yı daha sonra yeniden kurabilirdik”.
“Atatürk’ün koynuna her gece bir bakire kız verilir”mış
Atatürk zamanında da Atatürk düşmanları vardı. Onun aleyhinde, şimdiki gibi “ayyaş”lıktan tutun da, din düşmanına kadar gerici çevreler Atatürk aleyhinde dedikodular yaparak gizliden gizliye düşmanlıklarını dışa vurmaya çalışırlardı. Günümüzün gerici basınında bile Atatürk için “oğlancı” diyenlere, “anası genelevde çalışıyormuş” diyenlere kadar, ahlaksızca dedikodulu söylem ve yazılara rastlıyorduk.  İşte onlardan birini Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında şöyle yazmakta:
-Cumhuriyet’in ilk zamanlarında memlekette Atatürk düşmanlığını yaymak için bilhassa hususi hayatını ele alanlar pek çoktu. Bunlardan biri Kocaeli köylerinden birinde, Atatürk’ün koynuna her gece bir bakire verildiğini söyler. Bu söyleme karşı aksakallı bir ihtiyar der ki:
“-Haydi, canım, ölünceye kadar her gece bir kız verseler, Yunan askerlerinin bir gecede yaptığını yapmaya ömrü yetmez”. (Çankaya sf 15):
“Keşke Yunan kazansaydı diyenlere karşı bunlar ibret verici örneklerdir. Ne yazık ki, ne Ne “Fesli Kadir”, ne de Gaziantepli imam İstiklal Savaşımızı yeteri kadar okumamışlar, özümsememişler. Günümüzde bile vatanları işgal edilen toplumların çektikleri acıları, katliamları, tecavüzlere dehşetle tanık olmaktayız.  Şimdilerde bile, “keşke Yunan galip gelse idi” diyenler, Yunanlıların, Rumların, Kıbrıs’ta, Ege’de, dünya siyasetinde Türkiye ve Türkler aleyhinde yaptıkları kumpasları, düşmanlıkları, her alanda Türkiye’ye karşı yaptıklarını görmekten acizler mi? Yunanlıların 1919 dan-1922 ye kadar işgal ettikleri Ege bölgemizdeki yaptıkları katliamları, vahşeti, yakılan yıkılan camileri hatırlamıyorlar mı?

Fesli Kadir, o Gaziantep imamının dedikleri olsaydı, yani Kurtuluş Savaşını kaybetse idik
Eğer Yunanlılar galip gelse idi, Polatlıya kadar işgal ettikleri Türk Yurdunda doğru dürüst Türk bırakırlar mıydı?  Avrupa’nın bütün başkentlerinde Cami olduğu halde, günümüze kadar Atina’da cami yapılmasını karşı çıkıyorlardı. Yunanistan yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyetinde kaldı, adalardan tutun da bütün Yunanistan kentleri camilerle dolu idi.  Hele Selanik adeta bir Türk kenti idi, hangisinde hangi cami kaldı?  Bizim meczupların, bağnazların dedikleri gibi Yunanistan’ın Ege işgali devam etse idi,  Ege Bölgemiz İyonya, İzmir de Smirina olacaktı. 
Olanı biteni böylece özetledikten sonra, tarihi hiç okumamış o Gaziantepli imama ve onun şeyhi Fesli Deli Kadir’e (Kadir Mısıroğlu’na) şu tarihi gerçekleri, işgal altındaki Türk ve Müslümanların durumlarına bir göz atalım.  Yukarıda Falih Rıfkı Atay’ın kitabında vurgulandığı gibi, eğer Türkiye yukarıdaki meczupların istedikleri, arzu ettikleri işgal altında olsaydı, yani (Tanrı korusun, ağzımızdan yel alsın) Yunanlılar galip gelse idi,  Türkiye’deki Türklerin, Yunanistan’da, Yugoslavya’da, Balkanlarda, Kırım’da,  Bulgaristan’daki Türklerin feci kötü yaşantılarından farklı olamazdı, hem de bizi geldiğimiz yere Orta Asya’ya doğru sürerlerdi. Orta Asya’ya varınca da “yurdunuza sahip olamadınız siz ne biçim Türksünüz” diyerek daha beter ederlerdi.
Kırım, Tatarlarının yurdu idi; Rus işgalini görünce milyonlarca Tatar Türkü hayvan vagonları ile Sibirya ve Orta Asya bozkırlarına sürüldüler, katliamlara uğradılar.
Toprakları işgal edilen Çerkezler vatanlarından sürgün edildiler.
İşte işgal böyledir,  Fesli Kadir de, o Gaziantepli imam da bunları düşünerek bu saçma sözleri neden söylerler.

Fesli Kadir, o Gaziantep imamının dedikleri olsaydı, yani Kurtuluş Savaşını kaybetse idik
Osmanlı zamanında 1912 Balkan Savaşlarına kadar Balkanlar’ın nice eyalet ve vilayetlerinde yaşayan milyonlarca Türk’ün, oralar işgal edildikten sonra nasıl yurtlarından edildiğini, İstanbul’a doğru göç ederken yollarda nasıl acılar çektiğini, binlercesinin yollarda can verdiğini düşünerek, “düşman gelip gelseydi” sözünü söylemeliler. 
Daha yakın zamanlarda Yugoslavya Srebrenitsa’da   1991-1995 İç Savaşı (Hırvatistan Savaşı ve Bosna Savaşı)'nda Sırp Cumhuriyeti Ordusu'nun Müslümanlara karşı giriştiği Krivaya '95 Harekâtı esnasında en az 8.372 Boşnak'ın Bosna-Hersek civarında katliamlarını düşünün.
Uzatmak istemiyorum, daha nice işgallerin katliamlarını anlatabiliriz.  “Keşke Yunan Galip gelseydi” diyenler, ya çok bilinçsiz cahil dünyadan habersizler, ya da Hilafet özlemi içinde olan dinsel sapkınlardır. Çünkü işgal yıkım, felaket getirir.
Bu şeriat ve hilafet özlemi içinde olan sapkınlar,  bu acı gerçekleri görseler bile,  “keşke Yunan galip gelse idi” söylemi ile uyuyan, sinen kendi kafasındaki yandaş hainlere işaret fişeği olmaktalar.  Nasıl olsa yönetimde Cumhuriyet tarihinin en gerici dinci yönetimi varken, bu gerici bataklıktan zehirli bir haşere misali uç vermekteler, orada burada saklandıkları yerden ortamı uygun bulunca mısır patlağı gibi çıkıvermekteler. Batı’nın hiçbir çağdaş ülkeleri laiklik karşıtı dinci gerici siyasi partiler şöyle durusun, böylesine bir kişi eylemine asla ödün vermezler.  Çünkü çağdaşlık, demokrasi,  aydınlanma ancak laik düşünce, laik yönetim ortamda korunur, gelişir. Günümüz dünyasında, ne yazık ki 50 den fazla Müslüman ülkeleri, laiklik karşıtı dinci tek adam yönetimleri ile yönetilmekteler ve de çağın gerisinde kalmaktalar. Bilim dalında ilk kez Nobel ödülü alan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın dediği gibi, “500 yıldır İslam dünyasının bilime hiçbir katkıları yoktur”. İçlerinde sadece bir tek Türkiye vardı demokrasi ile yönetilen; o da son referandumla tek adama dönüştürüldü; böylece demokrasi de gitti, adalet de gitti. Dünyanın en geri kalmış on ülkesi tek adamla yönetilmektedir.
Dinci devlet çağdaş devlet olamaz, ileri gidemez.
Fesli Kadir, o Gaziantep imamının dedikleri olsaydı, yani Kurtuluş Savaşını kaybetse idik

Ülkede, daha ilkokula bile başlamamış çocuklar, uluslararası çocuk hakları sözleşmesine aykırı olarak, dinsel baskı altında 3-6 yaşındaki çocuklar için Kuran Kursları inşa edilmekte.  Cuma camilerinde “3-6 yaşındaki çocuklar için filan yerde yapılmakta olan Kuran kurslarına para toplanacak, yardım edilmesi” şeklinde anonsları üç-beş defa duymuşumdur. Şu anda AB kraterlerinden gittikçe çağdaşlaşmaktan uzaklaşmaktayız. Batı’da 12. Sınıf sonuna kadar çocuklara dinsel baskı ve öğretim yapılması sakıncalı bulunmaktadır. Batı’da öğrenci velileri ve öğrenciler din dersine katılıp katılmama konusunda serbesttir
Ülkemiz, ne yazık ki, oraya buraya lüks camiler yaparak, okulları imam okulu yaparak, “dinci kinci toplum yaratacağız” diyerek yönettiğini sanan çağ dışı ve ülkeyi geriye götüren bir yönetim anlayışı ile yönetilmektedir.  O nedenle ülkemiz ekonomisi,  kültür ve eğitimi,  demokrasi yönünden geriye doğru gitmektedir. Tez elden ülkemiz gerçek bir demokrasiye, parlamenter sisteme dönüş yapmalıdır. Yoksa her alanda çağdaş dünyadan dışlanırız.

Cevat Kulaksız


Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
(1) Zeki Sarıhan https://www.didimozgurses.com/yunanlilar-galip-gelince/
(2) Çankaya Falih Rıfkı Atay Pozitif Yayınları 2009

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget