Şubat 2018
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Şeker Fabrikaları - Güner Yiğitbaşı
Şeker fabrikaları satılarak özelleştirilecekmiş.

İyi güzel de, buna niçin gerek duydunuz beyler?

Bu girişiminizin amacı; özelleştirme adı altında, bu fabrikaları kapatmak ve işçilerini işsiz bırakmak mıdır?

Şeker fabrikalarını satacağınız alıcılara, bu fabrikaları en az on yıl süreyle daha çalıştırarak şeker üretmeye devam mecburiyeti ve  koşulu getirecek misiniz?

Yoksa, böyle bir koşul getirmeden, eti senin kemiği benim, ye terki satın al ve bana parasını öde, sonra bu fabrikaya ne yaparsan yap, ister işletmeye devam et, istersen yık, arsasına da AVM ve rezidans yap mı diyeceksiniz?

Bu satışın arkasında yatan, haklı ve halkın yararına olması gereken sebepleri, halkımıza bütün çıplaklığı ile anlatmak ve açıklamak, halkımızı ikna etmek zorundasınız. Bu zorunluluk, sizin aklınız almasa da, şeffaf ve gerçek demokrasilerin olmazsa olmazıdır.

Demokrasi, sizin kıt aklınıza sığmayacak kadar basit  ve kolay bir kavram ve yönetim biçimi değildir.

Demokrasi; sizin anladığınız gibi, seçim ve seçim sandığında çoğunluk oylarını alarak iş başına gelerek, keyfi bir şekilde ülkeyi yönetmek değildir.

Sürekli yazdık, seçim çoğulcu demokrasi için zorunlu ama, asla yeterli değildir.

Sandıktan çıktım, kimseye danışmadan, ülkenin ve halkın yararına olup olmadığını tartışma gereği duymadan, hiçbir haklı neden ortaya koymadan, kayıtsız ve şartsız artık istediğim kararı alırım ve uygularım, ülkeyi babamın çiftliğiymişçesine istediğim gibi yönetirim anlayışı, demokrasi değildir, sandıktan da çıksanız, size rey veren ve/veya vermeyen tüm halkın ve ülkenin menfaatine uygun olmayan kararları alarak, hiçbir haklı ve makul gerekçe açıklamadan uygulamaya koymak, kimse alınmasın ama, dikta rejimlerine has bir özelliktir.

Ülkemizin saygın tıp insanlarının açıklamalarına göre; şeker, özellikle yaşını başını almış belli yaş grubu insanlar için bir zehir olsa da, tıpkı hastaların kullandıkları bir zehir olan ilaçlar gibi, ölçülü ve yerinde kullanılması halinde, özellikle gençlerin gelişmelerinde bir enerji kaynağı olarak gerekli olan bir besin kaynağı olup, zehir de olsa, vaz geçilemez olan Şeker’in, hiç değilse insanlarımız için en az zararlı olanını üreterek veya üretimini sağlayarak halkının tüketimine sunmak, halkının sağlığına önem veren ve halkının sağlığını korumakla görevli olan demokratik ve  sosyal bir hukuk devletin en önde gelen görevidir.

Satılmak istenen şeker fabrikaları; bize, cumhuriyetin kuruluş yıllarından ve Atatürk ‘den hatıra, şeker pancarından şeker üreten, bu nedenle, ürettiği şekerler halkın sağlığına en az zararlı olan fabrikalardır.

Günümüzde; küresel güçler tarafından, daha az maliyetle daha çok miktarlarda üretilerek, bizim gibi demokrasi kültürü zayıf seçmenlerin oylarıyla iş başına gelen geri kalmış ülkelere satılarak insanları zehirlenen, şişmanlatıcı ve kanser yapıcı özelliklere sahip nişasta bazlı şekerlerin önünü açmak ve bu küresel güçlere haksız ve bol kazanç sağlama amacıyla, şeker pancarından şeker üreten fabrikaların önlerinin kesilmek istendiğine tanık olmaktayız.

Hükümetin; almış olduğu, şeker fabrikalarının satılması kararının haklı ve makul gerekçelerini, bugüne kadar kamuoyuna  açıklayamaması da, amacın halk sağlığına mutlak zararları kanıtlanmış olan nişasta bazlı ve genetiği değiştirilmiş şekerlerin kullanımının önünü açmak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Şayet biz yanılıyorsak ve siyasal iktidara bir  haksızlık yapıyorsak, siyasal iktidar; şeker tüketen halkının, şeker pancarı üreten köylülerinin ve pancar küspelerini hayvanlarına yem yapan hayvancılıkla uğraşan halkının zararına olarak almış olduğu, şeker pancarına dayalı şeker üretimi yapan şeker fabrikalarının satılarak özelleştirilmesi kararının haklı gerekçelerini, derhal kamuoyu ile paylaşmak ve halkımızı ikna etmek zorundadır.

27/02/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Yüksek Seçim Kurulunda da mı “Kumpas” Kurulmuş!
Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) öteden beri, içindeki yargıçlarla en seçkin, en tarafsız bir kurum olduğunu, orada ayırma, kayırma, kumpasın olamayacağını bilirdim.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan son anayasa değişikliğindeki halkoylaması referandumunda mühürsüz zarfların, ilgili seçim yasasına göre iptali gerekirken, (hayır oyları yüksek çıkacağı endişesi ile) bir AKP linin istemi ile YSK nun yasaya rağmen mühürsüz zarfları, geçerli sayması gerçekten kafaları karıştırdı ve şüpheler uyandırdı. 
Kamuoyunda bu böylece tartışılırken Mayıs 2017 de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, referandumda mühürsüz oy pusulası ve zarfların da geçerli sayılmasına dönük karar veren Yüksek Seçim Kuruluna yönelik eleştirilerini sürdürürken grup toplantısında yaptığı konuşmada, “YSK deki  “çete” ifadesini kullanarak şöyle demişti:
“İnsanlar sandığa gittiler. Vatandaş görevini yaptı, “hayır” çıktığını görünce YSK’ deki çete bütün millete kumpas kurdu” diyen Kılıçdaroğlu, “ben onlara ”çete” dedim diye suç duyurusunda bulundular.
Neyle gelirseniz gelin üzerimize, bunun hesabını size soracağız” ifadesini kullandı. “Şimdi kurdular ya çeteyi YSK’ de, niye çete?” diye soran Kılıçdaroğlu, “Bir grup insan bir araya gelip kanunsuz bir iş yaparsa onlara çete denir. Siz bunu yaptınız mı? Yaptınız. Tam kanunsuzluğu yaptınız. Çetesiniz işte” diye konuştu. Kılıçdaroğlu YSK’deki hâkimler için de şu ifadeleri kullandı: “Hukuka uymayan, kanunlara uymayan bir hâkim olmaz. Kendini TBMM’nin üstünde gören kişiye hâkim denmez. Bir daha şikâyet etsinler. Onurunu, şerefini satan insana hâkim denmez. Kanunun açık hükmünü çiğneyeceksiniz ve biz ses çıkarmayacağız. Oturacaksınız koltuklarınıza, siyasi otoriteden talimat alacaksınız. Gerdan kıracaksınız egemenin karşısında. İki büklüm eğilen adama hâkim denmez, onursuz adam denir”. (1)
“ÇETE” SÖZÜNE SUÇ DUYURUSU
Kemal Kılıçtaroğlu’nun “çete” sözü üzerine Yüksek Seçim Kurulu Başkanı Sadi Güven, "Kimsenin Yüksek Mahkeme olan Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarınca kendi üyeleri arasından salt çoğunlukla seçilen Yüksek Seçim Kurulu Üyelerine, Yüksek Seçim Kurulunun içine çöreklenmiş bir grup çete mensubu deme hakkı yoktur”. Bu şekildeki hakaret içeren önceki ifadeleri nedeniyle ilgili hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurularında bulunulmuş, Başsavcılıkça düzenlenen fezlekenin Türkiye Büyük Millet Meclisine iletilmek üzere ilgili merciye gönderildiği öğrenildi.(2)
YÜKSEK SEÇİM KURULUNDA “KUMPAS” MI?
Son anayasa referandumu için  “şaibe”, “çete” “suç duyurusu” süreci böylece devam ederken, 19.02.2018 günü e-postama ekte sunduğum,  "YSK YAZILIM MÜHENDİSİNDEN İTİRAFLAR”  başlıklı mesajı tanıdık bir müfettiş arkadaş gönderince, eğer doğru ise, inanın çok şaşırdım.  Çünkü YSK da asla yapılması mümkün olamayacak olayları (kumpası) bir bilişim uzmanın tanıklığı ile açıklanınca  dehşete kapıldım.  Elektronik postama gelen bu kumpas mesajını aynen aşağıya alıyorum, lütfen bir de siz okuyun:
“AÇIK HUKUKSUZLUKLA DEVLET YÖNETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR !...
Gönderen: armagan büker <buker45@hotmail.com> adına buker444@gmail.com <buker444@gmail.com>
Gönderildi: 17 Şubat 2018 Cumartesi 20:44
Konu: YSK

 Asunto: YSK
 Kimden: Oktay Sayil <oktays93@gmail.com>
Tarih: 3 Şubat 2018 18:59:51 GMT+3
Kime: undisclosed-recipients:;
Konu: İlet: Fw: "YSK YAZILIM MÜHENDİSİNDEN İTİRAFLAR
“Konu:  "YSK YAZILIM MÜHENDİSİNDEN İTİRAFLAR
BTK’ da 11 yıl, 4 yıl Tübitak'ta ve devletimizin birçok alanında yazılım ve programlama ihtiyacını gidermiş biri olarak ve son olarak YSK"nın seçim yazılımı üzerine çalışma yapmış bir sistem mühendisi olarak söylüyorum, çok ciddi bir kumpas var. 
Saat 18.00 ile 20:45 arası YSK’ da bir sürü dalga, dümen, tezgâh döndü ve bizi tehdit ettiler. YSK’ da çalışan üst memurlar bir bokun içine battıklarını söyleniyorlardı ve bunu bir grup veri merkezindeki yazılımcı ile tehditle, zorbalıkla AA ile birlikte koordinasyonlu ve sistematik şekilde manipüle ederek “Votescrolling” oy kaydırma işlemi yaptılar. 
Bu işlem saat 20.00 ila 20.50 arasında oldu. Televizyonda fark edilmiş olmalı ki, 3.5 M oy farkı 20 dakika içerisinde 1.2 M düştü, bu dakikalarda benim Server Management ile bağlantım kesildi. CHP ve diğer partilerinde YSK Seçim Programında bilerek kesinti yaşandı. Çünkü Fake column’lar row edildi. (sahte Değer) aradaki fark kapatılmaya çalışıldı. Yazılımcılar programa ve veri tabanına manuel edit işlemine başladılar matematiksel olarak her şeyi elle değiştirdiler. Aslında bu tezgâh haftalar belki de aylar öncesinden hazırlanmıştı, provalar yapılmıştı bile. 
Size rahat bir şekilde "HAYIR" oyunun geldiğini söyleyebilirim. Çünkü system Administrative  alanındayım ben. Ve oylar Server Database insert aksini takip ediyordum ve sql sorgusu gönderildiği vakit 'Hayır'ın %9'dan fazla farkla önde olduğunu da söyleyebilirim. Savcıların güçlü uzmanlarla YSK’da sistem loglarına 20:00 ile 20:45 arası baktırması her şeyi çözecektir. 
Yazdıklarımda yazılımsal bazı terimler var. Yazılımla ilgilenenler zaten ne demek istediğimi anlayacaklardır. 
Hoşça kalın.  
Not: Bu yazımı her yerde engelleyebilirler”.
Yüksek Seçim Kurulunda da mı “Kumpas” Kurulmuş!

KUMPASCI BİR DEVLET Mİ OLDUK
Bir ülke düşünün ki, her kurumunda devlete karşı adeta kumpas kurulmuş, orduya kumpas kurulup yüzlerce subay yıllarca boş yere hapis yatırılmış; yargıya kumpas kurulmuş, yargı yönetimin eline geçmiş, muhaliflere kumpas, gazetecilere kumpas sanki bir kumpaslar ülkesi olduk. Allayıp pullayarak (halka kumpas kurarak) halkı kandırıp dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan çağ dışı bir anaysa değişikliği yaptırılıyor. Eğer gerçekse, yukarıda mesajı verilen bir bilişim mühendisinin açıkladığı gibi YSK da yine kumpas kurarak  “hayır” ı “evet” e çevirebiliyorlar. Bu kumpaslarla devletin tüm kurum ve kuruluşları, MİT inden tutunda, en küçük birimine kadar tek adam diktatörlüğüne dönüştürülüp, ona bağlanmış durumda. Böyle bir ülkeye demokratik denilmez, sanırım. Avrupa’nın bazı liderleri sitemle, “Laik TC erim erim eriyor”  diyorlar.
AB li ülkeler, birçok konuda Türkiye’ye karşı tavır alıyorlar. Bu Türkiye düşmanlığından ziyade, demokratik ülkelerde hiç olmayacak anaysa, yargı, yürütme, yasamadaki çağ dışı uygulamalara tavır aldıkları içindir. Bu saydığımız çağ dışı yöntemleri AB içinde bir başka ülke de kendi ülkesinde uygulasa, ona da aynı tavrı korurular. Çünkü laiklik ve demokratik değerler Avrupa demokrasi kültürünün özünü, mayasını teşkil eder.

Avrupa’da hiç görülmeyecek tek bir örnek verelim, düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de tam 1 yıldır tutuklu bulunan Die Welt gazetesi muhabiri Deniz Yücel için neyle suçlandığı hakkında iddianame hazırlanmamış, Başbakan Yıldırım Alman Başbakanı Merkel’le görüşünce hemen serbest kalıyor, bu nasıl bir ucube hukuk. Ne ki, Türk hapishanelerinde böyle iddianamesiz bir yıldır tutuklu olan nice onlarca kişi bulabiliriz.

Avrupa’nın hiçbir ülkesinde gazeteciler, yazdıkları haberleri için tutuklanamaz.
Kısaca basının, ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede asla çağdaşlık olamaz; çağdaşlığın olmadığı bir ülkede de demokrasi gelişemez; demokrasinin olmadığı bir ülkede hiçbir yaratıcılık olamaz. Örnek mi, bakınız dünyadaki 57 Müslüman ülkesine, hangisinde bu demokratik değerleri görebilirsiniz. Bu nedenle de her yönden dünyanın en geri kalmış, sadece sefalet ve terör yaratan ülkeler.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR
(1)https://www.evrensel.net/haber/318968/kilicdaroglu-yskdeki-cete-tum-millete-kumpas-kurdu
(2)https://www.haberler.com/ysk-dan-kilicdaroglu-hakkinda-suc-duyurusu-10572341-haberi/

Ülkemize sığınmaya çalışan şu kadına yapılana bakın!
Aşağıdaki yazıda belirtilen, üç çocuğu ile ülkemize gelip sığınan bir Mısır’lı kadının mektubunu Sözcü’den Necat Doğru’nun “Hımara girmiş hukuk” başlıklı yazısından aldım.

Mektubu ben de okuyunca inanın dehşete kapıldım. Evli barklı çoluğu çocuğu olan devletin bir ildeki müdürünün, ülkemize sığınmış üç çocuk annesi kadına yaptığı kepazeliği lütfen bir de siz okuyun.

AKP nin “yandaş” diye, “bizden” diye devletin muhtelif kademelerine, (rektör, müdür, memur vb) atadığı böylesine liyakatsiz kişiler, gittikleri yerlerde ya toplumu utandıran aşağıdaki mektupta olduğu gibi işler yapıyorlar, ya da,  çağdaş dünyayla bağdaşmayan sözler söylüyorlar.  15 yıllık AKP iktidarının değişik zamanlarında böylesine iktidar yakını yöneticileri gördük, tanıdık, Bunları tek tek sıralarsak yazımızın boyutunu aşar.

Bu kişiler, Konya’daki gibi ya milletvekilinin kardeşi, yakını oldukları için doğru düzgün yargılanmıyorlar bile.

Kadının mektubunda açıklandığı gibi, olayı yaratan kişi iktidar milletvekilinin birinin kardeşi ve Konya Göç İdaresinde Müdür. Görevi gereği yapması gereken iş için, görevini kadını elde etmekte kullanan şantaj olarak kullanan bir “kuşaktan aşağı kafalı” kimse.

Böylesine sığıntı gelen üç çocuk annesi bir kadın ülkemizin misafiri sayılır, o gurbette ürkek bir güvercin gibidir. Onun namusuna sataşmak ne kadar ahlaka sığar siz okuyun, düşünün ve yorumu siz yapın. 



“Mısır'dan 2017 yılı Kasım ayında Konya'ya geldim. İkametgâh izni için Konya Göç İdaresi Müdürlüğüne gittim. İsmini bilmediğim Yemenli bir kadın yanıma gelip benim işimi kurum yetkilisinin çözebileceğini söyledi. İsminin Ahmet B. olduğunu öğrendiğim Göç İdaresi yetkilisinin yanına çıktım. Kimlikte resmin bana ait olup olmadığını teşhis etmesi gerektiğini ve yüzümdeki peçeyi açmamı istedi. Açtım. ‘Tamam, sensin sana yardımcı olacağım sen şimdi git' dedi. Saat 18.30 sıralarında evime geldi. İkisi kız biri erkek çocuklarım kendi odalarına geçti. Bu sırada bana ‘Sen çok hoşuma gittin senle evlenmek istiyorum‘ dedi. Şaşırdım. Hiçbir şey demedim. Sonra kalkıp gitti. Ne yapacağımı bilemedim. Konya Göç İdaresi Müdürü ertesi gün saat 11:00 sıralarında tekrar arayarak evime geleceğini söyledi. 5-6 dakika sonra kapı çaldı. Kapıyı açtığımda kendisi karşımdaydı. Eve girdi. Bir süre oturdu. Kızım mutfağa çay almaya gittiğinde ‘benimle birlikte olmak istediğini' söyledi. Çok korktum. İki kızımı yanıma alıp Ankara'ya gittim. Burada bir ev tutup oğlumu ve eşyalarımı almak için tekrar Konya'ya döndüm. Cuma günü evde akşam namazı kılarken kapı çaldı. Oğlum kapıyı açmış. İçeri girdiğimde Ahmet B. oturuyordu. Oğluma para verip bakkala gönderdi. Yanıma yaklaşıp ‘Bak şimdi yalnızız seni açık görmek istiyorum. Saçlarını, tenini görmek istiyorum' dedi. Bu sırada oğlum gelince geri çekildi. 1 saat daha oturup gitti. Cumartesi günü ben evde yalnızken Konya Göç Müdürü Ahmet B. saat 12.30 sıralarında evime geldi. Kapıyı açtım. İçeri girdi. Hemen oğluma polisi araması için mesaj attım. Yaklaşık 10-15 dakika sonra oğlum Kerem ile polisler eve geldi. Odada oturan Ahmet B.'yi polisler alıp götürdü. Kendisinden şikâyetçi oldum”.

Ne oldu şikâyet, örtbas, hava-cıva; ülkemizde dayısı olana hukuk işliyor demek ki. Ne oldu bilmiyorum, o garip kadına.

Kaynak: “hımara girmiş hukuk Necati Doğru Sözcü 18.02.2018 sf 2

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Sünnetliler  Sünnetsizler - Cevat Kulaksız
Arkadaşlar, internette dolanırken başını değil, beynini bohçalamış Serap ismindeki bir türbanlı kadının “Atatürk’ün sünnetsiz” oluşuna değinen  sosyal paylaşım sitesindeki hezeyanlarını okuyunca çok şaşırdım. Bu dincilerin işi gücü, meyilleri kuşaktan aşağı işler. Bu dincilerin eylemlerine bakın,  yok 9 yaşındaki çocukla evlenme, yok tecavüzler, 3-4 kadınla evlenmeler, “muta nikâhı”  bunları teyit eden fetvalara bakın.
İşte bu paylaşım sitesindeki resimle yazıyı ve öteki kuşaktan aşağı işleri görünce, biraz da utanarak,  ben de buna katkıda bulunmak, yanıtlamak istedim.
Atatürk’ün sünnetsiz olduğunu nereden biliyorsun be kadın, adamın altına mı yattın, diyeceğim ama bu olanaksız. Ne ayıp, uğraşacak başka bir iş bulamadın mı?  Madem kuşaktan aşağı işler senin türbanlı beynini meşgul ediyor,  şimdi seni şaşırtan bazı gerçeklerle yanıt vermek istiyorum. Önce şu medyadan aldığımız olaylara bakalım.
Ülkemizde kuşaktan aşağı işler konuşuldukça,  bu işlere kafa yoruldukça, ne yazık ki tecavüz olaylarının arttığını görüyoruz. Öyleyse türbanlısı, sakallısı bilmem nelisi, kuşaktan aşağı ileri bırakalım, konuşmayalım, kendimizi faydalı işlere yöneltelim. Sünnetli de sünnetsiz de birbirinden ne fazla, ne eksik, insanı çağdaş insan yapan aldığı eğitim ve kültürdür. Ne yazık ki aşağıdaki kaynaktan aldığımız verilere göre, ülkemizdeki tecavüz olayları insanı utandıracak görünümdedir:
“Türkiye’de son 10 yılda ciddi oranda arttığı belirtilen taciz ve tecavüz vakaları her gün yeni bir olayla karşımıza çıkıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı verilerine göre son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılandı. Fakat hiçbiri ceza almadı. Ayrıca kadınları istismar eden erkeklerin yüzde 83’ünü de eşler oluşturuyor.
Sadece 2002-2008 arası 62 bin kadına kayıtlara geçen tecavüz olayı yaşanırken, tecavüze uğrayanların yüzde 50’si 18 yaş altında ve bunlardan yüzde 10’u erkek çocuktur. 5–10 yaş arası çocukların yüzde 55’i ensest mağdurudur. 10–16 yaş arası çocukların yüzde 40’ı ensest mağdurudur. Cinsel saldırganların yüzde 75’i tanıdık biridir. Ensest olaylarında faillerin yüzde 50’si öz baba, sırasıyla da amcalar enişteler, ağabeyler, dedeler ve dayılardır. Acil yardım hattını arayan kadınlardan yüzde 57’si fiziksel şiddete, yüzde 46,9’u cinsel şiddete, yüzde 14,6’sı enseste ve yüzde 8,6’sı tecavüze maruz kaldı.
TÜİK verilerine göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde 30 artış meydana gelmiştir. Buna göre; 2006’da 528, 2007’de 473, 2008’de 577, 2009’da 652 kadın tecavüze uğrarken,
2006 yılında 489, 2007 yılında 540, 2008 yılında 589, 2009 yılında 624 cinsel taciz olayı yaşanmıştır”.

Her yıl 10 bin kadın tecavüze uğruyor’(1)
Bu duruma göre ülkemizde her gün 41 kadın tecavüze uğruyor demektir. Bu yazıyı yazdığım saatlerde bir TV kanalı, 17.02.2018 günlü bir haberinde, “Türkiye’de 2017 yılında 387 çocuğun tecavüze-cinsi istismara uğradığını ve böylece her gün bir çocuğun cinsel istismara uğradığının” haberini veriyordu.  İşte sünnetliler diyarında böylesine kuşaktan aşağı sünnetli, sünnetsiz sözleri, söyleşileri yaygın olduğu için, yukarıda görüldüğü gibi tecavüz olayları da artıyor.
Söyler misin, dünyada en çok icat yapıp insanlara hizmeti dokunanlar sünnetsizler mi Sünnetliler mi? Mesele sünnet değil, mesele akla, bilime, teknolojiye sarılmaktır. Bunu yapan milletler bilgi çağımızı yaratanlardır. Dünyada sünnetli 57 İslam ülkesi var, hepsi birbirinden fakir, sefil, perişan; en çok terör onlardan çıkıyor. Sünnetliler savaşının yoğun olduğu Suriye’de bir sünnetli terör örgütü öbür sünnetli terör örgütünü azılı düşman görüyor, adamlar karşı tarafın kanını içiyor, göğsünü yarık kalbini yiyor. Sünnetli adam gönüllü canlı bomba olup, kendini parçalatarak tanımadığı insanları da katlediyor.  Niye biliyor musunuz, sünnetli vatandaş öylesine cennet cehennem, huri kızları telkinleri ile şartlandırılıyor ki, bu tür cihatla ölünce cennete gideceğini ve de nice huri kızları ile kuşaktan aşağı işler yapacağını umuyor ve o hayalle efsunlanıyor.  İşte sünnetliler içinde böylesine barbar insanlar çıkıyor. Bunun tek nedeni cehalettir. Bu dünyada cehalet kadar karanlık bir şey yok. Sünnetli diyarlardaki yayınlanan gazetelere, kitaplara, okuma yazma oranlarına bir bakarsanız, sünnetliler sünnetsizlerden çok daha gerideler. Çünkü sünnetliler diyarı cehalet, sefalet üretiyor. O zaman da sünnetliler, sünnetsizler kadar bilgili, kültürlü olmalıdırlar. Bu 57 kadar sünnetli ülkelerinde her alanda üretim yok, tarım ürünlerinden tutun da bilim-teknoloji ürünlerine kadar her alanda korkunç bir uçurum var.

Sonra şunu kafana iyice sok, sünnetli İslam ülkelerden milyonlarca insan yurdunu yuvasını bırakıp sünnetsiz Batı ülkelerine niye gidiyorlar, senin anlayacağın şekilde sorayım, neden gâvur dediğiniz ülkelere gidiyor. En zengin görünen Müslüman ülkesi Suudi Arabistan'a neden gitmiyorlar da Sünnetsiz ülkelere göç etmek için yollarda perişan oluyorlar. Çünkü Suudi Arabistan gibi sünnetli ülkelerde insan hakları yok, adalet yok, refah seviyesi perişan. Ama o sünnetsiz ülkelerde refah ve adalet zirvede, insan haklarına saygı var. Kafasını dinsel hurafeyle dolduranlar bunları iyi düşünmeli. Oraya buraya lüks cami yapmakla, okulların hepsini imam hatip yapmakla ülke kalkınamaz, ancak cahiller kandırılır. Ey beyni türbanlılar artık çağdaş gerçeği görün artık.

Sünnetliler  Sünnetsizler - Cevat Kulaksız
Mesela sünnetsiziler ülkesi Hollanda, sünnetliler ülkesi ve de tarım ülkesi Türkiye’ye göre kat kat tarım ürünleri ihraç ediyor. Oysa Hollanda, bizim Konya ilimiz kadar; yine Konya ilimiz kadar tarım arazisi artık ekilip dikilmiyormuş. Mesele sünnet ise, görüyor musun sünnetli ile sünesiz farkını. Öyleyse bırakın bu kuşaktan aşağı işleri, sünneti falan, bilime, kültüre, daha çok çalışmaya yönelin.

Cevat Kulaksız 

SONNOTLAR
(1)https://dagmedya.net/2013/08/23/tuik-her-yil-10-bin-kadin-tecavuze-ugruyor/

Ali Nejat Ölçen’in yazısı üstüne - Cevat Kulaksız
TC nin yetiştirdiği en seçkin aydın ve vatanseverlerinden Ali Nejat Ölçen, 95 yaşına basan ömrü ile Cumhuriyetimizden yaşça büyük bir asırlık insandır.
İşte onun, çok az kişinin becereceği bir hizmetini vurgulayarak, bu tam “katıksız bir Cumhuriyet aydını ve Mustafa Kemal ATATÜRK sevdalısı değerli insanın bir yönü ile yazıma başlamak istiyorum.
Ali Nejat Ölçen ilerlemiş yaşına rağmen, kitapları yanında bir iki ayda bir çıkardığı dergi ile tarih, ekonomi, siyasi olaylarda ülkemizle harmanladığı görüşleri ile topluma yararlı olmaya, ışık tutmaya çalışan yurt sever bir insan. (1)
Ali Nejat Ölçen 15 ve 16. Dönem CHP İstanbul milletvekili olarak TBMM’nin eski parlamenterlere uyguladığı parasal ödemeden yararlanırken, ödemeleri Anayasa Mahkemesi yürürlükten kaldırdığı halde, TBMM çeşitli yöntemler uygulayarak tekrar yürürlüğe sokmuştu.
Ali Nejat Ölçen bu uygulamayı içine sindirememiş, TBMM’nin verdiği bu parayı bu kitap dizisinin yayın ve ulaşım giderlerini karşılamakta kullanmayı karar vermiş.
İşte fazla bulduğu bu ödeneği toplum yararına kullanmak için, 25 yıldan beri yayınladığı “Türkiye Sorunları” adlı kitapçığını, hem basım hem de gönderme masrafını üstlenerek isteyen herkese göndermekte. Bana da gönderilen bu kitapçığın 119 ncu sayısını okuyordum, bu sayının 54. Sayfasına gelince aşağıdaki başlıklı yazısını gördüm.
2 Osmanlı Dış Borçlarının Ödenmesi
“14 Aralık 1932 günü Paris Büyükelçiliğimiz ile “Alacaklılar” arasında yapılan anlaşmada 1 altın TL 112.2 Fransız Frankı değerinde olmak üzere Türk Hükümeti adına 7 979 500 altın TL düzeyinde dış borç yükü hesabı çıkarılmıştı. Osmanlıdan Cumhuriyetimize yüklenen bu dış borç hesabı 1943 yılına kadar tümü geri ödenmiş oldu.
Cumhurbaşkanının eşi Bayan Emine Erdoğan "90 yıllık enkazı kaldırırken" bu borçları da acaba AKP iktidarı mı ödedi?” (2)
Sayın Ali Nejat Ölçen’in yazısını görünce, Emine Erdoğan tarafından söylenilen, TC nin gururu “90 yıllık Cumhuriyeti” kötüleyen, aşağılayan, onu “enkaz” olarak gösteren bu sözler karşısında her Atatürkçü gibi ben de etkilendim, bu sözler önceden söylenmişse de duygularımı o anda sizinle paylaşmak istedim.
90 Yıllık Cumhuriyetimizi kötüleyenler, Genç TC i hem kalkınma hamlesini yaparken, hem de Osmanlıdan miras kalan 7 979 500 altın TL düzeyinde dış borcu ödemiştir. O dönemde kalkınma hızı yüzde 7.7 dir, (bazı ekonomistlere göre bu kalkınma hızı daha fazla). Cumhuriyet tarihinde hiçbir zaman o kalkına hızına ulaşılamamıştır. TC nin hem nimetlerinden yararlanıp, bir de onu kötülemek hiç bir vicdanla bağdaşmaz. Görüldüğü gibi Cumhuriyetimiz hem kalkınma hamleleri, (kazma, kürekle, yokluk, sıkıntı) içinde yatırımlarını yaparken, hem de Osmanlının borçlarını ödemiştir. Böylece kâh 90 yıllık Cumhuriyeti kötülüyorlar, kâh "iki ayyaş" diyerek Kuvayi Milliye’nin iki kahramanı Atatürk ve İnönü'yü kötülüyorlar. TC dünyaya örnek Kurutuluş Savaşı’ndan sonra, tüm İslam dünyasının hayran kaldığı devrimler ve ekonomik hamleleri yapmıştır. Hem 90 yıllık TC nin nimetlerinden, faydalanacaksın, hem de onu kötüleyeceksin, bu ihanete varan ve vefasızlık değil midir? Yine onun, Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanıp hiçbir İslam dünyasında olmayan Laik devlete, Laik TC ne çelme takıp yıkacaksın.
Ama Cumhuriyet ve demokrasi onlar için düşman. Ne demişti birileri de, "demokrasi bizim için tramvay, istediğimiz yere varınca tramvaydan ineriz". Varacakları yer neresi? Şeriat devleti. İşte görüyoruz şeriatla yönetilenleri, yerlerde sürünüyorlar, çağdaş dünyadan habersiz, dünyanın en geri kalmış sefil devletleri. Dünyada 57 mi ne Müslüman devleti var, hepsinde de ne aydınlanma, ne çağdaşlaşma, ne kalkınma, ne de buluş ve icatlar var,  sadece gerilik ve sefalet var, terörün her çeşidi var. Durmadan da aydınları da, yoksulları da vatanlarını ne pahasına olursa olsun terk etme çabasındalar.
Bu Müslüman ülkelerden milyonlarca insanlar neden vatanlarını terk edip nerelere gidiyorlar hiç düşündünüz mü? “Tramvayın son durağı” yolcusu iyi bilmelidir ki, 50 den fazla Müslüman devletleri neden dünyanın en geri kalmış ülkeleri, neden oralarda birbirinin kanını içecek kadar düşmanlık artıyor, neden terör artıyor. Az Müslüman olduklarından mı? Zaten dünyada dinle, mezheple kalkınmış tek bir devlet yok. Öyleyse, tüm Müslüman dünyası kan deryası içinde iken, “dinci ve kinci” nesil yetiştirmek tümden yanlış ve ülke bu zihniyetle daha da geriye gider.
İçlerinde en paralı zengin görülen Suudi Arabistan varsa da hiçbir Müslüman ülkesinde demokrasi yoktur; şimdilerde bizim yeni değişen anayasamızdaki gibi tek adamlı teokratik sistemle yönetilmekteler. Zaten bilinen dünyanın en geri kalmış on ülkesi tek adamlık başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Müslüman devletlerinin içlerinde sadece G. Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye’ye laik Cumhuriyet  getirilmiştir. Ne yazık ki, “tramvayın son durağı”  özlemi içinde olan, laiklik ve Cumhuriyet karşıtı olan gerici bir iktidar tarafından o da yok edilmek üzere. Oraya buraya lüks camiler yapılıyor, okulların hepsi imam hatipleştiriliyor, yargı dâhil ülke her türlü karar ve hüküm tek adamla yönetiliyor. Baştakiler bu söze bozuluyorlar ama işte bu apaçık faşizmdir. Yargısı, yönetimi bozulmuş faşist bir ülkeye hiçbir demokratik ülke yatırım yapmaz.
Öteki Müslüman devletlerden binlerce değil, milyonlarca insanlar, en zengin görülen Suudi Arabistan’a değil de, neden “gâvur” dedikleri Avrupa ve öteki Batı ülkelerine gidiyorlar. Niye mi? Çünkü cahillerimizin “gavur”  dedikleri çağdaş Batı ülkelerde adalet düzgün,  refah seviyesi yüksek, insan haklarına riayet ediliyor. Bu gerçeği gören dünyanın her yerindeki Müslüman ülkelerin insanları, yerlerini, yurtlarını terk ederek o Batı ülkelerine neden gidiyorlar. Aklı başında olan ve rotasını Orta Doğu bataklığına yönelten kişiler bunu iyi düşünmeliler. Düşünebiliyor musunuz, hem laik TC ni yıkmaya çalışacaksın, hem ülkeyi kötü yöneteceksin, hem de İslam dünyasının yıldızı yapan Cumhuriyetin kahramanlarını ve yönetimlerini “90 yıllık enkaz” diye kötüleyeceksin.  Üstelik “enkaz” “ayyaş” denilen insanlar ve yönetim, hem Osmanlının milyonlarca lira borcunu ödüyor, hem de Cumhuriyet devrinde hiçbir yönetimin ulaşamadığı kalkınma hızına ulaşıyor.
Şimdi gerçek böyleyken, Emine Erdoğan, hangi kültür ve hangi tarih bilgisiyle 90 yıllık Cumhuriyet'e “enkaz'”diyebiliyor.
“Emine Erdoğan, Ataşehir'deki Sheraton Otel'de, Ensar Vakfı tarafından düzenlenen ‘Ensar Gönüllüleri Buluşması'nda konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan, bugünlere gelinmesinde sivil toplum kuruluşlarının dayanışmasının büyük katkısı olduğunu ifade ederek, şunları söyledi: "Artık yeni bir kavşaktayız. Türkiye'nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. Fakat enkazın altından büyük meseleler çıktı”.(3)
Görüyorsunuz Sayın Ali Nejat Ölçen’in yazısı beni nerelere götürdü. Bitmedi.
Arap Çöllerinde yine çarpışmaya başlayan askerlerimiz, şehitlerimiz olduğu zamanda bu yazıyı yazdığım 15.02.2018 günü, yanık sesli bir genç sanatçı TV kanallarının birinde şu meşhur Yemen ağıtlarının birini söylüyordu. (Yemen ağıtlarını her dinlediğimde gözyaşlarımı tutamam, tek Türkün yaşamadığı Yemen ellerinde yitirdiğimiz Anadolu evlatlarına yanarım. Devlet-Osmanlı “İslam toprağı” dediği Yemen’e binlerce askerini göndermiş,  o askerleri geri getirmek için gemi bile bulamamış).
Batı ülkeleri bilimle, çağdaşlaşma ile buluş ve icatlarda yenilik peşinde iken, biz eğitimsiz, çağın gerisinde kalmış askerimizi tek Türkün yaşamadığı Viyana kapılarından Yemen çöllerine kadar elinde kılıç askerlerimizi kırdırıyormuşuz.
Bu ağıtlara neden olan padişah kararlarının yanlışlığı yetmiyor muş gibi,  başka bir yanlışlıkla Yemen ağıtlarından yüz yıl sonra, askerlerimizi yine Arap çöllerine göndermeye başladık. Arap çöllerinden yine şehitler gelmeye başladı.
Yanlış karar dedik, evet başımızdaki yönetim, Suriye işine karışmayacaktı.  Esat ile dostluğunu sürdürse idi, ülkemiz kazanacaktı.  O zaman Esat dört dörtlük toprağına sahip olacak ve bu belaların hiç biri başımıza gelmeyecekti. Ama yanlış bir kararla Suriye’ye karışmakla tahmin edilmeyecek kadar kayıp ve zararlarımız var. Tanrım yine Arap çöllerinden yanık ağıtlar mı havalanacak. Tanrı ordumuzu, milletimizi korusun.
Neyse konu konuyu açtı, Ali Nejat Ölçen’in yazısı bizi nerelere götürdü. 
“Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölü yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne yamandır
Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın önünde redif sesi var
Bakın çantasında acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var
Ah o yemendir gülü çimendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir “ (4)>
Cevat Kulaksız 
RESİM: 95 yaşındaki Ali Nejat Ölçen Ulusal Eğitim Derneğindeki konferansta.
SONNOTLAR
(1) Ali Nejat Ölçen (d. 1922 Amasya) (XV ve XVI) Dönem İstanbul milletvekili, araştırmacı yazar; DPT Uzmanı, Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim görevlisidir. Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHAK) kurucu üyesidir. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
(2)Türkiye Sorunları Ali Nejat Ölçen Sayı: 119 sf: 54
(3)//www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/488214/Emine_Erdogan_90_yillik_Cumhuriyet_e__enkaz__dedi.html 26 Şubat 2016 Cuma,
(4)https://www.turkudostlari.net/soz.asp?turku=1101

Berberoğlu Kararı Siyasi Bir Karardır - Güner Yiğitbaşı
CHP Milletvekili Enis Berberoğlu, “MİT TIR'ları görüntülerinin yayınlanması” Davası'nda 14 Haziran 2017 tarihinde “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini, siyasal ve askeri casusluk maksadıyla açıklamak” suçunu işlediği gerekçesiyle 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı ve tutuklandı.
Kararın, istinaf başvurusu sonunda bozulması üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2.Ceza Dairesinde bozmadan sonra yeniden yapılan yargılama sonunda Enis BERBEROĞLU'nun eyleminin hukuki tanımında lehe değişiklik yapılarak, Berberoğlu'nun “devletin güvenliği veya iç ve dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgilerini açıklamak” suçunu işlediği gerekçesiyle, 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmasına ve tutukluluk halinin devamına karar verildi.
Peki,bu suç oluşmuş mudur?
Kesinlikle oluşmamıştır,zira Mit Tırlarının görüntüleri daha önce yayınlanmış ve niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgi niteliğini kaybetmiştir. Kaldı ki; bu görüntülerin, gazeteci Can DÜNDAR'a Enis BERBEROĞLU tarafından  verildiğine dair,her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil de elde edilememiştir.
Öyle ise; Can DÜNDAR'ın bu görüntülü haberi yayınlaması nedeniyle,Can DÜNDAR'ın yanında Enis BERBEROĞLU niçin yargılanmış ve suçlu bulunarak 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır?
Bu dava siyasi bir davadır.Bunun da ötesinde, Cumhurbaşkanı ve iktidardaki AKP'nin  Genel Başkanı olan ERDOĞAN'ın şikayetçisi ve katılanı olduğu, ERDOĞAN'ın çok önem verdiği,seyrini ve sonucunu sıkı sıkı takip ettiği,bu nedenle bağımsızlığını yitiren yargının hür iradesini kullanamadığı,tarafsızlığını koruyamadığı özel bir davadır.
Şöyle geçmişe dönerek bir hatırlamaya çalışalım,bu haberin yapıldığı tarihlerde, Cumhurbaşkanı Tayyip Bey çok kızmış ve bunun hesabının sorulacağını, bu gazetecilerin hesap vereceklerini, açık bir şekilde ifade ederek, bu haberi yapan gazeteciler hedef gösterilmiştir.
Haberin Cumhuriyet Gazetesinde yayınlanmasından (29/Mayıs/2015) sonra, İstanbul C.Başsavcılığı tarafından ilk önce Can DÜNDAR ve Erdem GÜL hakkında başlatılan soruşturmanın seyir defterine şöyle bir göz attığımızda,bu soruşturma ve kovuşturmanın,ülkenin siyasi koşullarına,bu davanın şikayetçisi ve sıkı takipçisi olan ERDOĞAN'ın azalan veya çoğalan siyasi gücüne göre iniş ve çıkışlar,yavaşlama ve hızlanmalar gösterdiğini gözlemliyoruz.
 Haber, 29/Mayıs/2015 tarihinde yayınlanmış ve akabinde de soruşturma açılmış ise de,7.Haziran.2015 seçimlerine çok az bir zaman kaldığı için, siyasal ortam ve koşullar uygun bulunmamış olacak ki, soruşturma adeta uykuya yatırılmış,üzerine bir şal örtülerek seçim sonuçları beklemeye alınmıştır.
7.Haziran.2015 seçimlerinden, ERDOĞAN ve partisi AKP'nin güç kaybederek çıkması ve tek başına iktidardan düşmeleri nedeniyle, siyasi güç ve koşullar yine elvermediğinden Can DÜNDAR'ın üzerine gidilememiş ve soruşturmanın bırakıldığı uyku hali sürdürülmüştür.
Koalisyonun kurulamaması ve Tayyip Bey'in seçimlerin 1.Kasım.2015 de yenilenmesi kararı almasından sonra, 1.Kasımda yapılan seçimlerde AKP'nin %49 oy alarak yeniden tek başına iktidar olarak eski gücüne kavuşması ve yeni AKP hükumetinin kurularak iş başı yapması üzerine,soruşturma uykudan uyandırılmış ve Can DÜNDAR'dan hesap sorulması ve defterinin dürülmesi için uygun bir gün kollanırken, iktidar tarafından, MİT Tırlarıyla kendilerine silah değil insani yardım gönderildiği iddia edilen Türkmenlerin Rus uçakları tarafından bombalanmaları ve tam bu esnada hava sahamızı ihlal eden bir Rus savaş uçağının angajman kurallarına göre düşürülmesi üzerine, MİT Tırlarıyla gönderilen malzemelerin yeniden gündeme geldiği günlere denk getirilerek, Can DÜNDAR ve Erdem GÜL; 26/11/2015 günü Çağlayan Adliyesine çağırılarak sorgulanmışlar ve haberin yayınlandığı ve soruşturmanın açıldığı tarihten itibaren, altı ay gibi oldukça uzun bir zamandan geçtikten sonra tutuklanarak cezaevine gönderilmişlerdir.
Can DÜNDAR ve Erdem GÜL, tutuklanacak kadar ağır bir suç işlemişlerse, ortada gerçekten ülkenin güvenliğini tehlikeye atan,ülkenin güvenliği için gizli kalması gereken bilgi ve belgelerin açıklandığı çok ciddi ve ağır bir suç varsa, savcı ve hakimlerimiz,bu suçun sanıklarını tutuklamak ve haklarında dava açmak için altı ay süreyle niçin beklemişler ve görevlerini savsaklamışlardır?
İşte,CHP milletvekili Enis BEBEROĞLU da,Can DÜNDAR tarafından bu Mit Tırları görüntülerinin kendisine solcu bir milletvekili dostu tarafından verildiğinin açıklamasından sonra bu soruşturma ve davaya dahil edilmiş ve sonuç olarak 5 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.
Tutukluluk halinin de sürdürüldüğü, bu nedenle, temyiz başvurusu sonunda ileride Yargıtaydan alınacak olan lehe bir bozma kararı üzerine büyük bir mağduriyet yaratmaya gebe olan bu karar; açıkladığımız nedenlerle,hukuki değil,siyasi bir karar olup,ERDOĞAN'ın bu davanın şikayetçi ve müdahili olması nedeniyle, BERBEROĞLU'nun hiç şansının bulunmadığı,yargının bağımsız olmadığı,yargının ağır bir baskı yaşadığı günümüz koşullarında verilebilecek olan,bizim de beraat beklemediğimiz, kötünün iyisi bir karardır.
Ne diyelim, Allah beterinden saklasın.

14/02/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Ülkenin Beka Sorunu - Gündüz Akgül
Son zamanlarda bu söylemi nerdeyse her gün duymaktayız.
Beka’nın sözlük anlamı, kalıcılıktır.
Gerçekten ülkemizin bir beka sorunu var mıdır?
Evet vardır.
Ülkemizin bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında, emperyalist ülkelerin kendi çıkarları ve emelleri doğrultusunda çıkardığı karışıklıklar, yarattığı ve desteklediği terör örgütlerinin insanlık dışı eylemleri, bu bölgeyi yaşanmaz hale getirmiş ve kan gölüne çevirmiştir.
Ulus devletler peş peşe bölünmekte, sınırlar yeniden belirlenmek istemekte ve böl parçala hükmet politikaları gün geçtikçe uygulanmaya çalışılmaktadır.
Bu kargaşalı (kaoslu) ortamda, bölgede bulunan ülkemiz üzerinde oynanmak istenen emperyalist oyunlar karşısında, beka sorunu yoktur demek büyük bir öngörüsüzlüktür.
Soru şudur.
Bu durumdan çıkış yolu nedir?
Yanıt.
Milli birlik ve beraberliğin sağlanması, iktidar ve muhalefet demeden herkesin, siyasi ajandalarını bir tarafa bırakarak ve birbirlerini dinleyerek, el birliği ile sorunun çözümüne katkı sağlaması gerekmektedir.
İkinci soru.
Bu sağlanıyor mu?
Ne yazık ki evet demek zordur.
Her akşam görsel medyada boy gösteren tartışmacılar, bu gerçeği görmek ve en az (asgari)  ortak çözümde birleşmek yerine, herkes yer aldığı siyasi düşünceye göre diğerini suçlamakla zaman geçirip izleyen yurttaşları da çileden çıkarmaktadırlar.
Siyasi partiler birlik ve beraberlik çağrısı yapmak yerine, birbirlerini suçlamakla zaman kaybına neden olmaktadırlar.
Şu anda zamanı olmamakla birlikte parantez içinde açıklamak gerekirse, Türkiye gibi güçlü bir ülke nasıl oldu da beka sorunu yaşamaya başladı diye sormak gerekir.
-Daha önceki iktidarlar döneminde devletin kurumlarına yerleşmeye çalışan FETÖ, 15 yıldır iktidarda bulunan AKP döneminde bu yerleşmeyi en üst seviyeye çıkarmış ve sonuçta 15 Temmuz’da alçakça darbe girişiminde bulunmuştur.
-Şanlı Türk Ordusu, FETÖ tarafından düzenlenen düzmece kanıtlarla perişan edilmiş, yurtsever subaylar tutuklanarak yıllarca cezaevlerine atılmıştır.
-İç ve dış politikada yapılan yanlışlar konusunda, gerek işin uzmanı kişilerce, gerekse muhalefet tarafından yapılan uyarılar göz ardı edilmiştir.
-Hukuk devletinin olmazsa olmazı olan güçler ayrılığı yerle bir edilerek, tüm güçlerin bir gurubun veya bir kişinin elinde toplanması için yasal ortam hazırlanmıştır.
-Muhalefetin görevi, iktidarın yanlışları konusunda uyarıda bulunmaktır. Ne yazık ki muhalefet partilerimiz, iktidara değil, birbirlerine muhalefet etme yolunu seçmişlerdir.
Daha sayılabilecek onlarca hata olmasına karşın, bugün bunları dile getirmek yerine, Afrin’de kahramanca çarpışan Ordumuza başarılar dilemek ve arkasında ulusça yer almak ve beka sorununa çözüm bulmak gerekmektedir.
Gerek iktidara, gerekse muhalefet çağrımdır.
Emperyalistlerce içine sürüklendiğimiz bu zor durumdan çıkmak için el ve gönül birliğiyle birleşmekten başka çaremiz yoktur.
Bu birlikteliğin sağlanmasında en büyük görev, beka sorununa bulunacak çözüm için tüm yetkileri elinde bulunduran iktidar partisine düşmektedir.
İktidar ve muhalefetin karşılıklı hesaplaşmalarını, düzlüğe çıktıktan sonraya ertelemeleri ülkemizin yararınadır.
Afrin, sınırlarımızın ve ülkemizin güvenliği açısından meşru müdafaa (saldırı karşısında korunma) olarak kabul edilmelidir.
Şanlı Ordumuza haklı davasında başarılar dilerim.

15.02.2018
Gündüz AKGÜL 
Emekli Cumhuriyet Savcısı

Türk devrimlerinin seçkin bakanı Hasan Ali Yücel ölümünün 57. Yıldönümünde anıldı
 “Türkiye’de laiklik çiğnendi. Şu anda eğitimde yapılacak en iyi iş laikliği kurtarmaktır, ama kurtarma olanağı yok, her yer İmam Hatip oldu”.
“HASAN ALİ YÜCEL’İ TOPLUMU UYANDIRMASINDAN ÖTÜRÜ, “KOMÜNİST” DEDİLER, KÖY ENSTİTÜLERİNE KOMÜNİST” DEDİLER”.
“Fevzi Çakmak’ın büyütüldüğü kadar çok iyi bir adam olmadığını çok iyi gördüm. Hele Menderes’in bir hiç olduğunu öğrendim”.
Türkiye’de laiklik çiğnendi. Şu anda eğitimde yapılacak en iyi iş laikliği kurtarmaktır, ama kurtarma olanağı yok, her yer İmam Hatip oldu.
İnönü’nün hiçbir başarısı olmasa, İnönü İstiklal Savaşında olmasa yalnız Lozan’ı gerçekleştirmesi dahi, İnönü’nün en büyük adamlar arasında yer almasına yeter”.
“Cafer Tayyar Paşa atından düştü öldü bayıldı, aldılar bunu Trakya’lılar, götürdüler Yunanlılara teslim ettiler”.
“ilköğretim davası milletlerin rüştünü ispat etme davasıdır”.
“bütün kurumlar çökmüş ve en kötüsü de laiklik çökmüş”.
“Türkiye’de en önemli sorun genel başkanların yalan konuşmasıdır”.
Cumhuriyet Devri’nin en seçkin aydınlarından, bakanlarından Köy Enstitülerinin Kurucusu Hasan Ali Yücel’in ölümünün 57. Yıldönümü anısına, Ulusal Eğitim Derneği’nin önderliğinde dernek salonunda anma günü düzenlendi. Bu nedenle Eski CHP Milletvekillerinden araştırmacı Yazar Rahmi Kumaş tarafından dernek salonunda öğretmen ve akademisyenlerden oluşan dinleyicilere 3 Şubat 2018 günü konferans verildi. Konferansa o kadar çok ilgi vardı ki, bazı seyirciler yer bulamadıkları için ayakta izlemek zorunda kaldılar.
Rahmi Kumaş, Hasan Ali Yücel’i anlatırken, onun etrafında dolanan anekdotlar (hikâyecik), anıları, ilginç olayları anlattı. Konu dışı olmasına rağmen, anlatılanlar belgelere dayanan ilginç olaylar olduğu için, salondakiler pür dikkat dinlediler.

Türk devrimlerinin seçkin bakanı Hasan Ali Yücel ölümünün 57. Yıldönümünde anıldı
Rahmi Kumaş Hasan Ali Yücel anısına yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“-1999 yılında Hasan Ali Yücel’in doğumunun 100. Yılında BM Türk Derneği olarak büyük etkinlikler yaptık. BU etkinlikleri yaparken bir ODTÜ de okuyan bir gençle karşılaştım. Bana dediği şu oldu. “Abi bu Hasan Ali Yücel kimdir” dedi. ODTÜ de okuyor, Hasan Ali Yücel’i bilmiyor.
Hasan Ali Yücel benin anladığım, incelediğim oranda Cumhuriyet Dönemi’nin Atatürk ve İnönü’den sonra gelen en önemli devlet adamıdır. Bu gerçekten öylesine aydın bir kimse, genç yaşta 41 yaşında bakan oldu. 28 Aralık 1938 de Celal Bayar’ın Başbakanlık yaptığı Bakanlar Kuruluna, Saffet Arıkan hastalık nedeni ile çekildiği için bakan oldu. Hasan Ali Yücel’den önce 14 bakan görüldü, bu 14 bakanlardan birisi de İsmet İnönü’dür.
Milli Eğitim Bakanlığından sağdan girerseniz orada resimleri asılıdır, orada İnönü’yü de öteki bakanlarla birlikte asmışladır. Çünkü 1 Ocak 1929 da Mustafa Necati öldü. Onun yerini dolduramadılar. Onunla ilgili kararnameler, Cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk’ün Meclise gönderdiği yazıda İnönü önerildi.
HASAN SAKA Kara Deniz’in yetiştirdiği ilk başbakandır, onunla ilgili herkesin anlattığı bir şey vardır.
“Çekildim şu kadar geldim”. Her yazar değişik bir rakam söylüyordu. Nedir bu dedim, gerçeği yok mu? Başbakanlığa atandığı 10 Eylül 1947 de Başbakanlıktan ayrıldığı 13 Ocak 1949 arasındaki Ulus ve Cumhuriyet gazetelerini tek tek inceledim, birinci sayfalarını. Cumhuriyette yakaladım olayı. Başbakan Hasan Saka Trabzon Merkezinde İlçe kongrede alınan karar gereği kendisine gönderilen telgrafa verdiği yanıtta “çekildum 85 kg 125 gram geliyorum” diyor. Bunu demiştir. Her şeyin kaynağını bulmakta yarar vardır.
EMİN SAZAK
Bir tanesini daha söyleyeyim size, Hasan Ali Yücel, konuşuyor Mecliste, dedi ki, “Emin Sazak’ın yerinde oturduğu yerde biraz iç çekmesini anlıyorum. İç çekiyordu Emin Sazak. Ancak kendisi de şunu diyebilmiştir, “Her Köy Enstitülü kendisini bir Atatürk sanıyor”. Bu söz önemli bir sözdü, acaba kaynak var mı? Sözgelimi, şimdi bana kızacaksınız belki, Atatürk’e sormuşlar. “Siz milletvekili aylıklarının belirlenmesinde ne önerirsiniz, bütçeyi hazırlıyoruz”. O da demiş ki “öğretmenlerin aylığını geçmesin”. Kim diyor bunu. Abbas Güçlü, Abbas Güçlü’yü aradım. Bunlar değerli yazarlar çünkü aradığım zaman çıkıyorlar; aradığın zaman çıkmayan kendini beğenmiş zübbeler var, onlara girmeyeceğim, arkadan konuşmak olmasın. O da dedi, “vallahi ben bilmiyorum araştıralım”, dedi. Kaynağını bulursam alacağım kitabıma koyacağım.

Atatürk bunu nerede söylemiş, Mecliste söylememiş, Meclis konuşmalarını okudum. Hatta M. Kemal’in ilk sayın sözcüğünü kullanan da olduğunu öğrendim. Meclis tutanaklarını inceldim, Baktım ki 1 Kasım 1934 günü Meclisi açarken Cumhurbaşkanı olarak Atatürk, “Sayın TBMM üyeleri” demiştir. Bazı arkadaşlar yanlışların düzeltilmesini çok sevmiyorlar. Mecliste Altan Öymen, Deniz Baykal çok çalışkan idiler, bir de Hikmet Çetin genel başkanlık yapan bu arkadaşlarımız Atatürk’ün konuşmalarını okumamışlar, suçladım onları. Çağdaş Türk Dili Dergisinde çıkar başka bir yerde de okusalar bile giremezler. Yani ilk sayın sözcüğünde.
Türk devrimlerinin seçkin bakanı Hasan Ali Yücel ölümünün 57. Yıldönümünde anıldı

Şimdi 41 yaşında bakan olan Hasan Ali Yücel, sanki 14 sayısı ile ilgili bir büyüleyici durum içerisinde. 14 ü içeri alırsan 41 yapar Hasan Ali Yücel’in yaşı çıkar. Ama kendisinden önce 14 bakan var. İnönü’nün bakan sayılan, o zamanki anayasa bu günkü Anayasa gibi bir bakanlık boşaldığında onun yerine şu kadar gün sonra atama yapılır diye bir kural yoktur. Yani bakanlık boşaldığında doldurulur, ama ne kadar zamanda doldurulur, çıkarılmamıştı, çünkü devlet yeni kuruluyordu. Yani eksikleri elbette olacaktı. Atatürk ve İnönü Devlet kurdular.
Fevzi Çakmak’ın büyütüldüğü kadar çok iyi bir adam olmadığını çok iyi gördüm. Hele Menderes’in bir hiç olduğunu öğrendim.
Şimdi İnönü’yü görevlendirdi, Mustafa Kemal Atatürk, “sen eğitim bakanlığına bak” diye. İnönü üç ay dolaylarında M. Eğitim Bakanlığı yaptı.
Osmanlı’da bir kimse devletin yönetimine gelirken, onu da ayrı bir inceleme konusu yaptım, sakallı olması beklenirdi. Padişahın birisi, herhalde İkinci Osman’dı, çok sevdiği birini sadrazam yapacak, ama sakalı yok. Yazılanlar doğruysa, okuduğuma göre, 90 gün sonra adamın sakalı çıkıyor, o adamı sadrazam yapıyor. İşte o zamanları eleştirmek için Şair Eşref demiş ki:
“Bir zaman arpa saman yer, sonra bir tay at olur, yazdığım birkaç biyat sonradan beyit olur”.
Lubu (oyun) satrancı kitaptan belleyenler mat olur, olmayınca tecrübe zannetme tevfike nazır oldu bazı nevcivanın adı. Yani onları gördü Şair Eşref genç beyin bakan-nazır olmasını çok yadırgadı, genç çocukları bakan yaptılar, diye eleştiride bulundu; yani ille yaşlı olacaksın ki bakan olasın diye.
Hasan Ali Yücel En Genç Bakan olanlardan birisi ama daha genci Mustafa Necati’dir. Mustafa Necati Meclis’e ondan çok önce girdi ve Mustafa Necati İmar İskân Bakanlığı yaptı. Göçmenleri yerleştirdi, kendisi hukukçu. Hasan Ali Yücel gibi felsefe öğrenimi görmedi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi felsefe bölümünü bitirdi, felsefe öğretmenliği yaptı. Kendisi eğitimi çok iyi kavradığı için köy çocuğu; kent çocukları köy çocukları gibi bir çelişki çıktı parlamentoda. 17 Nisan 1942 de tartışma ettiler.
Hasan Ali Yücel’in hangi yönünü alsam çok uzun bir denizdir. Neredene denize girersen gir, kulaç atacaksın. Geniş bir alanda yüzeceksin.
Hasan Ali Yücel’in parlamenter yönünü almaya kalksanız, çok uzun konuşma yapmak gerekir. Öyle Yalnız parlamenter yönünü alacağım deseydim, öyle yazarlardan diyemedim bende. Eğitim yönünü almak da böyle diyebilirsiniz. Ülkeye getirdiklerine böyle diyebilirsiniz. Hasan Ali Yücel’in hele hele şeyle laiklik, hiç söz konusu değildi o zaman, laiklik kendiliğinden ürüyor, ezan Türkçe okunuyor. 17 Nisan 1921 lerde Türkiye laikti laik kalacak, devlette laikli olmazsa devlet olmaz. Şimdi bile laiklik olmadı mı devlet çöker, şimdi devleti çökerttiler zaten. Bana göre laik olan bir Türkiye Meteoroloji Genel Müdürlüğü kaldı, Türkiye’de. Onun sesi iyi çıkıyor, onu neden Allaha havale etmediler bilmiyorum. Türkiye’nin durumu zor, Türkiye’de laiklik çiğnendi. Şu anda eğitimde yapılacak en iyi iş laikliği kurtarmaktır, ama kurtarma olanağı yok, her yer İmam Hatip oldu. O zaman böyle değildi, o zaman kent çocukları, köy çocukları, 17 Nisan’da nasıl olacak Kazım Karabekir bir yandan, Emin Sazak öbür yandan biraz Hasan Ali Yücel’i sıkıştırmak istediler, ama Hasan Ali Yücel hepsinin hakkından geliyor. Ama hiçbir zaman düşünüldüğü gibi değil, yani demediler ki, Emin Sazak çıktı kürsüye, “üzerine bindiğimiz atın bizden akıllı olmasını istemeyiz”. Emin Sazak dedi diye söylemiyorum. Öğretmen arkadaşlarımız arasında bu böyle söylenir,  ben de bir süre inanmıştım buna, öyle değil. Emin Sazak bu sözü söylememiş. Bu sözü Hasan Ali Yücel söylemiş. İlerlemiş milletlerden birinin parlamentosunda ilköğretim davası mevzubahis olduğunda azalardan biri, kürsüye çıkıp, “biz bindiğimiz atın insanlar gibi akıllı olmasını istemeyiz” demiş ve böyle diyenler olmuştur. Hasan Ali Yücel 23 Mayıs 1945 de söylüyor, (Meclis tutanağı) yani o sözü Emin Sazak söylemedi. O sözü Hasan Ali Yücel bir başka ülkenin şeyine göre söyledi.
MÜŞİR-MAREŞAL
Şimdi gerçeği araştırmak dedik de, bakıyorum bir gerçeği daha araştırmam gerekiyor. Nasıl oluyor, Müşir (Mareşal) sözcüğü e zaman kullanıldı, diyelim Osmanlı’da kullanıldı. Atatürk 1934 de Mareşal’e çevrildi. Bilgi Edin Yasası Gereği Başbakanlığa başvurdum. O başvuruda dedim k, “ Mareşal sözcüğü 1934 de söylendi, müşir daha önceydi, “Osmanlı İmparatorluğunda müşiri düzenleyen kurallar “nelerdir.  Başbakanlığa soruyorum. Ondan sonra 1934 de başka bir şey yapıldı mı? Bakanlar Kurulu Kararı mı alındı, yoksa bir tüzük değişikliği mi yapıldı, yapıldı.1948 de bir kimsenin nasıl mareşal olacağı konusunda bir yasa yapıldığı söyleniyor, o yasayı da buldum, o yasada böyle bir şey yok. Ben bulamadım, siz bana yardım eder misiniz, dedim. Bana hemen bir yanıt geldi, hemen yanıtladım onlara. Biz bu dilekçenizi Türk Dil Kurumuna gönderdim, dediler. Türk Dil Kurumu (TDK) ne anlar bu işten. TDK sözcüklerin kökenine bakar ama hep “cevapladım” diyor, yanıtladım da demiyor, karşılığını verirken Osmanlıca kullanıyorlar, göze girme için.
Cebeci’de “Yerleşke” yazıyor, ama külliye yazmıyor, ya da Meclise girerken de orada “yerleşke” yazıyor.  Onu görmedi Recep.
Birçok olayda Hasan Ali Yücel’in büyüklüğü görülüyor. Hasan Ali Yücel neler yaptı? Bu konuda sizin ABC dergisinde bir yazı çıkmıştır, onu Turgut Özakman yazdı, değerli bir yazardı. Son yazdığı kitap onu çok yüceltti. ABC Dergisinin sayı 273 Ocak 2001 Burada Hasan Ali Yücel’in neler yaptığı iki sayfada tek tek yazılı. Ben bunu kısalttım Cumhuriyette bir yazı yazdım 26 Şubat 1997 gün, Yani Hasan Ali Yücel’in öldüğü gün. O yazıda ben bunları daha bir özetli duruma getirdim; unutulmaz aslında. Ben o yazımda diyorum ki, çok kısa, eğitim kurultayını ilk toplayan yani Maarif Şurasını, ilk toplayan budur, Hasan Ali Yücel’dir. Ankara’da Fen Fakültesini ve Tıp Fakültesini Hasan Ali Yücel açmıştır. İstanbul Teknik Okulunu kurmuştur. Üniversite yasasını çıkarmıştır. Dünya Edebiyatı klasiklerini Türkçe’ye kazandırmıştır. Bunların her biri Hasan Ali Yücel için önemlidir.
Bu arada ben şunu söyleyeyim, Hasan Ali Yücel bütün bunları yapmamış olsa, Amerikalı yazar Emerson’un söylediği bir sözü Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam kitabına alır. Dün onun da kaynağını buldum kaynaksız kullanamam bunu, Devletin sayfasına not etmişim bunu, Emerson demişki: “Dünyanın bütün kültür kitapları yok olsa, bir tek Eflatun’un Devlet’i kalsa Eflatun insanlığın kültürel gelişimini kurtarmış olur”. O kadar önem vermiş ona.
Buna benzer benzetmeyi de Şevket Süreyya Aydemir İsmet İnönü için yapmış. “İnönü’nün hiçbir başarısı olmasa, İnönü İstiklal Savaşında olmasa yalnız Lozan’ı gerçekleştirmesi dahi, İnönü’nün en büyük adamlar arasında yer almasına yeter”. Gerçi şimdi Lozan’ı beğenmeyen, kendini adam sananlar var, onlar şer yolunda sapık.
Türk devrimlerinin seçkin bakanı Hasan Ali Yücel ölümünün 57. Yıldönümünde anıldı

O zaman ben de diyorum ki, Hasan Ali Yücel’in müthiş başarısı olmasa, Mecliste söylediği bir söz onun büyük adam olmasına yeter. O da şu, diyor ki Meclis’te konuşurken şöyle diyor: “Eğer bir kitaba para verirseniz, para verme alışkanlığınız olur, demek istiyor. Ben ilkokul çocuklarına da kitaplarının parayla satılmasından yanayım. Parayla satacaksınız” diyor. Halkevleri bunu bozuyor, diyor, Halkevleri de parayla satmalı.  Çünkü kitaba para verme alışkanlığımız yoktur” diyor. Kitabın değerini anlamamışız. Eğer para vererek kitap almaya alıştırırsak çocukları, büyüdüğü zaman da kitaba para verir. Bu gün Türkiye’de 80 milyon insan var, sekiz bin kişi ya kitap okur ya okumaz alır, alır, bir de kitap alır okumaz, okumaması var. Yani işin bu sıkıntısı da var, onu anlamak zor. Ben 1976 da Tekin Yayınevinde ilk kitabım çıkardığım zaman Trabzon’da avukat idim. Bu gün biraz bilinmişsem, o zamana göre, bilindiğimi iddia etmiyorum. Ama o zaman kitabım beş bin basmıştı, Tekin Yayınevi. Ben kimim ki 5000 basıyor. Bu gün kitapları en çok kim basıyor? Ne kadar basılıyor, bin kadar,   Türkiye kötüye gitti. Kitapta KDV var, bu KDV Avrupa ülkelerinde yok. Bizi bayağı yok ediyorlar.
Hasan Ali Yücel, kitapların parayla satılması ile ilgili konuşmasında bu sözü söylemesi de çok önemli oldu.
Bu çok sesli müziği Türkiye’ye getirmesi konusunda İsmet İnönü’nün çok büyük katkısı olmuş. İsmet İnönü kurultaya gelen delegeleri, CHP sinin soyağacı kitabında var, gazetelerden derledim onları, operaya götürüyor, operete, baleye götürüyor, yani çok sesli müziği kurultay delegeleri görsün, anlasın”, diye. Bunu yapıyor, o gün kurultaya gelen delegeler daha doğrusu 1992 sonrası CHP de, yani kapatıldıktan sonra açılmış olan CHP de böyle bir gelişme yok, ne parti içi demokrasi var,  öbür partilere göre yine de iyi diyeceksiniz ama yeterli değil. Ne demişti Mustafa Kemal, o sözü de bulmalıyım, yani ehveni şer(1) şerlerin en kötüsüdür.
Böyle söylediği için söylüyor Atatürk için, şimdi aklıma geldi, (o sözün de kaynağını da bulmalıyım) esas kelime, “bir memlekette namus erbebı namusuz lar kadar cesur olmadıkça o memleket için kurtuluş yoktur”, bu sözü İsmet İnönü 1935 yılında, buldum onu, Mecliste söylüyor, basın üzerinde konuşmaya yapılırken. Yani her sözün kaynağını bulmakta yarar var, o bakımdan söyledim bunu.
Hasan Yücel’in eğitimde laiklikte hiçbir sorun olmadığı için o konu burada yok. Çünkü devlet ona göre laikliğe göre örgütlenmiş, düzenlenmiş.
MELİH GÖKÇEK’İ ANKARA’NIN BAŞINA BELA EDEN DENİZ BAYKALDIR.
Şimdi öldü, çok değerli olduğu söyleniyor, Yaşar Nuri Öztürk Trabzonludur. Sahtekârlara karşı din bilgini olarak savaşmış. Ama ona kızmışım, çünkü kitabında Türkçe ezanı savunuyor, Baykal azarlayınca onu, genel başkan olarak onu milletvekili yaptı ya, bizim başımızı ağrıttı, kendi sekreterini yaptı, Baykal budur, bunu bilin, bunları bileceğiz, Melih Gökçek’i Ankara’nın başına bela eden odur. Eğer 1994 de, Ali Dinçer çok iyi partiliydi ama onu aday yapmasaydı, Korel Köymen çok rahat kazanıyordu, Melih Gökçek’in izi bile kalacak değildi, Ankara’da.
AĞA DAYI25 yıl başkanlık yapmış başka birisi.
25 yıl başkanlık yapan birini söyleyeyim size. Of da bir ağa 25 yıl başkanlık yaptı, benim ilçem demokratik değil. Sarıalioğlu, 25 yı başkanlık yaptı, hatta okuma yazma bilmediği de söylenir. Ben 7 Kasım 1982 den önce Of’a gittim. Evim burada ben gidip 10-15 gün çalışıp geliyorum avukat olarak. Of’a uğradım partililerin olduğu yere. Beni karşıladılar, bana dediler ki, “Rahmi Bey biz anayasaya evet diyeceğiz”, sen de evet diyeceksin”.  Ben buraya anayasaya “evet” demeniz veya “hayır” dememeniz için gelmedim. Ben köyde annem babamı göreceğim, oradan Ankara’ya döneceğim. Döndüler Of da 25 yıl belediye başkanı yapan adama, dediler ki, “Ağa Dayı Ağa Dayı bak Rahmi Bey anayasaya hayır diyecek. Bu konuları Dik Duran Adam kitabımda yazmışım, son çıkan kitabımda. Ne dedi biliyor musunuz Ağa Dayı, ağalığın en başı, ama o çok olgun adam, “siz ne anlarsınız anayasadan hukuk okuyan o, anayasayı bilen o, milletvekilliği yapan o, susun, susun”.
Eğer orada, “bu Rahmi de kim oluyor, gidin onu Cem Yüzbaşıya söyleyin”, binbaşı oldu vuruldu öldürüldü, bana çok düşmandı, eline geçse beni yok edecekti, öyle bir faşist birisiydi o, aşağılık bir adamdı Cem. Ama deseydi ki, o belediye başkanı olan adam, “Rahmi Bey de kimdi”, o zaman beni alıp Cem Yüzbaşıya teslim edeceklerdi.
TRAKYA’DA KÖYLÜLER ATINDAN DÜŞÜP YARALANAN CAFER TAYYAR PAŞAYI YUNANA VERDİŞLER.
Çünkü bu halk, Atatürk buraya gelmeden önce onuncu yıl nutkunu dinledim, bilgisayarımdan. Bir titredim ağlar gibi oldum, kendimi biraz Atatürk’le bütünleştireyim, dedim biraz. Eğer bu halk Atatürk’ün dediği kadar yiğit olsaydı, bu işler başımıza gelmezdi. Yiğittir ama Atatürk’ün övdüğü kadar değil. Ama önder olduğu için ona bu gazı verecek.
Niye bunu diyorum, Cafer Tayyar Paşa atından düştü öldü bayıldı, aldılar bunu Trakya’lılar, götürdüler Yunanlılara teslim ettiler. Yunanlılar da onu Yunanistan’da bir ceza evine koydular. Oradan çıktığı zaman, demiş ki arkadaşın birisi, Cafer Tayyar Paşa’ya: “Seni tutuklatan köylülere gidecek misin” demişler. O da “gideceğim” demiş. “Ne diyeceksin onlara”, “hiçbir şey demeyeceğim, okul yaptıracağım oraya”. Cafer Tayyar Paşa: “onlar cahil olmasaydı beni teslim etmezdi Yunanlılara.
HASAN ALİ YÜCEL’İ TOPLUMU UYANDIRMASINDAN ÖTÜRÜ, “KOMÜNİST” DEDİLER. KÖY ENSTİTÜLERİNE KOMÜNİST” DEDİLER; bu gün nasıl insanları “Fetocu” diye ayırıyorlar, asıl Fetocu devletin başındaki o da ayrı bir konu.
Hasan Ali Yücel’e komünist deyince, Hasan Ali Yücel dayanamadı, Fevzi Çakmak’ı “dürüst adamdır” diye çağırdı. Bir yazı yazdı Ulus Gazetesinde, Cumhuriyette, “eski öğretmen” adını kullanırdı yazılarında ulus’ta Cumhuriyet’te yazdığı yazılarda, Demokrat Parti’ni İstanbul il başkanı, Kenan Öner’i ispata çağırdı. Ankara 3. Asliye Ceza Mahkemelerinde davaları görüldü. İzmir’de Hasan Ali Yücel etkinliğimize, benden sonra Prof. Dr. Türkan Saylan konuşmuştu. Bana dedi ki, “asıl ben onu anlatmam gerekirdi, hukukçu olan benim” dedi. “Doğru” dedi, o başka türlü anlattı onu, sonra dost olmuştuk Türkan Saylan’la.
Hasan Ali Yücel o davada yalnız bırakıldı, ona sahip çıkmadı, CHP lilerin bu vefasızlığı da vardır. Hasan Ali Yücel sonuçta davayı kazanmıştır ama Pirüs Zaferi gibi kazanma. Pirüs Zaferi diye bir deyim var, Pirüs savaşa gitmiş, bütün askerleri dağıtılmış, on bin kişiyle geri dönmüş, hiçbir şey elde edememiş o anlamdadır. Davayı kazandı, bu arada Kenan Öner öldü. Dava başka bir adamın üzerine yığıldı. O dosyayı Erdal Eren’in ki gibi okumak isterim.
ASILAN ERDAL EREN YANLIŞLIĞI
Erdal Eren olayında da bir yanlışımız var. O da şu, Erdal Eren’in duruşmada, Erdal Eren bizim Milletvekili Mahmut Tekin’in yeğeni, Mahmut Tekin Erdal Eren’in dayısı. O bana anlattı. Duruşmada Erdal Eren’in yaşının küçültülmesi istenmiş. Sıkıyönetim Mahkemesi bunu kabul etmemiş. Zaten duruşmaya yaşı büyük girmiş. Yani Erdal Eren yaşı büyütülerek asılmış değil, o da bir yanlış. Her şeyi doğrusundan söyleyeceğiz. Erdal Eren’in duruşmada avukatları yaşının küçültülmesini istemiş. Demek ki nüfus kütüğünde o kadar büyük değil, yaşı küçüktür” dediler. Onu ret ettiler. Yoksa Erdal Eren’in, Kenan Evren aptalının söylediği gibi,  “yaşını büyüttük astık, asmayalım da besleyelim mi”? Değildir orası.
Hasan Ali Yücel’i yalnız bıraktılar ve 27 Mayıs 1960 da oluşturulan Temsilciler Meclisi var ya, o temsilciler meclisinde uygulan demokrasi hiçbir mecliste uygulanmadı. Atatürk’ün uygulamadığı, İnönü’nün uyguladığı meclisleri kendileri uyguladılar. O zaman öyle kaldırıyorduk bu işi. Ama temsilciler Meclisinin üyeleri, belirli kimselerin delege yapılarak kullandığı oy sonucu ile belirlenmiştir. O arada bile Hasan Ali Yücel’i öne almadılar. 27 Mayıs’ı yapanlar kendi kontenjanlarına temsilciler meclisine almadılar temsilci yapmadılar. İsmet İnönü de yapmadı onun da ayrıca eksiği bu. Ben ki İsmet İnönü’ye taparım, bu kadar büyüktü benim gözümde, o da eksik yaptı.
Mareşalin cenazesine gitmedi, diye eleştiriler oldu.
{Bu arada Mustafa Gazalcı (eski öğretmen eski CHP Milletvekili) araya girerek şöyle bir açıklamada bulundu: “Gazeteciler önüne geçmiş galiba Altan Öymen’den dinlemiştim ben. O temsilciler Meclisi önce Hasan Ali Yücel, İnönü’ye soruyorlar, “niye göstermediniz” unutuldu” sonra basından gösteriyorlar. Fakat Genç gazeteciler de gidiyorlar Hasan Ali Yücel’e, “burada siz olmayın gençler olsun. O da çekiliyor”}. Rahmi Kumaş şöyle devam etti:
“Hasan Ali Yücel 28 Aralık 1938 de bakan oldu ya, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan’ın yerine, o Celal Bayar’la 28 gün çalıştı. Ondan sonra Başbakan Refik Saydam oldu. Refik Saydam’ın İnönü ile ilişkileri ayrı bir konudur, politikada. Refik Saydam’dan sonra Şükrü Saraçoğlu, Recep Peker gelince, o ki devrimci adamdı Recep Peker. Aslında faşist kafalı bir adamdı. Onu Tv da ben anlattım. Hasan Saka ile birlikte, ama övdü tabi o zaman. Şimdi bizbizeyiz, iyi bir kafası yoktu Recep Peker’in. Recep Peker, hükümeti kurunca İnönü ile anlaşıyor, tabi İnönü devletin başında. Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946 da kurulan hükümette yer almıyor. Bazıları diyor ki, “Hasan Ali Yücel hükümetten istifa etti 5 Ağustosta. İstifa etmek yok. 5 Ağustos 46 da yeni bakanlar kurulu kuruldu. Hasan Ali Yücel’i bakan yapmadılar. Şemsettin Sirer’i başbakan yaptılar, olay budur.
Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sırasında yaptığı en önemli işlerin birisi, çok önemlidir, bakanlığın bütçeden aldığı parayı artırmıştır. Para olmadan hiçbir şey olmuyor, çünkü Köy Enstitülerinde herkes el emeği kullanıyordu. Çapa, tahra, kazma, kürek vb kullanıyorlardı, ağaç kesiyorlardı, kendi sobalarını yakıyorlardı, her şeylerini kendileri yapıyordu. Üretimi bunlar elde ediyordu, çünkü para olmadığından. İkici Dünya Savaşı var, Hitler Türkiye’ye girdi girecek, girdi girecek, her şey toplanmış, zaten olağanüstü hal vardı Türkiye’de. Bir olağanüstü hal Sakarya Savaşında vardı. Ben 23 Şubat 1987 Mecliste konuşurken, Süleyman Demirel oradaydı Başbakan olarak. Başbakan olarak sıkıştırmayı ilk kez orada yakaladım. O zaman dedim ki size olağanüstü hal yetkisi vermeyiz. Bu olağanüstü hal iki şeye verildi. Bir Atatürk bir İnönü’ye verildi. Böyle desem basın yazmıyor, bir kavga çıkarayım dedim kendi kendime,  çok az yazan oldu. Dedim ki, bu Meclis mütahitlere, yabancı firmaların Türkiye’deki siyaset temsilcilerine yetki vermemiştir. Morrison Süleyman desen, çok az kişi razı olur onu demedim. Adalet Partililer beni yuhaladılar, başkanla tartıştım, o zaman şöyle mi diyeceğim, bu Meclis mütahitlere yabancı firmaların Türkiye’deki siyaset temsilcilerine böyle bir yetki vermeliydi”, böyle mi demem gerekti. Daha bir kötü karıştı Meclis, Mustafa da bilir (salonda oturan eski Milletvekili Mustafa Gazalcı)
Türk devrimlerinin seçkin bakanı Hasan Ali Yücel ölümünün 57. Yıldönümünde anıldı

O da Demirel’in kafasına yer ediyor. Süleyman Demirel Birleşmiş Milletler Türk Derneği Gençlik Kolu Bilkent Üniversitesinde Uluslar arası sular konusunu özellikle Fırat Dicle’yi işletmek istemiş, bana dediler ki, Süleyman Demirel ile Deniz Baykal’ı getirtebilir misin konuşalım onlarla. Süleyman Demirel’le ilk kez konuşuyorum; hep ona yüklenmişim politikada bir iş çıkarabilir diye. Aylin Su diye bir sekreteri vardı, bana telefon etti dedi ki, “Sayın Cumhurbaşkanımız diyor ki, Rahmi Kumaş evime gelecek çayımı içecek ondan sonra konuşacağız” dedi.
Ben Demirel’in evine gittim, konuştuk, resim çektik, Demirel’le barışığız şu anda mezara gitti. Öldüğü zaman gözümden yaş geldi. Ama Deniz Baykal’a gittim o sekreteri de zorlayarak, bir yazı yazarak görüşmüyor, randevu vermiyor. Gittim, “Rahmi sen bilirsin, ben okuyup yazmayı sevmem” diyor, “ben tembelim”. Benim genel Başkanım gelmedi, Süleyman Demirel geldi,  böyle şey oldu. Yani CHP lilerde bu vefasızlık vardı, bunu Hasan Ali Yücel Daha çok izlemiştir. Fakat Hasan Ali Yücel’in bakan olduğu zamanlar, bütçeden Milli Eğitime ayrılan pay yüzde 4 buçuk beş bu aralarda oynuyor, bu onu yüzde 8 e çıkarmıştır, bütçeden alınan parayı. Öylece okul yapmışlardı.
Şimdi Hasan Ali Yücel, 3 Haziran 1942 de Köy Enstitüleri yasası çıkmış, Köy Enstitüleri kurulmuş. Şöyle diyor: “El koyduğumuz ilköğretim ülküsünü gerçekleştirerek Türk Yurdunun dağlarında, bayırlarında ve kırlarında ayrıca en ücra yerlerinde kendi kendine açıp savrulan çiçek bırakmayacağız, her şeye biz karışacağız, her şeyi biz yapacağız diyordu. Aynı Hasan Ali Yücel, demek ki o bütçeden eğitime en yüksek parayı aktaran Milli Eğitim Bakanı konumunda olan Hasan Ali Yücel, insana ait işleri insansız yapamayız” demişti. “Bu insanları eğitmeden bu işi yapamayız ve 23 Mayıs 1945 de şunları söylemişti, “Arkadaşlar Emin Sazak arkadaşımızın id oturduğu yerden içini çekmeye hak vardır. Emin Sazak 8 dönem milletvekili oldu. Böyle çok dönem milletvekili olanların çoğu boş adamlardı, sahtekâr adamlardı. İyi adamı seçmiyorlar, Mustafa da örnektir, Hasan Ali Yücel de dört dönem görebildi. Birinci dönemi 1935 de seçildi, bakan oldu, ikincisi 43 üçüncüsü 46 ve 4. 1950 de seçildi. O kadar, ondan sonra seçilemedi.
Emin Sazak arkadaşımızın oturduğu yerden içini çekmeye hakkı vardı. Çünkü ilköğretim davası milletlerin rüştünü ispat etme davasıdır. İlköğretim davası feodal sistemle kendini idare etmek isteyenlerin samimi olarak kabul istemeyeceği bir davadır”.
İlerlemiş ülkelerin parlamentosu ilköğretim davası söz konusu olduğu vakit azalardan birisi kürsüye çıkıp biz bindiğimiz atın insanlar gibi akıllı olmasını istemeyiz” demiştir.
Bir sınıfta ders anlatma gibi düşünün bağırıp çağırmaya gerek yok. Dil Tarih Coğrafya Fakültesinde CHP açılsın”, diye bir açık oturum düzenledim, ben ve Erkin Tokay vardı vali ikimiz, salon doldu taştı, bin kişi rahat vardı. Ama halk kurtuluş istiyorlardı. 7 Haziran 1992 de o benim CHP nin Soyağacı kitabımda var. Bir arkadaş, ben geç gelirim çocuklarım şey yapsın” dedi. Koleji bitiriyorlar, geldi, “Edirne’den Ardahan’a kadar bağır alkış bir şey yok, kim olduğunu söylemem.
İNTİHAL
Cumhuriyet’te Refet İnanç bir yazı yazmış, onun bir de amcası var Mükremin Halil İnanç, o daha büyük adam. Refet İnanç Cumhuriyetteki yazısında diyor ki, TT Kurumu Başkanı şöyle şöyle yaptı da, TT Kurumu Başkanı Refet İnanç’a bir yazı gönderiyor, yabancıya yazı gönderiyor, o yabancı da Refet İnanç’a gösteriyor yazıyı. Yazıda diyor ki, siz intihal etmişsiniz, o intihali de nereden duydum ben, Bizim Samsun’dan Milletvekilimiz vardı, şimdi oğlu, Vashington Büyükelçisi İlyas Kılıç, İlyas kılıç öldü, sonradan eşi de öldü, eşi öldüğü zaman “intihal” diye bir ilan verdi Hürriyet’te. Acayip bir Osmanlıca, hiç sevmediğim bir Osmanlıca. Nurullah Ataç’tan sonra en iyi adam ben olmak isterim dilci olarak, o kadar aşırı severim Öztürkçe savunmayı. İntihali onun için sevmiyorum. Yapılan şeyde Refet İnanç demiş ki,  TT Kurumu başkanı, “siz idareye gidin biz istediklerinizi gönderiyoruz”. İntihal sözcüğünün anlamını bilmiyor TT Kurumu Başkanı. Bu kimdir? TTK urumu başkanı o profesöre telefon ediyor, bu profesöre telefon ediyor bu ona buna, şuna soruşturuyor, nihayet o profesörü buldum onu bir yemeğe aldım. Bunu ben bir yazıda kullanacağım” dedim, Yaşar Yücel diye bir tarih profesörü varmış, TT Kurumu Başkanlığı yapmış. Adamlar boş kafa tin tin iyi olanları da bir yere getirmiyorlar. Ne yazık ki birleşik kaplar örneğinde olduğu gibi bütün kurumlar çökmüş ve en kötüsü de laiklik çökmüş. Yani Atatürk,  bu da Hasan Ali Yücel’in eğitim anlayışına girdiği için fazla dağıtmış olmuyorum, konuyu. Atatürk askeri denetlerken ilk defa selamünaleyküm dememiş. Ben hiç almam Selamın aleyküm diyeni, o merhaba derim, gürültüye getiririm selamımı almadı demesin diye. Aleyküm selam mı diyeceğim, demem hiç birisine demem.
Osmanlı döneminde askere “selamın aleyküm” denirdi, komutanlarca. Bunu kaldırdı, “günaydın” ı getirmiş. Şimdi gene, selamünaleykümse dönmüş. Merhaba da Arapça, selamünaleykümken daha rahat kullanıyoruz, çünkü merhaba da “rahat dur bizden korkma” demektir. Tanrı yı da Allah yaptılar. Tanrıyı da hiç kabul etmiyorlar.
Hasan Ali Yücel’le ilgili olarak bu söylediklerimizden bazı toparlamalar yapalım.
HASAN ALİ YÜCEL’DEN URFA’YA LİSE İSTEDİLER
Teşekkürler Azer Bortecen’e diye bir olay var burada. Azer Bortecen’e bir gazeteci 11 Kasım 2003 günü Cumhuriyet’te Zeynep Oral yazıyor, Azer Bortecan’a teşekkürler. Hasan Ali Yücel Urfa’ya gidiyor. Urfa’ya gidişini haber alan bütün öğrenciler, sokaklara dökülüyor, yazılar yazıyorlar, “lise isteriz”. Bunu da anlıyorum, ben milletvekili olduğum zaman Kasım 1977 de bizim Taşhan’dan geldiler, ille “bize lise açacaksın”. Nasıl olur, Kasım ayı geldi, öğretim başı geçti bu ayda lise açılır mı? Başlarına dedim, olmaz bu iş dedim, “yok yapacaksın”. Yaptık, uğradık rahmetliye beni kırmazdı, açtık liseyi, ne oldu yani.
Hasan Ali Yücel’den lise istiyorlar, ama buradaki başka, bizdeki “lisemiz oldu” desinler diyedir. Okumak istiyorlar. Bunu anlatan, Urfa’lı gazeteci yazar, şair, bilge kişi Naci İpek. Naci İpek de, Hasan Ali Yücel 1945 de Urfa’ya gittiğinde Hasan Ali Yücel’i bunlar karşılıyorlar. Başlarını tıraş ediyorlar. “Lise isteriz” diye başlarında, dikiliyorlar rahat durmuyorlar, gece Hasan Ali Yücel’in kapısında yatıyorlar. Hasan Ali Yücel liseyi açacağım” diye bunlara söz veriyor. Ama Hasan Ali Yücel bu günkü politikacılardan değildi. Liseyi açıyor; bu gün Türkiye’de en önemli sorun genel başkanların yalan konuşmasıdır. Hiçbir genel başkanın konuşmasına inanmıyorum, ben. Hepsi yalan konuşuyor.
İsmet İnönü politikada yalanı ret eden bir adamdı.  Ama İsmet İnönü şöyle yapıyor. Kasım Gülek’e diyor ki, “sen albay filana mektup yazdın mı yazmadın mı? “Yazmadım”  diye inkâr ediyor. Sonra yazdığı çıkıyor. İnönü Kasım Gülek için, “ya ben ya o” diyor. Aynı şeyi Ecevit’e yapacaktı da kulakları duymuyordu, gözleri görmüyordu. Sonunda partiyi bırakmak zorunda kaldı. Yani Ecevit partiye hareket getirdi, büyük bir kültürü vardı, belki Atatürk’ten de kültürlüydü, o kadar kültürü çoktu. Atatürk’ü eksiltmek için bunu söylemiyorum, Atatürk’e hiç kimse erişemez. Ama iyi de konuşurdu, yalnız kalbi yoktu, insan sevmezdi. Hasan Ali Yücel’ etkisi vardı. Urfalı gençleri bırakmamış ve liseyi açmış oraya.
HASAN ALİ YÜCEL DOLMUŞTA KENDİNİ ÇEKİŞTİRENLERLE
Başka Hasan Ali Yücel, Pakize Türkoğlu yazmış, Milliyet’te bir yazı yazmış. O yazıda diyor ki, Hasan Ali Yücel bir minibüse biniyor, İstanbul’un bir yerine Cevizliden gidiyor. Nasıl olduysa minibüsün içindeki yolcular ve minibüs sürücüsü Hasan Ali Yücel’le tartışıyorlar. Şöyle kötü adam, böyle kötü adam şudur, budur derken Hasan Ali Yücel de bu konuşmalara katılıyor, veryansın ediyor Hasan Ali Yücel’e. Ama minibüs durup boşaldığı yerde Hasan Ali Yücel şoföre diyor ki, “sen Hasan Ali Yücel’i tanır mısın”? “Yok, hayır”, demiş. “Peki, tanımadığın adam hakkında neden böyle aleyhinde kötü konuştun, kötüledin, bir amacın mı var nedir? Şoför ,“yok herkes konuştu ben de konuştum” demiş. Hasan Ali Yücel, “ama bu Müslümanlığa sığar mı, beyefendi”. Hasan Ali Yücel şoföre “Hasan Ali Yücel’i tanımak ister misin”, der. Şoför, “isterim” demiş, Hasan Ali Yücel de, “o benim” demiş.  Şoför ona sarılmış “elini öpeceğim” demiş. Eksi olanlar da ona eklenir, onu para almamış olduğunu yazmıyor.
Prof Ekrem Akurgal  “Nasrettin Hoca” diye bir yazı yazıyor. Burada Timur’la bağlantıyı anlatıyor. Timur çok çirkin miş, onların anlattığına göre. Saçını arkadan bağlarmış kadınlar gibi, saçını kazımış ki, saçını bağlayan erkekler de var şimdi, kadınlar gibi söz yanlış. Saç konusu herkesin kendi anlayışı. Saçını kestirmiş, Timur daha da çirkin olmuş. Timur başlamış ağlamaya. Demişler Timur’a, “niye ağlıyorsun”? Timur, “saçımı kestirdim daha da çirkin oldum”.  Timur gibi zalim Bayazıt’a neler yaptı, karısına hakaret etti, kocasının yanında neler. Timur’a demişler ki, “sen ağlarsan kurutuluyorsun, ya biz seni her gün görüyoruz”.(Bu çirkin halinde) “Sen aynaya bakmazsan kendini görmezsin”.
Geldiler bunu getirdiler Hasan Ali Yücel’e. Hasan Ali Yücel de bunu biliyordu herhalde, (Hasan Ali Yücel İstanbul’da Dragos’ta otururmuş Anadolu yakasında. Dragos’ta Nihat Erim’i de vurmuşlardı, devrimci gençlerin silahlı grubu).
Dragos tepesinde otururmuş, arkadaşları buna demiş ki, “Sayın Bakan, biz size acıyoruz”. “Niye” demiş Hasan Ali. Arkadaşları da, “siz çıplak bir yerde oturuyorsunuz, biz ne güzel ağaçlık yerdeyiz.
Hasan Ali Anlatıyor, diyor ki, “sizin, asıl ben size acıyorum, siz kalktığınız zaman çıplak yeri görüyorsunuz, ben kalktığım zaman ormanlı çok güzel yeşil bir alan görüyorum, benim görüntüm çok daha güzel, siz acınacak durumdasınız”, diyor Hasan Ali’nin demesi de bu
Öldüğü zaman cenazesine biz Yüksek Öğretmen okulundaydık gittik. 26 Şubat’ta Hasan Ali’nin ölümü basında çok yankı buldu.
“Yedek Subay Hasan Ali Yücel”  diye bir general yazmış. 27 Şubat günü Ulus’ta çıkan bir yazı, Hasan Ali’nin ölümünü anlatıyor”. Dinlemek konuşmaktan zordur bazen, umarım sizi sıkmadım, teşekkürler”.
Karşılıklı sorular, çeşitli açıklamalar ve katkılarla etkinlik, anma günü sona erdi.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız

SONNOTLAR
1- Ehven, kelime anlamı itibariyle, "daha hafif"; şer ise, hayrın karşıtı olup, "meşru olmayan her türlü iş" demektir. Terkip olarak da ehven-i şer, diğerlerine kıyasla zarar ve fenalık bakımından daha hafif olan kötülük anlamında kullanılır.

“Yani hep hukuk anlatıyoruz ama hukukun hiç işlemediği bir dönemde yaşıyoruz. Sonuçta bu sandıkların da bir işe yaramayacağını biliyoruz”,
Bizim aslında halkımızı bilgilendirmenin eksik olduğunu düşünüyorum”.
“bütün mücadelelerin halk birlikteliğiyle kazanıldığını düşünüyorum. Tek eksiğimiz o birlikteliği kurup bize aç ve bekleyen bilgi isteyen halka çok fazla gidemediğimizden”.
“Oslo’yu yapıyordu, APO ile beraberdi, Şivan Perver’in şarkılarını birlikte söylüyorlardı, Barzani’nin bayrağını asıyorlardı”.
“aslında belki de sokakta bitecek bir konu. Bu bir direniş haktır, hakkınızı isterseniz haklı bilirseniz onu bir şekilde alırsınız”.  
“yüz yıllık tarihimiz, mücadele tarihimiz nedir aydınlıkla karanlık; çağla orta çağ giderek Kemalist Cumhuriyet ilkeleriyle siyasi İslam oraya geldik”!
“Türkiye’nin toprak bütünlüğü Suriye’nin toprak bütünlüğünden geçiyor”.
“1876 Anayasasındaki Abdulhamit’in fesih yetkisi Tayip Erdoğan’a veriliyor”.
“Özgür Suriye Ordusunu(OSÖ) Kuvayi  Milliye’ye benzeten bilgi eksikliği içinde olan yani ihanet görüntüsü veren bir yapı var. Özgür Suriye Ordusuyla benim Kuvayi Milliyemi karşılaştırabiliyor. Yani hiç Cumhuriyeti okumamışlar”.


Ohal Sürecinde Seçimlere Giderken Türkiye (3)
Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy’un evlerinin önünde katledilişlerinin anısına düzenlenen 25. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinden, 31.01.2018 Günü, Ankara Barosu, Atatürkçü Düşünce Derneği, Türk Hukuk Kurumu’nun ortaklaşa hazırladıkları “OHAL Sürecinde Seçimlere Giderken” konulu panel düzenlendi.
Panele Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, Türk Hukuk Kurumu Başkanı Yaşar Çatak, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel Çölaşan konuşmacı olarak katıldılar.
Bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal”  olarak belirlendi.  Ankara Barosu Eğitim ve Ankara Barosu Eğitim ve Kültür Merkezi (ABEM) Salonunda pek çok seçkin kişiler salonu tamamen doldurmuşlar beğeni ile izliyorlardı. Salonda Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Aslan, Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yazar Yekte Güngör Özden ve bazı eski bakanlar, yargıçlar, milletvekilleri de bulunuyordu. Salondakilerden bazıları oturacak yer bulamadıkları için ayakta izliyorlardı. 
Bu değerli konuşmacıların yararlı konuşmalarını, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik. Ancak metin uzun olacağı için, okuyucuyu da sıkmamak için her bölümün konuşmalarını ayrı ayrı bölümler halinde vermekteyiz. Amacımız, adaletin-yargının iktidar tarafından, her hangi bir devlet dairesi gibi yürütmenin emrine girdiği süreçte, yani adaletin yok olduğu şu zamanda seçkin hukukçuların anlattığı bu değerli bilgilerin yayılmasına destek olmak, yargıdaki acı gerçekleri halka yansıtmaktır. Bu üçüncü ve son bölümde, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın konuşmasını aşağıda sunuyoruz.“- Somut olaylardan giden arkadaşlara teşekkür ederim. Açılış için planladığım bir bu gün 31 Ocak ve Muammer Aksoy’u anıyoruz. Onu rahmetle sevgiyle saygıya anıyorum ve Demokrasi haftasında kaybettiğimiz bizde bir simge olarak kalan, mücadelemizin öncüsü olan kaybettiğimiz tüm arkadaşlarımızı, büyüklerimizi anıyorum. Ama konunun uzağına düşmemek için şöyle başlamak istedim; ama yine döneriz güzel günlerimize hatıralarımıza ama ben şöyle düşünüyorum:
Bakın burada Atatürkçü Düşünce Derneği de sandık üzerinde çalışıyor. Aydemir   Bey de bizle de beraber oldu ve çok değerli konuşmaları benim elimde şu anda. Bir parmaktan kalın notlarımız satı satır da okuyorum. Çok değerli gerçekten 400 binin üzerinde sandık görevlisine ihtiyaç var. Bu seçimlerin, çünkü sandıkta bitiyor her şey. Sandıkta da bitmiyor artık, 400 bin değil yine 500 de bulmuş olsak bu 500 binin üzerinde yine Yüksek Seçim Kurulu (YSK)nda değimiz gibi her şey bir dakika içerisinde değiştirilebilir. Dolayısıyla ben şuaya gelmek istiyorum. Yani bizde çok eksik olan bu günleri OHAL şartları yahut da şu süreci anlatırken neyi kaybettiğimizi bilmeliyiz ve belki de direniş hakkı denen bir Anayasal, evrensel bir hakkın 1961 Anayasasında, bizim de Anayasamızda yer alan bir hakkın bizim hakkımız olduğunu hatırlamak lazım.
Dikkat ederseniz bir süreç yaşıyoruz, biraz farklı bir şey anlatmaya çalışıyorum. Yani sakağa çıkmadan bu iş olmaz diyeceğim, sonuçta gelinecek bir şey. Yani hep hukuk anlatıyoruz ama hukukun hiç işlemediği bir dönemde yaşıyoruz. Sonuçta bu sandıkların da bir işe yaramayacağını biliyoruz”, değdiği gibi arkadaşımın. Bir dakika sonra değişebilir bunların hepsi. Yeni kumpaslar yapılabilir. Hiçbir şekilde bir yargının koktuğunu duyduktan sonra artık hiçbir konunun yapılabilir olarak düşünmek imkânı yok. Dolayısıyla halkın örgütlü bir halkın mücadelesiyle kazanılacağını düşünüyorum. Ve bunu tarihimiz yaşadı. Bir Kurtuluş Savaşı geçiren bir ülkeyiz. O meclisi hatırlarsanız, o Mecliste de hiç kimse birbirini tanımıyordu; herkes birbirine aykırı görüşler içindeydi. Kimisi saltanatçıydı, kimisi Enverciydi, kimisi komünistti, kimisi şuydu buydu. Çoğu en yakınında duranlar bile Atatürk’ün kafasının içinde geçen öngördüğü ve geliştirdiği projenin içinde yer alırken bile korkuyordu. Ya da diyordu ki, önce evet diyordu ama arkadan kumpasçıydı. Yani Atatürk yalnız denen, bunların “değerli yalnızlığı” değil ama gerçek anlamda öngörüleriyle büyük adamlık liderlik vasfıyla yalnızdı ama ortaya bir sonuç çıkarabildi, her şeye rağmen her olumsuzluğa rağmen sonuç çıkardı.
Bizim aslında halkımızı bilgilendirmenin eksik olduğunu düşünüyorum.
Tabi bu OHAL şartları altında iktidarın bunca yaptığı olaydan, geldiğimiz bu noktadan geri dönüşün çok zor olduğunu da biliyorum ama şunu da biliyoruz. Anlattığınızda çok fanatik alanlar hariç, anlattığınızı sizi karşımızda dinleyeni tatmin edebiliyorsanız, bilemediği ekonomik anlamda da tatmin edebiliyorsanız söyleyeceğiniz şeyler sizi en azından belli bir yola sokabiliyor. Daha da önemlisi biz bir açılım süreci yaşadık. Buna halkımız etkimiz tepkimizle durdu. Yoksa aynı iktidar bu günkü iktidar açılımı yapıyordu. Oslo’yu yapıyordu, APO ile beraberdi, Şivan Perver’in şarkılarını birlikte söylüyorlardı, Barzani’nin bayrağını asıyorlardı. Yani oyları kaybolmasa, oyları düşmese bu süreci yürütüyordu, ama güvenmediğimiz veya yapamayız zannettiğimiz halk aslında az da değerli bir halk, bu mücadeleyi verdi ve o açılım açılımın ne olduğu da çıktı ve de rezil oldu.
Şimdi bütün bunları yapabilen bir halk var. Bir Anaysa sürecini düşünün, Anayasa süreci de bize 2007 de başladı, 2017 Anayasa süreci çıktı mı, yani çıkmadı, Bahçeliye rağmen çıkmadı. Yani Bahçeli her türlü el uzatmasını bütün tarihi gelişiminde 2002 den itibaren AKP nin yanında yer aldı. Onu iktidara getirdi, Meclis başkanı yaptı. Şimdi Anayasayı hediye etti. Ama bakın yine de o anayasaya rağmen o halk oylamasında kazandık.
Yani ben şuraya getirmeye çalışıyorum, aslında belki de sokakta bitecek bir konu.  Onlar “yanlış” diyebilirler, “hayır” diyebilirler. Bu bir direniş haktır, hakkınızı isterseniz haklı bilirseniz onu bir şekilde alırsınız. İyi bir kamuoyu oluşturursunuz, iyi birliktelikler oluşturursunuz ve bence siyasi partilerin bu son dönemde hiçbir şekilde siyasi kimlikleriyle ortaya çıkmaması lazımdır, başka türlü boyutu bu. Önümüzde yerel seçimler, genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Bu üç seçimde de ortak cephe oluşmuştur. Yani cepheler ayrılmışsa bunun suçlusu biz değiliz, ama biliyoruz ki Türkiye’de bir cephe olayı var ve tabanını konsolide (pekiştirilmş) ederek ve devletin bütün ekonomik kaynaklarını oraya teksif ederek para yönünden imkânlar yönünden borçlu kalarak sadaka türü bir yapı oluşturmuştur. Ama bakın o yapıda bile, son halk oylamasında İstanbul, Ankara, İzmir oldu ne oldu, onların beklediğini verdi mi? O varoşlara yatırım yapıyordu, varoş dedikleri ekonomik olarak gördükleri tabloyu ellerinden kartları alındığında ya da kart imkânından borçlu kılındığında, ya da gene bir kart verilese bile sonuçta geldikleri noktayı gördüler.
Dolayısıyla da ben hiç umutsuz değilim, ben bütün mücadelelerin halk birlikteliğiyle kazanıldığını düşünüyorum. Tek eksiğimiz o birlikteliği kurup bize aç ve bekleyen bilgi isteyen halka çok fazla gidemediğimizden. Birebir temas kuramadığımızdan, biz ekonomik sadaka verecek değiliz ama bilgiyle öyle gideriz ki, parti ayırımı yapmadan, siyasi kimliği taşımadan ama halkla birlikte yapabileceğimiz her şeyde bence başarabiliriz. Bu noktayı niçin dedim, bu konuşmalar, bu çerçeveler üzerinde sandıklar saklanmış olmasaydı çok doğrudur, çünkü konuşulması gerekir, seçim sandıkta bitiyor, ama işte gördük ya sandıkta da bitmiyor, YSK da bitiyor. Anayasada bitecek konu var, anayasaya gidiyor bitemiyor. Dolayısıyla o bitse bile altındaki mahkemede bitmiyor. Yani biri çıkmış, her şey bitmiş, devlet organı aygıtı yok, bir kabile devleti gibiyiz. Dahası da var bir de milis yaratıyoruz, 696 yla. Bu savaş onların bekledikleri Afrin, bekledikleri hakikaten bir emperyalist saldırı Altındaki Türkiye’ye bu güne kadar birlikte hareket ettikleri ve geçmişten büyük oranda sorunlu olduklarını da biliyoruz. Bütün bunları biliyoruz, bizim onlara kullanacağımız halkımızı bilgilendirileceğin çokça.
Dolayısıyla Anayasayı nasıl aldık, uzattık sonuçta, halkoylamasına hayır dedikse, bundan sonra da diyebiliriz diyorum. Önemli olan bence, bilgilendirme noktaları iyi bir bilgilendirme için örgütlü çalışma lazım.
Bakın şöyle bir şey söylüyorlar, mesela bu genelde Cumhurbaşkanından geliyor. Cumhurbaşkanı diyor ki, partili cumhurbaşkanı ya kendisi de, o partili kimliğiyle kişisel olarak kazanacağını düşünüyor. Yani partinin cumhurbaşkanı olduğu için değil de ismen,  o bir karizması var belli cephe için, orada kazanıyor ve ne diyor, “Tüm siyasi başkanları katılabilir”  diyor. Ona mesela bir parti çok önemli bir kişisi geçmiş olsun o da hastamı ama partilerin, parti başkanları çıkmalıdır diyor. Ayol bu çok basit Tayip’in oyunu siz siyasi parti kimliğiyle yarışmaya girerseniz Cumhurbaşkanına çok basit bir mantık, aldığı siyasi parti kadar oy alırsın. Çünkü sen partiyle kimlik koymuşun, o parti kimliğiyle oy alacaksın. Hâlbuki bunun üzerinde durmak lazım. Birliktelikler içinde adaylar çıkartmak lazım. Birisinin yapmış olduğu kendisini öne çıkarma oyununun bozmak lazım. Genel seçimler var, yerel seçimler var, ittifak yapıyor, ittifak yaparken biliyor, dikkat ederseniz ne kadar aşağılayarak yapıyor karşısındakini, ittifakını. Barajı yüzde onda hala tutuyor, onu her türlü şekilde kendisine getiriyor, öteki de diyor ki, “eğer orada görev almayacaksa başka da hiçbir şey yapmayacaksa yapmayacak, kendisine hiçbir şey yok. Kapandı bahçeli ve arkası. Devletten nemalanacak iki tane bir şeyle bulacak bir şey düşecek. Onu kullanıyor, en çok anlamda itibarsızlaştırarak belli bir ittifaka getiriyor. Aracı da indirmeyecek, belki de son anda verecek o barajı, kendi aralarında ittifak alacağını aldıktan sonra, burası böyle bir yapıda.
Şimdi bu ittifak resmi olarak çıkacak, ama onun dışındaki ittifaklar neden gayri resmi çıkmasın. Bakın cepheden bahsediyoruz, artık bir cephe var, o cephe artık ne yaptığını biliyor ve yürüyor. Biliyor ki bu Bahçeli’yle bile 50+1 i alması zor. Bu ne demektir, halk biliyor, o aman güçlüyüz, ne yapacaktı ortak cephe? Önce yapacağı şey siyasi parti kimliklerinden uzaklaşacak. Bunun bir, siyasettir genel seçimler var, yerel seçimler var, Cumhurbaşkanlığı siyasettir” demeyeceksiniz. Bakın artık yüz yıllık tarihimiz, mücadele tarihimiz nedir aydınlıkla karanlık; çağla orta çağ giderek Kemalist Cumhuriyet ilkeleriyle siyasi İslam oraya geldik! Bu mücadeleyi yaşıyoruz.
Yani artık siyasi parti falan yok. Siyasi partiler ben yapayım şöyle örnekler veriyoruz, gözlemci içinde biz derneğiz ama o demokratik kitle örgütü olarak son derece fazla sandık olayları içine giriyoruz. Büyük çalışmalar yapıyoruz, arkadaşlarımızın hepsinin siyasi partiler aracılığıyla gözlemci yapmaya, oraya görevli yapmaya çalışıyoruz ama şu son dönemlere kadar bile biz siyasi partilere gittiğimizde herhalde o müşahitlik falan bir ücret var değil mi? O
Ücretleri kendilerinden olmayana vermiyorlar, ama kendisine de adam bulamıyorlar. Yani bu kadar artık küçük teferruat ayrıntılar arasında bu Cumhuriyetçi kesim diyeceğim, yani çağı temsil eden, devrimi temsil eden, Cumhuriyeti temsil eden, çağdaşlığı temsil eden yapı kendi içinde birleşemiyor. Bence sorunu burada aramamız lazım.
Sorun,  bu halk kendisini bilgilendirmeyi bekliyor, beklediğin halk Cumhuriyette nasıl Atatürk’ün yanında olmuş, her şeyi çıkarabilmişse, neler çıkartıldı, burada da çıkar. Demek ki çalışma tarzımızı değiştireceğiz.
Yerel seçimlerde, genel seçimlerde bir türlü yapılamayan siyasi partiler arsındaki ittifakı kurmalıyız; resmi kurmaya gerek yok, kurarsın aranda anlaşırsın. Hangi oyların listesini çıkarsak burada hangi illerde, hangi ilçelerde hem belediye seçimleri yönünden, hem normal genel seçimler yönünden kimler aday olursa önden çıkar belli. Yani bu bölgede halkın temayülüne de dikkat etmek lazım. Bunlar genel merkezlerden tespit edilmez. Genel merkezlerde her zaman için iktidarın yukarıdaki yöneticilerin çevresi, birileri tarafından toplanmıştır. Onlar size sanal bir dünya gösteririler. Tayibin karşısında da öyle var, öyle bir çerçeve çiziyor ki, sarayda adam kendisini nerelere gideceğini zannediyor.
Bakın o öyle çevreler içinde olmasaydı Türkiye bu Suriye sorununun içine girmezdi. Türkiye’nin toprak bütünlüğü Suriye’nin toprak bütünlüğünden geçiyor. Bakın geldiğimiz noktaya bakın, evet bir emperyalist oyun, ama ben bu emperyalist oyunu gördüm de sokaktaki adam olarak ötekiler görmedi de Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Hakları var mı? Açılımı yapan onlar, hendekleri kazan onlar, Kobani’den Peşmergeleri geçiren onlar. Sonra ne oldu 900 km lik sınırda bir Kürt devleti kurulurken, Afrin’e giriyorsun, gir ama benim ordum yapıyor. Onu sen değil, sen zorunlu kaldın, gidemeyeceksin de, keşke başarsın Türkiye, çünkü Türkiye’nin başarması artık zorunlu. Hayat memat hakikaten o çağ sorunu dedikleri nokta, ama bunlar bir siyasi partiye iktidarı seçimi erkene alıp, iktidar hakkı da vermesin.
Biz halkız, irademiz net, bilgimiz eksik olabilir, bilgilendirecek ekip çok. Biz hep beraber, bu bilgilendirmeyi yapabilirsek örgütlememiz bu noktada olmalı. Yerel seçimleri de, bakın 30 tane büyük şehir var. O büyük şehrin hepsinde bunların tümünü yapabiliriz, halkı dinlememiz lazım, halka bilgi vermemiz lazım, birebir temas kurmamız lazım. Parti kimliğiyle gitmememiz lazım, cephe kimliğiyle gitmemiz lazım. Biz hazırız, biz her seferinde sivil toplum olmanın vermiş olduğu bir avantajı kullanmaya çalışıyoruz. Biz siyasi parti kimliği ile konuşamayacağımız taraf olunacak bir noktada sivil halk daha rahat gidebilir, daha net uygulayabilir. Ben, bir reklam haline girmezse, siyasilerin otobüslerle yaptığı gezileri biz yapacağız. Biz demokratik bir kitle örgütüyüz, demokratik toplumunda kullanmak istemiyorum, biz 12 Eylülün sivil toplumu değiliz biz. Ama bunu yaparken halkla konuşmak istiyoruz,  elimizde broşürlerimiz, Anayasa bana ne getireceği bu broşürler, ben bunları anlattığım zaman anla arkadaşlar. Yapacağımız şey budur; cephe halinde çalışmak, siyasi partiler mesela oylamasında halk oylaması olduğu gerekçesiyle çok güzel bir yerde durdular, hakikaten arkada oldular, siyasi kimlikler önde görülmedi. Hakikaten çalışmalar belki yüzde ellinin üstündeydi. Bunun bulmamızın net sebebi de aslında budur. Ama bunun aynısını yapmak için bir engel yok. Çünkü artık mücadele Cumhuriyet mi siyaset mi? Siyasi İslam mı? Bunu halkımıza anlattığımızda bakın Atatürk sevgisi diye anlattığımızda Cumhuriyet dediğinizde yüzde 90 sizinle beraber, demek ki doğruyu anlatılmıyor, siyasi partilerin arasında da sıkışmamak lazım. Mücadeleyi cephe mücadelesiyle yürürsek kazanacağız.
Ben şimdi neler yapmak istediklerimizi de değineyim kısaca, siz beni durdurun.
Şimdi ben az önceki söylemle düşüncem için planlamış olduğum planı tamamen dışına çıktım. Sandığı da yapsanız, her türlü bilgiyi de verseniz halk hareketi olmadan bu iş olmaz. Bakın çok iyi biliyoruz, 17/25 Aralık sürecinde belki uçaklar bile kalkacaktı, hazırdı, diye duyuyorduk.  Ama biz halk,  bir Fransa’da saldırı sırasında bir milyon kişi hiç kimseye bir şey söylemeden geldi protesto için toplandı; bizde saldırı Suriye’den geldi, biz onu toplayamadık. YSK nun önüne bir milyon seçmen toplayabilirdik. Halk oylaması gecesi hepimiz biliyorduk sahtekârlık olduğunu. Toplayamadık. İşte demek ki, burada aslında sadece siyasi partilere de söylememek lazım, öylesine bir sürecin içindeyiz ki, Meclis yayınları verilmiyor, Meclis yayınlarını görebiliyor musunuz? Canları isterse izliyorsunuz, anları istemezse izleyemiyorsunuz, Bakın ben artık sıkıldım, buraya açıyorum, oraya açıyorum aynı adamı bir saniye farkla soruyor, bundan ben ne kadar sıkıldımsa halk da sıkıldımsa halk da sıkıldı artık. Biz halkımızı tanımak zorundayız, onun isteklerini ona kısa yoldan, bu basını da kullanmadan onu dört tane özgür gazetesi de olsa onu kapatmaya çalışıyor. Ama başka kanalları kullanmak, otobüslere bineceksiniz birebir gideceksiniz elinizde kitaplar, elinizde broşürler, oların anladığı kolay anlatacak ona hakikaten bütün sıkıntılarını olduğu gibi gösterecek bir, seni doğru anlatıyorlar diye doğru noktayı görecek bir bir vereceksin. Verdiğinde alacaksın. Türkiye Cumhuriyeti’nin siyaset tarihine bakın, hiç ummadığınız yerlerde halk doğru kararlar vermiştir. Gene verir, yeter ki bilgi akımı olsun, bilgi akımını durduruyorlar, bütün nedenleri bu, çünkü bilgisiz toplumda ancak yönetebiliyorlar, o bilgi eksiğini de biz tamamlayacağız. Bizim siyasi partilere hazırlanmış mektuplarımız var. Bu mektuplarda size burada özetini söylediğim birliği teklif ediyoruz. Sandık kurullarını evet tabi ki yapalım. Bunlara milyonlarca kişi eğitelim, biz eğitme programlarını üstleneceğiz. Çok kişilerle yapacağız, kendi içimizdeki insanlarımızı, bizim 110 bin net çalışabilecek tabanımız 110 bin çalışabilecek elemanımız var. Bu tabanı hangi siyasi parti istiyorsa seçimlerde kullansın. Bütün arkadaşlarımız gidip geri dönmesinler, siyasi partiler kendilerinden olmayınca geri gönderiyorlar. Bu gün ne kadar böyle gitti, bunda lüksümüz yok, bu yapılmalı. Ama bütün bu çalışmalar yapıldıktan sonra yetmedi diye yola bakın. İçiniz rahat olsun, bu hareket kazanılacak ama İran gibi olmadan kazanmalıyız, deriz. Çünkü İran bakın bir demokratik harekete girdi milisler geldi, üç günde kapattılar dünya ile ilişkisi kapandı. O noktaya kadar, geldikten sonra, geri dönüş zordur, ama şu anda hakikaten bilgiyle yapabileceğimiz bir olay var. Şu anda ittifak yapıyorsa, daraltılmış bölgeyi planlıyorsa hala o 50+1 i bulamadıkları içindir. Demek halk hazır, ama biz bilgilendirmemizi daha rahat yapacağız. Ama şu noktaya getirirler, biz hakikaten bir çoğunluk sistemine 57 deki seçim sistemine getirirlerse, 57 de o seçimlerin sonuçları yani çoğunluk sistemi korkunç bir sistemdi, nispi temsile doğru don sistemi birinci partiye öncelik veriyor ama çoğunluk sistemi tek partiye, onun dışındakilere hiç vermez. Dolayısıyla bu yapıyı araştırıyorlar, dikkat ederseniz. Tabi bölgelere ayırırken HDP nin olduğu yerler Doğu ne olacak, diye kendilerine zarar vereceği noktaları düşündükleri için kesinlikle var. Onun için çıkaramıyorlar. Ama bulabildikleri yerlerde ayırmak suretiyle kendilerine göre büyükşehir belediyelerinde yaptıkları gibi seçim alanlarını,  bölgelerinin kendi nüfusu ayarlamalarına göre çevirirlerse dar bölgede çıkaracaklar.
Dar bölgede bir oy farkıyla salt çoğunluk yok. Bir oy farkıyla bir alan tüm o siyasi partilerin oluyor. Bu aslında Mecliste grup bile kuramayacak hale getiriliyor. Şu anda tek şansı Türkiye’nin bu daraltılmış bölgenin iktidar partisine de çok fayda sağlamayacağı alanlar var. O alanlar nedeni ile kuşkuda, Yani onu çıkartmıyorsa, kendisine yaramayacağı anlamına geliyor. Ama çıkarsa inanın Türkiye’nin geleceğine demokrasisine her şeyine ve geleceğine aykırı olacaktır. Ve Türk olarak şuna karar verip şunları anlatmamız lazım.
Bakın 1950 de başlayan bir demokrasi deneyiminden ama o demokrasi deneyimi sadece çok partinin siyasi hayata demokrasi getirmemesinden ve Cumhuriyet bir devrimdir, hemen karşı devrim oluşturmuş ama. Cumhuriyetçi güçler ve siyasi, siyaset tabi öncelikle siyaset, bu büyütmüştür karşı devrimi, buna emperyalizm işte uluslar arası faktörler girmiştir, özelleşme oradan da Türkiye üzerinde o mikro milliyetçilik etnik dini ayrışmacılar girmiştir. Türk İslam Sentezi gelmiştir, arkasından Ilımlı İslam gelmiştir, arkasından Avrupa Birlikçiliği gelmiştir, Atatürk’ün vesayeti gelmiştir, kimlik kaybettirdikten sonra sonu siyasi yıkıma gelmiştir. Tüm Türkiye aslında on yıllık siyasi Anayasa süreciyle üç noktada bölünüyor, değişiyor. Cumhuriyetin laik demokratik sistemi sonlanıp yerine bir monarşi geliyor. Bu lafı kullanalım.  Monarşi tek adam monarşi, 1876 ANAYASASINDAKİ ABDULHAMİT’İN FESİH YETKİSİ TAYİP ERDOĞAN’A VERİLİYOR, yani bunu bilmemiz lazım. Bunu halka böyle anlatmalıyız ama bunu kendi hayatına nasıl dönüşeceğini anlatarak anlatmamız lazım.
İKİNCİSİ, TÜRKİYE’DE ŞERİAT GELİYOR Şeriat, siyasi İslam, İslam’ın şeriatı geliyor. Yoksa Osmanlı’da da şeriat vardı. Hatta örfi bir hukuk vardı. İşte bugünün Suudi Arabistan’ın benzemezdi Osmanlının şeriatı da. Yani nereye gideceğinizi planlayın. Selefi-Hanifi bir yapıya doğru gidiyoruz. Bakın Özgür Suriye Ordusunu(OSÖ) Kuvayi  Milliye’ye benzeten bilgi eksikliği içinde olan yani ihanet görüntüsü veren bir yapı var. Özgür Suriye Ordusuyla benim Kuvayi Milliyemi karşılaştırabiliyor. Yani hiç Cumhuriyeti okumamışlar. Cumhuriyetin nasıl büyüdüğünü ne olduğunu mücadeleyi bile okumamışlar. Aslında bizim az önce söylediğim eğitimi, iktidardan başlamamız lazım. Onlara Cumhuriyetin ne olduğunu, çağdaşlığın, eğitimin ne olduğunu, TC nin ne olduğunu, buradan gelen yargıyı, oradan gelen demokrasiyi öğretmemiz lazım.
Yani bütün bunları yan yana koyduğumuzda, Türkiye bir üçüncü şey, çünkü Osmanlı’da Monarşi vardır. Federatif bir eyaletler sistemi vardır. Bu sistem içinde de eyaletler olabilir diyor birisi ve de tabi şeriat. Siyasi İslam’da. Türkiye bu yol üzerinde yürüyor. Emperyalist yüz yıllık proje, ama Türkiye’nin de tarihi bu yüz yıllık emperyalist projenin içindeki mücadele süreci. Bu mücadele sürecinde uyuyan bizi arkadaşlar. Devrim karşı evrim buraya getirmiş, onun sorumlusu da biziz, düzeltecek de biziz.
Ben hamaset yapmak istemiyorum, size hamaset gibi gelebilir ama tekrar söylüyorum, sandıkları da yaksanız karşısında oturacak olan oraya muhtemelen il ve ilçe seçim kurullarındakileri başındaki hâkimler atar. Hiçbir engel yok ki atayacak, nasıl olsa getirecek. Sandık kurulları da sana bir şey vermeyecek, YSK orada duruyorsa, OHAL şartları orada duruyorsa, toplantı gösteri yasası orada duruyorsa, senin yapabileceğin kurallar içinde ne yapayım diyorsan, sınırlı ve bir şey yapamazsın. Ama halk bir milyonu 17 Aralık’da geçirseydi bunlar yoktu. Ya da YSK kararı ilan ettiğinde orada bir milyon toplansaydı bu günleri yaşamazdık. Demek ki mücadele tarihi bir şey var, bu mücadele tarihi de bizleri, yani ikiye ayrılmış olan Türkiye’de Cumhuriyetçi kesimin görevi, burada Ahmet Mehmet diye görev beklemek yok. Herkes için de olacak. Siyasi partileri de hep birlikte hareket etmeye bir seçim sürecini planlayıp yürütmek için bence göreve çağırmak lazım”.


Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget