Eylül 2021
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

İyi Ki Varsınız Hdp Ve Kürt Kardeşlerimiz
Kürt kardeşlerimizin siyasal temsilcileri, mecliste grubu olan üçüncü büyük parti HDP; dün (27/09/2021) Ankara’da 11 maddelik “Demokrasiye, Adalete, Barışa Çağrı Deklarasyonu” başlıklı, seçim sürecinde izleyeceği yol haritasını belirleyen  tutum belgesini,  Eş Genel Başkanları Pervin BULDAN ve Mithat SANCAR marifetiyle açıkladı. 

Eş Başkan Pervin BULDAN, yaptığı açıklamada; ”Herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımızın olmadığını açıklıkla vurguluyoruz, Halkta oluşan beklentinin, acil bir demokratik değişim ve dönüşüm ihtiyacı ve talebi çerçevesinde geliştiğini tespit ettik. Krizin ve çözümsüzlüğün başlıca kaynağı olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni değiştirmek istiyoruz. Amacımız, bu otoriter sistemin yerine güçlü demokrasinin , çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır. İster HDP'li isterse başka bir aday olsun, isimler yerine ilkelerin ve yöntemlerin tartışılmasının gerekli olduğu inancındayız” şeklinde beyanda bulunmuş olup,  hepsinin altına, her demokrat aydının imzasını koyacakları; demokrasiye, kuvvetler ayrımına ve parlamenter sisteme, yargı bağımsızlığına, kayyum uygulamasının sonlandırılmasına, Kürt sorunun çözümüne, barıştan yana dış politika anlayışına ve tercihine, kadın ve erkek eşitliğine ve bunun güvence altına alınmasına, işsizlik ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasına, milli gelirin hakça dağıtılmasına, işlerine KHK lerle son verilenlerin haklarının savunulmasına, işe alınmalarda liyakate önem verilmesine, doğa ve çevrenin korunmasına, gençlerin kendilerini serbestçe ifade edebilmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasına,  eğitim sistemindeki çarpıklıkların giderilmesine, sivil ve özgürlükçü yeni bir anayasanın yapılarak demokrasinin taçlandırılmasına yönelik 11 maddelik  istek ve taleplerini sıralamıştır. 

Biz,  aydın bir yurttaş ve hukukçu olarak,  bu 11 maddede açıklanan tutum belgesindeki HDP istek ve taleplerine aynen katılıyoruz ve bu tutumu sergileyen, ülkenin beka sorunu haline gelen ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminden kurtulmaya yönelik tespit ve çözüm önerilerini sıralayan ve en önemlisi de, Cumhurbaşkanlığı seçiminde, herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışlarının, bir ittifakta mutlak surette yer alma arzularının olmadığını, bu konuda bir dayatmada bulunmayacaklarını, özellikle 11 madde halinde açıkladıkları istek ve talepleriyle örtüşen ve aynı görüşleri savunan Millet İttifakının Cumhurbaşkanı adayına bu ilkeler  bazında oy verebileceklerini ve destekleyeceklerini ima yollu açıklamaları, ayakta alkışlanmalıdır. 

HDP'nin bu tutum;  bize göre, ülke severliktir, ayrımcılığa karşı tavır almaktır. 

HDP'nin;  birleştirici, demokrat ve ülke yararına sergilediği bu tutumu karşısında;  HDP'yi yargısız infaz ederek,  PKK yandaşı terörist bir örgüt olarak yaftalayanlar,  yasal ama meşru değil diyerek saçmalayanlar,  utandılar mı acaba?

Utandıklarını hiç zannetmiyoruz, onlar adına biz utanıyoruz. 

Bu ülkede, yapılan son yerel seçimlerde en başta İstanbul ve Ankara olmak üzere, büyük illerimizin Büyükşehir Belediye Başkanlıklarının Millet İttifakı adayları tarafından kazanılarak, bu belediyelerin AKP kötü yönetiminden kurtulmalarındaki HDP'nin  ve Kürt seçmen kardeşlerimizin sundukları anlamlı ve değerli katkılar,  asla unutulmamalıdır. 

Kimse aklından çıkarmasın, HDP yasal ve meşru bir siyasal partidir ve ağırlıklı olarak  Kürt kardeş ve vatandaşlarımızın meclisteki temsilcileridir, hakkında verilen kesin bir yargı kararı yoktur. 

Şu da unutulmasın; HDP'yi meşru görmeyen Cumhur İttifakının bileşenlerinden AKP hakkında verilen ve kesinleşen ve bugün daha da yoğunlaşan; laiklik karşıtı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğuna ilişkin,  tapu gibi duran bir Anayasa Mahkemesi kararı vardır

İyi ki; varsınız HDP ve Kürt Kardeşlerimiz.  

Güner Yiğitbaşı

28/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Akşener'in Başbakanlığa Adayım Beyanı Yadırgatıcı Değildir
İYİ Parti Genel Başkanı AKŞENER;  Halk TV.  İçin verdiği bir mülakatta,  Cumhurbaşkanlığına aday değilim ama, parlamenter sisteme dönüldükten sonra yapılacak seçimlerde Başbakanlığa adayım açıklamasında bulununca,  ortalık toz duman oldu. 

Millet İttifakı çöküyor mu telaşına düştü bazıları. 

AKŞENER'in,  ben Başbakanlığa adayım açıklaması, demokrasilerde, demokrasinin vazgeçilmez unsurları olan ve iktidara gelerek ülkeye hizmet etmek isteyen siyasal partilerin kuruluş amacıdır. 

Sizler,  BAHÇELİ'nin başında bulunduğu, iktidara gelme amacını yitirmiş,  siyasal parti olmaktan çıkmış MHP'nin,  yedek lastik politikasına bakmayınız. 

AKŞENER doğruyu,  olması gerekeni söylemiştir. 

AKŞENER'in beyanı çok doğaldır, yadırganacak bir yanı asla yoktur. 

Millet İttifakı; özellikle,  bu Cumhurbaşkanlığı Hükümet sisteminde tek yetkili olan mevcut partili Cumhurbaşkanının, sandık yoluyla ve demokratik usullerle işbaşından uzaklaştırılması ve sonrasında da, Millet İttifakının üzerinde anlaştıkları iyileştirilmiş parlamenter sisteme ve tüm kural ve kurumlarıyla demokrasiye  geri dönülmesi, Cumhurbaşkanlığı makamının bağımsız ve sembolik bir hale getirilmesi amacıyla ve bu amaçla sınırlı olarak kurulmuş olup, amacını gerçekleştirdikten sonra başbakanlı yeni iyileştirilmiş parlamenter sistem içinde yapılacak olan parlamento seçimlerinde,  başbakanlığa talip olarak halkın karşısına çıkarak oy talep etmek,  İYİ Parti Genel Başkanı AKŞENER'in ve diğer tüm partilerin liderlerinin,  en doğal ve tabii haklarıdır. 

AKŞENER; bu beyanıyla Millet İttifakına ihanet etmemiş, ittifakla ters düşmemiş olup, bilakis; Millet İttifakının,  Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini sonlandırarak yerine iyileştirilmiş parlamenter sisteme dönüş amacıyla kurulduğunun açık bir itirafı ve kabulüdür.  

Güner Yiğitbaşı

27/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sıfıra Sıfır Elde Var Sıfır
Bir Amerika çıkarması daha fiyasko ile sonlandı. 

Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN;  yanına,  yeni gözdesi Diyanet İşleri Başkanını da alarak çıktığı Amerika seferinden eli boş dönüyor maalesef. 

Aslında,  ABD Başkanı BİDEN'in resmi davetlisi olarak gitmedi Amerika’ya. 

Gidiş nedeni,  Türkiye adına Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna katılarak bir konuşma yapmak olsa da, gönlünden geçen,  gönlünde yatan aslan,  ABD Başkanı BİDEN ile çok kısa ve ayaküstü bir merdiven altı görüşmesi de olsa görüşüp bir fotoğraf verebilmek ve seçimler öncesinde,  iyice kaybettiği içerideki kredisini biraz yükseltmek ve panik halindeki kendi seçmen kitlesine göz kırparak yıkılmadım ve ayaktayım bakınız ABD Başkanı BİDEN benimle görüşüyor mesajını verebilmekti. 

Ama olmadı, hayal kırıklığına uğradı. ABD Başkanı BİDEN kendisini muhatap almadı. 

Almaması da, çok doğaldı. 

İstihbaratlar çalışıyor, Türkiye’de olup bitenleri, anayasasının, insan hak ve özgürlüklerinin askıya alındığını, iç politik gelişmeleri, partili Cumhurbaşkanının itibar kaybettiğini, her geçen gün oylarının eridiğini, ilk seçimlerde abbas yolcu olduğunu biliyordu. Bu nedenle,  partili Cumhurbaşkanı ile niçin görüşeyim düşüncesini taşıyor olmalıydı. 

Şimdi diyeceksiniz ki; devlette devamlılık vardır, bir iktidar gider ama diğeri gelir, devlet yönetimindeki devamlılık ilkesi gereğince, ABD Başkanı BİDEN gidici olan ERDOĞAN ile yine de görüşebilirdi. 

Bu görüş temelde, kural olarak doğru bir görüştür, devlette devamlılık vardır, uluslar arasındaki ilişkiler iktidarlarla sınırlı değildir. Bu düşünce, demokrasinin tüm kural ve kurumlarıyla uygulandığı iki devlet arasındaki Uluslar arası ilişkiler için geçerlidir. 

Ancak kazın ayağı ülkemiz için hiç de öyle değil. BİDEN ERDOĞAN'ı muhatap alarak


görüşmemekte  haklıdır.  ERDOĞAN'ın değişmeyeceğini bu aşamadan sonra demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri ve ülkesinin diğer sorunları  adına hiçbir çözüm getiremeyeceğini biliyordu ve bu nedenle olsa gerek,  ERDOĞAN'ın görüşme taleplerine olumlu cevap vererek ikili görüşmeye yanaşmadı. 

ERDOĞAN ve yanındaki kalabalık heyet, bütçeye büyük bir yük getirme pahasına turistik bir ABD gezisi yaparak ülkemize döndüler, ABD Başkanı BİDEN'den selam getirememiş ve elleri boş olarak dönmüş olsalar da, hoş geldiler sefalar getirdiler. 

Güner Yiğitbaşı

23/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Erdoğan'dan masallar dinlemeye hazır mısın birleşmiş milletler?
Partili ve taraflı, partisinin yararlarını ve iç politik çıkarlarını; ülkenin iç ve dış çıkar ve menfaatlerinin üzerinde gören ve tek derdi ve düşüncesi;  ömür boyu iktidarda kalarak, tek başına ve İslami kurallara göre ülkeyi yönetmek ve insanlarımıza, her alanda dini kalıplara göre yaşam sürmelerini dayatma olan Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ı; Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna katılmak ve genel kurulda bir konuşma yapmak, fırsat yaratabilirse ABD Başkanı BİDEN ile baş başa ikili bir görüşme yaparak bağlılığını sunabilmek ve iç politikaya göz kırpmak amacıyla Amerika'ya uğurladık. Yolu açık olsun. 

Birleşmiş Milletlere dahil ülkeler,  genel kurulda yine ERDOĞAN'ın tarihi konuşmalarından, anlatacağı masallardan bir tekrarı dinleyerek aydınlanacaklar(!)

Bizler de,  televizyonlarımızdan izleyerek,  gurur duyacağız(!)

ERDOĞAN konuşmasında; Dünya'nın, ülkelerin barış ve huzur içinde yaşamalarının gerekliliğine, insan hak ve özgürlüklerine değinecek, Birleşmiş Milletlerin bugünkü yapısı ve özellikle BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesine tanınan veto yetkisi ve ayrıcalık, beş daimi üye devletin vesayeti yüzünden,  Dünya barış ve huzurunun tehlikede olduğunu ve Dünya'nın beşten büyük olduğunu,  sayısını unuttuğumuz kez tekrarlamış olacak, ama,  maalesef beyanları asla inandırıcı olmayacaktır. 

İçinde bulunduğumuz uzay ve iletişim çağında, ülkeler için sır diye bir şey kalmadı, her ülke insanı ve yöneticileri, diğer ülkelerin içeride nasıl yönetildiklerini,  insan hak ve özgürlüklerine, yargı bağımsızlığına, demokrasinin kural ve kurumlarına saygı gösterilip gösterilmediğini, ülkenin; tek kişi veya elit dar bir kadronun vesayeti ve tahakkümü altında,  özgürlüklerden yoksun ve keyfi bir şekilde yönetildiğini çok iyi görüyorlar ve biliyorlar. 

Bu nedenle, Genel Kuruldaki ülkelerin temsilcileri,  ERDOĞAN'ı da,  “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü göz önünde tutarak dinleyecekler ve konuşmayı ve ERDOĞAN'ın samimiyetini buna göre değerlendireceklerdir. 

ERDOĞAN; BM Güvenlik Konseyindeki beş ülkenin veto haklarından  hareketle, vesayetten ve Dünya'nın beşten büyük olduğunu,  hiç dillendirmesin bize göre, buna rağmen dillendirirse; “Dünya beşten büyük ama, şimdi senin tek başına aldığın kendi kararlarınla mutlak bir yetki kullanarak,  kendi keyfine göre yönettiğin, insan hak ve özgürlüklerini yok ettiğin, AATATÜRK'ün; Yurtta Sulh Cihanda Sulh ilkesini hiçe sayarak, komşu devletlerin iç işlerine karışarak oralarda huzursuzluk çıkarıp barışı tehlikeye soktuğun, gelir dağılımını ve ekonomik barışını  bozduğun, yargı bağımsızlığını ayaklar altına aldığın, basın özgürlüğünü yok ettiğin, parlamentosunu işlevsiz kıldığın, ülke yararına olsa dahi,  muhalefetin bir yasa teklifinin dahi yasalaşmasına imkan vermediğin, buna tahammül edemediğin, milletin vergileriyle oluşan devlet hazinesini yandaşlara peşkeş çektiğin, liyakate son verip sadakate değer vererek,  devlet kadrolarını yetersiz yandaşlarla, suç örgütleriyle ilintili kişilerle doldurduğun, ülkenin varını ve yoğunu satarak,  israfın ve şatafatın için kaynak yarattığın, tarımını yok ettiğin, insanlarını kamplara ayırdığın ve ayrıştırdığın, Taliban ile fikir ve inanç birliği haline getirdiğin, insanlarını fakirleştirdiğin, gelir dağılımında uçurumlar yarattığın, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirisindeki insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırdığın, kısacası tanınamaz hale getirdiğin;  ATATÜRK'ün kurduğu, anayasasına göre hukuken, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olan T. C. Devleti de,  senden büyüktür,  ERDOĞAN” derlerse, ne diyeceksin, nasıl cevap verebileceksin hiç düşündün mü?

AKP Genel Başkanı Sayın ERDOĞAN.  

Güner Yiğitbaşı

20/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Nitelik Ve Nicelik
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan,  14. 09. 2021 de" İşçilerle Buluşma" programında konuşmuş ve "Asgari ücreti 16 kata yakın arttırmamız milli gelire oranla bakıldığında en somut örnek olarak karşımızdadır.  Aynı yükselişi emeklilik maaşlarında da görmek mümkün,  27 kat artan emekli maaşları var" demiş. 

Kulağa çok hoş geliyor değil mi?

Duyanlar da,  asgari ücretlinin ve emeklinin,  refah içinde yüzdüğünü zannedecek.  

İnternet'ten alıntıladığımız nitelik ve nicelik kavramlarıyla ERDOĞAN'ın bu yalancı baharına cevap vermek istiyoruz. 

“Halk arasında,  bazı kavramların çeşitli yönlerden özelliklerini açıklayabilmek için sıkça duyduğumuz nitel ve nicel anlam,  birbirleriyle bağlantılı kavramlardır.  Farkları ise,  nicel anlam;  somut olarak açıklanabilen,  nesnelerin miktarlarını ifade ederken nitel kavramı ise;  somut olarak açıklanamayan ancak o nesnenin özelliklerini ifade eden kavramlardır.  Yani genel anlamıyla nicelik miktar,  nitelik kaliteyi ifade eder. 

Nicelik,  nesne ve varlıkların sayılarını veya miktarlarını gösterir.  Ölçü bildirmek için kullanılır ve nesnelerin sayılabilen değerini gösterir.  

Nitelik,  nesnelerin nasıl olduğunu belirtmek için kullanılmaktadır.  Yani nitel anlam,  her yönüyle diğer şeylerden ayrılan özellikleriyle,  nesnelerin kalitesini ifade eder.  

Varlıkların sayılıp ölçülebilen miktarlarını değil,  durumunu ifade etmektedir. 

Toplum olarak,  her şeyi sayısı ile değerlendirmekten çok,  kaliteye önem vermekteyiz.  Yani niteliği,  nicelikten daha üstün tutmaktayız ve bunu hayatın her alanına yansıtmaktayız.  “

ERDOĞAN'a göre asgari ücret 16 kata yakın artırılmış, niceliği 16 kat artarken, ona paralel olarak;  niteliği, kalitesi, yani alım gücü de artmış mı, yoksa ters orantılı olarak niteliği, kalitesi , yani alım gücü azalmış mı?

Bu sorumuza, ERDOĞAN cevap veremez, vermek istemez. 

Bu sorumuza,  çalışanlar; geçinemiyoruz, eskiden daha iyi geçiniyorduk diye cevap vermekteler. 

ERDOĞAN'a duyurulur. 

Güner Yiğitbaşı

17/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Diyanet işleri başkanı ve arkasındakiler  nereye koşuyor?
Arkasındaki güç kim olursa olsun, siyasal iktidara maşalık yapan Diyanet İşleri Başkanı, artık çizmeyi iyice aşmaya ve zırvalamaya başladı, anayasanın laiklik ilkesini ayaklarının altına almış ve üzerinde tepindikçe tepiniyor, adeta durmak bilmiyor. 

Saray yönetiminin ve iktidar partisinin dini siyasete alet etme politikasının uygulayıcısı konumunda,  anayasal ve yasal yetkilerini hiçe sayarak,  üzerine vazife olmayan alanlarda dolaşıyor ve koşuyor. 

01/Eylül/2021 tarihinde, yeni Yargıtay binasının ve yeni adalet yılının açılış töreninde yaptığı dualar ve protokoldeki en ön sıralara sıçrayışı nedeniyle,  kamuoyundan yoğun eleştiri alması üzerine, susacak yerde susmamış ve “İnanç,  insan ile Allah arasında olsun,  evine ve ticaretine,  siyasetine,  adaletine,  yansımasın diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar” diyerek,  laiklik karşıtı söylemlerini ve propagandasını, inatla sürdürmeye devam etmiştir. 

Şimdi de, ”Diyanet İşleri Başkanlığı,  4-6 yaş grubu Kur'an kurslarının okul öncesi zorunlu eğitimin bir parçası sayılmasına yönelik Milli Eğitim Bakanlığı ve ilgili akademisyenlerle toplantı gerçekleştirecek. ”şeklinde haberler dolaşıyor medyada. 

Diyanet İşleri Başkanı ve ona talimat verenler nereye koşuyor sizce?

Partili Cumhurbaşkanının eski Türkiye diye küçümsediği ve muhalefeti,  eski Türkiye'yi hortlatmak istemekle suçladığı, AKP öncesi yirmi yıl öncesinin  o eski Türkiye'sine kavuşabilmek için neler vermezdik. Kurban olayım ben o eski Türkiye'ye. 

Hayırlısıyla ve şayet olursa,  2023 seçimlerinde demokratik yollardan  sandıktan uğurlayacağımız AKP iktidarının;  yirmi yıl içinde,  her alanda, siyasette, ekonomide,  yargıda, yasamada, dış politikada ülkemizde, demokrasinin kural ve kurumlarında,  bürokraside yaptığı büyük tahribatı gidererek,  eski Türkiye düzeyine gelmemiz için,  sanırım bir on sene geçmesi gerekecek, keşke hemen yarın o eski Türkiye'ye kavuşabilsek. 

O beğenmediğiniz eski Türkiye'de yürürlükte olan,  eski 765 sayılı Türk Ceza Kanununun; Özal döneminde,  1991 senesinde ceza yasamızdan ve suç olmaktan çıkarılan bir 163. maddemiz vardı. Bu maddeye göre,  devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini,  kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla,  dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (. . . ) propaganda yapmak veya telkinde bulunmak ve bu amaçlarla örgüt kurmak ağır cezalarla yaptırıma bağlanan ve ağır ceza mahkemelerinde yargılanmayı gerektiren bir suçtu. 

Ne güzel bir maddeydi bu. Ülkemizin laik düzeninin sigortasıydı, din simsarı siyasal iktidarların ve siyasetçilerin korkulu rüyasıydı. 

Bir de meşhur 141. maddemiz vardı. Komünizm propagandasını ve bu amaçla örgütlenmeyi suç sayıyordu. 

İş başındaki AKP iktidarıyla kafa yapıları aynı olan Özal yönetimi, laik kesime karşı 141. maddeyi kullanarak; yani,  bir sizden bir bizden diyerek,  adeta 141. nci  maddenin yürüklükten kaldırılmasının diyeti olarak,  ülkemizin laik düzeninin ve dolayısıyla demokrasinin baş belası olan laiklik karşıtı örgütlenmeyi ve propagandayı suç sayan 163. maddeyi de, 141.  Madde ile birlikte yürürlükten kaldırdı. 

163.  maddenin kaldırılarak,  yeni Ceza Yasamıza da benzeri bir madde getirilmediği için ülkemizin laik ve demokratik düzeni sigortasız ve korumasız kaldı. 

FETÖ ve benzeri cemaatler, tarikatlar, vakıflar ve hatta Diyanet İşleri Başkanı meydanı boş buldular, ülkemizin laik düzeni üzerinde tepinmeye başladılar. FETÖ denen adam darbe yapmaya kalkıştı. 

Ah eski Türkiye,  neredesin sen?

Partili Cumhurbaşkanı ve iş başındaki AKP iktidarı ve zihniyeti, insan hak ve özgürlüklerine dayalı demokratik ve laik güçlü bir yeni  Türkiye yaratamadığı gibi, eski Türkiye'yi de arar olduk. 

Çok yazık ülkemize ve insanlarımıza.  

Güner Yiğitbaşı

16/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Cumhuriyet Savcıları
Bu makaleyi, şu anda 28 senelik avukat ve öncesinde de,  25 sene Askeri savcı ve Cumhuriyet Savcısı olarak görev yapmış,  51 yıllık faal ve tatbikatın içinde yoğrulmuş bir hukukçu kimlik ve deneyimimizle yazıyoruz. 

Cumhuriyet Savcısı;  adı üzerinde,  Cumhuriyetimizi,  Cumhuriyetimizin Anayasamızdaki temel değerlerini ve ilkelerini benimseyen,  savunan ve koruyan savcı demektir. 

Peki,  Cumhuriyetimizin ilkeleri nelerdir?

Yarın 41.  yıldönümünü yaşayacağımız, (12/Eylül/1980) Darbe Anayasası diyerek horlanan ve suçlanan,  ancak,  onu dahi uygulayacak kadar Cumhuriyet ve demokrasiden nasibini almamış  AKP iktidarı ve saray yönetimi tarafından rafa kaldırılarak uygulanmayan ve çoğu demokratik maddeleri askıya alınan 1982 Darbeci Kenan EVREN Anayasasının 2.  maddesinde,  Türkiye Cumhuriyetinin ilkeleri;  insan haklarına saygılı,  Atatürk milliyetçiliğine bağlı,  demokratik,  laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak belirlenmiştir. 

Gerçek Cumhuriyet Savcıları;  Cumhuriyetimizin,  insan haklarına saygı göstermeyi,  Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı,  demokrasinin ilkelerini,  laikliği ve hukukun üstünlüğünü benimsemek ve bu ilke ve değerleri ülke genelinde hakim kılmak için uğraş vermek zorundadırlar. 

Cumhuriyetin savcısı olduklarını unutarak,  kendi ikballeri,  koltukları ve gelecekleri için,  iş başındaki siyasal iktidar tarafından Anayasaya aykırı olarak yaratılan zor koşullara karşı,  meslek onurlarını ve  direnme güçlerini kullanmayıp kolay yolu seçerek iktidara teslim olan,  hal ve hareketleriyle,  verdikleri kararlarıyla,  iktidara hizmet eden ve  iktidarın savcısı görüntüsünü vererek,  Cumhuriyetin ilkelerini savunan savcılar oldukları  konusunda halkımızda kuşku uyandıran savcılar;  Cumhuriyet Savcısı unvanlarını taşısalar dahi,  milletimizin vicdanlarında,  gerçek anlamda bir Cumhuriyet  Savcısının  saygınlığını asla kazanamazlar. 

Gerçek Cumhuriyet Savcılarının önemi;   Cumhuriyetin ilkelerini amaç olarak benimsemeyen,  Cumhuriyetin ilkelerini kendilerine vasıta yaparak,  gizli amaçlarını tesis etmek üzere sandıktan çıkmayı başaran,  Cumhuriyet ve demokrasi düşmanı kişilerin iktidar olabildikleri zor dönem ve koşullarda ortaya çıkar.  Halkımız,  bu zor dönem ve koşullarda Cumhuriyet Savcılılarının varlığını fark ederler ve ararlar. 

Cumhuriyet Savcıları;  sadece ve sadece,  işsiz ve güçsüz oldukları için çalmak zorunda bırakılan hırsızların,  adam yaralayan,  öldüren,  gasp yapan ve sair,  arkası olmayan gariban adi suçluların peşine takılan, en önemlisi de, siyasi iktidarların,  muhalefete sopa olarak kullandıkları savcılar konumunda olmamalıdırlar. 

Cumhuriyet Savcıları; yani,  Laik ve Demokratik Cumhuriyetin Savcıları,  Cumhuriyetin ilkelerinin çiğnendiği dönemlerde,  bu ilkeleri çiğneyen siyasal iktidarların ve yandaşlarının karşısında da dik durabilmeli,  tüm siyasal baskılara karşı koyup direnerek,  saygınlıklarını koruyabilmeli ve maruz kalabilecekleri her türlü olumsuzluklara rağmen,  laik ve demokratik cumhuriyetin ilkelerini korumaya yönelik görevlerini,  korkusuzca yerine getirebilmelidir. 

ATATÜRK;  savcılarımızın unvanlarının başına, ”Cumhuriyet” ekleyerek, onları sebepsiz Cumhuriyet Savcıları olarak onurlandırmamıştır. 

ATATÜRK'ün; hiçbir kamu görevlisine layık görülmeyen Cumhuriyet payesini savcılarımıza vererek onları onurlandırması,  savcılarımızın demokratik ve laik Cumhuriyeti koruyup kollama konusundaki görev ve sorumluluklarını daha da artırmış ve onlara bu görev ve sorumluluk,  yasaların yanında ATATÜRK tarafından adeta vasiyet edilmiştir. 

Bugün sayıları az da olsa,  görevlerini tam olarak yerine getiren gerçek Cumhuriyet Savcılarımız vardır elbette.  İyilerini, gerçek Cumhuriyet Savcılarını tezih ediyoruz, ayrık tutuyoruz. 

Ancak, iş başındaki siyasal iktidar ve saray yönetimi; Cumhuriyeti ve Cumhuriyetin anayasada yazılı temel ilkelerini fiilen yok edip uygulamadıkları ve kilit görevlere, amir pozisyonundaki kritik başsavcılıklara;  kendi kafa ve ahlak yapılarına uygun olan, Cumhuriyetin temel niteliklerini benimsememiş ve özümsememiş,  Cumhuriyetin değerlerini içselleştirememiş kişileri seçerek savcı olarak atadıkları, gerçek Cumhuriyet Savcıları pasifize edildikleri için, derhal soruşturulması gereken özellikle ucu siyasal iktidara ve yönetimdekilere dokunan kritik soruşturmalar başlatılamamakta ve muhalefet;  “cesur bir Cumhuriyet Savcısı yok mu?”diye avaz avaz bağırmakla yetinmekte ve beyhude olarak gerçek Cumhuriyet Savcısı arayışına girmektedir. 

Konu, artık rejim ve iş başındaki saray yönetimi sorunu haline gelmiş olup, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek başına elinde toplayan tek yetkili, iş başındaki saray yönetimi, yapılacak olan ilk seçimlerde demokratik yollardan iş başından uzaklaştırılana kadar, hiç kimse, beyhude olarak,  gerçek Cumhuriyet Savcısı arayışında ısrar etmemelidir. 

Güner Yiğitbaşı

11/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sorun Diyanet İşleri Başkanı Değil O Bir  Maşa
Diyanet İşleri Başkanının;  protokoldeki yerini atlayarak,  protokolde en ön sıralara sıçraması, devletin yürütmeye ve yargıya ilişkin kurumlarının açılış törenlerinde dualar okuyarak, okunan dualardan sonra açılışların yapılması, en son olarak Yargıtay'ın yeni binasının ve 2021-22 Adli Yılının açılış töreninde de,  Diyanet İşleri Başkanı Ali ERBAŞ'ın  protokolün ön sıralarında yer alarak törenin onun dualarıyla başlayarak açılışın yapılması, kamuoyunda Anayasanın laiklik ilkesi açısından değerlendirilmiş ve laiklik ilkesinin ihlal edildiği şeklinde yorumlanmıştır.  

Diyanet İşleri Başkanı,  bu nedenle, tam tartışmaların odağında iken durmamış ve katıldığı bir imam hatip derneğinin kurultayında bir konuşma yaparak, laikliğin tam tersi olan tanımı yaparak, laiklik karşıtı tavrına bir yenisini eklemiştir. 

Diyanet İşleri Başkanı konuşmasında; “İnanç,  insan ile Allah arasında olsun,  evine ve ticaretine,  siyasetine,  adaletine,  yansımasın diye ortalığı ayağa kaldırıyorlar” beyanında bulunmuş. 

Diyanet İşleri Başkanı bu beyanı ile demek istiyor ki; 

İnanç, yani din; sadece insan ile Allah arasındaki uhrevi bir bağ değildir. 

Dinin ilke ve kurallarının, dini esasların, senin evine ve ticaretine, siyasetine, adaletine de yansıması zorunludur. Laiklik de nereden çıktı, laikler yaygara yapıyorlar ve ortalığı ayağa kaldırıyorlar, laikler susun ve oturun oturduğunuz yerde, ortalığı ayağa kaldırmayın, boşuna konuşmayın. 

Evet, Ali ERBAŞ'ın beyanı,  aynen bu anlama geliyor. Adam resmen anayasa suçu işliyor, ama güvendiği ve cesaret aldığı, hatta talimat aldığı makam,  o kadar sağlam ve kuvvetli ki; korkusuzca konuşuyor. 

Diyanet İşleri Başkanı; inanç, yani dinin, insanların evine ve ticaretine, siyasetine,  adaletine yansımasını  savunurken, dini esasların ve kuralların; 

Evine; yani,  aile ve özel hayatına, yaşam tarzına, eşinin ve kızlarının giyim ve kuşamlarına, sair tüm davranış tarzlarına, 

Ticaretine; yani ticari hayatına, ticari hayatındaki davranış biçimine, ticaretin kurallarına, örneğin ticari hayattaki faize, 

Siyasete; yani,  devlet idaresine, devletin yönetimine yönelik esasların,  dini kurallara göre yeniden düzenlenmesine, 

Adaletine; yani, adalet dağıtımına, yargının işleyişine, ceza ve ceza usulü kurallarının belirlenmesine, 

Yansıtılmasını, dinin, dini kuralların;  insanın özel ve kamusal tüm yaşam alanlarını düzenlemesinin gerekliliğine vurgu yaparak, açıkça;  laik devlet düzeninin,  dini esaslara göre yeniden düzenlenmesini savunmaktadır. 

Bakıyorum görsel ve yazılı basına, hatta ben dahil herkes, bu laiklik karşıtı beyanlarından dolayı, sadece Diyanet İşleri Başkanına yükleniyor ve onu suçluyoruz. Bu doğru değil, eksik bir suçlama. 

Diyanet İşleri Başkanı;  Anayasaya ve özel yasasına göre,  Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kuruluş. Diyanet İşleri Başkanının amiri, yani emir vereni,  partili Cumhurbaşkanı. 

Partili Cumhurbaşkanının bugüne kadar ki;  eylem ve söylemlerine bakıyoruz, örneğin; 

“Hem Müslüman ve hem de laik olunamaz”, 

“Talibanla aramızda bir görüş ve inanç ayrılığı yok”, 

Diyen kişi, partili Cumhurbaşkanı. 

Onun da,  Diyanet İşleri Başkanından bir farkı yok zihniyet ve laiklik anlayışı itibariyle. 

Bundan da anlaşılıyor ki; Diyanet İşleri Başkanı,  aynı görüşleri paylaştığı partili Cumhurbaşkanının emrindeki bir devlet memuru olarak, bir piyon ve maşa. 

Partili Cumhurbaşkanın emirlerini, isteklerini ve özlemlerini dile getiriyor, görevini kötüye kullanma pahasına da olsa. Ama o da, aynı zihniyette tabi. 

Güner Yiğitbaşı

10/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Doğum Günün Kutlu Olsun Dağlarında Çiçekler Açan Gavur İzmir
Keşke Yunan galip gelseydi diyen, vatan haini Fesli Kadirlere ve onun zihniyetinin temsilcileri ve ona kucak açan hain ve karşı devrimcilere inat,  İzmir'in Yunan işgalinden kurtuluşunun (9/Eylül/1922), Yunan'ın denize dökülüşünün,  99'uncu Yıl Dönümü ‘nü kutluyoruz bugün. 

Bugünün, Osmanlı hayranı, ATATÜRK ve demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin düşmanı karşı devrimciler için bir kara gün, adeta yas günü olduğunu da, çok iyi biliyoruz. 

İzmir ve bir İzmirli olarak; Güzel İzmir'imizin,  Yunan işgalinden kurtularak yeniden doğuşunun 99'ncu Yıl Dönümü,  Ülkemize ve tüm İzmirlilere kutlu ve mutlu, keşke Yunan galip gelseydi diyen hainlere ve o zihniyete sahip olanlara da,  lanet olsun. 

Her zaman muhteşemsin,  Gavur İzmir. 

Muhteşemsin Gavur İzmirli. 

İzmir ve İzmirli; asırlarca,  din,  ırk çeşitliliği gözetmeksizin,  birçok medeniyeti içinde barındırdığın için sana açıkça dinsiz demekten korkanların yakıştırdığı gavurluğu yapmaya, gavur olarak kalmaya devam et lütfen. 

Gavurluk,  sana gerçekten çok yakışıyor. 

Bu ülkenin;   Gavur İzmir'e ve daha başka Gavur İzmirlere ihtiyacı var. 

Demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini, laikliği, hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrımına dayanan parlamenter demokrasiyi ağızlarına almaktan, din ve etnik kökenine bakmaksızın  birçok medeniyeti içinde barındırmaktan korkanlar, İzmir'imizi bu üstün vasıflarıyla nitelendirerek anmak yerine, kısaca ve üstü kapalı bir şekilde,  dinsizlikle ve gavurlukla suçlamayı tercih ediyorlar. 

Laiklik ve demokrasi karşıtlarının;  İzmir'imizi anarlarken, İzmir ve İzmirliden bahsederlerken,  İzmir'in önüne ekleme gereği duydukları “gavur” kelimesi;  demokrasiyi, laikliği,  insan hak ve özgürlüklerini, yargı bağımsızlığını, kuvvetler ayrımını, parlamenter demokrasiyi, dinlerine ve etnik kökenlerine bakmaksızın birçok medeniyeti içinde barındırdığını simgelemektedir. 

Bu nedenle,  biz İzmirliler,  gavurluğumuzla gurur duyuyoruz, ne mutlu gavur İzmirliyim diyene. 

Doğma büyüme İzmirli olmamakla birlikte,  çok uzun senelerden beri bu ilde oturuyor, yaşıyor, çalışıyor ve yerleşmiş olmamız nedeniyle; İzmir’i olmaktan ve burada yaşamaktan dolayı ne kadar gurur duysam azdır. 

İzmir'imizi, emperyalist devletlerin ve onun maşası Yunan'ın işgal ve zulmünden kurtararak bizlere armağan eden, ilk ve son Başkomutanımız, Kurtarıcımız,  Devletimizin Kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız, Ulu Önderimiz, Büyük Devrimci ve Devlet Adamı ve eşsiz insan, ölümsüz,  sevgili ATATÜRK'ümüze ve değerli silah arkadaşlarına minnetlerimizi sunuyoruz, manevi huzurlarında hürmetle eğiliyoruz, hepsinin ruhları şad ve mekanları cennet olsun.  

Ne mutlu Gavur İzmir'e ve Gavur İzmirliyim diyene. 

Güner Yiğitbaşı

09/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Millet İttifakının Acele Yapması Gereken Üç Husus
Şayet yapılırsa, 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerine,  şurada  ne kaldı ki?

Gün dediğin su gibi akıp geçiyor. Gündüzümüz gecemize karışıyor adeta. 

Kimse kimseyi kandırmasın, Millet İttifakının bileşenleri partilerin mensuplarıyla liderleri; hiç,  seçimi kazanacağız ve  iktidar olacağız, seçimler çantada keklik havasına girmesinler, doğmamış çocuğa don biçmeye kalkışmasınlar. 

Evet, anketler göstermiştir ki; iktidardaki Cumhur İttifakı partilerinin oy tabanları erimekte, seçimleri kazanmaları mucizelere kalmıştır ama,  muhalefetin karşılarında devletin tüm mali olanaklarını, örtülü ödeneğini, kamu kudretini ve otoritesini, RTÜK, TRT ve YSK gibi kamu kurumlarını,  tek başına kullanan ve hesap vermeyen bir ERDOĞAN gerçeği var. 

Seçmenlerden çoğu AKP ve ERDOĞAN iktidarından memnun olmadıkları için,  Cumhur İttifakı gemisini terk etmeye hazırlanmakta ve anketler bu nedenle iktidarın aleyhine sinyaller vermektedir. 

Anketler;  Millet İttifakının bileşenleri CHP ve İYİ Partinin liderlerini ve lider kadrolarını asla yanıltmasın. 

CHP ve İYİ Parti'nin kemikleşmiş oyları bu iki partiye gidecek ama, AKP ve Cumhur İttifakı iktidarından memnun olmayarak buradan kopan oyların, sempati durumlarına göre CHP ve İYİ Parti'ye gideceğinin garantisi yoktur. Bu oyların,  Millet İttifakına yönelebilmesi ve ittifak partilerinin kendi kemikleşmiş oylarına katılarak,  bu kemikleşmiş oyları,  yenilebilir bir et ve kemiğe dönüştürebilmesi için yapılması gereken şey; bir gün dahi vakit kaybetmeden,  Millet İttifakına dahil olan ve bu ittifakın başını çeken  CHP ve İYİ Parti liderlerinin, diğer muhalefet partilerinin liderleriyle irtibata geçerek görüşmeleri ve Millet İttifakının bileşenleri partilere netlik kazandırmalarıdır. 

Yapılması gereken ilk iş budur. 

Millet İttifakına dahil olacak partilere netlik kazandırdıktan sonra, acele yapılması gereken ikinci şey; Millet İttifakının lider kadrolarının, tıpkı koalisyon hükümeti kuracaklarmış gibi, aralarında görüşerek,  en başta yeniden iyileştirilmiş parlamenter sisteme geri dönüleceğini açıklayan ve ilk maddesi bu olan bir Millet İttifakı Protokolü hazırlayarak,  kamu oyuna açıkça ilan etmeleridir. 

Hazırlanacak olan Millet İttifakı Protokolü; partilerin ve parti liderlerinin yararlarını değil, halkın ve demokrasisiyle, insan haklarıyla, yargısıyla,  parlamentosuyla,  ve tüm kurumlarıyla, bürokrat kadrolarıyla ve gelenekleriyle yok edilen, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik ve laik hukuk devletinin yeniden tesisine, Yurtta Sulh,  Cihanda Sulh ilkesinin uygulamaya konulmasına,  bozulan ekonominin düzeltilmesine,  israfın önlenmesine, yönetenlerin hesap verebilirliklerinin, şeffaflığın, yok edilen can güvenliğinin sağlanmasına ve terörün önlenmesine yönelik olmalıdır. 

Millet İttifakının lider kadroları, aralarında anlaştıklarını, ittifak halinde olduklarını, seçimleri kazanmaları halinde, protokolde yer alan vaatlerini,  önem sırasına göre,  en geç seçim dönemi sonuna kadar yerine getireceklerini,  ilan etmelidirler. 

Bize göre, en önemlisi de; Millet İttifakının katılanı olan partilerin liderlerinden hiçbirisi, İMAMOĞLU, MANSUR YAVAŞ gibi CHP ile özdeşleşen partili popüler hiç kimse,  Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmemelidir. 

Mutlaka ortak ve tek Cumhurbaşkanı adayı gösterilmelidir. EKMELETTİN travmasından kurtulmalıdır. EKMELETTİN Bey'in dahi,  günün koşullarına göre azımsanmayacak oy aldığı unutulmamalı ve tek aday göstermekten korkulmamalıdır. 

Bizim, eskiden de fikrimiz buydu. Seçimlerin ikinci tura kalacağını nereden biliyorsunuz, bunun garantisi varmıdır ki; ilk turda herkes adayını göstersin diyorsunuz. İkinci turun garantisi asla yoktur. Her zaman,  eldeki kuş daldaki kuştan iyidir. 

Liderlerin ve partilerde öne çıkmış popüler kişilerin Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmemeleri suretiyle; mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine göre, yasama,  yürütme ve yargı olmak üzere, tüm yetkilerin tek kişinin elinde ve iki dudağının arasında olduğu, karizmatik ve tek yetkili Cumhurbaşkanı izlenimi silinmeli, buna sıcak bakılmadığı, amacın;  gerçekten parlamenter sisteme geri dönülmek olduğu güven ve inancı halkımıza aşılanmalı, Millet İttifakının olası bir iktidarında, Cumhurbaşkanından ziyade, protokol hükümlerinin ve liderlerin taahhütlerinin önemli olacağı, halkımıza ilan edilen ve onlarla paylaşılan protokol hükümlerinin harfiyen yerine getirileceği, Millet İttifakının adayı olarak seçilecek olan Cumhurbaşkanının, eskiden olduğu gibi sembolik olacağı, yapılacak olan şeylerin doğrudan ve tek  karar makamı değil,  kendisini de bağlayacak olan Millet İttifakı protokol hükümlerini icra makamı olacağı, halkımızla paylaşılmalıdır.  

Bu nedenle, üçüncü olarak, Millet İttifakına mensup partilerimizin liderleri;  kendilerini, bu demokrasiye geçiş ve onarım döneminde yapılacak olan icraatlarla bağlı hissederek, partileri adına ve tekil vaatlerde bulunmaktan sakınmalıdırlar. 

Millet İttifakının liderleri;  meydanlara çıkarak, kendi parti programlarını değil (zaten protokol da yer alacak yapılması gereken şeylerin çoğunluğu her partinin programlarında da yer almaktadır. ) üzerinde anlaştıkları ve halkımıza ilan ettikleri;  demokrasiyi ve devleti yeniden onararak ayağa kaldırmaya ve parlamenter sisteme geri dönmeye yönelik yapacaklarını, seçmenlere açık ve net bir şekilde anlatmalıdırlar.  

Güner Yiğitbaşı

08/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Diyanet İşleri Başkanı'na Açık Mektup
Bu açık mektubu size yazmamın,  aslında hiçbir yararının olmadığını, çok iyi biliyorum. 

Buna rağmen;  anayasanın ve kuruluş  yasanızın size tanıdığı görev alanınıza ve görev sınırlarınıza ilişkin,  sizi ve herkesi bağlayan ilgili maddelerini, tablet halinde, size sunmak istiyorum. 

Öncelikle, sizin başkanı olduğunuz Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal dayanağı olan Anayasanın 136 ve görevinizi açıkça ve sınırlı bir şekilde tanımlayan  633 sayılı  kuruluş yasanızdan işe başlayalım. 

Anayasanın 136.  maddesinde; 

Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı,  lâiklik ilkesi doğrultusunda,  bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek,  özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.  hükmü yer almakta olup, 

Bu hükme dayanılarak çıkarılan, Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluşuna ilişkin 633 sayılı yasanın 1. maddesi de; 

Başkanlığını yapmakta olduğunuz,  Cumhurbaşkanlığına bağlı yürütme organı içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığının görevini,  çok net ve açık bir şekilde belirlemiş ve bu görevin; İslam Dininin inançları,  ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek,  din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek olduğunu sınırlı bir şekilde açıklamıştır. 

Anayasanın 2.  maddesinde; 

Türkiye Cumhuriyeti, . . . . . . . . demokratik,  lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. yazılıdır. 

Anayasanın 6. maddesinde;  

Hiçbir kimse veya organ, (Çok tabiidir siz de) kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz, hükmü yer almaktadır. 

Anayasanın 8.  maddesinde; 

Yürütme yetkisi ve görevi,  Cumhurbaşkanı tarafından,  Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir. hükmü yer almaktadır. Siz de Diyanet İşleri Başkanı bir memur olarak yürütme organı içinde Cumhurbaşkanına bağlı olarak, görevinizi anayasaya ve yasalara, kuruluş kanununuzun 1.  maddesinde tanımlanan şekilde ve bu sınır içinde yapmak zorundasınız. 

Anayasanın 129.  maddesine göre; 

Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler. 

Anayasanın 11. maddesinde; 

Anayasa hükümleri,  yasama,  yürütme ve yargı organlarını,  idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Denilmekte olup, siz de idari bir makamın başındaki kamu görevlisi olarak anayasanın ve yasaların emredici olan hükümlerine uymak ve görevinizi anayasa ve yasal sınırları içinde, ilgili yasanın size tanıdığı yetkiler dahilinde yapmak zorundasınız. 

Anayasanın 24.  maddesinde; 

Herkes,  vicdan,  dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir. 

Kimse,  Devletin sosyal,  ekonomik,  siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,  din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dinî veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.  Hükmü yer almaktadır. 

Anayasanın 174.  maddesinde; 

Anayasanın hiçbir hükmü,  Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden,  aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının,  Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin,  Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz, hükmü yer almaktadır. 

Türk Ceza Yasasının 24/1 maddesine göre; 

Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.  

Ancak, aynı maddenin 3. fıkrasına göre; 

Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez.  Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.  

Sayın Diyanet İşleri Başkanı; lütfen alınmayınız ama,  sizin; yukarıda açıkladığımız anayasa ve yasaların görev ve yetkinizi belirleyen sınırlarının dışına çıkarak, üstünüze vazife olmayan ve bir din adamına yakışmayan işlere burnunuzu sokarak,  dini siyasete alet eden iş başındaki siyasal iktidara hizmet ettiğinizi, boğazınıza kadar siyasete gömüldüğünüzü, iktidar partisinin ve bağlı olduğunuz partili Cumhurbaşkanının hizmetkarlığını yaparak,  memuriyet görevinizi açıkça kötüye kullandığınızı, hatta o kadar ki; anayasa suçu işlediğinizi belirtmek ve hukukçu bir din kardeşiniz olarak, anayasa ve yasa çerçevesinde,  sizi uyarmak zorunda kaldığımızı,  belirtmek istiyoruz. 

Hangi skandalınızı sayayım? bilmiyorum. 

Bir 10 Kasım öncesi,  Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal ATATÜRK'e sürekli hakaretler eden, kurtuluş savaşımızı kast ederek, keşke Yunan kazansaydı diyen,  vatan haini Kadir Mısıroğlu’nu, resmi kisveniz ve lüks makam otonuzla ziyaret ederek, bu vatan haini ve ATATÜRK düşmanını sahiplenmenizi ve onurlandırmanızı mı?

Bu ülkenin kurtarıcısı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu ATATÜRK düşmanlığınızı, hutbe ve dualarınızda ATATÜRK ismine yer vermekten ısrarla kaçınmanızı mı?

Ayasofya'nın cami olarak açılışı töreni ve namazı öncesinde,  hutbeye kılıç kuşanarak çıkarak ATATÜRK'e lanet okumanızı mı?

İslam dinine mezhepsel yaklaşarak, mensubu olduğunuz mezhebe mensup olmayan Müslümanları ayrıştırıcı beyan ve tutumlarınızı mı?

Üzerinize vazife olmadığı halde, görev sınırlarınızı aşarak ve kötüye kullanarak,  Devletin sosyal,  ekonomik,  siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa,  din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla fetvalar vererek, laiklik ilkesini ayaklar altına alışınızı mı?

Partili Cumhurbaşkanının; anayasamıza ve yasalarımıza aykırı, suç teşkil eden kanunsuz emirlerine harfiyen uyarak;  fiilen,  anayasada yeri olmayan laiklik karşıtı Şeyhülislamlığa soyunuşunuzu mu?

2021-2022 Adli yılının ve Yargıtay'ın yeni binasının açılışı törenine katılarak, bu törende dualar okuyup, Allah’ın insanlara ve hukukçulara bahşettiği akıl ve vicdanları ile sağlamak zorunda oldukları hak ve adaleti, okuduğunuz  dualarla Allah'tan dilenerek,  Allah'a saygısızlık ettiğinizi mi?

Yakın zamanda katıldığı bir toplantıda; yine üzerine vazife olmadığı halde, biat ettiği siyasal iktidara yaranmak ve siyasal iktidarın seçimler öncesinde, sosyal medya ile ilgili olarak yapmayı planladığı hukuk ve demokrasi dışı yasal düzenlemesine destek vermek amacıyla sarf ettiğiniz; ” sosyal medyanın kullanımıyla alakalı hukuki çerçeveyi belirleyecek yasal bir mekanizmanın ihdası ve güçlü bir bilincin inşası,  ötelenemez bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. ”sözlerinizi mi? 

Hangisini sayalım sayın başkan?

Bir düşünün bakalım. Siz, mensubu olduğunuz ve en yetkili koltuğunda oturduğunuz İslam dininde; yalanın, dolanın, iftiranın, hırsızlığın, rüşvetin, yolsuzluğun, yasalarımızda olduğu gibi, dinen de  günah ve suç olduğunu ve İslam dininin bu ahlaki kural ve yasaklarının en çok ihlal edildiğini bilmenize ve görmenize rağmen; niçin,  hutbelerinizde İslam dininin bu ahlak kurallarına uyunuz diyerek, din kardeşlerinizi ve iktidarı uyarma gereğini duymadınız?

Bunun cevabı çok açık ve nettir. Zira, sizin derdiniz;  anayasa ve yasalar çerçevesinde görevinizi yerine getirerek,  halkı dinen aydınlatmak ve İslam dinine hizmet etmek değil, din simsarı politikacılara hizmet ederek, bu fani ve yalan dünyada,  kendinize çıkar ve makam sağlamaktır, çok yazık. 

Sayenizde, özellikle gençlerimizin İslam dininden soğuduklarını, İslam dininin anlam değiştirdiğini ve yozlaştırıldığını söylememe,  gerek yok sanırım. 

Yukarıda yer verdiğimiz Türk Ceza Yasasının 24/1-3 maddesi hükmü çok açık, bunu tekrar tekrar okumanızı öneriyorum. 

En geç 2023 seçimlerinde kuvvetle muhtemeldir ki; emrinde olduğunuz siyasal iktidar,  sandık yoluyla demokratik bir şekilde iktidardan uzaklaştırılacak ve kendisinden yasalar önünde hesap sorulacaktır. 

Bu hesap sormanın kişi ve makam sahiplerinden birisi de siz olacaksınız. 

TCK. 24/3 maddesinde yer alan; 

“Konusu suç teşkil eden emir,  hiçbir surette yerine getirilemez.  Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. ”hükmü uyarınca, ben bir memur olarak amirim Cumhurbaşkanının emir ve talimatlarını yerine getirdim suçsuzum diyerek, sorumlu olmaktan kurtulamayacaksınız. 

Güner Yiğitbaşı

 06/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Yoğun Bakımda Olan Adaletin Yaşaması Gerçekten Allaha (mı) Kaldı
Yargıtay’ın görkemli yeni binasının hizmete açılışı ile 2021-2022 Adli Yılının açılış törenleri,  yeni binada, binanın görkemine yakışan görkemlikte gerçekleştirildi. 

Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olmasına rağmen, teklifsiz bir şekilde ve kolayca tümüyle yok edilen laiklik ilkesinin kefenini çiğneyerek tören için yeni binaya doluşan devlet ricali ve yüksek yargı mensupları, gösterişli cüppeleriyle törene katıldılar, kaç kişi olduklarını bilemediğimiz yüzlerce cüppeli yüksek yargıç Yargıtay üyelerinin gösterişli siyah cüppelerinin de üzerine çıkan, siyahlar arasında tek beyaz cüppesiyle adeta inci gibi parlayan, ATATÜRK sevdalısı (!) Şeyhülislamımız, Diyanet İşleri Başkanımızın okuduğu dualar sonrasında,  yeni binanın açılış kurdelesi kesildi. 

Tören de,  Beştepe’deki Saray'ın ve siyasal İslam’ın gölgesi hakimdi. 

Görkemli yeni Yargıtay binasının bu görkemli duruşu, Beştepe’deki Sarayın, Yargıtay’a düşen gölgesini bir nebze örtmeye çalışıyordu. 

İtibardan tasarruf olunamaz zihniyetiyle, hiç esirgenmeden,  büyük paralar sarf edilerek,  çok gösterişli bir Yargıtay hizmet binası yapılmış gerçekten. 

Sanki,  yoğun bakımda olan adaletin, ölmemek için can çekiştiği, ölüm kalım mücadelesi verdiği gerçeği,  bu gösterişli binayla kamufle edilmeye çalışılıyordu. 

Diyanet İşleri Başkanının duasıyla bu güzel ve gösterişli binanın açılışı yapıldı.  

Törende yer alan devlet ricali ve yüksek yargıçlar için önemli olan,  binanın dışarıdan  görkemli duruşu ve gösterişiydi. 

Allah için,  binanın dışarıdan görünüşünde hiçbir kusur yoktu. 

Yapılan dua da,  zaten bu güzel bina içindi, bu güzel binanın felaketler karşısında yıkılmadan ayakta durmasıydı

Binanın içinde ne olduğu, hak ve adaletten bir kırıntı ve eser bulunup bulunmadığı, hiç önemli değildi. 

Binanın içinde adaletin olmadığı, hak, adalet ve hukuktan eser kalmadığı çok iyi biliniyor olmalı ki; kullardan, yargıçlardan adaleti sağlamaları beklenmediği için, dualarla Allah’ın yardımı talep ediliyordu. 

Yani,  adaletten umut kesilmiş, komadaki, yoğun bakımda oksijen tüpüne bağlı yaşama tutunmaya çalışan adaletin,  ancak tanrıya yakarışlar sonucunda ayağa kalkabileceğine inanılmıştı, iş dualara ve Allaha kalmıştı. 

Kısaca adalet de,  her şeyde olduğu gibi Allaha bırakılmıştı. 

Dua edenler; adaletin sağlanması için Allaha yalvaranlar, Allah’ın kendilerine vermiş olduğu aklın,  farkında değillerdi, akıllarını kullanarak adaleti sağlayabileceklerini düşünme yeteneklerini kaybetmişlerdi sanki. 

Yüce Allah;  yukarıdan kükreyerek, okumuşsunuz yargıç ve devlet adamı olmuşsunuz ama, akıllı olamamışsınız, benim sizlere verdiğim aklı kullanmaktan bile acizsiniz, hala benden yardım istiyorsunuz. Ben size balık tutmayı öğrenin diye akıl verdim, siz hala benden balık dileniyorsunuz, aklınızı kullanarak devletin temeli olan adaleti sağlamaktan acizsiniz, siz kullarımdan utanıyorum diye bağırmalıydı bize göre. 

Allah’ın kendilerine verdiği aklı kullanmasını bilmeyen ve her başları sıkıştığında dualarla Allaha yalvaran, her şeyi Allahtan bekleyen  aciz kullar,  belki de bu sayede utanırlar ve kendilerine gelirlerdi.

Güner Yiğitbaşı

03/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Marangoz Atölyesinde Çalışacak Bir Tarih Öğretmeni
2.8.21 günü metro ile Batıkent’e gitmek üzere Ostim’den metroya bindim. Boş bir kişilik bir yere oturdum, yanımda öğrenci sandığım genç bir bayan oturuyordu. Öğrenci misin dedim, güldü, tarih öğretmeniyim, dedi. Aman Tanrım ben seni ortaokulda öğrenci sandım, dedim. Gülmeye başladı, adın ne dedim, “Sümeyye” dedi. Nerelisin, dedim, “Ayaşlıyım” dedi. Ben de öğretmenim, dedim ve aramızda bir yakınlaşma doğunca, vay be Ayaş’tan böyle güzel kızlar çıkar mıymış, dedim. Daha bir gülümsedi. İnternetin “var mı dedim, var bir şey mi yazdıracağın”, dedi. Google den Atatürk’ten beş lira isteyen sanatçı, yaz dedim. Yazdı, çıkınca yazan benim adım çıkınca “bu olayı hiç duymamıştım”, dedi. 

Madem tarih öğretmenisin, şimdi sana hiç duymadığın tarihi bir olayı yazdıracağım, dedim ve padişahın oğlu vezirin karısını kaçırdı, diye yaz dedim. Yazdı, okurken ben kısaca özetledim, Fatih Sultan Mehmet kendi oğlunu bunun için katletmiş, dedim. Şaşırdı ve hiç duymamıştım, dedi.

O anda telefonu çaldı, kulak misafiri oldum, telefonda şöyle anlatıyordu, yakalayabildiğim kadarı ile:

“- Nihayet bir iş buldum, aylık üç bin lira marangoz atölyesinde çalışacağım, şimdi G…mağazasına gidiyorum, orda bir önlük bakacağım, çünkü çalışacağım yer toz talaş çok olacağı için önlük giymem şart. Yok yok korkma marangoz atölyesi ama, sadece odun parçalarını alıp hızarın önüne vereceğim, o kadar”.

Aman tanrım, bunu duyunca üzüldüm burnumun direği sızladı, düşünebilir musunuz, okulunu bitireli iki yıl olmuş bir tarih öğretmeni, atanamadığı için böylesine bir erkeğin bile zorlukla yapacağı ağır bir işte marangoz hızar makinesinin başında toz talaş içinde çalışacak, bu gencecik kızcağız. Bunun için mi tarih okumuştu. Öğrendiği tarih bilgilerini, kültürünü severek öğrencilerine aktaracaktı.

Onunla Batıkent metrosundan inip, aynı mağazaya girdik, fazla da konuşma olanağı bulamadan alışverişimiz için ayrılırken vedalaştık.

Öğretmen adaylarının, atanamayan öğretmenlerin çoğunluğu dar gelirli aileleri olup bir an önce hayata atılma istemekteler, böylece ailelerine yük olmaktan kurtulma çabası ve özlemi içindeler.

Bazı atanamayan öğretmenler, “ailelerimiz bizleri yıllarca okuttu, bir an önce mesleğe girip, mesleğimizi yapmak onlardan günde üç beş lira harçlık almaktan kurtulmak istiyoruz”. Demekteler.

Marangoz Atölyesinde Çalışacak Bir Tarih Öğretmeni
Her yıl değişik branşlardan binlerce öğretmen adayları öğretmen olarak mezun oluyorlar, öğretmen olma heyecanı ile atamaları bekliyorlar. Atamayı bekleyenlerin içinde iki, beş, on yıl atama bekleyenler olduğunu duyuyoruz. Hatta yurt genelinde ataması yapılmadığı için strese girip intihar edenlere bile rastlamaktayız.

Basına yansıyan bilgilere göre, atanamayan öğretmenlerin sayısı 55 ülkenin toplam nüfusunu geride bıraktığı bildirilmekte! Millî Eğitim Bakanlığı ilgililerinin açıklamalarına göre, Türkiye’de 150 bin öğretmen açığı bulunurken, 460 bin ise atanamayan öğretmen var. Ancak eğitim sendikalarına göre tespit edilemeyenlerle birlikte atanamayan öğretmen sayısı 700 bin civarında olurken, bu sayının ise 55 ülkenin toplam nüfusundan bile fazla olması dikkat çekti…  

2023’TE 1 MİLYONA ULAŞACAĞI TAHMİN EDİLİYOR

Marangoz Atölyesinde Çalışacak Bir Tarih Öğretmeni
ÖSYM’nin 2020 verilerine göre, atanmayı bekleyen öğretmen sayısı 460 bin civarında olurken, eğitim sendikalarına göre ise tespit edilemeyenlerle birlikte bu sayının 700 bin civarında olduğu belirtiliyor. MEB tarafından her yıl atananlar hariç en az 25 bin öğretmenin işsiz ve atanmayı bekleyen öğretmenler arasına girdiği belirtilirken, bu şekilde 2023’te atanamayan öğretmen sayısının 1 milyona ulaşacağı tahmin ediliyor. Öte yandan hâlihazırda Türkiye’deki atanamayan öğretmen sayısı İzlanda ve Malta gibi ülkeler başta olmak üzere 55 ülkenin toplam nüfusunu geride bıraktı. Atama cetvelinin iyileştirilmemesi durumunda çok yakın zamanda Türkiye’deki atanamayan öğretmen sayısının 1 milyon nüfuslu ülkeleri de geride bırakacağı tahmin ediliyor.

Kaynak: https://www.mebpersonel.com/sozlesmeli-ogretmenler/atanamayan-ogretmen-sayisi-55-ulke-sayisini-gecti-ogretmen-h248596.html

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız.

Atatürk'den de büyüksün sen Erdoğan!
İsterseniz seviniz,  isterseniz sevmeyiniz, ERDOĞAN;  tüm yaptıklarıyla (olumsuz tabi) kendi adına çok büyük işler başarmış olup, bu nedenle biz diyoruz ki; ATATÜR'den de büyüksün,  bravo sana ERDOĞAN!

ATATÜRK ne yapmış ki; emperyalist işgalci büyük devletleri kıt imkanlarıyla yenerek dize getirmiş,  ülkeyi işgalden kurtarmış, Osmanlının küllerinden demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti devletini kurarak, kurduğu cumhuriyeti Türk Milletine ve Türk Gençlerine emanet etmiştir!

ERDOĞAN ise;  19 yıllık tek başına iktidarında, yine tek başına 83 milyon kişiden oluşan Türk Milletini ve gençliğini, bir daha asla uyanmamak üzere uyutmayı ve sindirmeyi başararak,  ATATÜRK'ün kurduğu cumhuriyetin içini boşaltmış ve  cumhuriyetin en önemli niteliği olan LAİK'liği katletmiştir. Tek başına, yenilmez sandığımız Türk Milletini yenerek dize getirmiştir. 

Bize göre bu büyük başarıdır!

Dünya devi emperyalist devletleri yenerek Türkiye Cumhuriyetini kuran ATATÜRK'ün laik devrimini, 83 milyon Türk'ün bekçiliğine  rağmen ortadan kaldırabilmek,  anayasanın 2. maddesinde yazılı olan ve 4.  Maddesinde de,  değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği açıkça hüküm altına alınan laiklik ilkesi, ERDOĞAN sayesinde, anayasamız da bir aksesuar olarak bırakılmıştır. 

Adaletin gerçekleşeceğini, lüks adalet saraylarında arayan, içinde;  her türlü lükse rağmen,  sadece adaletin, bağımsız ve tarafsız yargının olmadığı lüks adalet saraylarında gerçek adaletin sağlanamadığını, bu adaletin merdiven altı adalet olduğunu savunan,  adalete ve hukuka saygısı olmayan, iyi devlet yönetiminin de lüks ve 1150 odalı saraylardan ibaret olduğunu zanneden,  devletin ve cumhuriyetin  tüm kurumlarının içlerini boşaltarak  yok eden partili Cumhurbaşkanı, gizli ajandasının gereği olarak,  Diyanet İşleri Başkanını protokolün en üst sıralarına taşımış ve yeni Yargıtay Binasının ve adli yılın açılışında,  Diyanet İşleri Başkanına protokolde yer vererek, yeni Yargıtay binası ve adli yıl onun dualarıyla açılmıştır. 

Hayır laik bir devlette bu asla olamaz. 

Laik bir ülkede, Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşlarının ekseriyetinin İslam olmaları, devletin en üst adalet dağıtan kurumunun ve adli yılın açılışının, Diyanet İşleri Başkanının İslami esaslara göre yaptığı dualarla açılmasını gerekli kılamaz. 

Laik ülkelerde din; kul ile Allah arasındaki uhrevi bir ilişki olup, din ile devletin kurumları arasında bir bağ kurulamaz, devlet kurumlarının açılışlarında Diyanet İşleri Başkanının boy göstererek dualar okuması ve açılışın bu şekilde yapılması,  asla onaylanamaz. 

Buna imkan tanıyan Yargıtay Başkanı,  bize göre,  anayasa suçu işlemiş, bu törene katılan yargı mensupları da,  sesiz kalarak,  bu suça onay verip iştirak etmişlerdir. 

Türk Milletinin,  lüks ve  devasa adalet saraylarına değil, adalet saraylarının içinin adalet, hak ve hukuk ilkeleriyle dolu olmasına, bağımsız ve tarafsız yargıya ihtiyaçları vardır. 

Güner Yiğitbaşı

02/09/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Tek Başına Bir Protestocu
21 Ağustos 2021 günü spor salonundan çıktım yürümeye başladım, Kızılay Meydanında kavşaktan karşıya geçerken önümde sırtında kocaman mavi renkli çok desenli kumaş bezden yapılmış torbadan büyük çuval gibi yük, bir elinde bastonu ile topallayarak yürümekte olan bir adam gördüm. Adamın sırtında naylon bir kılıfla korunan büyük harflerle yazılmış bir levha vardı; aynı naylon kılıflı ve yine büyük harfle yazılmış başka bir levha da dönünce gördüm, önünde asılı idi. Her iki levhayı bir iple bağlayıp düşmesin diye levhanın ipini kıvırıp burmuş bir heybe gibi, biri arkada biri önde olmak üzere sırtına asmıştı. Dazlak kafası güneşte adeta parlıyordu, yürürken sol elinin parmaklarını açmış, parmaklarını oynatıyor sanki birilerini veya bir şeyi protesto ediyor gibiydi. Naylon koruyucu içindeki arkasında asılı levhada kırmızı olarak büyük harelerle yazılmış şu yazı okunuyordu. (Yazı ve konuşmalardaki yanlışlara dokunmadan olduğu gibi aktarıyorum.):

“Y. DEMİRÖRENLERE 750 MİLYON DOLAR, SOMALİYE 30 MİLYON DOLARANADOLUYA İBAN!!!! 05453315010”

Bu garip görünüşlü adamı merak ettim, hemen arkasından birkaç kare cep telefonumla fotoğrafını çektim. Bastonu ile topallayarak yavaş yürüyen bu adamı hızlanarak geçtim, önüne geçince geri dönüp önünden birkaç kare daha fotoğrafını çektim.  Önündeki kırmızı yazılı büyük harfle yazılmış levhada da şunları okudum:

“BAŞKANLARA 3 UÇAK HA, İTİBARIMIZ YÜRÜSÜNDE HALK AÇMIŞ ÖNEMSİZ MÜLTECİLERİ DOYURALIM!!!  BEDRİ BADEMCİ TEL. 053533110”

Adamın sırtında kareli bir gömlek, sıcakta bir kravat takmış, bağrı açılmış kravatı oldukça gevşemiş, maskesini o kalabalıkta çenesinin alına indirmiş, böylece yavaş yavaş karşıya geçince yanına yaklaştım. Sırtındaki ve önündeki kırmızı levhadan adının Bedri Bademci olduğunu okuduğum adama:

-Aman abi bu ne hal, neyi protesto ediyorsun böyle tek başına, dedim.  O da şöyle dedi: “Memleket borca batmış, memleket elden gidiyor, kimse bana yardımcı olmuyor, bana katılmıyor” gibi bir şeyler söyledi. Daha da bir şeyler söylemek isteyen adamı, acelem olduğu için başarılar dileyip oradan acele ayrıldım. 

Birkaç gün sonra, bu garip davranışlı, adının sırtındaki kırmızı yazı levhasından Bedri Bademci olduğunu öğrendiğim ve ülkedeki adaletsizlikleri protesto etmeye çalışan bu adamı orada yazılı telefondan aradım. Sesini banda aldığım Bedri Bademci telefonda bana şunları anlattı:

“-Şu anda bizim Merkez Bankasının piyasaya 55 milyar dolar borcu var. Almanya’daki Ziraat Bankasına kayyum atanıyor. Almanya Ziraat Bankasına kayyum atanıyor. Yıldırım Demirören’e parayı ver, medyanın yüzde 90 nını satın alsın, bu yapılacak iş mi? Ben bunu protesto ediyorum. Şunu da söyleyeyim şu anda Yıldırım Demirören’in oynattığı kulvarlardan KDV alınmıyor, borç taksitlerini de ödemiyor. Şu da bir gerçek çocuk bezinin KDV si yüzde 18, onların KAV si yüzde sıfır, çocuk bezinin KDV si yüzde 18. Bu AKP’nin kurduğu başkanlık sistemi adil mi değil mi, bir?

Birileri adıma kredi çekmiş

İkincisi, ben emekliyim PTT’den 3150 lira maaş alıyordum, meçhul birileri tarafından adıma kredi çekmişler, 1500 lira emekli maaşı alıyorum. Sekiz aydır böyle maaş alıyorum, avukatım benim adıma savcılığa şikâyet dilekçemi verdi, mahkemeye inmedi, mahkemede yürütmeyi durduracağım 3150 lira maaşım olacak. Şu anda 15 bin liraya yakın PTT de alacağım var ben 1500 lira ile çalışıyorum.  

Ben haftada bir 35’lik rakı içerim, kimseyi de rahatsız etmem, hem de Tekirdağ altını içerim. 

Kendim Bağkur emeklisiyim, eksi sakat bir insanım, engelliyim ama askerliğimi yaptım, ama askerliğimi yaptım, kırıkkaleyi verdiler (silah) askerliğimi yaptım yaparım da. Ben Ankara Evciler köyündenim, eskiden Bala’ydı, Bala’dan askere gittim.- Ayamın yüz karası oldum hurdacı olamadım, Çankaya’ya verdiler sosyete olamadım, Çankaya’nın da yüz karası oldum, ben halkın taa içindeyim- Annem Köşkerli, Elmadağı aştımıydı İpek Yolu ordan geçerdi. Annemin köyünde beş altı tane mezarda yatan Osmanlı yatır var.

Kızım şu anda yeminli mali müşavir oldu, bir oğlum Karayollarında şef, askerliğini yapmadı serseri askeri ücretle çalışıyor, fakat ben de hepsini de terk ettim, onlara da bir isim taktım, hanım da sağ onu da terk ettim, onlara da bir isim taktım “maddesel fahişe” yani paraya tapanlar, burada “fahişe” kelimesi kötü manada değil. Bir şiir yazdım Zehra Seher Selçuk’a “maddesel fahişe Zehra Seher Selçuk” diye yazdım.


Bu protestom yüzünden elli defa karakola götürüldüm

Eni dört saat Çankaya Emniyet Müdürlüğünde tuttular, bir hırsızı eleştirdiğim için, beni bunun için karakola götürüyorlarsa bu ülkede adalet oktur. Ben hırsızı eleştiriyom, hırsızlık yapmadım hayatımda, yapamam bilmem de.

Kendisine şunu sordum, sen böyle bir protestoda bulunuyorsun, polis sana bir şey demiyor mu?

Tek Başına Bir Protestocu
Bedri Bademci şöyle cevap verdi. Polis beni elli defa karakola götürdü, kendilerine soruyorum, yaptığım bir suç mu, diyorum, polisler de “suç değil ama yukarıdakiler rahatsız oluyormuş” diyorlardı. Bir de şöyle yaptılar, gece yarısı aldılar beni polisler, şehre yakın ormanlık uzak bir yere resmen attılar (Dışkapı Hastanesinin arkasında bir yere), gittiler. Orada iki saat gece kaldım, iki saat sonra polis beni aldı karakola götürdü. Karakolda sabaha kadar duttu. Komsere dedim ki, arkadaş ben suçluysam, zaptı tut savcıya gönder, ben cezamı çekerim. Karakolda beni sabaha kadar tuttular, enseme bir tokat vurdular, “haydi güle güle Bedri Bey” dediler. Halbuki kanun var, geceleyin bir engelliyi polis karakoldan sokağa atamaz, evine kadar bırakmak zorundadır.

Şu anda da dolandırıldım, 3150 lira yerine 1500 lira alıyom. Savcılığa dilekçe vereli dokuz ay oldu. Dokuz aydır şikâyet dilekçem mahkemeye inmiyor.

Bu olayı polis araştırmadı mı araştırmıyor mu, diye sordum. Emekli maaşını, birileri tarafından adına kredi çekilerek dolandırılan Bedri Bademci şunları söyledi:

“Şu anda polis yok, polis yok derken ben onlara güzel bir isim taktım, Recep Tayyip Erdoğan’ın üniformalı tanrıları, R.T. Erdoğan da Zeus, ben öyle düşünüyorum, o adam, aslen araştırdım Gürcü, Müslüman olduğuna da inanmıyorum Kuran okur Hacca gider, ben bu araştırmaları birer araştıran bir insanım, normal değil mi, araştırırım ve yazacağım. Bir laptop alırsam, yazacağım, kitabımın çıktığı gün cezaevindeyim. Kitabın ismi Gürcü Medusa yani Gürcü Şeytan, bunu yazdımıydı ben cezaevine gireceğim, bunu adım gibi biliyorum yazacağım. Dizelerim var annem için yazdım, “Karanlıkta Kutsal Kadın”. Anneler öldürüyor her gün bir tane iki tane.

CK. Ev kendinin mi? Diye sordum.

BB. “Evi terk ettim parasını ödemiştim, şu anda Dışkapı hastahanesinde sandalyenin üzerinde uyuyorum, uyuyabilirsem”.

CK. Çocuklar üzülmüyorlar mı, gelip götürmüyorlar mı?

BB. Hiçbiriyle görüşmeyeceğim, maddesel Fahişe diye bir isim takdım, hepsine, hepsi de paraya tapıyorlar. Para bir el kiridir. Bir zamanları 50 bin 50 bin vergi veren bir esnafıydım”.

CK. Emekli olmadan önce ne iş yapardın, 

BB. “Ben camcıyım, sanatçıyım, cam oyarım ellerimle, cam sanatçısıyım. Atatürk’ün rakı içtiği bir yer var, tadilatta, ikinci Meclisin karşısında Ankara Palas’ın bütün kristallerini ben tamir ettim. Atatürk’ün çocuğuyum ben, ondan övünç duyarım. 47 doğumluyum 74 yaşındayım, ama yukarıyla (Allah’la) anlaşma yaptık 2030’a kadar beni sağlıklı bir şekilde yaşatacak; ara sıra onunla da konuşurum yazarım! Normal bir insanla konuşmuyorsunuz hocam”. 

CK. Bedri Bey, bunun gibi ilginç protesto olayların var mı?

BB. “Var, bu fotoğrafını çektiğin protesto pankartlarından 15-20 tane var. Değiştire değiştire sokaklarda caddelerde bu protesto pankartlarını taşıyorum.  Şu anda T.C. iyi yönetilmiyor, yönetemiyor. Büyükleniyor ve bölünmeye doğru gidiyoruz, şu anda insan kanından besleniyor.  Eşbaşkanı var ya Mithat Sancar onu yanıma alırım, Zerrin Buldan’ı, Leyla Zana’yı alırım barışı 15 gün sürmeden getiririm, silahsız giderim oruya, silahla barış olmaz, silahla barış gelmez, mümkün değil, ha insan gibi konuşuruz barış kendiliğinden gelir”.

CK. Bedri Bey, şiir de yazdığını söylemiştin, bu şiirlerini nasıl alabilirim, yarın telefonla arasam örneğin yarın saat da arasam. 

BB. “Şiirlerim var, yayınlayacağım da flaş belleğe çekmek lazım, onun için de laptop lazım, laptop alamıyorum, ilk yapacağım iş laptop almak. Ondan sonra bu hükümeti eğer 40 bin kere rezil etmezsem halka, işte bu Bedirlik haram olsun bana, kırk kere değil 40 bin kere”.

Benim medyada bazı şiirlerim var onluğum var, bir de kendime yazdım, ben salaklık dünya şampiyonuyum”.

CK. Şu anda nerede oturuyorsun, nerede yatıp kalkıyorsun?

BB. “Evde kalmıyorum, Dışkapı D. Hastanesinin acil bölümünde bir sandalyede uyumaya çalışıyorum. Başka yerim yok. 15 yıl o hastanenin önünde küçük bir büfem vardı, orada bir yandan çay simit satardım, bir yandan da millet okusun diye ücretsiz kitap dağıtıyordum. Belediye bu büfemi yıktı, şimdi Açıkta kaldım. Orada üç dört yıl hastane acil önünde sandalyede uyumaya yaşamaya çalışıyordum, önce de sokak yaşıyordum. 2015’ten beri sokakta yaşıyorum. Elmadağ’ının dibinde bir talam var, içindeki suyu satacağım, suyu satarsam ev alıp kiraya vereceğim, tarlayı satmam toprak satarsam vatan haini olurum. Suyu satınca Atatürk ve Sanat Merkezi açacağım. Yer de müsait, Mansur’a CHP ye en az beş puan kazandırırım, en az. 

“Şu anda Sağlık Bakanlığını idare edem kimdir biliyor musunuz? Menzil tarikatı yönetiyor. Şu anda Sağlık Bakanlığını tarikatlar istila etmiş.

Operaya Melike Hatun Camisi yapıldı, orada eskiden cami vardı, bir sürü masraf, onun yakınında 16. Yüzyılda yapılmış Katırcıoğlu camisi var. Camiyi yaparken pencerelere plastik kullandılar, cami pencereleri vitray olur, cam olur. Hiçbir Diyanet İşleri Başkanı camiye kılıçla girmemeli, elinde kılıçla hutbeye çıkarsan ondan sonra “İslamofobi yükseliyor” dersin, camide kılıcın ne işi var. Kılıçla maksat ortalığı karıştırmak. Kılıçla camiye girmek bizi dünyaya kötü tanıttığı gibi baştaki arkadaş da harp çıkarmadan gitmez, bu adam gitmez insan kanından rant sağlıyor, insan kanından rant sağlanır mı? Sanki PKK lı dediğimiz çocukların işi olsa aşı olsa dağda ne işi var bu çocukların, hiçbir yere gitmezler. Ama ordan PKK lı gelip 1000 dolar, 500 dolar verdimiydi çocuklar yürüyo gidiyor, mecburen gidiyor, yokluk götürüyor bu çocukları.

1930 da rahmetli Atatürk’ün yaptığı bir iş var. 1930 da bir tarım uzmanı çağırıyor. Gelin arkadaş dışarıdan iğne girmeyecek ülkeye araştırın ve bir rapor hazırla. Adam beş sene sonra geliyor hazırlıyor ülkeye, kaç kişiyiz, o zaman tarımda karasaban var. 119 milyon kişi besliyor bu topraklar, 84 milyonuz bir trilyon borcumuz var, bu paraları kim yedi, ben haram yemem. Osmanlıyı saray batırdı, şimdiki de saraylar yapıyor.

Atatürk gezilerinin birinde bakıyor ki adam karasabana bir öküz, öbür tarafa da kendini koşmuş, çift sürüyorlar. Atatürk bu “ne hal” diyo. Öküz vergisi koymuşlar, dönüşte hemen meclisi topluyo, “öküz vergisini galdırın” diyor, adama da bir öküz hediye ediyor. Atatürk böyle çalışan bir insan, halkıyla yaşadı, halkıyla beraber, halkıyla öldü, halkıyla beraber olmazsa başarı gelmez. 27 Aralık da Ankara’ya geldi, İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak hemen silaha sarılalım dedi, olmaz önce 23 Nisan 1920 de Meclisi açtı, dört ay sonra Yunan’a tokatı vurdu, halkı meclisi arkasına almadan başarı olmazdı. Bunu Atatürk de biliyordu, halktan meclisten yetkiyi aldı tokadı bastı halk olmadan başarı gelmez. Şimdi tek kişi baş tacı, vatandaş tukaka, T.C. vatandaşlarının hepsi tukaka. Sesim gitmiyor, bu altıncı telefon bir elimde baston bir elimde telefon telefonu elimden kapıyorlar”.

Bedri Bademci ile yarın buluşmak ve yazdığı şiirleri almak üzere vedalaştık.

Tek Başına Bir Protestocu
Ertesi gün, bana aşağıdaki şiirlerin fotokopisini verdi. Sekiz ay önce 3150 maaşından bir dolandırıcı kendi adına kredi çektiğini ve ayda sadece maaşından 1500 lira kaldığını, savcılığa dilekçe verdiği halde sekiz aydır işleme konulmadığından bahseden Bedri Bademci, “daha önce de Mamak PTT sinden bir memurun kendi adına kredi çektiğini, savcıya dilekçe verince o memurun ceza aldığını da söyleyince şaşırdım kaldım. Dolandırıcılar buna göz dikmiş, diye düşündüm. Bana aşağıda bazı şiirlerini verdi. Konu uzadığı için şiirlerini buraya alamıyorum. Bedri Bademci, AKP’yi düzenini eleştiren 20 kadar slogan yazılı levhayı her gün birini iple önüne arkasına bağlayıp sokak ve caddelerde dolaştırıyormuş. Polis karakola götürüyormuş, üç beş saat karakolda bekletip salıveriyormuş. B. Bademci, “bu kırmızı pankartları bilgisayarcıya 20 liraya yazdırıyorum” dedi. B. Bademci ayrıca bütün organlarını ve öldükten sonra cesedinin bağışlandığını belirten belgeyi de sürekli madalya gibi yanında taşıyor.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız.

Fotoğraflar Bedri Bademcinin önünde ve arkasında asılı AKP’yi eleştiren çeşit çeşit garip levhalar ve garip görünüşü ile bunları sokaklarda dolaştırıyormuş.

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget