“R.T.Erdoğan’ın konuşmalarına akarsanız cumhurbaşkanı modelinin Türkiye için ne kadar hatalı yanlış bir model olduğunu göstermeye yeter”.
“şimdi yasa koyucu konumuna gelen bir Cumhurbaşkanı var”.
“Sadece yürütme organı değil, aynı zamanda yasa koyucu, aynı zamanda yargıyı etkileyebilecek olan yetkilere sahip olan bir cumhurbaşkanı var. Öyle olunca bu bir tek adam yönetimi ”.
“bakanlar kurulu kalmadı”
5 Aralık 2018 tarihinde kurulan Ulusal Egemenlik ve Emek Platformu’nun ortaklaşa düzenledikleri Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (bilgi şöleni), 1.3.2019 günü TBB Balgat Özdemir Özok Kültür Tesisleri salonunda düzenlendi. Platformun kurucuları arasında bulunan Ankara Barosu Cumhuriyet Kurulu, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Cumhuriyetçi Birlik Platformu, Tüketici Hakları Derneği, Türkiye Emekli Subaylar Derneği, Ulusal Eğitim Derneği, Türkiye Gençlik Birliği, Türkiye Gençlik Birliği, Türkiye Liseliler Birliğinin destekleri ile öteki bazı dernekleri; öteki vakıf, sendika federasyon, konfederasyon ve çeşitli meslek örgütlerinin katkıları ile düzenlenen bilgi şölenine, dallarında birer hukuk uzmanı olan şu konuşmacılar katıldılar:
Avukat Selcik Ulusoy’un moderatörlüğünde Prof. Dr. Hikmet Sami Türk,(1) Prof. Dr. Ümit Kocasakal, E. C.Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Prof Dr. Sencer İmer. Tüm konuşmacılar, AKP iktidarında değiştirilen anayasaya aykırı, anayasa değişiklikler, anayasaya aykırı hukuksuzluklar, hukuka aykırı uygulamalar üzerinde izleyicilerin heyecanla özenle izledikleri konuşmalar yaptılar.
Ancak bu yararlı konuşmaların dört duvar arasında kalmamasına gönlümüz razı olmadığı için, biz de büyük emek harcayarak banda aldığımız bu konuşmaları okuyucuya da sunmak istedik. İnternette uzun yazıların okunması zor olacağı için bu dört konuşmacının konuşmalarını bölümler halinde sunacağız. Umarız beğenilir ve hatalar affolunur.
Sempozyumun ilk konuşmasını yapan Prof. Dr. Hikmet Sami Türk konuşmasında şunları söyledi:
“-Anayasalar toplumsal sözleşmeler olarak tanımlanır. Türkiye 1876 dan bu yana beş anaysa ve onların her birinde çeşitli değişiklikler yapılmıştır. Bu gün 1982 anayasasında 2017 yılında yapılan ve önce mecliste sonra halk oylamasıyla kabul edilen anayasa değişiklikleri üzerinde görüşlerimizi açıklayacağız. 1961 Anayasası ve 1982 Anayasası halk oylamasıyla kabul edilmişlerdir. 1982 Anayasasında da 1987 den itibaren 20 değişiklik oldu. Bunlardan 19 u başarıya ulaştı, 1988 de yapılan bir halk oylamasında anayasasının yerel yönetimlerle ilgili 127. Maddesinde yerel yönetim seçimlerine öne almaya bir değişiklik yapılmaya olanak veren bir değişiklik yapılmak isteniyordu. O halk oylamasında ret edildi. Dolayısıyla 19 anayasa değişikliği 108 anayasasında yapıldı.
Bu değişiklikler bazen bir madde, bazen de çok sayıdaki maddeyle ilgilidir. Son değişiklik ise 1982 Anayasasında yapılan en kapsamlı değişiklik anayasanın 70 maddesi değişikliğe uğradı.
1987 den bu son değişikliğe kadar yapılan değişikliklerde başlangıçta temel hak ve özgürlüklerin son derece sınırlayan, sınırlı değişikliğe elverişli olan değişiklikler getiren 1982 Anayasasını AİHM işlemleri doğrulturunda bir anayasa haline getirmek için çeşitli değişiklikler yapıldı. Ama bunlar hepsi, rejim olarak parlamenter sistemle bağlı kalarak yapılan değişikliklerden.
Bu son değişikliği farklıdır. Bu parlamenter sistem yerine dünyada benzeri örneği bulunmayan Türk Usulü ya da alaturka bir başkanlık sistemi getiriyor. Bu anayasa değişikliği de halk oylamasıyla yapılan değişikliktir. Bu halk oylamasında kabul oylamasında “evet” oyları şimdiye kadar anayasanın başlangıçtaki halk oylaması dışında yapılan dört halk oylamasındaki en düşük oyla kabul edilen halk oylamasıdır. En düşük oyla kabul edilen 1982 Anayasasının siyasi yasaklarla ilgili geçici dördüncü maddenin kaldırılması yönünde idi. Ondan sonra en düşük oyla kabul edilen anayasa değişikliği anayasada bu kadar kapsamlı ve rejim değişikliği niteliğinde değişiklik getiren son anaysa değişikliği oldu.
Alında bu kabul oyların Türk toplumundaki bir bölümüyle yansıtıyor. 16 Nisan 2017 günü yapılan halk oylamasındaki evet oylarının oranı yüzde 51, 41 dir. Şimdi başka oylamalara baktığımız zaman bir paralellik görebiliyoruz. Örneğin doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı olarak R.T.Erdoğan’ın 10 Ağustos 2017 Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı oy oranı yüzde 51.79 dur.
Son olarak 24 Haziran 2018 de aldığı oy oranı ise yüzde 52.59 oranındadır. Yani bu rakamlara baktığınız zaman Türk toplumunda yüzde 50 nin çok az üstünde bir farkla, belki sağ sol ayırımına girecek olursak sağdan geçen bir çizgiyle toplumumuzun bölünmüş olduğunu söyleyebiliriz. Bu anayasasının halk oylamasına sunulmasının nedeni TBMM de 339 oyla kabul edilmiş olmasıydı. 550 milletvekilinden bu 330 ila 360 arasında yani beşte iki ile üçte iki arasında bir oyla kabul edildiği için zorunlu olarak halk oylamasına sunulması gereken bir değişikliler o şekilde söylediğim oranla halk oylamasında kabul edildi.
Fakat bu anayasa Türkiye’nin 1876 da Sultan II. Abdulhamid’in bir fermanıyla ilan edilen Kanuni Esasi’den bu yana yani 143 yıllık yazılı anaysalar geleneğimizde Meşrutiyet öncesine dönüş nitelikleri taşıyan hükümler getirilmiştir. Bunlara değineceğiz.
Her şeyden önce şunu söyleyelim, bu değişikliklerin içinde cumhurbaşkanı var. Ama bu cumhurbaşkanı Kanuni Esasi’de padişahın dahi sahip olmadığı yetkilere sahip olan bir cumhurbaşkanıdır. Birazdan ayrıntılarıyla değineceğim.
Özellikle cumhurbaşkanı yürütmeyi ilgilendiren konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarıyor. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi bundan önceki düzenlemede anayasanın 91. Maddesinde TBMM nin vereceği yetkiyle çıkarılan kanun hükmünde kararname lerin (KHK) yerine alan bir düzenleme hatta oradaki bazı sınırlamaları benimseyen bir düzenleme. Ama oradaki KHK nameler Meclisin çıkardığı bir yetki kanunun çerçevesinde onun çizdiği sınırlar içerisinde yapılan Meclise sunulan, Mecliste aynen veya değiştirilerek kabul edilebilen veya ret edilebilen bir KHK. Cumhurbaşkanlığı kararnameleri hukuki nitelikleri itibariyle KHK. Nitekim anayasanın 119. Maddesinde olağanüstü hal dolayısıyla çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden KHK olarak söz edilmektedir.
Bu Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin Meclise sunulması söz konusu değildir, Meclis tamamen devre dışıdır. Ne Meclise sunulması ne Mecliste tartışılması, ne Mecliste üzerinde değişiklik yapılması söz konusu değildir. Doğrudan doğruya Cumhurbaşkanının bunu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi olarak yayınlamasıyla bunlar yürürlüğe girebilmektedir.
Türkiye’de bu konuda yürütme organının düzenleme yapma yetkisi ile ilgili olarak Kanuni Esasiden bu tarafa anayasalarımızda hatta kanunlarımızda yer alan bazı hükümleri sadece başlıkları ile belirtmek istiyorum.
Kanuni Esaside Meclisi Umuminin yani o zamanki parlamentonun toplantı olmadığı zamanlarda devleti bir tehlikeden veya genel güvenliğin korunması için kaçınılmaz bir zorunluluk ortaya çıktığı takdirde. Heyeti Vekile yani o zamanki bakanlar kurulu bir kanun çıkarabiliyordu, bu Meclisi onayına sunuluyordu. Meclisin onayına sunulduğu güne kadardan kabul edildiği tarihe kadar, “kanunu muvakkat” adını taşıyordu, yani geçici kanun. 1908 değişikliklerinde bu biraz daha geliştirildi. Fakat devam etti. Birçok kanuni vaka çıkarıldı. Ama ondan sonra padişahtan kanuni esasi verdiği yetkiyle padişah tarafından meclisin dört defa feshedilmesi, ondan sonra Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması Türkiye’nin Balkan Savaşı’na Birinci Dünya Savaşına girmesi nedeniyle Meclisin toplanıp bunları onaylaması olanağının çok azı gerçekleşti ve çoğunun adı “kanunu muvakkat” olarak kaldı; Kanuni esasideki durum böyle idi.
1924 Anayasasında o döneme bir tepki olarak bu yetki verilmedi. Meclise bir yetki verilmedi. 1921 Anayasası zaten Kurutuluş Savaşı yıllarında çıkarılmış olan bir anayasasıdır. Ama en büyük özelliği “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine dayanmasıdır; 1924 Anayasası da aynı ilkeye dayanan bir anayasaydı. Fakat o dönemde bazı kanunlarda bakanlar kuruluna düzenleme yetkisi verilmiştir. Bunların başında Türk parasının kıymetini Koruma Hakkındaki kanun, bu halen yürürlükte. Milli Korunma Kanunu, bu halen yürürlükte ama uy7gulamadan kaldırıldı.
27 Mayıs 1960 ihtilalından sonra bir ara dönem var. O dönemde geçici kanunlar çıkarıldı. Milli Birlik Komitesince TBMM nin yetkilerini üstlenen Milli Birlik Komitesince (MBK) geçici kanunlar çıkarıldı ve sonra yine bir kanunla konulan “geçici kanun” sıfatı kaldırıldı.
1961 Anayasasında orada yasama yetkisiyle ilgili olarak 5. Maddede şu hükümler yer alıyordu:
“Yasama yetkisi TBMM nindir bu yetki devredilemez”. 6. Madde şöyle: “Yürütme görevi kanunlar çerçevesinde Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilir. Fakat 1961 Anayasasında 1971 Askeri Muhtırasında 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasından sonra, girilen ara dönemde çıkarılan 1488 Sayılı Kanunlar, Anayasaya yapılan kapsamlı değişiklikler arasında ilk kez KHK ile bir değişiklik getirildi. Ama bu, söylendiği gibi bir yetki kanunun çıkarılması, Meclise sunulması Meclisin aynen veya değiştirerek kabul etmesi olanaklarına açık olan bir düzenleme idi.
1982 Anayasası 1961 Anayasasının birçok yönden devamı niteliğinde bu konuda hükümler getirilmiştir. Anayasanın 7. Maddesinde halen devam eden yasama yetkisi TBMM nindir devredilemez. Yürütme ve yetki konusunda 5. Madde ise başlangıçta şöyle idi: “Yürütme ve temsil yetkisi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından anayasaya ve kanunlara uygu olarak kullanılır ve yerine getirilir. Fakat daha sonra bunda değişiklik yapıldı. Orada Cumhurbaşkanlığı yürütme yetkisi ve görevi cumhurbaşkanı tarafından, tek kişi tarafından anayasaya ve kanunlara uygun olarak yürütülür ve yerine getirilir.
1982 Anayasasında olağanüstü hallerde, olağanüstü halin gerektirdiği konularda KHK çıkarılması Meclise sunulması öngörülüyordu. Bu yetki de geniş ölçüde kullanıldı, özellikle son olağanüstü halin devam ettiği olağanüstü hal içerisinde geniş ölçüde kullanıldı.
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri:
Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine olanak veren 4. Madde değişikliği anayasanın yürürlük maddesiyle bu 6771 Sayılı anayasa değişikliği hakkındaki son anayasa değişiklik yürürlük maddesi birlikte yapılacak olan TBMM ve Cumhurbaşkanı seçiminden sonra Cumhurbaşkanının ant içerek göreve başladığı tarihten itibaren bütün hükümlerde yürürlüğe girecek aslında kademeli olarak bazı hükümleri daha önce yürürlüğe girmiştir. Ama bu 9 Temmuzdan itibaren bütün hükümleri ile yürürlüğe girdi. O zaman o tarihten bu yana yedi buçuk ay geçti. Bu süre içerisinde 31 Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarıldı. Aynı süre içerisinde çıkarılan kanunlara baktığımız zaman, aynı süre içerisinde kabul edilen kanunların sayısı 23. Bunlar da kurallarına göre şöyle sıralanabilir. Biri olağanüstü hal kapsamında çıkarılan bir KHK nin değiştirilen kabulüne dair kanun. Biri 2017 yılı merkez yönetim kesin hesap kanunu. Biri 2018 yılı merkez yönetim bütçe kanunu. En çok uluslar arası antlaşmaların onaylanmasına yetki verilmesine ve onaylanmasına uygun bulunduğuna dair kanunlar üç kanunlar bu şekilde. Bu yasama yetkisinin büyük ölçüde cumhurbaşkanlığı kararnameleri yoluyla Cumhurbaşkanlığının elinde toplandığını gösterir. Cumhurbaşkanı bir defa tek kişilik yürütme organı; iki yasama yetkisine ortak oluyor. Yargı üzerinde önemli yetkisi var, çünkü bu son anayasa değişikliği de, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) “yüksek” kuralı kaldırıldı. Geriye kalan Hâkimler ve Savcılar Kurulunun (HSK) altı üyesi TBMM tarafından seçiliyor. Dört üyesi Cumhurbaşkanı tarafından, diğer ikisi de biri Adalet Bakanı diğeri de Adalet Bakanlığı müsteşarı, Adalet Bakanı da cumhurbaşkanının seçtiği kimse.
Bu yeni sistemin bir özelliği artık meclise karşı sorumlu olan, Meclisin güveniyle işbaşına gelen ve Meclisin güvensizlik oyuyla düşürebilen bir hükümet sistemi yok. Artık bir bakanlar kurulu da yok. Kurul organ olarak yürütme organı yok. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Olarak Adlandırılan bu Sistemde Cumhurbaşkanı bir veya daha çok yargıcı atayabilir, atar, gerektiğinde de atar, yani görevine son verir. Cumhurbaşkanı aynı şekilde bakanları atar, gerektiğinde de atar, yani böyle eskiden Meclisin önünde programını okuyacak, meclisten güvenoyu isteyecek söz konusu değil. Hepsi tek kişinin güvenine bağlı Cumhurbaşkanı yetki elinde toplanmış öylece tek kişilik yürütme organı. Yasama yetkisine organ veya her şeyi kontrol altına alabilecek durumda. HSYK luna 6 üyesini TBMM bu üyeleri Cumhurbaşkanının görüşleri dışında kimseleri seçemez, onun görüşlerini almak zorunda. Çünkü bu yeni sistemin en önemli özelliklerinden biri de ilk yürürlüğe giren maddesi gereğince Cumhurbaşkanı artık partili Cumhurbaşkanı olabilecektir ve zaten oldu da çıkar çıkmaz bir hafta sonra oldu.
Bu konuda Atatürk zamanında da böyleydi. Atatürk zamanında tek parti dönemi, Atatürk devletin başıydı ve Devlet Halk Fırkası sonunda CHP adıyla anılan partinin genel başkanıydı. Onun ölümünden sonra İsmet İnönü CHP nin Genel Başkanı idi. Ama çok partili hayata geçildikten sonra 1947 den sonra CHP nin ikinci kurultayında b ir karar alındı. O karara göre parti genel başkanı Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde onun genel başkanlık görev ve yetkilerini parti genel başkan vekili kullanır ve o zaman Hilmi Uran Genel Başkan vekili olmuştu. Ama Cumhurbaşkanı aynı zamanda parti genel başkanı olmasını eleştiren Demokrat Parti iktidara gelince 1950 de partinin genel başkanı Celal Bayar görevinden çekildi, yani parti genel başkanlığı görevinden çekildi, Adnan Menderes parti genel başkanı oldu.
1960 ihtilalından sonra Türkiye’de üç asker genel başkanı oldu. Cevdet Sunay, Cemal Gürsel (ilk ihtilalın başında olan Milli Birlik Komitesi Genel Başkanı Cemal Gürsel), ondan sonra Cevdet Sunay ve ondan sonra da asker ve diplomat kökenli Fahri Korutürk
Bunlar zaten partilerle ilişkisi olmayan kimselerdi. 1961 Anayasasının bir özelliği de bu konuda partili Cumhurbaşkanının partisi ile ilişiği kesilir, cumhurbaşkanı seçilen partisi ile ilişiği kesilir. Bu hüküm 1908 Anayasasında da korundu. Partili cumhurbaşkanı varsa partisi ile ilişiği kesilir, TBMM üyeliği sona erer. Böylece cumhurbaşkanının tarafsızlığı sağlanmış oluyordu.
Zaten anayasadaki cumhurbaşkanı andında cumhurbaşkanı tarafsızlıkla yerine getireceğine dair ant içmektedir. Bu hüküm bu gün de devam etmektedir, değişiklik yapılmadı. “Cumhurbaşkanının varsa partisi ile ilişiği kesilir” hükmü kaldırıldı ve bunun sonucunda da bu günkü Cumhurbaşkanı aynı zamanda tekrar zaten daha önce genel başkanı olduğu patinin Adale Partisi’nin genel başkanı oldu. Cumhurbaşkanının bir fonksiyonu da ulusal birliği temsil etmesidir. Şimdiki parti genel başkanının aynı zamanda cumhurbaşkanı olarak bu ulusal birliği ne ölçüde temsil edileceği çok tartışılır. O aynı zamanda başkomutan anayasa gereğince başkomutan, yani başkomutanın partili kimse olduğunu düşünün. 1982 Anaysa dönemindeki diğer cumhurbaşkanlığına baktığımız zaman 1982 Anayasasında başlangıç ta anayasasının geçicici birinci maddesi gereğince Kenan Evren Cumhurbaşkanı idi. Yedi yıllık bir dönem için. O son asker Cumhurbaşkanı; ondan sonra Turgut Özal Anavatan Partisi kurucusuydu, ama anayasaya uygun olarak görevinden çekildi ve o şekilde cumhurbaşkanlığı yaptı. Onun ölümünden sonra Süleyman Demirel, Doğru Yol Partisinin kurucusu ve genel başkanıydı ama o da anayasaya göre parti genel başkanlığı görevinden çekildi, Demirel’den sonra Ahmet Necdet Sezer, anayasa mahkemesi başkanı idi, onun zaten bir partisi yoktu, onun için onun zaten bir sorunu yoktu. Ondan sonra Abdullah Gül seçildi. Abdullah Gül de anayasaya uygun olarak parti genel başkanlığından çekildi. Ama doğrudan doğruya halk tarafından seçilen 2017 de Meclisin cumhurbaşkanlığı seçememesi nedeniyle toplantı geçer sayısı konusundaki bir görüşün AYM de benimsenmesi sonucunda cumhurbaşkanı seçilememesi sonucunda Türkiye’de bir değişiklik yapıldı Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi benimsendi, bu halk oylaması ile kabul edildi. Son Meclis tarafından seçilen Abdullah Gül’dür, ondan sonra 2014 yılında doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan 24 Haziran 2018 seçimlerde ikinci kez seçildi. İlk kez seçildi ancak, halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı daha önce Meclis tarafından seçilen ve partisiyle de bir ilişiği kalmayan bir cumhurbaşkanı gibi kalmayacağı baştan belli idi. Zaten Erdoğan bunu gizlemede açıkça da söyledi. Ben bütün yetkilerimi kullanacağım cumhurbaşkanlığım dönemimde ve şimdi 9 Temmuzdan itibaren de bu yeni anayasa sistemi içerisinde bütün yetkilerini kullanıyor ama sadece şu sıralarda dahi yaptığı konuşmalara bakarsanız 31 Mart seçimleri için propaganda çalışmaları yapıyor. Sadece bu konuşmalara bakarsanız, onlar dahi size partili cumhurbaşkanı modelinin Türkiye için ne kadar hatalı yanlış bir model olduğunu göstermeye yeter. Artık bakanlar kurulu yok, eskiden bütün kanunların sonunda genellikle eğer ilgili bakan yoksa bazı kanunlar da ilgili bakanlıklar için çıkan kanunlarda, “bu kanun bakanlar kurulu tarafından yürütülür” şimdi “bu kanun cumhurbaşkanı tarafından yürütülür”. Şimdi buna baktığınız zaman “Türkiye Meşrutiyet öncesine dönmüştür”, Meşrutiyetten itibaren yasama yetkisi gerçi Sultan Abdülhamit 31 yıl anayasayı askıya aldı, ama hiç olmazsa hukuken yasama yetkisinin Meclis tarafından kullanılması öngörülen, (Meclisle iki meclisten oluşuyordu, Meclisi Umumi genel adı Meclisi Mebusan ve Meclisi Ayan 1961 Anayasasında da iki Meclis vardı Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu. Şimdi orada da padişahın sahip olmadığı yetkiler artık yasama yetkisi Meclise ait. Padişahın görevi sadece “şeraiti ve ahkâmı kanuniyeyi” uygulamak icra etmek. Yani şeriat ve kanun hükümlerini yürütmek ona da yetkisi yok.
Ama şimdi yasa koyucu konumuna gelen bir Cumhurbaşkanı var. Sadece yürütme organı değil, aynı zamanda yasa koyucu, aynı zamanda yargıyı etkileyebilecek olan yetkilere sahip olan bir cumhurbaşkanı, öyle olunca bu bir tek adam yönetimidir. Bu aslında Türkiye’yi diktaya götürebilecek olan bir sistemdir.
Benzeri bir durumu 1930 larda Almanya yaşadı. Almanya’ da 1933 de “Yetki Kanunu” adıyla bir kanun çıkarıldı. O kanunla Şansöyle Adolf Hitler Şansölye’ye Anayasaya aykırı kanunlar çıkarma yetkisi verildi. Aslında Vaymar Anayasası da oldukça demokratik bir anayasaydı ama ona aykırı kanunlar çıkarma yetkisi verildi. Fakat bizimki süreli sizinki süreli üç yıl. Bu süre üç defa uzatıldı, 1945 e kadar uzatıldı.
Ama o yetkiye dayanılarak Hitler Almanya’yı ne hale getirdi. Avrupa’yı nasıl bir dünya savaşına sürükledi. Dünyayı nasıl bir felakete sürükledi, bu unutulmaması gereken bir şeydir.
Şimdi tarihten ibret almadan kendi tarihinizden ve başka ülkelerin ders almadan bir anayasa değişikliği yapıldı. Bu anayasa değişikliği hesaplanması tartışmalı bir şekilde olan bir halk oylamasıyla kabul edilmiştir. Yüksek Seçim Kurulu’nun açıkça 198 sayılı seçimlerin temel hükümlü seçmen kütükleri hakkında kanun hükümlerini yok sayarak geçerli saydığı oy pusulalarının hesaba katıldığı bir hesaplama yöntemi sonucunda kabul edilmiştir. O kanuna göre sandık kurulunun ilçe seçim kurulunun mührünü taşımayan oy pusulaları geçersizdir. Arkasında mühür olacak. Ama “İlçe seçim kurulu orada görevliler görevlerini yapmamışsa vatandaşın dolayı cezalandırmamak gerekir” dedi ve geçerli saydı. Ama Yüksek Seçim Kurulu (YSK) kendisini yasa koyucu durumuna getirmiş oldu. Bu geçerli sayılan oy pusulalarıyla bu değişiklikler kabul edildi.
Anayasada bir toplumsal mutabakatı yansıtır o nedenle toplumsal sözleşme olarak adlandırılır.
Bu tartışmada oy pusulaları hesabı sonucunda kabul edilen anayasa aslında Türk toplumunun çok düşük bir oramla yüzde 51 oranda ve bu hesapla kabulünü gösterse dahi gerçek anlamda Türk toplumunun bundan sonraki süreç içerisinde değiştirmek zorunda olduğu bir gnaysadır. Çünkü Türk milleti 140 yıllık bir anayasa yazılı anayasa geleneğinden sonra öyle bir tek adam yönetimine layık toplum değildir. Bu Cumhuriyete aykırı bir sistemdir. Cumhuriyet halk yönetimi demektir. Şimdi bir “Cumhur ittifakı” diye bir ittifaktan söz ediliyor. İşte halk ittifakı ondan sonra da “millet ittifakını” da milleti aşağılayarak “zillet ittifakı” olarak adlandırıyorlar.
Şimdi bu Cumhuriyet halk yönetimi halk yönetimi demokrasilerde halkın seçtiği insanlar tarafından yönetilmek demektir. Bu anayasa değişikliği ile TBMM sinin üye sayısı artırıldı 600 e çıkarıldı. Ama TBMM nin parlamenter sisteme sahip olduğu yetkileri yok. Bir defa hükümetin kuruluşunda bir fonksiyonu yok. Hükümeti denetim süreci de kaldırılmış durumda. Anayasanın bu konudaki 87. Maddesi Bakanlar kurulu ve bakanları denetleme ibaresi vardı o kaldırıldı. Zaten artık cumhurbaşkanlığına ancak yazılı soru sorabiliyorsunuz, sözlü soru soramıyorsunuz. Gen soru önergesi yok, Meclis soruşturulması kaldırıldı. Meclis soruşturması yerine getirilen bir düzenleme Meclisin bu süreci işletmesi son derece zorlaştırıldı. Eskiden Meclis soruşturması açılması TBMM nin üye tam sayısının onda biri (1/10) yani 550 milletvekilinde 55 milletvekili tarafından istenebilirdi. Şimdi üye tam sayının salt çoğunluğu ile önerge vermek gerekiyor 300 imzalı önerge. Bu önergenin soruşturmanın kabul edilmesi, bu yeni rakamlar üzerine söylüyorum, 360 oyun çıkması gerekiyor. Bakanın cezai sorumluluğu bakımından bakanın, Cumhurbaşkanının yüce divana sevk edilmesi için üçte iki (2/3) çoğunluk yani 400 oy gerekiyor. Bu işlemesi son derece zor olan bir sistemdir. Dolayısıyla bu sistem Meclisi denetim konusunda da yetkisizleştirilmiştir. Yasama yetkisi konusunda ise, gerçi kanun teklifleri milletvekilleri tarafından yapılabilir, cumhurbaşkanlığı kararnamesi ayrı çünkü bakanlar kurulu kalmadı. Ama Meclisin yaptığı kanunu Cumhurbaşkanı Meclise iade ettiği zaman Meclis bunu ancak üye tamsayısının salt çoğunluğu ile kabul ettiği takdirde o yasa çıkabilir. Eskiden cumhurbaşkanı Anayasanın 86. Maddesine göre bir kanunun iade ettiği zaman özel yeter sayısı aranmaksızın normal olarak yasaların kabul edildiği yeter sayısı kabul edilmesi durumunda Cumhurbaşkanı o yasayı onamak yayınlamak durumundaydı. Şimdi ise Meclis ancak üye tam sayısının salt çoğunluğu ile kabul ederse o yasayı cumhurbaşkanı yayınlayacaktır. Bu cumhurbaşkanlığına veto yetkisi tanınması demektir.
Böylece olağanüstü yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı, olağanüstü yetkilere sahip bir tek adam yönetimi anayasa değişikliğinin sonucudur. Anayasa değişikliğinin özeti budur.
Ama bunu aşmak ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti Anayasada ön görülen bütün nitelikleriyle insan haklarına saygılı, demokratik, laik sosyal hukuk devleti nitelikleriyle yine Atatürk’ün gösterdiği hedef doğrultusunda çağdaş uygarlık yolunda ileriye götürmek hepimize düşen yurttaşlık görevidir”. (Alkışlar)
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız SONNOTLAR
(1)Prof. Dr. Hikmet Sami Türk (1935 - .... )
1935 yılında Trabzon ilinin Of ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Of ve Bafra'da, orta öğrenimini Bafra'da yaptı. 1954 yılında İstanbul Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdi. 1958 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
1964 yılında Almanya'da Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesinde "Hukuk Doktoru" unvanını kazandı. Yurda dönüşünde askerlik hizmetini tamamladı. 1967 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Almanca okutmanlığına, 1968 yılında aynı fakültenin Ticaret Hukuku Kürsüsü asistanlığına atandı. 1977 yılında "Üniversite Doçenti" unvanını kazandı.
1978 yılında profesör oldu.
1995 yılı Ekim sonuna kadar aynı Fakültede Ticaret Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi olarak çalıştı.
1995 ve 1999 Genel Seçimlerinde Demokratik Sol Parti (DSP)'den Trabzon Milletvekili seçildi.
30 Haziran 1997'de kurulan III. YILMAZ Koalisyon Hükümetinde DSP den İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı, 11 Ocak 1999'da kurulan IV. ECEVİT Hükümetinde Milli Savunma Bakanıve 28 Mayıs 1999'da kurulan V. ECEVİT Hükümetinde de Adalet Bakanı olarak görev yaptı.
3 Kasım 2002 seçimlerinde Partisinin ülke barajını aşamaması nedeniyle Meclis dışında kaldı.
Yorum Gönder