Ocak 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Koltuk uğruna küçük çocuğa bu yaptırılır mı?
Bu kadar mı, koltuk sevicisiniz?

Bu kadar mı,  doymadınız 20 yıllık iktidarınıza?

İktidarda kalmaya devam etmek için bu kadar mı,  çaresiz kaldınız?

İktidarı kaybetmemek için yapacak hiçbir olumlu icraatınızın kalmadığını anladığınız için mi,  küçücük çocuktan çıkar ummaya başladınız?

Koltuk için bu kadar küçülür mü,  insan?

Gözünüz bu kadar mı kör oldu sizin?

Küçücük çocuğu eline hediye tutuşturarak, yani rüşvet vererek,  planlı bir şekilde kürsüye çıkarıp ana muhalefet partisi liderini hain ilan ettirecek ve bundan haz duyarak gülümseyecek kadar küçülenlerin, bu asil millet tarafından asla ve asla tasvip edilmeyeceğini, bunun ayağınıza kurşun sıkmak olduğunu görebilecek,  hiç mi basiretli ve öngörülü, aklı başında, onurlu  adam yok sizin etrafınızda? 

Battıkça battığınızın farkında değilsiniz. 

Sizleri daha da batıracak ve seçmen nezdinde itibarınızı ayaklar altına alacak bu hatalar zincirinize devam ediniz diyemiyorum. 

Zira, bu siyasi etik dışı eylemlerinizle, halkımıza ve çocuklarımıza kötü örnek oluyorsunuz, halkımızı aslında kırıntıları kalan demokrasiden soğutuyorsunuz. 

Küçücük çocuktan çıkar umarak,  onu siyaset kürsüsüne çıkarıp eline mikrofon tutuşturup, milyonlarca seçmeni ve taraftarı olan ana muhalefet partisi liderine hain dedirterek, aşağılatmak, değersizleştirmek nereden aklınıza geldi, bu aklı size kim verdi?

Bu hareketiniz, ana muhalefet partisi liderini değil, sizi itibarsızlaştırdı,  onun dahi farkında değilsiniz. 

Zaten halkın güvenini yitirmiştiniz, küçücük çocuğu siyasi çıkarlarınıza alet ederek, küçüğü siyasi istismara konu edecek kadar küçülmeniz, size olan güveni tamamen yok etti. 

Halkımız;  artık, bunlar koltuklarını kaybetmemek, iktidarlarını sürdürmek için aklımıza gelmeyen her türlü kötülüğü ülkemize yaparlar diye düşünmeye başladı haklı olarak. 

Bu son davranışınızla, ülkemizin ve demokrasimizin beka sorunu haline geldiğinizi kanıtladınız, . 

Ne kadar çırpınırsanız çırpınınız, şayet yaparsanız(Sizlerden her şey beklenir), küçücük çocuktan yarar umacak kadar aciz duruma düşen sizleri,  halkımız Haziran. 2023 seçimlerinde demokratik yolla yolcu edecektir. 

Bu son davranışınızla, iktidardan gidiş yolunuza,  bizzat yeni taşlar döşemiş,  hala tereddüt içinde olan kararsız seçmenleri de sizden tamamen uzaklaştırmış oldunuz, saç döküldü ve kel iyice ortaya çıktı artık. 

Bu yönüyle değerlendirildiğinde, küçücük çocuğa yönelik siyasi istismar gafınız ve ayıbınız, belki de hayırlara vesile olacaktır.  

Güner Yiğitbaşı

31/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bravo Sezen Aksu'ya Muhalefet Ders Almalı Ondan
Partili ve taraflı Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; hem de cami mihrabından mikrofonla yaptığı konuşmasında,  isim vermese de, açıkça ve doğrudan sanatçı Sezen AKSU'yu hedef alan konuşmasında ne demişti?

Aynen; ”“Hakaretlerin bini bir para.  Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz.  Hazreti Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz.  O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir.  Havva validemize kimsenin dili uzanamaz.  Onlara da haddini bildirmek bizim görevimizdir. ” dememiş miydi?

Demişti tabi. 

Sezen AKSU kısa bir suskunluktan sonra sessizliğini bozarak, korkmadan ve çekinmeden, kendisine yakışan bir şekilde,  güzel bir şiirle ERDOĞAN'a cevap vererek,  dimdik ayakta durmuş ve kibarca meydan okumuştu. Tırsmamış ve korkmamıştı. 

Zira, Sezen AKSU; sevelim veya sevmeyelim,  akıllı ve cesur bir kadındı. 

Kendisini şahsen tanımam, sadece sahnede bir kez görmüşlüğüm ve izlemişliğim vardır. Şarkılarını severek dinlerim. 

Yazdığı şarkı sözlerinden, pervasızlığı ve korkusuz bir kadın olduğu açıkça anlaşılıyordu. 

Bizi yanıltmadı, partili Cumhurbaşkanının ve yandaşlarının tehditlerine pabuç bırakmadı. 

Kendisi, minik serçe denilecek kadar ufak tefekti ama, mangal gibi bir yüreğinin olduğunu kanıtladı.  

Sezen AKSU; ERDOĞAN'ın, devlet gücünü ve TCK. nun 299 maddesinde yaptırıma bağlanan Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasını arkasına alarak, yersen, yutarsan tarzındaki,  kağıttan kaplan misali tehditlerine boyun eğmeyince, ERDOĞAN Sezen AKSU'ya yönelik dilini koparma tehdidini geri almak ve geri adım atmak zorunda kaldı, tıpkı,  sınır dışı edeceğini bağırarak ilan ettiği on yabancı ülkenin Büyükelçileri olayında olduğu gibi. 

Gerçekten, dün katıldığı bir televizyonun canlı yayınında gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan  ERDOĞAN; Sezen Aksu’nun,  Hz.  Adem ve Hz.  Havva ile ilgili şarkı sözlerinin ardından camide söylediği “Dilleri kopartılır” ifadelerinden geri adım atarak,  aynen; “Benim orada söylediklerimin muhattabı Sezen Aksu değildir.  Sezen Aksu Türk müziğinin önemli bir ismidir.  Camideki hitabım bir kişiye yönelik değildir.  Şarkılarıyla insanımızın duygularına tercüman olmuş bir sanatçıdır” ifadelerini kullanmak zorunda kaldı. 

ERDOĞAN; bu yersen ve yutarsan taktiğini, hukuk dışı icraatlarının öncesinde çok kullanan,  kamuoyunun ve muhataplarının tepkilerini ölçerek, tepkilerin yoğunluğuna ve şekline göre kararını uygulamaya koyan veya koyamayan, yoğun tepkiler üzerine,  söylediği hukuk dışı sözlerden ve niyetlerinden vazgeçen bir kişi.  

Bundan önce de, muhalefet partilerine ve taraftarlarına; anayasal,  barışçıl, silahsız ve saldırısız, toplantı ve gösteri yürüyüşleri haklarının kullanılmasına yönelik olarak,  aynı şekilde tehditler savurmuş ve AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında yapmış olduğu konuşmasında; “Her fırsatta utanmadan,  sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş,  meydanlara döküleceklermiş.  Ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün.  15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız.  Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız. " diyebilmişti. 

Sonrasında ne oldu?

Muhalefet; korktu ve “sokağa çıkan kim?” diyerek,  emrin olur çıkmayız demek istediler. Gür bir sesle, ”arkadaş sen diyorsun?” diye sorup, çok açık ve net bir şekilde  karşı çıkamadılar. 

Demokratik, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmak isteyen insanlara sahip çıkarak,  inadına, onları yasal mitingler düzenleyerek meydanlarda toplayamadılar. 

Bu konuda, anayasaya aykırı tehditler savuran ERDOĞAN kazanmış oldu. 

Bravo, cüsse olarak minik,  ama,  yüreği büyük Sezen AKSU'ya.  

Güner Yiğitbaşı

27/01/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

29 Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı
Gazeteci Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993 de ve öteki aydınların katledilmeleri anısına her yıl düzenlenmekte olan Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinin 29. su başladı. 24 Ocak ile 31 Ocak günleri arasında sürecek olan anma etkinlikleri Çankaya İlçesindeki çeşitli kültür merkezlerinde konferans, panellerle devam edecek.
İlk anma etkinliği Batıkent Uğur Mumcu Mahallesinde Uğur Mumcu Parkı’nda bulunan Mumcu’nun anıtı önünde Batıkent’teki sivil toplum kuruluşları, siyasi partilerin temsilcileri, mahalle muhtarları, mahalle ve semt halkının çok soğuk havada katılmaları ile başladı. Uğur Mumcu anıtına çelenklerin konulmasından, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasından sonra Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar, tören alanında bir konuşma yaparak Uğur Mumcu ve basın özgürlüğünün önemini açıklayan konuşmasında şunları söyledi:

29 Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı

“- Bugün aramızdan ayrılan 29 yıl önce bir suikasta kurban giden Türkiye’nin halkının hukuk içinde yaşamasını, emeğin en yüce değer olmasını ve bu ülkede haksızlıkların, hukuksuzlukların olmamasını mafyasıyla, emperyalist güçlerine karşı yiğitçe kalemini savunan rahmetli Uğur Mumcu’yu anmak için buradayız. Ruhu şad olsun, minnetle anıyoruz. Türkiye o günlerde daha aydınlıktı, daha yazarlar bugünden daha iyi yazabiliyorlardı. Ama bugünlerin sıkıntısı da o günlerden geliyor. Basınımızın ne kadar özgür olduğu bir ortamda, bugün insanları ne kadar düzgün aydınlattığı bir ortamda demokrasi ve özgürlükler, haksızlıklar, hukuksuzluklar önlenir. Ne yazık ki ülkemizde hür bir basının ilkel hakları içerisinde kuramadık, yapamadık ve bunu yaptırmak istemeyenler de her dönemde oldu. İşte öyle bir dönemde Sayın Uğur Mumcu merhum Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Hablemitoğlu, yakın tarihimizde Gaffar Okkan hep aramızdan bu şerefsizler tarafından acımadan hunharca öldürüldüler. Onları rahmetle anıyoruz. Ama onların yazdıkları, çizdikleri, bize gösterdikleri, demokratik bir Türkiye’yi, hukuk içinde herkesin haklarının savunulduğu bir ülkeyi, ülkenin kaynaklarını verimini artıran bir Türkiye’yi kurmak zorundayız. Bağımsız bir Türkiye’yi kurmak zorundayız. Emperyalist güçlerin oyuncağı olan değil, her gün yön değiştiren bir Türkiye değil, dünyada sesini gücünü gösteren bir Türkiye’yi kurmak zorundayız. Onların açtığı ışıklı yolda yürümek zorundayız, onun için buradayız. Onun için Uğur Mumcular ölmez diyoruz. O ölse de yazdıkları yapıtlar bize örnek olacak, bizim yolumuzu aydınlatacak. Onun için buradayız. Ruhu şad olsun”.
Buradaki törenden sonra, Uğur Mumcu’nun Karlı Sokak’taki evine gidilerek oradaki anma etkinliğine devam edildi.

29 Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı
31 Ocak 1990' da öldürülen bir başka aydınlanma savaşçısı Prof. Dr. Muammer Aksoy'un da cinayeti ile birleştirilen hafta, demokratik kitle örgütleri ve halkla birlikte ''Adalet ve Demokrasi Haftası'' olarak kutlanıyor artık.
ADD, Yerel Yönetim Çalışanları Sendikası, Uğur Mumcu Araştırma Vakfı (Umag), CHP, Kızılırmak Yerel Dernekler Federasyonu, Cumhuriyet Gazetesi Çalışanları, Çankaya Belediyesi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve ''Aydınlık yarınlar'' diye bağıran coşkulu bir kalabalıkla anıldı Uğur Mumcu. Şarkılar ve türküler eşliğindeki dinleti sonrası, Cebeci asri mezarlığında ziyaret edildi.
Karlı Sokak’ta arabasına bomba konulmasıyla katledildiği yerde çelenkler, çiçekler konularak mumlar yakılarak, konuşmalar yapılarak anıldı.
"Ben, cumhuriyetçiyim... Ben lâikim... Ben anti emperyalistim... Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım... Ben insan hakları savunucusuyum... Ben, terörün karşısındayım... Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım. Dün sabaha değin, araştırarak yazdığım hiçbir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın, her parçamdan benim gibiler beni aşacaklar doğacaktır" diyen Uğur Mumcu'nun kabri ve evi, sevenleri tarafından aynı kararlılıkla ziyaretçi seline uğradı.
Günümüzde Uğur Mumcu’nun yazdıkları, söyledikleri, endişeleri bir bir çıkıyor karşımıza. İşte böyle demişti:
            “Demokrat Parti, toprak ağalarının ve uluslararası kapitalizmin örgütüydü. Türk halkı bu devrede, sadece geriliğe, karanlığa ve uyduluğa mahkûm oldu. Amerikan emperyalizmi, Kuran Kursları, İmam Hatip Okulları, namussuz ve satılık politikacılarla Türkiye’yi yönetmişti.
27 Mayıs 1960 sabahı Mustafa Kemal’in gür sesi, Kışlalardan kopup, devlet yönetiminin her kesimine dolmuştur. İhtilal, Mustafa Kemal’in ihtilaliydi. 27 Mayıs ihtilacılar, soygun düzeninin partilerine çağdaş bir Anayasa ve “duvarları küfürden kirlenmemiş” bir parlamento verdiler. Fakat namussuz politikacılar ellerine geçen her fırsatta orduya küfrettiler. Anayasayı değiştirmek için her yola başvurdular.

29 Adalet Ve Demokrasi Haftası Etkinlikleri Başladı

               “12 Mart muhtırasından sonra orduda general ve albaylar emeli edilmişlerdir.  Bu subaylar henüz 12 Mart gününe kadar, üniformalarının içinde Cumhuriyeti koruma görevlerini yürütüyorlardı. Bu şerefli subaylar emekli edilmişler ve acıdır ki, basında gericilerin azgın dişlerine teslim edilmişlerdi. Bu subayların “Rusya’dan emir alan satılık komünistler olduğu” yazılmıştır. 31 Mart’ın salyalı ağızları, 12 Mart’tan sonra kimsesiz sandıkları bu subaylara saldırmaya başlamışlardır.
                “Bu saldırlar ordunun şerefini zedelemekte midir? Şimdi emekli edilen general ve albayların şerefleri satılık rotatiflerin kiralık kalemlerine ve Şeyh Sait İsyanında asılan mürtecilerin oğullarına birer malzeme olmuştur! Sayın Tağmaç, Sayın Gürler, Sayın Eyicioğlu, Sayın Batur, bu eski silah arkadaşlarının şereflerini, tıpkı üstlerinde üniforma varmış gibi korumak zorundadırlar.
               “Çünkü bu subayların şerefleri ordunun şerefi demektir ve hiçbirinin namusu, Cumhuriyeti tehlikeye düşüren siyasetçilerin namusları kadar ucuz değildir.
Kaynak: Suçlular ve Güçlüler Ordunun Şerefi sf 102-103.
“Anayasanın 8’nci maddesine göre, Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar ve hiçbir yasa Anayasaya aykırı olamaz”.
Kaynak Suçlular ve Güçlüler sf 22

Cevat Kulaksız

 Cevat Kulaksız.                                                 

Uğurlar olsun,  uğurlar olsun

Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun

Bir keskin kalem

Bir kırık gözlük

Yürekli yiğitlere hatıran olsun


Hala Yeri Doldurulamayan Tam Bugünlerde Çok  İhtiyaç Duyduğumuz Vatansever Ve Yürekli Gazeteci Yazar Ve Hukukçu Uğur Mumcu
Uğur Mumcu'yu,  yirmi dokuz sene önce,  24/Ocak/1993 de (Bugün ki, günde)  Ankara’daki evinin önünde uğradığı hain bir bombalı suikast sonucunda kaybettik. 

Değerli hukukçu ve gazeteci yazar, güvenilir, yürekli, cesur ve güzel insan, katıksız devrimci,  Kemalist ve Atatürkçü, antiemperyalist, laikliğin büyük savunucusu, onurlu ve cesur gazeteci, büyük araştırmacı yazar, Sakıncalı Piyade Uğur MUMCU'yu,  hiç unutulmamak üzere,  sonsuza uğurlanışının 29. Yıldönümünde,  minnetle ve rahmetle anıyoruz. 

Aradan geçen bu yirmi dokuz sene gibi uzun bir zamana rağmen;  onun,  suikast eylemini doğrudan gerçekleştiren,  katil veya katillerini, yani aracına o bombayı yerleştiren veya yerleştirenleri,  kişi bazında belirleyip hak ettikleri cezayı veremedik. 

Ancak,  Uğur MUMCU'yu yok etmeye karar veren ve ona yönelik bu hain saldırıyı planlayarak uygulamaya koyanların kimler olduklarını; zihniyet olarak, benimsedikleri ideoloji ve fikir bazında,  çok iyi biliyoruz ve tanıyoruz. 

Bunlar;  Uğur MUMCU ve onun gibi düşünen, ülkelerini ve ülke insanlarını seven, ülkenin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan,  gerçek aydın ve  milliyetçilerin yok edilmesinden siyasi çıkar sağlayacak olan, Atatürk ilke ve devrimlerine, hukukun üstünlüğüne,  demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetine, Cumhuriyetin kuruluş ve temel ilkelerine karşı olan,  tüm karşı devrimciler ve çıkar gruplarıdır. 

Bu itibarla, bize göre;  Sevgili Uğur MUMCU'nun otomobiline bombayı fiilen koyan veya koyanları,  yakalayarak hak ettikleri cezayı verememekten dolayı üzülmek yerine, bu vatan hainlerini yetiştiren ve suça yönelten, ATATÜRK düşmanı karşı devrimcilerle top yekün mücadele ederek,  onları etkisiz kılmakla da,  Uğur MUMCU'ya olan vefa borcumuzu yerine getirmiş ve onu  katledenlere hak ettikleri cezayı vermiş olacağız. 

Çok iyi biliyoruz ki; esasen, onun katillerini yakalayarak ceza vermekle yetinmek,  Uğur MUMCU'yu, yakınlarını ve onu çok seven Türk Halkını mutlu kılmayacaktır. Bu nedenle, Uğur MUMCU'yu gerçekten seviyorsak, özlüyorsak, onun mutlu olmasını ve mezarında rahat uyumasını istiyorsak, bu ülke için yaptıklarının yarım kalmasını istemiyorsak, onu katleden bombayı elleriyle tutan ve Uğur MUMCU'nun aracına yerleştiren o zavallı robotları değil,  o hain suikasta karar veren ve planlayan, bu ortamı hazırlayan bize göre onun gerçek katilleri olan perde arkasında gizlenmeye çalışmalarına rağmen,  hepimizin malumu olan karşı devrimcilerle mücadele etmek, Atatürk devrim ve ilkelerine dayalı laik ve demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak zorundayız. 

Uğur MUMCU'yu halkımızın çoğunluğu,  Cumhuriyet Gazetesinde köşesi olan,  kitaplar yayınlayan araştırmacı ve muhalif bir gazeteci ve yazar olarak tanırlar.  

Uğur MUMCU; kitaplar yazan,  araştırmacı bir gazeteci ve yazardır ama,  her şeyden önce Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, emperyalizm karşıtı, ülkesinin tam bağımsızlığını savunan, ülkesini seven, ülkesinin çıkarlarını herşeyin üzerinde gören, hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini yılmaz bir şekilde savunan,  iyi eğitim almış, Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş cesur bir hukukçu ve devrimcidir. 

Uğur MUMCU;  12 Mart 1971 muhtırası öncesinde altmışlı yılların sonlarında ve 12 Mart öncesinde,  mezun olduğu Ankara Hukuk Fakültesinin İdare Hukuku Kürsüsünde  asistan olarak akademisyenlik yapmış olup,  bu satırların yazarı olan  bendeniz ve benim gibi 1970 mezunu tüm arkadaşlarım, Ankara Hukuk Fakültesinde öğrenci iken,  3. sınıfta okuduğumuz idari yargı dersinde onun öğrencisi olma şerefine ve mutluluğuna erişmiş kişileriz. 

Bana, idari yargıyı sevdiren ve önemini kavratan,  idari yargı konusundaki değerli bilgileri;  Sevgili Uğur MUMCU'nun,  Danıştay kararlarından örneklerle,  uygulamalı olarak yapmış olduğu,  çok değerli anlatımlarına ve öğrettiklerine  borçlu olduğumu,  burada belirtmeyi, şahsım adına onurlu bir görev sayıyorum. 

Demokratik ve  laik cumhuriyetimize, bağımsızlığımıza yönelik tehdit ve tehlikelerin had safhaya ulaştığı ülkemizin bugünkü koşullarında,  Uğur MUMCU'ya sahip olamamak,  bu ülkenin en büyük kaybı,  karşı devrimcilerin ise,  büyük kazancı olmuştur. Uğur MUMCU,  işte bu kayıp ve kazanç hesaplarını çok iyi yapan zihniyet tarafından katledilmiştir. 

Demokratik ve laik, bağımsız Cumhuriyet karşıtlarının, karşı devrimcilerin, liboş ve döneklerin, her türden çıkar çevrelerinin korkulu rüyası, demokratik ve laik Cumhuriyetin yılmaz savunucusu, laik ve demokratik cumhuriyeti savunduğu mevzide uğradığı hain bir suikast sonucunda, vatanına yapmakta olduğu üstün hizmetleri yarıda bırakarak zamansız bir şekilde bizlerden koparılan güzel ve dürüst insan, gerçek ATATÜRK'çü ve devrimci değerli hocam, Sakıncalı Piyade Sevgili UĞUR MUMCU’yu, ölümünün yirmi dokuzuncu yıl dönümünde,  minnetle ve rahmetle anıyor, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetine yaptığı katkıları nedeniyle;  kendisine,  ülkem ve şahsım adına,  sonsuz teşekkürlerimi arz ediyorum. 

Mekanın cennet olsun, nurlar içinde yat,  Sevgili Uğur MUMCU.  

Güner Yiğitbaşı

24. Ocak. 2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü Ve  Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu
Bugüne kadar tanık olunmadı,  Cumhurbaşkanına hakaret suçu soruşturma ve davalarının bu kadar çoğalarak adeta patladığına. 

Bunun üç asli sebebi vardır. 

İlki; Türk Ceza Kanununun Cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen 299. maddesinin;  tek adama dayalı, partili, taraflı ve siyasi bir Cumhurbaşkanı modelinin henüz olmadığı bir devirde düzenlenmiş bir madde olmasıdır. 

İkinci neden ise; mevcut partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; kendisine AKP Genel Başkanı sıfatıyla söylenen sözleri de, Cumhurbaşkanına söylenmiş sözler olarak kabul edip, Cumhurbaşkanlığı şemsiyesinin altına girerek ve  Cumhurbaşkanına hakaret suçunun korumasının arkasına sığınarak, nasıl olsa benden kimse hesap soramaz mantığıyla, hakaret teşkil eden sözleri,  kolaylıkla siyasi rakiplerine ve kendisine muhalif olan  kesimlere söyleyebilmesi, bunu alışkanlık haline getirmesi ve hakaret etmeyi sadece kendisine bir hak olarak kabul etmesidir. 

Üçüncü nedene gelince; o da,  ülkemizde yargının bağımlı ve taraflı olması, kayıtsız ve şartsız sarayın talimatına göre hareket etmesidir. 

Aslında en önemli neden, bu üçüncüsü, yani ülkemizde bağımsız ve tarafsız bir yargının olmamasıdır. 

Tarafsız ve bağımsız bir yargı olsa; partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; siyasi rakiplerine ve muhaliflerine yönelik olarak söylediği, suç teşkil eden,  hakaret içeren sözlerine ve haksız eleştirilerine cevap olarak, siyasi rakipleri ve muhalifleri tarafından dile getirilen,  ERDOĞAN'ın politik kişiliğine yönelik sözlerinde,  eleştiri sınırları aşılarak hakaret teşkil eden sözler olsa dahi, savcılar bir ayrıma giderek,  ERDOĞAN'a yönelik her sözü Cumhurbaşkanlığı makamına,  Cumhurbaşkanının kişiliğine yönelik olarak söylenmiş sözler olarak kabul edilmeyecek ve  Cumhurbaşkanına hakaret suçunun kapsamı genişletilmeyecek ve cumhurbaşkanına hakaret suçu soruşturma ve kovuşturmalarında bu patlama yaşanmayacaktı. 

Bu ayırım yargı tarafından korkusuzca ve tarafsız olarak yapılabilseydi, partili ve taraflı Cumhurbaşkanı ERDOĞAN da, sözlerinde daha dikkatli olur ve siyasi rakiplerine ve muhalif kesime, Cumhurbaşkanına yakışmayan kötü sözleri söylemezdi ve bu nedenle, kendisi de muhaliflerinin kötü sözlerine muhatap olmazdı, bu şekilde Cumhurbaşkanına hakaret suçlarında büyük bir patlama yaşamazdık. 

Gelelim Gazeteci Sedaf  KABAŞ'ın tutuklanması olayına. 

Dün kısa olarak yazdık. 

Evet düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü gazeteci olsun veya olmasın herkesin anayasal hakkıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğünün de bir sınırı vardır tabi

Yanlış anlamalara neden olmaması için,  Sedef KABAŞ'ın;  bir maksadı ifade etme ve benzetme için kullandığı atasözüne burada yer vermeyeceğiz. 

Şu da bir gerçektir ki; sarf edilen sözün atasözü olması ve açıkça bir kişi ismi belirtilmemesi, o sözün içeriğinde bir hakaret varsa, o hakareti ortadan kaldıramaz. Sözün söylenme amacı, sözün söylendiği zaman ve mekan,  kime yönelik olduğu hakkında bir fikir verebilir. 

Atasözlerini, yeri geldiğinde bir amaca ulaşmak ve bir mesaj vermek için kullanırız. 

Bizim hukukçu kimliğimiz, özgürlükçü yanımız, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğüne verdiğimiz değer,  herkes tarafından bilinmektedir. 

ERDOĞAN muhalifi olduğum, bugüne kadar yazdığım yaklaşık üç bin makalemin çoğunluğunun,  ERDOĞAN'ı ağır eleştiri niteliğinde olduğu,  siz okurlar tarafından çok iyi bilinir. 

Ancak, tarafsız bir hukukçu kimliğimle diyorum ki; nihai olarak yorumlamak, suç var mı yok mu belirlemek,  yüce yargının yetkisinde olmakla birlikte, atasözü içinde kullanılan laflar, hak etmiş veya hak etmemiş olsun, öyle çok kolay bir şekilde salt düşünceyi açıklama özgürlüğü içinde değerlendirilemez. 

Usul hukuku açısından değerlendirdiğimizde, yapılan işlemler baştan aşağıya hukuka ve yasalara aykırıdır. 

Herne kadar Adalet Bakanı Sedef KABAŞ'ı suçlayan, peşinen mahkum eden  bir mesaj atarak görüşünü belli etmişse de; Cumhurbaşkanına Hakaret suçunun kovuşturulması,  Adalet Bakanının iznine tabidir. 

Bu suç katalog suçlardan değildir. 

Sözlerde hakaret olduğu kabul edilse dahi, bu tutuklamanın ön koşulu olup, tutuklamanın asıl ve ek koşulları olan delillerin karartılması ve kaçma şüphesi ve ihtimali yoktur. Tek delil, sarf edilen sözler olup, onlar da kayıt altındadır, toplanacak ve karartılacak başka delil de yoktur. Kaçma şüphesinin varlığını ortaya koyacak hiçbir somut olgu da yoktur. Hukukumuzda mecburi tutuklama da yoktur.  Yani, tutuklamanın yasal koşulları olsa dahi,  hakim tutuklama kararı vermek mecburiyetinde değildir. 

Sonuç olarak;  Sedef KABAŞ'ın  tutuklaması için,  yasal ve hukuki hiçbir neden yoktur. Emir büyük yerden geldiği için, bağımlı yargı tutuklama kararı vermek zorunda kalmıştır. 

Bu itibarla,  Sedaf KABAŞ'ın tutuklanması gerçekten hukuk dışıdır ve  bir hukuk ayıbıdır. Düşünceyi açıklama özgürlüğü öne çıkarılmadan, bu tartışılmalıdır. 

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün de bir sınırı, usulü ve adabı vardır. Buna herkes, özellikle düşünceyi açıklama özgürlüğünü gerçekten savunan ve isteyenler uymak zorundadır, aksi halde bu özgürlüğe düşman olanlara, iş başındaki siyasi iktidara, düşünceyi açıklama özgürlüğünü daha da kısmak ve yok etmek için imkan ve zemin hazırlamış oluruz. 

Güner Yiğitbaşı

23/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Müjde Dil El Kol Kesme Cezası Şeriat Nihayet Geliyor Ülkemize
Cuma namazını Büyük Çamlıca Camisi'nde kılan Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; Cuma namazı sonrası cemaate seslenmiş ve mihrapta mikrofondan yaptığı konuşmada; sanatçı Sezen Aksu’nun eski bir şarkısının sözleriyle ilgili olarak,  “Hakaretlerin bini bir para.  Bütün bunların karşısında dimdik duracak olanlar sizlersiniz.  Hazreti Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz.  O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir.  Havva validemize kimsenin dili uzanamaz.  Onlara da haddini bildirmek bizim görevimizdir. ”şeklinde beyanda bulunarak, sanatçı Sezen AKSU'yu doğrudan hedef göstermiştir. 

Biz sanatçı Sezen AKSU'nun savunucusu değiliz ama, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyetinin, demokratik ve  laik kimliğinin amansız savunucusuyuz. 

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; camilerimiz, sadece ibadet yerleri olup, namaz öncesi veya sonrası,  politik kimlikleri olan kişilerin, politik çıkar sağlamak amacıyla,  cemaate hitap ederek konuşma yapacakları bir yer değildir. 

Camilerde sadece caminin görevli imamı konuşabilir ve yine görevli din adamları, dini konularda vaaz vermek amacıyla cemaate hitap edebilirler. Bunar dışındaki kişiler,  camide mihrapta ellerine mikrofonu alarak, suç ve günah işlemiş dahi olsalar, insanları hedef gösteren ve tehdit eden konuşmalar yapamazlar. 

Hele bu şahıs, Türkiye Cumhuriyetinin;  partili de olsa,  Cumhurbaşkanı ise ve 84 milyonun birliğini ve dirliğini temsil ediyorsa, Cumhurbaşkanlığını yaptığı Türkiye Cumhuriyeti,  laik ve demokratik bir devletse , ortada işlenmiş bir suç da varsa,  savcıların harekete geçeceklerini,  o suçun cezasının yargı organları tarafından verilebileceğini, o suçun gereğinin yargı tarafından yerine getirileceğini, bilmek ve ona göre hareket etmek, insanların çok kolay etkilenerek galeyana gelebildikleri kutsal camilerden tehditler savurmaya, insanları hedef göstermeye,  hakkının ve yetkesinin olmadığını bilmek zorundadır. 

Ortada; insanların manevi değerlerine,  dinlere, kutsal kişilere yönelik işlenmiş bir hakaret suçu varsa, dil kopararak bu suçun cezasını vermek,  gereğini bizzat yerine getirmek veya bu konuda alenen çağrı yapmak, suçtur. 

Hakkını, yargı marifetiyle aramak yerine bizzat hak aramak, bizzat ihkakı hakda bulunmak suçtur. Partili Cumhurbaşkanı bu beyanıyla suç işlemiştir. 

ERDOĞAN'ın bu beyanlarından etkilenerek,  kendilerine vazife çıkaracak kişler tarafından, Sezen AKSU'ya zarar verilecek olursa,  bunun sorumlusu partili Cumhurbaşkanı olacaktır. 

Dil koparmak da ne oluyormuş?

İş,  yargıyı bir kenara bırakarak,  kutsal kişilere yönelik sözler söyleyerek suç işleyenlerin dillerini kesmeye ve koparmaya kadar uzanacak olursa, ülkeye şeriatın gelmesi isteniyorsa; hırsızların, çalanların, çırpanların ve yolsuzluk yapanlar diz boyu olduğu ülkemizde;  elleri kesilecek, elsiz ve kolsuz hale gelerek,  sandığa gidip oy atamayacak duruma düşecek çok insanın varlığı,  unutulmamalıdır.  

Güner Yiğitbaşı

21/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bülent Ersoy'un Şemsiyesi
Bülent ERSOY'un Anıtkabir ziyareti, bu ülkenin baş sorunu oldu. 

Bu ziyaret, adeta  deprem etkisi gösterdi. 

Anıtkabirde görevli iki subayımızı, Bülent ERSOY'un şemsiyesi çarptı. 

Bülent ERSOY'a; belki de, ATATÜRK'ü ziyaret etmesinden duyduğu memnuniyetini ifade edercesine şemsiye tutarak, aynı zamanda,  deniz subaylarının (övünmek gibi olmasın ama, ben de bir deniz subayı askeri hakim emeklisiyim) Dünyaca ünlü centilmenliğini gösteren denizci subay,  görevden alındı, diğer karacı subay Anıtkabir'in Komutanı ise, ülkenin en doğusuna Hakkari Yüksekova'ya sürgüne gönderildi, gitmezsen emekliliğini iste dercesine. 

Demek ki; istenirse oluyormuş, jet hızıyla soruşturma açıp gereğini yapmak. 

Milli Savunma Bakanlığı, Bülent ERSOY yağmurdan ıslanmasın diye,  misafirperverlik gösteren ve ona şemsiye tutan Anıtkabirde görevli centilmen denizci subay ile onun komutanının gözlerinin yaşına bakmadı. 

Bülent ERSOY'u seversiniz sevmezsiniz. Ancak, kendisi ülkemizin sevilen ve yılların ses sanatçısı. 

Kendisine şemsiye tutulması gerekir miydi, özel vip muameleye tabi tutulması gereken bir kişiliği var mıdır yok mudur? Bu tartışılır tabi. 

Soruşturma açılmalı mıydı?

Açılmalıydı,  işin içyüzü araştırılmalıydı tabi. 

Ancak, bu kadar jet hızıyla ve şemsiye açan deniz subayının komutanını derhal Hakkari Yüksekova'ya sürgüne göndererek,  değil tabi. 

Özellikle ANITKABİR Komutanının suçunu kamuoyu olarak anlayamadık ve hakkında uygulanan sürgün atanma cezasını orantılı bulmadık doğrusu. 

Bu sürgün atama, Hakkari Yüksekovalı vatandaşlarımızın suratlarına da vurulmuş  bir şamar olup,  ilçelerinin bir sürgün yeri olduğu,  Milli Savunma Bakanlığının bu sürgün atama kararıyla, adeta tescil edilmiştir.  

Komutana; emrindeki bir subay tarafından Bülent ERSOY'a şemsiye tutulması bir yana, Bülent ERSOY'un Anıtkabir ziyaretine engel olmadığı için mi,  acaba bu sürgüne yollama cezası verildi?

Vallahi insanın aklına her ihtimal geliyor. 

Milli Savunma Bakanımız, dini bütün cemaatlara ve tarikatlara, tekkelere sıcak bakan bir kişi, bunu nereden biliyoruz?

Şu tesadüfe bakınız ki; yine bir deniz subayının;  üniformalı, cüppeli ve sarıklı rezaleti ile çalkalanmıştı ülkemiz. 

Hem de amiral rütbesinde bir üst düzey deniz subayı, bir cemaat ve tarikat evinde sarıklı, cüppeli ve subay apoleti görülecek şekilde namaz kılıp,  zikir yaparken görüntülendiği ve bu cemaat evine resmi kıyafeti ve devletin kendisine tahsis ettiği resmi makam aracıyla gittiği belirlendiği halde, hakkında göstermelik bir inceleme başlatılmış ve aylarca sürüncemede bırakılarak, sonunda hakkında hiçbir cezai işlem yapılmadan normal terfi ve emeklilerin yapıldığı 30. Ağustos günü, tüm hakları verilerek emekli edilerek,  ödüllendirilmiştir. 

Siyasal İslam’ın temsilcisi, cemaat ve tarikatların hamisi, din taciri siyasal iktidar ve onun Milli Savunma Bakanı, rengini belli etmiş ve çifte standart uygulamalarının yeni bir örneğini ortaya koymuştur. 

Bize bir tercih yapmamız sorulsa, ATATÜRK'e saygı duyan ve onun kabrini ziyaret eden sanatçı Bülent ERSOY'a şemsiye tutan deniz subayını, cemaatçi örümcek kafalı amirale tercih ederiz tabi. 

“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz…Bakan olabilirsiniz…Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz…Fakat sanatçı olamazsınız.  “

”Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. ”  diyen,  önderimiz ATATÜRK'e de sorsanız, sanırım Bülent ERSOY'u, nefret ettiği cemaatçi ve tarikatçı amiral' e tercih ederdi. 

Benim asıl korkum nedir biliyor musunuz?

Bu şemsiye olayı bahane edilerek, ATATÜRK'ün silah arkadaşlarına emanet edilen ATATÜRK ve onun anıt mezarı ANITKABİR'in korunması ve yönetiminin, pek muhtemeldir ki; bir gece kararnamesiyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinden alınarak,  sivilleştirme adı altında İçişleri Bakanlığına ve Emniyet Teşkilatına verilmesi olacaktır. 

Güner Yiğitbaşı

15/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yetmedi Şimdi De Kürt Seçmeni Bölmeye Çalışan Bir Erdoğan
ERDOĞAN'ın; Türk Milletinin birliğini ve dirliğini temsil etme ve sağlama görevini çoktan unutmuş olduğunu, her konuşmasında,  Millet İttifakına saldırarak,  ülkeyi Cumhur ve Millet İttifakı olarak ikiye böldüğünü biliyorduk, bu yetmiyormuş gibi, şimdi de, kendi siyasi çıkarı için,  çok tehlikeli bir işe soyunarak, ÖCALAN ve DEMİRTAŞ üzerinden Kürt kökenli vatandaşlarımızı, Kürt kökenli seçmeni bölme ve ayrıştırma gayreti içine girmiş bulunuyor. 

Bu düşünceye niçin kapıldık acaba?

ERDOĞAN'ın son grup toplantısında yaptığı şu söze bir bakar mısınız?

ERDOĞAN, durduk yerde ve hiç gereği yokken diyor ki; "Edirne'deki,  en büyük hesabı İmralı'dakine verecek.  Zannediliyor ki;  her yer şu anda toz pembe.  Değil.  Onlarında kendi içlerinde ayrı bir hesaplaşmaları var.  Ve bu hesaplaşmayı da yapacaklar" 

Ne kadar gereksiz, zamansız ve tehlikeli bir beyan. 

Neymiş efendim, Edirne'deki, yani EDİRNE'de tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı DEMİRTAŞ; İmralı'daki, yani İMRALI adasında PKK liderliğinden ve PKK adına işlenen tüm cinayetlerin sorumlusu olarak ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükümlü ÖCALAN'a,  büyük bir hesap verecekmiş, kendi içlerinde bir hesaplaşmaları varmış ve bu hesaplaşmayı da yapacaklarmış. 

Bunu söyleyen kim? sözde T. C. Devletinin, Türk Milletin birliğinden sorumlu partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN. 

ÖCALAN; PKK dan hükümlü devletin gözetimi ve sorumluluğu altında özgürlüğünden yoksun bir kişi. 

DEMİRTAŞ da; PKK suçlamalarıyla hakkında dava yürütülen, yargılanmakta olan devletin gözetimi ve sorumluluğu altındaki bir tutuklu kişi, o da özgürlüğünden yoksun. Bu insanları,  rahat bırakmak gerekmez mi?

ERDOĞAN'a sormak gerekiyor, devletin sorumluluğu ve gözetimi altında değişik cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu bulunan ÖCALAN ve DEMİRTAŞ, nasıl hesaplaşacaklar, ÖCALAN bu koşullarda DEMİRTAŞ'dan nasıl hesap soracak, bu koşullarda, doğrudan bir hesaplaşma  mümkün müdür?

Değildir tabi. 

Kaldı ki; DEMİRTAŞ ve partisi HDP,  iddia edildiği gibi, gerçekten PKK'nın siyasi ve legal görünümlü kuruluşuysa, PKK'nın lideri olan ÖCALAN;  DEMİRTAŞ ile niçin hesaplaşsın?

Sen,  bu muhtemel hesaplaşmayı beklediklerini nereden öğrendin?

Diyelim ki; bir şekilde öğrendin, partili de olsan, milletin birliğinden sorumlu Cumhurbaşkanının görevi, ülkeyi karıştıracak olan böyle bir hesaplaşmayı önleyecek tedbirleri almak, bu tehlikeli oyunu milletimizden gizlemek değil midir?

Evet öyledir. 

ERDOĞAN ne yapıyor? Bu muhtemel, belki de tamamen uydurma hesaplaşmayı ifşa ediyor,  adeta körüklüyor ve Kürt seçmene mesaj veriyor, ÖCALAN'a ve dolayısıyla bize sahip çıkın, DEMİRTAŞ'a ve onun destek verdiği HDP'ye savaş açın, oylarınızı vermeyin mesajını vermek istiyor. 

ERDOĞAN'ın bu talihsiz ve çok tehlikeli beyanları karşısında gerçekten ürperiyoruz ve soruyoruz; 

Sayın ERDOĞAN; biz mi yanılıyoruz, yoksa siz gerçekten, ömür boyu cezaevinde yatacak olan ÖCALAN,  bu hesaplaşmayı bizzat yapamayacağına göre, ÖCALAN'ın önümüzdeki seçimlerde AKP'ye sunacağı siyasi desteği karşılığında, hala ÖCALAN'a biat eden, ÖCALAN sempatizanı Kürt kökenli insanları, diğerlerinden ayrıştırarak,  bu hesaplaşmaya kendi yararınıza katkı sunmayı mı düşünüyorsunuz?

Böyle yazdık diye kızmayınız lütfen. Kendinizden o kadar emin konuşmuşsunuz ki; bu hesaplaşmayı yapacaklar diyorsunuz ve doğruysa,  bu hesaplaşmayı önleme ve gizleme gereği duymuyorsunuz. Korkunç bir şey gerçekten. 

Partili Cumhurbaşkanı, bu millete sunacağı bir hizmeti kalmadığı, ülkenin sorunlarını çözemediğinden, bizzat kendisinin bu ülkenin en büyük sorunu haline geldiğinden, siyasi ömrünü tamamladığından o kadar emin olmalı ki; artık son kozlarını oynamakta, elindeki tüm kartları masaya sürmektedir.  

Güner Yiğitbaşı

14/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Tıp Öğrencisi Enes'i Hayattan Koparan Din Ticareti Ve Cemaatler Gerçeğinin Düşündürdükleri
ATATÜRK'den sonra gelen din taciri politikacıların, Yüce ATATÜRK'ün; ”Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. ” uyarı ve tavsiyelerine rağmen, bu tavsiyelere sırtlarını dönerek,  ülkemizi ve laik devletimizi içine soktukları din batağının ve cemaatlerin son kurbanıdır Tıp Öğrencisi ENES. 

Enes, eceliyle ölmemiş, adeta ölüme sürüklenmiştir. 

Hangisi olursa olsun,  din nedir?

Din; maddi dünyada yaşayan biz insanların manevi dünyasını aydınlatan ve zenginleştiren onları ahlaklı ve dürüst kılan,  ahlak temelli bir kurumdur. 

Din, herkesin varlığını kabul ettikleri yaradan ile kul arasındaki kişisel ve manevi bir bağdır. 

Her koyun kendi bacağından asılır diye bir söz vardır ya, işte bu söz,  tam da din için geçerlidir. 

Din ve vicdan özgürlüğü ve laiklik ilkesi,  bu nedenle vardır ve modern toplumlar, bu ilkelere sıkı sıkı uydukları, inandıkları dini başkalarına dayatmadıkları, dini kendi şahsi inanç sorunu olarak görüp kabul ettikleri, devletin ekonomik, sosyal ve hukuksal temel düzenini dini esaslara uydurmadıkları, dayatmadıkları, insanları din seçiminde ve dinlerini yaşamakta özgür bıraktıkları, dinlerin ahlak içeren ortak kurallarına uyarak yaşayıp devleti yönettikleri için ileri gitmişler ve muassır medeniyet seviyesine ulaşmışlardır. 

Biz de ise; politikacılarımız,  kendi inandıkları dinin ve mensubu oldukları mezhep, tarikat ve cemaatlerin; yönettikleri tüm insanlar tarafından,  itirazsız kabul edilmesini ve aynen benimsenmesini istemekte ve dini kuralların devletin yönetiminde de uyulması gereken kurallar olarak benimsenmesini istemektedirler. 

Daha da ileri giderek; kendi inandıkları, toplumdaki çoğunluğun benimsediği hakim  dini,  tabu haline getirerek, tartışılmaz kılmakta ve bundan siyasi çıkar elde etmek istemektedirler. 

Bununla da yetinmeyerek, dini kendi anlayışlarına ve çıkarlarına  göre yorumlayarak uygulayan tarikat ve cemaatleri,  ülkede söz sahibi ulema kişiler mertebesine getirerek, karşılıklı çıkar alışverişi içine girmektedirler. 

Bugün ülkemizde; haşa, Allah unutulmuş ve Allah’ın yeryüzündeki temsilci ve vekilleri olarak at koşturan cemaat ve tarikatların lider kadroları, şeyhler ve imamlar türetilmiş ve onlara tapılır hale gelinmiştir. 

Allaha şirk koşan bir toplum haline geldik maalesef. 

Ülkemizde;  din,  adeta büyük bir holding haline getirilmiş, bu holdingde hisse kapmanın savaşı yaşanmaktadır. 

Bize göre, ülkemizin;  eğitimiyle, ekonomisiyle, sosyal yaşantısıyla,  kesintisiz modern bir şekilde ilerlemesi ve kalkınması ve yeni Enesler'in ölmemesi için yapılması gereken; ülke yönetiminde,  taviz vermeden  laiklik ilkesi uygulanmalı, kimin hangi dine mensup olduğu, diğer insanların ve devletin merak alanı olmaktan çıkarılmalı, din üzerinden politika yapmaya son verilmelidir. 

Gerçekten; benim veya sizin,  hangi dinden olduğumuz, sizi, beni ve bizi yönetenleri niçin ilgilendirmekte, ben anlayabilmiş değilim. 

Tabi bir de, ülkenin Cumhurbaşkanı ve bakanlarının ve üst düzey yönelicilerinin,  basın mensuplarının eşliğinde,  devletin araçları ve korumalarıyla camiye gidip Cuma namazı kılmalarını ve namaz çıkışında politik demeçler vermelerini de anlayabilmiş değilim. 

Bu gidiş iyi gidiş değil, sizin dininizden bana ne , benim dinimden veya dinsizliğimden de size ne? Kardeşim. 

Bana,  sizin namuslu, dürüst ve ahlaklı bir insan   olmanız, size de,  benim namuslu,  dürüst ve ahlaklı bir insan olmam gerekli ve yeterli. Ahlaklı olmak için de,  İslam veya başka bir dine mensup olmak gerekmiyor, insan olmak yeterli. 

Müslüman olup, Müslüman geçinip de,  dürüst ve ahlaklı olmayan insanlardan ve politikacılardan geçilmiyor ülkemiz, hepimizin tanık olduğu gibi. 

İnsan olun, ahlaklı olun, ölüme sürüklediğiniz ENES'in ölümünden duyduğunuz suçluluk psikolojisi içinde sessiz kalmayın, sesinizi çıkarınca da,  ölünün geride bıraktığı yazılı beyanlarına inanın, orası cemaat yurdu değildi diye yalan söylemeyin, mazeret üretmeyin.     

Hem Müslüman ve hem de laik olunmaz diyerek seçim üstüne seçim kazanarak,  ülkeyi 20 yıldır hak etmediği halde çok kötü yöneten, 

Ülkemizi adeta esir alan, 

Bilimden uzaklaşan, 

Anayasamıza göre bir devrim yasası olan ve anayasanın koruması altında bulunan, laik eğitimi esas alan  öğrenim birliği yasasını rafa kaldıran, Müslüman gençlik yetiştireceğiz diyerek laik eğitim kurumlarını bir bir kapatarak, imam yetiştiren imam hatip liselerine dönüştüren, 

Gençlerimizi pozitif bilimden ve bilimin rehberliğinden uzaklaştıran, 

İslam’ı,  siyalaştırarak yozlaştıran ve tanınmaz hale getiren,  İslam dini diye bir din bırakmayan, 

İslam’ın beş şartı olarak bilinen beş şarttan,  sadece;  namazı, orucu ve haccı ön plana çıkaran, İslam’ın ahlak kurallarına gözlerini kapatan  İslam’ı adeta üç şarta indirgeyen, 

Ancak,  bize göre İslam’ın altıncı şartı olması gereken; yalan söylememek, iftira atmamak, namuslu olmak, kul hakkı yememek, hırsızlık ve yolsuzluk yapmamak gibi en önemli şartının üzerini,  namaz, oruç ve hac şartlarıyla örtüp gizlemeye çalışan, 

İş başındaki bu iktidar ile bunları sağlayabilir miyiz?

Asla. 

Güner Yiğitbaşı

13/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ortaçağ Zihniyeti Olsa Öp De Başına Koy
İslam dinini istismar eden din simsarları, gözlerini okul öncesi 5 ve 6 yaş çocuklarına çevirdiler, daha dünyayı tanımayan, sokakta koşturup oynamayan,  kişiliklerini bulmayan körpe çocuklara,  sözde İslam dinini öğreteceklermiş. 

İslam dininin;  korkutan,  yaşamdan soğutan,  öbür dünyasını öğreterek içlerine korku salacaklar, yaşamdan koparacaklar, kendilerine biat eden ümmetçi zihniyette bir nesil yetişsin ve iktidarlarını sürdürsünler istiyorlar. 

İslam dininin;  ahlakını, hırsızlığın, ahlaksızlığın, yolsuzluğun, yalan söylemenin, israfın,  kul hakkı yemenin kötülüklerini es geçecekler, bu dinin. 

Beyinlerini hurafelerle dolduracaklar çocuklarımızın. 

CHP Grup Başkan Vekili Özgür ÖZEL işte bu durumu eleştiren bir konuşma yapmış ve 4-6 YAŞ KUR'AN KURSU EĞİTİMİ İÇİN "ORTAÇAĞ ZİHNİYETİ" DEDİ diye topa tutuluyorlar şimdi kendisini. 

Özel şu ifadeleri kullanmış ve: "Diyanet okul öncesi eğitim birimleri kuruyor.  Okul öncesi eğitim Diyanet'in işi mi Milli Eğitim'in işi mi? Sübyan mekteplerini kurmuşlar,  kurumsallaştırmaya zorunlu yapmaya çalışıyorlar.  Bu kafayla,  orada işte bilimin B'si,  fiziğin F'si,  matematiğin M'si de olmuyor üniversiteye gidince.  Çocukları bütün dünya nasıl yetiştiriyorsa öyle yetiştirmek varken bir ortaçağ zihniyetine yönelmenin,  bunu kurumsallaştırmaya çalışmanın ne bu Cumhuriyet'e ne bu millete faydası var;  ne de Anayasa'ya uygunluğu var. "demiş. 

Yalan mı söylemiş?

Çocuklara,  İslam dininin eğitimini vereceklerin zihniyetine ve din anlayışlarına baktığımızda, Özgür ÖZEL çok toleranslı konuşmuş ve ortaçağ zihniyeti demiş, ilkçağ zihniyeti dememiş şükretsinler. 

Sözde laik bir ülke olmasına rağmen, ülkemizde niçin yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı var, niçin üretim durdu, işsizlik kol geziyor, millet aç, hazine tamtakır, dış ticaret açık veriyor?

Bunun en büyük nedenlerinden birisi; çağdaş ve laik eğitimi ihmal ederek, dini eğitimden başımızı alamadığımız içindir. 

Gazetelerde yer aldı bugün, Dünyada ilk beş yüze giren bir üniversitemiz dahi yok. 

Bir düşünün bakalım nedenini, sanırım Özgür ÖZEL'e hak vereceksiniz.  

Güner Yiğitbaşı

11/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Korkmayınız
“Herkes,  önceden izin almadan,  silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.  “

Bunu;  ben değil, demokratik bir ortamda yapılan bir batılı ülkenin anayasası da söylemiyor. 

Darbeci Kenan EVREN'in kendi bedenine göre özel olarak dikilen darbe anayasasının 34. maddesi söylüyor. 

Neymiş efendim?

Haydi hep birlikte bir daha tekrarlayalım.  

“Herkes,  önceden izin almadan,  silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir. ”

Korkmayın, bu hak; Saray yönetimi tarafından fiilen yasaklansa, bu hakkı kullananlar darbeci ve terörist olmakla suçlansalar da,  hukuken halen yürürlükte. 

Darbeci Kenan EVREN'in;  kendisine göre dikte ettirdiği anayasanın 34. maddesinde yer alan,  darbe anayasasının dahi hak olarak tanıdığı,  silahsız ve saldırısız, barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullananlar, niçin darbeci olacaklarmış?

Türk Ceza Kanununun darbe ve benzeri suçları düzenleyen ilgili maddeleri de,  darbe ve ve benzeri suçların;  silahlı, cebir ve şiddet kullanarak işlenmesini unsur olarak kabul etmiştir. 

Silahsız ve saldırısız olarak, barışçıl amaçlarla yürümek ve bir meydanda toplanarak iktidarın yanışlarını söyleyerek eleştirmek ve iktidarı protesto etmek darbe girişimi olsaydı, darbe anayasasında yer bulamazdı bu hak. 

Sokağa çıkarak yürümenin ve meydanlarda toplanmanın darbe girişimi olduğunu kabul edenler ve halkına gözdağı verenler, hiç kusura bakmasınlar ama, darbeci Kenan EVREN'den daha çok darbeci olduklarını kabul edenlerdir. 

Bu itibarla, silahsız ve saldırısız barışçıl olarak, asil  bir şekilde yürüyerek ve meydanlarda toplanarak anayasal protesto hakkını kullanmaktan asla korkmayınız, korktuğunuz an, Kenan EVREN'i kendinize güldürürsünüz. Yattığı yerden; biz bu millete az bile yapmışız,  siz her kötülüğe, diktaya ve vesayete müstahaksınız diye bağırır ve dalgasını geçer haklı olarak. 

Bu millet;  anayasal hakkını kullanmak için sokakta yürümeyecek ve meydanlarda toplanmayacak da, uzayda mı yürüyecek ve toplanacak?

Sokaktan,  ne halkımız,  ne de bizi idare edenler,  korkmamalıdır.  

Halkımız, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını,  anayasanın tanıdığı sınırlar içinde silahsız ve saldırısız, kırmadan dökmeden kullanacak ve iktidar da, bu hakkın kullanımı için gerekli güvenlik önlemlerini alacak ve sızmaları, provokasyonları önlemekle mükelleftir. 

Darbeler; silahsız, saldırısız barışçıl yürüyüşlerle yapılamaz. 

15. Temmuzda darbe girişiminde bulunan iktidarın eski ortağı FETÖCÜ çetenin yaptığı gibi; darbeler, silahla, tankla halkın üzerine ateş açarak ve savaş uçaklarıyla gazi meclisi bombalayarak yapılır. 

Saray'ın;  hukuk dışı,  suç teşkil eden tehditlerine pabuç bırakmayın ve  korkmayın. 

Saray yönetimi;  demokrasiyi tamamen yok etme ve halka rağmen iktidarını sürdürebilme amacına ulaşabilmek için,  halkımıza bir olta atmış ve tepkisini ölçüp bekliyor, arkadan gelecek diğer adımlarını atmadan önce,  milletimizi test ediyor. 

Bu ülkeyi parti devleti haline getirdiler ve işgal ettiler. 

Devletin kurumlarını babalarının şahsi malları ve kurumları gibi görüyorlar. 

Bu ülkenin iktidar adayı ana muhalefet partisinin genel başkanının ziyaretlerine kapatmak ve yasaklamak için, Türkiye İstatistik Kurumu ve Milli Eğitim Bakanlığının kapılarına kilit vurdular,  korkmadan ve çekinmeden. 

Boğaziçi Üniversitesine kilit vurdular. 

Kilit vurmaya alıştılar. 

Korkarsanız, susarsanız kilit vurma sırası seçme ve seçilme hakkınıza, sandığa gelecek. 

Bu nedenle; insanlık bizde kalsın, seçimlere kadar sesimizi çıkarmayalım,  susalım, sabredelim ve korktu gözükerek rol yapalım,  lanet olsun derseniz, karşınızda seçim sandığını da bulamayabilirsiniz. 

Kanserden korkmayın,  geç kalkmaktan korkun diye çok güzel bir laf vardır, hepiniz bilirsiniz. 

Barışçıl, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma hakkınızı kullanmaktan KORKMAYINIZ, sandığa kilit vurdurmamak için geç kalmaktan KORKUNUZ.  

Güner Yiğitbaşı

08/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Siz De Biraz Akıl Olsa
Siz ekonomiyi asla düzeltemezsiniz. 

Halkın size güveni kalmadı atık. 

Başarılı olabilmeniz için, ülke yönetiminde ve alacağınız kararların uygulanmasında halkın size güvenmesi gerekiyor. 

Lüks saraylarda oturarak, ülkeyi tek adam olarak saraydan yöneterek bu güveni veremezsiniz. 

Siz Allah bir deseniz halk artık size inanmıyor. 

Bu nedenle,  bankalardaki ve yastık altındaki dövizlerini ve altınlarını bozdurmuyorlar. 

Bugüne kadar yaptıklarınıza bakarak, bozduracakları döviz ve altınların, dış ticaret açığını giderecek üretime dönük yatırımlara harcanmayacağını, paralarının sarayın lüks ve şatafatına, yandaş müteahhitlere peşkeş çekilerek heba edileceğini,  çok iyi biliyorlar. 

Bazı iş adamı tanıdıklarla konuşurken, eskiden seve seve verdiğimiz vergilerimizi,  bugün  elimiz titreyerek ve haram ederek,  mecburen ödüyoruz diyorlar. Kimse mutlu ve geleceğinden umutlu değil. 

Halka yeniden güven aşılamak için vaktiniz kalmadı, artık her şey çok geç.  

Siz de biraz akıl olsa; 

Tarafsız ve bağımsız yargıyı yok etmezdiniz. 

Şeffaflıktan ve hesap veriyor olmaktan korkmazdınız. 

Özgürlüklerden, eleştiriden korkmaz, eleştirilerden dersler çıkarmaya çalışırdınız. 

Topladığınız vergileri, bir plan ve program dahilinde öncelik sırasına koyarak üretime dönük yatırımlara harcardınız. Hazinenin varlığını,  lüks cari harcamalarla, inşaat sektörüne yaptığınız yatırımlarla toprağa gömmezdiniz. 

Merkez Bankasının bağımsızlığına saygı duyardınız. 

İhale Yasasını beş yüz kez değiştirerek, rekabeti yok edip,  adrese teslim ve pazarlık usulüyle, geçiş garantili yap işlet devret yöntemiyle kamu ihaleleri yapmaz ve milletin parasını israf etmezdiniz. 

Vasıtalı vergilere değil, gerçek kazançtan alınan vergilere ağırlık verirdiniz. Bu şekilde özel tüketim, katma  değer gibi vergileri sık sık artırarak fakir fukarayı ezmezdiniz. 

Basiretli tüccar gibi düşünerek, çok vergiyi, vergileri sürekli artırarak değil, sürümden kazanma yoluna gider, vasıtalı vergiler yoluyla maliyeti artırarak hizmet ve malların fiyatlarını yükseltmeden,  halkın alım gücü sınırlarında tutarak, fazla hizmet ve mal satımı yoluyla, halkı da ezmeden  daha fazla ÖTV ve KDV toplama yoluna giderdiniz. Bu sayede, halkımız mal ve hizmet satın alabilirken,  siz de sürüm fazlalığı yoluyla vergilerinizi artırmayı yeğlerdiniz. 

Bugün, döviz fiyatlarının ve varil petrol fiyatlarının arttığı gerekçesiyle akaryakıta iki günde bir zam yapıyorsunuz ve pompa fiyatına yansıtıyorsunuz, halk artık akaryakıt alarak araçlarına binemeyecek duruma geldi. Akaryakıt satışları daha da düşecek, zira halkımız araçlarına, depolarına idrarlarını doldurarak değil,  akaryakıt satın alarak binebilecekler, bunun için de akaryakıt fiyatlarının alım güçlerine uygun olması gerekir. Şimdi,  aşırı zamlar nedeniyle,  insanlar araçlarına akaryakıt satın alamadıklarında akaryakıt üzerinden aldığınız ÖTV ve KDV kayıplarınızı nasıl karşılayacaksınız?

Aynı şekilde, otomobil fiyatları,  döviz artışları ve ÖTV artışları nedeniyle el yakıyor, bir de satın aldıktan sonra deposunu benzin veya mazotla doldurma külfetini de üzerine koyduğunuzda,  araç alım satımları durma noktasına gelecek, bu durumda siz her araç satımından aldığınız fahiş ÖTV ve KDV gelirinden mahrum kalacaksınız. 

Keza,  araç yedek parçaları ve lastikleri üzerinden alınan ÖTV ve KDV kayıpları da caba olacak. Sözün kısası fiyatlara ve vergilere yaptığınız fahiş zamlarla, kemerinde sıkacak delik kalmayan insanlardan ÖTV ve KDV tahsil etme imkanınızı yok ettiğinizin farkında mısınız acaba?

Ülkede, durgunluk içinde enflasyon yaşıyor halkımız. Talep yok ancak, fiyatlar yine de el yakıyor sayenizde. Maliyet enflasyonu almış başını gidiyor. 

Enflasyonun en basit ve klasik tarifi; arzın,  talebi karşılayamaması ve fiyatların, arz ve talepteki bu dengesizlik nedeniyle, arz ve talep  kuralı gereği,  aşırı yükselmesi, değil midir?

Ancak,  bizde ki; enflasyon ve hayat pahalılığı, talebin fazla olmasından değil,  durgunluk içinde yaşanan bir enflasyon ve pahalılık. 

Biraz akıllı olun, akıllı.  

Güner Yiğitbaşı

08/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Temmuz Benzetmesi Konuyu Saptırmak Ve Muhalefeti Sindirme Ve Susturma Taktiğidir
Partili ve taraflı Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın;  AKP Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında yapmış olduğu; ”“Her fırsatta utanmadan,  sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş,  meydanlara döküleceklermiş.  Ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün.  15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız.  Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız. " şeklindeki talihsiz, hukuk ve demokrasi tanımaz beyanları, muhalefet partileri cenahından hak ettiği tepkiyi alamadı maalesef. 

Muhalefet;  sokak kelimesinden, adeta tırstı, şeytan görmüş gibi korktu. 

ERDOĞAN'ın;  anayasal demokratik ve temel bir hak olan ve anayasanın 34. maddesinin güvencesi altında bulunan, demokratik muhalefetin silahsız ve saldırısız, barışçıl toplantı ve yürüyüş haklarını yok sayan ve bu hakkı kullananları, bir akıl tutulmasıyla, hukuku hiçe sayarak,  15. Temmuz silahlı darbe girişimcileriyle,  teröristlerle  eş tutan beyanı,  başarılı oldu sanki. 

Muhalefet; ERDOĞAN'ın hukuk ve anayasa dışı haksız tehditleri karşısında susarak bu tehditlere boyun eğdikçe, muhalefeti susturmaya yönelik daha ağır hukuk dışı tedbirler gündeme getirilecektir. 

Ana muhalefet partisi ve diğer bazı muhalefet partilerinin liderleri, cesaretle ortaya çıkarak; 

“Sayın ERDOĞAN,  sen diyorsun? Fetöcüler tarafından ele geçirilen Türk Silahlı Kuvvetlerinin ağır silahları ve savaş uçaklarıyla,  cebir ve şiddet kullanarak, meclisi bombalayarak, demokratik ve laik anayasal düzeni ortadan kaldırmaya yönelik 15. Temmuz silahlı darbe girişimini; demokratik ve laik, insan hak ve özgürlüklerine,  hukukun üstünlüğüne dayalı anayasal düzeni korumak amaçlı bizim barışçıl, silahsız ve saldırısız yürüme ve toplantı yapma hakkımızla nasıl eş tutarsın,  kendine gel, senin bu konuyu saptırarak, muhalefet olarak bizleri susturmaya ve sindirmeye yönelik antidemokratik beyanlarına karnımız tok, bildiğini yap da görelim. Biz demokratik ve meşru muhalefet partileri ve halkımızın sesi olarak, sana inat,  anayasanın 34.  maddesindeki temel hakkımızı kullanarak, silahsız ve saldırısız, barışçıl ve demokratik bir şekilde,  sokağa da,  meydanlara da çıkacağız ve burada yapacağımız konuşmalarla, mitinglerle sizin demokrasi karşıtı yönetiminizi eleştirerek,  halkımızı 2023 seçimlerine hazırlayıp bilinçlendireceğiz” diyemediler maalesef. 

Adeta tırstılar ve “sokağa çıkan kim? biz sandığı bekleyeceğiz” demek zorunda kalarak, kolay yolu seçtiler, ERDOĞAN'ın, haksız ve hukuksuz bir şekilde, muhalefeti sindirme ve susturma taktiğine boyun eğerek, 15. Temmuz;  silahlı güce, cebir ve şiddete dayalı FETÖ darbe girişimi ile anayasal haklarını kullanarak barışçıl, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşünü yapacak olan  muhalefetin demokratik hak ve özgürlüklerini aynı kefeye koyarak,  adeta,  ERDOĞAN'ın hukuk dışı suçlamalarını doğru kabul ettiler ve ERDOĞAN'ın ekmeğine yağ sürdüler. 

Evet, 15. Temmuz silahlı, cebir ve şiddete dayalı hareketi, Türk Ceza Kanununun ağır cezalar öngördüğü,  anayasal düzene yönelik ağır bir suçun tipik örneğidir ve kimse bu hareketi meşru ve mazur göremez. Bu nedenledir ki; demokrasiden yana olan halkımız, siyasi düşüncesi ve oy verdiği parti ne olursa olsun,  15. Temmuz darbe girişimine karşı çıktı ve sokağa dökülerek, bu darbe girişimini kabul etmediklerini, akıttıkları kanları ve  canlarıyla tescil ettiler. 

15. Temmuz darbecilerine yönelik olarak sokağa çıkan ve kanları ve canları pahasına darbecilere karşı koyan halkımız, sadece insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik anayasal düzeni savunmak için sokağa çıkıp mücadele verdiler. İş başındaki ERDOĞAN iktidarının devam etmesi için değil. Önceliği, demokratik ve laik anayasal düzeni korumaya verdiler, bu demek değildi ki; 15. Temmuza karşı sokağa çıkanların tümü,  ERDOĞAN yönetiminden çok memnundu. 

ERDOĞAN; seçimleri kaybedeceğini anladıktan sonra, saltanatını sürdürebilmek için, elmalarla armutları yine bilinçli olarak karıştırdı,  her zaman yaptığı gibi. 

Sarayların kalın duvarları ardında yaşayarak,  halkından ve onun sorunlarından kendilerini soyutlayan ve kendi iktidarının devamı dışında,  halkını düşünmeyen,  demokrasi karşıtı tüm iktidarlar; oldum olası,  sokaklardan ve meydanlardan korkmuşlardır.  Silahsız ve saldırısız olarak,  barışçıl bir şekilde sokağa ve meydanlara çıkarak anayasal protesto haklarını kullanarak halkın demokratik bilincini kuvvetlendirenler, silahlı terörist muamelesi görmüşlerdir. 

Muhalefeti, ERDOĞAN'ın bu hukuk dışı sindirme oyununa gelmemeye ve inadına,  anayasanın 34. maddesine uygun bir şekilde, halkın sokak ve meydanlarda barışçıl demokratik eleştiri ve protesto haklarını kullanmalarında öncülük yapmaya çağırıyoruz. 

Korkakların; iktidar olarak ne ülkeyi idare etmeye,  ne de muhalefet görevi üstlenmeye hakları yoktur. 

Sokak dediğin nedir ki? sokağa çıkmadan,  ne ekmek,  ne gazete alabilirsin, ne de  işine ve sağlığın için hastaneye gidebilirsin. 

Demokrasinin yolunun da,  yeri geldiğinde sokak ve meydanlarla kesişeceğini iktidar da muhalefet de çok iyi bilmelidir. 

Korkunun ecele faydası yoktur. 

Korkmamak için; korkulacak,  hukuk dışı eylem ve söylemlerde bulunmayacaksın,  ülkeyi anayasaya ve yasalara uygun yöneteceksin, hırsına hakim olacaksın. Bu kadar basit.  

Güner Yiğitbaşı

06/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bu Beyanlar Bir İç Savaş İmasıdır
Ne talihsiz bir ülke ve milletiz. 

Millet olarak gerçekten büyük bir günah işlemiş olmalıyız ki; Tanrı,  bizi ERDOĞAN iktidarı eliyle cezalandırıyor. 

Anayasasında; ”insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik sosyal bir  bir hukuk devletidir, herkes,  önceden izin almadan,  silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.  “yazan,  ancak uygulamada ve fiiliyatta bunlardan eser bulunmayan,  anayasayı ihlal ederek varlığını sürdürmeye çalışan, kendisine yönelik cebir ve şiddet içermeyen demokratik bir eleştiri ve muhalefet eylemini dahi,  iktidarı devirmeye yönelik bir darbe girişimi, şiddet ve terör eylemi olarak değerlendirerek, milletin anayasal demokratik silahsız ve saldırısız barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını terörizm olarak yaftalayan, saltanatını sürdürebilmek için, kardeşi kardeşi vurdurarak bir iç savaş çıkmasını dahi göze alabilen ve bunun imasını yapan gözü dönmüş ve kararmış, demokrasiden nasibini almamış bir iktidarın tehditleri ve pençesi altında yaşamaya mahkum edilmeye çalışılan,  muhalif çoğunluğun,  sandık yoluyla tahakküme mahkum edildiği bir toplum haline getirilen ATATÜRK Türkiye’sinin acınacak hale düşmüş olmasının büyük üzüntüsünü yaşıyoruz. 

Demokrasinin nimetlerinden yararlanarak iş başına gelen ve sonra demokrasinin (D) sini dahi hatırlamayan, 20 yıldır sürdürdüğü iktidarını kaybetme korkusunun esareti altına giren ve beni devirecekler korkusuna ve vehmine kapılarak, her geçen gün daha da otokratikleşen ERDOĞAN;  geçtiğimiz gün,  Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısında yaptığı çok talihsiz bir konuşmasında;  “Her fırsatta utanmadan,  sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş,  meydanlara döküleceklermiş.  Ya siz 15 Temmuz'u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz dökülün.  15 Temmuz'da o sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün siz de aynı dersi öyle alırsınız.  Cumhur İttifakı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız. " beyanlarında bulunma gafletine düşmüş. 

Bu sözleri, demokrat, demokrasiye ve halkın iradesine saygılı, Türk Milletinin birliğini temsil eden ve  tarafsız olması gereken bir Cumhurbaşkanı nasıl söyleyebilir, bu sözleri çekinmeden ve alenen söyleyebilen bir Cumhurbaşkanı,  nasıl demokrat olabilir, nasıl anayasanın üstünlüğünü, en önemlisi de kendi meşruiyetini savunabilir?

Gerçekten bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız toplum olarak. 

Demokratik ve barışçıl anayasal protesto hakkını kullanmak isteyen muhalefet, silahsız ve saldırısız sokağa ve meydanlara çıkarsa, meşru hükümeti devirmeye teşebbüs etmiş sayılırmış, lafa bak beri gel. 

Anayasanın 34. maddesinin her Türk yurttaşına tanıdığı en temel hakkı kullanmak üzere, silahsız ve saldırısız sokakta yürümesi ve meydanlarda toplanarak iktidara yönelik protesto ve muhalefet eyleminde ve söyleminde bulunması,  darbe teşebbüsü sayılırmış, halk sokağa çıkar ve 15. Temmuz darbecilerine verdiği dersi,  muhalif demokratlara da aynen verir ve kovalarmış, tıpkı 15. Temmuzda darbe girişiminde bulunan kendi yoldaşları silahlı,  tanklı, tüfekli, harp uçaklı, bombalı  FETÖ Terör Silahlı Örgütü mensuplarına yaptıkları gibi. 

Siz, bu yalanlarınızla, Türk Ceza Kanununun darbe suçlarını düzenleyen ilgili maddelerinde öngörülen suçlarda koşul olarak aranan,  şiddet ve cebir ögesini yok sayarak, kendi kafanıza ve işinize geldiği gibi yeni suçlar mı yaratmak istiyorsunuz, sizin hukuk danışmanlarınız yok mu, kanunsuz suç ve ceza olmaz diye evrensel bir ceza hukuku ilkesinin varlığı size hiç hatırlatılmadı mı, nedir bu cehalet, şayet cehalet değilse, nedir bu hiddet ve tehdit, nedir bu demokrasiye yönelik başkaldırınız?

Şu gerçeği asla unutmayınız. Halkımız parti ve görüş ayrımı yapmadan, iktidarın yandaşı ve muhalifi top yekün  demokrasiye ve laikliğe sahip çıkmak için 15. Temmuz darbe girişimcilerine karşı sokağa çıkarak mücadele edip, şehit ve gazi oldular. ERDOĞAN'ı ve AKP iktidarını sevdikleri, ERDOĞAN'ın kara kaşı, uzun boyu için değil. ERDOĞAN'ı, henüz bir tık daha FETÖ'den demokrat ve laik gördükleri için, daha ehveni şer buldukları için ERDOĞAN ve iktidarına, daha doğrusu onların şahsında demokrasiye ve laikliğe sahip çıktılar, geldiğimiz şu anda ise; sizin,  FETÖ'den ne farkınız kaldı ki;  milletimiz, size yönelik, silahlı,  cebir ve şiddete dayalı gerçek bir darbe girişimi olmadığı halde, sokağa çıkıp demokratik haklarını kullanan silahsız çoğunluğa karşı koysunlar? dua ediniz de,  o çok güvendiğiniz azınlık yandaşlarınız,  sizin saflarınızı terk etmesinler.  

Biz çok iyi anlıyoruz sizin gerçek niyetinizi. Halkı,  Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı diye ikiye bölmeye çalıştığınız yetmiyormuş gibi, anayasanın 34. maddesinin öngördüğü en temel demokrasi hakkı olan, silahsız, saldırısız ve barışçıl  toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanan veya kullanmak isteyen muhalif çoğunluğu,  15. Temmuz silahlı cebir ve şiddete dayalı darbe girişimcisi eski yoldaşlarınızla bir tutma gafletinde bulunarak, kardeşi kardeşe kırdırmayı ve ülkede bir iç savaş çıkararak, oluşacak kaos ortamından yararlanmak suretiyle, kaybedeceğinizden adınız gibi emin olduğunuz seçimleri iptal ederek,  saltanatınızı sürdürmek istiyorsunuz, sizin niyetinizin bu olduğu, ipe sapa gelmez gerçek ve hukuk dışı  beyanlarınızdan açıkça anlaşılıyor. 

Sizde biraz cesaret varsa, çıkın ortaya ve açıkça, demokrasiye paydos, seçim meçim yok, ben ölene kadar sarayda oturmaya ve Türk Halkını sömürmeye devam edeceğim, var mı bana yan bakan deyiniz. 

Bizler de kaderimize razı olalım,  ya da her ne pahasına olursa olsun,  demokrasiye sonuna kadar sahip çıkalım. 

Aklınızı başınıza devşiriniz. Sizin yaptığınız,  sonu olmayan bir çılgınlık ve çıkmaz sokak. 

Güner Yiğitbaşı

05/01/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Örgücü
Bu yazımda örgücü üzerine yaşadığım bir anımdan başlayarak tarihte ilginç bir örgücü öyküsünü anlatmak istiyorum.
Hastanede randevum olduğu için olabildiğince erken kalkıp, her gün gezemeye çıkardığım köpeğim Badi ile o günkü ihtiyaç gezisine çıktık. Sokaklardan, kaldırımlardan giderken, daha önce üniversitenin Fransızca bölümü son sınıfta okuduğunu öğrendiğim komşunun kızı ile karşılaştım. Aradan üç dört yıl geçmişti. Ona, Fransızca öğretmeni olduğunu tahmin ettiğimden hangi okulda çalışıyorsun, diye sordum. O, bana, “özel bir okulda” çalıştığını söyledi. Ona, şimdi Fransızca okuyanlar var mı veya okullarda Fransızca bölümleri var mı, diye sordum.  O beni şaşırtan şöyle cevap verdi:
“-Yoo ben Fransızca öğretmeni olarak çalışmıyorum, beden eğitimi öğretmeni olarak çalışıyorum”. Bunu önce duyunca çok şaşırdım, nasıl oldu, dedim. O “ne yapalım çalışmak zorundaydım, branşımda açık yer bulamadım, atanamadım, şimdi de beden eğitimi öğretmeni oldum” dedi.
Günümüzde bitirdiği okulun aynı bölümünde dalında iş bulamayıp değişik ve ilgisiz işlerde çalışan nice öğretmen adaylarını gördüğüm, gazetelerde okuduğum için bu işlerde bir plansızlık olduğunu düşündüm. Atanamayıp inşaatlarda işçi olarak çalışırken elektrik çarpmasından ölen öğretmen adayının hazin öyküsünü medyadan okumuş izlemişsiniz.
1960 lı yıllarda ilköğretmen okulunu bitirip öğretmen olarak görev yerimize giderken, devlet öğretmenlere “donatım bedeli” adı altında para verirdi. Elimde köpeğimin tasması ile köpeğimin arkasında yürürken bunları düşünüyordum.
Hafızam beni daha eskilere de götürdü. Atatürk zamanında, bir bütçe görüşmelerinde milletvekillerinin maaşları Mecliste görüşülürken, “milletvekillerinin maaşları ne kadar olsun” diye Atatürk’e danışırlar. Atatürk de “öğretmenlerin maaşları kadar olsun” demişti.
Daha sonra, Hasan Ali Yücel’in Millî Eğitim Bakanlığı sırasında, bir ile atanan öğretmen için Yücel, o öğretmenin gitmekte olduğu valiliğe mesaj göndererek, “ilinize öğretmen olarak atanan bu kişiyi karşılayıp gerekli yardımın yapılmasını” istemiştir.
Bir öğretmen olarak bunları düşüne düşüne yüreğim sızladı. Bu düşüncelerle evin önüne gelmiştik. Hemen Badi’nin sırtını fırçaladım, patilerini yıkayıp eve bıraktım, paltomu alarak hastane randevuma yetişmek üzere evden çıktım.
Dizimdeki ağrının nedenini öğrenmek için Dışkapı’daki hastanenin ortopedi servisinde muayene oldum. Doktor, daha önce çekilen filmlere de bakarak, “dizkapağında kireçlenme var, yine de bir EMAR istiyorum” dedi.
Emar randevu gününü öğrenerek ve de topallayarak oradan ayrıldım. 75 yıldır sorunsuz bedenimi taşıyan bacaklarım bana yavaş yavaş isyan ediyor, taşımakta zorlanıyordu.Yolda yürürken kendi kendime, tıpkı araba gibi insanların da bacak stepneleri olsa diye gülümseyerek söylendim.
Metroya (yer altı trenine) binmek üzere yöneldim, basamakları topallayarak iniyordum, dalgın dalgın düşünerek inerken son basamağı dalgınlıkla es geçerek adım atmamla birlikte upuzun yere uzandım, düştüm yani. Metroya binmek için inmekte olan kalabalık “ayy, vayy” diyerek başıma toplandılar. Ben upuzun uzanmıştım kalkamıyordum, onların kollarıma girmesiyle ayağa kalktım. Ön tarafım özellikle arızalı sol bacağım tozlanmış ve de ağrıyordu. Yanıma toplananların bazıları “geçmiş olsun, bir şey oldu mu, hastaneye götürelim mi” diyorlardı. Ben teşekkür ederek, “sol bacağımda sorun vardı hastaneden geliyordum” dedim.
Üstümün başımın tozunu silkeleyerek ve de topallayarak, sağ olun bir şey yok, deyip onlarla metroya girdim. Yer verdiler oturdum. Diz kapağımı kontrol ettim, dizkapağımın ortasında pantolonumun parmak başı kadar yerde yepyeni pantolonumun yırtıldığını gördüm. Yeni pantolonumun yırtılmasına daha da üzüldüm. Eve varınca hanıma anlatamadım, “dikkat etseydin de yollarda böyle millete rezil olmasaydın” diyecek sözlerinden yıldığım için.
Ertesi günü pantolonumu elime alıp Ulus’ta bir terzi aradım, bulduğum bir terzi, “makine ile vargel yaparız ama dizinde en görünen yerde sırıtır, sen bunu en iyisi örgücüye götür ördür, dedi. Günümüzde terziler de azaldığı için örgücü bulmak da zordu. Giyim mağazalarından sora sora Ulus’ta 19 Mayıs Mağazalarının teras katında bir örgücü adresi aldım. Örgücü dükkânına yaklaşırken duvarlarda ve dükkân camında “Örgücü Halil” diye yazılı dükkâna girdim. Bir asma katta küçük bir dükkândı. Örgücü Halil Usta pantolonu inceledi, “örerim amma, biraz göze batar, bir hafta sonra alırsın” dedi.  Hemen aklıma, tarihte ilginç bir örgücü öyküsü geldi, ustaya ustam pantolonumu almaya gelince sana sizin örgücü işinizle ilgili çok ilginç bir olay anlatacağım, dedim ve ayrıldım.

Tarikte Bir Örgücü
Bir hafta sonra pantolonumu almak üzere Örgücü Halil’e gittim.  Örgücü Halil pantolonu vermeden, “hele şu örgücü olayını bir anlat hele merak ettim” dedi. Örgücü Halil’in dükkânında, daha önce bir kaynaktan okuduğum örgücü ile ilgili tarihi bir öyküyü anlattım, çok merakla dinledi ve Örgücü Halil çok memnun oldu. Ona anlattım örgücü öyküsü şöyle idi:
“- Türklerin yeni Müslüman olduğu 1000 yıl kadar önceki yıllarda bir Türk beldesinde zengin bir tüccar, Hindistan’a mal alıp mal satmaya yani ticaret yapmaya gitmek ister. Bu tüccarın yüz mü desem, iki yüz mü desem altınları vardır. Şimdiki gibi banka olmadığı için bu altınlarını sağlam bir kimseye emaneten bırakmak ister. Sağlam bir keseye altınlarını doldurur, açıldığı belli olsun diye kesenin ağzını mühürler, beldenin en güvenilir kişisi şehrin baş kadısı olduğu için kadıya teslim eder.  Teslim ederken kadıya şunları söyler:
Kadı Efendi, ticaret için ben uzun bir yola çıkıyorum, beni sana seni Allah’a ve bu altınlarımı sana emaneten bırakıyorum. Ölmez sağ olursam dönüşte altınlarımı senden alayım”.
Kadı ve tüccar içi altın dolu keseyi incelerler, hiçbir yerde yırtık delik olmadığını, mühürlü ağızının da sağlam olduğunu görürler, “Allah yemin ederek” anlaşırlar. Tüccar altın dolu keseyi kadıya bırakarak uzak diyarlara ticarete gider.  Şimdiki gibi ulaşım motorlu araçlarla yapılmadığı ve develerle yapıldığı için develerini de alan tüccar şehir şehir yol alır, ucuz gördüğü yerden mal alır, pahalı gördüğü yerde mal satar, böyle böyle aradan aylar geçer.
Şehrin baş kadısı, altın kesesini merak eder, eline alır bakar şıkır şıkır kese altın dolu. Kadı bile olsa altın ve para zayıf karakterli kişiyi bozar. Baş kadının aklına şeytani bir fikir gelir, kesenin bir yerinden küçük bir delik açar, altınları teker teker keseden boşaltır. Altınların yerine de aynı büyüklükte, aynı ağırlıkta ve aynı sayıda bakır paraları doldurur. Keseyi de uzak bir mahallede oturan çok iyi bir örgücü ustası olan ustaya götürür. Ustaya çok sıkı tembih eder, örgücü ustalığının bütün hünerini gösterip çok özenle yırtığın örülmesini ister. Ustaya şöylece sıkıca tembih eder:
“-Bak ustam, kesenin bu yırtık yerini öyle özenle öreceksin ki kaç kişi keseyi eline alsa incelese seçemeyecek, bilemeyecek derecede dikkatli yapacaksın, ücret ve bahşişi çok iyi vereceğim” diye sıkıca tembih eder. Bir süre sonra baş kadı kesenin örülüp örülmediğini kontrol için örücü ustasına gelir.  Örücü ustası bol bahşişi duyunca gecesini gündüzüne katıp, çok kısa zamanda kesenin örgüsünü bitirmişti. Baş kadı keseyi eline alır yırtığın ve örgünün nerede olduğunu seçemez, hakikaten usta işini çok iyi yapmıştır, diye düşünür. Baş kadı örgücü ustasına fazladan ücret verirken, dolu dolu da bahşiş verir. Ama örgücü ustasına, “sakın bu yaptığın işi hiç kimseye söylemeyeceksin, söylersen canına okurum” diye tembihli tehditli uyarıda bulunur.
Aradan aylar mı yıl mı geçer, altın kese sahibi tüccar mal dolu deve kervanı ile evine döner. Kafası dinç sakin bir şekilde baş kadıdan emanet ettiği altın kesesini alır, ona Tanrı senden razı olsun, malıma sahip oldun” der baş kadıya okkalıca bir de hediye verir. Baş kadı, keseyi sahibine tüccara verirken, keseni ve mührünü çok iyi incele, bak, sonunda mesuliyet kabul etmem”diyerek sıkıca tembihleyip tüccarı gönderir.
Tüccarın kalbinde hiçbir şüphe kötülük olmadan sakince altın kesesini evinde açar, bakar ki altın yerine bakır paralar doldurulmuş olduğunu dehşetle görür. Ne yapacağını şaşırır, keseyi inceler yırtık ve örgü yerini bulamaz, kesenin ağzındaki mühür sağlamdır. Baş kadıdan keseyi alırken çok iyi incelediğini hatırlar ve baş kadıdan şüphelenmez. Tüccar endişe ve üzüntü içinde ne yapacağını düşünürken, aklına devletin başı Sultan’a şikâyet için Saray’a gitmek gelir. Bakır paraları keseye doldurup devletin Sultan’ına gider, durumu anlatır, yardımcı olmasını ister. Bakır dolu keseyi Sultan ve tüccar defalarca incelerler nerede kusur olduğunu anlayamazlar. Tüccar ağlamaklı, “Sultan’ım himmet et, yardım et bunu nasıl çözeceğiz” diye Sultan’a yakınır. Sultan, tüccardan yemin ettirerek olayı doğru anlatmasını ister, tüccar ağlamaklı yemin ederek olayı olduğu gibi defalarca anlatır.
Sultan baş kadıyı saraya çağırır, onun da ifadesini alır. “Bu keseye bir hile yapıp yapmadığını” sorar ve yeminli ifadesini alır, tabi baş kadıya güvenirler.
Sultan bu garip olay karşısında şaşırır, günlerce düşünür, “bu keseye ve altınlara acaba ne olmuştu” diye kendi kendine sorarken, aklına bir fikir gelir. Bir gün o devletin Sultan’ı yattığı yatağın yastığının bir yerinde bir delik açar, birazcık yırtar. Olup biteni uzaktan gözlemeye başlar.
Sarayın temizlikçileri, bakıcıları yastıktaki yırtığı görünce telaşa kapılırlar, yırtılan yastık yüzünü alıp o şehrin uzak bir mahallesinde oturan ününü duydukları örücünün yerine götürürler. Örücüye “Saraydan geldiklerini söyleyerek, bu yastık yüzünün Saray’da Sultan’a ait olduğunu çok kısa zamanda örülmesini istediklerini söylerler.
Örücü emir daha yukarıdan Saray’dan geldiğini görünce daha çok özenerek yastık yüzünün yırtılan yerini daha bir özenle örer ve yırtığı kapatır.
Ertesi gün Sultan, bakar ki yırttığı yer kapanmış hem de nereden yırttığını bile seçemez. Yırtık yer maharetle örülmüş yok edilmiş, seçilemeyecek kadar belirsiz olmuştu. Sultan bu işe şaşar kalır, “bu nasıl olur” diye düşünmeye başlar.  Sarayda bu işleri yapan temizlik işlerini yapan görevlileri çağırır, olayı anlatır, yastığın yırttığı yerin nasıl böylesine yok edildiğini sorgulamaya başlar.
Bu işleri yapan görevliler, olayı olduğu gibi dosdoğru olarak anlatırlar: “Sultanım, yastıktaki yırtığı görünce telaşa kapıldık, sizden çekindik, hemen o yırtık yastık yüzünü alıp şehirde uzak bir mahallede tanınmış bir örgücü varmış, alelacele ona götürüp yırtık yeri o örgücü ustasına ördürdük”. Sultan oradaki görevlilerle birlikte yastık yüzündeki yırtık ve örgü yerini bulmalarını ister, bulamazlar. Örgücüye hayran kalan Sultan, altın kese olayı ile bir bağlantı kurmaya başlar.
Hemen Saray muhafızlarına emrederek, o uzak mahalledeki örgücü ustasını getirmelerini ister. Örgücü ustasını Saray muhafızları getirince, adam korkmaya titremeye başlar, “acaba ne suç işledim ki beni böyle getirdiler” diye düşünmeye ve daha çok korkmaya başlar. Sultan, örgücünün ustalığını överek hayran kaldığını söyler. Sultan galiba altın kesesinin izini bulduğunu tahmin etmeye başlar.
Sultan, örgücü ustasına şöyle der: “Usta dinin, inancın Tanrın adına ant içer misin, sana bir şey göstereceğim, bana doğruyu söyleyeceksin”. Örgücü ustası korkudan titremeye başlar, “Sultanım ant içerim ki doğruyu söyleyeceğim” diye yemin eder.
Sultan hemen yanında beklettiği altın kesesini göstererek, “bu keseyi yırtık getiren biri oldu mu, sen bu keseyi ördün mü”, diye sorar. Korkudan titreyen örgücü ustası olayı olduğu gibi doğru olarak anlattı:
“-Evet Sultanım, bu keseyi yırtık olarak şehrin baş kadısı getirdi, içinde bakır paralar doluydu, bana dolgun ücret ve bahşiş verdi, “sakın bunu kimseye söyleme” diyerek tembih etti”.
Bunu duyan Sultan hiddete kapıldı, “demek doğru adil bildiğimiz baş kadı bunu yaparsa, adalet ne olur” diyerek baş kadıyı hemen saraya çağırdı. Saraya gelen baş kadı, orada olan örgücüyü ve Sultan’ın elindeki bakır dolu keseyi görünce sararmaya titremeye başladı.  Çok sinirlenen Sultan, “ne diyorsun kadı efendi, ülke kadısı hırsız olursa o ülkede adalet olur mu? Adalet olmayan yerde devlet yaşar mı?”diye gürledi.
İyice küçülen, titreyen baş kadı, ben yaptım Sultanım boynum kıldan incedir” diyerek söz adeta ağzından döküldü. Bu durum karşısında iyice hiddetlenen Sultan, “adalet için cezanı çekeceksin” dedi ve muhafızlara idam işareti yaptı. Baş kadıyı sarayın kapısına ibreti alem için astılar. Şehrin en zenginlerinden olan baş kadının mallarına el kondu, hazineye gelir kaydedildi. Emanet ettiği bir kese altını bakıra dönüşen tüccarın altınları da idam edilen baş kadıdan alınıp tüccara verildi. Bu arada adaletin aydınlanmasına yardımcı olan örgücüye de dolgun bahşiş verildi.

Cevat Kulaksız 

 Cevat Kulaksız.

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget