Mart 2019
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İstanbul Demek Türkiye Demektir
İstanbul demek Türkiye demektir.
Ülke ekonomisine sunduğu büyük katkılar ve devlet bütçesinin en büyük gelir kaynağı olan vergilerin büyük bölümünün İstanbul'dan sağlanıyor olması, ürettiği büyük rantlar, değerli arsa ve araziler, bu ilimize yönelik, “İstanbul demek Türkiye demektir” sözüne haklılık kazandırmaktadır.
Bu gerçeği bilen AKP Genel Başkanı ERDOĞAN; Belediye Başkanlığı koltuğunun, kendisini Başbakanlığa ve daha sonra da Cumhurbaşkanlığına ve tek adamlığa kadar sıçratan İstanbul ilinin; kendisinin kişisel ve siyasal yaşamına sunduğu, önceden  hayal dahi edemediği mevki ve makamlara gelmesinin önünü açması ve büyük bir rant merkezi olması nedenleriyle; İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı koltuğunun, AKP'nin, daha doğrusu kendisinin elinden kayıp gitmesi ihtimalini, asla kabul edemiyor ve İstanbul'un kaybı korkusu, adeta rüyalarına giriyor.
Bu nedenle, çok güvendiği, seçilmesi halinde adeta İstanbul Belediyesini çok rahat bir şekilde birlikte  yönetebileceği Binali YILDIRIM'ı; Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanlığı koltuğunu bırakarak, İstanbul Belediye Başkanlığı koltuğu adaylığına razı etmiş bulunuyor.
Binali YILDIRIM da çok iyi biliyor ki; İstanbul'a belediye başkanı seçilmesi halinde, İstanbul'u kendisi değil, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN yönetecek, özellikle İstanbul'un rant trafiği bizzat ERDOĞAN tarafından yönetilecek, İstanbul'un yeşil arazilerine, boş kupon arsalarına, yeni rezidansların, AVM'lerin dikilmesine, İstanbul'un mahvedilmesine devam edilecek ve arada bir, bu gidişattan memnun olmayan duyarlı halkın biriken gazını boşaltmak için, ERDOĞAN tarafından öz eleştiri  yapılacak ve ancak imam yine bildiğini okumaya, İstanbul'u mahvetmeye devam edecek.
Bütün sıkıntı, burada yatıyor.
Bu nedenle, AKP Genel Başkanı ve yakın çevresi; çok hırçın ve ağıza alınamayacak şekilde kötü sözler sarf ediyorlar, muhalefeti, adilikle, terör örgütlerine destek vermekle suçluyorlar ve ülkede bir beka sorunu olduğunu dile getiriyorlar.
Bu nedenledir ki; AKP Genel Başkanı, alt tarafı yerel yöneticilerin seçileceği 31 Mart seçimlerini, genel seçim havasına sokarak, tüm devlet imkanlarıyla seçim sahasına inmiş ve meydan meydan dolaşarak mitingler yapıp nutuk atıyor, çok riskli bir adım atarak, seçimleri adeta kendisine yönelik bir güven oyu haline getirmiş bulunuyor.
Ancak, korkunun ecele faydası yok tabi.
Herkes, seçimlerin sonlanarak, bu gerginliğin sona emesi beklentisi içinde.
Bize göre, seçimlerin yapılması da, iktidar tarafından  ülkede olağan hale getirilen gerginliği ve bölünmüşlüğü sona erdirmeyecektir.
Hele, İstanbul, Ankara ve Bursa gibi büyük illerimizin  Belediye Başkanlıklarının, AKP tarafından kaybedilerek, muhalefete geçmesi halinde, genel seçimlere de mutlaka yansıyacak olan bu demokratik tercihe saygı gösterilmeyerek sahneye konulması muhtemel olasılıkları düşünmek dahi istemiyoruz.

Güner Yiğitbaşı

27/03/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

“Sağlıklı tohum sağlıklı bol ürün demektir”.
“Toprağa döneceğiz, toprak insanı özgürleştirir”.
Yerel tohumlara geri dönmeliyiz
“Hepimiz toplu iğnenin başı kadar katkıda bulunursak, önce kendimiz için, sonra çocuklarımız, torunlarımız için, ülkemiz için topraklarımız için, geleceğimiz için sağlığımız için bir şeyler yapmak zorundayız”.
Yerel Tohum Ve Sağlıklı Gıda
Ulusal Eğitim Derneğince her hafta Cumartesi günleri düzenlenen konferanslardan 23 Mart 2019 günkü etkinlikte, dernek salonunda Muğla Yerel Tohum Grubu üyesi Hilal Arslan’ın(1) konuşmacı olarak katıldığı “Yerel Tohum Sağlıklı Gıda” konulu konferans vardı. Konferansı dernek üyeleri ilgiyle izlediler. Hele günümüzde tarımdaki yanlış politikalar yüzünden tarımın hemen her ürününün ithal edildiği günümüzde, tohum ve gıda arasındaki yakın ilişkiyi, sorunları, tehlikeleri anlatan bu sunum okuyucu için çok yararlı olacağını düşündük.
Konuşmacı Hilal Arslan, getirdiği çok çeşitli tohumları izleyenlere gösterdi, koklattı, tattırdı, tohumun Türk tarımındaki önemini resimler, slâytlarla izleyenlere sundu. Sunum sonunda karşılıklı soru ve tamamlamalarla konferans sona erdi.
>
Yerel Tohum Ve Sağlıklı Gıda
Hilal Arslan konuşmasında şunları söyledi:
“-Sağlıklı gıdaya ulaşmanın en temel öğesi tohumdan başladığı için iki başlığı bir arada işliyoruz. Tohumu ve onun döngüsünü anladığımızda her şey değişecek bizim için. Dünyada yaşamın mucizevî dönüşümünü gözümüz için görmemiz için tohumdan tohuma yaşam döngüsüne bakmak en kolay yol. Bir tohum yaşamın sonsuzluğunu temsil eder, onun ürettiği bir sürü meyve bitki ve tohumun çoğu tükendi yenilip yutulsa ve bir adet sağlıklı tohum kalsa bu yeni bir yaşama başlatmak için yeterlidir. Her tohum kendisini her nesilde yenileyip çok değişken koşullara ayak uydurarak sürekliliğini sağlamak üzere sonsuz bir yaşamı temsil eder. Aslında her düşünce, her davranış birçok tohum içerir. Bu tohumların doğallıkları taşınırken, saklarken, paylaşırken ve ekerken gösterilen özen geleceğimizi belirler. Biz de bir tohumduk kısa süre önce, tohuma can veren bütünü ve varlık şeklini azot, potasyum, fosfat, mineraller ve hatta genler ile açıklamak, kontrol etmek, hele hele geliştirmek bizim yeti ve kapasitemizin çok üstündedir. Bizim tohumlar için yapabileceğimiz en büyük iş onlara sadakat göstermek, onları geleceğimizde elimizi tutuyor olmanın getirdiği sorumluluk ile saklamak, taşımak, paylaşmak, takas etmek ve sağlıklı toprakla suyla tekrar buluşturmak olabilir ancak. Geleneklerimizde olduğu gibi atalarımız tohum ekerken tohumu toprağa savurduklarında kurda, kuşa, aşa demişler.
Bir Meksika atasözü,  “bizi gömmeye çalıştılar ama tohum olduğumuzu bilmiyorlardı” diyor. Aslında bizde de çok atasözü var, ama bu sadece farklı bir yöne, ulusa ait olduğu için belirtmek istedim. Bir karpuz çekirdeği toprakla buluştuğunda hayat bulmuş.


Yerel Tohum Ve Sağlıklı Gıda
Tohum nedir?  Bitkilerin kendi türünden yeni bir bitki ile yaşamını sürdürmek için üreme yoluyla meydana getirdiği oluşumlardan biri de tohumdur. Her tohumda yeni bir bitki oluşturacak geliştirecek bir bitkinin kök salıncaya kadar beslenmesine yetecek kadar besin bulunur. Tohuma sadakat geçmişe ve geleceğe sadakattir. Tohumu anlamak varlık sebebimizi anlamak, bulunduğumuz noktada ne kadar zengin bir miras, ne kadar çok sorumluluk ve ne kadar umutlu bir gelecek olduğunu fark etmektir. Her tohumun döngüsü yaşam süresi ve bu yaşam sürede ürettiği yeni tohumlar bereketin, şifanın iyiliğin ve iyileşmenin sırrını anlamamız için çok değerli bir fırsattır.
Yerli atalık tohumlar binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze kadar ulaşmayı başarmış örnekler olduğundan yaşamın sürdürebilirliğinin birer genetik hazinedir. Dolayısıyla gıdanın güvencesi olan biyolojik çeşitliliği de beslemektedir.
Bir ülkenin, bir bölgenin, bir köyün tohumları doğanın çiftçisiyle sürdürdükleri alışverişin üretim ve bereketin binlerce yıl süren başarısıdır. Dededen toruna aktarılan bir bilgidir, kıymettir çoğu kez yazısı olmazsa da saklanan insanoğlunun gelişim sürecine benzer tohumun serüveni. Büyük tufanlarda kuraklık dönemlerinde bir kısmı kaybolsa da tamamen bitmez, mücadeleyi kazandıkça güçlenir, boy verir, renk verir. Bir geleneksel sevgidir köyün kahvesi, çeşmesi, tepesi gibidir yerel tohumlar. Hasat ile ambarlarda birikir ve bereketlenir, her sene ekim zamanı doğanın dengesinde asıl olan verim veya bilimsel verimler değildir, biz in insanoğluna düşen en büyük ödev olduğu gibi kabul etmek ve sürdürebilmektir. Yerel tohumların bekçisi önce yerel çiftçimizdir ve hipimizdir olabildiğince. Topraklarımız tüm doğa daha u çalışır, bu gün ve gelecek için, yerel tohumları her dönem toplamak ve yeniden kullanmak, yerel çeşitliliği insanüstü gerekliliği için bir garantidir. Verimliliğe paralel bir genlerde doğal yaşa ve biyo çeşitliliği esas oluşturan yerel tohumun bölgesel ortak bir bilinç ve maneviyatla korunmasının ve bu yönde çiftçimizin ziraat mühendisleriyle teknik desteğindeki çalışmalarla sürdürülebilir temiz tarım fanomileri yaratacağına şüphe yoktur. Anadolu’daki bitkiler bin yıldan daha fazla süre evrimini tamamlayarak kendini geliştirmişlerdir. Burada evrimini tamamlama derken Darvin’in Evrim Teorisinden bahsedilmiyor. Ne demek istediğimizi bir örnekle açıklayalım. Lahana ailesi, beyaz lahana, karnabahar, brokoli, karalâhana hepsi aynı familyadan, fakat evrimini tamamladıkları için bu ürünler kırmızılâhana, karalâhana, beyaz lahana, karnabahar, brokoli olarak en mükemmel şekilde birbirlerini tamamlıyorlar.
Bir başka örnek de, soğan, sarımsak ve pırasa ektiğimiz zaman bunların ilk 20 günlük çıkışlarında tatları aynıdır, yaprakları hangisinin soğan, sarımsak, pırasa olduğunu bilemeyebiliriz. Ama daha sonra biraz daha büyüdüğünde zaman geçtiğinde kendi özelliklerini taşımaya başlarlar ve ayırt edilebilir duruma gelirler. Buraya kadar olan bölüm yerel tohum atalık tohum dediğimiz tohumlardı.
Hibrit Tohum (GDOlu tohum) Nedir?
Hibrit tohum, ıslah yöntemiyle geliştirilmiş kısır tohumdur. GDO lu tohum adı üzerinde genetiği değiştirilmiş organizmadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1960 larda ABD de hibrit tohumculuk çalışmaları yapıldı ve zirveye ulaştı. Fakat o güne kadar hiçbir ülke hibrit tohum kullanmıyordu. Hibrit tohumu nasıl satabileceğini araştıran ABD Avrupa Kalkınma Planında açık kart oyunuyla yeşil devrim adlı projeyi hayata geçirdiler. “Dünyada bir milyar aç insan var, bunları verimi yüksek tohumu kullanarak doyurabiliriz diyerek ülkeleri, ulusları bu tohumları almaya ve kullanmaya ikna ettiler, 1960 lardaki ifadeye rağmen. O zaman “bir milyar aç insan vardı”, yıl 2019 hala dünyada bir milyardan fazla aç insan var.
Yerel tohumlarla sağlanan biyo çeşitliliğe, özellikle 1980 sonrasında uluslar arası tohum şirketleri ağır darbeler indirdiler. Yerel tohumları alıp için gen katarak, ya da gen çıkararak patentliğe sahiplendiler. Bir ABD firması Hindistan’ın Batmadiye çeşidi pirincine gen değişikliği yaparak patent çıkardı ve kendi adına tohuma el koydu. Oysa tohum insanlığın ortak malıdır, tohum yaşam demektir, patentlenemez.
Hibrit tohumlarda tek tip ürün ve az çeşit vardır. Yediğimiz sebze ve meyveler çevredeki          bitki örtüsü değişikliğe uğrar ve tek tipe dönüşür. Bir üründen birçok çeşit yetiştirileceği halde, hibrit tohumlarda çeşit sayısı azalır. Eğer bu çeşide bir hastalık gelirse, hepsi yok olur ve o sene o tohumdan ekilen ürünlerden hiç verim alınamaz. Hâlbuki aynı üründen farklı tohumlar ekilse birinin direnci diğerinden fazla olacağı için üründe tamamen kayba neden olmaz, en azından bir kısmı kurtulabilir. Bu demektir ki, hastalıkla kaybolan üründe o sene belki kıtlık boyutuna varmayabilir ama sıkıntı boyutunda yokluk yaşanır.
Ülkemizde hibrit tohumla gelen hastalıklara örnek verecek olursak, Nevşehir ve Niğde’de patates kanseri sebebiyle bir tohum 30 yıl ekimi yasaklandı. Adana’da patates virüsleri ürün kaybına neden oldu, mısırda çürüklük, buğdayda sarı pas ve kör hastalıkları görülmekte.
Hibrit tohumlar yerel çeşitlere göre, onların da iddia ettiği gibi bol ürün verir, verimi yüksektir, ama bir şartla, gübre yani kimyasal gübre ve kimyasal ilaç kullanmak şartıyla. Yani size tohum verdiklerinde siz hem kimyasal gübre, hem kimyasal zirai mücadele kullanırsanız verim alırsınız.
Kimyasal gübre ve ilaçlar topaklarımızı zaman içinde öldürmekte her yıl daha fazla ilaç ve gübre kullanmaya zorlamakta ve ekolojik dengeyi bozmaktadır. Hepsi bu kadar mı? Hayır, kullanılan kimyasal gübre ve ilaçlar yediğimiz sebze ve meyvelerden ve henüz bahçede tarlada iken, yer altı ve yer üstü su kaynaklarına sızıntılarla o bölgedeki bitkilerle beslenen hayvanların etinden sütünden, yumurtasından bize geçiyor, su kaynaklarını, toprağı kirletiyor. Bu yüzden kanser, kısırlık, astım, alzaymır, ritim bozukluğu, bağışıklık sistemindeki bozukluklar ve bazı bakterilere karşı direnç gibi hastalıklar insanlarda görülmekte. Arılarda toplu ölümlere sebep olmakta, Eğridir Kovada örneğinde olduğu gibi zirai mücadele ilaçlarından topraktan suya, sudan göllere gelen akıntıyla göl suları kirlenmekte ve balık ölümlerine, Kovada gölüne has iki cins balığın da yok olmasına sebep oldu.
Hibrit tohum toprağa suya insana zararlı ama aynı zamanda bir ekonomik yıkım, hibrit tohum kısır olduğu için çiftçi her yıl yeniden tohum almak zorunda. Her yıl yeniden gübre, her yıl yeniden kimyasal ilaç almak zorunda. Bu kısır döngüde tohum devreleri sürekli kazanırken çiftçi parasını, sağlığını ve toprağını kaybediyor.
Tarim politikaları ne olmalıdır?
Ülkeler toprağın ve toplumun sağlığını korumak için doğru tarım politikalarını uygulamak zorundadır.  Ülkemizde durum nedir?
1-Tarım ülkesi olma özelliğini kaybediyoruz.
2- Köylü çiftçilikten toprağı ekmekten vaz geçiyor. Şehre göçüyor, köyler boşalıyor, “toprağa ihanet ettik, tarlayı satıp şehirde kapıcı olduk” diyor, Nihat Yılmaz gibi. Dayatma ile “buğday stoklarınızı bitirin” denildi bize. “Buğday bir ülke için stratejik bir rejim maddesidir”. Bu Oktay Sinanoğlu’nun söylediği hayatta olduğu dönemde. Yani geçmiş bir on yıl içinde söylenen bize dayatılan şeydi, “buğday stoklarınızı bitirin” dayatması. Stoklarımızı bitirdik, buğdayı ve samanı ithal ediyoruz. Oysa 1970 li yıllarda Orta Doğu ülkelerine buğday, taze sebze meyve, canlı hayvan karşılığında petrol alıyorduk. Ödemeler dengesi zorlanmıyordu. Günümüzde gümrükler kaldırıldı, Kanada’dan mercimek, Hindistan’dan fasulye nohut, Rusya’dan buğday alıyoruz, Balkan ülkelerinden de saman alıyoruz, canlı hayvan alıyoruz taa Brezilya’ya kadar yolu var.
Avrupa Birliği’nin(AB) zorlamasıyla 2006 yılında GDO lu gıda ithalatını denetim altına alacak biyo güvenlik yasası çıkartılmadan tohumculuk yasası çıkartılarak toplum sağlığımız ve tarımımız küresel tarım tekellerinin eline bırakıldı. Biyo güvenlik yasası 2010 yılında çıkarıldı. Bu kanun genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar ve ürünleriyle ilgili olarak araştırma, geliştirme, işleme, piyasaya sürme, izleme, kullanma, ithalat, ihracat, nakil taşıma, saklama, paketleme etiketleme, depolama ve benzeri faaliyetlere dair hükümleri kapsıyor. Veteriner, tıbbi ürünler ve sağlık bakanlığınca ruhsak veya izin verilen beşeri, tıbbi ürünler ve kozmetik ürünleri bu kapsamın içine almıyor. Bu demektir ki bebek mamasından sos olarak satılan marketlerde ambalajlanmış gıdalar, yani soya sosu, nar ekşisi sosu gibi satılan her şeyin içinde soyastilinden glikoz şurubuna, mısır şurubuna kadar GDO lu ve zararlı her türlü şey var, bebek mamasında bile ve bunlar bu kanunda kontrolün dışarısına çıkarılıyor. Paketlemek daha önemli taşımak daha önemli ama içerik daha önemsiz gösteriliyor.
Tohumculuk yasasıyla çiftçinin yerel tohumları kullanması, bunlardan ürettiği fideleri kendi aralarında değişime açık olmakla birlikte, satışı yasaklandı. Hükümet çiftçiye verdiği desteklerde çiftçi kayıt sistemi diye bir kayıt şartı oluşturdu. Bu sisteme kayıtlı çiftçiler patentlenmiş tohumları kullanmak zorunda. Patentlenmiş tohumların hepsinin kaynağı dışarıdan geliyor. Patentlenmiş tohumları kullanmak zorunda, bu tohumu kullanan çiftçi destek kredisinden de tarım sigortasından yararlanıyor. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) çiftçinin bu ürününü satın alıyor; yerel atalık tohumu kullanmakta ısrar eden çiftçilere “ekemezsin” demiyor, ama destek kredisi, tarım sigortası kapsamının dışında tutuyor, artı TMO onun ürününü almıyor. Pancar, tütün, pamuk üretiminde kota getirildi. İlgili fabrikalar kapatıldı veya özelleştirildi, ayçiçeği alanlarına kanola bitkisi ekiliyor ve yanlış ürünlerin teşviki öne çıktı.
Yerel tohumlara geri dönmeliyiz
Bu durumda konu ile ilgili kuruluşlar neler yapıyorlar, Ziraat Mühendisleri Odasının bir basın açıklaması var, yasanın çıktığı dönemde. Tasarı ile Türkiye’de Tarımsal Araştırma Genel Müdürlüğü (TAGEM) e bağlı enstitülerin tarımsal AR-GE faaliyetleri sonucunda, Tarımsal İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM) e ait çiftliklerde tohum üretip ucuz fiyatlar üzerinde zamanında çiftçiye ulaştırma şeklinde işleyen kamusal sistem demode ilan ediliyor. Devlet bir yaşamsal alandan daha çekilerek yabancı şirketler ile onlara taşeronluk edenlere yeni kar alanları yaratıyor. Aslında özel sektör sebze, mısır, ayçiçeği gibi yabancı döllenen tohum yasasının karlılığını çoktan fark etmiş durumda. Bu bağlamda özellikle Hollanda, İspanya ve İsrail kökenli firmalar yerli ortaklarıyla Türkiye’de tohum üretip pazarlamakta, ya doğrudan ithal ürün satışıyla, ya da kendi planlarıyla tohumları üreticiye ulaştırmakta.
Yerli çeşitlerimiz neredeyse tamamının kaybolmasına neden olan bu süreçte örneğin bir kg domates tohumunun fiyatı 18-20 bin dolar arasında ve her sene bu tohumu almak, her sene yeni fide yetiştirmek zorundayız. Hani o salkım domatesler, yuvarlak yuvarlak kırmızı domatesler var ya, serada ya da tarlada diye getirdikleri de aynı tohum aynı fide. 18-20 bin dolar bir kg ı.
O zaman biz tüketicilerin sadece “domatesi daha pahalı alıyoruz”, dert yanmasından öte, yani o düzeyde kalmamalı, üretici ve tüketici dayanışması ila yeniden anlamlı bir sonuç elde etmek için yerel tohumlara yeniden dönmeli ve bu konuda hepimiz sorumlu bir yurttaş olarak üzerimize düşen yapabileceğimiz en küçük şeyi üstlenmeliyiz.
Yerel tohumlar neden kuruldu
Gıda güvenliğimizin sağlanması, sağlıklı sebze meyve, tahıl tohumlarımızın yaşatılması, sağlıklı nesiller doğamızın sağlığı ve çok uluslu şirketlerin tahakkümüne boyun eğmemek için Kuvayi Milli ruhuyla toprağımıza, tohumumuza, çiftçimize sahip çıkmak için güç birliği, işbirliği yapmak üzere kuruldu.


Yerel Tohum Ve Sağlıklı Gıda
Yerel tohum gruplarının hemen hepsi gönüllülük esasına dayanıyor. Bu duygu ve düşüncelerle gönüllü oluşumlar gruplar, dernekler ve özellikle Ege ve Trakya’daki belediyeler seçim öncesi olduğu için, belediyenin isimlerini vermek durumunda kalacağım ama beni yanlış anlamayın, herhangi bir siyasi kaygım yok ama bu alanda çalışan belediyeler de ne yazık ki onlar.
Neler yapıyorlar. Atalık tohumların çoğaltılması, alınan tohumların paylaşılması, köy çalışmaları, alan çalışmalarıyla çiftçilerin bilinçlendirilmesi, konferanslar ve seminerler düzenlenmesi, okullarda örnek çalışmaların yapılması, tarım okulları kurulması, bunu yapan belediyeler tohum takas şenlikleri fide dağıtım şenlikleri düzenlenmesi, tohum envanteri çıkarılması, tohumların saklanması, biyo çeşitliliği koruma çalışmaları sosyal medya üzerinden tohumların ekimi, dikimi sebze ve meyvelerin bakımı, aşılanması, doğal yöntemlerle hastalık ve böceklerle mücadele edilmesi, yetiştirilen ürünlerden kışlık yiyecek saklamak üzere salça, reçel, konserve, salamura, tuşu ve kurutmalıklar sağlıklı olarak nasıl yapılır konusunda dosyalar oluşturarak bunları hem üreticilerle, hem tüketicilerle paylaşarak eğitim çalışması yapılmalıdır.
Muğla Yerel Tohum Grubu 2012 yılında Emekli Öğretmen Jale Eren tarafından kuruldu. Arkadaşlarımızın bir kısmı Cumhuriyet kadınları derneğinden kendini tanırlar. Uzun yıllar dernek yöneticiliği yaptı şube başkanlığı yaptı.
Muğla yöresinde atalık tohumlara sahip çıkmak üretici ve tüketiciyi bilinçlendirerek yerel üretici ve tüketiciyi artırmak, eski damak tatlarımıza ve sağlığımıza yeniden kavuşmak için bu konuda farkındalık oluşturmak üzere kurulmuştur. Yakın çevresiyle arkadaşlarıyla oluşan bu grup, bu gün internet üzerinden 16130 üyeye sahip. Muğla Yerel Tohum Grubu, başka bir sürü grup var daha. Artık sadece Muğla’da değil, yerel tohum konusunda çalışan bütün kurum ve kuruluşlarla kişilerle iletişim etkileşim ve paylaşım içinde. Muğla Yerel Tohum Grubu’nun üyeleri sadece Muğla’da değil, Ankara’dan Elazığ’a Batı Anadolu’daki iller ağırlıklı olmak üzere Karadeniz illerine kadar pek çok yerden sayfada üyeliği var. Tarlayla, bağla, bahçeyle uğraşanlar, hobi bahçeleriyle uğraşanlar var. Oradaki bilgi akışından tohum takasından tohum alımından faydalanıyorlar.
Muğla Yerel Tohum Grubu 2018 yılı itibariyle 1400 çeşit yerel tohumu envanterine kaydetti. 1400 yerel tohumdan 42.000 (kırk iki bin) paket, delinin posteki sayması gibi günlerce-haftalarca inceliyorsunuz. Bu tohum hangi ilin hangi köyünden kim göndermiş, envantere kaydediyorsunuz. Ondan sonra alıyorsunuz bir kaşık her bir üreticiye verilebilecek dağıtma payı kadar paketleyip onların üstünü de etiketleyerek ayrı ayrı paketliyorsunuz, bir yıl saklanmak üzere dolabımız var depomuz var oraya kaldırıyoruz, uygun koşullarda; diğer paketlerde sezon boyunca gezdiğimiz tohum takas şenliklerinde takas edilmek ve dağıtılmak üzere ayrılıyor,  42.000 paket.
Türkiye genelinde bu alandaki gruptaki alanlara gerçek tohum dostu samimi kişilere incelenerek veriliyor. Herkes tohum dostu olmayabiliyor. İnternetten, facebooktan sayfalarına bakıyoruz, paylaştıklarına bakıyoruz profilindeki görüntülere bakıyoruz. Her isteyene de hemen buyurun size tohum demiyoruz. Art niyetler olabiliyor, incelenerek dediğimiz amaç o.
Türkiye genelinde bu alanda en geniş kapsamlı çalışan, en çok tohuma sahip olan grup Muğla Yerel Tohum Grubu. Köy çalışmaları ile çiftçiyi bilinçlendiren ekimden üretimin son aşamasına kadar takibi yapılan grup yine Muğla Yerel Tohum Grubu ve bu ilk en e örnek, facebookta kurulan ilk örnek grup, başka gruplarda olmayan bilgilendirme dosyaları var herkese açık.
Mücadele yolları ama doğal mücadele yolları, güllerinize böcek geldi, biberlerinize böcek geldi, fasulyenizin yaprakları büzüştü, onlarla nasıl mücadele edeceksiniz, hangi yöntemlerle mücadele edeceksiniz, toprağını nasıl hazırlayacaksınız, bunlarla ilgili bütün dosyalar orada var. Faydalanabiliyorsunuz. Bu da sadece bizim grupta var. Muğla Yerel Tohum Grubunda tohum takas şenlikleri bütün etkinlikler ve gidiş geliş, konaklama tamamen gönüllülük esasına göre yapılıyor, kimse harcırah yolluk ödemiyor, bazı organizasyonu yapan belediyeler, o da bazıları kendilerine sponsor bulurlarsa etkinlikte belki b ir gece konaklama uzak gittiğimiz zaman, Ege’deyken günü birlik gidilip geliniyor. Aydın Muğla, İzmir Balıkesir, Manisa oralara günü birlik gidilip gelinebiliyor, ama Aydın’dan kalkıp Çanakkale’ye ya da Çatalca’ya Silivri’ye gittiğinizde bir gece konaklamak gerekiyor. Bazıları karşılıyor, ya da öğlen yemeğinde pilav ayran, pide ayran şeklinde ikramda bulunuluyor. Onun dışındaki her türlü masrafı biz kendimiz karşılayarak gidiyoruz, kimse bizi görevlendirmiyor, biz kendi kendimizi görevlendiriyoruz. Bütün destek üreticiler, gönüllüler, belediyenin işbirliği sayesinde yapılıyor. Çünkü belediyeler, alan veriyor, stant kuruyor, çadırlar kuruyor, ilanları yapıştırıyor, kamuoyuna duyuruyor, gerçekten onların destekleri çok önemli, bu konuda.
(Bu arada sunucu başka yerlerdeki etkinliklerini yansıtan fotoğraf tanıtıldı). “Tohumu özgür olmayan bir millet asla özgür olamaz, tohuma özgürlük” “Kimyasal gübre kullanma toprağı zehirleme, domates gibi domates yemek istiyoruz”. (Bu sloganlar resimlerde yazlı resimler okundu) 
Tohumla ilgili karşılaştığımız tehlikeler neler?
“-Yabancılar hızla ülkemizden toprak satın alıyor; köyler boşalıyor, tarlasını satıp şehirde kapıcı oluyor, toprak tarla satılıyor, kendi ülkemizde yabancının tarlasında ırgat olmamız isteniyor. En büyük yanlış tarımı bırakmak, toprağı terk etmek betonlaştırmaktır. Tarım alanlarının, su kaynaklarının çevresini imar değişiklikleri ile imara açmak, orada sanayi bölgeleri kurmaktır yanlış. Temelli, karpuz kavun tarlalarına Polatlı’dan Sakarya’ya kışlasına kadar olan pancar tarlalarına organize sanayi bölgesi kurduk.
Köylü çocuklar üniversiteyi bitiriyor ama köylü kalmak, toprakla uğraşmak üretmek istemiyor. Masa başı istiyor, yani doğayı terk ediyor, oysa köy enstitüleri köylü çocukları okutur eğitir, köyü ve köylüyü aydınlatmak için köye göndermek üzere planlanmıştı. Pancar, pamuk, tütün gibi bitkilerin önce üretilmesine kota konulan bitkiler özelleştirilen fabrikalar nedeniyle üreticinin elinde kaldı. Ege’de pamuk tarlasında çilek ekiliyor, Trakya’da ayçiçeği yerine kanola ekiliyor, yanlış tercih yanlış ürün. Pamuğun ekim aşamasından giysi aşamasına kadar 18 iş kolu vardı kesintiye uğradı, çoğu iş kolu kapatıldı, şimdi dışarıdan pamuk ya da, ip alıyoruz, oysa Türkiye tekstil Cenneti idi. Çilek yemesek ölmeyiz, ama endüstri ürünleri ekilirse köylü kalkınır, toplum kalkınır.
Eğer Türkiye’de üretici desteklenmez ise gıda sıkıntısı baş gösterecek ve insanlar aç kalacak, üretimi desteklemekten başka çaremiz yok. Bu nedenle, topraklarımız kıymete bindi, çiftçilerimize çağrıda bulunalım, arazilerimizi satmayalım diyor, Şemsi Bayraktar.


Yerel Tohum Ve Sağlıklı Gıda
Gıdalarımızı nasıl sağlamamız gerekiyor, sağlıklı gıda nedir?
Elbette işe iyi tohum almakla başlıyoruz. Yetiştirdiğimiz bitkilerde hastalık olmaması için önlem almamız gerekir. Sağlıklı tohum sağlıklı bol ürün demektir. . Tohumu alınacak sebze türü en iyi en sağlıklı olanı ve olgunlaşanı, olgunlaşan ürününden tohum almalıyız. Tohumu çiçeklerinde olan maydonoz, dereotu, tütün gibi bitkilerde çiçeklerin tamamen kuruması olgunlaşması ve irileşmesi beklenir. Domates patlıcan salatalık, kavun gibi, kabak gibi çekirdekli sebzelerde çekirdekler suya alınır, içi kof olanlar suyun üstünde kalır, diğerleri suyun dibine çöker, onu süzüp alındıktan sonra uygun koşullarda kurutup saklanması gerekir.
Domates çekirdekleri kendi suyunun içinde bir müddet beklenilerek fermente olması sağlanır, kendi asitli suyuyla fermente olan domates çekirdeği hastalıklara ve bakterilere karşı direnç kazanır. Tohumun ekileceği bahçe toprağı zamanında sürülmüş doğal hayvan gübreleri kompos gübrelerle desteklenir. PH derecesi tahlil yaptırılır, çıkan sonuca göre kükürt ve kireç ilave edilir. PH derecesi yüksekse yani kireçli ise, kükürt düşükse ph a kireç ekerek, hem toprak dezenfekte ediliyor, yani ekime hazırlanmadan önce, hazırlanırken hem de ph dengesi destekleniyor. Zararlı böcekler ve hastalıklar da doğal yöntemlerle mücadele edilir.
Olgun sebze ve meyveler zamanında toplanır, eğer ihtiyaçtan fazla ticari amaçla ekilmişse toplama, paketleme, taşıma aşamalarında arz ve talep olgusuna göre hareket edilir.
Sebze ve meyveler geleneksel kurutma usullerine göre kurutulup saklanmalı; hep geleneksele dönmek zorundayız. Geleneksel kaynatma ve güneşte koyulaştırma usullerine göre hiçbir katkı maddesi içermeden salça, reçel, pekmez, pestil ve nar ekşisi yapılmalı, uygun koşullarda saklanmalıdır. Kullanılacak unların kromozom sayısı değiştirilmemiş atalık tohumlardan üretilmiş buğdaylardan ısı işlem görmeden taş değirmende öğütülmüş olmasına özen gösterilmelidir.  Var mı bunlar var, arayıp bulmamız gerekiyor.
Turşuların provetik olması için temiz su ve kaya tuzu kullanılmasına özen gösterilmeli, limon tuzu kullanılmamalı. Limon tuzu evde temizlik amaçlı tıkanan lavaboları açmak için, kireçli çaydanlıkları temizlemek için kullanmak gerekiyor.
Evde yapılan yoğurt tercih edilmeli, olabildiğince ekşi mayalı ekmek yemeye özen gösterilmeli. Eğer olanaklar uygunsa sebze ve meyvelerimizin en azından bir kısmını kendimiz yetiştirmeliyiz. Sebzeleri kendi mevsiminde yemek en uygunu ama bir kısmını haşlama ya da sote yöntemi ile hazırlayarak dondurucuda saklayabiliriz. Salamura yöntemine göre sağlık nedeniyle tuzdan sakınanlar için önemli bir yöntem bu da. Büyük şehirlerin dışında diğer kentlerde kent pazarlarında köyden gelenlerden alışveriş edilmeye özen gösterilmeli, onlarla sohbet edilmeli, hem emekleri için teşekkür edilmeli, hem o arada tohumu yerli mi, ziraattan gidip aldı fideyi, fideciden mi gidip aldı, onu öğrenmeli; suladığı su yer altı suyu mu yer üstü suyu mu? Kirli su mu fark ettirmeden onları da öğrenebiliriz. Ondan sonra emin olduğunuz kişilerden her mevsimin sebzesini, meyvesini satın alabiliriz.
Balkonda bile maydanoz, roka, nane yetiştirileceğini unutmayalım. Marketten alınan ürünlerin menşeine ve içindekilere bakalım.
Bebek mamasının üstünde bile, nar ekşisi diye nar sosu diye satılanların içinde bile ne kadar kimyasal, ne kadar zararlı madde varsa hepsi mevcut.
Bunlar geleneksel usullerle kuruttuklarımız sebzeler (resim ve slâytlardan gösterilmekte), minicik minicik çiçek bamya.  (bamyayı göstererek) “Osmancık Kamil köyü çok kıymetli kg ı 300 lira filan onun, özel bir cins çiçek bamya. Konya gibi bazı yerlerde de, bamya çorbası ya da etli bamya yemeği düğün yemeği olarak yapılır. Özel cins olduğu için kıymetli. (Resimden domatesleri göstererek) “şu yanda olan domatesler hibrit olan domatesler, eğer doğru kesilmiş olsaydı haç işareti gibi olan, artı desem yetmiyor, anlatmak açısından. Yanında da yerli domatesler de şekil ve renk olarak farklı görülüyor. İster serada yetişsin, ister tarlada yetişsin fark etmiyor, hibritlerin hemen anlaşılması öyle.
Domatesi salça yapmak üzere veya konserve yapmak üzere doğradık, çokça domates aldık on kilo yirmi kilo. Doğradığımız da onu suyu ile birlikte bir kabın içinde birikiyor, olgunluğu hemen sıktığımızda zaten çekirdekleri içine giriyor. Çıkan çekirdekleri bir gün bekletiyoruz kendi suyunun içinde, domates böylece kendini korumaya alıyor. Konuşmacı burada çeşitli, tuşu, tarhana, kurutulmuş sebze ve meyveler, fasulye vb gösterdi.
Belediyelerin çalışmaları:
“Bu gün nadir görülen topağın karakılçık buğdayı tohumunu bulup çoğaltan Seferhisar Belediyesi bu tohumdan elde edilen doğal un yüzlerce yıl önceki teknikle kullanarak “ata Ekmeği”ni üretti. Üç yıl üst üste Seferhisar’ın iki köyünde yani bundan sekiz yıl on yıl kadar önce üç yıl üst üste ürünün almak kaydıyla parasını peşin ödemek kaydıyla ama ürünü almaya tekrar çoğaltmak üzere Topağın karakılçık buğdayı çoğaltılıyor. Başka köylülere de dağıtılıyor. Bunun garantisini belediye veriyor almak üzere. Şimdi Seferhisar Belediyesi’nin halk ekmek fabrikasının büfelerinde bu atalık ekmek satılıyor.
Sıracıkta kurulan pazarda İzmir’den insanlar gidiyorlar, hafta sonları hem ekmeklerini alıp veya Can Yücel tohum merkezinde de tohum merkezinde tohum biriktiriliyor. Takasla değiştiriliyor, dağıtılıyor, aynı zamanda reçelden turşuya, tarhanadan farklı ürünlere kadar, fırında kurutulmuş mandalina paketler halinde satılıyor. Can Yücel Tohum Merkezi’ de Seferhisar’da.
Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi, Süleyman Paşa Belediyesi, Silivri Belediyesi, Çatalca Belediyesi, Çanakkale Büyükşehir Belediyesi, Bafra, Salihli, Manisa’da belediye değil, GEMA diye b ir vakıf var, Gediz Havzası Manisa Bölgesinin kısaltılmışı, o İzmir’in Güzelbahçe, Urla, Alaçatı, Seferihisar, Foça, Bornova gibi ilçeleri saymadıklarım olabilir, Aydın’ın İncirliova gibi
 Bir tek o MHP li belediye, diğerleri CHP li belediye, Fethiye, Muğla’nın Bodrum İlçesi ve diğer ilçeleri, Datça’da her yerde festivaller, tohum takas şenlikleri yapılıyor. Salihli’nin dışında uzak, Bursa Nilüfer Belediyesi bir de Bafra belediyesi yapıyor.
Silivri Belediyesi’nin farkı, her belediyenin bir tarım araştırma merkezi tohum merkezi var. Fide yetiştiriyor; fide dağıtıyor. Ama ondan başka Tarım Meslek Lisesini kurdu Silivri Belediyesi. Her öğrencinin bir dönüm tarlası var, dört yıl boyunca o tarlasından o bir dönüm tarladan sorumlu, biçiyor, üretiyor, yetiştiriyor, her şeyini yetiştirerek uygulayarak öğreniyor.
Neler ekiliyor? Trakya toprak iklimine uygun temel gıda maddeleri ile aromatik (hoş kokulu)  bitkiler üretiyorlar katma değerdeki bu ürünler gıda, kimya ve kozmetik sektörüne veriliyor.
Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesiyle, İstanbul’da bir vakıf üniversitesi ile işbirliği içinde, yani onların gıda teknolojileri bölümleri. Biyoloji bölümleri, ziraat fakülteleri olanlar, ziraat fakülteleri ile işbirliği içinde gidiyor okulun hizmeti, programı ve uygulaması.
255 000 m2 bir alana kurulmuş bir tram var, bölgede geleneksel, tarımın buğday yanı sıra alternatif bitki yetiştiriciliği yapıyorlar. Bölge çiftçisine topraktan daha fazla yararlanarak emeğin karşılığında daha çok kazanmaya aracılık ediyorlar. Uzaktaki bölüm bu tramın merkezin hemen öndseki görüntülerde lavanta var, aromatik bitkiler üretiyorlar, kekikten ada çayına kadar, enginardan bamyaya bezelyeye kadar Trakya yöresinde kendine özgü bamyası, bezelyesi ve taze fasulyesi var. Bu Çatalca belediyesinin geçen yıl katıldığımız afiş. “Sağlıksız ve GDO lu gıda için yaşasın atalık tohumlar. Gelecek yereldedir, yerel geleneksel tarım uyanışa bizimle beraber misiniz”, diye çağrı yapıyor,  Çatalca belediyesi.
Aydın Büyükşehir Belediyesi üç yıldır sürdürdüğü yerel tohumları koruma projesi ile atalardan miras kalan kokusuyla aromasıyla hiç unutulmayan sebze ve meyvelere sahip çıkıyor.
Yine Seferhisar Belediyesinin Can Yücel tohum merkezindeki afişi. Silivri Belediyesinin tranında 41 çeşit aromatik bitki yetişiyor. Çeşitli denetim ve araştırmalarla üretimlerinde topraklara uyumlu olan bitkiler tespit edilmiş, özellikle karabuğday enginar, hatta Trakya’da “Hüsmanaga buğdayı” diyorlar, bir kısmı Tekirdağ’dakiler. Enginar ve lavanta, kudret narı, yöresel bitki dallarında yoğun, Silivri Belediyesi’nin tran merkezinde ürertilen bitkiler kozmotik, ilaç sanayinde doğal bitki sanayinde kullanılmak üzere planlanmış, pazarlama çekiyorlar, yetiştiriyorlar, o da hazır. Üretim aşaması bitmiş olan bu bitkilerin pazarlama aşamaları da tamamlanmış, çiftçilerin üretim aşamalarına geçiş çalışmaları sürüyor.
Bu bölüm erken hazırlanan seralardaki çalışmalar
Soframıza gelen sebze, tahıl nerede nasıl yetiştiriliyor biliyor muyuz, bu konuda cevabımız eğer içimize sinebiliyorsa, gıdamızın sağlıklı olduğuna inanabiliriz.
Yine üretme aşamasındaki seralarda karşılaştığımız tehlikeler, nelerle karşı karşıyayız. Neden biz bu kadar yerel tohum diye çırpınıyoruz. Neden yerel tohum grupları kuruldu.
Tehlikeler şunlar:
Yabancılar hızla ülkemizden toprak satın alıyorlar. Kendi ülkemizde ırgat olmamız isteniyor, demiştim. Bu kadar olup bitene göre basında tohum ve gıda nasıl yer alıyor. Neden enflasyon yüksek, neden gıda fiyatları yüksek. Antalya ve İstanbul’da sebze ve meyve üreten pazarlayan 24 firmaya rekabet kurulu tarafından soruşturma açılmış. Sanki enflasyonun artmasına, gıda fiyatlarının yükselmesine sebep onlarmış gibi. Bu konu ile ilgili Demre’deki, haldeki bir yetkili, yani kabzımal eski tabirle, şunu söylemişti bir tv programında canlı yayınla bağlandığında, “her türlü eleştiri için suçlusu biz değiliz ama eleştiriyi dinleyebilirim ama aracılar, komisyoncuları terörist ilan ettiler, çok ağırıma gitti. Oysa bizim de birçok sorunumuz var, üretim aşamasından tüketiciye ulaşana kadar. Bunları bilmeden, bunları dile getirmeden enflasyonun sebebi bizlermişiz gibi suçlu arandı ve bize terörist muamelesi yapıldı, bu cümle kullanıldı, çok ağırıma gitti” diye belirtmişti.
Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Pakdemirli Niğde’de Patates Araştırma Merkezinde yaptığı açıklamada taraftar renkli patates üreticiliğini söyledi. Bunlar benim tanık olduğum bilgiler. Tanzim satışlar için de söylemiyorum zaten onun içinde yaşıyoruz. Görüyorsunuz suni bir şey var ama şu anda kuru gıda nohut, fasulye satışına başlandı. Onun için Ayşe Baysal öğretmenimi rahmetle yad ediyorum. Görseydi herhalde mercimeğin Kanada’dan geldiğini kahrolurdu belki, diye düşünüyorum.
Mete Çubukçu NTV deki Pasaport programında, “dünya nüfusu artıyor, insanlar benzer gıdalarla besleniyor, kaynaklar tükeniyor, dünyadaki tahıl bazlı ürünler giderek azalıyor. Ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Önümüzdeki yıllarda yeni gıdalar sofralarımıza girerken, yiyecek alışkanlıklarımız değişecek”.  Peki, 50 yıl sonra sofralarımıza hangi gıdalar girecek” diye bir programdan bahsetti.
Cem Seymen, CNN Türk programında, özellikle Anadolu’nun birçok yerini dolaşıyor, bu arada çırpınan, çabalayan,  “toprağa dönün herkes masa başı işi beklemesin, toprağa dönün toprağınızı terk etmeyin” diye çırpınan bir programcı. “Çiftçiler Anadolu topraklarını neden terk ediyor, Anadolu’nun temel gıdalarına ne oldu, neden fasulye, nohut, mercimek, buğday ithal ediyoruz” diye soruyor. Bütün gençler emekli öğretmen, memur ziraat mühendisleri, veterinerler öncü olmalı, yeniden inançla ekmeli, üretim ve tüketim kooperatifleri kurmalı, kurdurmalıyız. Bu topraklarda doğduk, bu topraklarda doğduk, bu toprakları torunlarımıza bırakacağız. Bu topraklar hibritçilere, inşaatçılara ait değildir. Toprağa döneceğiz, toprak insanı özgürleştirir. Eğer bu yaşta  Tema Dede Hayrettin Karaca, sevgili öğretmenimiz Muazzez İlmiye Çığ soframda, tarlamda, ülkemde GDO istemiyorum, GDO ya hayır” diye bilinçli hareket ediyorlar ve çağırıyorlarsa biz hangi yaşta, hangi konumda, hangi şehirde, hangi durumda olursak olalım, bize düşen çok şey var. Hepimiz toplu iğnenin başı kadar katkıda bulunursak, önce kendimiz için, sonra çocuklarımız, torunlarımız için, ülkemiz için topraklarımız için, geleceğimiz için sağlığımız için bir şeyler yapmak zorundayız. Atalık tohumlarımız çok önemli sağlık da çok önemli”.
Bu sunumdan sonra konuşmacı getirdiği tohumları izleyenlere gösterdi, bazılarını tattırdı.
Bu sunumdan sonra, salonda bulunan izleyicilerin soruları ve konu üzerindeki tamamları ile konferans sona erdi.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
SONNOTLAR:
(1) Hilal Arslan: Kütahya Simav’da doğdu, ilk ve ortaokulu Simav’da okudu. Kütahya Kız öğretmen okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü müzik bölümünde okudu. Tavşanlı Atatürk Lisesi, İstanbul Davutpaşa Lisesi, Ankara Çağrı Bey Anadolu Lisesinde çalıştı. 1981 den bu yana halk türküleri halk oyunları derleme çalışmalarını sürdürüyor. Bir kısmı TRT repertuarına alındı bunların. Halk Bilimi, Yaşayan Kültür konusundaki çalışmaları basıma hazır tez çalışması bulunmaktadır. Mahalli gazete ve dergilerde eğitimle ilgili yazıları yayınlandı, Şiddetin Çözümü, Halk Müziğinde aksak ölçülerin bölgesel ve yerel konusunda bildiriler sundu. Mil.Eğim Bakanlığında açılan kurslar ve sınavlardan sonra Milli Eğitim Bakanlığı Halk Oyunları A kategorisi Juri üyesi olarak grup ve final yarışmalarında görev aldı. Meslek yaşamı süresince ilçe il ve Başkent kutlama komitelerinde görev aldı, hazırladığı koro çalgı toplulukları  ve halk oyunları toplulukları ile tören kutlama ve anma programlarına katıldı. Mil. Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Kültür Bakanlığınca düzenlenen yarışmalara ve festivallere katıldı. 20 yıl  yaz aylarında Mil Eğitim Bakanlığı Gençlik Kamplarında Mil Eğitim Bakanlığı lider ve  yöneticisi olarak görev yaptı. 1999 da Müzik Eğitimcileri Derneği kurucuları arasında yer aldı, halen yönetim kurulu olarak görev yapmaktadır. 2015 yılından bu yana Muğla Yerel Tohum Grubu üyesi olarak atalık tohumlarla ilgili gönüllü çalışmalarını sürdürüyor. Esas öğrenimi müzik, fakat bu günkü konu başka bir ilgi alanı yerel tohum konusudur

Ülkemizdeki İki Ayrı Zihniyet Ve İki Ayrı Portre
ATATÜRK'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, iki ayrı zihniyet sürekli çatışma halindedir.
Bu iki ayrı zihniyeti temsil eden birinci kesim; Türkiye Cumhuriyetinin demokratik ve laik Anayasal düzenine Anayasa ve yasalarına, laiklik ilkesine ve hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine bağlı ve saygılı, ATATÜRK'e hak ettiği değeri veren ve saygı gösteren devrimci kesim, karşısında yer alan kesim ise; tüm bu demokratik değerlere karşı çıkan, saygı göstermeyen, bu devletin kurucusu ve ülkenin kurtarıcısı ATATÜRK'e, sevmelerini bir kenara koyduk, saygı duymayan, her vesileyle onu yok sayan, itibarsızlaştırmak için sürekli çaba sarf eden, anayasa ve yasa tanımayan, millet kavramından ve milliyetçi duygulardan nasibini almamış, din temeline dayalı ümmetçi karşı devrimcilerdir.
Çanakkale Zaferi için Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından Barış Manço Kültür Merkezi'nde düzenlenen, Avcılar Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi'nin organize ettiği anma programında yaşanan son olay da, bu gerçeği açıkça ortaya koymuştur.
Anma programında Çanakkale şehitleri için yapılan duada ATATÜRK'ün ismini anmayan hocaya, toplantıda bulunan albay rütbesindeki şerefli ve onurlu ATATÜRK'çü bir Türk Subayı sessiz kalamamış ve hocanın bu tutumunu protesto ederek salonu terk etmiştir.
Bu şerefli Türk Subayı, Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün; bu anlamlı günde yok sayılmasını hazmedememiş ve bu haklı tepkiyi göstermeyi kendisi İçin kaçınılmaz bir görev saymış ve milletimizin tüm ATATÜRK'çü kesiminin duygularına tercüman olmuştur.
Bu subayımızın, bu onurlu davranışı nedeniyle, bundan sonra başına gelebilecek tüm olumsuzlukları, millet olarak izlemek ve en küçük bir olumsuzlukta, ATATÜRK'çüler olarak sesimizi yükselterek tepki koymak, bu subayımızın yanında durmak ve ona destek çıkmak, boynumuzun borcu olmalıdır.
Bu ülkede Fesli Kadir olarak anılan ve deli rolü yapmasına rağmen, bize göre aslında çok akıllı ve bilinçli bir şekilde ATATÜRK düşmanlığı yapan ve yaptırılan, sürekli ATATÜRK'e hakaretler yağdıran, el altından ATATÜRK'e saldırması için teşvik edilen bu  kişi'ye, karşı devrimciler tarafından verilen değeri, sunulan desteği, ona uygulanan VİP muameleyi hepimiz çok iyi biliyoruz.
Çanakkale zaferinin ve şehitlerinin anıldığı toplantıda yapılan duada, kasten ve bilinçli olarak ATATÜRK'ün adını anmayan, onun ruhuna dua göndermeyen hocanın mensubu olduğu; ne hazindir ki; kurucusunun da bizzat ATATÜRK'ün kendisinin olduğu, Diyanet İşlerinin Başkanının, ATATÜRK düşmanı karşı devrimci Fesli Kadir'e yaptığı VİP ziyaret ve ona sunduğu hediyeler, yüz kızartıcı bu karşı devrim hareketi karşısında, Diyanet mensubu düz bir hocanın, dua ederken ATATÜRK'ün adını anmamasını ve ona dua etmemesini asla kabullenemesek de, azımsanamayacak sayıda karşı devrimci barındıran bu ülkede, ATATÜRK karşıtı bu davranışı doğal karşılamak gerekiyor.
Kabul etmediğimiz bu uygulamalar karşısında bizlere düşen görev, her demokratik toplumda olduğu gibi; sandıkta, karşı devrimcilere oylarımızla gereken dersi vermektir .
Ülkemizde, Albay Önder İREVÜL'ün söylediği gibi; ATATÜRK ve Cumhuriyet söz konusu olduğunda, herkes hakkını hukukunu, haddini hududunu bilecek.

Güner Yiğitbaşı

23/03/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Garantisidir
Güzel ve anlamlı bir sözdür.
“Yaptıklarımız, yapacaklarımızın garantisidir” sözü.
Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözünün bir başka versiyonudur bu söz.
Bizim ülkemizde bu sözü daha çok politikacılar, iktidar partisinin mensupları seçim propagandalarında çok fazla kullanırlar.
Aslında bu söz; bizim ülkemizde, yapamadıklarımız, bundan sonra da yapamayacaklarımızın garantisidir şeklinde anlaşılmalıdır.
Bizim iktidar partisinin politikacıları, laik eğitime önem vermezler, onlar için varsa yoksa; imam hatip okullarıdır, Diyanet kadrolarının ihtiyacın üzerinde şişirilmesi ve ülkenin bütçe pastasının büyük bir bölümünün, ülkenin üretim ve kalkınmasına hiçbir katkısı olmayan ihtiyaç fazlası imamlara harcanmasıdır.
Bu ülkede Ulaştırma Bakanlığı, AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık, Meclis Başkanlığı yapmış bulunan Binali YILDIRIM, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday olduktan sonra, İstanbul’un ilçelerini dolaşarak oy talep ederken, ismini şimdi anımsayamadığımız, belediyesi CHP'nin elinde bulunan bir ilçedeki okul ve derslik ayısının ihtiyaca yetmediğini beyanla, kendisinin belediye başkanı seçilmesi halinde, ilçenin yetersiz olan okul ve derslik sayısının ihtiyaca yeterli hale getirileceği sözünü vererek, CHP'yi eleştiriyor.
Adama sorarlar; sen, bu ülkenin Başbakanı değil miydin, sen o ilçedeki okul sayısının seksen kişilik sınıflar yaratacak şekilde yetersiz olduğunu bilmiyor muydun, Başbakan olarak senin görevin okul sayısını ihtiyaca yeterli hale getirmek değil miydi, yoksa sen partizanlık yaparak, bile bile bu okul sayısının yetersizliğine göz mü yumdun?
Evet, Binali YILDIRIM'ın, okul vaadi yaparak seçmenden oy talep etmeye ve muhalefet partilerini eleştirmeye hakkı yoktur.
Binali Bey önce, Başbakanlık koltuğunu elinden kaybetmenin, daha doğrusu, kendi eliyle Başbakanlık koltuğunu ve tüm yetkilerini saraya teslim etmenin hesabını seçmenlere vermelidir.
Binali Bey'in yaptıkları yapacaklarının garantisi değil, yapamadıkları, bundan sonra da yapamayacaklarının garantisidir.
Çok sevdiğim, çok donanımlı, eğitimli ve tecrübeli modern  ve laik ATATÜRK kadını Eczacı yeğenim Tuba KARACA YİĞİTBAŞI, İyi Parti'den Eğirdir Belediye Başkanı adayı olup, seçilmesi halinde, güzel ve şirin ilçemiz, aynı zamanda memleketim olan EĞİRDİR'e üstün hizmetlerde bulunacağından, EĞİRDİR'in ülke ve Dünya çapında tanıtımını yapacağından, ekonomik, turistik ve sosyal yönden kalkınmasına büyük katkılar sunacağından emin olarak, seçimlere yaklaşık bir hafta kala yeğenim Tuba Karaca YİĞİTBAŞI'ya olan güvenimi, manevi desteğimi ve başarı dileklerimi bu vesileyle sunmayı, şahsım ve memleketim EĞİRDİR adına görev sayıyor ve Millet İttifakının iki güzide partisi CHP ve İYİ Partiye, ülke çapında başarılar diliyorum.

Güner Yiğitbaşı

22/03/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Çanakkale Şehitleri Anılıp Anısına Lokma Dağıtıldı
18 Mart Çanakkale Zaferi’nin 104 yılında şehit olan askerlerimizin anısına Ankara Çankaya Belediyesince lokma dağıtımı yapılarak, şehitler rahmetle anıldı.
Bunun için Çankaya Belediyesi binasının arka bitişiğindeki Sakarya Caddesinde 18. Mart 2019 da anma töreni düzenlendi. Törene kalabalık bir halk topluğunun katılımı ile saygı duruşu, İstiklal Marşı ve konuşmalar yapılarak zafer ve şehitler anısına halka lokma ile üzüm hoşafı dağıtıldı. 

Törende ilk konuşmayı yapan Çanakkale Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mehmet Ali Akay şunları söyledi
Çanakkale Şehitleri Anılıp Anısına Lokma Dağıtıldı

-Biz sivil toplum olarak şunu söyledik, biz 18 Mart Çanakkale Zaferi büyük bir olay, arkada 14 ay süren korkunç bir savaş var. Bu savaş hem denizi, hem karayı ilgilendiren bir savaş. Yani deniz kara ve hava savaşlarından oluşan bir savaş. Bu savaşın sonucunda da, yapılan kazanılan her şey bu günkü Cumhuriyetin önsözüdür. Biz şunu söylüyoruz, Çanakkale Savaşlarının zaferi ile sonuçları Cumhuriyetin önsözünün yazıldığı bir yerdir. Çanakkale Şehitleri ilgili 250 bin civarında dolaşan bir rakam şehit olarak. Ancak Milli Savunma Bakanlığı (MSB) arşiv kayıtlarında bu rakam şua andaki itibariyle elli bin 550 diye görünüyor. Bunun nedeni de şu, mesela şehidimiz tarlada çalışırken alınıp cepheye götürülmüş, cepheye gittikten bir gün sonra şehit olmuş. İstanbul’dan cepheye gelen kayıtları olmayan bir sürü insan var, bunlar şehit olmuş. Yahut da yaralanmış, yarasının tedavisi yapılması için İstanbul’a gönderilirken Marmara Denizinde batırılmış gemideki şehitlerimiz var. Yani şu anda bildirmiş olduğumuz elli bin 550 rakamı MSB nın resmi kayıtları. Ama bu her geçen artıyor, atmaya da devam edecek gibi görünüyor, kayıtlar ortaya çıktıkça daha netleşiyor. Biz şunu yaptık bunu kitaplaştırmak istedik. İnsanlar kendi insanlarının şehitlerinin kütüklerine baksınlar, bunu iller bazında ayrıştıralım. Örneğin Çorumlu şehit insanların isimlerini VEB sayfamıza girerek onlara erişebileceksiniz. Ama bizim hedefimiz bunu bir kitap haline getirmek.
Bu savaşta yönetiminde buluna başta Cumhuriyetimizin kurucusu M. K. Atatürk olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmetle saygıyla anıyoruz. Onların bize emaneti olan T. Cumhuriyetimizi sonsuza kadar korumaya var gücümüzle çalışacağız”.

Çanakkale Şehitleri Anılıp Anısına Lokma Dağıtıldı
Daha sonra konuşmaya başlayan Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen konuşmasında şunları söyledi:
“-Çanakkale zaferini ne kadar anlatırsak anlatalım, önemini yine de eksik kalacağı çok büyük bir zaferdir. Dünya tarihini, siyasi çağ tarihini değiştiren zaferlerden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nda galip devletler, emperyalist devletler Çanakkale’den geçmeyi başarabilselerdi, muhakkak ki dünyanın tarihi çok başka bir yere gidecekti. Ama her zaman olduğu gibi, Türk milleti bu millet orada ferasetini gösterdi, direncini gösterdi ve “Çanakkale Geçilmez” dedi, “Çanakkale geçilmez” dedirtti.
Öncelikle Çanakkale kahramanı, Cumhuriyetimizin kurucusu G.M. Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını Çanakkale’de verdiğimiz tüm şehitlerimizi, bu devletin Cumhuriyetin kurulmasında Kurtuluş Savaşında ve daha sonra, terörle mücadele verdiğimiz tüm şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Mekânları Cennet olsun diyorum çünkü Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır” diyordu Mehmet Akif. Şehitlerimiz bu toprakları bize vatan yapmıştır.
Biz Çanakkale Zaferini bir millet olarak, bir ulus olarak hep beraber verdik, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi. Çanakkale Zaferi Şehitliğine gittiğimizde orada da, Türk’ü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arabıyla bir milletin vatanını nasıl savunduğunu görürsünüz, tıpkı Kurtuluş Savaşında olduğu gibi. O nedenle Çanakkale zaferi hep söylenir, Kurtuluş Savaşımızın da önsözüdür. Çanakkale Zaferi TC nin de aslında ilk Kurtuluş Savaşı’dır, o neden Çanakkale Zaferimizin 104. Yılını tekrar kutluyorum. Şunu herkes bilsin ki, bu millet Türk Milleti feraseti yüce bir millettir. Türk Milleti her zaman için vatanını bağımsızlığı için canını ortaya koymaktan kaçınmamış büyük bir millettir. Nasıl ki,  Çanakkale’yi emperyalist devletler geçemedilerse, Kurtuluş Savaşı’nda ülkemizi işgal ettiklerinde nasıl bu millet Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı’nda bu yedi düveli emperyalist devletleri bu ülkeden def ettilerse;  bu ülkeler bu gün de şunu bilmeli ki,  hangi terör örgütünü desteklerse desteklesinler adı PKK olsun, Feto olsun, terör örgütünün adı ne olursa olsun bu millet hiçbir zaman bu teröre geçit vermeyecektir. Bu ülkeyi böldürmeyecektir, bu demokratik Cumhuriyeti yıktırmayacağız, bunu herkesin çok iyi bilmesi lazım.
Çanakkale Şehitleri Anılıp Anısına Lokma Dağıtıldı

En son 15 Temmuz’da nasıl bir girişimde bulundularsa bu millet geçit vermediyse, bu millet her zaman Cumhuriyetine karşı, demokrasiye karşı hiçbir hatayı, iç bir art niyetli girişimi kabul etmeyecektir. Biz M. Kemal Atatürk’ün evlatlarıyız. Ne demişti M. K. Atatürk “ya istiklal ya ölüm” demiştir. Ne demişti, “geldikleri gibi giderler” demişti. O nedenle hep beraber haykırıyoruz ki, M. K. Atatürk bir şey daha söylemişti, “Cumhuriyet ilelebet payidar olacaktır, Cumhuriyet sonsuza kadar yaşayacak” demişti. Bunu tekrar buradan haykırıyoruz TC Devletimiz vatanımızla, bayrağımızla sonsuza kadar yaşayacaktır, Çanakkale Zaferi gibi Kurtuluş Savaşı zaferimiz gibi her zaman bu milletin tarihinde gökyüzünde bu zaferler bilincindedir, yüreğindedir o nedenle diyorum ki yaşasın Türkiye yaşasın demokrasi, yaşasın Cumhuriyet. Çanakkale Savaşımıza, Kurtuluşa Savaşımıza, Kıbrıs’ta Kore’de, terörle mücadelede şehit olan bütün askerlerimizi, güvenlik güçlerimiziz, polislerimizi, bütün evlatlarımızı rahmetle anıyorum, mekânları Cennet olsun diyorum”.
Bu konuşmalardan sonra Çankaya Belediye Başkanı Alper Taşdelen vatandaşlara lokma ile üzüm hoşafı dağıttı.
Dağıtılan lokma ve üzüm hoşafını yiyen bazı kişiler, “Çanakkale Savaşı’nada askerlerimiz doğru düzgün bu yiyecekleri bile bulamıyorlar, yeteri kadar beslenemiyorlardı bile, yokluk içinde savaştılar, şehit oldular” diyerek rahmet okuyorlardı.

Cevat Kulaksız


Cevat Kulaksız 

Rayından Çıkarılan Demokrasimiz
Devletimizin demokratik yapısı, yerleşmiş kural ve gelenekleri tamamen yok edildi.
Demokrasinin (D)si kalmadı ülkemizde.
Demokrasinin özgürlüklerinden vazgeçtik, demokratik devlet kural ve gelenekleri de yerle bir edildi.
Devletin ve milletin birliğini temsil eden, bu nedenle tüm yurttaşlara eşit mesafede ve tarafsız olması  gereken Cumhurbaşkanı, partili ve taraflı Cumhurbaşkanı oldu, iktidardaki siyasi partinin genel başkanı olarak seçim meydanlarında partisine oy istiyor ve rakip parti liderlerine ve seçmenlerine, ağzına gelen her türlü kötü sözü kolaylıkla söyleyebiliyor, bunu yaparken de, iktidar partisinin genel başkanı olduğunu, siyasi kişiliğini unutuyor ve kendisine yönelik mukabil eleştirilere karşı, Cumhurbaşkanı sıfatıyla savunmaya geçiyor, kendisini eleştiren herkesi, Cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle, yargı önünde süründürüyor.
Eskiden seçim dönemlerinde Adalet, İçişleri ve Ulaştırma Bakanları, seçimlerin güvenliği ve tarafsızlığı adına istifa ederler ve yerlerine tarafsız bakanlar getirilirdi.
Bu devlet geleneği de yok edildi.
Şu anda bakıyoruz, Devletin İçişleri Bakanı, iktidar partisinin adaylarla birlikte seçim propagandası yapıyor, iktidar partisinden olmayan seçmenlerle meydanlarda diyaloğa giriyor, tartışıyor ve onlara yönelik hakaret oluşturabilecek sözler sarf edebiliyor.
İçişleri Bakanı, ülkenin asayişinden sorumlu, ülkeye huzur getirmekle, asayişi sağlamakla görevli olmasına rağmen, partizan tutumuyla, kendisi asayişi bozan tavırlar sergileyebiliyor.
Demokrasinin bütün kurum ve kurallarının yok sayıldığı bu ortamda, seçmenlerin oylarıyla bu yapılanlara 10 gün sonra yapılacak mahalli seçimlerde nasıl tepki vereceklerini hep birlikte göreceğiz.

Güner Yiğitbaşı

Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Bahçeli'nin büyük buluşu beş harf!...
AKP'nin destekçisi ve fahri sözcüsü BAHÇELİ, MHP'nin Genel Başkanı olduğunu çoktan unuttu.
Yeni görevi olan AKP sözcülüğünü ve AKP Genel Başkanı ERDĞAN'ın dublörlüğünü başarıyla sürdürüyor.
BAHÇELİ; fiziki görünümü ve ses tonu itibariyle, ERDOĞAN'a fazla benzemiyorsa da, yaptığı konuşmalarda aynı sözleri tekrarlaması nedeniyle, yine de bu görevi başarıyla yerine getiriyor.
AKP Genel Başkanı meydanlarda ne söylerse, anında veya en geç ertesi gün, aynı sözleri BAHÇELİ de söylüyor ve tasdik ediyor, hakkını yemeyelim, bu konuda gerçekten çok başarılı, dalında oskara aday gösterilebilir.
BAHÇELİ, geçenlerde yine AKP sözcüsü olarak nutuk atarken;“Biz Türkiye'de beka sorunu diyoruz ama gerçek sorun belli oldu Kemal, Meral, Temel... Hepsi beş harften oluşan bir ittifakın kapsamı içerisinde bulunan anlamlı isimler olarak dikkat çekiyor.” demiş.
Hiçbir anlamı ve değeri olmayan içi boş, kel alaka bir söz.
BAHÇELİ;  Üşenmemiş, bulmaca çözer gibi, Cumhur İttifakına karşı olan, Millet İttifakını oluşturan muhalif partilerin liderlerinin isimlerini incelemiş, harflerini birer birer saymış ve bakmış görmüş ki; Kemal, Meral ve Temel isimlerinin tümü, ayrı ayrı beş harften oluşuyor, çok büyük ve ülke yararına iş ve bir icat yapmış gibi, Arşimet misali, “buldum buldum” diye bağırarak, ülke sorunlarını çözecek olan bu çok değerli buluşunu, “Biz Türkiye'de beka sorunu diyoruz ama gerçek sorun belli oldu Kemal, Meral, Temel... Hepsi beş harften oluşan bir ittifakın kapsamı içerisinde bulunan anlamlı isimler olarak dikkat çekiyor.” sözünü söyleyerek, Türk kamu oyu ile paylaşmıştır!
Vallahi bravo, ülkenin sorununun; beş harf'ten oluşan Kemal, Meral ve Temel den ibaret olduğunu keşfedip kamuoyu ile paylaşarak ülke yararına büyük bir iş çıkardı! Kendisiyle ne kadar övünsek azdır!
Ancak, bir sorun var yine de. BAHÇELİ uzayda yaşıyor olmalı ki; ülkemizin, karşı karşıya bulunduğunu iddia ettiği beka sorununu, ortağı ve sözcüsü olduğu AKP iktidarının yarattığından habersiz.
Dahası var, BAHÇELİ, çok önemli bir ayrıntıyı da atlamış gözüküyor. Beş harf takıntısının, ortağı ERDOĞAN'a kadar dayandığını fark edememiş .ERDOĞAN'ın ön isimlerinden birisi de biliyoruz ki; Recep.
BAHÇELİ gibi, saymaya başlıyoruz, sağdan sayıyoruz beş harf'ten, soldan sayıyoruz yine beş harf'ten oluşuyor,R-E-C-E-P .
BAHÇELİ; çok önemli buluşuyla, ortağı ERDOĞAN'ı da karşısına aldığı için, sanırız beş harf fantezisinden ve buluşundan dolayı pişman olmuş ve yüzü kızarmıştır.
Sonra bakıyoruz, isimleri beş harf'ten oluşan çok değerli insanlar var yer yüzünde.
Kurtarıcımız ve devletimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Kemal ismi,
Kurtarıcımız İsmet İNÖNÜ'nün ön adı olan İsmet,
Allah, Tanrı, İslam, namaz,
Hepsinde beş harf var.
BAHÇELİ'ye, haddimiz olmadan tavsiyemiz; MHP gibi bir siyasi partinin Genel Başkanı sıfatıyla; somut, gerçekçi, inandırıcı, anlamlı tespit ve çözüm önerileriyle halkın karşısına çıkmalıdır.

Güner Yiğitbaşı

15/03/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Anadolu’yu sanayileştirmek
Anadolu’nun bazı bölgelerinde hatırı sayılı bir sanayi atılımı var. Büyük fabrikalar açıldı. Fakat Türkiye’nin yerleşme yapısı, büyük kentlere, özellikle İstanbul’a akarak, kökten değiştikten sonra bunlarla Anadolu sanayileşmiş olmuyor.

Bizim sanayi sektörümüz dünyanın teknolojik gelişmesinin birincil üretim alanlarında atılım yapamadı. Montaj, tekstil, ev araçları, inşaat, sıradan ilaç ve ambalaj malzemesi üretiyor. Karabük’te sınırlı bir inşaat demiri sanayisi var. Bir de madencilik. Küçük bir gemi üretimi de var. Makinesi dışarıdan gelen. Kırıkkale’de ordu gereksinmeleri için sınırlarını bilmediğim bir üretim yapılıyor. Bundan 50 yıl öncesinin Türkiye’sinde yaşamıyoruz. Ama bunlar Türkiye’yi bir Güney Kore yapamıyor.

Yüksek ve önde gelen teknolojilere henüz sahip olamadığımızı söylemek için motorlu araçlardan telefonlara kadar hepsinin ithal olduğunu bilmek ve ulusal ihracat ve ithalat listelerine bakmak yeterli. Henüz bir sanayi ülkesi değil, bir sanayi pazarıyız.

Anadolu’nun sanayi hatta tarım açısından ihmal edilmesindeki temel neden Türk sanayi üretiminin İstanbul ve çevresinde yoğunlaşmasıdır. Osmanlı döneminin İstanbul imgesi, Türk halkının cahil ve az okumuş kesiminde günümüze kadar çekiciliğini korudu. Bizim halkın tarih imgesi hala mitoloji ile besleniyor. Kırsal kesim özellikle 1970-80’li yıllardan sonra kentlere göç ederken genel seçim İstanbul’du.

Bugün, ülke ekonomisini kemiren İstanbul, spekülatif inşaatın ülkenin milyarlarını toprağa gömen ve fakir insanları aptal tüketicilere çeviren bir emme-basma makinesi olarak çalışıyor. Ürettiği ahlaksızlık, kargaşa ve güvensizlik Türk toplumunu dejenere ettiği gibi, Anadolu’nun gelişmesini de engelliyor.

Bu yazının konusu ülkeyi topallaştırıp dengesini bozan gelişmeler değil. Anadolu’yu ve onunla birlikte Türkiye’yi, hakkı olan çağdaş üretim düzeyine yükseltmek için bir programın sunulması. Bu Anadolu’yu bir Ruhr Havzası’na dönüştürme önerisi değil. Bütün ülkeye dengeli olarak yayılan bir sanayileşme önerisi. Ve bu sanayileşme çevresinde bölgenin her alanda gelişmesini sağlamak, yüzyıllardır süren bölgeler arası dengesizlik ve eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için bir öneri.

Bugün İstanbul’da kentli olamadan sokak ve caddeleri dolduran kırsal kökenli yoksul işçiler, son 50 yılda Anadolu’ya ve halkına bilinçsizce yapılan haksızlık ve eziyeti gösteriyor. ‘Cahil toplum buna kendi karar verdi’ diyenler vardır. Fakat bu ya ‘bu toplum cahillerden oluşuyor’ demek, ya da ‘bu toplumun okumuşları halkı ve ülkeyi sevmiyorlar’ demek anlamına geliyor. İstanbul’a fabrika yapıp çiftçiyi İstanbul’a çağırmak, sonra Ardahan’a, Bayburt’a, hocasız üniversite açmak Cumhuriyet tarihinin son dönemlerinin trajikomedisidir.

Türkiye ulusal gelirinin yüzde kaçı Bitlis’e ya da Erzincan’a gidiyor? Bu ülkede bu soruyu soran kaç kişi var? Kişiler arasındaki gelir dengesizlikleri yetmiyormuş gibi, ülkede bölgesel farklar hala günümüzde kabul edilemeyecek kadar uygarlık boyutlarda. Bugün Doğu Anadolu’da bundan yarım yüz yıl önceki koşullarda yaşayanlar var.

Sunduğum sanayileşme ağı önerisinde, bir sanayi dalına tahsis edilen kentlerin 200.000 ile 1.000.000 boyutlarında kalması, gelişmenin dengeli yayılması için önerdiğim sayısal limitler. Bu bağlamda Almanya, Türkiye’ye yakın nüfusu ve daha küçük yüzey ölçüsü ile, etkin bir nüfus dağılım modeli olarak yol gösterici olmuştur.

Öneri kapsamında, her seçilen kente konan nüfus sınırı, kentin var olan sanayi potansiyeli, yeni yerleşecek üretim potansiyeli ve ham madde sağlanmasının modalitelerine bağlı olarak saptanır. Kentin üretim alanı içeriği ve boyutları saptandıktan sonra, bu alanı besleyecek yüksek teknik öğretim potansiyeli ona bağlı olarak ayrıca belirlenir. Üniversite, bölgenin işlevi ve görevi olan bilim ve sanayi alanında AR-GE kurumu olarak çalışacak, aynı zamanda toplumsal çağdaşlaşmanın odağı olacaktır.

Bu merkezlerin gelişmesi idari formalitelerin tamamlanmasını beklerken saptanan sanayi alanında üretime geçmek olasılığı vardır. Yerel olarak gelişme formel oluşum tamamlanmadan, üretimle birlikte çevre insanı için yararlı olmaya başlayabilir.  Kaldı ki Anadolu’nun birçok kenti birkaç sanayi kuruluşuna ve   öğretim odağı olarak, bir üniversiteye sahiptir. Bu üniversitelerin klasik bilgi veren merkezler olmaktan çıkıp araştırma kurumu olmaya doğru bir evrim geçirmeleri yaşamsal bir zorunluluktur.

Bu sanayi merkezleri güneydoğu-kuzeybatı ve güneybatı-kuzeydoğu aksları üzerinde, başkentte buluşan bir ulaşım sistemi içinde bütün yurdu kapsayan bir ağ dokusu oluşturacaklardır. Üniversite ile sanayi arasındaki iş birliğinin yaratacağı ekonomik güç ve kültürel sinerji ile yöre halkının çağdaş bilinçlenmesine ve uluslararası uygarlığın bilinçli üyeleri olmalarına hizmet edeceklerdir. Türk halkı teknoloji ithal etmekten teknoloji kullanmaya geçişi böyle bir ortamda gerçekleştirebilir. Bunun için megapollere göç etmesine gerek kalmayacaktır.

Türkiye’nin hemen hemen her yöresinde uygarlık tarihinin bir aşamasının mirası vardır. Bu varlık bu merkezlerin büyük çoğunluğunu turizm ve tarih açısından da çekici kılmaktadır. Yerel üniversiteler bu maddi potansiyeli kültürel ve ekonomik olarak değerlendirmek açısından yöre halkıyla iş birliği yaparak, Türkiye turizmini dünya turizminin en üst düzeyine çıkarabilirler.

Bu sistemin tüm kapasitesi ile çalışması mevcut ulaşım ağının daha mükemmel olmasını da gerektirecek ve sağlayacaktır.

Bu yazıda önerdiğim Anadolu sanayileşme tasarısı, Anadolu’da fabrika kurmak değil, tümel ve yurt yüzeyine yayılan bir sanayileşmeyi öngören ve onun çevresinde gelişecek bir uygar yaşamı hedefleyen bütüncül bir kalkınma projesi taslağı ve önerisidir.

Bu gelişmenin finansmanı bölgeye taşınacak sanayi kuruluşlarının yatırımları (başka bir dille İstanbul çevresinde yoğunlaşan yatırımlarını Anadolu’ya yapmaları) yerel sermayenin, sigorta şirketlerinin, bankaların ve ilgi duyarsa yabancı sermayenin ve yerel belediyelerin ve halkın katkılarıyla olacaktır. Burada en önemli toplumsal olgu yöre halkının bilinçli ilgisi, irade ve katkısıdır. Bunu yörenin entelektüelleri desteklemelidirler. Böylece her sanayi merkezi geleceğin Anadolu’sunda bir ulusal kültür odağı olmanın potansiyelini taşıyacaktır. Bu Anadolu kentlerini, geçmişin mitosu ile değil, geleceğin inşasına katkıları ile kimlik sahibi yapacaktır.

Kentlerin seçiminde amaca en çabuk varma potansiyeli kuşkusuz önemli olacaktır. Sanayi alt yapısı, öğretim alt yapısı, ulaşım, tarımsal potansiyel, yöresel gelir, çevresel zenginlik, tarihi miras olarak temel veriler başından değerlendirilmelidir. Eğer Türkiye böyle bir program gerçekleştirebilirse, ulusal gelirini, 2025’e kadar 15.000 Dolar düzeyine çıkarabilir.

Türkiye’de ve dünyada ister devlet ister bakkal, her işletmenin en önemli ölçütü kontrol edilebilir boyutlardır. Gerçi dünyada   devletlerin tarihi mekanik ölçütlere ve parametrelere sokulamaz. Örneğin Çin ve Hindistan’ı, anormal coğrafi boyutları olan Rusya, Birleşik Amerika, Brezilya, Avustralya, Kanada gibi ülkeleri sadece fiziksel ölçülerle değerlendiremezsiniz. Günümüzde teknoloji insana her şeyi kontrol edebildiği sanısını veriyor. Oysa sekizde biri aç, kaza, cinayet ve savaş içinde yaşayan dengesiz bir dünya, yaşam standartları arasında dağlar kadar fark olan ülkeler, toplumlar içinde rahatsız edici eşitsizlikler var. Birleşik Amerika’da son araştırmalarda alt ve üst gruplar arasında 350 kata kadar çıkan farklar olduğunu, Kaliforniya Üniversitesi kampüsünde politika bilimi profesörü Robert B. Reich söylüyordu. (Spiegel, 6-8-2016). Fakat uygarlık ve yaşam standartlarını ölçülebilir parametrelerin işlevleri olarak tanımlayabiliriz. Bunları başında, öğretim, üretim, bilim, teknoloji ve örgütlenme başta gelir. Bunlara bağlı bilgi birikimi, sanat, felsefe, toplumsal davranışlar gibi daha özel ve tanımı güç özellikler de var. Fakat kontrol edilebilirlik ve disiplin yaşamı güvenilir kılmanın temel ölçütüdür. Bunu yapısal nitelikleri ile gerçekleştiren, zorbalıkla gerçekleştiren, ya da gerçekleştiremeyen ülkeler var. Fakat bazı açık ve gözle görülen hastalıklar var: Nüfus, bilgi birikimi, üretim, teknolojik kapasite, bunlar bu çağda insanca yaşamak ve üretmek için yetersiz.

Sevgili Okurlar,

Bütün yurda Batı uygarlığı ile aynı düzeyde modern ve çağdaş olanı yaymak düşüncesi Cumhuriyet’in temelinde yatar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul, hükümetin temel ilgi odağı olunca Anadolu yeniden gözden düşmüştür. Bugün bile doğuya tayin edilmek gençleri irkilten bir durumdur. Kuşkusuz 1950’lerle karşılaştırılınca çok daha ileri ve zengin bir ülkede yaşıyoruz. Ama Van, Ağrı, hatta Erzincan, Niğde ve daha pek çok kent merkezi çağdaş uygarlıktan çok uzak ortamlardır. Bugün eski dönemlere karşı, insanları dünyadan izole olmaktan kurtaran radyo, televizyon ve telefondur.

Anadolu’nun temel ekonomik sorunu bölgeler arsındaki farklılıklardır. Kırsal yörelerde bu fark kabul edilemeyecek kadar geridir. Bu geri kalmışlık çölünün izolasyon hissini hafifleten modern iletişim araçları ve ulaşımdır. Van’a giden bir uçak bir uygarlık mesajıdır. Fakat bölgesel kalkınma için ulaşım ve iletişimin cahil insanlarda yarattığı memnuniyet, onların yoksul yaşamlarına bir rahatlık getirmez.

Modern iletişim ve ulaşım araçları ülkeyi kalkındırma araçları değildir. Onlar bilim, teknoloji ve sanayi üretimini destekleyen araçlardır. Bu araçlar, insanlarda o zamana kadar akıllarına bile gelmeyen tüketim eğilimleri yaratıyorsa, bu Profesör Reich’ın söylediği yeni bir sınıfsallaşmaya giden yoldur. Amerikalı profesör bu durumun, dar gelirli kimselerde yarattığı duygulara ‘şiddetli kızgınlık’ demiş. Ama Türkiye gibi ülkelerde sınıfsal kin ve nefrete dönüşebilir. Cumhuriyet’in 10. Yıl Marşı ‘imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir ülkeyiz!’ diyordu. Bu gerçek demokrasinin tanımıdır. Türkiye’de yabancılar ve politikacılar kızgınlığı laik aydına çevirmeyi becerdiler. Fakat bunun giderek ekonomik sınıfsallığa dönüşmesi olasılığı var.

Bugünden yarına olacakları göremeyen kapitalist çıraklarını, ülke ile birlikte kurtaracak olan Anadolu kalkınmasıdır. Eğer Anadolu sanayileşir ve megapol İstanbul’un Türkiye üzerindeki boğucu   mirasyedi baskısı kalkarsa, yerel sanayi atılımları üzerine kurulacak ülkesel kalkınma geleceğimize güvenlik getirebilir. Bu sanayileşmenin çevresinde, ülkenin arkeolojik, tarihi ve doğal verilerin de yardımı ile ülkeyi yüzyıl ortasında Avrupa refah standartlarının alt basamaklarına ulaştırabiliriz.

Ülkenin geleceği politikacıların ekonomik, kültürel ve politik boş tartışmalarında amacından uzaklaşıyor. Eğer toplum iki kuşakta Avrupa ekonomilerine yaklaşan bir atılım yapacağına inansa, 1923-38 arasındaki irade ve disiplinini kazanamaz mı? Yakın geleceğe umutla bakan bir Türk insanı olamaz mı?

Sevgili Okurlar,

Bu programın politika ile ilgisi yoktur. Kentin hangi patiye oy verdiği, hangi partinin belediyesinin elinde olduğu, yatırımcının partili olması önemli değildir. Ulaşımın AKP tarafından yapılması da önemli değildir. Bana göre böyle bir programa sahip çıkacak herkes ulustan yanadır. Yöreden yana olması da önemli değildir. Bu, ulusu, bilimsel ve teknolojik olarak bütün ülkeyi içine alan bir bütünlük içinde, her yöreye en iyi katkı yapabileceği teknoloji alanında ülke ekonomisine yeni bir ivme verecek ulusal bir plandır. Her yöre toprağın verdiği geleneksel olanakların çağdaş   bilim ve teknolojinin katkıları ile gelişecek patlamasının insana, topluma ve ülkeye ekonomik refah getirecek bir çaba olarak ve kendi toprağını, dağını, ovasını ve kültürünü güçlendirecek bir atılım olarak görecek bir tutum içinde bu çabaya katılacaktır. Bu çalışan üniteler çok daha gelişmiş bir kara yolu ağı ile bütünleşecektir.

Büyük kentlerin yalancı çekiciliğini kendi kentimize, ana baba yurduna neden getirmeyelim? Bu hiçbir politik ideolojinin parçalayamayacağı kadar büyük bir örgütlenmedir. Zaten var olan bir dengesiz gelişmenin yurda yayılması ve kentleşme aşamasının sadece Batı’nın büyük kentlerinde değil, Rize’de, Erzurum’da, Van’da, Sivas’ta, Samsun’da, Konya’da teknolojiye dönük olarak, daha ekonomik, insancıl boyutlarda sürmesi demektir.

Böyle bir ulusal program Türkiye’de bilim ve teknolojinin ülkeye onur verecek bir etkinliğe yükselmesine de yardım edecektir. Olasılıkla İslam dünyasında Türkiye’yi yine bir örnek ve lider düzeyine çıkaracaktır. Çağdaş İslam toplumlarının kurtuluşu da petrol satmak ya da gökdelen yapmakta değil, Çin’in, Kore’nin örnek olduğu bilimsel ve teknolojik atılımı gerçekleştirmekten geçmektedir. Kuşkusuz Müslümanların entelektüel performansını da tetikleyecektir.

Sevgili Okurlar,

Bunu yapamayız demeyin! Ulusal gelirin %10’u, 20 yılda bunu başarabilir. Buna sanayi şirketlerinin, bankaların, sigorta şirketlerinin, olasılıkla yabancı sermayenin ve kişilerin katkıları da eklenecektir. Sürekli yükselen bir büyüme eğrisi içinde, yüzyıl ortalarında ülkenin ekonomik potansiyeli Avrupa’nın orta basamaklarına ulaşabilir.

Doğan Kuban

Doğan Kuban / herkesebilimteknoloji.com

Anketler aşağı gidince belden aşağı siyaset dönemi
Siyasetçilerin birbirlerine sert üsluplarla sataşmalarına alışığız ama bu seçim, her türlü etik dışı saldırı ve kumpasın da devreye girdiği bir hal alıyor, seçim kampanyaları bir demokrasi şöleni olmaktan çoktan çıktı, hayırlısıyla patlama çatlama olmadan, kazasız belasız bir bitse duasındayız! 8 Mart gecesi ben de Taksim’deydim. Feminist Hareket, saat 19.30’da İstiklal Caddesi’nin Taksim girişinde buluşmak üzere çağrı yapmıştı. Sabah güzel havada cıvıl cıvıl bir kalabalık vardı İstiklal Caddesi’nde, turistler çoğunluktaydı. Öğleden sonra polis caddeye giriş çıkışları engelledi, Tüneli kapattı haberleri gelmeye başladı. Koskoca İstiklal Caddesi, birkaç yüz kadın yürüyecek diye niye kapatılsın? Taksim Metrosu’nun meydan çıkışı da kapatılmış. Herkes, özellikle de yabancılar şaşkın. Neyse ki Gezi çıkışı açık. Metrodan çıkıp arkadaşlarımla buluşmak için İstiklal’e yürüdüm. Polis, Cumhuriyet Anıtı’nın orada barikat kurmuş ama kadınları bırakıyor. Toplumsal bir hareket olduğunda ortaya çıkan seyyar satıcılar en çok düdük satıyor. Öyle tuhaf bir durum ki, yanında bir erkekle caddeye girmeye çalışanlar ayrılmak zorunda! Girenler de en fazla on metre ilerliyor, oradaki kalabalığın yanına gelip bekliyor. İzdaham giderek artıyor. İki saate yakın o kalabalığın arasında arkadaşlarımı aradım. Kızlar, düdük öttürüyor, ıslık çalıyor, “Korkmuyoruz, Susmuyoruz, İtaat etmiyoruz” diye slogan atıyor, yürümelerine izin vermeyen polisi protesto ediyor. Komik pankartlar hazırlamışlar, aksesuvarlar, mor renkli süsler, her şey mevcut; bıraksalar, bir saat yürüyüp Tünel’de dağılacaklar. Gürültüden başım şişiyor. O arada sokak arasındaki küçük mescitte ezan okunmuş, kim nasıl duyacak? Kimsenin ezanı protesto etmesine imkân yok, çünkü ezan okunduğundan haberi yok. Zaten okunduğu saat de ezan saati değilmiş? Bu bekleyişin bir müdahaleyle sonuçlanacağını anlıyor, Kazancı Yokuşu faciasını hatırlayıp ayrılıyorum. Nitekim hemen arkamdan polis dağılmaları için, kızların ayaklarına ayaklarına sıkıyor mermiyi, kalkanlarla ittiriyor, köpekleri salıyor üstlerine. Ama o köpekler itaat etmiyor, saldırmıyor kadınlara. Videoları seyretmediniz mi? Neyse ki o izdahamda kan dökülmedi diye seviniyoruz.
‘Ezana saygısızlık ettiler!’
Ertesi gün, önce Cumhurbaşkanı, sonra sözcüsü ve hemen arkasından yandaş havuz medyası aynı sözlerle provokasyona başlıyor: “Ezana saygısızlık ettiler!” O gece işareti alan sarıklı poturlu tipler, Mis Sokak civarında sloganlar atarak barlara, kafelere saldırıyor, gözdağı veriyor. O yürüyüşü ne Millet İttifakı ne de CHP düzenledi, ezan da protesto edilmedi. Tam bir Kabataş yalanı 2.
Mansur’a komplo
Hemen arkasından Ankara’da yarışı önde götüren Millet İttifakı’nın adayı Mansur Yavaş’ı hedef alan bir komplo düzenleniyor. Birkaç suçtan sabıkası olan biri bulunuyor, Yavaş’ı suçluyor. Hemen bir iddianame hazırlanıyor. AKP sözcüsü, “seçilse bile başkanlığı düşebilir” açıklamaları yapıyor. Mansur Yavaş’ın “Asıl mağdur benim, o şahıs bana sahte çek verdi” açıklamalarını yandaş medya görmezden geliyor, yer vermiyor.
‘Hapse attırırım’
En yanlışı Meral Akşener’e yapılanı: AKP Genel Başkanı günde üç kez yaptığı mitinglerinde bugüne kadar hiç ağzına almadığı Akşener’i “Seni hapse attırırım” diye tehdit etmeye başlıyor. Gerekçe, Akşener’in Erdoğan’ın kullandığı teröristler suçlamasını diline dolaması. Bizim halk, bir kadının böyle hapis tehdidiyle mağdur edilmesinden hoşlanmaz, ters teper. AKP’ye ve liderine bu kadar çok yanlış yaptıran nedir? Anketler! Erdoğan, kendi tabanını konsolide edeceğim derken karşı cepheyi de konsolide etti. İttifak yapayım derken karşı tarafı da ittifaka zorladı ve kazdığı kuyuya düştü. Şimdi yüzde elli - elli olundu mu? Tehditler, iftiralar, dini provokasyonlar yerel seçimi şirazesinden çıkarıp adayları proje bazında değerlendirmekten alıkoyuyor. Beka sorunu dedi dedi, adaylarının çalışmalarına da yazık etti. Oysa bu gerginlik, bu ayrıştırma, bu kirli siyaset kullanılmasaydı, seçmen adaya, projelerine bakacak, yerel yöneticisini seçecekti.

 Yazgülü Aldoğan

 Yazgülü Aldoğan/ Cumhuriyet

Tarihsel Hafıza ve Günümüzde 12 Mart 1971 Amerikancı Askeri Faşist Darbesi Ne Anlama Gelmektedir?
12 Mart 1971 Amerikancı Sunay-Tağmaç Askeri Faşist Darbesi, Amerika’nın Türkiye’yi NATO’ya almanın adı altında ki Türkiye’nin başına geçirdiği ilk çuvaldan sonra ki ikinci çuvaldır.

12 Mart, o günlerde Millet olarak bilinçlenen ve bağımsızlık ve demokrasi isteyen Türk milletini,  Amerika’nın Türkiye için yaptığı 100 yıllık stratejik planlar içinde yer alan darbelerle terbiye etme sevdasıdır.

Evet, 12 Mart 1971 Askeri Darbesi, Amerika tarafından yerli uşakları ile birlikte, 1960 Ordu-Millet el birliğiyle yurtseverler tarafından yapılan ihtilalın yaptığı ve millet ve demokrasi açısından  en özgürlükçü anayasa olan,  1961 Anayasası’nın iğdiş edilmesi için yapılan bir darbedir.

Evet, o gün,  Amerikancı gladionun Türk devleti içindeki Sunay-Tağmaç Cuntası tarafından yaptığı bir darbe olan 12 Mart Askeri Faşist Darbesi,  o gün yüzlerce yurtsever subayın ve - sivilin işkencelerden, hapishanelerden, kanunsuz infazlardan  ve üç fidanı idamlardan geçirmek için yapılan Amerikancı faşist bir eylemdir.

Türkiye’de yer alan, geçmişte ve bugün ki  Amerikancı süreçlerde,  esas değinilmesi gereken yer ise bu emperyalist sürecin durmadığını bilmek olmalı ve Amerika’nın  darbeler sonrasında yurtsever nesillerin özenle biçilerek, Amerika’nın stratejik planı olan yeşil kuşak  çerçevesinde iktidara getirdiği, İslamo-faşist Tayyiban iktidarı ile devam etmesidir.

Yani, Türkiye’nin başına çuvalın geçirildiği ikinci aşama olan, 12 Mart 1971 askeri faşist darbesi ve sonrasında gelen üçüncü çuval olan 12 Eylül 1980 darbesi, daha sonrada Amerika’ya göbekten bağlı Radikal İslamcı  Tayyiplerin iktidara getirilmesi olan dördüncü çuval hamlesi, tamamen bu 100 yıllık olan Amerikancı planlar çerçevesinde gelişen olaylardır.
Hiç bir şey tesadüf değildir.
Türk milleti bundan sonra, tarihten ders alıp, bu aşamaları ve  başlarına geçirilen çuvalları doğru tahlil edip ve bilincine yerleştirirse ancak bugünleri doğru anlar ve geleceği için çözümler üretebilir.

Bu yüzden 12 Mart ve 12 Eylül Askeri Faşist Darbeleri doğru tahlil edilmeli ve tarihsel süreçlerine doğru oturtulmalıdır.

Bu tarihsel süreçler, nedenleri, icraatları ve sonuçları ile toptan ele alınırsa ancak bugünden sonrası için ne yapılması gerektiği konuşulabilinir ve bir bilinç sıçraması oluşturabilir. Ve gerekli şartlar oluştuğunda da millet lehine harekete geçilerek değerlendirilebilir.

Bugün ben, 12 Mart 1971 Amerikancı Faşist Sunay- TAĞMAÇ Cuntasını, Türk millet ve devletinin başına geçirilen ikinci çuval olayı olarak değerlendiriyor ve bunun  yıl dönümü olması dolayısıyla lanetliyorum.

Bugün, ben Türk milletine, TSK ‘nın ve Türk milletinin sivil ve yurtsever olan kesiminde, bugüne kadar çektiği acıları  ve nedenlerini tarihsel hafıza arşivinden çıkarıp güncellemesini öneriyorum.

Bundan sonra, Türk milletinin yukarda değindiğim gibi, Amerikancı Askeri Cunta ve sivil görünümlü İslamo-Faşist iktidarın bir daha asla iktidara değil, Türkiye  toprağında; ideoloji, siyaset ve örgütlenme olarak yer bulmaması için,  önümüzdeki süreçte fırsatları iyi değerlendirmelerini,  ciddiyetle ilgili herkese öneriyorum.

Önümüzdeki süreçte, Türkiye’de bugünde  var olan ve 12 Mart’tan bu tarafa süre gelen,  Amerikancı çizginin gerçekten değiştirilmesi için ve Amerika’nın 100 yıllık Türkiye planlarının yerle bir edilmesi için,  Türk milleti artık kendi kendini,  Amerika’nın BOP iktidarı olan radikal İslamcı Tayyip ve Tayyibanlara karşı,  objektif ve subjektif  olarak bir temel strateji çerçevesinde bir Milli Birleşik Cephe de buluşturmalıdır. Ve bu önümüzdeki süreçlerde,  Türkiye’yi askeri ya da sivil görünümlü Amerikancı faşist ve İslamo-faşist iktidarlardan  ebediyen kurtarması için, Türkiye’nin önünde  bu her şeyden önce milli bir şart olarak görülmelidir.

Bu Milli Birleşik Cephe oluşumu ve buluşması, artık bir Millet ve Devletin; bağımsızlık, onur ve millet olmak için  tereddütsüz tercih yapmasını da mutlak ve  gerekli kılmaktadır.

Sefa Yürükel

Sefa M.  Yürükel
Sosyal Antropolog ve Etnograf
Soykırımlar ve Terörizm Araştırmacısı-Hollanda

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget