En yakın zamanda (15 Temmuz 2016 da) Fetullah Gülen denilen din bezirganın Laik TC nin bütün kurumlarına organlarına bir virüs gibi yıllarca sızarak darbe yapacak aşamaya geldiğini, dini kullanan bu bağnaz ve cahil kişinin (Feto’nun), dinciliği “dinci kinci nesiller yetiştireceğiz” diyerek sürekli dini ve dinsel yönetimi ön plana çıkaran AKP-RTE iktidarınca 2002 den 2016 yılına kadar kollayıp beslediğini, bütün Feto’cu militanların Laik TC devletinin bütün organlarına böylece sızdırıldığını gözlerimizle gördük. Demek ki siyasal yaşamda dinciliği savunan, dinciliği ön plana çıkaran siyasal kişiler ve partilerin ülkelerine çok büyük kötülük yaptığını Afganistan örneğinde de gördük.
Afganistan’daki dinci, şeriatçı kişilerin gizli açık devlet organlarında, ne ki orduda bile dincilik faaliyetleri yıllarca sürmüş, bu eylemi aynı dincilik davasını güden özellikle İran ve Pakistan gibi komşu ülkeler ve Suudi Arabistan gizli açık kollamış, desteklemişlerdi. Bu İslami dincilik uygulamaları öylesine bir noktaya gelmiş ki İslam Tarihinin Haşhaşilerden bile beter Taliban denilen çağımızın en gerici dinci örgütü Afganistan’da, başta ABD olmak üzere tüm Batılı ülkelerin askerlerinin şaşkın bakışları altında silah atmadan iktidarı eline geçirmiştir. Dini koruma, dine bağlılık adı altında dinsel yapıya yıllarca göz yuma yuma böylece Afganistan’da İslam tarihinde tüm devirlerin en gerici, insanlık, kadın düşmanı çağ dışı bir gerici yönetim oluşmuştur.
Osmanlı tarihi boyunca din ve mezhep adına cahil dincilerin nasıl devlet makamına, padişaha yön verdiğini, başta matbaa olmak üzere her türlü yeniliğe karşı çıktıklarını, ülkeyi geri bıraktıklarını gören eşsiz Atatürk gerçek teşhisi koyarak şunları söylüyordu:
“Bizi yanlış yola sevk eden habisler, büyük ölçüde din perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı, hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melânetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar.
Hâlbuki elhamdülillah hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız”.
Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında aldığımız dersler, bize dinimizin esaslarını anlatmaya kâfidirler.”
1950’den bu yana 70 yıldır, Atatürk’ün kurduğu ve dünyanın hayran kaldığı Laik T.C. nin kenarından köşesinden ödünler vererek devletin, tarikatçı, şeriatçı, cemaatçi dinci gericilere gıdım gıdım nasıl teslim edildiğini yaşayarak gördük. Çağdaş dünyada dinci devletle, dincilik yarışı ile kalkınmış, aydınlanmış tek bir devlet yoktur. Başta ABD ve Avrupa’nın her alanda ilerlemiş Batı ülkeleri, tüm İslam ülkelerine göre içinde yaşadıkları çağdaşlığa, kalkınmışlığa dinsel yönetimi öteleyerek, laikliğe getirerek, laikliği titizlikle koruyarak ulaşmışlardır. Aşırı dincilerin, dinci liderlerin, dinci partilerin “her şey İslam’dadır” diye sloganlaştırarak söyledikleri bu özdeyişleri doğru olsaydı, tüm İslam ülkeleri çağın en gerisinde kalır mıydı? Dünyada 50’den fazla İslam ülkeleri vardır, bu ülkelerin hiçbirinde ne demokrasi vardır ne çağdaşlık vardır ne de insan hakları vardır. Çağın en gerisindeler. Hapsinden de milyonlarca İslam vatandaşı, baskıcı dinci yöneticileri tarafından cehenneme çevirdikleri ülkelerinden yurtlarını yuvalarını terk ederek, “gavur” dedikleri Batı ülkelerine gitmek için can atıyorlar, göç yollarında perişan oluyorlar, denizlerde karalarda can veriyorlar.
İslam ülkelerinin çoğundan çağın en saldırgan, en kan dökücü Haşhaşilerden beter terör örgütleri çıkıyor, din adına şehit olacaklarını düşünerek kan döküyorlar, can alıyorlar. En hazini de dinci kinci siyasiler, cemaat ve tarikat temsilcileri bu en gaddar İslami teröristlerin yetişmesi, saldırmaları için gizli gizli eğitiyorlar, silahlandırıyorlar.
İslam dinini korumak adına ortaya çıkan terör örgütleri, İslam olmayanlara saldırırken, kendi aralarında da mezhep kavgaları ile terör estiriyorlar. İslami terör grupları başka İslam ülkelerinde terör estirirken, aynı dinin mensupları içinde bulunan değişik mezhep grupları başka bir İslami mezhep mensuplarına terör saldırılarında bulunuyorlar. İslam ülkelerinde bu böyle iken, bakıyoruz Hristiyan mezhepleri arasında terör yaratmıyorlarsa da birbirinin din adamları bile ötekine “kafir” diyecek kadar üstünlük sağlamak istiyorlar.
Gide hafta Yunanistan’ı ziyaret eden papa ile Yunanlı din adamının garip tavrını basından izlemişsinizdir. Bir Ortodoks papazı, Yunanistan'ın Başkenti Atina'yı ziyaret eden Katoliklerin Ruhani lideri Papa'ya "Sen bir kafirsin Papa" diye bağırdı.
Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis, 3 gün sürecek temasları kapsamında geldiği Yunanistan'da Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu ve Başbakan Miçotakis ile bir araya geldi. Papa daha sonra Yunanistan Başpiskoposu İeronimos ile görüşmek için geldiği yerde bir Ortodoks rahip tarafından protesto edildi.
Başkent Atina'da Yunanistan Başpiskoposu İeronimos'un residansına gelen Papa'ya, üç kez 'kafir' diye bağıran Ortodoks rahip, güvenlik güçleri tarafından uzaklaştırılarak kısa süreli gözaltına alındı. (1)
Sadece din mensupları değil, din adamı papazlar arasında bile böylesine husumet estirecek, din adamının öteki din adamına (papazın papaya) böylesine “kafir” diyecek kadar bölünme ve hizipleşme de gösteriyor ki, din hiçbir zaman devlet yönetimine baskın olmamalı, devlet yönetimine karıştırılmamalıdır. Nerede din ağırlıklı bir devlet varsa orada toplum ve insanlar arasında huzur olmadığı gibi, din devletin fertleri arasında mezhep ayrılıklarına, kin ve düşmanlık da yaratılmasına neden olmuştur.
Pek öteye gitmeye gerek yok, 1400-1500 yıl önceki Peygamberle başlayan İslam tarihine bir göz atarsak, günümüzdeki gibi bir devlet anlayışı olmasa da Arabistan’daki huzursuzluklara bir bakarsak, Peygamberin ölümünden sonra gelen İslam Halife yönetiminde “baş sen olacaksın ben olacağım” şeklindeki Halife tartışmaları kin ve husumet yaratmış, dört halifeden Ebubekir dışındaki Hz Osman, Hz Ömer, Hz Ali katledilerek öldürülmüşlerdir. Daha sonra gelen İslami dönemde Hz. Ali’nin çocukları katledilerek öldürülmüşler, hele daha sonra Kerbela olayında, bir Müslüman grubu olan Yezid-Muaviye taraftarları Kerbela çölünde Hz. Ali’nin oğlu Peygamberin torunu Hz. Hüseyin ile ehlibeytin tümü en feci şekilde katledilmişlerdir. Bu Kerbela katliamları İslam tarihinde öylesine bir bölünme ve acılara neden olmuştur ki 1400 yıldan beri Müslümanların acıları dinmemiş, Müslümanlar arasında pek çok mezheplerin, ayrışmaların, düşmanlıkların oluşmasına günümüzde bile neden olmuştur. (Maraş, Sivas Madımak katliamları din mezhep kökenlidir)
Ayrıca bir din savaşı olan Haçlı Seferlerinin Ortadoğu’ya ne büyük yıkım ve katliamlara neden olduğunu tarih kitaplarından biliriz. Din savaşlarıdır ve akın akın İngiltere’den, Fransa’dan, Almanya’dan, İspanya’dan işte Hıristiyanlar Kudüs’ü almak için, Ortadoğu’ya yerleşmek için Hz. İsa’nın doğduğu, yaşadığı bölgeler diye saldırmışlardır. Haçlı Seferleri de Ortadoğu’da, İslam dünyasında büyük yıkım ve kıyımların meydana geldiği dönemler olmuştur. Yani dincilik yarışı başladı mı, dincilik yarışı insanlığa büyük yıkımlar yaratır.
İslam dünyasında durum böyle iken, Hristiyan dünyasında ise dinsel baskı ve ayrışma İslamlıktan aşağı değildir. Orta Çağ boyunca Hristiyan papazlar, başta bulunan hükümdar ve krallarla el ele vererek yüzyıllarca halkı soymuşlar, halka baskı yapmışlardır. Rönesans’ın, Martin Lüther King’in dinde reform çabaları ile, yüzyıllarca anadile çevrilmeyen İncil her ulusun diline çevrilmeye başlayınca, toplum, halk, bakıyor ki İsa’nın İncil’in dedikleri ile kral ve papazların dedikleri birbirine uymuyor, bunlar halkı soyuyorlar, toplum ve halk uyanmaya, kiliseye ve krala karşı tepki göstermeye başlıyorlar. İşte bundan sonra Avrupa’da Hristiyan dünyasında aydınlanma devrimi başlıyor.
Böylece yüzyıllarca halklarını sömüren kral, padişah, halife, imam, papa ve papazlar Tanrının kitabı, çıkar ve itibarları ellerinden gideceği endişesi ile İncil ve Kuran’ın, ana dile çevrilmesine “günah” diyerek karşı çıkmışlar ve böylece halkın dini anlamasını aydınlanmasını engellemişlerdir. Hristiyan dünyasında İncil’in anadile çevrilmesi ile Avrupa toplumları kilise ve krallarla nasıl sömürüldüklerini öğrendikten sonra, devlet yönetiminden din çıkarılmaya, dışlanmaya başlamış, böyle Hristiyan dünyasının dinsel devlet düşüncesi azalmaya, yaratıcı ufku yaratıcı gücü yükselmeye başlamış, kısaca Hristiyan dünyası İncil’in ana dile çevrilmesi ile aydınlanma devrini başlatmıştır.
Ne yazık ki bütün İslam dünyası, Kuran’ı ana dilde okuyarak, ana dilde ibadet yaparak Kuran ve dinin özünün anlaşılır olması sağlanamamış, böylece Batıda olduğu gibi günümüze kadar bu aydınlanma sürecini yaşayamamıştır. Buna da en büyük etken en büyük tepki dinden nemalanan, dini çıkar sağlayan partilerin, iktidarların, grupların, cemaatlerin, tarikatların tepkisi ve baskısı neden olmuş, hiçbir yönetim ve iktidar bu tepkiye kıramamıştır. Böylece Atatürk’ün uygulamaya koyduğu devrimci laik devlet özümsenememiş, İslam dünyasında aydınlanma devri yaşanmamıştır. Ana dilde ibadet, laik devlet anlayışı yerleşmeyince dinsel sömürü önlenememiş, İslam dünyası çağın gerisinde kalmıştır ve hiçbir Müslüman devleti çağdaş anlamda ileriye gidememiştir.
İslam dünyasında Halifelik Yavuz Sultan Selim’le Osmanlılara geçince, dinsel gücü de eline alan Osmanlı Padişahları daha bir güçle halkı baskı altına almaya, gericilerin de “günah, şeriata aykırı” söylemleri ile her türlü yeniliğe, aydınlanmaya karşı çıkmışlar toplumun geri kalmasına neden olmuşlardır. Osmanlı Halkı padişahları öylesine tabulaştırmış, öylesine yüceltmişti ki, padişah için “Allah’ın yer yündeki gölgesi” diye söylerlerken, padişah da Osmanlı halkına “kullarım” diyordu.
Cumhuriyet devrinde Atatürk ülkeye getirdiği devrim ve yeniliklerle özellikle laikliği getirerek dinsel bağnazlığı önlemeye çalışmış; ezanı, hutbeleri, bazı namaz sürelerini Türkçe okutarak Türk aydınlanma sürecini başlatmış. Ölümünden sonra gelen iktidarlar bu devrimci ruhu ülkede yaşatamamışlar, adım adım oy uğruna bu devrimlerden ödün vermişler, dinci devlet yapılanmasına yeşil ışık yakmışlardır. Aydınlanma amaç ve ruhu ile ezan Türkiye camilerinde 17 yıl Türkçe okutulmuşsa da 1950 yılında laiklik ve Atatürk düşmanlarına ödün veren ve dincilerin slogan ve arzularını kullanan Adnan Menderes 1950 de iktidara gelir gelmez ezanın tekrar Arapça okunmasını sağlayarak dinci devlete yol vermiştir. Günümüzde 2002-2020 iktidarında da bu dinci yapılanma zirveye çıkmıştır.
Ülkede “dinci kinci nesil yetiştireceğiz” diyen R.T. Erdoğan, gerçekten de ülkedeki tüm kurumları dinci kadrolarla doldurmaya, ana okulundan başlayarak çocukları gençleri dinci yetiştirme imam hatipleriyle, tarikatlarıyla çabasını sürdürmeye devam ettiğini gözlüyoruz. İçine girmeye çalıştığımız AB ülkelerinin herhangi bir başbakanı veya cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın “dinci nesil” söylemini söylese ne olacağını bir düşünün. O yönetici asla iktidarda kalamaz ve bir daha da yönetime seçilemez. Çünkü Batı ülkeleri Orta Çağ boyunca din adamlarının nasıl halka zulüm yapıp soyduğunu, din adamlarının bilim adamlarına ne acılar yaşattığını ve toplumu geri bıraktıklarını görmüşler, yaşamışlar, o nedenle laik yönetim, laik devlet yönetiminde dincilere asla yer vermezler. Kaldı ki, tıpkı bizde olduğu gibi Diyanet İşleri Başkanlığı gibi devlet bütçesinden birkaç bakanlık bütçesine denk para ayırmak olmadığı gibi, devlet bütçesinden din kurumlarına tek kuruş para ayırmazlar, papazların maaşını devlet bütçesinden ödemezler.
Günümüzde bile tutucuların, gericilerin “Kuran Türkçe okunmaz, tercüme edilmez” diyen tepkileri kırılamamış, laiklik de özümsenememiştir. Osmanlı Halkı üzerinde padişah kaynaklı oluşan bu tanrısal dinsel uyumluluk toplumun yaratıcı, yenilikçi ruhunu düşüncesini köreltmiş, böylece halkın bilim ve icatlara karşı ilgisini yok etmiştir. Hem de Osmanlının din kökenli uleması, “düşünce kapısı kapanmıştır” diyerek insanların fikir, düşünce, yaratma yetilerini köreltmişler ve Batı’nın bilim ve icatlardaki çok hızlı gelişimine ilgisiz kalmışlar, bilim adamlarının buluşları için “kefere düzenbazlığı, kefere hilebazlığı” ile yorumlamışlardır. Öyle ki, Ronesans ve dinde reformun itici ivmesi ile Batı’da bilim ve sanatın hızla ilerlemesi karşısında, bilim ve sanatlarda ilerlemelere Osmanlı uleması ilgisiz kalıyor, buluşlar için “kefere hilesi, kefere kurnazlığı” diyerek küçümsüyordu. Osmanlı halkı, Yükselme Devrinden sonra tam 300- 400 yüzyıl Ronesansın buluşlarına ilgisiz, duyarsız kalmışlar, taa Cumhuriyete kadar gerilemeye devam etmişler, tarih sahnesinden silinmek üzere ile halkın bağrından çıkan M.K.Atatürk mucizesi ile Türk devleti dirilmiştir.
AKP-RTE iktidarında 20 yıl boyunca dinsel devlet uygulamaları hızla devam etmiş, Milli Eğitimden tutun da öğrenci yurtlarına, dershanelere kadar tüm eğitim birimleri dinci vakıflara, dinci derneklere, Kuran kurslarına tarikatlara sunulmuştur. Ayrıca okullar imam hatip okullarına dönüştürülmüş, yeni imam hatip okulları yapılmıştır. İmam hatip gibi dinsel içerikli okullar bilim ve çağdaşlık öğretmez, sadece dinsel sömürücü iktidarlara biatçı, düşünmeyen, üretmeyen ezberci toplum yetiştirir. Tüm İslam ülkeleri de aynı uygulamalarla çağın gerisinde kalmışlar, aydınlanmanın, kalkınmanın zirvesinde yaşayan tüm Batı ülkelerine muhtaç olmuşlardır. Yer yüzünde 50’den fazla Müslüman ülkesinde bir tane demokrasi ile yönetilen, ileri gitmiş çağdaş bir ülke yoktur, hepsi de diktatör gibi olan tek adamla yönetilmekteler. Nerede bir tek adam yönetimi var, orada perişanlık, gerilik, yoksulluk vardır. Bu İslam ülkelerinden binlerce, milyonlarca insanlar yaşamlarını kurtarmak için yurdunu yuvasını terk ederek, yollarda, denizlerde ölmeleri pahasına Batı ülkelerine ulaşmak için dalgalar halinde Batı’ya doğru gitmekteler. Onun için bütün Müslüman ülkeler, dinsel bağnazlığı, dinsel sömürüyü bırakarak laik ve demokrasi yönetimine yönelmelidirler.
Son yapılan Eğitim Şurasında dinsel eğitim ana okuluna kadar indirgenmiştir. Milli Eğitimin adeta teslim edildiği tüm dinci gerici dernekler, vakıflar, Kuran kursları Devrim Yasaları doğrultusunda uygulama yapılması şöyle dursun, yeteri kadar denetlenmiyor bile. Türk çocukları bu gerici yıkıcı yuvalarda öylesine bir Atatürk ve laik devlet düşmanlığı ile yetiştirilmeye çalışılıyor ki, Laik Atatürk Devrimlerini yıkmak için o gencecik çocuklara gizli gizli insanı ürperten şu yemini ettirdiklerini duyuyoruz:
“Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma, Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan şeriat devleti kurulması için çalışacağıma, dinim, Allah’ım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim”.
Böylece dinsel telkin ve dinsel baskı ile yetişen nesil, dinsel baskının ruh haleti içinde canlı bomba olup kendini patlattığı, Taliban ve Işid militanlarının yaptığı gibi insanları keserek katledebilirler. Nitekim bu ruh haleti içinde, giden günlerde Antalya’da dinci bir öğrenci yurdunda, yurdun aşçısı İhsan Güney (38), yurtta kalan Mehmet Sami Tuğrul adlı bir öğrencinin boğazını keserek başını göğsünün üstüne koyduğunu sonra da "Deccal'i vurdum" diye bağırdığını medyaya yansıyan haliyle duymuştuk (birçoklarında olduğu gibi buna da yayın yasağı kondu). Ayrıca dinci yurtlarda kalan 7-9-10 yaşlarındaki çocuklara orada görevli kimseler tarafından tecavüz edildiğini zaman zaman okuyoruz. Devletin tüm kurumlarında dinciliğin hamiliğini yapan AKP-RTE iktidarının bu tür dinsel kurumlarda olan iğrenç ve dehşet verici olaylara yayın yasağı getirdiğini de görüyoruz.
Giden hafta bütçe müzakerelerinde ülkedeki kötü yönetimi eleştiren akademisyen CHP Milletvekili Abdüllatif Şener (AKP’nin kurucuları arasında bulunan) dinci AKP-RTE yönetimini eleştirirken Gazeteci Fatih Ertürk’le yaptığı röportajda şunları söylüyordu:
“İslam Ümmetine 1500 yıldan bu yana en büyük kötülüğü iktidarınız yapmıştır… On beş asırlık İslam Tarihinin en günahkâr iktidarısınız. Peygamberin vefatı. O günden bugüne kadar on beş asır geçmiştir, 1400 küsur yıl geçmiştir. Bu süre içerisinde en günahkâr iktidar Erdoğan hükümetleridir.
“…Bu politikalar sonucunda akan kan ve tecavüzler çocukların masumiyeti, İslam dünyasının çektiği ıstıraplar, acılar, tahribat on beş asırlık İslam Tarihi’nde hiçbir dönemde yaşanmamıştır. Erdoğan politikalarının İslam dünyasında meydana getirdiği yıkım, Haçlı saldırılarından, tüm Haçlı Seferlerinden daha fazladır, daha büyüktür. Sonuçları itibariyle de daha ağırdır…” (2)
Dinci yönetim, dinci vakıflar, dinci tarikatların, dinci derneklerin bu şekildeki yıkıcı çabalarına dur denilmezse, ülke Tanrı korusun Afganistan’daki gibi Taliban kafalı yönetime dönüşebilir. Dünyada aşırı dincilikle kalkınmış, aydınlanmış tek bir devlet yoktur. O nedenle devletimizce, tüm yönetim organlarımızla Atatürk’ün gerçek laik demokrasi ve çağdaş rotasına geri dönülmelidir.
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR
(1) https://www.internethaber.com/papaya-kafir-dedi-gozaltina-alindi-video-galerisi-2223058.htm
(2) https://www.youtube.com/watch?v=ULTcdowpBcs&ab_channel=Halktv)
Yorum Gönder