15 Temmuzdan Sonra Türkiye Yargısı Nereye Gidiyor (2)

“15 Temmuz’dan sonra Türk Yargısı Nereye Gidiyor” konu başlıklı panel düzenlendi. Gazeteci Yazar İsmail Sayman’ın konuşmasını vereceğiz.

“Yargıya sızmış Fetullahçı militanlar hâkim savcı elbisesi giymiş bir çete bir örgüt mensubuydular”.
 “Paralel devlet bizi aldattı diyorlardı, ama devletin kendisi cemaat, devletin kendisi paraleldi”.
“yüksek yargıdan başlayarak aşağıya doğru yargının bütünü hükümete bağımlı hale getirildi”.                       
“Eskiden devlet adına karar veren yargı erki, Cumhuriyet adına hareket eden savcı açıkça hükümet adına, parti adına hareket eden bir elit haline dönüştü”
16 Nisan referandumundan sonra Türkiye’de yargı aygıtı hükümetin avukatlık bürosudur”.
“artık birinci derce mahkemeler siyasal iktidara göre hareket ediyor”.
“AYM ni bir hukuk merci olmaktan çıkaran hükümetin kendisi, siyasetin kendisi”.
“TC devleti 11480 yurttaşına iftira attı, suçladı, bunun bedelini kim ödeyecek.”.
“Gezi parkında yaralananlarla ilgili tazminat kararı veren mahkeme heyet de dağıtıldı”.
Adalet gelecekse sokaklardan adliyelere doğru gelecek.
15 Temmuzdan Sonra Türkiye Yargısı Nereye Gidiyor (2)
Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy’un evlerinin önünde katledilişlerinin anısına düzenlenen 25. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinden, 27 Ocak 2018 günü Çankaya Beld. Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Yargıçlar Sendikası’nın düzenlediği  “15 Temmuz’dan sonra Türk Yargısı Nereye Gidiyor” konu başlıklı panel düzenlendi. Paneli Ayşe Sarısu Pehlivan (Yargıçlar Sendikası Başkanı) yönetirken, bu ikinci bölümde Gazeteci Yazar İsmail Sayman’ın konuşmasını vereceğiz.
Bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal”  olarak belirlendi.  Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeki konuşmaları ne yazık ki çok az sayıda kişi izliyorlardı, öyle ki salonun onda bir bile dolmamıştı, (300 kişilik salonda 70 kişi vardı). Bunda Ankara Valiliğinin OHAL kapsamındaki yasaklamanın etkisi olduğu söylendi.
Çok az sayıda izleyicinin izlediği bu değerli konuşmaları, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik. Ancak metin uzun olacağı için, okuyucuyu da sıkmamak için her bölümün konuşmalarını tek tek bölümler halinde vereceğiz.
Gazeteci Yazar İsmail Sayman paneldeki konuşmasında şunları söyledi:
“-Hukuk güvencesi ortadan kalktı. İnsanların böylesi bir etkinlikte değil konuşmacı olmak, dinleyici olması bile doğaldır. Az önce Bülent Savcı konuşurken, hukukun yoksunluğundan söz etti. Sözün başında bunu duyunca vatandaş olarak burada ne arıyorum. O konuşurken bundan endişe ediyorsa, ben konuşurken herhalde daha güvensiz bir noktadayım, diye düşündüm. O yüzden vatandaşın içine kendimi koyarak, yargıya, adliyeye bakarken duyduğum his aşağı yukarı böyle olmalı diye düşünüyorum.
Hep tasnif edilirken 2010 öncesi 2006 ya kadar ki evre, daha doğrusu ikinci HSYK kadarki yargıda birlik platformunun iktidara geldiği 2014 yılındaki söz sahibi olduğu döneme kadar dört yıllık cemaat dönemi ve ondan bu yana geçen iktidarın tam kontrolünün sağladığı evre olarak aşağı yukarı üç evrede olan şey. Mustafa Abi genişçe anlattı, Bülent Savcı değindi konuya ben üstün körü, hani belki şunu söyleyebilirim. 2010 yılına kadar evre biraz da kurulu düzenin müesses nizamın sınırlarını bilerek ama AİHS ve Avrupa hukukunun da bir ölçüde farkına vararak bu güne oranla bence daha ileri bir yargı pratiğine sahip bir yargı düzeni söz konusuydu. Fakat onu da sınırlayan müesses nizam ve onun hareketleri söz konusuydu. Bu dönem dönem açığa çıkıyor ve bazı hususlar açığa çıkıyordu. Dönem dönem çıktı, işte Meclisteki türban krizi meselesi çok kritik evrelerde kendisini gösterebiliyor. Ama bazen çok esnek kararlar imza olarak kullanılıyordu. Kürt meselesiyle ilgili aldığı enteresan kararlar olabiliyordu ama yüksek yargıda Hırant Dıng le ilgili bugünün hâkimleri altına imza koyduğu çok utanç verici kararlar da söz konusu. 2010-2012 çok açık ki bir çetenin yargıyı ele geçirmesiydi, bundan başka nasıl adlandırılabiliri ki. Tam olarak şunu söyleyebiliriz, kaldırım mafyasının trafik polisi olması gibi bir şey bu, değnekçilerin trafik polisi olması gibi bir şeydi bu. Fetullahçılar yargıda bir çete örgütlenmesiydi ve devletin kendilerine verdiği üniformayı, mevkiyi kendi örgütlerinin çıkarı için kulandılar. Aslında hâkim savcı elbisesi giymiş bir çete bir örgüt mensubuydular ve açıkça yargıda bir çetenin ele geçirdiği ve onun adına karar alındığı bir dönemdi. O dönem şöyle düşünmüştüm, aslında hâkim ve savcılar değil, bizde memur sınıfı devletten korkar, yani devletin, tenzih ediyorum, istisnai örnekleri bir kenara koyuyorum, ama devletten korkar devleti karşısına alabilecek bir karara imza atmaktan çekinir. Ancak eğer böyle bir karar alıyorsa, ya burada olanlardan biri olmak gerekir, o da sürülmeyi göze almaktır, görüldüğü üzere; ya da devleti aşan ya da devletten daha aşkın bir güce olmanız gerekir o da Fetullahçılık. AKP nin hep vurgulaya geldiği, hep iddia ettiği hadise şudur ya, işte “paralel devlet bizi aldattı, paralel devlet uçtu”. Oysaki vaka hiç böyle değildi, “devletin kendisi cemaat, devletin kendisi paraleldi”. Dolayısıyla aslında devlet gücünü ele geçirmiş olan, onu aşkın bir güç olan Fetullahçılar hâkimler açısından görülür hükümete oranla daha aşkın, daha büyük kudretti dolaysısıyla AKP iktidarını çıkarları bittiği andan, örgütle iktidarın çıkarının ayrıldığından itibaren hedefleri belirlediler ve operasyona geçtiler.
Bu amaçla yargısal faaliyet adına uyguladıkları her ne var ise örgüte yönelik. Yani o bakımdan benim bir tereddüdüm yok bu konuda, bu örgüt adına yapılanların hukuki niteliği, doğruluğu, haklılığı noktasındaki tartışmalardan bağımsız olarak faaliyet bindirmesi.
Ama ondan bu güne devlette şöyle bir değişim oldu. Değişim ve dönüşüm derken, o bağlamda yargıya gelmek isterim. Bir kere 2007 ile 2012 arasında, 13 arasında hükümet ve cemaat bir parti ve bir örgüt, o kadar iç içe geçti ki, artık örgüt mensubuyla devlet görevlisini birbirinden ayırmak mümkün olmaktan çıktı. Biz yaşa dışı örgütten şunu anlamayalım: Afrin’deki PYD yi, Munzurdaki TİKKO cuyu, bilmem şu mahalledeki DHKP ciliği, ya da Adıyaman’daki IŞİT çiliği yani kendisinin devlet onu zaten yasa dışı ilan etmeden önce, devletin sınırları dışına çıkmış ve devlete savaş açmış, savaş açarken de eline silahını da almış bombasını da almış. Kendisini devletin onu adlandırmasından çok önce adlandırmış, adını koymuş bir vizesini yazmış altına imzasını basmış bir örgütsel varlıktan söz etmiyoruz. Başka bir örgütsel formdan söz ediyoruz. Bu örgütsel form esasen bizim bildiğimiz anlamda o yasa dışı örgütlerin o açık silahlı gibi değil, ona büründüğü devletin korkutucu gücünün kullanıyor. Polisini, kanun gücünü, ordu gücünü kullanıyor ve bu noktada örgütün, örgütle devletin, örgüt üyesiyle devlet mensubunun kimliği iç içe geçmiştir. Bunu nasıl ayıklayacaktı, AKP hükümeti? Devleti kıyamete sürüklerken, attığı adımlardan bir şu oldu aslında. Örgüte müdahale ederken devlete müdahale etti, devletin kudretine müdahale etti. Yani aslında kendisince paralele dönük örgüte müdahale derken, hâkim ve savcının yetkisine müdahale etti, polisin yetkisine müdahale etti, devlet kudretinin kendisine müdahale etti. O denli karmaşık süreç bu, tam da bu noktada eve doğru dört bin küsur civarındaki Fetullahçı yapılanmaya mensup hâkim ve savcının deliller ortay konduktan sonra üzerindeki üniforma sökülüp alınmalıydı. Ama kuşkusuz böyle burada yapılmak istenen örgütle devletin iç içe geçmiş bu noktada artık operasyona başlanıldığında bir kere yapılan şu oldu, bir daha yargı erkinin, bir daha güvenlik aygıtının devletin şahsında hükümete dokunması imkânları ortadan kaldırıldı. Çok karmaşık bir süreç yargıya da böyle sirayet etti bu iş.
Ne oldu, çok açık biçimde yüksek yargıdan başlayarak aşağıya doğru yargının bütünü hükümete bağımlı hale getirildi. Eskiden devlet adına karar veren yargı erki, ya da arkada yazan Cumhuriyet adına hareket eden savcı artık ilk kez açıkça hükümet adına, parti adına hareket eden bir elit haline dönüştü. Yargının bu denli açık siyasallaştığı, siyasi kavgaların bir tarafına denk düşen hale geldiği dönem belki Adnan Menderes iktidarının 1957-1960 arasında mümkündü. O da Menderes’in hazzetmediği partilerin kapatıldığı, Menderes’in hiç hazzetmediği Osman Bölükbaşı’nın içeri tıkıldığı, Hikmet Kıvılcımlı’nın içeri tıkıldığı, gazetecilerin içeri tıkıldığı, İsmet Paşa’nın torununun içeri tıkıldığı o dönemi belki hatırlatır. Açık siyasal tutum parti lehine tutum anıldığı bir dönem bu dönemdi. Adını mevcut yargı mensuplarını tenzih ederek söylüyorum, bireysel bir eleştiride bulunmuyorum, bireysel anlamda eleştirdiklerim var ama bir kurumsal eleştiri yürütmek istiyorum. O da şu, artık 16 Nisan referandumundan sonra Türkiye’de yargı aygıtı hükümetin avukatlık bürosudur, hukuk bürosudur, hükümetin işlerini görmektedir, çok net. Hükümetin iradesinin aksine, detay yargılamaları kast etmiyorum, iradesinin aksine Türkiye’de hükümeti de aşacak şekilde Cumhurbaşkanının istemediği bir kararı verecek hâkim savcının hukuk güvencesi sıkıntıdadır. Artık ondan bağımsız şekilde bir tahliye kararı verilemez, bir hukuk kararı verilemez, bu denli net siyasal ayırım söz konusu.
Şimdi örnekleyerek devam etmek gerekir. Bakın özellikle 15 Temmuza sonra ortada net kendisin belli edecek, kendini deklere edecek hâkim kaldı savcı kaldı. O anlamda eskiden operasyonlu yargılamalar söz konusu idi, bu gün artık direnecek güçleri bozuldu, yani mekanizma bozuldu. Cemaatin hâkim olduğu yapı bozuldu, savcı, hâkim itiraz merci vs gibi silsile bozuldu. Tek başına ne karar alacak yani bu mümkün değil. Dikkat edin, Anayasa Mahkemesi örneğini verdi Mustafa Abi. AYH Can Dündar ile verdiği kararını verdiği andan itibaren, hatırlayın, anasından emdiği süt burnundan getirildi. Bir daha toplansalar o kararı verebilirlerdi? Akıbetin böyle olacağını bilselerdi o kararı vermeyebilirlerdi. Şimdi biz biliyoruz ki yargı, hâkimler ve savcılar mevcut koşullarda Yargıtay’a, HSYK una, Anayasa mahkemesine tırnak içinde söylüyorum, babalanamazlar. Bu mümkün değil. Yasal haklarını kullanırlar belki, AYM sisine ilgili yargılamada belki ilgili madde taşırlar ama böyle diklenemezler. Çünkü artık birinci derce mahkemeler siyasal iktidara göre hareket ediyor, onun demeciyle hareket ediyor, o demece göre karar veriyor, o yüzden AYM sini takmıyor. AYM ni bir hukuk merci olmaktan çıkaran hükümetin kendisi, siyasetin kendisi. Onu paralize etti artık kimse itibar etmez. Hukukun bütün silsilesi değişmiş durumda. Asıl karara dönecektim.
GARİP MAHKEME KARARLARI VE SÜRGÜNLER.
2017 in Şubat ayında Şenol Demir Antalya Bölge İdaresi Başkanı Denizlide görülmekte olan bir kararı görüyor. Kadının sadece MİT in gönderdiği çizelgede Bayrok kullanıcısı yönünde ibare var. Ne kod adı var, ne kullanıcı adı var, ne görüşme içeriği var, üç beş tane sinyal var. Şenol Demir ne yapıyor, Şenol Demir cezası onanmış, örgüt üyeliği kararı cezası verilmiş, önüne gelmiş diyor ki, “arkadaşım burada bakın burada polis içeriği yok, sadece sinyal bilgisi var, buna göre karar veremeyiz” diyor ve kararı bozuyor.
Ertesi gün ne oldu, hemen kendisi hakkında kampanya başlatıldı. “Kardeşi Fetö’cüdür, onu yapmıştır, bunu yapmıştır” denilerek,  o kararı veren heyet dağıtıldı. Şenol Demir düz hâkim olarak sürüldü. O karar hükümetin baskısıyla ve onun harekete geçirdiği medya aygıtıyla püskürtüldü. Nasıl olduysa bundan sonra bir başka hâkim Gaziantep’e havale etti. Gaziantep Bölge Mahkemesi Başkanı Zafer Yarar, Zafer Yarar kendinden emin niye, fazla muhafazakâr. Kimse ona Fetullahçı, Alevi, solcu diyemeyecek kadar dindar bir adam. Zafer Yarar ve heyeti toplanıyor, oy çokluğuyla diyorlar ki, aynı itirazları sıraladıktan sonra, yani kullanıcı adı yok, içerik yok, o yok bu yok, diyorlar ki, “bu kadını bari gidin mahallinde sorgulayın, bağlantısı var mı, bu kişinin”. Ya da diyor ki, “eğer konuştuğu kişileri bulursanız, siz örgüt üyeliğinden vermişsiniz, durum bakalım içeri girerse yöneticilikten ceza veririz”. Bir de böyle yorumlamışlar, kararı verildikten, üstelik karar, bir önceki kararı verenlerin başına geleni bildikleri için kararı sessiz sedasız veriyorlar ama yakalanıyorlar. Yakalanınca, kararı kamuoyuna yansıdığı, karar kamuoyuna yansıyınca ne oluyor, oy çokluğuyla karar veren mahkeme başkanı Yarar, Önce Kayseri’ye, sonra Adana’ya sürüldü. Sürgün sürgün geziyor şu an. İkinci üye İstanbul’a sürüldü, “hayır ceza verilsin” diyeni mahkemenin başkanı yaptılar.
Şimdi bu da Mart 2017 de ne oldu? Peki, ne oldu? Geçen ay TC Devleti sadece sinyallerden yola çıkarak karar verdiği için 11480 kişinin aslında hiç kullanmadıkları halde, “Bayrokçu” diye suçlanarak haklarında adli işlem yapıldığını ilan etti. O ilan sırasında bunlardan yaklaşık 2000 i ceza evindeydi, 2500 kamu görevlerinden ihraç edilmişti. Bunlardan bir kısmını ben çok gezdiğim için görüyorum, bunlardan bir kısmı işsiz kaldılar, itildiler, sürüldüler, fişlendiler. Yav çok özür dilerim, benzetmemi mazur görün, birine “bayrokçu” demek o kadar ağır bir şey ki aslında, yaşayanlar anlatıyor. Nasıl ispatlayacaksınız, Fetullah Gülen’le uygunsuz fotoğrafınız çıksa gerçekten onu izah etmek mümkün, hani deniyor ya, “Fetöcüler beni aldattı biçiminde izah etmeniz mümkün, “bayrokçu”yu izah etmeniz mümkün değil.
Dolayısıyla 11481 bin kişi bu usulle ceza, ağır bir bedel ödemiş. Bir de önceki gin 300 kişi daha eklendi buna. Sadece o yokmuş Way Fi varmış şu varmış b u varmış filan.
Peki, bunu bir yıl önce tespit eden hâkimin günahı ne, bunu dokuz önce tespit eden hâkimleri günahı ne? İşte Fetö cülerin hainliğinden bedel ödüyor insanlar, sadece sürgünler, çünkü o dönemine uygun siyasal karar vermedikleri için. Hükümetin açık tutumuna destek vermedikleri için, ya da ona destekleyen onun argümanlarına uygun karar vermedikleri için bedel ödediler ve tam da bu yüzden hukuk tümüyle siyasallaştığı için HSK başkan vekili daha ilk gün yüzde yüz delildir dediği için, adliye koridorlarına çıkan savcı “bana tutuklayacak adam getirin” dediği için, hâkim önüne geleni içeri tıktığı için, aksi yönde karar veren hâkim ve savcı görevinden edileceği için makamından edeceği için TC devleti 11480 yurttaşına iftira attı, suçladı, bunun bedelini kim ödeyecek. Nerede görülmüş bu bir değil, iki değil, nerede görülmüş bu? Hani solcular aşina buna, solcular aşina, ait olmadığı örgütten içeri girmeye teşneler, biliyorlar  başlarından geçmiş. Haydi, onları koymuyor, AKP partisi kendi milletvekilini cezaevine koydu bu yüzden, eski milletvekilini ceza evine koydu, bu yüzden. Yalova milletvekili, derdini anlatamadı. Ziyaretine sadece Muharrem İnce gitmiş, selam bile vermediler düşünün. Bir milletvekilinin başına bu geliyor niye. Yargı tümden siyasallaştığı için. Yargı faktörlerinin tümü hükümetten gelecek açıklamaya bakarak karar verdiği için. Yargıda bütün kitaplar yakılmış artık, Yeni Şafak okunuyor, bütün tezler yakılmış artık (A) haber izliyorlar.( A) haber de sözde haber yorumlamak için, ekranda program yapan üç beş tane kişi karar veriyor, bazı hâkimler onu izleyip ona göre hareket ediyorlar. Bu denli vahim yargısal süreçle karşı karşıyayız. O nedenle ilk defa tam anlamıyla tespit etmek lazım, yargı hükümetin avukatlık bürosudur, hukuk bürosu olarak hizmet vermektedir. Bundan öte bir kararı vermesi de onun arzu ettiğinin aksine bir kararı vermesi de mümkün görünmüyor. Bundan sonra çıkacak her kararda bu önümüze gelecek.
Bir hususu daha ekleyeyim. Gezi parkında yaralanan, bilhassa İstanbul’da yaralananlarla ilgili tazminat kararı veren heyet de dağıtıldı. Adım adım siyasetçileri ve devleti denetleyecek yargıdaki bütün son kalan, hukuka riayet etmeye çalışan ve son kalan merciler de bir bir pasifsize edilecekler ve hükümet artık denetimsiz bir şekilde. Hiçbir hukuka tabi olmaksızın veya onun tarafından denetlenmeksizin ki onlardan hiç hazzetmiyorlar, işlemlerini sürdürmeye, bundan sonraki kararlarını alıp ona göre hareket etmeye devam edecekler. Tam da bu yüzden ne oluyor? Dedim ya, yargı partinin hukuk birimi gibi hareket ediyor.
Tam da bu yüzden Ankara’da Fetullahçılara ve Ankara’yı Fetullahçıların ayağına seren Melih Gökçek hakkında kılını kıpırdatmazken, Ataşehir’de CHP li Belediye Başkanının ümüğüne çöker. Bursa Belediye Başkanı hakkında haberleri duymazken, Mardin Belediye başkanının ümüğüne çöker, bu yargı.
Beşiktaş Belediye Başkanının akçalı işleri için, üstüne bir de örgütü koyarken yargı, nasıl olsa Feto var koy gitsin, kim dinleyecek koy gitsin, örgütü koyarken bu yargı, Ana muhalefet liderinin yürüdüğü güzergâha gübre döktüren Düzçe Belediye Başkanı gıkını çıkaramaz. Bu gün yargı aksi yönde bir işaret gelse idi emin olun şu salon dolmuştu, şu salon dolmuştu ve kapıda birbirlerini kırıyorlardı. Manzara tam da böyledir, bu nedenle artık adliyelerden sokağa doğru bir adaletin gelmesini istemek, temenni etmek bir kuru hayal. Adalet gelecekse sokaklardan adliyelere doğru gelecek. Vatandaşlar sıradan insanlar, yargının nesneleri, işçiler, emekçiler, öğrenciler arzu ettiklerinde bir araya geldiklerinde hâkim ve savcıların belki yeni baştan adaleti hatırlatmalarına vesile olacaklar”.
Gelecek yazımızda, panelin son ve üçüncü konuşmacı olarak yargıç Nuh Hüseyin Köse’nin konuşmasını vereceğiz.

Cevat Kulaksız   

 Cevat Kulaksız

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget