Temmuz 2023
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Değişim yeterli mi?
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu;  iktidar için değişim. org sitesine gelen öneriler doğrultusunda,  yurttaşların değişime dair ne istediğini paylaşmış ve toplumun;  CHP'de,  lider ve yönetiminin değişmesi gerektiği konusunda hemfikir olduğunu vurgulayan İmamoğlu,  paylaşımında "Değişim ve yeniliği kucaklayan,  yeni bir parti yapısı görmek istiyor" ifadelerine yer vermiştir. 

İMAMOĞLU'nun bu tespitleri, partide değişim için girişimde bulunan kendisinin bu girişiminin haklılığına ve KILIÇDAROĞLU yerine kendisinin CHP Genel Başkanlığına soyunmasına olanak sağlayabilir mutlaka. 

Ancak,  büyük bir çoğunluk oluşturan  Türkiye insanının, seçmen tabanının; bugünkü dinsel, inançsal,  sosyolojik, kültürel ve ekonomik yapısına göre,  Cumhur İttifakının bileşeni partilere daha yakın ve onların kemik oy tabanını oluşturduğu gerçeğini de asla unutmamak gerekir. 

Unutulmaması gereken çok önemli bir husu da,  sığınmacıların ne kadarının,  vatandaş ve seçmen yapıldığı gerçeğinin kamuoyu ile paylaşılmasıdır. 

Seçimlerden sonra sürekli yazdık. Millet İttifakının ve CHP'nin seçim yenilgisinin gerçek bir analizini yapabilmek için, 14 Mayıs seçimlerinde oy kullanan en başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacıların sayısal miktarının kamuoyu ile paylaşılmasının gerekliliğidir. 

Evet, seçimler başa baş geçmiş ve çok az bir oy farkıyla,  ERDOĞAN aslında aday bile olamayacağı seçimi kazanarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir. 

Seçime katılan ve işin doğası gereği tamamının ERDOĞAN'a oy verdiği anlaşılan sığınmacıların gerçek ve tam sayısal miktarı;  seçim sonuçlarını esaslı olarak etkileyecek, ERDOĞAN'ın aldığı oy toplamından sığınmacıların oyları çıkarcılığında seçimi KILIÇDAROĞLU kazanabilecek, parlamentoda Cumhur İttifakı çoğunluğu elde edemeyecek idiyse,  seçim yenilgisinin değerlendirilmesinde bu olgunun da dikkate alınması zorunlu olacaktır. 

Sığınmacı oyları sayısal olarak netleştirilmeden, bunların oy sayısının seçim sonuçlarını etkileme gücü saptanmadan yapılacak olan her değelendirme,  eksik ve yanıltıcı olacaktır. 

Bu zorunlu saptamayı yaptıktan sonra gelelim toplumun değişim istemine. 

İMAMOĞLU'nun yaptığı paylaşımda değişim isteyenlerin ve değişim önerilerinde bulunanların tamamına yakını, sizin ve benim gibi,  esasen CHP'ye oy veren muhalif toplum kesimidir. Onların istekleri doğrultusunda,  CHP de gerekli değişimler yapıldı diyelim, CHP'nin oy sayısında bir patlama olacak mıdır?

Üzülerek söylemem gerekirse hayır. 

Zaten, isteyerek veya istemeden  CHP'ye oy veren bu  toplum kesimi; değişimden sonra belki daha bir istekle ve şevkle oy verecek, kerhen oy verenlerin sayısı azalacak,  ama toplam oy sayısında bariz bir yükselme olmayacaktır. 

CHP'deki değişim;  AKP ve ERDOĞAN'a oy veren büyük seçmen tabanının kültürel, dinsel, mezhepsel, sosyal ve ekonomik değişime uğramadan,  onların oylarının CHP değişti diye, CHP'ye akacağını zannetmek abesle iştigaldir. 

Herkes diyor ki; bir zamanlar Ecevit'in yaptığı gibi, dağlara taşlara adımızı yazalım, kapı kapı dolaşalım çalmadık kapı bırakmayalım,  herkesin ayağına değelim, Atatürk ve altı ok  ilkelerine sıkı sıkı bağlanalım, sağa kaymaktan vazgeçelim bak nasıl seçim kazanırız. 

Geçiniz beyler geçiniz. Kazın ayağı hiç de öyle değil. 

Günümüz Türkiye’si artık Ecevit’in yüzde 42 oranında oy aldığı Türkiye değil. 

Ülkemiz;  maalesef,  AKP iktidar olduktan sonra geçen 21 yıl boyunca,  sosyolojik, kültürel, dini inanç ve ekonomik olarak daha da geriye gitmiş, dinin politikaya alet edilmesi tavan yapmış, laik eğitim tamamen terk edilmiş, iktidar destekli dini vakıf, cemaat ve tarikatlar ahtapot gibi toplumu sarmış, cemaat ve tarikatlar eğitime el atmış, iktidarın bilinçli olarak yurt sorununu çözmemesini fırsat bilen dini vakıflar, cemaatler ve tarikatlar genç ve körpe beyinlere sahip çıkarak istedikleri gibi yoğurmuşlar, Diyanet İşleri Başkanı tamamen siyasallaşmış ve diyaneti; kuruluş amacından saptırarak,  siyasal iktidarın arka bahçesi ve oy devşiricisi haline dönüştürmüş, İmam Hatip Liseleri ihtiyacının üzerinde çoğaltılmış, bu dini eğitim düzeni içinde yetişen nesiller ATATÜRK'e adeta düşmen edilmiş, siyasal iktidar fakirden aldığını  zengine aktaran bilinçli bir ekonomi politikasıyla işsiz ve fakir kitleyi büyütmüş ve onlara sosyal yardımlar yaparak kendisine körü körüne biat eden büyük bir seçmen tabanı oluşturmuştur. 

Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu manzarada, CHP'de değişim yapsan ne yazar kardeşim. AKP ve ERDOĞAN'ın kişiye özel oluşturduğu ve kendisine bağladığı Seçmen’in umurunda mı CHP'de yapılacak olan değişim?

AKP ve ERDOĞAN, iktidarda olmanın ve devlet imkanlarını elinde tutmanın bu üstünlüklerini ve avantajlarını kullanmaya devam ettiği sürece, şimdi ATATÜRK ilkelerinden taviz vermekle ve sağa kaymakla, sağ partilerle ittifak yapmakla eleştirdiğimiz, bize göre aslında ülke gerçeklerine göre doğru ve akıllı bir yaklaşım sergileyen KILIÇDAROĞLU'nu da arar hale gelmeyiz inşallah.

Güner Yiğitbaşı

27/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ülkemizin Tapu Senedi Lozan'dan Bu Senedin Delik Deşik Edildiği  Günümüze Kadar Geçen 100 Yıl
Bugün, (24/07/2023) Türkiye Cumhuriyetinin bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlayan, savaş meydanında yedi düvele karşı kazanılan büyük askeri zaferin diplomasi yoluyla taçlandırıldığı, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmen ve hukuken tescil edildiği, 29 Ekim 1923 de cumhuriyetin ilanına kapı aralayan, özetle ve tek cümleyle, ülkemizin tapu senedinin elde edildiği Lozan Antlaşmasının,  100. yıldönümüdür. 


Yazımızın başında; bize,  Türkiye Cumhuriyetini bağımsız bir devlet olarak kazandıran, en başta ATATÜRK olmak üzere, Lozan Barış Konferansının ve antlaşmasının başarılı  mimarı İSMET İNÖNÜ ve tüm emeği geçenleri, minnetle ve saygıyla anıyor, şükranlarımızı arz ediyoruz. Mekanları cennet olsun tümünün. 


Lozan Antlaşmasını sürekli tartışan ve eleştiren, Lozan antlaşmasından çok önce Osmanlı tarafından kaybedilen bazı adaların kaybını dahi, cahilce ve kötü niyetli olarak,  Lozan antlaşmasına ve o antlaşmayı imzalayan ATATÜRK ve İNÖNÜ'ye mal ederek,  bu kahramanları itibarsızlaştırmaya ve başarısız göstermeye çalışan, devlet adamı geçinen, değerleri kendilerinden menkul sözde devlet adamlarına ve yandaşlarına lanet olsun. 


Lozan antlaşmasından sonra, koşullar elverdiğinde Hatay ilimiz de Türkiye Cumhuriyetine katılmış ve bugünkü sınırlarımız çizilmiştir. 


Daha iyisi olamaz mıydı?

Musul ve burnumuzun dibindeki, Meis ve Sisam gibi bazı adalar da alınamaz mıydı?


Kesin olarak alınırdı demiyoruz, alınabilseydi tabi çok güzel olurdu. 


O günün koşullarına göre elde ettiklerimizle yetinmesini, onların kıymetini bildik mi de, Lozan’ı imzalayanlar eleştiri konusu yapılıyorlar?


Lozan antlaşmasına göre silahlandırılmaları yasak olan Yunanistan’a bırakılan adalar,  bugün silah ve asker deposu haline gelmiş ve burnumuzun dibinde birer uçak gemisi konumunda bekliyorlar. 


Siz, Lozan'ı eleştiren aymazlar, o günün çetin koşullarına göre, Lozan ile alamadığımız adaların silahlandırılarak,  pimi çekilmek üzere bekleyen el bombası ve uçak gemisi haline getirilmesine niçin göz yumdunuz, tarafsız ve boş kalması gereken küçük adacıkların Yunan tarafından işgal edilerek silahlandırılmasına,  niçin göz yumuyorsunuz, elinizi ve ayağınızı tutan mı var?


Lozan ile kaldırılan kapitülasyonlar ve Osmanlıdan kalan dış borçların ödenmesine rağmen, bugün yetmiş sente muhtaç kalarak, 128 milyar doları hortumlayıp hazineyi tamtakır bırakarak, ülkemizi ekonomik olarak dış güçlere teslim eden, ülkenin dış borçlarını yaklaşık 500 milyar dolara çıkararak, Lozan ile kaldırılan kapitülasyonu fiilen hortlatan, ülkemizi dış güçlere bağımlı kılan, eski sömürgelerimiz çarşaflı Araplara bize yardım edin din kardeşlerimiz diyerek yalvaran, ülkenin değerli arazilerini ve değerlerini, halktan gizleyerek kapalı kapılar ardında, yok pahasına pis Araplara satarak peşkeş çeken,  sizler değil misiniz?


Ekonomik bağımsızlığı olmayan ülkelerin,  siyasi bağımsızlıkları da asala olamaz. Bu yalın gerçeğe rağmen, ülkenin tüm ekonomik varlıklarını, ülke topraklarını,  döviz açığınızı kapatmak ve israfınıza devam etmek için satarak, dış borçları sürekli artırarak, ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokan, ülkeyi Lozan koşullarının dahi gerisine getirerek, ülkenin Lozan ile elde ettiği tapu senedini delik deşik eden,  siz aymazlar değil misiniz?


Oturun oturduğunuz yerde, utanmadan konuşmayınız ve susunuz, Lozan'a gölge etmeyiniz,  başka ihsan istemiyoruz sizlerden.

Güner Yiğitbaşı

24/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sende mi Kılıçdaroğlu?
Artık kime güveneceğimizi şaşırdık.  


Politikacılara güven dip yaptı benin açımdan bundan sonra.  


KILIÇDAROĞLU'na iki konuda çok güveniyordum.  


İlk'i;   başarısız olduğunu gördüğü anda koltuğu bırakır ve istifa eder.  tıpkı batılı politikacılar gibi diye düşünüyor ve kendisine bu konuda çok güveniyordum.  


14 Mayıs seçimlerinden sonra, tüm olumlu koşullara rağmen maalesef kazanamadığı halde istifa edip koltuğu bırakamadı.  


İkincisi;  KILIÇDAROĞLU'nu dürüst ve şeffaf, ülke yararını önceleyen bir kişi ve politikacı olarak tanımıştım ve çok güvenmiştim kendisine.  


KILIÇDAROĞLU;  evet namuslu, dürüst, boğazından haram geçmemiş bir kişi ve politikacı, ancak;   sebebi ne olursa olsun, bir tv kanalında yaptığı son açıklama ve itirafları,  şeffaflığına ve ülke yararını öncelediğine ilişkin güvenime büyük bir darbe indirdi maalesef.  


Birinci turu kazanamamış ikinci tur için arayış içindeki KILIÇDAROĞLU;  her şeye rağmen, seçim kazanmak uğruna Zafer Partisi lideri Ümit ÖZDAĞ ile Millet İttifakı ortaklarından ve kendi partisinin yetkili kurullarından gizli bir protokole imza atmamalıydı, bir takım vaatlerde bulunmamalıydı.  


KILIÇDAROĞLU;  çıktığı bir televizyonda yaptığı söyleşide, Ümit ÖZDAĞ'ın ileri sürdüğü gibi, ikinci turda kendisini desteklemesi karşılığında,  Zafer Partisine;   birisi İçişleri Bakanlığı olmak üzere üç bakanlık verileceğine ilişkin protokole bağlanan ikili gizli anlaşmayı doğruladı.  Bu protokollün varlığını inkar eden CHP sözcüsü Faik ÖZTRAK'ın,  bu gizli anlaşmadan habersiz olduğunu itiraf etti.  


KILIÇDAROĞLU;  denize de düşmüş olsa,  yılana sarılarak itibarına gölge düşürmemeliydi.  


KILIÇAROĞLU;  Cumhurbaşkanı seçilseydi, gizlice ikili olarak anlaştığı ve protokola bağladığı Zafer Partisine verdiği sözü tutması için,  Ümit ÖZDAĞ,  haklı olarak KILIÇDAROĞLU'ndan vaadini yerine getirmesini talep edecekti ve bu gizli rezil anlaşma ortaya çıkacaktı.  KILIÇDAROĞLU;  bu durumda altılı masanın diğer bileşeni parti liderlerine bu rezaleti nasıl açıklayacaktı, bu rezaleti nasıl savunabilecekti?


KILIÇDAROĞLU'nun;   altılı masanın diğer bileşeni partilerden gizlice Zafer Partisi ile yaptığı ikili anlaşma ve protokol;   seçimin kazanılması halinde, haklı olarak altılı masanın diğer liderleri tarafından olumlu karşılanmayacak ve daha ilk başta yürütmeyi kazanan Millet İttifakı içinde bir kriz çıkacaktı.  İşe krizle başlayan, millet meclisinde de çoğunluğu elinde bulundurmayan, Cumhur İttifakına büyük bir koz veren KILIÇDAROĞLU liderliğindeki Millet İttifakının, sadece yürütme ile sınırlı iktidarı halka da güven vermeyeceği gibi,  asla başarılı da olamayacaktı.  


Bu krizi düşünemeyen bir skandala imza atan KILIÇDAROĞLU;   benim de adayım olmasına ve kendisine oy vermeme rağmen,  iyi ki;   seçilememiş demek zorundayım.  


Ben kendimi aldatılmış hissediyorum, sanırım KILIÇDAROĞLU'na oy veren seçmenler de aynı duyguları yaşıyorlardır.  


Bu skandal da ortaya çıktıktan sonra, seçimi kaybetmiş olan KILIÇDAROĞLU,  artık hiç durmamalı ve derhal istifa etmelidir.  


Bir önceki yazımızda, İMAMOĞLU liderliğindeki değişim isteyen, aslında bunda hakları ve inandırıcılıkları bulunmayan CHP içindeki bir muhalif kadronun sanal ortamda yaptıkları gizli toplantıyı etik dışı bulduğumuzu gerekçeleriyle açıklamaya çalışmıştık, bu yazımız bazı okurlar nezdinde KILIÇDARĞLU destekçisi olarak yorumlanmış, asla öyle bir niyetimiz yok, olayı tarafsız bir gözle değerlendirdim sadece, bu son yazım da KILIÇDAROĞLU'na körü körüne biat eden kişiliksiz bir kişi olmadığımı, tarafsız bir şekilde sadece doğruları beyan ettiğimi sanırım ortaya koymuş olmalıdır.  


Evet, sen de mi KILIÇDAROĞLU?

Güner Yiğitbaşı

21/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ölünün Kırkı Çıkmadan Miras Kavgasına Başlamak
Millet İttifakının lider partisi CHP'nin genel başkanı KILIÇDAROĞLU'nun ortak aday olarak Cumhurbaşkanı seçileceğine büyük çoğunluk inandı, inananlardan biri de bendim. 


Şimdi, değişim diyerek CHP genel merkez yönetimine bayrak açanlara, telekonferans yöntemiyle İMAMOĞLU başkanlığında yapılan toplantıya katılanlara bakıyoruz; tümü de, seçimlere KILIÇDAROĞLU'nun yakın kurmay kadrosu olarak katılan, KILIÇDAROĞLU'na biat eden, parti yönetiminde söz sahibi olan ve varsa bir seçim başarısızlığı,  bu başarısızlıkta pay ve sorumlulukları olan kişiler. 


KILIÇDAROĞLU'nun;  kuyudan çıkarıp, aday yaptığı ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığına seçilmesine ve bu sayede ülke çapında tanınarak ünlenmesine vesile olduğu, 14 Mayıs seçimlerinde KILIÇDAROĞLU'na destek veren, mitingler düzenleyerek onun adına konuşmalar ve propagandalar yapan, mitinglerde KILIÇDAROĞLU'nun yanında yer alan, kürsüye çıkarken, seçilmiş gibi,  KILIÇDAROĞLU'nu 13. Cumhurbaşkanımız diye takdim ederek gaza getiren, övündüğü Karadenizliliğine rağmen,  memleketi Trabzon ve diğer Karadeniz şehirlerinden KILIÇDAROĞLU yararına oy sağlayamayarak başarısız olan İMAMOĞLU da,  bu toplantının ve değişim hareketinin lideri.  


Evet,  en başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerinin değişime ihtiyaçlarının olduğu yadsınamaz. 


Ancak, bir kadro hareketinden ziyade, partinin teşkilatına, yapısına,  faaliyet tarz ve  usulüne ilişkin olması gereken bu köklü değişimin,  şurada 9 ay gibi kısa süre kalan Mart. 2024 yerel seçimlerine asla yetişemeyeceği öngörülmeli ve yaklaşan yerel seçimler öncesinde parti içi çekişmelere neden olacak olan değişim sürecinin yerel seçimlerden hemen sonra başlatılarak, 2028 seçimlerine kadar tamamlanması aceleye getirilmemesi gerekirdi. 


Adama sorarlar, sizlerin; seçimi kaybettikten sonra beğenmediğiniz ve uzaklaştırmak istediğiniz KILIÇDAROĞLU'ndan ne farkınız var, sizler onun yanında ve arkasında duran onunla birlikte parti politikalarını belirleyen ve uygulayan,  KLIÇDAROĞLU'nun ortak adaylığı açıklandıktan sonra parti meclis grubunda yaptığı son veda konuşmasından sonra duygulanarak,  salya sümük gözyaşı döken ve KILIÇDAROĞLU'na bağlılığınızı gösteren insanlar değil misiniz?


Hele toplantıya katılan  birisi var ki; milletvekili adayı dahi olmadı, zira kazanılacağından emin olduğu seçim sonrasında Adalet Bakanı olmayı düşünüyordu. 


Toplantıya katılanlara bakıyoruz. Grup başkanı, eski grup başkan vekili, halihazır grup başkan vekili, eski ve yeni MYK üyeleri. 


KILIÇDAROĞLU'na karşı, kurultayı beklemeden değişim adı altında bayrak açacaksanız,  kendinize İMAMOĞLU'nu yeni lideriniz olarak seçilip arkasında saf tutacaksanız, önce kendisini inkar ettiğiniz KILIÇDAROĞLU'nun genel başkanlık döneminde seçildiğiniz parti yönetim görevlerinizden istifa etmeniz gerekirdi. Bunu yapmadan,  hala KILIÇDAROĞLU'nun temsilcisi ve vekili sıfatıyla,  KILIÇDAROĞLU'na karşı bir hareketin içinde yer alamazsınız. Yer alırsanız da,  bu etik dışı bir davranış olur. 


Hani vardır ya; baba vefat eder,  çocuklar,  daha ölenin kırkı çıkmadan miras kavgasına tutuşurlar, hatta cinayetler işlenir bir aileden iki üç ölü çıkar,  geri kalanlar da kodesi boylarlar ocakları söner gider,  bir dünya malı mal için. 


İşte biz, seçimin kaybında sorumlulukları olan kişilerin,  kaybedilen seçimlerden hemen sonra, seçimin kaybının muhasebe ve özeleştirisi yapılmadan, kaybın gerçek nedenleri araştırılıp tespit edilmeden, bize göre çok önemli, seçimde toplam kaç sığınmacının oy kullandığı, bu oyların sayısının seçimlerin sonucuna olan etkisi saptanmadan, seçimin kaybından sorumlu olan kişiler tarafından, seçimin  kaybının tüm sorumluluğunu KILIÇDAROĞLU'nun sırtına yükleyerek, yangından mal kaçırır gibi içi doldurulmamış değişim naralarıyla CHP'de değişim istenmesini ve genel merkezden gizli toplantılar yapılmasını etik ve parti ve ülkemiz adına yararlı bulmuyoruz.

Güner Yiğitbaşı

20/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Muhalefeti Laik Devlete Sahip Çıkmaya  Davet Ediyoruz
Daha geçtiğimiz gün (15/07/2023) demokratik ve laik düzene karşı kalkışma girişiminde bulunduğu günün yedinci yıldönümünü idrak ettiğimiz GÜLEN Cemaatinden gerekli derslerin çıkarılmadığını, AKP iktidarının ve onun başının, yeni cemaat ve tarikatlara kucak açan bir siyasal çizgi içinde bulunduğunu,  üzülerek gözlemliyoruz. 


Uygulanmasa da;  halen,  yürürlükte bulunan anayasasında T. C. nin demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti olduğu yazılı olan ülkemiz;  adeta, tarikat ve cemaatlere teslim edilmiş bulunmaktadır. 


Sosyal yaşamımızı, aile yapımızı ve eğitimimizi,  anti laik,  dini esaslara göre düzenlemek için,  her gün bu şımarık ve yasa dışı cemaat ve tarikatların yeni dayatmaları ve bu dayatmalara yeşil ışık yakan bir siyasal iktidarla karşı karşıyayız maalesef.  


Ülkemizde konserler, sosyal aktiviteler cemaat ve tarikatların itirazları ve bu itirazlara boyun eğen siyasal iktidar ve onun bürokrasideki uzantıları tarafından yasaklanmaktadır. 


Bugünlerde, iyice azıtan ve meydanı boş bulan bu illegal,  anti laik cemaat ve tarikatlar, karma eğitime göz dikmişler ve karma eğitime son verilerek kız okullarının açılması dayatmasına başlamışlardır. 


Bu yasa ve anayasa tanımayan İslam dinini kendi çıkarları için istismar ederek tanınmaz hale getiren, kendi şeyhlerini Allaha şirk koşan, beyinleri uçkurlarında, altı yaşındaki kız çocuklarına cinsel obje olarak bakan, altı yaşındaki kız çocuklarına şehvet duyan, bu yobaz,  şımarık ve pervasız tarikatlar meydanı boş bularak, karma eğitime bayrak açmışlardır. 


Maalesef,  yasa ve anayasa tanımayan, kadınları ve küçücük kız çocuklarını erkeklerle eşit yurttaş ve kişi değil, cinsel dürtülerini ayaklandıran  bir dişi olarak görüp kabul eden bu çıkarcı yobazlara,  siyasal iktidar da el altından arka çıkmakta ve kızlarımız,  erkek çocuklarıyla birlikte aynı okulda okumak istemiyorlar yalanına dört elle sarılarak,  kız okulları açılabileceğini dillendirmeye başlamıştır. 


Büyük ATATÜRK'ün; ” Efendiler ve ey millet,  iyi biliniz ki,  Türkiye Cumhuriyeti şeyhler,  dervişler,  müritler,  mensuplar memleketi olamaz.  En doğru ve en gerçek tarikat,  uygarlık tarikatıdır. ” sözü Türk Milletine bir vasiyetidir. 


Kadınlardan ve kız çocuklarından niçin korkuyorlar anlamak mümkün değil. Kendilerini dünyaya getiren analarının da bir kız çocuğu ve kadın oluğunun farkında mı değiller bunlar? Söyelemek istemiyorum ama, düşünmeden de edemiyorum, bu beyinleri uçkurlarında olan kişiler, kadın oldukları için kendi öz analarından ve kızlarından da mı tahrik oluyorlar acaba?


Hayır, bu kadar yasa ve anayasa dışılığa artık karşı çıkmalıyız toplum ve muhalefet partileri olarak, bu talep bir özgürlük ve hak değildir, hakkın kötüye kullanılması ve büyük bir aymazlık ve şımarıklıktır. 


Kız çocukları için ayrı okullar açılması, karma eğitime son verilmesi talebini benimseyerek savunan ve işi daha da ileriye taşıyan Cumhur İttifakının bileşeni bir partinin genel başkanı da, hastaneleri de ayıralım kadın hastanesi yapalım buyurmuşlar. Hastane yapmakla kalmıyor ki iş. Buraya kadın doktorlar ve yardımcı sağlık personeli atayacaksın, tüm kurumlar haremlik ve selamlık çifter çifter olacak, peki bu değirmenin suyunu nereden bulacaksınız hiç düşündünüz mü?


Ülkemizdeki, giderek artan kadın düşmanlığı ve cinayetlerinin, kadını eşit yurttaş ve kişi değil yatağa girilecek bir dişi olarak kabul eden zihniyetin temelinde ve kaynağında; karma eğitime karşı çıkan ve kızlar için ayrı okullar isteyen bu gafillerin ellerinde, kızları ve  kadınları dişi olarak gören zihniyetle yetiştirilen ve eğitilen, özgüveni olmayan,  kompleksli ve önyargılı gayri medeni insanlarımız  yer almaktadır. 


Burada en başta ana muhalefet partisi olmak üzere,  tüm muhalefet partilerimize büyük görev ve  rol düşmektedir. 


Sakın ola ki; siyasal iktidara, karma eğitime son verme girişiminde en ufak bir destekte bulunmasınlar, bugünden tezi yok cemaat ve tarikat kaynaklı,  siyasal iktidarın da arayıp bulamadığı bu girişime tüm güçleriyle karşı çıkıp engel olsunlar. Bu konu, laik demokrasimiz ve AKP'nin oy tabanını genişletme açısından öyle önemlidir ki; muhalefet,  asla oy endişesine kapılmamalı, böyle bir düzenleme ile yetişen yeni nesil seçmenlerin AKP'nin arka bahçesi ve oy deposu olacağı gerçeğini asla akıllarından çıkarmamalıdırlar ve bu konuda siyasal iktidara asla destek olmamalıdırlar.

Güner Yiğitbaşı

17/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kurtuluş Laiklik İlkesi Ve Hukukun Üstünlüğünde Yatıyor
Sandık;  demokrasinin zorunlu,  ancak tek koşulu değildir. 


Devleti yönetecek olanların,  sandıkta halkın oylarıyla seçilerek belirlenmesi, ülkenin demokratik usullerle yönetildiği, ülkede demokrasinin hüküm sürdüğü anlamına gelemez. 


Demokrasiden bahsedebilmek için, seçimle sandıkta belirlenerek iş başına gelen siyasal iktidarın; ülkeyi yönetirken yapacağı yanlışların hesabını da,  hukuken ve siyaseten  vermeleri, ülkenin laik bir anlayışla ve  akılcı bir şekilde yönetilmesi,  üstünlerin hukukunun değil,  hukukun üstünlüğünün ve onun zorunlu koşulu olan yargı bağımsızlığının olmasına, yargının yürütmeden emir ve talimat alarak değil, yürürlükteki anayasa ve yasalara uygun olarak tarafsız bir şekilde görev yapmasına bağlıdır. 


Ancak bu takdirdedir ki; halkımız, oylarıyla iş başına getirdiği siyasal iktidarı, yeni seçimleri beklemeden, anayasada belirtilen yöntemlerle, sivil baskı grupları olarak  denetleyebilsin, ben sana beş yıllığına oy verdim ama,  sen daha iktidarının başında yanlış yoldasın, emaneti kötüye kullanıyorsun diyerek,  korkusuzca siyasal iktidarı uyarabilsin. 


Günümüzün modern toplumlarının yönetilebilmesi, ekonomik tedbirlerin akla ve bilime uygun olarak alınabilmesi için gerekli olan koşullar,  çağın gerisinde kalan dogmatik ve değiştirilemez katı din kurallarıyla örtüşmeyebilir. Dinin kuralları tersini söylüyor da olsa, örneğin;  enflasyonun önlenmesi için faizlerin artırılması gerekiyorsa, faizler artırılabilmelidir. Laik toplum olmanın önemi de buradadır. 


Şu anda ülkeyi iki dudağından çıkan emir ve talimatlarla tek başına yöneten ve hem laik hem dindar olunamaz görüşünü savunan ERDOĞAN; ortada nas var, faizleri artıramam, kaldı ki; ben ekonomistim faiz neden enflasyon sonuçtur diyerek faizleri indirmiş ve Merkez Bankasının döviz stoklarını eksiye getirmiş, enflasyon inecek yerde daha da artmış, döviz fiyatları aşırı yükselerek, pahalılık olarak halkın sırtına binmiştir. 


ERDOĞAN hiç kusura bakmasın. Hem laik,  hem de dindar olunabilir bal gibi. Ama, hem laik hem de dinci olunamaz,  din simsarlığı yapılamaz tabi. 


Yine ERDOĞAN hiç kusura bakmasın ve Cumhurbaşkanı şapkasını başına geçirmeye kalkmasın. 


Sayın ERDOĞAN;  sen,  ekonomi bilmiyorsun, ben bir hukukçu olarak Hukuk Fakültesinde altmış sene önce okuduğum sınırlı ekonomi ve maliye dersleriyle,  senden iyi ekonomi bildiğimi iddia edebilirim. Zira, ben laik bir düşünce ve kafa yapısına sahibim, katı ve değişmez dogmatik din kurallarının esiri değilim. Dinin;  sosyal hayatı, ekonomiyi ve hukuku düzenleyen kurallarıyla bağlı değilim, günümüzün icaplarına göre tesis edilen laik hukuk ve ekonomi kuralları neyi emrediyorsa ona göre düşünüyorum. 


Ben de dinsiz değilim tabi. Dinin, ahlaki kurallarına sıkı sıkıya bağlıyım, kul hakkı yemem, hırsızlık yapmam, yalan söylemem, kimseye iftira atmam, yolsuzluk yapmam vesaire. 


Demokrasi; özgürlükler ve laik kurallar rejimidir. 


Demokrasi; özgürlükleri koruyan, geliştiren ve anayasal teminat altına alan bir rejimdir. 


Demokrasi; özgürlükleri içlerine sindirebilmiş, içselleştirebilmiş, erdem sahibi olanların çoğunlukta oldukları bir rejimdir. 


Demokrasi; maalesef, çok naiftir. Demokrasinin, kişilere tanıdığı özgürlükler, gün gelir demokrasiyi de yok edebilir, demokrasi herkesi korur ama, demokrasiyi amaç olarak benimseyen , sadece araç olarak kullanan demokrasi düşmanı yöneticilere karşı kendisini korumada yetersiz kalan,  korumasız bir rejimdir. 


Bu nedenle;  erdemli, özgürlüklere saygılı, özgürlükleri sadece kendisi için var sayan değil,  herkes için özgürlükleri savunanların, demokrasiyi araç olarak değil,  amaç olarak benimseyenlerin, laiklerin, hukukun üstünlüğünü benimseyenlerin çoğunlukta oldukları bir rejimdir. 


Bugün ülkemizi yöneten saray yönetimi; kendilerinden hesap sorulamıyor,  sandıktan çıkmanın sarhoşluğu, anti laik düşünce ve kafa yapısı içinde olmaları, demokrasiyi bir amaç değil,  araç olarak kabul etmeleri nedenleriyle, bir erdem rejimi olan naif demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını yok ederek adeta boğazlamış ve ülkemizi içinde bulunduğumuz yoksulluğa, pahalılığa ve felakete sürüklemiştir. 


ERDOĞAN; ülkenin ekonomisini almış olduğu yanlış kararlarla bozmuş, hukuk önünde bunun hesabını vermeden, yine kendi aklınca zam üzerine kurulu yeni ekonomik tedbirleri alarak, yoksul halkın sırtından alınan vasıtalı vergilere, devletin kontrolü altındaki ürünlere, dün gece de sela eşliğinde akaryakıta getirdiği fahiş zamla adeta halkımızı yaşadığına pişman etmiştir. 


Saray'ın can simidi olan Diyanet İşleri Başkanı da, boş durmamış ve 81 ilin müftüsüne yolladığı talimatla; camisi olmayan,  özellikle sayfiye yerlerine mobil seyyar mescit ve ezan sesinin duyulmadığı yerlerden de ezan sesinin duyulmasını temin etmeleri için gerekli önlemlerin alınmasını talep etmiştir. 


Plan ve alınan kararların zamanlaması ne güzel değil mi?


Yine, vasıtalı vergi ve zamlarla sırtına ekonominin tüm ağır yükü bindirilen fakir halkın dini duyguları ile oynayarak, onların dini duygularını okşayarak, kader ve yazgı üzerinden kendi acımasız ve haksız, bilgi ve akıl dışı ekonomik kararlarının faturasından kurtulmak, güzel dinimizi halkı kandırmak ve sakinleştirmek için uyuşturucu ve afyon olarak kullanmak,  tek amaçları budur. 


Yanılıyorsunuz, halkın dayanma gücünün ve demokratik sabrının da bir sınırı olduğunu, köşeye sıkıştırılan bir kedinin dahi, önce sinip, sonrasında can havliyle saldırıya geçtiğini,  lütfen ve asla unutmayınız. 


Sizlerden beklemek belki abesle iştigal ve saflık ama, bir kez daha ülkeyi yönetenlere seslenmek istiyoruz. 


Ülkenin kurtuluşu, laiklik ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden geçmektedir. Laiklik ve hukukun üstünlüğü ilkelerini hakim kılamazsanız,  asla başarılı olamayacaksınız.

Güner Yiğitbaşı

16/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

15 Temmuz’u demokrasi günü olarak kutlamaya yüzümüz var mıdır?
Bugün,  15/Temmuz/2023

15 Temmuz; ülkemizde demokrasiye son vererek,  tek adama (FETÖ) dayalı otoriter ve faşist,  dini esaslara dayalı bir diktatörlük kurmak için,   sinsi planlar yaparak,  bu planı bir bir uygulamaya koyan hain FETÖ'nün; iş başındaki AKP iktidarıyla işbirliği halinde,  Türk Silahlı Kuvvetlerinin büyük bölümüne sızarak ve yuvalanarak,  amacını gerçekleştirmek için düğmeye basıp darbe girişiminde bulunduğu günün, yedinci yıl dönümüdür. 

Gün,  hamaset yaparak,  sadece hain FETÖ'yü yerden yere vurup,  olmayan demokrasinin edebiyatını yapma ve gerçeklerin üzerini örtme günü değil,  korkmadan ve çekinmeden,  eğri oturup doğru konuşma,  objektif olarak,  15  Temmuz darbe girişiminden kurtulan demokrasimizin; demokrasi adına,  demokrasi kullanılarak yok edildiği içler acısı durumuna bakarak,   gerçek bir değerlendirme yapma ve sözüm ona darbe girişiminden kurtarılan demokrasimizin,  darbeyi başarısız kılmakla ve bugünü demokrasi günü olarak ilan edip  kutlamakla övünen AKP iktidarı tarafından yok edildiği bugünkü acıklı halini değerlendirme ve gözler önüne serme günüdür. 

Darbe girişiminde bulunan FETÖ'nün; paralel bir yapı olarak,   devleti ele geçirerek darbe girişiminde bulunabilecek güce erişmesinde; AKP iktidarının,   atama kararnamelerindeki,  meclise sunduğu yasa teklif ve tasarılarındaki imzalarını ve icraatlarını yok sayarak,  sadece FETÖ'yü suçlamak,  FETÖ'nün güçlenmesindeki AKP katkılarını yadsımak ve yok saymak,   kendimizi aldatmak ve demokrasimize yapacağımız en büyük kötülüktür. 

15 Temmuz darbe girişimi önlenmiştir de ne olmuştur,  

Ondan sonra neler yapılmıştır,  darbe mağduru iş başındaki siyasal iktidar,  samimi bir şekilde demokrasimize sahip çıkarak,  demokrasimizi ve özgürlükleri daha yukarılara mı taşımıştır,  

Yoksa,  demokratik seçimle işbaşına gelen iktidar,   yine seçimle iş başından gitmelidir düşüncesiyle,  demokrasiyi sadece seçimlere mi indirgemiştir,  

Siyasal iktidarın tek derdi,  FETÖ darbesiyle iktidardan düşürülmemek midir,  yoksa gerçekten  demokrasinin özü olan laik ve demokratik insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak mıdır?

Bugün,  ülkesini ve demokrasisini seven gerçek demokratlar; korkmamak ve hamaseti bırakarak,  eğri oturup doğruları konuşmak ve bu soruların gerçek cevaplarını arayıp bulmak zorundadırlar. 

15. Temmuz FETÖ darbe girişimi önlenmiştir de,   sonrasında neler olmuştur?

Bir düşününüz lütfen. AKP iktidarı,  darbe girişiminin önlenmesinden sonra,  FETÖ yerine bizzat kendisi,   demokrasiyi yok etmek için öyle kötü şeyler yaptı ki; bu ülke insanı,   FETÖ darbe girişiminden kurtulduğuna dahi sevinemedi,  sevinci kursaklarında kaldı. 

Sahi,  bir hatırlayınız,  ERDOĞAN'ın FETÖ için söylediklerini. 

Ne istediler de vermedik,  ne istedilerse verdik. 

Aynı menzile (hedefe) birlikte gidiyorduk. 

Demedi mi?

FETÖ ile aynı menzile birlikte giderken,  iktidar hırsı ve yarışı içinde,   birbirlerini yok etme ve yeme  yarışına giren AKP iktidarı,  FETÖ ile aynı hedefe gitmekte ise,  bu hedefin ne olduğu çok açıktır. 

Darbe girişiminden sonra,   darbeye katılan hainleri soruşturan savcıların iddianamelerinde ve darbeci FETÖ'cüleri yargılayarak mahkum eden mahkemelerin gerekçeli kararlarında;  FETÖ'nün menzili,  hedefi ve amacı açıkça yer almaktadır,  açınız bakınız ve AKP iktidarının gitmekte olduğu menzili anlayınız. Bu menzilin demokrasi,  laiklik ve özgürlükler olmadığını açıkça göreceksiniz. 

Sayın ERDOĞAN'ın; 15. Temmuzu demokrasi günü ve bayramı olarak kutladığına ve nutuklar attığına bakmayınız. O,   ülkenin darbe girişiminden,   demokrasinin,   FETÖ'nün elinden  kurtulduğuna değil,  iktidardan düşürülemediğine sevinmekte ve şükretmektedir. kendisinin,   FETÖ ile aynı menzile gittiğine dair açık ve samimi itirafları vardır ve FETÖ'nün demokrasiyi yıkarak faşist bir din devleti kurmayı hedeflediği ve amaçladığı mahkeme kararlarıyla tescil edilmiştir. 

Parantezi kapayarak devam edelim. 

Darbe girişiminden beş gün sonra,  bu darbe girişimi vesile yapılarak,   20. Temmuz günü,  darbeden kurtulan ve demokrasiyle yeniden tanışan,  demokrasiye şükretmesi ve iyi ki demokrasi varmış demesi gereken AKP iktidarı tarafından ülkemizde olağanüstü hal ilan edildi ve yıllarca,   bu ülke olağanüstü hal altında idare edildi. 

Olağanüstü hal yönetimi,  geçici ve Anayasal demokratik bir yönetim tarzıdır,  koşulları varsa ilan edilebilir,  buna bir diyeceğimiz yoktur. 

Ancak,  olağanüstü hal yönetiminin anayasal kuralları vardır. Olağanüstü hal döneminde  acil ve sadece olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konulara sınırlı kanun hükmünde kararnameler çıkarılabilecekken,  ERDOĞAN başkanlığında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Olağanüstü hal kararnameleriyle,  devletin yapısı değiştirilmiş,  kökleşmiş kurumlar kapatılmış,  demokrasiyi teminat altına alan kurum ve kurallar yok edilmiştir.  Olağanüstü halin ilanını gerekli kılan konular dışında,   yasa gibi her alanı düzenleyen kurallar içeren olağanüstü hal kararnameleri çıkarılarak,   meclis devre dışı bırakılmış ve anayasa açıkça ihlal edilmiş,   ülkemiz keyfi ve anti demokratik bir yönetimin altına sokulmuştur. 

Sonrasında anayasa değiştirilerek,   Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında ucube bir rejim tesis edilmiş,  partili cumhurbaşkanıyla bugünkü antidemokratik ve anti laik düzen kurulmuş,  yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrımı ilkesi kaldırılmış,   yasama,  yürütme ve yargı tek elde sarayda birleşmiş,  ülke;  saraydan ve tek adam tarafından kararnamelerle,  yargıya ve yasama ‘ya saraydan verilen talimatlarla yönetilmeye başlanmıştır. 

Yargı bağımsızlığı yok edilmiş,  yargı Türk Milleti adına değil saray adına yetki kullanmaya başlamıştır. 

FETÖ'nün iktidar ortağı iken yargı ne ise,   bugün de yargı odur.  

Kumpas davalar,  haksız tutuklamalar artarak devam etmektedir. 

FETÖ'nün siyasal iktidar ortağı olduğu dönemde yargılanan aynı gazeteciler,  bugün de,   AKP iktidarını eleştirdiler diye,  bugünün bağımlı yargısı tarafından tutuklu olarak yargılanmaktadır. 

Gazetecinin kimliği hiç önemli değildir. Dün FETÖ'nün,   bugün ise,   ERDOĞAN yargısının yargıladığı gazetecilerin ortak yanları; laik,  demokrat,  özgürlükçü olmaları ve siyasal iktidarı haklı olarak eleştirmeleri ve ülkelerini seven kişiler olmalarıdır. 

Bu koşullarda,  bu güzel ülkemizde;  15. Temmuzları,   demokrasi günü ve bayramı olarak kutlamaya,   en başta AKP iktidarı olmak üzere,   kimsenin yüzü ve hakkı yoktur. 

Hep birlikte demokrasimizin ruhuna bir Fatiha okumak,   tek yapmamız gereken gerçekçi bir davranış olacaktır.  

Demokrasi; ha darbeyle ve silah zoruyla yok edilmiş,  ha devleti yönetenler tarafından,   devletin ve yasaların gücü ve koruması kullanılarak içeriden yok edilmiş,  biz insanlar için hiç önemli değil,  önemli olan demokrasinin yaşatılması ve geliştirilmesidir. 

15 Temmuzda darbe girişiminden dersler çıkarılmamış ve darbeci GÜLEN Cemaati yerine yeni cemaatler Devlet'e sızmış ve siyasal iktidarın gözdeleri olmuştur. 

Menzil Tarikatının liderinin geçtiğimiz gün ölümü üzerine iş başındaki iktidarın gösterdiği yakın ilgi,  bu konuda bir arpa boyu yol alınmadığını,  tarikat ve cemaatlerin,  anti laik bir anlayışla devlet çarkı içinde önemini ve ağırlığını muhafaza ettiği gerçeğini, çarpıcı olarak ortaya koymuştur.

Güner Yiğitbaşı

15/Temmuz/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Artık yeter diye haykırmak, isyan etmek istiyoruz!

Emekliler Ulus Meydanında “açız, yoksuluz, geçinemiyoruz” dediler

2021 Tüm Emekliler Sendikası, Ankara Ulus Meydanında basın açıklaması yaparak, “açız, yoksuluz, geçinemiyoruz” haykırarak seslerini iktidara duyurmaya çalıştılar. Basın açıklamasına bazı politikacılar, sendikacılar, vatandaşlar katıldılar. Basın açıklamasında şunları söylediler:

“Bilindiği gibi geçtiğimiz günlerde gerçekleşen ve biz emeklilerin insanca yaşam haklarını elde edilebilmenin gerçeğe dönüşeceği umudunu taşıdığımız çok önemli bir ülke seçim sürecini geride bırakmış bulunuyoruz. 

Ancak ne yazık ki gerçekleşen bu seçim sürecinin açıklanan sonuçları itibarıyla şimdiye kadar tam 21 yılı aşkın zamandan bu yana tek başına iktidarını sürdüren ve bu seçim süreçlerinde iktidar olmanın yarattığı güçler her kademede ve her türlü devlet olanaklarını partisi ve kendileri için kullanmaktan çekinmeyen, geçmiş iktidarları süresince aldıkları karar ve uygulamalarıyla şu an sayıları 15 milyonu aşkın sosyal güvenlik alanın da yer alan “emekli , dul ve yetim” haklarına sahip bizleri yok sayan böyle bir iktidarın devamıyla sonuçlandığı görülen bu süreç sonunda bizleri ve bu ülke baş başa bırakmıştır.

Değerli basın, değerli yurttaşlarımız:

Bizler mevcut iktidarı eli ve desteğiyle bu soygun düzenin de üçer, beşer maaş ve huuzur hakkı alalım” diye değil, insanca ve onurumuzla yaşamımızı sürdüreceğimiz bir maaş ve bu haklarımızı koruyup,  sürdürebilmek adına oluşturduğumuz Emekli Sandıklarımızın örgütlülüğünün önünde yıllardan bu yana haksız ve hukuksuz şekilde faaliyetlerimizin engellenmesine son verilmesi ile çocuklarımız ve torunlarımızın hayallerinden endişe duymayacakları, umutlarını yitirmedikleri mutlu ve güvenceli bir gelecek sağlayan ülke yaratabilmekti tüm mücadelemizdeki muradımız…

Ancak gerçekleşen bu seçim sonuçları bizlerin bu beklentilerini boşa çıkartan bir sonucu gösteriyorsa da, geçilen bu bir buçuk aya içinde ve özellikle son günlerde yaşamımızı tümüyle yok sayan adaletsiz ve haksız, “ben yaptım oldu” amaçlı jet hızıyla uygulamaya sokulan, adeta akıl almaz nitelikte şuursuzca ve hiçbir hukuksal gerçeğe dayanmayan vergiler ve harçların olağan üstü artırılması ve yaşamımızın içinde yer alan diğer zorunlu her türlü ürünlere peş peşe yapılan zamlar, daha seçimlerin yazılı mürekkepleri kurumadan hepimizin yaşamını derinden etkiler gerçeğiyle yüz yüze kalmış sak, sanıyoruz ki bizlerin seçimler öncesi bu iktidar hakkında yaptığımız tespitin ne denli haklı bir tutum ve tavrı ortaya koyduğumuzu bir kez daha net anlaşılır kılmıştır.

Sonuç olarak bu durumun çok kısa özeti şudur:

Devlet hazinesi boşalmış, bütçe normal gelirlerle telafisi mümkün olmayan şekilde açık vermiştir.

Son olarak yürürlüğe sokulan “yeni asgari ücretin yürürlüğe sokulması ile aynı zamanda gerçekçi olmayan oranlarla düşük gösterilen enflasyon sonuçlarıyla da olsa memur ve işçi emekli maaşlarının bu aydan itibaren uygulamaya girmesi sonucu, bu iktidar iki seçenekle karşı karşıya kaldığını hissetmiş ve “ya dışarıdan zorlanarak ta olsa yüksek faizli kredi bulabilme, ya da şu an olduğu gibi, emeğiyle veya emeklilikle yaşamını kıt kanaat sürdürmeye çalışan vatandaşlarımızı, yani en geniş halk kesimlerini hedefleyen “Deli Dumrul hikayesini hatırlatır şekilde vergilendirme ve harçlar adı altında olağan üstü hukuk dışı ödenti planlarını yine bizlerin sırtına yüklemeyi seçmiş ve uygulamaya sokmuştur.

Değerli basın, değerli yurttaşlarımız;

Buraya kadar kısmen özetlemeye çalıştığımız ve yaşamsal olarak tam bir felaketi andıran bu ülke gerçeğimizle karşı karşıya kaldığımız şu anda, bizlerin zaten açlık sınırı altında sürmekte olan yaşam koşullarımızın bu sözde maaş artış oranları ile tam bir yoksulluk ve sefaletin içerisine itildiğimiz bir gösterge olmuştur.

Üstelik bu artış oranı uygulanır hale dönüştüğünde, şu ana kadar 7.500 TL en düşük emekli maaşı almakta olan ve sayıları 9 milyonu aşan bu kişilerin içinde yine yaklaşık 6 milyonu bulabilecek kök maaşı 6.000 TL ve daha altında olan emeklilerimiz bu artıştan yararlanamayacak olup, yine 7.500 TL olarak emekli maaşı almayı sürdürür olacaklaradır.

Değerli basın ve değerli yurttaşlarımız;

Her ay çeşitli kurumlarca tespit edilip açıklanmakta olan yaşamsal geçim endekslerine göre , 4 kişilik bir ailenin mutfak gideri, yani sadece beslenmeyi ifade eden açlık sınırı harcaması 12 bin, yoksulluk sınırı ise 34 bin liraya ulaşmış olup, sadece mütevazi sayılacak bir ev veya dairenin aylık kirası en düşük emekli maaşına eş değerdedir.

Emekliler Ulus Meydanında “açız, yoksuluz, geçinemiyoruz” dediler

Elbette bu yaşamımızla ilgili daha onlarca gerçek örnekleri çoğaltmamız mümkün, ancak artık yeter diye haykırmak, isyan etmek istiyoruz!. 

Açız-yoksuluz-geçinemiyoruz insanca yaşayamıyoruz! Bayramlarda dahi çocuk ve torunlarımıza en ufak bir harçlık veremiyoruz, bankalardan veya yakınlarımızdan zorlukla alabildiğimiz borç paralarla yaşam mücadelesi veriyoruz.

Ben bu ülkeyi anonim şirket gibi yöneteceğim” diyen emekçi emekli düşmanı, patron sevici yani sadece zengin dostu böyle bir siyasal iktidarın, emekli maaşlarına layık gördüğü %25 lik sefalet zammını kabul etmiyor, zammını al başına çal, diyoruz.

Bu ülkenin geçmiş ve bugünün kalkınmasında görev ve sorumluluk almış ve üretmesinde bir fiil ömür tüketip, katma değer yaratmış, ayrıca yine bu devlete kuruşuna kadar vergisini verip, emekliliğine kadar sosyal güvenlik kurumuna eksiksiz primlerini ödeyen ve ülkemize dair her türlü vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş bulunan biz emeklilerimizi böylesi bir yaşam koşullarına mahkûm edemezsiniz.

Sizlerden ayrıcalıklı bir lütuf beklemiyor ve istemiyoruz! Ancak en doğal hakkımız olan insanca yaşam şartlarımızın yerine getirilmesini istiyoruz.

En düşük emekli maaşımızın çalışan memurlara dair yürürlüğe sokulan en düşük maaş oranına endekslenmesini.

Maaşlarımıza süratle ve vakit geçirmeden seyyanen ek zam ve ülke kalkınmasında ortaya çıkan parasal oranın derhâl maaşlarımıza eklenmesi ile geçmişte seçim vaadi olarak siyaseten verilen 3600 göstergenin kamuda çalışan tüm personele ve emeklilere ödenmesini.

Emekli maaşlarındaki adaletsiz ve ayrışan maaş farklılıklarını giderici ve geniş kapsamlı intibak düzenlenmesinin yapılmasını, ayrıca yılda 4 kez olmak üzere birer maaş tutarında ikramiye ödenmesinin yürürlüğe sokulmasını.

Sağlığımızla ilgili her türlü tedavilerimizin sonuncunda maaşlarımızdan kesilen ödemelere son verilmesi ve en doğal insan ve anayasal hakkımız olan sendikal örgütlenme gerçeğiyle yaşam şartlarımızın korunup, geliştirilmesinin önünde engel olunmaması ve sendika statümüzün tanınması amacıyla uluslararası antlaşmalar ve anayasamızın 90 ncı maddesine uygun haline getirilmesini bekliyor ve istiyoruz.

Yaşasın emeklilerin birleşik mücadelesi, yaşasın demokrasi ve insanca yaşam mücadelemiz”.

Çankaya Şube yürütme kurulu.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Ülkeyi 21 Senedir Yönetenlerin Bellerinde Kemer Yok
Ülkeyi;  tek başına,  hiçbir anayasa ve yasa kuralına tabi olmaksızın, keyfine göre, kural tanımadan yöneten ve aldığı,  ülkeyi siyaseten ve ekonomik olarak büyük zararlara uğratan onlarca yanlış karardan, yıllar içinde “U” dönüşleri yaparak dönmek zorunda kalan,  aldığı hiçbir kararı ülke ve vatandaşlar lehine sonuçlar doğurmayan, iki şapkalı, elinde cumhurbaşkanına hakaret sopası bulunan ve bu sopayı emrindeki yargı marifetiyle acımazsızca kullanan ERDOĞAN; son seçimlerde malum usullerle halktan aldığı beş yıllık yetkiye dayanarak, seçim öncesinde bozduğu ve ülkeyi yaşanmaz kılan ekonominin yanmakta olan ateşini söndürmek için, en kolay ve klasik tedbirlere sarılmış, adil olmayan vasıtalı vergileri artırarak ateşe adeta benzin dökmüştür. 


Yanan bir ateşe benzin dökülmez, döküldüğü anda yanmakta olan ateş ile  parlayan alevin benzini dökenlerin yüzlerini yaktığını hepimiz biliriz. 


İşte, aslında hak etmediği seçim zaferinin arkasına sığınan ERDOĞAN; kendisine oy veren  dar gelirlileri vuracak, iğneden ipliğe her ürünün fiyatını artıracak olan,  en başta KDV ve ÖTV olmak üzere vasıtalı vergileri artırmış, MTV nin yıl içinde ikinci kez tahsiline kalkışmıştır. 


Siyasal iktidar acz içindedir. Seçim kazanmak için uyguladığı seçim politikalarına harcadığı paralar yüzünden,  zaten boş olan hazine tamamen dip yapmış olup, bu nedenle acil sıcak paraya ihtiyacı vardır. Bu paraların toplanmasının en güvenli, garantili, kolay ve hızlı yolu da vasıtalı vergilerin artırılması ve motorlu taşıtlar vergilerinin mükerreren tahsilinden geçmektedir. 


Kemer sıkma fedakarlığı her daim fakir halktan istenmektedir. Bellerinde kemer olmadığı anlaşılan bizi yönetenlerin; her zaman olduğu gibi,  kemer sıkma gibi bir niyetlerinin olmadığını görüyoruz. 74 yaşındayım bugüne kadar onlarca kez kemer sıkmak zorunda bırakıldım, hiçbir yararını da asla görmedim. Ölmeden önce, bir kez de kemerlerin gevşetildiğini göreceğimi asla düşünmüyorum. 


ERDOĞAN; şunu çok iyi bilmektedir. 21 senelik iktidarı boyunca onlarca seçime girmiş ve iktidar olmanın olanaklarını, din simsarlığını devreye sokarak yarattığı her koşulda  kendisine biat eden  kemik seçmen tabanıyla girdiği her seçimi az farkla da olsa kazanabiliyor. 


Son seçimlere de,  neredeyse tüm muhalefetin,  kendisine yönelik ittifak yaparak girmesine rağmen seçimi kazanmış olmasının da verdiği üstün moralle, halkı ezen son ekonomik zam kararlarını korkusuzca alabilmiş, bu kararları aldıktan sonra yaptığı bir konuşmasında, kendisini dinleyenlere, yüzlerine bakmaktan utanacak yerde,  İstanbul'u da alacağız değil mi diye sorabilmiştir. 


ERDOĞAN hiç üzülmesin, evet seçim yenilgisinin hayal kırıklığını hala üzerinden atamayan ben ve benim gibi muhaliflerin ve ana muhalefet partisi CHP'nin ne olduğu belirsiz içi doldurulamayan değişim teraneleriyle bölük börçük halinden yararlanarak İstanbul ve Ankara Büyük Şehir Belediyelerini geri alacaktır, bundan adım gibi eminim. 


Yineliyorum. ERDOĞAN eline geçirdiği devlet aygıtını,  koltuktan inmemek için sonuna kadar kullandığı, basının hür ve özgür olmadığı, basının tamamına yakınını emri altında tuttuğu, AKP genel başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmalarına ve eylemlerine yönelik suç teşkil etmeyen eleştirileri dahi emrindeki yargı silahıyla cumhurbaşkanına hakaret suçuna dönüştürdüğü ve bunda da başaralı olduğu, din ağırlıklı eğitime devam edilerek dindar ve kindar nesil yetiştirmeye devam ettiği, örtülü ödeneği her yıl artan oranlarda ve özellikle de seçim dönemlerinde amacı dışında sınırsız olarak kullandığı sürece yapılacak olan tüm seçimleri kazanacaktır, hiç kimse değişelim diye ortalıklarda dolaşmasın. 


Bundan kötüsü olabilir mi?


Bu ülkede;  lütfedip, aklını kullanıp biraz da  seçmen değişsin ve doğruları görebilsin artık.

Güner Yiğitbaşı

11/07/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget