Bizim sanayi sektörümüz dünyanın teknolojik gelişmesinin birincil üretim alanlarında atılım yapamadı. Montaj, tekstil, ev araçları, inşaat, sıradan ilaç ve ambalaj malzemesi üretiyor. Karabük’te sınırlı bir inşaat demiri sanayisi var. Bir de madencilik. Küçük bir gemi üretimi de var. Makinesi dışarıdan gelen. Kırıkkale’de ordu gereksinmeleri için sınırlarını bilmediğim bir üretim yapılıyor. Bundan 50 yıl öncesinin Türkiye’sinde yaşamıyoruz. Ama bunlar Türkiye’yi bir Güney Kore yapamıyor.
Yüksek ve önde gelen teknolojilere henüz sahip olamadığımızı söylemek için motorlu araçlardan telefonlara kadar hepsinin ithal olduğunu bilmek ve ulusal ihracat ve ithalat listelerine bakmak yeterli. Henüz bir sanayi ülkesi değil, bir sanayi pazarıyız.
Anadolu’nun sanayi hatta tarım açısından ihmal edilmesindeki temel neden Türk sanayi üretiminin İstanbul ve çevresinde yoğunlaşmasıdır. Osmanlı döneminin İstanbul imgesi, Türk halkının cahil ve az okumuş kesiminde günümüze kadar çekiciliğini korudu. Bizim halkın tarih imgesi hala mitoloji ile besleniyor. Kırsal kesim özellikle 1970-80’li yıllardan sonra kentlere göç ederken genel seçim İstanbul’du.
Bugün, ülke ekonomisini kemiren İstanbul, spekülatif inşaatın ülkenin milyarlarını toprağa gömen ve fakir insanları aptal tüketicilere çeviren bir emme-basma makinesi olarak çalışıyor. Ürettiği ahlaksızlık, kargaşa ve güvensizlik Türk toplumunu dejenere ettiği gibi, Anadolu’nun gelişmesini de engelliyor.
Bu yazının konusu ülkeyi topallaştırıp dengesini bozan gelişmeler değil. Anadolu’yu ve onunla birlikte Türkiye’yi, hakkı olan çağdaş üretim düzeyine yükseltmek için bir programın sunulması. Bu Anadolu’yu bir Ruhr Havzası’na dönüştürme önerisi değil. Bütün ülkeye dengeli olarak yayılan bir sanayileşme önerisi. Ve bu sanayileşme çevresinde bölgenin her alanda gelişmesini sağlamak, yüzyıllardır süren bölgeler arası dengesizlik ve eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için bir öneri.
Bugün İstanbul’da kentli olamadan sokak ve caddeleri dolduran kırsal kökenli yoksul işçiler, son 50 yılda Anadolu’ya ve halkına bilinçsizce yapılan haksızlık ve eziyeti gösteriyor. ‘Cahil toplum buna kendi karar verdi’ diyenler vardır. Fakat bu ya ‘bu toplum cahillerden oluşuyor’ demek, ya da ‘bu toplumun okumuşları halkı ve ülkeyi sevmiyorlar’ demek anlamına geliyor. İstanbul’a fabrika yapıp çiftçiyi İstanbul’a çağırmak, sonra Ardahan’a, Bayburt’a, hocasız üniversite açmak Cumhuriyet tarihinin son dönemlerinin trajikomedisidir.
Türkiye ulusal gelirinin yüzde kaçı Bitlis’e ya da Erzincan’a gidiyor? Bu ülkede bu soruyu soran kaç kişi var? Kişiler arasındaki gelir dengesizlikleri yetmiyormuş gibi, ülkede bölgesel farklar hala günümüzde kabul edilemeyecek kadar uygarlık boyutlarda. Bugün Doğu Anadolu’da bundan yarım yüz yıl önceki koşullarda yaşayanlar var.
Sunduğum sanayileşme ağı önerisinde, bir sanayi dalına tahsis edilen kentlerin 200.000 ile 1.000.000 boyutlarında kalması, gelişmenin dengeli yayılması için önerdiğim sayısal limitler. Bu bağlamda Almanya, Türkiye’ye yakın nüfusu ve daha küçük yüzey ölçüsü ile, etkin bir nüfus dağılım modeli olarak yol gösterici olmuştur.
Öneri kapsamında, her seçilen kente konan nüfus sınırı, kentin var olan sanayi potansiyeli, yeni yerleşecek üretim potansiyeli ve ham madde sağlanmasının modalitelerine bağlı olarak saptanır. Kentin üretim alanı içeriği ve boyutları saptandıktan sonra, bu alanı besleyecek yüksek teknik öğretim potansiyeli ona bağlı olarak ayrıca belirlenir. Üniversite, bölgenin işlevi ve görevi olan bilim ve sanayi alanında AR-GE kurumu olarak çalışacak, aynı zamanda toplumsal çağdaşlaşmanın odağı olacaktır.
Bu merkezlerin gelişmesi idari formalitelerin tamamlanmasını beklerken saptanan sanayi alanında üretime geçmek olasılığı vardır. Yerel olarak gelişme formel oluşum tamamlanmadan, üretimle birlikte çevre insanı için yararlı olmaya başlayabilir. Kaldı ki Anadolu’nun birçok kenti birkaç sanayi kuruluşuna ve öğretim odağı olarak, bir üniversiteye sahiptir. Bu üniversitelerin klasik bilgi veren merkezler olmaktan çıkıp araştırma kurumu olmaya doğru bir evrim geçirmeleri yaşamsal bir zorunluluktur.
Bu sanayi merkezleri güneydoğu-kuzeybatı ve güneybatı-kuzeydoğu aksları üzerinde, başkentte buluşan bir ulaşım sistemi içinde bütün yurdu kapsayan bir ağ dokusu oluşturacaklardır. Üniversite ile sanayi arasındaki iş birliğinin yaratacağı ekonomik güç ve kültürel sinerji ile yöre halkının çağdaş bilinçlenmesine ve uluslararası uygarlığın bilinçli üyeleri olmalarına hizmet edeceklerdir. Türk halkı teknoloji ithal etmekten teknoloji kullanmaya geçişi böyle bir ortamda gerçekleştirebilir. Bunun için megapollere göç etmesine gerek kalmayacaktır.
Türkiye’nin hemen hemen her yöresinde uygarlık tarihinin bir aşamasının mirası vardır. Bu varlık bu merkezlerin büyük çoğunluğunu turizm ve tarih açısından da çekici kılmaktadır. Yerel üniversiteler bu maddi potansiyeli kültürel ve ekonomik olarak değerlendirmek açısından yöre halkıyla iş birliği yaparak, Türkiye turizmini dünya turizminin en üst düzeyine çıkarabilirler.
Bu sistemin tüm kapasitesi ile çalışması mevcut ulaşım ağının daha mükemmel olmasını da gerektirecek ve sağlayacaktır.
Bu yazıda önerdiğim Anadolu sanayileşme tasarısı, Anadolu’da fabrika kurmak değil, tümel ve yurt yüzeyine yayılan bir sanayileşmeyi öngören ve onun çevresinde gelişecek bir uygar yaşamı hedefleyen bütüncül bir kalkınma projesi taslağı ve önerisidir.
Bu gelişmenin finansmanı bölgeye taşınacak sanayi kuruluşlarının yatırımları (başka bir dille İstanbul çevresinde yoğunlaşan yatırımlarını Anadolu’ya yapmaları) yerel sermayenin, sigorta şirketlerinin, bankaların ve ilgi duyarsa yabancı sermayenin ve yerel belediyelerin ve halkın katkılarıyla olacaktır. Burada en önemli toplumsal olgu yöre halkının bilinçli ilgisi, irade ve katkısıdır. Bunu yörenin entelektüelleri desteklemelidirler. Böylece her sanayi merkezi geleceğin Anadolu’sunda bir ulusal kültür odağı olmanın potansiyelini taşıyacaktır. Bu Anadolu kentlerini, geçmişin mitosu ile değil, geleceğin inşasına katkıları ile kimlik sahibi yapacaktır.
Kentlerin seçiminde amaca en çabuk varma potansiyeli kuşkusuz önemli olacaktır. Sanayi alt yapısı, öğretim alt yapısı, ulaşım, tarımsal potansiyel, yöresel gelir, çevresel zenginlik, tarihi miras olarak temel veriler başından değerlendirilmelidir. Eğer Türkiye böyle bir program gerçekleştirebilirse, ulusal gelirini, 2025’e kadar 15.000 Dolar düzeyine çıkarabilir.
Türkiye’de ve dünyada ister devlet ister bakkal, her işletmenin en önemli ölçütü kontrol edilebilir boyutlardır. Gerçi dünyada devletlerin tarihi mekanik ölçütlere ve parametrelere sokulamaz. Örneğin Çin ve Hindistan’ı, anormal coğrafi boyutları olan Rusya, Birleşik Amerika, Brezilya, Avustralya, Kanada gibi ülkeleri sadece fiziksel ölçülerle değerlendiremezsiniz. Günümüzde teknoloji insana her şeyi kontrol edebildiği sanısını veriyor. Oysa sekizde biri aç, kaza, cinayet ve savaş içinde yaşayan dengesiz bir dünya, yaşam standartları arasında dağlar kadar fark olan ülkeler, toplumlar içinde rahatsız edici eşitsizlikler var. Birleşik Amerika’da son araştırmalarda alt ve üst gruplar arasında 350 kata kadar çıkan farklar olduğunu, Kaliforniya Üniversitesi kampüsünde politika bilimi profesörü Robert B. Reich söylüyordu. (Spiegel, 6-8-2016). Fakat uygarlık ve yaşam standartlarını ölçülebilir parametrelerin işlevleri olarak tanımlayabiliriz. Bunları başında, öğretim, üretim, bilim, teknoloji ve örgütlenme başta gelir. Bunlara bağlı bilgi birikimi, sanat, felsefe, toplumsal davranışlar gibi daha özel ve tanımı güç özellikler de var. Fakat kontrol edilebilirlik ve disiplin yaşamı güvenilir kılmanın temel ölçütüdür. Bunu yapısal nitelikleri ile gerçekleştiren, zorbalıkla gerçekleştiren, ya da gerçekleştiremeyen ülkeler var. Fakat bazı açık ve gözle görülen hastalıklar var: Nüfus, bilgi birikimi, üretim, teknolojik kapasite, bunlar bu çağda insanca yaşamak ve üretmek için yetersiz.
Sevgili Okurlar,
Bütün yurda Batı uygarlığı ile aynı düzeyde modern ve çağdaş olanı yaymak düşüncesi Cumhuriyet’in temelinde yatar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul, hükümetin temel ilgi odağı olunca Anadolu yeniden gözden düşmüştür. Bugün bile doğuya tayin edilmek gençleri irkilten bir durumdur. Kuşkusuz 1950’lerle karşılaştırılınca çok daha ileri ve zengin bir ülkede yaşıyoruz. Ama Van, Ağrı, hatta Erzincan, Niğde ve daha pek çok kent merkezi çağdaş uygarlıktan çok uzak ortamlardır. Bugün eski dönemlere karşı, insanları dünyadan izole olmaktan kurtaran radyo, televizyon ve telefondur.
Anadolu’nun temel ekonomik sorunu bölgeler arsındaki farklılıklardır. Kırsal yörelerde bu fark kabul edilemeyecek kadar geridir. Bu geri kalmışlık çölünün izolasyon hissini hafifleten modern iletişim araçları ve ulaşımdır. Van’a giden bir uçak bir uygarlık mesajıdır. Fakat bölgesel kalkınma için ulaşım ve iletişimin cahil insanlarda yarattığı memnuniyet, onların yoksul yaşamlarına bir rahatlık getirmez.
Modern iletişim ve ulaşım araçları ülkeyi kalkındırma araçları değildir. Onlar bilim, teknoloji ve sanayi üretimini destekleyen araçlardır. Bu araçlar, insanlarda o zamana kadar akıllarına bile gelmeyen tüketim eğilimleri yaratıyorsa, bu Profesör Reich’ın söylediği yeni bir sınıfsallaşmaya giden yoldur. Amerikalı profesör bu durumun, dar gelirli kimselerde yarattığı duygulara ‘şiddetli kızgınlık’ demiş. Ama Türkiye gibi ülkelerde sınıfsal kin ve nefrete dönüşebilir. Cumhuriyet’in 10. Yıl Marşı ‘imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir ülkeyiz!’ diyordu. Bu gerçek demokrasinin tanımıdır. Türkiye’de yabancılar ve politikacılar kızgınlığı laik aydına çevirmeyi becerdiler. Fakat bunun giderek ekonomik sınıfsallığa dönüşmesi olasılığı var.
Bugünden yarına olacakları göremeyen kapitalist çıraklarını, ülke ile birlikte kurtaracak olan Anadolu kalkınmasıdır. Eğer Anadolu sanayileşir ve megapol İstanbul’un Türkiye üzerindeki boğucu mirasyedi baskısı kalkarsa, yerel sanayi atılımları üzerine kurulacak ülkesel kalkınma geleceğimize güvenlik getirebilir. Bu sanayileşmenin çevresinde, ülkenin arkeolojik, tarihi ve doğal verilerin de yardımı ile ülkeyi yüzyıl ortasında Avrupa refah standartlarının alt basamaklarına ulaştırabiliriz.
Ülkenin geleceği politikacıların ekonomik, kültürel ve politik boş tartışmalarında amacından uzaklaşıyor. Eğer toplum iki kuşakta Avrupa ekonomilerine yaklaşan bir atılım yapacağına inansa, 1923-38 arasındaki irade ve disiplinini kazanamaz mı? Yakın geleceğe umutla bakan bir Türk insanı olamaz mı?
Sevgili Okurlar,
Bu programın politika ile ilgisi yoktur. Kentin hangi patiye oy verdiği, hangi partinin belediyesinin elinde olduğu, yatırımcının partili olması önemli değildir. Ulaşımın AKP tarafından yapılması da önemli değildir. Bana göre böyle bir programa sahip çıkacak herkes ulustan yanadır. Yöreden yana olması da önemli değildir. Bu, ulusu, bilimsel ve teknolojik olarak bütün ülkeyi içine alan bir bütünlük içinde, her yöreye en iyi katkı yapabileceği teknoloji alanında ülke ekonomisine yeni bir ivme verecek ulusal bir plandır. Her yöre toprağın verdiği geleneksel olanakların çağdaş bilim ve teknolojinin katkıları ile gelişecek patlamasının insana, topluma ve ülkeye ekonomik refah getirecek bir çaba olarak ve kendi toprağını, dağını, ovasını ve kültürünü güçlendirecek bir atılım olarak görecek bir tutum içinde bu çabaya katılacaktır. Bu çalışan üniteler çok daha gelişmiş bir kara yolu ağı ile bütünleşecektir.
Büyük kentlerin yalancı çekiciliğini kendi kentimize, ana baba yurduna neden getirmeyelim? Bu hiçbir politik ideolojinin parçalayamayacağı kadar büyük bir örgütlenmedir. Zaten var olan bir dengesiz gelişmenin yurda yayılması ve kentleşme aşamasının sadece Batı’nın büyük kentlerinde değil, Rize’de, Erzurum’da, Van’da, Sivas’ta, Samsun’da, Konya’da teknolojiye dönük olarak, daha ekonomik, insancıl boyutlarda sürmesi demektir.
Böyle bir ulusal program Türkiye’de bilim ve teknolojinin ülkeye onur verecek bir etkinliğe yükselmesine de yardım edecektir. Olasılıkla İslam dünyasında Türkiye’yi yine bir örnek ve lider düzeyine çıkaracaktır. Çağdaş İslam toplumlarının kurtuluşu da petrol satmak ya da gökdelen yapmakta değil, Çin’in, Kore’nin örnek olduğu bilimsel ve teknolojik atılımı gerçekleştirmekten geçmektedir. Kuşkusuz Müslümanların entelektüel performansını da tetikleyecektir.
Sevgili Okurlar,
Bunu yapamayız demeyin! Ulusal gelirin %10’u, 20 yılda bunu başarabilir. Buna sanayi şirketlerinin, bankaların, sigorta şirketlerinin, olasılıkla yabancı sermayenin ve kişilerin katkıları da eklenecektir. Sürekli yükselen bir büyüme eğrisi içinde, yüzyıl ortalarında ülkenin ekonomik potansiyeli Avrupa’nın orta basamaklarına ulaşabilir.
Yorum Gönder