Dizimden muayene olmak için ortopediden, gözümden muayene olmak için telefonla MHRS den randevu aldım ve rastlantı bu ya, her ikisinden de randevularım aynı haftaya denk geldi. Iki yıl önce muayene olduğumda doktor, “sağ gözünde katarak oluşumu var ama ameliyat aşamasında değil”, demişti. Giden hafta gözümden muayene oldum, doktor “gözünde katarak oluşumu var, ameliyat olman gerekir” dedi.
Birden aklıma 20 yıl kadar önce Kayınpeder Kazım Göçmen’in Ankara Hastanesi göz bölümünde muayene sonunda enfeksiyon nedeni ile gözünün alınmasına neden olan olay aklıma geldi. O zaman Ankara Hastanesi göz bölümünde kayınpederin muayenesinde katarakt ameliyatı sırasında bir enfeksiyon olayı oluşmuş, katarakt ameliyatı yapılan gözü alınmıştı. Doktorlar, “gözünde enfeksiyon var, sağ gözüne de geçmemesi için gözünün alınması gerekir” demişlerdi. Durumu öğrenen rahmetli kayınpeder, “ne yapsam açama, iki gözden olmaktansa birini aldırsak mı, bu da nerden çıktı, yukarı tükürsem bıyık aşağı tükürsem sakal” diye söyleniyor, ikilem içinde kıvranıyordu. Nihayet doktorların önerisine uyup gözünün birinin alınmasına karar verdik.
Kayınpederin gözünün biri alınmış olarak, hastanede birkaç gün yattıktan sonra, o zaman oturduğumuz Kaman’a döndük. Ertesi gün gazetelere yansıyan bilgiye göre, Ankara Hastanesinde temizliğe dikkat edilmediği için göz bölümünde bir virüs enfeksiyonu olmuş, katarakt ameliyatı olan yedi sekiz hastanın gözünde oluşan virüsle gözleri alınmış. Göz bölümünde oluşan yaygın virüs nedeni ile hastanenin göz bölümü 15 gün süre ile kapatılmış, yoğun bir dezenfektasyona başlanmıştı. Etraftan “tazminat davası açın” dedilerse de 75 yaşındaki rahmetli kayınpeder “olan olmuş, giden gitti, ben bunlarla uğraşamam” diyerek es geçti kaderine razı oldu.
O zamanları bu hastanede tedavi sırasında göz bölümündeki hizmetlilerin yaptıkları temizlik dikkatimi çekmişti; odaları temizlerken, açık belli yerler paspas yapılıyor parlatılıyor, pencere, duvar dipleri kiri ile kalıyordu. Orada bunu ilgililere anlatmak istemiştim, ama çekindiğim için anlatamamıştım.
Neyse günümüze dönelim, gözümden Yıldırım Beyazıt Ün. Dış kapı Hastanesinin göz bölümünde o makinede bu makinede muayene olurken, yukarıdaki anımız bir film şeridi gibi ürpererek gözümün önüne geldi. Bu katarak göz alma anımızı doktora anlattım, doktor, “bizde öyle şey olmaz” diyordu. Bana güven geldiği için tamam katarak ameliyatı olayım dedim. Doktor raporuma “ameliyat” notunu yazıp “götür bunu dosyalaştır getir” dedi. Dışarı çıkıp raporuma baktığımda en altında “sıkıntılı” notunu yazmış olduğunu gördüm. Aman Tanrım beni sardı bir korku bir şüphe bir ürperti. 75 yaşında katarakt ameliyatında gözü alınan kayınpederin anısı, 76 yaşında benim başıma gelen bir katarak ameliyatı kafama takıldı durdu. Bakalım kader nasıl hükmünü yürütecek diyerek ertesi günü dizkapağımın randevusuna başladım.
10 Aralık 2021 günü ortopedi bölümünde muayene eden doktorum çekilen filme bakınca, “dizinde kireçlenme var, bir de emar (MR) çektir” dedi. Adının Ümit Şimşek olduğunu öğrendiğim doktora, son zamanlarda baş dönmesi oluyor, İzmir’de çalışan doktor oğluma telefonla bunu sordum, “eğer tansiyonun normalse bir kan şeker testi yaptır” dedi, dedim. Daha önce göz bölümünde muayene olurken kan vermemi istemişlerdi. Doktora, bunu anlatarak, lütfen kan şekerime bir bakar mısınız, dedim. Doktor baktı “normal” dedi. Yanından teşekkür edip ayrılırken, doktor bey nerelisiniz, dedim, o da “Hataylıyım” dedi. Ayrılırken, Hatay’dan böyle çok yakışıklı doktor çıkar mıymış, dedim, doktor güldü, güldü ve ben ayrıldım. Ayrılırken, maşallah ne kadar yakışıklı bir insan diye düşündüm.
EMAR SIRASINDAYIM
Sora sora ve de topallayı topallayı (çünkü sol dizkapağım ağrıyordu, emar kuyruğunu gördüm sıraya girdim. Arkada emar kuyruğunda beklerken, sekreter camının önünde bir münakaşa, bir tantana koptu. Camın önündeki bayan “mecbursun yapmaya seni döverim yoksa” diyor, içerdeki görevli bayan da “bu nasıl terbiyesizlik” diyor, bağırış çağırış dozu artmaya başladı. Önümdeki adama, tansiyon niye yükseldi abi, diye bir laf ortaya sundum. Adam da kayıtsız bir tavırla, “ne olacak ekonomik sıkıntıdan” diye cevap verdi. Gişenin önündeki bayan bağırıp çağırarak ayrılırken, “yapmaya mecbursun tabi” diyerek yanımızdan hışımla gitti. Üç tane güvenlik gelmeye başladı. Yanımıza doğru gelip, “ne oldu, neyin nesi” diye soruşturmaya, olayı anlamaya başladı. Güvenlik görevlileri olayı anlaya kadar, tantana çıkaran bayan alelacele arkalara doğru kayboldu.
Sıra nihayet bana geldi, gişedeki bayan görevli güvenlikçilere, “gelmiş giden bayan bana kafa tutuyor, seni döverim” lafları ediyor, ben de terbiyesizlik yapma dedim, bağırıp çağırdı, anlamadım, burası dağ başı mı” gibi sözlerle söyleniyordu. Ben bayanın önüne kağıdımı uzatırken, aman kardeşim sakin ol sabırlı ol, falan dedim. Gişedeki bayan “emar günün 28 Aralık saat 22.45, gelebileceğin mi o saatte, dedi. Ben de nedense şükrederek gelirim gelirim, dedim. Oradan ayrılırken adamın biri, “Allah Allah erkekler tıpçılara saldırıyorlardı şimdi de bayanlar mı saldırmaya başladı” diye söyleniyordu. Kendi kendime aman Tanrım gece de mi bu işler yapılıyor diye düşündüm, meğer 24 saat emar çekiliyormuş. İyi ki gecenin 24 üne, ikisine üçüne vermedi, diye sevindim. Ama 22.45 de umarım otobüse denk gelirim diye düşünerek oradan ayrıldım.
YILMAZ GÜNEY SAHNESİNE GİDİYORUM
O gün Sosyal Demokrasi Derneğinin (SDD), 10 Aralık İnsan Hakları günü nedeni ile Çankaya Belediyesi Yılmaz Güney Sahnesinde TTB ne ödül verme tören ve konferansı olduğu için, çağırılı olduğumdan oraya yöneldim.
Kızılay’da metroya (Ankara’ya) binmek üzere merdivenlere aşağı yürüyordum. Gözümde uzak gören gözlüğüm vardı, uzağı gösteriyor ama yakın bakınca gözlerim flü görüyordu. Basamakları inerken sol ayağımı basamaklara atıyor, sağ ayağımı onun yanına getiriyordum, böyle böyle inerken, son basamakta, basamak bitti gördüğüm için, gelen metroya da yetişeyim telaşı ile son basamakta öne doğru adım atmışım, çünkü uzak gözlüğümle öyle görülüyordum. Tabi upuzun yere düştüm, sol dizim yere gelmiş, dizimin denk geldiği yerde pantolonum yırtılmış. Muayeneye, törene gidiyorum diye yeni aldığım hiç giymediğim pantolonumu giymiştim. Yırtılan yer toz içinde, beni koltuklarıma girip ayağa kaldırdılar, kimi “yardım edelim, kimi hastaneye götürelim” diyorlardı. Baktım kendimi iyi hissettim, pantolon dizkapağı yırtığından başka bir şey yok, yok yok iyiyim iyiyim deyip metroya bindim. Demirtepe istasyonundan inip köprünün altında iki bankta, Kızılcahamamlı olduğunu öğrendiğim fasulye, nohut, mercimek gibi şeyler satan 80 yaşında olduğunu söyleyen adamın yanına selam verip oturdum. Şişe suyu ile dizkapağımın etrafındaki tozları temizlemeye çalıştım, bu yırtığı nasıl saklarım diye düşünüyordum. Kızılcahamamlı yaşlı adam, “şu naylon torbada iki buçuk kilo fasulye var 55 sattım ama sana 50 liraya vereyim” diyordu. Benim aklım dizkapağımdaki yırtıktaydı. Fasulyeyi bedava da verse alacak durumda değildim.
Adamla vedalaştım, yakın olmasına rağmen çok dik eğimli yolu 10-20 adımla mola ile salonun önüne vardım. Dışarıda bir aracın arkasında çay servisi yapılıyor, girişte pasta ikramı vardı. Topallayarak içeri girerken, oradan biri “ne oldu niye topallıyon” dedi. Ben de sol tekerde bir faul var, diye bir espri yapınca, adam da “stepne yok mu” diye espri yaptı.
Töreni izledim, fırsat bulunca bunu yazacağım.
Akşamın geç vakti saat saat 19.oo dan sonra salondan ayrılıp eve doğru yöneldim. Eşim telefon ederek, “nerede kaldın Badi çok rahatsız ediyor, pencereye, kapıyı yöneliyor, sen geleceksin diye kâh kavlıyor, kâh sızlanıyor” dedi. Bizim evde oğlumdan kalan ve 15 yıldır baktığımız Badi adında jek rasıl küçük bir köpeğimiz var. Onu sabah akşam her gün ihtiyaç gezisine çıkarırım. O günkü gibi bir nedenle geciktiğim zaman, patilerini pencereye dayar, sürekli beni beklermiş. Geç de gelsem onu mutlaka gezmeye çıkarırım. Dışarı çıkınca da o çok mutlu olur. Eşim Badi’yi bazen “benim küçük oğlum” diyerek sever.
Yorum Gönder