Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (Bilgi Şöleni, Bölüm 3)

Türkiye Meşrutiyet öncesine dönmüştür”.
Türk milleti aldatılarak kuvvetler ayrılığı yok edilmiştir.
Her devlette halkçı anayasa Cumhuriyetçi olmalıdır
Yüzde 51 le anayasa yapamazsınız, çünkü bütün toplumu kapsamıyorsunuz. Çünkü böyle bir anayasa yok hükmündedir
Böyle bir anayasayı yaparsanız, iç barışı sağlayamadığınız gibi diğer ülkelerle olan barışı da sağlayamazsınız. İç barış olmazsa dış barış da olmaz.
 Yeni bir Cumhuriyetçi anayasaya ihtiyacımız var, 61 Anayasası en ideali idi
Demokratik olarak yüzde 51 le siz bir anayasa yaparsanız bu cumhuriyetçi anayasa olmaz, buna demokratik despotizm diye yorumlanır. Yani yüzde 51 le yapılan bir anayasa demokratik despotizmin ifadesidir.


Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (Bilgi Şöleni,  Bölüm 3)
5 Aralık 2018 tarihinde kurulan Ulusal Egemenlik ve Emek Platformu’nun ortaklaşa düzenledikleri Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (bilgi şöleni), 1.3.2019 günü TBB Balgat Özdemir Özok Kültür Tesisleri salonunda düzenlendi. Platformun kurucuları arasında bulunan Ankara Barosu Cumhuriyet Kurulu, Cumhuriyet Kadınları Derneği, Cumhuriyetçi Birlik Platformu, Tüketici Hakları Derneği, Türkiye Emekli Subaylar Derneği, Ulusal Eğitim Derneği, Türkiye Gençlik Birliği, Türkiye Gençlik Birliği, Türkiye Liseliler Birliğinin destekleri ile öteki bazı dernekleri; öteki vakıf, sendika federasyon,  konfederasyon ve çeşitli meslek örgütlerinin katkıları ile düzenlenen bilgi şölenine, dallarında birer hukuk uzmanı olan şu konuşmacılar katıldılar:
Avukat Selcik Ulusoy’un moderatörlüğünde  Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, Prof. Dr. Ümit Kocasakal, E. C.Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Prof Dr. Sencer İmer.(1)Tüm konuşmacılar, AKP iktidarında değiştirilen anayasaya aykırı, anayasa değişiklikler, anayasaya aykırı hukuksuzluklar, hukuka aykırı uygulamalar üzerinde izleyicilerin heyecanla özenle izledikleri konuşmalar yaptılar.
Ancak bu yararlı konuşmaların dört duvar arasında kalmamasına gönlümüz razı olmadığı için, biz de büyük emek harcayarak banda aldığımız bu konuşmaları okuyucuya da sunmak istedik. İnternette uzun yazıların okunması zor olacağı için bu dört konuşmacının konuşmalarını bölümler halinde sunacağız. Umarız beğenilir ve hatalar affolunur.

Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (Bilgi Şöleni,  Bölüm 3)
Sempozyumun üçüncü konuşmacısı Prof Dr. Sencer İmer şu konuşmayı yaptı:
Konuşma başlamadan önce salondan buna çözüm nedir, çözüm önerisi nedir” diye sesle gelmeye başladı.
“- Ben başka bir açıdan bu konuyu ele alacağım, yani salt hukuk açısından değil. Çözüm önerisi dediniz. Çözüm önerisi şöyle olacak muhtemelen, Türkiye seçimlerin sonucuna bağlı olarak değil, seçimlerin sonucundan bağımsız olarak nasıl bir sonuç çıkarsa çıksın, başka sebeplerle bir ekonomik sıkıntılı döneme girecek öyle görülüyor. Dolayısıyla tabi bunun sonuçları olacaktır.
Tabiatta nasıl kanunlar işliyorsa, sosyal hayatta da bazı kanunlar işliyor, ekonomi bunun en önemli branşlarından birisi. Onun sonuçları da toplumu etkileyecek. Gayet tabi bu etkileme iyi olmayacak menfi olacak. Menfi olunca da tabi insanlar kendilerini düzenleyecek. Olacak tabu bu olacaktır. Benim gördüğüm şey bu. Yani tabiatın kanunları orda da işleyecek. Ama zarar verecek maalesef zarar verecek. İstemeyiz zarar görmesini ama yanlış bir şey yapıldığı zaman insan sonuçlarını çeker. Bu böyledir, tabiatta da bu böyledir, sosyal bilimlerde de aynı şekilde.
Kişi Dini akidelerle rasyonel olamaz
Ben bu konuyu etik açıdan felsefe açısından, hukuk felsefesi açısından belki siyaset felsefesi açısından değerlendirmeye çalışacağım, bu anayasa meselesini.
“-İnsanın en önemli özelliği düşünebilme özelliğidir. Bu özelliğe sahip olduğu için bu medeniyeti yaratmıştır. Bu düşünebilme özelliğini ne kadar çabuk kullanabilirse, o kadar hür olur ve içgüdülerinden bağımsız hale gelebilir. Bu konuyu en iyi olarak ele alan düşünür Imanuel Kant’dır.(2) Akıllı olan rasyonel olan insanın her halükarda aklını kullandığı ölçüde birtakım yan etkilerden, hatalardan, izlerden temizlenmesi mümkün olabilir. Bu yalnızca dini akidelere uymak usullere uymak suretiyle sağlanabilen şey değildir. İnsanlar bunu böyle zannederlerse çok büyük yanılgıya düşerler. Mustafa Kemal’in de en büyük özelliği, vasfı aklı kullanmak ve aklı da bundan sonra kullanmaya devam etmek ve bilimsel esasta bu şekilde hayatımızı normal hale getirmek olarak orya koymuştur. Bu bizim için en önemli güvencedir, bu güvenceyi hiçbir zaman unutmamamız lazımdır. Anayasa da bunu da alır.


Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (Bilgi Şöleni,  Bölüm 3)
Biz bilimlerle uğraşırken felsefeyle uğraşmayı ihmal ediyoruz ama felsefe yapabilmek için hukuk felsefesi yapan bir kişinin hukuku mutlaka bilmesi gerekir. Fizik felsefesi yapanın fiziği bilmesi gerekir vs O branşı bilmeyen bir kimsenin onun felsefesini yapması olmaz. Ama şunu söyleyebiliriz, bütün bildiğimiz bilimler yani keşfetmeye çalıştığımız kanunun ortaya koyduğumuz bilimler hepsi şu gruplara ayrılabilir: (Bu Imanuel Kant’ın tasnifidir) Ben de aynen o tasnife uyuyorum.
1-Birincisi fizik bilimleri. Fizik bilimleri Kant’ın kastettiği manada bir fizik değil, bütün tabi bilimler kimya, biyoloji de dâhil hepsi.
Burada birtakım kanunlar var, bizim yaptığımız marifet Newton’on başına elma düşünceye kadar, elma herkesin kafasına düşüyordu, Yerçekimi Kanunu da vardı, Newton bunu formüle etti. Demek ki belli kanunlar var ve biz bu kanunları keşfediyoruz, fizik bilimlerinin konusu bu. Bu kanunları biz mi yaptık, hayır biz yapmadık, biz istesek de istemesek de bu kanunlara da uymak zorundayız. Bu kanunları keşfettikten ve amacımız doğrultusunda kullandığımız zaman biz buna “teknik veya teknoloji” diyoruz. Bu mühendislik bilimi olabilir kendimiz birtakım ayrı işle yapabiliriz. Tıpta uygularsak da hastalıkları geçiririz, kendimizi de tedavi ederiz.
2-İkinci âlemi, ikinci bilim grubu da mantık alanıdır. Mantık bir noktada matematiği içine alır onun da birtakım kanunları vardır. Mesela iki kemiyet mukayese edildiğinde A ve B kemiyetleri A  B den büyükse, B de C den büyükse A  C den büyüktür. Bir mantık ve matematik kanunundur. Yahut endüksiyon ve redüksiyon yaparız. Ahmet ölümlüdür, Mehmet ölümlüdür, Ahmet de Mehmet de insandır, o halde insanlar ölümlüdür. Tersine genel hükümden aşağı indiğimizde de redüksiyonda da aynı şeyi yapıyoruz.
Şimdi bu kanunları biz mi yaptık. Hayır, bunları da biz yapmadık. Bu kanunlar var, biz bu kanunları keşfediyoruz ve biz bu kanunlara uymak zorundayız, istesek de istemezsek de. Çünkü beyin dediğimiz şey buna göre çalışıyor; bilgisayar da buna göre çalışıyor. Onun için herkes yapay zekâ diye yolunu şaşırıyor “aman mahvolduk” diyorlar ama o da insan eliyle çalışan bir mekanizmadan başka bir şey değil, bizim yaptığımız.
3-Üçüncü grup da şu, davranış kanunları. Nasıl davranayım ki davranışım doğru olsun, nasıl davranayım ki davranışım iyi olsun. İyi kötü doğru yanlış, bu da eğin konusudur yani ahlak felsefesinin konusudur. Biz zannederiz ki etik alanında da biz istediğimizi yapabiliriz. Yani keyfimize ne geliyorsa yaparız ve bunun da kanuni cezai hiçbir şeyi yoktur, böyle gider. Acaba öyle mi?
Bu sorunun cevabını araştıran ve ortaya koyan önemli düşünürlerden birisi Kant’dır. Kant’ın söylediği şudur görev alanı alanda çok güzel formüle etmiştir. Bunun Almancası Himperaktif yani kayıtsız şartsız emir prensibi. Keşfettiği kanun şudur: “Davranırken öyle davran ki davranışın sebebi olan hususun bir tabiat kanunun olmasını birinci grup bu gösteriyor, olmasını hür iradenle isteyebilesin, bu kadar. Bunu bütün davranışlarımıza uygulayabiliriz, ilkel davranışlar daim olmak üzere. Tabiat kanunun olmasını biz isteyeceğiz kendi davranışımızla. Mesela ben borç almak istiyorum, sizin paranız var, sizden para alıyorum, fakat bu veresiyeyi ödeyemeyeceğimi biliyorum. Direk yalan söylüyorum, “evet ben bunu yarın falan ödeyeceğim, diyorum bu yaptığım şey doğru bir hareket midir?
Kant’ın anlattığına göre, şimdi bunun bir tabiat kanununda olduğunu düşünün isteyebilir miyiz acaba borç alan kişi olarak. Çünkü aynı duruma düşeceğimiz için isteyemeyeceğimize göre, bu etik bir davranış değildir.
Yeteneklerimiz var hepimizin, yeteneklerimizi geliştirmiyoruz. Ağacın altına yatıyoruz, orada sırt üstü yaşıyoruz, yemeklerden faydalanarak. Bu kendimize karşı uyguladığımız bir mesele. Hatta bir Amerikalı ile bir Kızılderili olayı var, Amerikalı Kızılderili’nin yanına gidiyor, “ne yapıyorsun” diyor,  bu ağacın altında yatıyorsun, kalksan şöyle çalışsan” diyor. Kızılderili, “sonra ne olacak” diyor, Amerikalı, “para kazanacaksın” diyor. Sonra, tatil yapacaksın” diyor; Kızılderili “zaten tatil yapıyorum” diyor. Bu Kızılderili gibi yeteneklerimizi geliştirmezsek ağacın altında yatıp bir şey yapmıyorsak böyle devam edersek acaba biz bunu hür ortamda bunun bir tabiat kanunun olduğunu isteyebilir miyiz. Hiç şüphesiz isteyemeyiz, çünkü sahip olduğumuz her şey birilerinin eseri olarak orada ve biz ondan faydalanıyoruz. O halde isteyemeyiz.
Efendim intihar etmek, hayatımı ortadan kaldırmak istiyorum, çünkü başarısızım, umutsuzum, daldan aşağı atayım intihar edeyim, zehir içeyim. Acaba bu doğrumudur, etik midir, yanlış mı yanlıştır, çünkü ben eğer bunun bir hür irademle tabiat kanunu olmasını istese idim, o zaman her mutsuz olan adam, her canı isteyen adam intihar ederdi, ben herhalde dünyada olmayabilirdim, ben de birilerinin ürünüyüm, ya bir babanın ürünüyüm, o halde isteyemem. Onun için bu prensip herhalde önemlidir.
1776 da metafizik dersi dünyada ahlakın metafiziği adlı eserinde ortaya koymuştur Imanuel Kant. Şimdi bu düşünceyi daha sonra 1795 de milletler arası münasebete ve hukukun temel prensiplerine doğru götürmüş ve “Edebi Barış” adlı eseri yaratmıştır. 1795 “Ebedi Barış” adlı eser acaba devletler birbirleriyle barış içerisinde nasıl yaşarlar, bunun koşullarlı ne olması gerekir. Ne yapmalıyız ki insanları mezara girmeden ölmeden barış içerisinde olabilsinler.
Bu eserinin adını “Ebedi Barış” adını koymasının sebebi Imanuel Kant’ın hiçbir zaman için bu günkü adıyla Kanilgrat olan Doğu Prusya’nın başkenti Polonya ile Almanya arasında, Hitlerin marifeti yüzünden Almanların elinden çıkmış ve bir Rus eyaleti olmuştur. Oradan dışarı çıkmamıştır hayatında Kant, hayatı boyunca 1774-1824 bir daire çizseniz belki 15 km lik bir dairenin dışına çıkmamıştır. Çünkü söyleyeceği şudur: “Oralarda gezmek dolaşmak zaman kaybından ibarettir her şey burada vardır”. Ama kendisi okumuştur ve bunları koymuştur. Ölümüne kadar üniversitedeki derslerine devam etmiştir ve bu felsefe eserlerini yazmaya devam etmiştir. Son derece mütevazı bir hayat sürmüştür. Sabahları saat beşte kalkar, altıda giderken herkes saatini Kant’a göre ayarlar, “Kant geçiyor” diye. Üniversitede 7.30 (yedi buçukta) derse başlıyor. Bu şekilde yaşayan bir insan ve bu eseri yazarken de, Avrupa’ya gidenleriniz bilir eskiden ışıklı şeylerle yapıyorlar, lokantaların önünde tenekeden bir levha olur, rüzgâr estikçe tangur tungur diye sallanır. O restoranın adıdır veya simgesidir. O restoran, Kant’in ziyarete gittiği restoranda, kendine ödül veriyor, ara sıra kendini yemeğe çağırıyor. O Hollandalının lokantasında yemek yiyor. Lokantanın adı “Ebedi Barış’a” ve lokantanın tenekesinin üzerinde bir kilise resmi var. Kilisenin içerisinde bir bahçe var, orası da mezarlık. Biliyorsunuz, bizde de köylerde falan öyledir, köy mezarlığı hemen caminin yanındadır, namaz kılınır hemen oraya defnedilir, uzağa gitmemesi için, bu da Avrupa’da da bu böyledir. Dolayısıyla dua edip onu orada gömüyorlar.

Şimdi lokantanın adı bu, Kant hemen “buldum” diyor, eserin adını buradan koyuyor. Yani insanlar mezara girmeden acaba nasıl barış içerisinde yaşayabilirler,  durum bu. Bunu tarihi analizlerini siyasi analizlerini ortaya koyar. Altı tane ön şart, üç tane de belirleyici şart ortaya koymak suretiyle bu eserini ortaya koyuyor. Bu eser bu kadar incelikte bir eserdir, ama önemli çalışmalardan bir tanesidir.
Bu eserdeki bu altı ön şartı size okuyacağım ve tartışacağım ve anayasaya da buradan gireceğim. Çünkü anayasa da burada göreceğiniz gibi çok önemli şartlarından bir tanesidir. Yani bir ülkenin barış içerisinde olması ve ülkeler arasındaki barışın temini açısından da bu anaysa aynı derecede önemlidir, dünya barışı açısından.
Bu ön şartları söylüyorum. Bu ön şartlar matematikte hani bir üçgen eşkenar üçken olacaksa bunun ön şartı nedir önce üçgen olmasıdır. Üçgen olduktan sona eş kenar olması gerekir. Bu ön şartlar şöyle:
1-Gelecekte savaşa sebebiyet verecek hususları gizlice içeren hiçbir barış antlaşması geçerli değildir. Burada bizim Sevr Anlaşmasını hemen anlayabilirsiniz. Çünkü içerisindeki hükümler bundan sonraki çatışmalara sebebiyet verecek hükümlerdi. Ve Ne oldu Lozan Antlaşması oldu sonucunda. Yani biz tek taraflı olarak ortadan kaldırdık. Mesela Ege adalarında bizi zayıf gördükleri için, Kıbrıs da aynı şekilde istediklerini yapsalar bilfarz. Avrupa’yı arkalarına alarak, Rusya’yı arkalarına alarak bunu gerçekleştirmiş olsalar bir an için, acaba bu kalıcı olabilir mi? Bu barışa sebebiyet verebilir mi? Çünkü hep bana diyen, tek taraflı olan, bir iki taraf arasında mutabakat sağlanır mı? Böyle bir çalışmanın geçerli olması mümkün değil. Çünkü TC şu an 80 milyon yüz milyon olacak bir ülke. Yunanistan on küsur milyonluk bir ülke, bu ülke neye dayanarak bunu muhafaza edecek. Ne olacak bundan sonra bundan sonraki çatışmalara kapı açmış oluyorlar. Akıllı bir Yunanlı politikacı bunu yapmaz. Tek taraflı yapılmaması  gereken bir şey.  Demek ki mütakabat aranması lazım. Bu madde bunu içermektedir. Yapılan antlaşmalarda yapılması gereken fevkalade bir husustur.
2-Büyük veya küçük her ikisi için de geçerli, var olan bir devlet ikinci bir devlet tarafından veraset, değiştirme, satın alma hediye edilerek hediye edilemez. Bu şunu ifade ediyor. Her ülke kendi hür iradesiyle hareket eden insanlar var. Bunlar etik kanunlar olarak yaşıyorlar, ideal bir oturumdan bahsediyoruz, idare ediyoruz. Bu toplumun haklarını siz bir yerin başkanı olarak bir başkasına hediye edemezsiniz, hiçbir toprağı Filistin’de olduğu gibi çatışmasızlık ortamda parayla aldım ben oraya oturabilirim veya Türkiye’nin belli bölgelerini ele geçirip burada ayrı bir bölge oluşturmaya kalkmak kalıcı bir şey olamaz. Buna işaret ediyor.
3-Duran büyük ordular zamanla sona erebilir.  Bunu okuyan herkes “aman yav demek ki bizim Kant asker düşmanı antimilitaris bir adammış”, diyebilir, bir kanaate varabilir. Hayır, Kant bir antimilataris değil. Onun ifade etmek istediği şey şu: Her ülke vatandaşının yapması gereken vatandaşlık görevleri vardır. Vatanın savunması da bir vatandaşlık görevidir. Kadın ve erkek farkı olmaksızın yapılır, vergi vermek gibi, seçmek gibi, seçilmek gibi. Yani orduların halk ordusu olması lazımdır, paralı ordular değil. Paralı ordular, bu gün Kant’ın yaptığı analistler bu gün onu da görüyoruz Bilekfortur’da olmak üzere. Dünyadaki en büyük huzursuzluğun sebepleridir. Bir yere silah yığmak ve halk ordusundan çıkarıp profesyonel ordu yapmak. Bizim orduyu da öyle yapmaya kalkmışlardı.
Bu subayların varlığını tehdit eden veya subayların görülmemesi anlamına da gelmez.
4- Dördüncü ön şart, dış ticareti sağlamak için devlet borçlanması olmamalıdır. Bizi tarif ediyor, (salonda gülüşmeler) çünkü “borç alan emir alır” diyor ve en önemli tehlikelerden bir tanesi de buna uymak diyor. Olağanüstü durum olur, deprem olur, başka bir felaket olur, geçici yardım alırsınız” diyor bunu kast etmiyor. Ama dış ticaretinizi yürütmek için borç almak suretiyle iş devam ederseniz, bu sizi bağımlı hakle getirir”, diyor ve “bu sizi dünyadaki en büyük tehlikelerden birisi” diyor. Yani bir yere yığılmak parayı spekülatif sermaye en büyük tehlike” diyor. Ne zaman söylüyor, 1795 de söylüyor. Bu gün bundan 200 sene önce söylüyor ve çok doğru bir tespit.
5. Beşinci ön şart. Hiçbir devlet başka bir devletin anayasasına ve hükümetine güç kullanarak karışmamalıdır. Çünkü hür insanlardan oluşmuş olan bir devletin o milletin fertleri tarafından yapılmış olan mutabakat anayasası başkalarının karar vereceği bir husus değildir. Nitekim Avrupa Birliği (AB) Brüksel’de bir Avrupa Birliği (AB) anayasası yapmaya kalktı, bizim Merkel, Kant’ın memleketi olacak güya, hiç halka danışmadan hemen hükümet olarak bunu kabul etti geçiriverdi, Avrupa anayasasını; Fransız halkı ve Hollanda halkı bunu ret ettiler ve bitti. Onun üzerine Lizbon anlaşması yapıldı. Ben Fransa halkı ve Hollanda halkı karşısında şapka çıkarırım bu durum karşısında, Almanlara da üzülürüm. Böyle bir düşünürün yaşamış olduğu halde hükümetinin yaptığı işe bakın.
Şimdi süreç olarak bizi ilgilendiren gaileler var, “anayasayı şöyle yapın, hükümeti böyle yapın, şurayı da böyle yapın, terörle yasaklı mücadele etmeyin, şunu yapmayın”, bunu yapmayın”, bunlar ilerleme hareketleri değildir. Bu kararları verecek olan Türk Milleti olmalıdır. Türk milleti de tabi böyle fertlerde oluşan toplum olmalıdır, yani eğitimi de dahil buna gelişmesi de.
Şimdi buradan Atatürk’ün ne yapmak istediğini çok güzel görebilirsiniz, daha açık söylenemez.
6-Altıncı ön şart. Bence fevkalade önemli bir şart bu da. “Hiçbir devlet savaş esnasında başka bir devletle gelecekte ihtiyaç duyulacak karşılıklı güveni imkânsız kılacak düşmanca davranışlarda bulunmamalıdır”.  Düşman dahi olsa siz onda bir güven uyandırmak zorundasınız, istenilen güveni sarsacak davranışlarda bulunmamalısınız, herhalde ne söylemek istediğim aşikâr. Kim ne yapıyor şu anda bunu görebilirsiniz bu tarafta. Bunlar suikastçı katillerin devreye sokulması, zehir karıştırıcıların kullanılmaması, askerlerin hizmet anlaşmalarının bozdurulması, savaş yapan ülkeye ihanete teşvik vs. Terör kelimesini Kant kullanmıyor ama içerisinde eski tabirle mündemiç, şimdi şu anda Amerikalıların durumuna bakın, tam tersini yapmaktalar. Venezuela’ya bakın, Suriye’ye bakın, Türkiye’ye bakın her yere bakın bunu uyguluyorlar. Geçenlerde Amerika’nın Büyük elçisi Ceymıs Cefi vardı. Amerikan büyük elçileri yemeğe çağırdığında bir defasında bir dış işleri Bakanlığı müsteşar yardımcısı geldi. Dedi ki bizi dünyada Türkiye’de de sevmiyorlar” dedi. “Ne dersiniz buna” dedi. Ben burada, Bilkent’ten, ODTÜ den arkadaşlar vardı, “Amerika bizim dostumuz efendim Amerika olmadan olmaz, biz hep beraberiz”  filan falan dediler. Adamın istediği cevap alınmadı tabi. Ben dedim ki Mr Kantrn, siz Emanuel Kant diye bir adam duydunuz mu” dedim. “Evet, duydum” dedi. Onun “Ebedi Barış” adlı eserini okudun mu” dedim. “Hayır, okumadım” dedi. Belli oluyor, dedim. Bütün yaptığınız işler ona ters” dedim. Bu şekilde sevilmeniz de mümkün değil, dünyada barış etmeniz de hiç mümkün değil, dedim.
Kant’ın üç tane belirleyici kanıtı üç belirleyici şart şöyle:
1-Bir devletin içindeki yaşayan vatandaşların birbiriyle münasebetlerini teyiden ifade eden en temel kanun anayasadır.
2-İkincisi devletlerarasındaki münasebeti temin eden bir kural.
3-Her devletin içerisindeki vatandaşların öbür devletlerle münasebetini düzenleyen kural.
YÜZDE 51 LE ANAYASA YAPAMAZSINIZ, ÇÜNKÜ BÜTÜN TOPLUMU KAPSAMIYORSUNUZ.
Hani Kant 15 km lik dairenin dışına çıkmadı ama dünya vatandaşlığından bahsediyor, öbür taraftan. Her devlette halkçı anayasa Cumhuriyetçi Olmalıdır. Cumhuriyetçi demek halkın hemen hepsinin bütün grupları kapsayan olurun mutakabatı sağlayan bir anayasa demektir. YÜZDE 51 LE ANAYASA YAPAMAZSINIZ, ÇÜNKÜ BÜTÜN TOPLUMU KAPSAMIYORSUNUZ. Çünkü böyle bir anayasa yok hükmündedir, başından itibaren. Manipülasyonları bir tarafa bırakıyorum, oyların kullanılması kullanılmaması vs. Bütün toplumu temsil etmemektedir. O halde böyle bir anayasa toplumsal barışı sağlayamaz ve böyle bir anayasa olamaz. İşin kötü tarafı böyle bir anayasayı siz yaparsanız, iç barışı sağlayamadığınız gibi, diğer ülkelerle olan barışı da sağlayamazsınız. İç barış olmazsa dış barış da olmaz. Nitekim bunun sonuçlarını Suriye politikasında görüyoruz, Irak politikasında görüyoruz, başka politikalarda görüyoruz. Başkaları da bunu gözlüyorlar, düşmanlarımız dâhil olmak üzere. Demek ki burada ciddi bir hata yapılmıştır. O halde bunun bir an önce telafi etmesi lazım. Her şeyi bir tarafa koyuyorum. En temel mesele burada anayasayı yapan her şeyden önce bir anayasa yapan meclis olması gerekirdi, mevcut Meclis değil. Bu kadar bir değişiklikler yaptığınız o zaman kurucu meclis anayasal meclis yapmalıydınız, ondan sonra anayasa yapmalıydınız. 61 ve 82 Anayasaları öyle oldu. Bu iş böyle yapılır, bunu böyle yapmadığınız takdirde böyle olur. Uydurma bir hale gelir ve yanlış, yanlış, dolayısıyla bunu mutlaka düzeltilmesiz lazım.


Anayasaya Aykırı Anayasa Değişiklikleri Sempozyumu (Bilgi Şöleni,  Bölüm 3)
İkincisi Uluslar arası hukuk hür devletlerin federalizmi üzerine oturtulmalıdır. Birleşmiş Milletler (BM) düzeni tazeliyor, tam olmasına 150 sene önce ve uluslar arası hukukun prensipleri de buna dayanır, Kant’ın yaptığı şu çalışmaya dayanır. Çok önemli, dolayısıyla biz BM leri kurduk ama Cemiyeti Akvamdan sonra, şu yaptığımız şekliyle hala İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin detoneleriyle dünya yönetilmekte ve işte onun için de “dünya beşten büyüktür” diyor, bizim Cumhurbaşkanı. Daha önce Gaddafi aynı şeyleri söylüyordu. Şavez aynı şeyleri söylüyordu hiçbir şey çıkmadı tabi. Ama bu bir şeyler çıkaracak herhalde, dünya yönetilemiyor, oraya çıktı.
Nihayet dünya vatandaşlık hakkı yani bir devletin vatandaşlarının diğer ülkelerle olan münasebetini düzenleyen husustur. Dünya vatandaşlık hakkı genel misafirlik şartlarıyla sınırlıdır. Bu şunu içeriyor, siz başka ülkeye gidebilirsiniz, vize almadan ziyaret edebilirsiniz ancak orada kalabilmeniz oradaki insanların bunu kabul etmesine bağlıdır. Bu olmadan “ben geldim” diyemezsiniz. “Ben burada yaşayacağım” diye hiç diyemezsiniz bu da şartı ortaya koyuyor, hepsi bundan ibaret. Bence bundan güzel ifade edilemezdi, ben buraya bazı şartlar ekleyebilir miyim” diye çok çalıştım. Hala de çalışmaktayım, bir şey ekleyemedim henüz. Yani ondan dolayı Kant’ın önünde şapka çıkarmaya devam ediyorum, zaten çıkarmamız lazım.
Şimdi buna ek olarak Kant’ın söylediği en önemli şeylerden biri, o da şudur: “İnsanlar etik davrandıkları ölçüde hürdürler. İnsan hür olmayı etik davranışlarıyla sağlar, çünkü aklını kullanarak bunları yapar, içgüdülerinden bağımsız hareket eder. Yani hürriyet kavramına kavuşmak insanın etik davranması ne kadar gerçekleştiğine bağlı olan bir husustur”.
Demek ki bizim eksik olan tarlarımızdan birisi dini eğitimle biz, cami eğitimiyle Kuran ezberleyerek bu işi verdiğimizi zannetmekteyiz veya türban bağlayarak veya benzeri şeyleri. Bunlar tamamen şekle dönüş şeyler hiçbir şekilde içerikle alakası olmayan şeyler, etikle de ilişkisi maalesef yok. O halde bunu temin edecek bir eğitime ihtiyacımız var. Atatürk’ün rasyonalite özellikle laiklik prensibi ve her şeyden önce dini Tanrıyla kul arasında olan münasebet halinde tanımlaması, biraz önce şu Kant’ın anlattıklarıyla yüzde yüz örtüşmektedir. Ama biz bunu maalesef çok genç anlıyoruz. Şu anda bu hale düşmüş vaziyetteyiz, kutuplaşmış vaziyetteyiz, bir kör dövüşü bir cahillik kavgası oluyor açıkçası. Hem de okumuşlar arasında oluyor işin kötü tarafı. Kenan Evren’in bir tabiri vardı “okumuş cahiller” diye, Kenan Evren’in bu görünüşüne de katıldığımı söyleyeyim. Çünkü okumak bu hadiseleri görmeyi sağlamıyor, en önemli şeylerden birisi biz belli bilgileri hafızlayarak tekrar ederek bir şeyler bildiğimizi zannediyoruz. Böyle olmuyor. Düşünmeyi, her şeyden önce yeğleyecek bir eğitim tarzına ihtiyacımız var. Bunu taa küçükten itibaren ailelere de vermek lazım, okulda da vermek lazım.
Sosyal medyada bir şey dolaşıyor hepinize gelmiştir, muhtemelen, cep telefonunu icat etmişler, otomobili icat etmişler onu icat etmişler bunu icat etmişler, güzel dinimiz bize kalsın, çocuklar sorgulayıcı olmasın, sormasın ne dersek onu yapsın. Yanlış bir şey, yanlış ve bu şekilde bir yere varmamız mümkün değil. Maalesef eğitimde de aileler olarak da, okullar olarak da, böyle bir hatanın içerisinde bulunmaktayız.
Demek ki anayasamız hem yapılış tarzı itibariyle, hem içeriği itibariyle eksik ve yanlış olduğunu görmüş oluyoruz ve buradan çıkan sonuç da çok açık, yeni bir Cumhuriyetçi anayasaya ihtiyacımız var. Bu güne kadar yapılan tecrübeleri değerlendirerek, 61 Anayasası en ideal bir anayasa şu ana kadar, bunu tekrar yapmamız lazım, ilk yapılması gereken şey bu. Şu anda dünyada maalesef bir despotizm var, yani genel olarak despotizme bir yönelme var, bu çok tehlikeli mesela Çin Halk Cumhuriyetinin Başkanı Che  Ping ömür boyu başkan seçildi. Bu tesadüf falan değil. Putin aynı şekilde nerede ise ömür boyu olmasa da ona benzer bir durum var. Amerikan Başkanı Trump a bakıyoruz, anayasalarına rağmen o da b öyle bir despotizm içerisinde. Aynı şeyi Mısır’da görüyoruz, İran’da, Suriye’de, Suudi Arabistan’da (Kaşıkçı Cinayetini düşünün), Körfez ülkelerinde vs her yerde bunu görüyoruz.
Yani demek ki o zaman dünya büyük tehlike ve tehditle karşı karşıya, despotik yapılar ortaya çıkıyor.
Kant’da demokrasi kelimesi geçmedi dikkat ederseniz, Cumhuriyet geçti, Kant demokrasiyi bilmediğinden değil. Çünkü demokratik olarak yüzde 51  (50/100) le siz bir anayasa yaparsınız ama bu cumhuriyetçi anayasa olmaz, buna demokratik despotizm diye yorumlanır. Yani yüzde 51 le yapılan bir anayasa demokratik despotizmin ifadesidir.
Bu şekilde ben yaptım oldu da olmaz, Çok yanlış.
Demek ki özetle, yeni anayasa gerekli, Cumhuriyetçi anayasa gerekli, bu anayasa eksik ve yanlış, bu şekilde olmaz. Bunu değiştirmek ana görevimizdir ve topluma bunu anlatmakta ana vazifemizdir. Önce kendimiz ne kadar berrak anlarsak, halka da hep beraber öyle anlatırız”. Alkışlar.
Not: Bundan sonraki dördüncü son bölümde Prof.Dr. Ümit Kocasakal’ın konuşmasını sunacağız.

Cevat Kulaksız


Cevat Kulaksız 
SONNOTLAR
(1) Prof. Dr. Sencer İmer:
1942 yılında Ankara'da doğdu. İlk ve orta tahsilini Ankara'da tamamladı. 1960'da devlet burslusu olarak Almanya'ya gönderildi. Berlin Teknik Üniversitesinden 1968 yılında Metalurji yüksek mühendisi olarak mezun oldu. 1973'de Berlin Teknik Üniversitesinde Metalurji alanında doktorasını verdi. 1973-1982 yılları arasında Berlin Teknik Üniversitesinde bilimsel çalışmalar ve öğretim üyeliği yaptı. 1982-1992 yılları arasında BM uzmanı olarak DPT de müşavirlik ve çeşitli bakanlara danışmanlık yaptı. Erdemir, asil-çelik ve TDÇİ Yönetim Kurulu üyeliği ve başkan vekilliği görevlerinde, 1989-1992 yıllarında TDÇİ genel müdürlüğü görevinde bulundu. 1992'den beri AÜ Fen Fakültesinde öğretim üyeliği yapıyor. Ayrıca Hacettepe ve TOBB üniversitelerinin uluslararası ilişkiler bölümlerinde Türkiye Ekonomisi ve karşılaştırmalı ekonomi dersleri vermektedir. Şuan Anka Enstitüsünde Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmaktadır.
https://ankaenstitusu.com/team_members/prof-dr-sencer-imer-2/                                   
(2)Immanuel Kant Kimdir? (1724-1804)
Immanuel Kant; 1724 yılında Doğu Prusya da bir kasabada dünyaya gelmiş, ünlü Alman filozofudur. Hayatını doğdu şehirde geçiren Kant, Konigsberg Üniversitesinde felsefe, fizik ve matematik eğitimi alarak belli konular üzerinde kendisini geliştirmeyi başarmıştır. VII. yy. da İskoçya’dan Prusya ya göç etmiş bir fakir bir aileydi. Fakir bir ailenin çocuğu olan Kant maddi sıkıntılar içinde bir çocukluk geçirmiştir.
Öğrenim hayatı sırasında babasını kaybeden Kant, hem çalışıp hem okumak zorunda kalması üzerine özel öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Kant geliştirdiği düşünce sistemini de bu dönemde geliştirip, doktorasını tamamlamış ve bunun ardından da Konigsberg Üniversitesinde öğretime başlamıştır. 1770 yılında profesörlüğe yükselen Kant, emeklilik dönemine kadar çeşitli statülerde üniversitede çalışmaya devam etmiştir. Matematiği seven ama felsefeye özel bir ilgisi olan Kant, üzerinde yaptığı çalışmalar sonrasında 1781 yılında felsefe alanındaki ilk eserini vermeyi başarmıştır. (Saf Mantığın Tenkidi) Daha sonra yaptığı çalışmalarına ve eserlerine devam eden Kant, eserlerinin yanında genç yaşında güneş sisteminin meydana gelişinin üzerinde çalışmalar yapmaya başlamıştır. Yaptığı çalışmalar ile Nebula hipotezini ortaya atmıştır.
Alman filozofu Kant, Alman felsefesinin kurucu isimlerinin arasında yer alırken üzerinde yaptığı çalışmalar sayesinde felsefede kendinden sonraki döneminde aydınlatıcısı ve yol göstericisi olmuştur. Felsefede Bilgi Kuramını ortaya atmıştır. Kant’ın yaptığı felsefenin kolay anlaşılabilmesi için, onun çalışmalarının öncesi ve sonrası ile diğer filozoflar ile olan bağlantılarının da araştırılması ile daha kolay anlaşılabilmektedir. Kant il çalışmalarını Leibniz’in etkisi altında kalarak yapmış daha sonra ise, Hume’nin fikirleri ile karşılaşarak insanın bilgisinin sınırlarını belirlemeyi arzu etmiştir. Kant’ın hareket noktası daima bilgi olmuş ve yazdığı eserlerinde insanın sadece tecrübe ederek kazanacağı bilginin sadece tabiat bilgisi olacağını ileri sürmüş ve bunun metafizikte geçerli olamayacağını ileri sürmüştür. Hareket noktası bilgi olan Kant, insanın sahip olduğu bilginin yapı ve sınırları üzerinde durmuştur. Yaptığı araştırmalar sonrasında Kant’a göre bilgi, kavramlar arasında gösterdiği münasebet ile aynı zamanda bir hükmü ifade ettiğini ve bununda bir bilgi kaynağı deneyi olduğunu belirtmiştir.
1724 yılında dünyaya gelen Kant, 1804 yılında 80 yaşında iken hayatını kaybetmiştir. Yaşamı boyunca yaptığı çalışmalar ile birçok eser bırakmıştır. Yaptığı çalışmalar günümüzde de hala kendisinden bahsedilerek kullanılmakta ve kendisinden sonrakilere bilgi kaynağı olmayı başarmıştır. Eserlerinin yanında, günümüzde kendisinden bahsedilmeyi başaran bir çok özlü sözleri de bulunmaktadır.
Kant’ın sözleri,
*Böcek olmayı kabul edenler, ayaklar altında kalıp ezilmekten yakınmamalıdır.
� *Bilgi, deneyle başlar ama deneyden doğmaz.
� *İnsanın yaratıldığı böyle yamuk odundan, düzgün hiçbir şey yapılamaz.
�* Başkalarını kendi amaçlarını gerçekleştirmek için araç olarak görme.
� *Her ne kadar inanmasam da, bir tanrının varlığını kabul etmek gerekir.
� *Aydınlanma; kişinin kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir.
� *Söylediklerimizden çok, söylemediklerimize pişman oluruz. Dile getirilmemiş düşünce, gidilmemiş yoldur.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget