Aralık 2021
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Yeni Yıla Girerken
Bizim de kullanmakta olduğumuz takvime göre; 1. Ocak. 2022 günü, içinde bulunduğumuz 2021 yılının tamamlanarak sonlandığı ve içine gireceğimiz yeni yılın ilk günüdür. 

Yılbaşı, İsa'nın doğum günü olarak kabul edilen 25 Aralıkta kutlanan Hristiyanların Noel Bayramı ile karıştırılmamalıdır. 

Yılbaşının,  dini ve kutsal bir yanı bulunmamaktadır. 

Bunu karıştıran bazı dini kesim,  biz Hristiyan değiliz, Müslümanız,  yeni yılı kutlamayız diyerek,  yılbaşı kutlamalarına ve kutlayanlara eleştirel bir gözle yaklaşmaktadırlar. Bu değerlendirme ve yaklaşım yanlıştır. 

Yılbaşı bir bayram değildir, bir takvim olayıdır. 

İçinde bulunduğumuz 2021 yılının bittiği günü, yeni 2022 yılının ilk gününe bağlayan 31. Aralık gecesi;  insanların,  evlerinde veya evlerinin dışındaki eğlence mekanlarında,  masalar kurarak ve özel olarak hazırlanan yemekleri yiyip içkiler içerek eğlendikleri,  yeni yılı kutlayarak karşıladıkları, yeni yıla mutlu bir şekilde girdikleri, bir gelenek ve kültürü yaşayıp yaşattıkları bir gecedir. 

Eski yılın bitimi ve yeni yıla girilmesiyle,  aslında insanlarımız bir yıl daha yaşlanmakta ve ömürlerinden bir yıl daha azalmaktadır, bunun bilincindeki insanlarımız,  o zaman yeni yıla niçin eğlenerek neşeli ve mutlu bir şekilde girmek istemektedirler, bu bir çelişki değil midir? Diye sorup düşünenler olabilir. 

Ben,  şahsen öyle düşünmüyorum, hepimizin bir yaşam, biyolojik ömrü vardır ve her geçen yıl bu ömürden çalıp gitmektedir bunu biliyoruz ama,  korkunun da ecele bir faydası yoktur, her yeni yılla birlikte yaşlanıyoruz diye, oturup ağlayacak da değiliz tabi. 

Yeni yılla birlikte bir sene daha yaşlanmaktan korkanlar, bunu yaşlanma, ihtiyarlama olarak değil, yeni bir yaş alma, yeni bir yaşa girmiş olma şeklinde yorumlayabilirler. 

Bir de bardağın dolu yanından bakacak olursak, insanların;  gelecek her yeni yıldan ve yıllardan bir beklentileri, gayeleri ve umutları vardır. İnsanlar;  gayesiz, umutsuz,  umutlarını yitirerek yaşayamazlar,  mutlu olamazlar, ”umut fakirin ekmeğidir” sözü, boşa söylenmemiştir. 

İnsanların umut ve beklentileri,  bir yıl ile sınırlı olmadığı için, her yeni yıl,  insanların umut ve beklentilerinin tazelendiği yepyeni bir dönemi ifade etmektedir. 

Örneğin, insanlar;  bir an önce okullarını bitirmek ve hayata atılmak, daha sonra evlenip yuva kurmak, çocuk sahibi olmak ve çocuklarını okutarak meslek sahibi yapmak, emekli olup gezip tozmak isterler ve bu istek ve umutlarının gerçekleşmesi için,  yılların çabucak geçmesini isterler,  yeni yıllarda gerçekleşecek olan yeni hedeflerine ulaşmayı,  iple çekerler. 

Hepinizin çok iyi bildiği ve gördüğü gibi, güzel ülkemiz iş başındaki Cumhur İttifakı iktidarı tarafından uçurumun kenarına sürüklenmiş ve hiçbir sorununa çare üretilememekte, devletimiz iktidar tarafından adeta esir alınmış, bu ülkenin ana muhalefet partisinin iktidar adayı genel başkanı,  Milli Eğitim Bakanlığına alınmamış ve bakanlığın kapısına kilit vurulmuş, ülkemizin biriken sorunlarının çözümünün tek adresi olan demokratik seçimler için,  maalesef daha bir buçuk yıl vardır, en iyimser tahminlerle seçimler zamanında yapılacak olsa dahi,  seçimler 2023 senesinin Haziran ayında yapılacaktır. Bu nedenle, keşke mümkün olsa da, ömrümüzden bir çırpıda bir seneyi seve seve feda ederek, 31. Aralık gece yarısı saat 24. 00 de,  2021 yılını atlayarak 2023 senesine girebilsek. 

İşte, insanların  bu ileriye dönük istek ve umutlarının gerçekleşmesi,  yeni yılları ve  yeni yılbaşlarını zorunlu kıldığı için, insanlar yaşlanmalarını, ömürlerinden kopup giden yılları düşünmezler bile, tek arzuları, özlemlerine ve  umutlarına kavuşmaktır. 

Bu nedenledir ki; insanlar,  bu Dünyanın fani ve geçici olduğunu bildikleri halde, bu umut, özlem ve hevesleri, onlara bu Dünya'nın geçici olduğunu unutturur, insanlar yaşama sarılarak,  hiç ölmeyeceklermiş gibi, umut ve özlemlerini gerçekleştirmek için yaşarlar. 

Bana sorarsanız, sizler de; yaşlanacağım korkusuyla, ileriye dönük isteklerinizden,  gayelerinizden,  arzularınızdan, özlemlerinizden ve  umutlarınızdan ve bunların gerçekleşmesinden,  asla vaz geçmeyiniz, ileriye dönük gayeleri,  beklentileri ve umutları olmayan insanların,  yaşlanmaya fırsat bulamadan yaşayan ölü haline geldiklerini unutmayınız. 

Bu vesileyle; pandemi nedeniyle, büyük bir coşkuyla karşılayamayacak olsak da,  hepinizin yeni yılını kutluyor ve 2022'in; pandemiden kurtulacağımız ve sizlere sağlık, mutluluk, huzur, başarı,  ekonomik açıdan insanca yaşama koşulları ve siyaseten özgürlükler getirecek bir yıl olmasını, gönülden diliyorum.  

Güner Yiğitbaşı

30/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

“Kısık Sesle Saraylarda Değil, Gür Sesimizle Alanlardan Haykırıyoruz”
Eğitim İş ve Birleşik Kamu-İş sendikalarının yönetim ve üyeleri, ellerinde pankart, dillerinde sloganlarla iktidarın ekonomik politika ve uygulamalarını Ankara Ulus Meydanında 29 Aralık 2021 günü protesto ettiler. Bu doğrultuda bir gün okullarda derslere girmeyerek bir günlük boykot kararı da alan Eğitim-İş Genel Sekreteri Cengiz Sarıyer yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“-AKP iktidarı ekonomik krizin yükünü tamamen emekçilerin sırtına yıkan, gelir adaletsizliğini derinleştiren ve yoksullaşmayı artıran politikalar yürütmeye devam etmektedir. 

Ağustos 2021 de yandaş sendikayla imzalanan sözde toplu sözleşme ile kamu emekçilerinin ve emeklilerin geleceğine el konulmuş, adeta sefalete mahkûm edilmiştir.

Hükümetin oluşturduğu bütçe ve cari açığın bedeli milyonlarca emekçiye KDV ve ÖTV olarak dönmüş ve çarşıda pazarda kendini göstermiştir. 2022 bütçesinden; memura, dar gelirliye, esnafa, çiftçiye, emekliye, işçiye, vergi, zam, açlık ve yoksulluk çıkmıştır.

Türk lirası hızla değer kaybederken kurdaki dalgalanmalar biz emekçilerin belini iyice bükmüştür.

Bu karanlık ekonomik tablo karşısında, aylardır meydanlarda çağrıda bulunuyoruz. “Zam”, Kriz, Yoksulluk; Tükeniyoruz!” diyerek peş peşe yapılan zamları, yaşadığımız ekonomik kriz ve derin yoksulluğu haykırıp, siyasi iktidarı önlemler almaya çağırıyoruz.

Ancak tüm çağrılarımıza ve taleplerimize yanıt verilmediği gibi her gün biraz daha yoksullaşıyoruz, emeğimiz ucuzluyor.

İnsan onuruna yaraşır bir yaşam daha da imkânsız hale gelmişken, AKP iktidarı sadece yandaşların özgür ve refah içinde olduğu bir ülke yaratmıştır.

Devletin fabrikalarını yıllar içinde bir bir elden çıkaran, tarımı emperyalistlerin ambargolarıyla baş başa bırakan, sanayiyi teşvikten yandaşı kalkındırmayı anlayan iktidar, 20 yıl içerisinde üretmeden tüketen, birçok mal ve hizmeti dışarıdan almak zorunda olan bir ülke yaratmıştır. Ülkemizdeki işsizlik oranı ise tavan yapmış, işsiz sayısı, 7 milyon 870 bin kişiye ulaşmıştır.

Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün eğitimi, kalkınmayı, sosyal ve ekonomik ilerlemeyi birbirinden ayırmadan var ettiği Türkiye, daha gencecik bir Cumhuriyet iken bile Avrupa ülkelerine parmak ısırtan, şimdi tepetaklak haldeki ekonomisiyle, Dünya Sefalet Endeksi’nde 156 ülke içinde 21. Sırada yer almıştır. 

İktidarın asgari ücrete yaptığı zam da boş çıkmıştır. Marketlerdeki fiyatlar, yeni vergi zamlarıyla birlikte asgari ücretin zamlı hali bile geçen sene aynı sahip olduğu alım gücünden çok aşağıda kalmış, zam şimdiden erimiştir. Bu erişmeyi çeyrek altınla, dolarla anlatma safhasını çoktan geçtik: Geçen yıl maaşıyla 7000 yumurta alabilen asgari ücretli, şimdi ancak 3700 yumurta alabilmektedir.

Zengini daha zengin, emekçileri ise daha yoksul hale getiren bu eziyetten, eğitim emekçileri de payını en ağır biçimde almıştır. Sözde toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarına reva görülen iki yıllık zamlar yıl bitmeden erimiş, enflasyon ve artan vergi dilimi ile kamu emekçisinin alım gücü yerle bir edilmiştir. Eğitim emekçileri, daha ayın başında ayın sonunu kara kara düşünür hale gelmiştir.

Üstelik bu tablo daha da ağırlaşıyor. TÜİK ezbere bildiğimiz yalanları söyleyedursun, Konfederasyonumuz Birleşik Kamu-İş’in aralık ayı araştırmasına göre; dört kişilik bir ailenin insan onuruna yaraşır bir şekilde yaşayabilmesi için yapması gereken zorunlu harcamaları gösteren yoksulluk sınırı 13 bin 598 liraya, açlık sınırı ise 4 bin 652 liraya yükselmiştir.

Bir yılda tüketilmesi zorunlu olan tüm gıda maddelerine yüzde 100 ü aşan oranlarda zam gelmiştir.

Peki, bu şartlar altında fedakârca üreten, yaşama tutunmaya çalışan biz eğitim emekçilerini payına ne düşüyor:

-Tiyatrodan ibaret olan toplu sözleşme görüşmelerinden gelen trajikomik ücret zamları ve peşi sıra gelen sefalet.

-Liyakatsizce atanmış yöneticilerin hadsizlikleri; azar, keyfi disiplin cezaları, mobing, sürgünler…

-Kadrolu, sözleşmeli, ücretli adı altında kategorize edilerek, ayrıştırılarak sömürülme.

-İş güvencemizi ortadan kaldıracak, öğretmenler odasını bir kez daha bölecek olduğu halde bize müjde gibi sunulmaya çalışılan Öğretmenlik Meslek Kanunu.

-Gericileştirilmiş, piyasalaştırılmış bir eğitim sistemi.

“Kısık Sesle Saraylarda Değil, Gür Sesimizle Alanlardan Haykırıyoruz”
Bu böyle gitmez, gidemez! Bugün bizim halimizi görmezden gelenler, isyanımıza kulağını tıkayanlara karşı üretimden gelen gücümüzü kullanıyoruz! Bugün derslere girmeyerek bir günlük iş bırakma eylemimizle sesimizi herkese duyuruyoruz. Unutulmaz sendika önderimiz Fakir Baykurt’un dediği gibi ders veriyoruz, ders vermeye de devam edeceğiz.

Bugün dünyada “Başöğretmen” unvanı taşıyan bir liderin kurduğu tek ülke olan Cumhuriyetimizde, öğretmenlere ve öğretmenliğe pranga vurulamayacağını göstereceğiz.

-İnsanca yaşamak için tüm eğitim emekçilerinin maaşlarına yüzde yüz zam istiyoruz!

-Sistematik ve hadsiz saldırılar altındaki meslek onurumuza tekrar kavuşmak istiyoruz!

-Tüm eğitim emekçileri için kadrolu, güvenceli çalışma ve insanca yaşam şartları istiyoruz!

-Nitelikli eğitimin sürdürülmesinde en önemli paydaşlar arasında olan idari, yardımcı ve teknik personellerin taleplerinin yerine getirilmesini, Öğretim Yılına Hazırlık Ödeneğinin ayrım gözetilmeksizin eğitim çalışmalarının tümüne ödenmesini istiyoruz.

Eğitim Çalışmalarının görev tanımlarının yapılmasını, angarya çalışmaya son verilmesini istiyoruz.

-Üniversitelerimizde bilimsel, idari ve mali özerklik istiyoruz.

-Atatürk’ün bize emanet ettiği yeni nesiller için laik, bilimsel, adil ve kamusal bir eğitim istiyoruz.

Ve şüpheniz olmasın ki alacağız! Bu yoksulluk, bu sömürü artık yeter! Gün umutsuzluğa kapılma, kendini çaresiz ve güçsüz hissetme günü değildir. Gün birlik günüdür, gün dayanışma günüdür, mücadele günüdür. Üreten emekçileriz, sesimiz, söyleyecek sözümüz var. Hep birlikte güçlüyüz ve güçlü kalacağız.

Biz eğitim emekçileri olarak, bugünün gerçeklerini TÖS’ten, TÖB-DER’den, Köy Enstitülerinden devraldığımız tarihsel mirasla yoğuracağız. Ve büyük usta Nazım’ın dediği gibi “ağır ellerimizi toprağa basıp doğrulacağız”.

Bugün burada bulunan ve iş bırakma eylemlerimize destek olan tüm eğitim emekçilerini de selamlıyoruz. Mücadelemizi tüm haklarımızı elde edene kadar, eğitim emekçilerine insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayana kadar, ülkemizi laik, demokratik ve bağımsız bir ülke haline getirene kadar sürdüreceğiz”.

Yaşasın örgütlü mücadelemiz.

Yaşasın Eğitim-İş

Yaşasın Birleşik Kamu-İş”    

İki sivil toplum örgütünün basın bildirisi ile eylem olaysız bitirildi.

 Fotoğraflar Ankara Ulus Meydanındaki eylem görüntüleri.

Cevat Kulaksız 

Cevat Kulaksız.

Ülkene Bu İhaneti Ve Kötülüğü Yapma Sayın Erdoğan
Sayın ERDOĞAN; gerçekten çok şanslı ve Allah’ın sevdiği bir kulu olarak,  siyasette erişilmesi imkansız ve kırılması zor bir rekor şeklinde yükseldin ve devletimizin en büyük ili ve gözdesi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından başlayarak,  Başbakanlığa ve oradan da Cumhurbaşkanlığı makamlarına yükseldin. Son olarak da,  adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığını içinde barındıran tek adama dayalı ve tek yetkili partili Cumhurbaşkanı seçilerek,  devletin en üst makamının koltuğuna oturdun ve halen de oturmaktasın. 

Şu anda temsil ettiğin makam ve oturduğun koltuğun üzerinde bir makam ve koltuk kalmadı maalesef. Burası son durak, daha ötesi yok. Anayasaya göre, üçüncü kez aday olma hakkın da yok. Otobüsün son durağında otobüsü terk eden, otobüsten inmek zorunda olan yolcu konumundasın unutma. 

Biyolojik ömrünün sonbaharındasın ve bir imam hatipli ve Müslüman olarak bu dünyanın fani ve  gelip geçici olduğunu ve bir sonunun olduğunu çok iyi bildiğin gibi, siyasi ömrün de bir sonu olduğunu bilmelisin ve bu gerçeği kabul etmelisin. 

Yine hiçbir politikacıya nasip olmayan bir şekilde,  bir ilki yaşayarak, kesintisiz 20 yıl tek başına iktidar olarak, bu ülkeyi yönettin. Halkımız, oylarıyla seni ve partini hep birinci yaptı ve bu onuru sana bahşetti. 

Ama sen, halkımızın sana olan bu ilgi ve sevgisinin azaldığını, halkın ilgi ve sevgisiyle ve oylarıyla geldiğin ve 20 sene kesintisiz kaldığın iktidardan, yine halkın oylarıyla  uzaklaşacağını ve iktidarı kaybedeceğini anladığın için, sanki ölmeyecek ve Dünya'ya kazık çakacakmışsın gibi, oylarıyla seni iktidar yapan halk çoğunluğunun, yine  oylarıyla seni iktidardan uzaklaştırmalarını engellemek ve iktidardan gitmemek için,  her türlü yolu mübah gören bir tutum sergilemeye başladın. 

Bu kötülüğü ve ihaneti ülkene yapma Sayın ERDOĞAN. 

Bu ülkenin ve ülke insanının,  sana sunduğu güzelliklere layık ol, lütfen. 

İktidardan gitmemek için sergilediğin tutum  ve davranışlarınla hem ülkeye, hem kendine ve hem de bir Müslüman olarak İslam dinine kötülük yapmakta olduğunu anlamalısın. Bu hayatın bir sonu olduğuna göre, makam ve koltukların da bir sonu olduğu gerçeğini kabul etmelisin. 

Cumhurbaşkanı olarak;  Türk Milletinin birliğini temsil etmekle, kurumlar arası işbirliğini sağlamakla görevli olmana rağmen, Türk Milletini;  dinine, mezhebine, etnik kökenine ve rengine göre bölüp ayrıştırıyor ve yaptığın yeminine ihanet ediyorsun. 

Küçük bir kızımızın iki vahşi köpek tarafından ısırılarak yaralanması üzerine,  marjinal bu vak'a üzerinden verdiğin beyanat ile “Beyaz Türkler köpeklerinize sahip çıkın” diyerek,  T. C. Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin;  dinine, mezhebine, cinsiyetine, etnik kökenlerine ve renklerine bakılmaksızın Türk sayıldığı ve ATATÜRK'ün;  Ne mutlu Türk'üm diyene” sözüyle çok güzel ifade ettiği Türk Milletini,  beyaz ve siyah Türkler olarak iki kutba ayırma gafletinde bulundunuz. 

İki kez,  İstanbul halkının ezici çoğunluğuyla seçim kazanarak İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına seçilen ve izlediğimiz kadarıyla,  İstanbullular tarafından olduğu kadar,  halkımızın büyük çoğunluğu tarafından da sevilen ve sempati duyulan ve İstanbul halkı için çok güzel hizmetler veren Ekrem İMAMOĞLU ile uğraşmaya devam ediyorsunuz, onun şahsında iktidarın en büyük adaylarından olan CHP ve Millet İttifakını itibarsızlaştırarak iktidarda kalmayı ümit ediyorsunuz, ama yanılıyorsunuz. 

86. 000 Personeli bulunan İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanını, 45. 000 teröristi işe alarak çalıştırmakla yaftalayarak, belediyeye müfettiş gönderiyorsunuz. Bu,  terörist olarak suçlanan elemanların, başında bulunduğunuz  merkezi yönetimin güvenlik soruşturmaları ve adli sicil kayıtlarıyla işe alındıklarını bilmiyor olamazsınız. Hal böyle olduğuna göre, Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU'nu,  terör üzerinden suçlayarak görevden alma arzusu kokan bu davranışınızı nasıl izah edebileceksiniz?

Sayın ERDOĞAN; çuvaldızı başkasına batırmadan önce, iğneyi lütfen kendinize batırarak bir düşününüz. 

İBB Başkanı İMAMOĞLUNU; hiçbir somut delil sunmadan, PKK'lıları bilerek ve isteyerek işe aldığı gerekçesiyle,  belediyesinde teröristleri çalıştırmakla suçlamadan önce; bir düşün bakalım. Kürt açılımı gerekçesiyle PKK teröristleriyle masaya oturarak müzakere yapan, hendek kazan, vergi toplayan, yol kontrolleri yapan,  güneydoğuda özerk bir yönetim kurmaya çalışan PKK teröristlerine  sahip çıkan, onlara yönelik operasyonları engelleyen, 15. Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖCÜ teröristleri, bırakınız belediyeyi, devletin yargısına, emniyetine ve silahlı kuvvetlerine imza atarak ve atayarak doğrudan  yerleştiren, siz değil misiniz?

Sizin,  devletin kurumlarına yerleştirdiğiniz FETÖCÜLERİN terörist oldukları, darbe girişimi ve kesinleşmiş yargı kararlarıyla tescil edildi. Buna rağmen, utanmadan ve sıkılmadan, masumiyet karinesini çiğneyerek, terörist olduklarına dair haklarında kesin yargı kararı bulunmayan, haklarında savcılıklar tarafından soruşturma dahi açılmamış olan bazı belediye çalışanlarını, somut hiçbir delil olmadan terörist olmakla ve bunları terörist olduklarını bilerek işe aldığı gerekçesiyle,  İMAMOĞLU'nu suçlamaya ve itibarsızlaştırmaya gayret ediyorsunuz, görevleri terörist belirleme olmayan Mülkiye Müfettişlerini Belediyeye teftişe gönderiyorsunuz. Kullardan korkmuyorsun,  bari Allah'tan kork Sayın ERDOĞAN. 

Gittiğin yol,  yol değil. Cumhurbaşkanı olarak;  yasalardan aldığın yetki ve şu anda hesap sorulamaz konumda olman ve aslında anayasanın aradığı vasıfları kaybetmiş olmana rağmen, fiilen halen Cumhurbaşkanı olman dolayısıyla, Türk Ceza Kanununun Cumhurbaşkanına hakaret ve hükümeti devirmeye teşebbüs suçlarının yasal koruması altında olman nedeniyle, halkımızın ekseriyetinin;  çaresiz, demokratik seçimlere kadar, demokratik sabırla beklemede kalıyor olması, seni asla yanıltmasın ve İstanbulluların çok sevdikleri İstanbul ve Türk Halkının ekseriyetinin arkasında durdukları İMAMOĞLU'nu, siyasi hırsına yenilerek yanlış bir  adım atarak görevden alarak, ülkeye kötülük yapmaya çalışma lütfen.  

Bu,  tavsiye amaçlı iyi niyetli sözlerimi de, lütfen bir tehdit olarak algılama yanılgısına asla düşme. Bu sözlerim,  aklıselim sahibi, yaşça senden büyük, bu devlete hakim ve savcı olarak uzun yıllar hizmet eden 51 senelik bir hukukçunun yalvarışı ve yakarışı olarak kabul buyur lütfen. 

Sayın ERDOĞAN; sana ve partine büyük onur kazandıran ve seni en üst makamlara ve koltuklara taşıyan, 20 sene başının tacı yapan bu ülkeye ve ülke insanına,  bu aşamadan sonra yapabileceğin, seni taçlandıracak en son ve en değerli hizmet; halkın iradesine saygılı olmak, İMAMOĞLU ve diğer muhalefet belediye başkanlarıyla uğraşmaktan vazgeçerek,  ülkeyi derhal seçimlere taşımak,  halkın iradesine ve bunun sonuçlarına boyun eğip razı olmaktan ibarettir. 

Güner Yiğitbaşı

28/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hıkukçu

Bay Nebati Hay Senin Ağzını Öpeyim Ben (!)
Maliye Bakanı Bay NEBATİ; aşırı ve kontrolsüz bir şekilde yükselen döviz kurlarını günlerce sessiz bir şekilde seyretmiş; bunu,  ihracatı ve dolayısıyla döviz rezervlerini artıracak bilinçli bir ekonomik tercih olarak sunmuş gözükerek, fakir fukara halkımızın; panik içinde,  elinde ve avucunda kalan birkaç kuruşunun değer yitirmesini önlemek için,  yüksek kurlardan  döviz satın almalarına göz yumup görmezlikten gelerek, küçük yatırımcılara adeta gizli bir kumpas kurmuş ve geçtiğimiz gün, hiçbir şey olmamış gibi, sürpriz bir kararla,  dövize endeksli mevduat sistemine geçilmesinin sonucunda, döviz kurlarının bir gecede sert bir şekilde düşerek çakılması üzerine, halkımıza kurulan bu kumpastan büyük bir memnuniyet duyarak,  adeta ağzı kulaklarında, gözlerinin içi parlayarak, gözlerindeki ışıltıyı etrafına yayarak,  kanal kanal gezip, zamanlaması itibariyle etik dışı ve çok gecikmiş olan  bu döviz operasyonunu,  büyük bir ekonomi dehası başarı olarak sunmaya çalışmıştır. 

Hani,  bir ses sanatçısı,  yeni bir kaset çıkarır da,  kanal kanal gezer ve kasetinin propagandasını ve tanıtımını yapar ya, işte Bay NEBATİ'nin de, yandaş kanal kanal gezerek,  halka kurulan kumpası, gözleri parlayarak, gözlerindeki ışıltıyı etrafına yansıtarak,  neşe içinde,  büyük bir başarıymış gibi sunmasını, yeni kasetini halka tanıtarak  pazarlamak için kanal kanal gezen ses sanatçılarına benzetiyoruz. 

Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın politikalarını uygulayan Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati,  NTV'de soruları yanıtlayarak; "15 liradan,  16 liradan,  17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil.  Büyük finansörler bu işin bir şekilde döneceğini bilir.  Ama çarpılan, ezilen kim oldu? Küçük yatırımcılar.  Şimdi kara kara düşünüyorlar" demiş. 

Bay Nebati çok doğru söylemiş, kendisini kutluyoruz ve ağzının içini öpüyoruz bu doğru tespiti, itirafı ve beyanı için. 

Ancak, Bay Nebati'nin beyanlarını, itiraflarını eksik buluyoruz, küçük yatırımcıların çarpılmasına, silkelenmesine ve ezilmesine neden olan gerçek suçluları, görevlileri de bir zahmet açıklarsa, tadından yenmeyecek doğrusu. 

Ama, Bay NEBATİ'nin; ” çarpılan, ezilen kim oldu? Küçük yatırımcılar.  Şimdi kara kara düşünüyorlar” itirafının altını ve içini doldurarak, küçük yatırımcının çarpılmasının ve ezilmesinin gerçek ve baş sorumlusunun kendisi ve saray yönetimi olduğunu da itiraf edecek kadar,  etik ve cesur olmadığını çok iyi biliyoruz. 

Bay NEBATİ ve Saray yönetimi de çok iyi biliyor olmalı,  şu güzel sözü; ”son gülen iyi güler” Bay NEBATİ.  

Güner Yiğitbaşı

24/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Tamamen Aldatmaca Bir Sistem
Dolar endeksli, dolar güvenceli mevduat hesabı sistemi;  bize göre tamamen bir aldatmacadır. 

Amaç, mevduat sahiplerinin enflasyon karşısında paralarının erimesinin önlenmesi almayıp, faiz sebep enflasyon sonuç saplantısıyla faizlerin düşürülmeye devam edilmesi, faizlerin enflasyonun çok altına  düşürülmesinden dolayı elinde Türk parası bulunduran insanların gazının alınması,  faizlerin düşürülmesi nedeniyle parasını enflasyona karşı korumak için dolar almaya hücum etmelerinin,  dolar mevduat hesaplarının, yani polarizasyonun artışının önüne geçmek arzusudur. 

Dolar veya diğer değerli dövizler,  niçin Türk Lirası’na karşı değer kazanırlar, başka bir deyimle,  Türk Lirasının değeri,  döviz karşısında niçin düşer?

En önemli ve birincil neden; ekonominiz sağlam temellere dayanmıyorsa, yapısal bazı reformları yapamıyorsanız, ihracata yönelik üretiminiz azsa, ihracatınız az, ithaflarınız daha fazlaysa, yani dış ticaret ve cari açığınız varsa, ihraç ettiğiniz ürünlerin maliyetinde ithale dayalı ham veya yarı mamul madde oranı fazlaysa, belli bir plan çerçevesinde özellikle üretime dönük öncelikli ve dengeli yatırımlara dayalı bir kalkınma modelini uygulayamıyorsanız, tarım ülkesi olmamıza rağmen,  önemli birçok tarım ürününü dahi ithal ediyorsanız, kazandığınızdan çok harcayarak mali kaynakları cari harcamalarla israf ediyorsanız, sürekli bütçe açığı veriyorsanız, dış borçlarınız sürekli artıyorsa, enflasyonu ve ona bağlı olarak da,  Türk Lirasının değer kaybını önleyemezsiniz. 

İkinci olarak da, özellikle ülkemizde,  döviz kurlarını, yukarıda belirtmeye çalıştığımız ekonominin yapısal bozukluğuna  ilaveten ekstra artıran bir neden de, ülkeyi yönetenlere güvensizliğe dayalı psikolojik nedendir. 

Siyasal iktidardan, karşı olduğu ve uygulamaktan kaçındığı, faizleri aşırı derecede artırmak dışında, ekonominin yapısal bozukluğunu gidermek suretiyle enflasyonu azaltarak Türk Lirasının değerini koruması, döviz kurlarının artışını önlemesi beklenemeyeceğine ve bu gerçeğin siyasal iktidar tarafından da çok iyi biliniyor olması nedeniyle, siyasal iktidar kolay yolu seçmiş ve döviz kurlarındaki artışı daha da körükleyen psikolojik etkiyi azaltmak ve para sahiplerinin Türk Lirası mevduatından kaçarak dövize yönelmesini önlemek, biriken döviz mevduat hesaplarının kilidini açarak insanların dövizlerini bozdurup Türk Lirası mevduat hesaplarına dönmelerini, çözülen dövizlerle Merkez Bankası döviz rezervlerini artırmak için bu döviz garantili mevduat hesabı uygulamasına can simidi gibi sarılmıştır. 

Amaç; mevduat sahiplerini korumak değildir. 

Asıl amaç; para sahibi insanların, paralarının  değerini korumak için dövize yönelmelerini önleyerek,  döviz kurlarının;  arz ve talep dengesine ve psikolojik nedenlere dayalı aşırı artışının önüne geçmek, bu yolla döviz kurlarındaki artış oranlarını faizler seviyesinde tutarak, döviz artış farkı alacaklarına ve enflasyona ezilmeyeceklerine güvenerek ve inanarak dövizlerini bozduracak olan insanlarımızı yanıltmaya çalışmaktır. 

Bu yol, asla  bir çözüm değildir. 

Dövize endeksli mevduat hesabı uygulaması, çok kısa vadede çözüm gibi algılanabilirse de; bu uygulama,  ne para sahiplerine,  ne de siyasal iktidara uzun vadeli bir rahatlama ve kolaylık sağlamayacak ve uzun soluklu bir çözüm olmayacaktır. 

Diyelim ki; bu uygulamaya güvenerek dövizlerini bozduranlar veya döviz almaktan vazgeçenler, Türk paralarını dövize endeksli mevduat hesabına yatırdılar, bugün yürürlükte olan ve enflasyon oranının çok altında kalan  %14 faize, siyasal iktidarın vaat ettiği döviz kur farkı desteğine güvenerek razı oldular. Peki döviz kur artışları %14 faizin altında veya seviyesinde kalırsa ne olacak?

%14 faizle yetinecekler, ama enflasyon faizden yüksek olduğu için paraları enflasyon karşısında ezilecektir. 

Burada karlı çıkan siyasal iktidar olacaktır. Enflasyonun çok altındaki düşük faiz oranına rağmen, dolar hesaplarını bir süreliğine de olsa çözmüş ve Merkez Bankasının döviz birikimlerini göreceli olarak artırmış olacaktır. 

Ancak, bu sistemin bir çözüm olmadığı çok kısa süre sonra ortaya çıkacaktır.  

Güner Yiğitbaşı

23/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Düne kadar aklınız neredeydi?
Saray yönetimine haklı olarak soruyoruz buradan. 

Madem ki; 18 Türk Lirasına fırlayan doları ve 20 Türk Lirasına fırlayan euro'yu alacağınız bir kararla dizginleyecek, şıp diye düşürecek dahiyane bir fikriniz vardı da, niçin düne kadar beklediniz?

Halkımızı; 

Niçin, döviz kurlarının aşırı  artışına bağlı olarak pahalılığa ezdirdiniz?

Niçin, tüm zamların anası olan akaryakıt fiyatlarına bir ay içinde üst üste aşırı zamlar yaparak, bir depo akaryakıt için benzin ve mazot kuyruklarında perişan ettiniz?

Niçin, elinde üç beş kuruş Türk Lirası birikimi olan fakir halkı, parasının değerini korumak için,  panik içinde,  aşırı zamlanan döviz alımına zorladınız?

Niçin, döviz rezervi ekside olan Merkez Bankasını, elindeki kendisine ait olmayan emanet dövizleri satarak piyasaya müdahale etmek zorunda bıraktınız?

Niçin, bu dahiyane kararınızı baştan alıp uygulamadınız ve dövizin aşırı yükselmesinin faturasını fakir halkımızın sırtına yüklediniz?

Niçin, ülkemizin parasını pula çevirerek, ülkemizi yabancıların ucuz açık pazarı haline getirerek, ülkenin değerlerini ucuza yabancılara peşkeş çektiniz?

Niçin, can havliyle ve panik içinde aşırı fiyatlarla döviz alan fakir küçük tasarruf sahibi halkımızın pahalıya aldığı dövizden dolayı zarar etmesine neden oldunuz?

Niçin,  Türk Lirasının aşırı değer kaybına neden olarak, Türkiye Cumhuriyetinin pul olan parasından dolayı itibar kaybına neden oldunuz?

Yandaşlarınızın davul zurnayla halaylar çekerek kutladıkları bu dahiyane kararınızla dövizin fiyat artışını şimdilik dizginleyerek, ilk önce eşeğini kaybettirdiğiniz için üzerek, daha sonra eşeğini buldurup sevindirdiğiniz ve halay çektirdiğiniz halkımızı, bu durumlara düşürdüğünüz için,  size bravo doğrusu. 

Yürürlüğe koyduğunuz,  kur farkı garantili mevduat hesabının bir benzerini,  biz bir yerden tanıyoruz. 

Evet, yap işlet devret metodu ile yandaş mütahitlere  yaptırdığınız geçilmeyen yollar, köprüler ve tüneller, kullanılmayan havaalanları ve şehir hastaneleri için hazineden, fakir halkın vergilerinden yaptığınız dövize dayalı garantiler için ödediğiniz paralar yetmiyormuş gibi, şimdi devlet hazinesine bir kambur daha yükleyerek, bankalarda yüksek miktarlarda Türk Lirası mevduatları olan varlıklı kesime,  kur farkı ödeyerek, kaynak transferi yapma kararı aldınız ve  hazineye yük getirecek olan bu kararınızla, bankada mevduat hesabı olmayan fakir halkımızın vergilerini, tasarruf yapabilen mevduat sahibi varlıklı kesimin garantörü yaptınız ve bu haksız kararınızla övünmeye, zil takıp oynamaya başladınız. 

Buna uygun çok güzel bir söz vardır bizim toplumumuzda, sıkça tekrarlanan. 

Teşbihte hata olmaz. Evet siz, el s. . . . . . gerdeğe girme yolunu seçtiniz. 

Yine kolay ve haksız yolu seçtiniz. 

Türk Lirasının değerini yabancı paralara karşı korumak için alınması gereken ekonomik yapısal reformları yapamayacağınızı, Türk Lirasının değer kaybının devam edeceğini, kendinize güvenemediğinizi bildiğiniz için, hazineye yük getirecek olan bu haksız kararı almak zorunda kaldınız. 

Bu karar; iktidarın,  ekonomiyi düzeltemeyeceğinin, cari açığı gideremeyeceğinin, aşırı enflasyonu ve döviz fiyatlarını kontrol altına alamayacağının açık bir ikrarıdır.  İktidarın, ekonomide pes edip havlu atmasıdır. 

Saray'a son bir soru daha. 

Dolar;  alınan son kararla, şimdilik 18 liralardan 12 liralara düştüğüne göre, döviz artışlarına bağlı olarak yapılan tüm zamlardan geri dönülecek midir, özellikle akaryakıta son bir ayda üst üste yapılan zamlar geri alınarak, doların 12 lira olduğu zamandaki pompa  fiyatlarına derhal geri dönülecek midir, yoksa üzerine mi yatılacaktır? 

Güner Yiğitbaşı

21/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Demokrasinin erdemini anladınız mı şimdi?
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik buhranı ve buna bağlı olarak;  Türk Lirasının, her gün eriyerek değer kaybedişini,  84 milyon insan;  her gün,  bir gün öncesine göre daha da fakirleşerek,  çaresizlik içinde izlemektedir, maalesef. 

Ülkenin kaderi, partili cumhurbaşkanının iki dudağının arasında  ve akıl sağlığı elverdiğince aldığı keyfi ve din temelli yanlış ve otokratik ekonomik  kararlara kilitlenmiş bulunmaktadır. 

Herkes,  erimeye başlayan Türk Lirasından kaçarak,  elindeki paranın erimemesi için dövize ve altına koşmaktadır. Zira, her ay düşürülen faizler,  enflasyonun çok altında kaldığı için, insanların parası enflasyon altında ezilmektedir. 

Ülkeyi, demokrasi kuralları dışında, çağ dışı din temelli kurallarla ve otokratik bir şekilde idare etmeye çalışan, her doğruları sadece kendisinin bildiğine inanmış olan ERDOĞAN; göz göre göre,  ülkeyi felakete sürüklemeye devam etmektedir. 

84 milyon insan;  maalesef, eli kolu bağlı bir şekilde,  bu kötü gidişi sadece seyretmekle yetinmektedir. 

Zira, insanlarımız susturulmuş, anayasal barışçıl protesto hakları askıya alınmış,  demokratik anayasal haklarını kullanarak barışçıl olarak sokağa çıkan ve protesto haklarını kullanmaya kalkan insanlarımız, biber gazına ve polis joplarına maruz kalarak, orantısız güç kullanan  polis zoruyla susturularak nezarete atılmaktadır. 

Bu iktidara göre, muhalefet yapan herkes,  teröristtir, hükumeti devirmeye teşebbüs eden rejim karşıtı insanlardır. 

Bu ülkede, anayasal barışçıl protesto ve gösteri yürüyüşü haklarını kullanmak için sokağa çıkmak, hükümeti devirmeye yönelik bir darbe teşebbüsüdür. 

ERDOĞAN; insanların anayasal demokratik protesto haklarını kullanmak için sokağa çıkmalarını, saraya yürüme ve kendisini devirmeye yönelik çok tehlikeli ve antidemokratik bir eylem olarak değerlendirmekte ve elindeki devlet gücünü kullanarak, insanları daha  sokağa çıkmadan etkisiz hale getirme stratejisini başarıyla uygulamakta ve iktidarına yönelik demokratik muhalefeti, kaynağında boğmaktadır. 

ERDOĞAN; bu politikasında o kadar başarılı olmuştur ki; insanlar,  sokağa çıkarak ekonomideki kötü gidişi, ekonomideki belirsizliği, kur artışlarını, enflasyonu ve pahalılığı, her gün artan akaryakıt fiyatlarını protesto haklarını kullanamamaktadırlar. 

Ana muhalefet partisi ve Millet ittifakı bileşeni diğer muhalefet partileri de; sokağa inerek,  demokratik protesto haklarını kullanmaları için,  halkımıza önderlik yapmaktan korkmaktadırlar. 

ERDOĞAN; kendisine yönelik demokratik eleştiri ve protesto hakkının kullanılmaması için; sürekli,  gezi parkı paranoyasını canlı tutmakta, muhalefet yapan herkesi ve her kurumu terörist olarak ilan ederek, kendisini ve iktidarını koruma altına almanın gayreti içindedir. 

Devletin gücünü ve yetkilerini, kendisine bağlı yargısını, acımasız ve haksız bir şekilde kullanan ERDOĞAN yönetimi tarafından;  halkımız, adeta rehin alınmış ve etkisiz hale getirilmiştir. 

Bu nedenledir ki; ülkede,  kişi hak ve özgürlükleri,  basın özgürlüğü bilinçli olarak yok edilmiş ve demokrasi rafa kaldırılmıştır. 

İçinde bulunduğumuz bu zor koşullar;  insan hak ve özgürlüklerinin ve demokrasinin erdemini, ülkenin ekonomik buhrandan çıkabilmesi için,  muhalefetin korkmadan konuşmasının ve demokratik bir şekilde eylem koymasının zorunluluğunu,  hepimize açıkça göstermiştir. 

Bu ülkenin üretiminde, ihracatında ve istihdamında öncülük yapan, vergileriyle hazineye en büyük ekonomik katkıyı sağlayan sanayici ve işadamlarının;  içinde bulunduğumuz ekonomik buhrana yönelik eleştiri haklarını kullanarak; ERDOĞAN yönetimine, "Genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmeli" çağrısını yapmış olmalarına dahi tahammül edilememiş ve ERDOĞAN;  Pazar günü İlim Yayma Vakfı tarafından Dolmabahçe Sarayı'nda düzenlenen 2021 İlim Yayma Ödülleri töreninde yaptığı konuşmasında, TÜSİAD'ın bu çağrısına yanıt vererek, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneğine (TÜSİAD)yönelik olarak; "Ey TÜSİAD ve yavruları… Size sesleniyorum.  Sizin tek göreviniz var,  yatırım,  üretim,  istihdam ve büyüme.  Siz bunda ne yapıyorsunuz önce onu ortaya koyun.  Kalkıp da hükümete saldırmanın değişik yollarını aramayın,  bizimle mücadele edemezsiniz.  Sizin cinsinizi de cibilliyetinizi de gayet iyi biliyoruz. "söyleminde bulunarak, iş adamı sanayicileri aşağılayıp tehdit ederek, bu ülkenin iş insanı sanayicilerine savaş açarak,  bindiği dalı kesmiştir. 

İşte, tek adama dayalı otokratik ve teokratik devlet yönetiminin özeti ve hüsran dolu sonucu budur. 

İnsanlarımız, demokrasinin erdemini, çok geç de olsa öğrendiler sanırım. 

Ancak,  çok büyük bedeller ödeyerek. 

Keşke, akıllarını ve muhakeme güçlerini, ekonomik ve demokratik krizle tanışmadan, ağır bedeller ödemeden kullanabilselerdi. 

Güner Yiğitbaşı

20/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ezanı Susturamayacaksınız
2022 yılı Bütçe Kanun Tasarısı görüşmelerinde Cumhurbaşkanlığı Bütçesi üzerinde AKP Grubu adına Konya Milletvekili Gülay Samancı konuşmuş ve dövizdeki yükselişle Türk Lirası’ndaki değer kaybına ilişkin eleştirilere yanıt vererek,  

“20 yıldır terörle mücadelede şu anda gelinen noktada terörün beli kırılmıştır.  Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında,  Devletimizin üniter yapısını hedef alan ekonomik terör de dahil tüm terör hareketlerine karşı tek bir cevabımız vardır.  Başaramayacaksınız.  Milletimizi bölemeyeceksiniz.  Bayrağımızı indiremeyeceksiniz.  Vatanımızı parçalayamayacaksınız.  Devletimizi yıkamayacaksınız.  Ezanlarımızı susturamayacaksınız.  Bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz.  Bu halka boyunduruk vuramayacaksınız. ” diyerek hamaset yapmış, her zaman yaptıkları gibi dini siyasete alet etmiş, Donkişotun yel değirmenlerine saldırdığı gibi, kafasında yarattığı aslında olmayan hayali o meçhul düşmana saldırmıştır. 

Bu sayın milletvekili hanımefendiye sormak lazım. Bu ülkede ezanı susturan mı var? Allah’ınız aşkına. 

Bu hanımefendi, çok affedersiniz ama, meçhul ve olmayan bir düşmana karşı,  b. . . . . la kavga etmiş, adeta. 

Bu ülkede,  hiçbir zaman,  ezanlar susmamıştır. 

Bunlara bakarsanız, bir dönem ezanın Türkçe okunması dahi,  ezanların susturulması anlamına gelmektedir. 

Bunlara sormak lazım, ezan dediğin şey nedir?

Ezan,  namaza davet değil midir?

Bu ülkede,  sabahın köründe, sabahın alaca karanlık sessizliğinde,  hastaları, çocukları uykusundan uyandıran yüksek sesle bangır bangır ezan okunmakta,  hiç kimse de sesini çıkarmamaktadır. 

Diyelim ki; ezanlar yasaklandı. Sen,  namaz kılmakta ısrarlı ve arzuluysan saatine bakarsın ve kalkar namazını eda edersin. 

Sizin o ağa babanız,  fikir babanız, çok sevdiğiniz Fesli Kadir ne diyordu? bir düşünsenize. 

ATATÜRK kazanacağına Yunan kazansaydı demiyor muydu?

Sizin ve sizin gibi marjinallerin, din tacirlerinin çok sevdiği Fesli Kadir'in arzusu yerine gelse ve Yunan kazansaydı, ezan nasıl susardı, bayrağımız nasıl indirilirdi, işte o zaman görürdünüz. 

İnsaf ediniz. Bu ülkede her mahallede ihtiyaç fazlası cami ve minareler var,  günün beş vaktinde ezanlar okunuyor, bu ülkenin fakir halkının vergilerinden toplanan milyarlar, ezan okuyan hocalara ve din adamlarına maaş olarak ödeniyor, Diyanetin bütçesi,  çoğu bakanlığın bütçesinden daha fazla. 

Partili Cumhurbaşkanınız,  her yerinden  Osmanlıdan kalma camiler ve minareler fışkıran  İstanbul’da,  boş gördüğü her meydana ve tepeye devasa camiler ve minareler inşa ettiriyor, bu fakir halkın paralarını ihtiyaç dışı gösterişli cami ve minarelere savuruyor, sen mecliste kürsüye çıkmışsın ve ezanları susturamayacaksınız diyerek feryat ediyorsun. 

Bırakınız bu din sömürüsünü ve dini hamasetle iktidarın günahlarını örtbas etmeyi. 

Bu ayaklar koktu farkında değilsiniz, halkımız bir lokma kuru ekmeğe muhtaç halde. 

Bu milletin ezan dinlemeye değil, karnını doyuracak ekmeğe aşa ve işe ihtiyacı var hanımefendi.  

Güner Yiğitbaşı

17/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ekonomik Bunalım Sebebiyle Olağanüstü Hal İlanı
Ülkemizin; tek adama dayalı, baştan itibaren yanlış olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminden kaynaklı olarak,  ERDOĞAN iktidarı tarafından içine düşürüldüğü ağır ekonomik ve sosyal bir bunalım içinde kıvrandığı,  kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. 

Şimdi görüyoruz ki; bu ekonomik bunalımın doğrudan yaratıcısı olan iktidar yanlıları, ekonomik olağanüstü hal ilan edilsin demeye başladılar. 

Ekonomik olağanüstü hal, anayasanın ikinci bölümünün yürütme başlıklı üçüncü kısmında yer alan 119.  maddesinde;  koşulları, süresi, sonuçları ve bu dönemde alınması gereken önlemlerin yazılı olduğu,  meşru ve geçici anayasal bir olağanüstü yönetim tarzıdır. 

Ekonomik olağanüstü hali düzenleyen anayasanın 119. maddesine göre; 

Cumhurbaşkanı;  . . . . . . . . . . . . ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde,  yurdun tamamında veya bir bölgesinde,  süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.  Olağanüstü hal ilanı kararı,  verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.  Cumhurbaşkanının talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi her defasında dört ayı geçmemek üzere süreyi uzatabilir.  Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para,  mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı,  hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir.  

Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı,  olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda,  104 üncü maddenin on yedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın, yani;  temel haklar,  kişi hakları ve ödevleriyle dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevlere ilişkin de,  Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Yani,  Cumhurbaşkanı çıkaracağı olağanüstü hal kararnameleriyle,  temel hakları, kişi haklarını sınırlayabilir ve kişilere yeni ve ilave ödevler yükleyebilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler,  Resmî Gazetede yayımlanır,  aynı gün Meclis onayına sunulur.  

Görüldüğü gibi, ekonomik bunalım nedeniyle ilan edilmesi gündeme getirilen ekonomik olağanüstü hal ilanı;  ERDOĞAN gibi,  ülkenin yararından önce, durumdan kendi iktidarının devamı ve yararı için vazife çıkaran ve  fırsat kollayan hırslı ve otoriter yöneticilerin elinde,  çok tehlikeli bir silaha dönüşebilen, bir olağanüstü hal yönetim tarzıdır. 

Demokrasi, insan hak ve özgürlükleri ve laiklik karşıtı otoriter,  tek adama dayalı iktidarın sahibi olan ERDOĞAN elinde, ekonomik bunalım gerekçe yapılarak ilan edilecek bir olağanüstü hal; seçimlere yaklaştığımız şu günlerde, anketlere göre iktidardan uzaklaşacağına kesin gözüyle bakılan ERDOĞAN tarafından, iktidarının devamı için, altın tepsi içinde kendisine sunulmuş bir fırsata dönüştürülebilir. 

ERDOĞAN'ın; 15. Temmuz darbe girişiminden sonra ilan ettiği olağanüstü hali, nasıl kötüye kullandığı, nasıl fırsata çevirdiği, anayasanın açık hükmüne rağmen, anayasayı çiğneyerek,  olağanüstü halin gerekli kıldığı konular dışında da, her istediği konuda olağanüstü hal kanun hükmünde cumhurbaşkanlığı kararnameleri çıkararak,  olağanüstü hali istismar ettiği, ülkenin ve kurumlarının içini boşalttığı, çok önemli kurumları yok ettiği, ezcümle; harp okullarını, askeri hastaneleri kaldırdığı, kapattığı,  Türk Silahlı Kuvvetlerini tamamen Milli Savunma Bakanının vesayeti altına aldığı,  hala akıllardan çıkmamıştır. 

ERDOĞAN; olağanüstü haller konusunda sabıkalıdır. 

ERDOĞAN'a; Anayasa Mahkemesinin duyarsız kalması ve kendisini anayasal yargı denetimi yapma konusunda yetkisiz sayması nedeniyle, anayasayı çiğneyerek,  olağanüstü halin gerekli kıldığı konular dışında da kararnameler çıkararak, muhalefeti tamamen susturma ve iktidarını sürdürme olanağı tanıyacak, bunun dışında, içinde bulunduğumuz ekonomik buhranı sonlandırmaya asla yaramayacak olan ekonomik olağanüstü hal ilanı, sadece ve sadece, geriye kırıntısı kalan demokrasinin ve özgürlüklerin tamamen yok edilmesine neden olacaktır. 

İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve buhranın asıl nedeni; kötü yönetimden kaynaklanmayan beklenmeyen ve öngörülemeyen bir takım olağanüstü ekonomik koşulların ortaya çıkması değil, bizzat ve doğrudan, kötü ERDOĞAN yönetimi ve buna bağlı olarak bağımsız yargının, tüm denetim yollarının, hesap verirliğin,  şeffaflığın yok edilmesi, plansız ve programsız, ülkenin ihtiyaç önceliklerine ve üretime dayalı yatırımlar yerine, ülkenin tüm kaynaklarının taşa ve toprağa inşaata yatırılması,  ülkenin tüm kaynaklarının; kar garantili, yap işlet devret yöntemiyle yandaş mütahitlere yaptırılan geçilmeyen, kullanılmayan yollara, tünellere, köprülere ve şehir hastanelerine, iktidarın lüks ihtiyaçlarına harcanarak israf edilmesidir.  

Ekonomik kriz ve buhranın doğrudan yaratıcısı olan ERDOĞAN ve AKP iktidarının, kendi yarattığı bu ekonomik buhranı,  ilan edeceği bir olağanüstü hal tedbir ve yönetimiyle sonlandırması ve ülkeyi düze çıkarması imkansızdır. 

Buhranın müsebbibi olanlar, buhranın çözüm mercii asla olamazlar. 

İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz ve buhranın sonlanması ve ülkenin düze çıkarmasının tek ve kesin çaresi, buhranın sebebi olan ERDOĞAN iktidarının derhal yapılacak olan seçimlerle evine uğurlanmasıdır. 

Derhal seçimlere gidilerek, seçilecek olan yeni iktidarla, yapısal ekonomik değişiklikleri yapmadan, üretime dönük kalkınma ve yatırım plan ve programlarını devreye sokmadan, ülkenin gelir dağılımını adil bir şekilde düzene sokmadan, ülkenin zenginliklerini sermaye sınıfına peşkeş çekme anlayışını ortadan kaldırmadan, mevcut ERDOĞAN iktidarından, olağanüstü hal ilan ederek ülkemizi ekonomik buhrandan çıkar demek, abesle iştigaldir, ülkeyi tamamen otoriter ve antidemokratik, kapkaranlık,  anti laik bir düzene mahkum etmektir. Seçimleri erteleyerek, ERDOĞAN iktidarının devamı için, ERDOĞAN'ın önünü açmaktır. 

Güner Yiğitbaşı

14/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kaptanınız Erdoğan adına 2. kaptanınız Nebati konuşuyor Türkiye gemisinin sayın yolcuları ( ! )
Dikkat, dikkat, Türkiye gemisinin sayın yolcuları; Süvarimiz,  kaptanımız Sayın ERDOĞAN'ın izniyle ve talimatıyla, 2. Kaptanınız olarak ben Nureddin NEBATİ konuşuyor,  beni dikkatle dinleyiniz ve sakin olunuz, panik yapmayınız lütfen. (!)

Mustafa Kemal ATATÜRK Tersanesi yapımı, Mustafa Kemal ATATÜRK imzalı Türkiye Gemimiz, şu ana kadar kötü kaptanların yönetiminde aşırı yıpranmış ve hırpalanmış olsa da, hepinizin bildiği gibi,  hala çok sağlam ve çok güçlü, güçlü kalmaya devam etmesi için de, elimizden gelen her türlü tedbiri alıyoruz. 

Rüzgar ve azgın fırtına sebep, azgın dalgalar ve geminin batma olasılığı sonuç, bu gerçeği asla unutmayın. 

Gemimizi kötü etkisi altına alan rüzgarın ve azgın fırtınanın oluşturduğu devasa dalgaların olumsuz etkilerini azaltan tüm tedbirleri almamıza rağmen; gemimizi ve içindeki 84. milyon Türk Halkını kıskanan dış güçlerin kışkırtmaları sonucunda,  fırtınaya dönüşen rüzgar,  bir türlü dinmek bilmiyor. 

Gökyüzünü,  kapkara bulutlar kapladı. 

Üstüne üstlük,  adına dolar denen kuvvetli ve şiddetli bir sağanak yağmur başladı, göz açtırmıyor, görüş mesafemiz çok azaldı. 

Kuvvetli rüzgar ve fırtına, dev dalgalar, dolar isimli şiddetli sağanak yağmur,  gemimizi şiddetle dövüyor. 

Gemimiz,  azgın dalgalar arasında,  küçük bir yonga parçası gibi oradan oraya savruluyor. 

Sizler de,  bu dalgaların olumsuz etkilerini;  geminin sallanmasından ve bu sallanma sonucu etraftaki eşyaların etrafa saçılarak yerlere dökülüp kırılmasından ve ayakta durmakta dahi zorlanmanızdan anlıyorsunuz. 

Lütfen metin olunuz. Allah hepimizin yardımcısı olsun, her şey Yüce Allahtan,  canımızı veren de,  alacak olan da Yüce Allah’ımızın takdirleri. 

Sizlere kötü bir haberim daha var. 

Maalesef, 128 milyar civarındaki can yeleği stoklarımızı,  önceki kötü hava koşullarında hovardaca harcayarak tükettik. Ancak, onların yerine yenilerini koyup stoklarımızı tamamlayamadığımız için,  elimizde kalan çok az sayıdaki can yeleğini,  kaptanımız ve yakınları kullanacaklar, sizlerin dua etmekten ve Allaha yakarmaktan başka bir çareniz maalesef yok gibi. 

Biliniz ki; batarsak,  hep beraber batacağız, kurtulursak hep beraber kurtulacağız. 

Üzmeyin tatlı canınızı, karamsar olmayın lütfen. Sizin;  paranız,  pulunuz ve bir kuru ekmeğiniz bile yok, sadece bir canınız var, kaybederseniz en fazla ne kaybedersiniz? Azgın dalgalar arasında kalarak,  denizde boğularak ölürsünüz, sadece var olan canınızı kaybedersiniz. 

Ama, geminin kaptan köşkündeki kaptanınız ve ben 2. kaptanınız, canımızdan da öte yirmi senede, kazandığımız bütün malımızı ve mülkümüzü, paralarımızı ve tüm mal varlığımızı kaybederiz. 

Allah hepimizin yardımcısı olsun. 

Şimdi,  hep birlikte kelime-i şehadet getireceğiz ve azgın dalgaların dinmesini, dualarımızla bekleyeceğiz. (!)

Gemide yolculuk yapmanın fıtratında var bu azgın dalgalara yenilmek ve batmak. 

Haydi,  Türkiye Gemisinin sayın yolcuları,  hep beraber başlıyoruz kelime-i şehadet getirmeye(!)

Hep bir ağızdan; ”"Eşhedü En Lâ İlâhe İllallah Ve Eşhedü Enne Muhammeden Abdûhü Ve Resûlü" (!)

Güner Yiğitbaşı

13/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Parktaki Genç
Köpeğim Badi ile her sabah ve akşam ihtiyaç molası için dışarı gezmeye çıkarız. 15 yıldan beri bu böylece devem ede gelmiştir. 15 yıl kadar önce, İzmit’te çalışan Dr. oğlum bunu evine almış. Oğlum işe gidince, adını “Badi” koydukları bu köpek, stresten sıkıntıdan olsa gerek, evdeki kemirebileceği ahşap kısımları kemirirmiş. Düşünüyorlar, “bu başımıza sorun çıkaracak ne yapalım ne yapalım” derken, ben de emekli olmuştum, “bunu babama bırakalım, o emekli oldu nasıl olsa bakar” diye düşünüyorlar. 

Bir gün oğlum, Badi ile İzmit’den bize ziyarete geldiler, “baba bu Badi sende dursun, altı ay sonra alacağız dediler. Biz de Badi’yi çok sevmeye başladık, aradan aylar yıllar geçti ne onlar istedi ne de biz “alın şu emanetiniz götürün” demedik. Şimdilerde biz de Badi’yi çok seviyoruz, o da bizi, özellikle her işini gördüğüm, sabah akşam gezmelere çıkaran beni çok seviyordu. Öyle ki eşim Badi’yi sevecen bir şekilde “benim küçük oğlum” diye sevdiğini dışa vuruyordu. İşte böylece Badi ile acı tatlı aradan yıllar geçti. Bu yıllar içinde Badi ile çok olaylarımız geçti. Onu çoğunlukla akşamları 5-6-7 saatlerinde gezmeye çıkarırdım. Bir işim çıksa da akşamları geciksem ve de eve geç gelsem onu mutlaka gezmeye çıkarırım, her gezmeye çıkarken de çok mutlu olur.

Badi ile yaşantı ve anılarımı anlattığım yazdığım hemen her gün günlük tutuyordum, ileride kitap yazmak için. Çok olaylar oldu, ona araba çarptı, tedavisi vs konularını not almıştım ve flaş bellekte yüklü idi. Kızılay’da bir fotokopide işlem yaparken flaş belleği orada unutmuşum, birkaç gün sonra oraya gittiğimde adam, burada kalmadı, dedi vermedi, böylece anılar gitti.

İşte bizim Badi ile 11 Aralık akşam 17,30 civarında sitenin içindeki parkta dolaşmaya çıkarmıştım.  Günler kısa olduğu için o saatleri karanlımaya başlıyor. Parka girdiğimizde biraz uzakta bankta oturup sigara içen bir kişi gördüm.  Hava soğuk, bu saate bu adam parkta neden oturuyor diye düşünerek adama doğru Badi ile yaklaştım, adamın yanına yavaş yavaş yaklaştım, adamın başı gövdesinden öne doğru eğilmiş, sigarayı peş peşe çekiyor. Baktım kapüşonu da kafasına çekmiş bayan mı erkek mi olduğunu anlaşmadığım bu kişi başını yere doğru çevirmiş çok düşünceli bir hali vardı. Kendi kendime mutlaka bu adamın önemli bir sorunu var diye düşündüm, teselli, teskin bakımından yardım ederim düşüncesi ile adama doğru yaklaştım. 

-Hayrola niye yalnız oturuyorsun bu saatte, dedim. Adam doğrulup bana ilgisiz baktı. Alaca karanlıkta dikkatlice bakınca, sıkınlı bir şekilde sigara içen bu kişinin bir öğrenci olduğunu anladım. 

Öğretmenlik yanım ağır bastı ve ona sevecen bir tavırla yaklaşarak dedim ki, sen öğrenci misin, dedim. O da “evet” dedi.

Ona sigaranın hiçbir derde deva olmadığını, akciğeri mahvettiğini, hiçbir sıkıntıyı gidermediğini falan diyerek sigaranın zararlarını anlatmaya çalıştım. Ona içmesen iyi olur, dedim. Nerede okuyorsun, dedim o “11. Sınıfta okuyorum” dedi. Onu duyunca daha bir ilgimi çekti ve üzüldüm. Ona dedim ki;

 -Hayrola senin bir derdin bir sıkıntın mı var, nedir sorun yardım etmemi ister misin, dedim. Lisede okuduğunu öğrendiğim bu öğrenci daha da ilgimi çekti ve daha da merak edip üzüldüm.  Sorun nedir bana anlatabilir misin, dedim.  Yüzüme doğru baktı, “sen hiç intihar etmeyi düşünsün mü”, dedi. Aman Tanrım, ilgim ve üzüntüm arttı, bunda daha da büyük sorun var, diyerek sorunun nedir, ben de öğretmenim sana yardım etmek isterim, dedi. 

Babası ile kendinin arası iyi değilmiş sanırım. Anlatmaya başladı, “babam gazi, ben okullar arası Türkiye beşincisiyim, ailem benden çok daha fazla şeyler istiyor, ben de dayanamıyorum” dedi. Onun bizim sitede veya yakın bir sitede oturduğunu düşünerek, ona nerede oturuyorsun ailenle anne babanla görüşmek isterim, dedim. O “Eryaman’da oturuyoruz” dedi. 

Eryaman bize km lerce uzakta idi. Gecenin ve de kışın bu soğuğunda bu kadar uzağa gelip ıssız bir parkta üzüntüden sigara içen bir lise öğrencisinin ruh halini, üzüntüsünü düşünürsek, ne denli bunalımda olduğunu anlarız bu çocuğun. 

Tasması elimde arkamda duran bankın arkasında bekleyen Badi sıkılmış olmalı ki kendi kendine sızlanmaya sinilemeye, ipini çekiştirmeye başladı. Yani “gidelim gezmeye devam edelim, sıkıldım” demek istiyordu Badi.

Önümdeki bankta üzüntü içinde oturan bu lise öğrencisinin durumu beni çok üzdü, onunla konuşmaya sorunlarını anlamaya çalışıyordum. Badi’yi sus uslu dur diye azarladım, Badi biraz bekle, gideceğiz, dedim ve tasmasını serbest bıraktım. Ama o bensiz gitmiyordu karanlıkta. 

Bu bunalım içindeki öğrenciye ne söyleyeceğimi şaşırdım, ailesi evleri yakınımda olsa idi mutlaka babası ile konuşmayı isterdim. Gerekli nasihati verdim, onlar annen baban elbette senin iyi olmanı isterler. Sana ne söylerse söylesinler, sen sesini yükseltme, karşı gelme, sana ancak onlar hayatta destek verecekler, sana ancak onlar yardımcı olur, onun için sen kendini dersine ver, sana yön ve istikbal verecekler derslerindir, yeter ki derslerini ihmal etme, diye öğüt vermeye çalıştım. Bunları ben söylerken, Badi birden, çok sinirlenmiş olmalı ki aniden önümüze geldi, o çocuğa doğru yönelerek hızlı hızlı ona havlamaya başladı. Badi o gence, “bizi bırak biz gideceğiz” diyordu adeta.

Badi’nin çekiştirmesi ve havlaması ile üzüntü içindeki bu genci orada bırakmak zorunda kaldık, vedalaşarak ayrıldık. Aklımda üzüntü içinde olan ve “intihar” lafları eden bu gencin tavrı beynime çakılıp kaldı. Evlerinden km lerce uzaklara götüren derdi neydi bu gencin, gerçek sıkıntısı, sorunu neydi acaba diye düşüncelere daldım, ona ailesi ile konuşarak yardım edemediğim için üzüntü içinde kaldım. Eşim ameliyat olmuş, evde tedavisi devam ediyor, Badi’nin derdi bir yandan diye sorunlarımı düşündüm.

Ayrıca ayrıldıktan sonra aklıma, acaba polise, bizim polis karakoluna telefon etsem de bu gencin intihar etme olasılığı karşısında polisin yardımı sağlanabilir mi, diye düşündüm. Ama polisin hırsızlarla, katillerle vb suçlularla boğuşurlarken buna ayıracak vakitleri yoktur, polis psikolog mu diye düşündüm. Bu duygularla eve doğru yaklaştım. Sonradan pişman oldum polise durumu bildirmediğime.

Badi bu gezilerle hem çişini kakasını yapıyor hem de dışarıda hava alıyordu. Onun bir tavrı dikkatimi çekti, bakıyordum, kural böyleymiş diye kakasını başka köpeklerin kakasının üstüne yapıyordu, ben de her iki kakayı alıp çöp konteynerine atıyordum. Bizim bölgede köpek gezdirenlerin hemen hepsi parklara kaka yapan köpeklerin bu dışkılarını almıyorlardı, sadece ben elimde taşıdığım poşet torbası ile kakalarını alıp konteynerlere atıyorum. O köpek gezdiren komşulara toplum sağlığı için siz de alıp çöpe atın diyorum, onlar ilgisiz bir şekilde “belediyeciler alsın” diyorlardı. Evin içinde beslediğimiz Badi çişi geldiği zaman havlayıp bize haber veren bir köpektir. Biz de anlarız ki çişi gelmiş hemen dışarı çıkarırız.

Yine bir gün Badi ile yakın başka bir parkta geziyorduk. Zaman zaman gördüğümüz gibi, kız erkek gençler el ele göz göze gelmişler, birbirlerine sevgilerini bildiriyorlar. Badi ile onları rahatsız etmeyelim diye uzaklardan dolaşmaya çalışıyorduk. Parkın hemen bitişiğinde evi bulunan Kars’lı Polat diye bildiğimiz bir komşu, el ele parkta oturan gençlere doğru sinirli sinirli varıp onlara “haydi gençler başka yerde yapın bunları, bakın karşıda aile var” diyerek onları uzaklaştırdı. Polat Bey ve hanımı ile Badi’yi gezdirirken karşılaşır onlarla merhabalaşırdık. Ertesi gün Polat’ın hanımı ile parkın kıyısında karşılaştım. Polat Bey’in gençleri azarlayarak kovduğunu anlattım ve ona şöyle dedim: 

Yenge sana bir şey anlatacağım, dün Polat Bey iki parktan azarlayarak kovdu, bak sizin de üniversiteyi bitiren oğlunu var, yarın bir kızla arkadaş olduklarında, böyle parklarda oturmanın ne zararı var, iki genç belki evlilik hazırlığında olabilir, birbirini nasıl tanıyacaklar. Uygunsuz bir şey olmadığına göre gençlere biraz anlayışlı olmalıyız, bunda bir kötülük yok, dedim. Kadın bana, “haklısın abi” dedi. Parklarda sık sık böyle şeylere rastlıyordum. O sırada gazetelerde okudum, Sincan’da bir parkta bir kız bir oğlan böyle el ele otururken, oralarda oturan yaşlı bir adam elindeki bastonu ile gençlere, “defolun lan bura Müslüman memleketi” diyerek saldırıyor ve aralarında arbede çıkıyor. 

Bunları böyle kendi kendime düşünerek evimizin kapısına geldik, her geziden sonra yaptığım gibi Badi’nin yeleğini çıkardım, sırtını fırçaladım kucağıma alıp banyoda patilerini yıkayıp kuruladım.

Evde bizi merakla bekleyen eşim, çünkü o liseli gençten dolayı biraz geç kalmıştık, “nerede kaldınız geciktiniz. Siz gittikten sonra evin önündeki kaldırımı süpüren temizlik işçisi benden borç yirmi lira istedi, “abla varsa bana bir yirmi lira ver, haftaya veririm” dedi. Bende para yoktu, adama “valla param yok” dedim, mahcup olarak param yok, dedim”.

Beni üzen gencin bana verdiği üzüntüyü unutarak, temizlik işçisinin bu durumu beni daha da üzdü. Asgari ücretle geçinemiyor adam diye söylendim, eşime keşke bir komşudan alıp verseydin, dedim. O da “sen 20 lira bırak da yarın gelirse vereyim” dedi.

İşte böyle dünya devranımız, her ailenin her kişinin kendine bir sıkıntısı, yaşantısı var.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız.

İnsan Hakları Ödülü TTB Ne Verildi
10 Aralık Dünya İnsan hakları gününde, Sosyal Demokrasi Derneği (SDD) nin Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Kültür Merkezinde organize ettiği törende İnsan Hakları ödülü Türk Tabipler Birliği (TTB) ne törenle verildi. Törene CHP li Bülent Kuşoğşu, CHP li ilçe başkanları, CHP li meclis üyeleri
10 Aralık 2021 günü aynı kültür merkezi salonundaki törene CHP Milletvekili Bülent Kuşoğlu, dernek üyeleri ve öteki misafirlerin katılımları ile çeşitli konuşmalar sırasında TTB Başkanına plaket ve ödül verildi. Açılış konuşmasını yapan SDD Genel Başkanı Sami Doğan yaptığı açılış konuşmasında İnsan haklarının tarihsel sürecini, insanlık için önemini belirtirken şöyle dedi:


İnsan Hakları Ödülü TTB Ne Verildi
…Ülkemizde insan hakları çeşitli uluslararası antlaşmaları ile koruma altına alınmasına karşın, özellikle yaşam hakkı, işkence ve ifade özgürlüğü gibi konularda sorunlar ve tartışmalar artarak sürmektedir. Bugün ülkemiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) yıllardır Rusya ile birlikte en çok davası görülen ülke konumundadır. İnsan Hakları Evrensel bildirgesinin kabul edilişinin üzerinden tam 73 yıl geçti. Ancak tüm dünyada savaşlar bitmedi ve insan hakları ihlalleri devam etmektedir. SDD olarak herkes için özgürlüğün barışın eşitliğin ve kardeşliğin tesisi için mücadelemiz sonuna kadar devam edecektir. İnsan haklarının tarihçesini, haklarımızı, uluslararası ilişkileri düzenlemeleri ve Türkiye’nin insan hakları karnesini bugün sizlere derneğimizin önceki başkanı Avukat Kemal Akkurt’tan dinleyeceğiz.
 SDD olarak biz her yıl, insan hakları konusunda yaptığı çalışmalar ve mücadeleleriyle öne çıkan kişi veya kuruluşlara yönetim kurulu kararıyla SDD insan hakları ödülü vermekteyiz. SDD 2021 yılı SDD nin insan hakları ödülünün oy birliği ile Türk Tabipler Birliği (TTB) ne verilmesini kararlaştırmıştır. TTB insan hakları konusundaki duyarlılığı, insan haklarından taviz vermeyen duruşu ve mücadelesiyle tüm kamuoyunun vicdanında yer edinmiş çok değerli bir meslek örgütümüzdür. 2022 yılından itibaren herkesi etkileyen pandemi (salgın) döneminde en büyük yük ve sorumluluk sağlık çalışanlarımıza düşmüştür. İnsanüstü büyük bir mücadele büyük bir özveri ile yerine getiren sağlık emekçilerimizden çok sayıda kişinin salgından etkilenerek görevleri başında hayatlarını kaybettikleri bir gerçektir. TTB bu süreçte tüm engellemelere karşın en önemli yaşam hakkı olan büyük bir mücadele vermiştir. Bu yılki ödülü meslek ödülü olarak yaşam hakkı için verdikleri mücadele ve pandemi dönemindeki özverili çalışmaları nedeni ile tüm sağlık emekçileri adına TTB ne vermekten onur duyuyoruz.
2023 sürecine giderken tek adam rejiminin demokratik bir şekilde sonlandırılması ve yeniden güçlü bir parlamenter sistemi kurulması için biz SDD olarak da yılmadan, korkmadan umudu büyüterek çalışmalarımıza devam edeceğiz”.


İnsan Hakları Ödülü TTB Ne Verildi
CHP Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu törende yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Hakikaten sıkıntılı günlerden geçiyoruz, Türkiye’de kuruluş, kurtuluş mücadelesine katılmamış bir zihniyetin temsilcileri 20 yıldan beri iktidarda olmasının çok önemli bir etkisi var. Bunlar ne kurtuluş ne kuruş mücadelesine katılmış değiller hep eleştirdiler Cumhuriyetimizi, 80 yıl eleştirdiler. Cumhuriyetin çok önemli katkısı onlara iktidar şansı verdi 20 yıldan beri de iktidardalar. Ekonomi ile de büyük sıkıntılar var, teknolojideki bir değişim sürecindeyiz. Çok önemli bu değişimde hangi yöne doğru evrilecek bunları bilemiyoruz, dünya bilemiyor, bundan büyük sıkıntılar var. Küresel güçlerin dünyada büyük mücadelesi var; o mücadele içinde Türkiye’nin büyük konumu var, jeo politik olarak, o mücadele Türkiye’ye yansıyor. Hepsi bir araya geldi maalesef çok sıkıntılı karanlık günlerdeyiz, ancak umutsuz olmamız lazım. Sosyal demokrasi bunun için var. Sosyal demokrasi büyüme ve kalkınmadan önce insan önceliklidir, önce insana değer verir, insanın rahatı, huzuru mutluluğu olmasıyla uğraşır.
İnsan haklarıyla ilgili önemli bir gündeyiz. Her şeyin tüketildiği bir toplumdayız, tam bir tüketim toplumu olduk. Maalesef çok önemli değerleri de tüketiyoruz, çok önemli konuları da tüketiyoruz. İnsan hakları çok önemli bir konu bu da 73. Yıl gelip geçecek, geçmememiz lazım, ne kadar önemli olduğunun farkında olmamız lazım. Bunun ne kadar önemli olduğunu gelecek kuşaklara bildirmemiz lazım. AİHM de Rusya’dan sonra en fazla davası olan biziz ama, ne mutlu ki hakkımızı aralayabiliyoruz, diğer toplumlar gibi, böyle hakkının bile olduğunun farkında olmayan toplumlar var. Öyle değiliz, Türk toplumu olarak biz, bir taraftan da farkındalığı yüksek aklı başında insanların olduğu Atatürk Cumhuriyetinin yetiştirdiği kişiler olarak bunun farkında olan insanlarız. Onun için umutsuz olmamamız lazım. Bu mücadeleyi veriyoruz, bu mücadele içerisindeyiz ve başarılı olacağız. Bu karanlıkları yırtacağız, bu karanlıkları hep birlikte dağıtacağız”. (Alkışlar) “Bu tabi ki siyasetin işi. Bunlarla uğraşacağız ama hep beraber sizin gibi Atatürk Cumhuriyet çocuklarıyla, kuşaklarıyla birlikte olacak.
İnsan haklarıyla ilgili olarak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde “bütün insanların eşit olduğu aynı hakka ve haysiyete sahip olduğu yazar ve devletlerin görevi bu eşit olmayı devam ettirebilmektir. Doğuştan olan bu eşitliği de devletlerin görevi de devam ettirmektir. T.C. için de en önemli görev budur. Bu dönemde maalesef bu haklar, bu haysiyet eşitlik sağlanabilmiş değildir, bu iktidar tarafından. Ama bu mücadeleyi vereceğiz, rahmetli Ecevit, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bizim için kanundur” demişti. Kanundur, biz o kanunu yerine getireceğiz”.


İnsan Hakları Ödülü TTB Ne Verildi
Bu arda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu’nun başarı dileyen kutlayan mesajı okundu. Sahneye SDD Genel Başkanı, TTB Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı sahneye çağırıldı. Ona SDD nin ödül plaketi TTB Merkez Yönetim Kurulu Balkanı Ş. K. Fincancı ’ya sunuldu. Ş.K. Fincancı TTB adına ödülü alırken şunları söyledi:
“-Nazım Hikmet’in yaşamaya dair sözünü bilirsiniz, yaşamayı ciddiye almak üzerine ve beyaz önlüğümüzle bir de laboratuvarda insanlık için ölmenin de aslında ölümü ciddiye almaya dair olduğunu hepimiz biliriz. Evet meslektaşlarımız tüm sağlık çalışanları yaşamı ciddiye aldıkları için özveriyle çalıştılar ve özellikle de bir pandemi döneminde 523 sağlık çalışanını ne yazık ki bu pandemide kaybettik ve bu özverinin sonucu yaşamı ciddiye aldıkları için kaybettik. Yaşamı ciddiye aldığımız için bu yaşamanı ne kadar az olduğunu göstermesi açısından aldığımız en kıymetli ödüllerden birisi, gerçekten hepimiz için çok anlamlı. Özelikle İnsan Hakları günüde bunu alıyor olmamızdan da başka bir anlam taşıyor. Yaşam hakkını bu salgın sürecinde ciddiye almayanlar, milli mücadele gütmeyenler ve uygun denetlemeler yapmayanlar gerçekleştirdi. O nedenle biz de sağlık meslek örgütleri olarak, sağlık meslek örgütü sendikası İnsan Hakları örgütleri İnsan Hakları Derneği olark bugün bir suç duyurusunda bulunduk. Yaşam hakkı ihlalinden sorumlu oldukları için Sağlık Bakanlığından, Çalışma Bakanlığından ve Sosyal Güvenlik Bakanı hakkında ve ne yazık ki sistemin değişmesi ile birlikte salgın konusunda sorumlu kılınan Cumhurbaşkanlığı gıda kurulluları hakkında bunun hep beraber takipçisi olacağız ve sorumluluklarımda bu salgında sorumlulukları nedeni ile hesap vermelerini çalışacağız. Bu anlamlı ödülü TTB meslek örgütümüz meslektaşlarımız adına SDD ne teşekkür ederiz.
uSDD kurucu başkanı Av. Kemal Akkurt’un İnsan Hakları sunumu (özet)
İnsan Hakları Evrenseldir-
 
İnsan Hakları Ödülü TTB Ne Verildi
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edildiği 10 Aralık 1948’den bu yana 73 yıl geçti. Ancak bildirgenin istediği insan hakları düzeyinin çok uzağındayız.

 İnsan hakları, ulusal değil, ulusal üstüdür. Gerek uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve gerekse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi mahkemeler de ulusal üstüdür. Bu nedenle, insan hakları ihlallerinin yaşandığı ülkeler, “Bu benim iç işimdir, kimse karışamaz” diyemez. Yaşanan insan hakları ihlallerine karşı, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere, demokrasiden ve insan haklarından yana olan kuruluşların müdahalesi, iç işlere karışmak olarak görülemez. Bu durum, insan haklarının evrensel niteliğinin sonucudur.
Sistematik Sorun
AİHM’nin her yıl yayımladığı istatistiklere göre, insan haklarını en çok ihlal eden ülkelerin başında Türkiye geliyor. En fazla ihlal kararı da haksız ve usulsüz tutuklamalarla ilgili. AİHM’ye göre Türkiye’de tutuklamalarla ilgili sistematik ve yaygın bir sorun var. Bu sorun da kısmen yasalardan, ama daha çok uygulamalardan ve yargının işleyişinden kaynaklanıyor. Bu sonuçlar, hükümetin AİHM ilkelerine uyum sağlamak için gereken çabayı göstermediğini de ortaya koyuyor. Son yıllarda yazarlara, düşünürlere, gazetecilere, siyasetçilere ve insan hakları savunucularına karşı yoğunlaşan usulsüz aramalar ve tutuklamalar nedeniyle de Türkiye’nin AİHM’de mahkûm olacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok.
Dünya’da 70 ülkede insan hakları uygulamalarını izleyen İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch) her yıl hazırladığı insan hakları raporlarında, polis ve savcılık sorguları ile mahkeme dosyalarından hareketle, Türkiye’de polisin aşırı güç kullandığı, başta yaşama hakkı olmak üzere, işkence ve kötü muamele konularında ülkemizin insan hakları karnesinin Avrupa ülkelerinin tamamından daha kötü durumda olduğu vurgulanıyor.

İnsan Hakları Ödülü TTB Ne Verildi
Uluslararası İş Birliğinin Önemi
Şubat 2009’da Ankara’da, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ve Avrupa Birliği Komisyonu tarafından ortaklaşa düzenlenen “Kolluk Kuvvetlerinin Güç Kullanımı” başlıklı uluslararası bir seminer düzenlenmişti. Avrupa Birliği’nden, Avrupa ülkelerinden ve Türkiye’den çok sayıda hukukçu, insan hakları uzmanı, Emniyet müdürü, jandarma ve subayın katıldığı seminere, ben de Türkiye Barolar Birliği’ni temsilen katılmıştım. İki gün süren seminerde, Türkiye’nin insan hakları sorunları ve uygulamadaki aksaklıklar masaya yatırılmıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıcı Rıza Türmen de seminerde Avrupa İHM’nin uygulamalarını anlatarak Avrupa ve Türkiye ili ilgili verilen örnek içtihatları anlatmıştı. Benim de uygulamalar konusunda kısa bir sunumum olmuştu. Türkiye, insan hakları alanında 2009 yılının da çok gerisine düşmüştür.
İnsan hakları çalışmalarında tek yol gösterici; BM Genel Kurulu’nda 9 Aralık 1998 tarihinde oybirliği ile kabul edilen “BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi” ve ekleridir. Türkiye’nin de imzaladığı bu bildirge ile ülkelerin görevi, insan hakları savunucularını korumak ve bu kişilere karşı olası eylemleri engellemektir. Yani işlerini kolaylaştırmaktır. Ülkemizdeki uygulamalar ise tam tersine işlemektedir.
Bildirgeye göre, taraf devletlerin özellikle ırk, renk, cins, dil, din, politik ve diğer düşünce, ulusal ve sosyal köken, mülkiyet, soy ve tüm diğer durumlara dayanan ayrımlar gözetmeksizin, uluslararası toplumun tüm üyelerinin, birlikte ve tek tek, herkes için insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı geliştirme ve teşvik etme yönündeki önemli yükümlülüklerini yerine getirmeleri gerekir. İlaveten, bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi için uluslararası işbirliği yapmanın önemi de vurgulanmıştır.
Devletin Sorumluluğu
İnsan hakları ve temel özgürlükleri koruma ve geliştirme konusunda temel sorumluluk ve ödev, devletlere düşmektedir. Bildirge ile devletler, bireylerin, grupların ve derneklerin insan hakları ve temel özgürlüklere saygıyı geliştirme ve bu hakları ulusal ve uluslararası düzeyde tanıtma hak ve sorumluluğuna sahip olduklarını taahhüt etmişlerdir. Uluslararası sözleşmelere ve mevcut anayasaya rağmen, devletin şiddet içermeyen barışçıl etkinliklere müdahale etmesi, soruşturmalara ve yargılamalara meydan verilmesi, tek başına insan hakları ihlalidir.   
İnsan, haklarıyla birlikte insandır. Bu nedenledir ki insanlık tarihinde insan haklarının her koşulda korunması ve geliştirilmesine yönelik çalışmaları engellemek mümkün olmamıştır. Çünkü insan hakları, günü geldiğinde bu hakları ihlal edenlere de lazım olacaktır...”

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/insan-haklari-evrenseldir-av-kemal-akkurt-1891489

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız.

Seçilebilecek seçilmesi kesin aday da ne demek oluyor?
Ben, bazı insanlarımızı anlamakta gerçekten sıkıntı çekiyorum. 

Kimse darılıp gücenmesin, insanlarımızın bir kesimi; hala,  gerçekten ne istediğinin farkında değiller. 

Ülke, her yanıyla batmış elden gidiyor, sözde laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti tek adam ve laiklik karşıtı AKP iktidarının işgaline uğramış, devletimiz parti devleti haline getirilmiş, ülke adım adım şeriat düzenine doğru sürükleniyor, ekonomisi batmış, parası pul olmuş,  uçurumun kenarına gelmişiz, muhalif kanatta yer alan, sözde ERDOĞAN ve tek adam karşıtı gözüken  bir kesim,  bir yandan  mevcut durumu ve iktidarı ağır şekilde eleştiriyor, tek adam rejiminden ve AKP iktidarından kurtulmak için can atıyor görünmesine rağmen, diğer yandan da Millet İttifakının ortak adayının, ilkeler ve programlar bazında değil,  kişi bazında belirlenmesinde, karizmatik bir adayda  ısrar ederek, anlamsız bir şekilde, seçilebilecek, seçilmesi kesin bir adayın belirlenmesi gerektiğini savunuyorlar, bazıları daha da ileriye giderek, kendi kafalarına göre,  seçilmesini kesin olarak gördükleri bazı isimler dışında bir adayın belirlenmesi,  özellikle de KILIÇDAROĞLU'nun ortak aday olarak belirlenmesi halinde, Millet İttifakının cumhurbaşkanlığı seçimini kaybedeceğini, ERDOĞAN'ın yeniden seçileceğini savunabiliyorlar ve ERDOĞAN lehine algı oluşturuyorlar. 

Ne demek, seçilmesi kesin aday, nereden biliyorsunuz seçilmesi kesin adayın kim olduğunu?

Seçilmesi kesin olan aday belirleme endişesine kapılanlar, bize göre özgüvenden yoksun kişilerdir. Siz, içinde bulunduğumuz bu berbat koşullara, 20 yıldır tek başına iktidarda olan ve ülkeyi felakete sürükleyen, halkını yoksul ve aç bırakan, borç batağına sürükleyen, demokratik hak ve özgürlükleri, yargı bağımsızlığını yok eden,  bir üflesen iktidardan düşecek kadar zayıflayan, sandıkta mağlup olacağı artık kesinleşen AKP ve ERDOĞAN iktidarının, demokratik seçimlerle iktidardan uzaklaştırılması için, hala Millet İttifakına ve onun liderlerine güvenemiyorsanız,  hala sihirli bir aday arıyorsanız, vay bizim halimize.    

Üzülmemek ve hayret etmemek mümkün değil. 

Neymiş efendim KILIÇDAROĞLU Alevi olduğu için seçilemezmiş, Ekrem İMAMOĞLU, Mansur YAVAŞ aday gösterilmeliymiş. KILIÇDAROĞLU aday gösterilirse,  oy vermezlermiş, vermezsen verme kardeşim, çile çekmeye devam et öyleyse. 

Sözde ülkesini seven, ERDOĞAN iktidarının gitmesini, tekrar parlamenter sisteme dönülmesini savunan her kesimden, özellikle CHP içinden gelen bu ERDOĞAN muhaliflerine sormak lazım, sizler de;  bu zor koşullara, ülkenin geleceği için çok hayati olan bu seçimlerin önemine rağmen, ilkeleri ve programları bir yana iterek, hala kişi ve mezhep ağırlıklı aday belirleme düşüncenizle, ERDOĞAN iktidarından ve zihniyetinden bir farkınızın kalmadığını, bu düşüncelerinizle ve tavrınızla ERDOĞAN'ın ve Cumhur İttifakının değirmenine su taşıdığınızı nasıl fark edemiyorsunuz?

Ne demek seçilebilecek, seçilmesi kesin aday?

Çıkarın artık kafanızdan,  şu EKMELEDDİN fobisini ve önyargısını. 

Evet o bir hataydı. Ama, beğenmediğimiz hata olarak kabulde ittifak halinde olduğumuz EKMELEDDİN bey dahi, o seçimde, ERDOĞAN'ın hala güçlü olduğu o zamanın koşularına göre,  yanılmıyorsak %38 gibi hiç de küçümsenemez oranda bir oy alabilmişti, ERDOĞAN'ın çok güçsüz olduğu bugün, hala KILIÇDAROĞLU'nu bir EKMELEDDİN vakası gibi sunmak, KILIÇDAROĞLU'na yönelik çok büyük bir haksızlık, nankörlük  ve özgüven yoksunluğudur. 

İMAMOĞLU ve YAVAŞ; belediye başkanı seçilmeden önce, daha düne kadar meydanda yoktu, isimlerini ve becerilerini kaç kişi biliyordu?

İMAMOĞLU ve YAVAŞ; seçilmişlerse ve belediye başkanlıklarında başarılı olmuşlarsa, arkalarında KILIÇDAROĞLU'nun ve CHP desteğinin bulunduğunu niçin anlamak istemiyorsunuz, bu isimler  CHP üyesi değiller mi?

Sizler; ülkenizi seviyorsanız, demokrasiden, insan hak ve özgürlüklerinden, bağımsız yargıdan, kuvvetler ayrımından, parlamenter sistemden yanaysanız, kurum ve parti olarak CHP'den bir başarı bekliyorsanız, ülkeyi düze çıkarabileceğine gerçekten inanıyor ve güveniyorsanız, programını yeterli görüyorsanız, bu partinin başında bulunan ve partinin politikalarına yöne veren KILIÇDAROĞLU'nun Alevi olduğundan sizlere ne?

Siz, ferden KILIÇDAROĞLU'nun Alevi olmasını, haksız ve hukuksuz bir şekilde, haddinizi aşarak kafanıza takacak derecede insanlıktan nasibini almamış olabilirsiniz, ancak beyan ve yorumlarınızla, KILIÇDAROĞLU'nun mezhebini öne çıkararak onu aşağılayamazsınız, itibarsızlaştıramazsınız ve peşinen ve önyargılı olarak, seçimleri kazanamayacak olmakla suçlayamazsınız, insanları basit ve yersiz düşüncelerinizle etkileyerek algı operasyonu yapamazsınız. Buna yetkiniz de yok haddiniz de yok. Kendi fikrinizi kendinize saklayınız. 

Muhalif kesimin ekseriyeti, başında KILIÇDAROĞLU'nun bulunduğu  CHP liderliğindeki,  en büyük katılanının da,  AKŞENER'in lideri olduğu İYİ partinin olduğu Millet İttifakı ile gidilmesini uygun buluyorlarsa, CHP ve İYİ Partinin liderlerine güvenmek ve önyargısız olarak, onlardan birinin ortak adaylığını da kabul etmek zorundadırlar. 

İYİ Parti de,  öyle havalara falan girmesin, daha rüştünü ispatlaması için 100 fırın ekmek yemesi gerekir, İYİ Partinin tepe yöneticileri de hadlerini bilerek, akılcı düşünmeliler. Bugünkü varlıklarını,  CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU'nun,  ülke ve demokrasi sevgilerinden kaynaklı fedakarlıklarına borçlu olduklarını asla unutmamalıdırlar. Bu ne denle, İYİ Parti yöneticileri de; o birileri gibi,  KILIÇDAROĞLU'nun seçilmesi garanti değil, seçilmesi garanti olan bir aday belirleyelim hatasına,  asla düşmemelidirler. 

İYİ Parti ve bazı kesimlerce, adaylıkları öne çıkarılan, CHP ve Millet İttifakını bölmeye ve çatlak oluşturmaya yönelik Ekrem İMAMOĞLU ve MansurYAVAŞ;  bugünkü kariyerlerini ve başarılarını kamuoyuna gösterebilme imkanını kendilerine bahşeden,  CHP ve KILIÇDAROĞLU'na bağlılıklarını ve ülkenin yararını ve geleceğini düşündüklerini göstermek ve adaylık konusunda isimleri üzerinde başlatılan polemiklere kesin olarak son vermek için, basın önüne çıkarak; öyle ima yollu değil, Türk kamuoyuna,  belediyelerinin başında kalacaklarını, kesinlikle Cumhurbaşkanı adayı olmayacaklarını,  açık ve net olarak açıklamak zorundadırlar.  

Yazımıza; sözde ERDOĞAN karşıtı bazı muhalifler, hem de çok kızacak olsalar da, zaman; ülkenin ERDOĞAN iktidarından kurtulması için, üzümün çöpü, armudun sapı var deme zamanı değildir, en kötü aday dahi,  ERDOĞAN'dan evladır diyebilme,  Millet İttifakının adayı KILIÇDAROĞLU da olsa, sandığa tıpış tıpış gitmek ve Millet İttifakının adayına oy vermek zamanıdır, diyerek son veriyoruz. 

Yok bunun başka yolu. 

Güner Yiğitbaşı

12/12/2021

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget