Haziran 2023
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Üç kez idama mahkûm edilen İttihatçı Doktor Nâzım Bey
Adalet tarihinde üst üste birkaç kez idama mahkûm edilen kimseler varsa da İttihat ve Terakki Partisi Liderlerinden çok maceralı bir yaşamı olan Nazım Bey (1870-1926) gibi değişik zamanlarda idama mahkûm edilen kimse hemen hemen yok gibidir. Bu yazımızda İttihat ve Terakki Partisinin en maceralı liderlerinden Dr. Nazım Bey’in üç kez nasıl idama mahkûm edildiğine yer vereceğiz.        
Dr. Nazım Bey, yaşamı devrim mücadeleleri ve fırtınalar içinde geçen Osmanlının son aydınlarındandır. Doktor Nâzım Bey, Selanikli Nâzım (1870–26 Ağustos 1926), Türk doktor, siyasetçi ve Fenerbahçe Spor Kulübü'nün eski başkanıdır.

Yaşamı

1870’te Selanik’te dünyaya geldi. Babası Vardar boylarından Hacı Abdülhami Efendi, annesi Ayşe Hanım’dır. Babasını henüz bebekken kaybetti. Rüştiye eğitimini Selanik’te tamamladıktan sonra diğer öğrenciler gibi Dr. Nazım Bey de okulda Namık Kemal’in yazılarını okuyarak onun etkisinde kaldı. Milli ve vatani duygularla beslenen Dr. Nazım Bey; 1887’de İstanbul Askeri Tıbbiye İdadisi ’ne girdi. Bu okuldaki üç yıllık eğitimin ardından Mekteb-i Tıbbiyeyi Şahane ’ye (Askeri Tıp Akademisi) girdi. Tıp eğitimi sırasında İttihad-i Osmani Cemiyeti'ne katıldı. Öğrenimi sürmekte iken 1894 yılında tıbbiye öğrencilerinden Ahmet Verdani ve Ali Zühtü Beylerle birlikte cemiyet tarafından Paris’e gönderildi.

Avrupa yılları ilk idam kararı

Doktor Nâzım ve arkadaşları, Paris’e kendilerinden 5 yıl önce gelen ve Abdülhamit’e karşı muhalefet eden Ahmet Rıza Bey ile ilişki kurmak, ona Cemiyeti yurt dışında temsil etmesini önermekle görevlendirilmişti. Dr. Nâzım, Avrupa’daki Jön Türkler ile Osmanlı’daki muhalif gençlerin “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adı altında birleşmesine öncülük etti. Dr. Nazım Bey cemiyet içinde aktif görevler alarak II, Ahdülhamit yönetimine karşı olan siyasî görüşlerini gençlere anlatmaya çalıştı. Kendine özgü çalışmaları ve disiplin anlayışı ile cemiyet içinde en dikkat çeken faal üyeler arasında yer aldı. Çalışkanlığı ile gençlere örnek oldu. Cemiyetin başkanlığını Ahmet Rıza üstlendi; cemiyetin yayın organı Meşveret Gazetesi’ni birlikte çıkardılar. Dr. Nâzım yarım kalan tıp eğitimini Paris’te Sorbonne Üniversitesi Tıp fakültesine kaydoldu.  Tıp öğrenimini tamamlayarak jinekolog doktor oldu, Paris hastanesinde göreve başladı.
1896 yılında II. Abdülhamit, İttihatçıların darbe yapacağına ilişkin bir istihbarat üzerine bir yandan İstanbul’da büyük bir tutuklama operasyonu düzenlerken diğer yandan Fransız hükümetine Paris’teki İttihatçıları sınır dışı etmesi için baskılarını arttırmıştı. Bu baskılar sonucu Doktor Nâzım ve arkadaşları Fransa’dan sınır dışı edildi. Belçika'da eylemlerine devam eden örgüt, yine II. Abdülhamid'in ısrarlarıyla buradan da sınır dışı edilince İsviçre'ye geçti. Dr. Nâzım, burada Tunalı Hilmi, Abdullah Cevdet gibi isimlerin de aralarında bulunduğu aydınları örgüte kazandırdıktan sonra, kaçak olarak Paris'e gitti. Cemiyetin 1896’da Paris’te düzenlediği olağanüstü toplantıda Mizancı Muradın (1)
Demokrat tarihçi ve politikacıydı. Jön Türkler mensubuydu ve Pan-İslamist bir siyasi duruşu vardı. Dr. Nazım’ın ömrü başka diyarlarda gurbetlerde bazen kaçak II. Abdülhamid’in istibdadına karşı mücadelelerle geçmiş bir vatanseverdir.  1886'da Mizan adlı bir gazete çıkardı. Başkan seçilmesinden sonra cemiyetin merkezi Cenevre’ye taşındı ancak Mizancı Murad ile anlaşamayan Ahmet Rıza'nın Paris'te kalıp Fransızca Meşveret'i yayınlaması uygun görülmüştü. Dr. Nâzım da onunla birlikte Paris'te kaldı.
Dr. Nazım Bey, Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane’nin üçüncü sınıfına geldiğinde okul yönetiminin aldığı sıkı tedbirler çekilmeyecek kadar ağırlaşmıştı. İtihad-ı Osmani Cemiyeti, öğrenimlerini tamamlamak ve fikirlerini yaymak amacıyla yetenekli öğrencileri Avrupa’ya gönderiyordu. Bursa Milli Eğitim Müdürü iken 1889 yılında Paris’e giden Ahmet Rıza Bey’in kültürel ve siyası çalışmaları, öğrenciler üzerinde iyi bir etki yapmıştı. İdareciler, Ahmet Rıza Bey’in İttihad-i Osmani Cemiyeti’ne üye yapılmasını faydalı görüyordu. Bu amaçla yirmi bir yaşında olan Dr. Nazım Bey, Ahmet Rıza Bey’i kazanmak ve çalışmalarından yararlanmak için 1893 yılında Paris’e gönderildi. Sorbon Üniversitesi Tıp Fakültesine kaydoldu.  Zamanla anlaşmazlıkların artması üzerine cemiyet üyeleri, Ahmet Rıza ve Dr. Nâzım'ın cemiyetten çıkarılmasına karar verip bunu Mizan'da yayınladılar (bu gelişme üzerine Mizancı Murad başkanlığı bırakmak zorunda kalmış; yerine Çürüksulu Ahmet Bey getirilmiştir). Cemiyet, kısa süre sonra dağılma sürecine girdi; Haziran 1897'de II. Abdülhamit'in ser hafiyesi Ahmet Celaleddin Paşa ile cemiyet namına görüşen Mizancı Murad, padişah affı ile İstanbul'a dönünce onu Türk sefaretlerinde görev kabul eden diğer Jön Türkler izledi. Doktor Nâzım, Sultanın tekliflerini kabul etmeyip geriye kalan bir avuç hürriyet yanlısından birisiydi. Arkadaşları ile Meşveret'i yayınlamayı sürdürdü.
Jön Türkleri birleştirmek amacıyla Prens Sabahattin'in girişimiyle 4-9 Şubat 1902'de Paris'te ilk Jön Türk Kongresi'nde Dr. Nâzım, “Prens Sabahattinci” grupla düşünsel ayrılığa düştü. Prens Sabahattin ve Ali Kemal Bey'lerin başını çektiği grup, düzenlenecek bir ihtilal için başka devletlerin iş birliğini uygun görüyor, Ahmet Rıza ve Dr. Nâzım ise bunu kabul etmiyordu. Kongre, bir karar alamadan dağıldı. Aynı tarihlerde İstanbul'da Dr. Nâzım hakkındaki ilk idam kararı verildi.
 

Selanik ve İzmir günleri

1907 yılında Prens Sabahattin “Teşebbüs-ü Şahsi ve Âdem-i Merkeziyet Cemiyeti” adıyla yeni bir dernek kurarken Dr. Nâzım, Bahattin Şakir ile birlikte “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin başını çekti. Aynı yıl merkezi Selanik olan “Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin daveti üzerine Rum komitacıların yardımıyla Selanik'e geçti. İstibdat yönetimine karşı Paris’teki sivil örgütlenmenin yanı sıra Selanik’te askeri bir örgütlenme oluşmuştu. İki örgüt 27 Eylül 1907'de imzalanan bir belge birleştirildi. Dr. Nâzım, “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti” adının kullanılmasını kabul ettirdi.
Dr. Nâzım, Selanik’teki cemiyet ile yakınlaşması sonucu hürriyetin dağa çıkarak kazanılacağına kanaat getirdi. Rumeli’deki ayaklanmaları bastırmak için İzmir’den Selanik’e ordu gönderilmesini emredilince İzmir’deki askerler arasında örgütlenmeyi sağlamak için “Tütüncü Yakup Ağa” kimliğiyle İzmir'e gidip dükkân açtı. Bu dükkânda propaganda faaliyetleri yürüttü; birçok genci cemiyetin yeminli üyesi yaptı.
Makedonya'daki Kolağası Niyazi Bey ve ardından Binbaşı Enver Bey’in dağa çıkıp ihtilali başlatmasından sonra bölgeye gönderilen İzmir ordusunun ilk taburları Selanik rıhtımına çıktıklarında ihtilale katıldılar. 23 Temmuz 1908’de Makedonya’nın Köprülü Hükümet Konağı önünde İkinci Meşrutiyet ilan edildi. O sırada Milas’ta bulunan Dr. Nâzım, ihtilal haberini alınca Selanik’e geçti; diğer yöneticiler gibi Londra Oteli’nin balkonundan nutuk verdi.(2)

II. Meşrutiyet

Dr. Nâzım, Meşrutiyet’in ilanından sonra “Anadolu vilayetleri Umumi Valisi” görevine getirildiği için İzmir’e döndü ancak aktif görevde yer almak yerine perde arkasında kalmayı istiyordu. Bu nedenle bir süre Selanik Belediye Hastanesi Baştabibi olarak çalıştı, ancak cemiyet merkez komitesinin sürekli üyesi olup 1911’e kadar cemiyetin genel sekreterliğini yaptı.

31 Mart İsyanı

31 Mart ayaklanması sırasına örgütün genel sekreteriydi. İsyanından sonra Fırkasının iktidar olmasıyla başlayan ittihatçı avı sırasında 9 Kasım 1912'de Yunanistan'da yakalandı. Babıali baskınının ardından iktidara gelen İttihatçıların çabalarıyla serbest bırakıldı ve yurda döndü. Son ana kadar Osmanlının birinci dünya savaşında tarafsız kalması gerektiğini düşündü ve böyle olacağına inandı.
1912-1918
Dr Nâzım, cemiyette çeşitli komisyonların yanında 1916 yılında Fenerbahçe Spor Kulübü’ne de başkanlık etti. Celal Sahir Bey ile birlikte İzmir’de “Halka Doğru” Dergisi'ni çıkardı.

Maarif Nazırlığı

1918’de yeni kurulan hükümette, istememesine karşın kısa bir süre Maarif Nazırı (Eğitim Bakanı)ı oldu. Dr. Nazım Bey, Millî Eğitim Bakanlığı görevinde iken sosyal ve kültürel faaliyetle­rin başına Ziya Gökalp’i tayin etti. Bakanlık personeline ve öğretmenlerine aşırı derecede ilgi gösterdi. Devlet malını titizlikle korudu. Devlet malına gösterdiği aşırı hassasiyet ve dürüstlüğü sebebiyle bakanlıkta şahsına ayrılan makam arabasına binmedi. Almanya’nın yenilmesinden sonra hükümet düştü; parti ise kendisini feshetme karar aldı.
Dr. Nazım, siyasetle büyük bir samimiyetle ilgilenmiş ve Abdülhamid’e şiddetli, fütursuz ve cesurca muhalefet etmiştir. Anlatılanlara göre, II. Abdülhamid aleyhinde şiddetli muhalefet yapmasına karşın, Abdülhamid tarafından bile takdirle karşılanmıştır.

Almanya ve Rusya

Osmanlının Birinci Dünya Savaşında yenik sayılmasından sonra, yargılanmaktan cezalandırılmaktan çekinen üst düzey İttihatçılar, bir Alman denizaltısı ile Kasım 1918 başında Almanya’ya kaçarken aralarında bulunanlardan birisi de Dr. Nâzım idi. 5 Temmuz 1919'da işgal kuvvetlerinin baskısı ile savaş suçluları arasında sayılarak Divan-ı Harbi Örfü tarafından gıyabında ikinci idam kararı çıktı.
Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) sonunda Osmanlı ve müttefikleri yenik sayılınca işgalci devletler kendilerini savaş suçlusu saydıklarından, yargılanmaları için iktidardaki İttihat ve Terakki üyelerinin peşine düştüler. Bu partinin liderleri yurt dışına kaçmış olsalar da, Sırasıyla Talat Paşa, Sait Halim Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Azmi Bey ve Cemal Paşa Ermeni suikastçılar tarafından birer birer öldürüldüler. Dr. Nâzım, Talat Bey’in katilinin cezalandırılması, Paşa’nın bir büstünün yapılması için uğraş verdi. Bu arada, Avrupa'da verimsiz olduğunu, Ankara'ya geçmek istediğini Mustafa Kemal Paşa'ya birden çok kez yazdıysa da cevap alamadı. Bunun hayal kırıklığı ile Moskova’ya Enver Paşa’nın yanına gitti. Muharebesi’nin kazanıldığı haberi gelince Enver Paşa ile yolları ayrıldı. Şair Nazım Hikmet’in de yardımıyla hatıralarını yazmaya başladı ama tamamlayamadı ve yayınlayamadı.(3)
Enver Paşa Bolşevikler ile çarpışınca Rusların kendisini Moskova’dan uzaklaştırmak istemesi üzerine Almanya’ya gitti. Ancak Almanya’da, Ermeni komitacılar tarafından öldürülme riski vardı. Nitekim 1922'de Berlin’de Ermeniler tarafından düzenlenen suikasttan kurtuldu. Suikast olayından sonra İzmirli dostlarının ricası sonucu Mustafa Kemal Dr. Nazım’ın 1922 de yurda girmesine izin verdi.

Yurda dönüşü ve idamı

1922’de İzmir'e yerleşen Doktor Nâzım siyasetten elini eteğini çekti. Cumhuriyetin ilanından sonra da bacanağı dışişleri bakanı Doktor Tevfik Rüştü Aras başta olma üzere eski İttihatçılarla görüşmeye devam etti.
1926 Atatürk'e karşı düzenlenmesi planlanan Suikastının ardından tutuklandı. İstiklâl Mahkemesi'nde yargılandı. Hakkında, İttihatçılarla aynı evlerde bulunmaktan ve suikasta katıldığına ilişkin başka bir kanıt bulunamadı. Yine de üçüncü kez idama mahkûm edildi. Ömrü II. Abdülhamid istibdadına karşı mücadelelerle geçen Dr. Nazım Bey, 26 Ağustos 1926'da idam edildi. İdam sehpasına çıkarılırken, “Efendiler, bu meselede katiyen alakam ve sa-i taksirim yoktur. Masumum,” diye bağırsa da cellat idam emrini almıştı.(4)
Dr. Nazım Bey’in idam cezasına çarptırılma haberi İttihatçılar tarafından hayretle karşılandı. Onun fedakâr ve mahru          http://tr.wikipedia.org/wiki/Doktor_N%C3%A2z%C4%B1m_Beymiyetlerle sürdürdüğü hayatı, laik, demokratik ve cumhuriyet rejimi ile yönetilen Türkiye Cumhuriyeti Devlet’i için feda edildi. Oysa Dr. Nazım Bey, Cumhuriyet rejimine hayatını adamış ve bu uğurda feda olmaya bütün samimiyeti ile razı olmuştu. O, çok sevdiği laik, demokratik ve cumhuriyet rejiminin Türkiye’de kurulmasına çok sevinmişti. Fakat dikkatli olmaması, söz ve davranışlarını kontrol edememesi hayatına mal oldu”.(5)

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Sonnotlar

(1) (Mizancı Murat Bey (1854–1917), İkinci Meşrutiyet döneminde Osmanlıcılık kavramını canlandırma çalışmalarıyla tanınan bir Osmanlı monarşistti (Monarşizm, bir hükümdarın üstün yetkilerle devlet başkanı olduğu yönetim biçimi olan monarşiyi savunan siyasal öğretidir. Bu siyasi öğretiyi savunan bireylere de monarşist denir).

(2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Doktor_N%C3%A2z%C4%B1m_Bey

(3)Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/siyaset-tr/242783-doktor-nazim-bey.html#ixzz31XE385OL

4) Vikipedi, özgür ansiklopedi

(5)Ahmet Eyicil

Meral Akşener'in Liderlik Yeteneği
İYİ PARTİ bugün (24/06/2023) seçim sonrası 3. olağan kongresini yapmaya başladı. 


Genel Başkan AKŞENER'in; hem parti içine, hem de parti dışına,  özellikle de altılı masanın en büyük partisi,  lokomotifi CHP'ye yönelik; içerik, üslup, ses tonu ve vücut dili itibariyle zehir zemberek konuşması,  güne damgasını vurdu. 


Bir benzetme yapmak gerekirse,  AKŞENER; 14 Mayıs seçimleri öncesinde devirdiği altılı masa benzerini,  bugün yaptığı konuşması ile yinelemiş oldu. 


Altılı Masa ve Millet İttifakı için,  Allah rahmet eylesin,  ruhu şad olsun diyebiliriz. 


AKŞENER; bunu sürekli yapıyor. İyi bir lider,  testiyi kırdırmamalı, liderliğini ve ortaklığını yaptığı oluşumlarda,  otoritesini ve iradesini zamanında ortaya koymalı, işi sinirlerinin boşalmasına neden olacak aşamaya getirmemeli ve ipleri koparan sert ve kırıcı konuşma ile noktayı koymamalıdır. 


Bu nedenle, AKŞENER'in; yetenek ve sinir sistemi itibariyle, ülkemiz koşullarında bir muhalefet partisine liderlik yapıp yapamayacağı tartışmaya açık hale gelmiş ve İyi Partiden yeni  kopmaların önü iyice açılmıştır. 


AKŞENER; 2018 seçimlerine girebilmek için CHP'den ödünç olarak alıp grup kurduğu 15 milletvekilini,  en büyük pişmanlığı olarak ilan etmiş ve CHP'nin yaptığı  bu iyiliğinin bedelini ve diyetini hala ödeyemediklerini, daha doğrusu bu bedeli  ödemelerine rağmen, her vesileyle,  bu iyiliğin fazlasıyla  kafalarına kakıldığını dile getirmiş ve CHP'ye;  al atını ver tımarını diyerek,  Millet İttifakını tarihe gömmüştür. 


AKŞENER; 14 Mayıs Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin kaybedilmesinde, bazı çevrelerin haklı olarak, İYİ Partiyi suçlamalarını hazmedememiş ve bu konudaki kinini adeta kusmuştur. 


AKŞENER; İstanbul ve bazı büyük şehir belediye başkanlıklarının kazanılmasında kendilerinin yardımının inkar edildiği, kaybedilen seçimlerin sorumlusu olarak da İyi Partinin gösterildiğini iddia etmiştir. 


Evet, İstanbul ve bazı büyük şehir belediyelerinin kazanılmasında,  iyi partinin katkısı olmuştur. Ama, bu başarıdaki tek katkı,  İyi Partiye ait değildir. 


AKŞENER; 14 Mayıs seçimlerinde partisinin başarısız kalmasını ve umduğu sayıda milletvekili çıkaramamasının sorumlusu olarak da Millet İttifakının içinde yer almalarına bağlamış ve CHP'ye bundan iyi diyet ve bedel ödenmiş  olamaz demek istemiştir. 


AKŞENER; büyük bir alınganlık, kin ve nefret içinde yine yanlış teşhislerde bulunmuş, hatayı biraz da kendi liderlik anlayışında arayacak yerde,  Millet İttifakını itibarsızlaştırmış ve meydanı Cumhur İttifakına bırakmıştır. 


AKŞENER'in bugün yaptığı konuşma ile ikinci kez devirdiği Altılı Masa;  artık,  İYİ Parti ile asla devam edemez. Muhalefet partileri, özellikle de ana muhalefet partisi CHP; ülkenin mevcut seçmen profil yapısı içinde, çok zor ama, öyle bir değişim yapmalıdır ki; uzun vadede,  kendi öz varlığıyla ve tek başına seçim kazanır hale gelmelidir. 


Evet çok uzun vadede, en erken 2028 seçimlerinde kendi öz varlığını bulmalıdır. 


Demem o ki; CHP ve Millet İttifakı, sadece 14 Mayıs seçimlerini değil, bu moral bozukluğu, hayal kırıklığı ve parti içi çekişmeler,  değişim girişimleri ve ağzı sütten yanan HDP'nin; gelecek seçimleride kendi adayını çıkaracak olması gibi nedenlerle,  dokuz ay sonra yapılacak olan yerel seçimleri de, İzmir hariç, maalesef şimdiden kaybetmiştir. 


Bu nedenle, özellikle CHP de değişim talebiyle meydana çıkanlar, genel başkanlık koltuğuna yapışan KILIÇDAROĞLU, 2024 yerel seçimlerinde asla bir başarı beklememeli ve geleceklerini bu başarıya ipotek etmemelidirler, sonra çok pişman olurlar. 


CHP'de olup bitenlere, AKŞENER'in bugün yaptığı sert konuşmanın olası sonuçlarına baktığımızda Cumhur İttifakı ve onun lideri ERDOĞAN'ın;  2024 yerel seçimleri öncesinde önünde bulunan tüm engeller kalkmış ve seçim zaferi için tüm kapılar sonuna kadar ERDOĞAN'a açılmıştır.

Güner Yiğitbaşı

24/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ulus Meydanında emekliler zam yapılması için eylem yaptı
“Açlığa yoksulluğa hayır” dediler
2021 Tüm Emekliler Sendikası Ankara şube ve temsilcilerince “maaşlarıyla dul ve yetim aylıklarına, gerçek enflasyona göre derhal seyyanen ek zam yapılmalıdır” diyen emekliler Ankara Ulus Meydanındaki anıt önünde basın açıklaması ile eylem yaptılar.
Ellerinde duygularını, düşüncerini, isteklerini yansıtan dövizlerle Ulus Meydanındaki anıt önünde toplanan emekliler, uzaklardan bakan başka emekliler ile bazı küçük kalabalıklar ve uzaktan bakan polislerin meraklı bakışları önünde sloganlar atarak ellerindeki dövizleri sallıyorlardı.
Kamuoyuna yaptıkları basın bildirisinde ilgililere ve kamuoyuna şu duygularını yansıtmak istediler:
“22 yıldır tek başına iktidarda olduğu halde emekliyi görmeyen, açlığa ve sadaka düzeyine indirdiği maaşlarla açlık sınırı altında bir yaşama mahkûm eden tek adam iktidarı 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihinde yapılan seçimlerle tekrar iktidar oldu.
Tek adam rejiminin 22 yıllık karnesine baktığımızda:
Emeklilerin sendikalarını kapatan, Anayasal ve çağdaş bir hak olan örgütlenme haklarımızı gasp eden bir iktidar görüyoruz.

Ulus Meydanında emekliler zam yapılması için eylem yaptı

Emeklilere ve emekçilere kaşıkla verip kepçe ile alan bir iktidar görüyoruz.
Enflasyona ve hayat pahalılığı altında emeklileri inim inim inleten bir iktidar görüyoruz. Açlık sınırı altında bir yaşam a mahkûm edildikleri için mutfak ihtiyaçlarını bile alamaz duruma düşürülüp, ilerleme yaşlarında guruları kırılarak Pazar artıklarını toplamak zorunda bırakan bir iktidar görüyoruz.
Maalesef seçim sonrası her geçen gün tablonun daha da ağırlaşacağını biliyoruz çünkü Cumhuriyet tarihinde ilk kez Merkez bankasının döviz rezervleri milyarlarca dolar ekside. Seçimleri kazanabilmek için halktan ekonomiyi batırdıklarını gizlemek için Rusya’ya olan 30 milyar dolarlık doğalgaz borcunu ödenmeyip, ötelendiğini, yine körfez ülkelerinin iktidarın ekonomiyi batırdığı anlaşılmasın diye 40 dolar civarında tefeci faizi ile kısa vadeli kredi gönderdiği biliniyor.
Büyük umutlarla Maliye Bakanlığına getirdikleri Mehmet Şimşek bakanlığı devrederken kendisine dört elle sarılmalarına sebep olan ekonomik krizin sebebinin “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” diyerek tek adam rejiminin ekonomi politikaları olduğunu söyledi.
Mehmet Şimşek’in rasyonel olmayan yeni akıl dışı, gerçekçi olmayan politikalar sebebiyle oluştuğunu söylediği ekonomik krizin faturasını krizin sorumlusu olmayan başta emekliler olmak üzere halka keseceğini geçmiş pratiğinden biliyoruz.
Neoliberal politikaların sıkı bir savunucusu olan Mehmet Şimşek gün geldi “asgari ücret artışı zulümdür” dedi, gün geldi işçi grevini yasaklamayı, ertelemeyi savundu. Mehmet Şimşek gün geldi işçilerin tek güvencesi kıdem tazminatının işsizlik sebebi olduğunu, işgücü piyasansın olabildiğine esnekleşmesini, yani işçilerin kölelik şartlarında çalıştırılmasını savundu.
Bu neoliberal kafa yapısının biz emeklilere de sıcak bakmayıp sebebi olmadığımız ekonomik krizin faturasını bize ödetmek isteyeceği daha ilk icraatında belli oldu.
Bütçe açığı yılın ilk dört ayında 382,5 milyar TL. olarak öngörülenin çok üstünde gerçekleşti. Rasyonel olmayan ekonomi politikaları uyguladıkları kurtarıcı olarak getirdikleri kişi tarafından dahi söylenen tek adam iktidarının 2023 bütçesinin de rasyonel bir bütçe olmadığı 4 ay da ortaya çıktı.
Bu tabloyu bilerek göreve başlayan Mehmet Şimşek bütçe tasarrufuna Mayıs enflasyonu %0,04 olarak açıklayarak biz emeklilerin zamanımızdan çalarak, ekonomik krizin faturasını bizlere ödeteceğini göstermiş oldu.
ENAG’a göre mayıs ayı enflasyonu %5,68. Ama Mehmet Şimşek ile birlikte TUİK aklımızla daha fazla dalga geçecek.

Ulus Meydanında emekliler zam yapılması için eylem yaptı
Sebep olmadığımız krizin faturasını ödemeyeceğiz

Bütçe açığını kapatmak için iğneden, ipliğe her şeye zam yapacaklar. Bizleri daha da yoksullaştıracaklar.  Ülkede bozulan gelir dağılımını düzeltmek bir tarafa, “itibardan tasarruf olmaz” diyerek, şatafatlı yaşamlarından tasarruf yapmayarak, yüksek gelirlerden vergi almayarak, bütçe açığını dolaylı vergilerle başta biz emekliler olmak üzere halkın sırtına yıkacaklar.
Bu arada hem halkın dikkatini başka yöne çekmek, hem de fırsattan istifade çağdaş eğitime dayalı eğitim sisteminde yeni bir gedik açmak için Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet işleri bakanlığı okullarda danışmanlık yapması için din görevlileri göndermek üzere protokol imzaladı.
Krizin faturasını ödemek yerine, insanca yaşamak istiyoruz. Yükselen fiyatlara yetişemiyoruz. Faturaları ödeyemiyoruz. Çarşıda, pazarda yangın var. Şahsım tek adam iktidarının rasyonel olmayan ekonomi politikaları yüzünden Birleşmiş Milletler Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre dünyada son iki yılda gıda fiyatları son iki yılın en düşük seviyesine gerilemiş olmasına rağmen Türkiye’de sürekli artıyor.
Yıllarca çalıştık, vergi ve sigorta primlerimizi ödedik. Ömrümüzün geri kalan bölümünde insanca yaşamayı hak ettik.

Acil taleplerimiz

1-Tüm emekli maaşları ile dul ve yetim aylıkları ile dul ve yetim aylıklarına gerçek enflasyona göre derhal seyyanen ek zam yapılsın.
2-En düşük emekli aylığı ve bayram ikramiyesi asgari ücretle eşitlensin. Ocak, Nisan Temmuz ve Ekim aylarında yılda dört ikramiye verilsin.
3-İntibak Yasası derhal çıkarılsın. 2000 öncesi ve sonrası emekliler arasındaki maaş eşitliği giderilsin.
4-Aylık bağlama oranı (ABO) yeniden %,70 e çıkarılsın.

Ulus Meydanında emekliler zam yapılması için eylem yaptı
Emekli sendikaları statü yasası çıkarılsın

Milyonlarca emeklinin oylarıyla da işbaşına gelen siyasi iktidarlara ve TBMM’ye düşen görev, mevzuatta boşluğun arkasına sığınarak emeklilerin sendikal haklarını engellemek değil, emekli yurttaşların insanca ve onurlu bir yaşama sahip olabilmelerini sağlamaktır. Bu görev aynı zamanda demokratik hak ve özgürlüklerin uygulanması bakımından da elzem ve kaçınılmaz bir görevdir.
Dolayısıyla yapılması gereken şey emekli sandıklarını kapatmak için dava açmak değil, bu konuda gerekli olan anayasal ve yasal düzenlemeleri bir an önce gerçekleştirmektir.
Emekli aylıklarının TUİK’in açıkladığı sahte enflasyon oranlarına göre hükümet tarafından tek yanlı olarak belirlenmesi uygulamasına derhal son verilmelidir.
Tüm emeklilerle dul ve yetimlerine ödenen aylıkların toplu sözleşme yoluyla belirlenmesi için, Anayasanın “Sendika Kurma Hakkı” ve “Toplu Sözleşme Hakkı” ile ilgili 51 ve 53. Maddelerine “emekliler” ibaresi eklenerek, emeklilerin sendika kurma ve toplu sözleşme hakkı Anayasal güvence altına alınmalıdır.
Artık yeter! Dolar milyarderi ve milyoneri bir avuç patronu değil, milyonlarca yoksul emekliyi koruyun. Devlet bütçesi ve maliye hazinesi, dolar milyarderi ve milyoneri patronlar ve müteahhitler için değil, milyonlarca yoksul emekli için harcansın”.
Bu doğrultuda üyelerin konuşmaları ile eylem bitti.

Köpeğim Badi
Emekli olduktan bir müddet sonra, İzmit’te görevli olan oğlum Dr. Cüneyt evlerine küçük Ekransı Terrier cinsi bir köpek almışlar. Bu köpek evde ahşap kısımları kemiriyormuş, “başımıza sorun çıkaracak” diye ve de ayrıca bakımı da zor olduğu için bu sevimli köpeği bize Ankara’ya (Batıkent’deki) evimize getirdiler. “Baba bu sizde kalsın, altı ay sonra alacağız” diyerek bırakıp gittiler. Aradan 15 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde ne onlar köpeği istediler ne de biz alın götürün şu emanetinizi demedik. Böylece yıllar geçmeye devam ediyor birbirimize alışıyorduk. 

Adını “Badi” koyduğumuz adeta ailemizin bir parçası gibi olan bu köpeği, bir yere gidip de geç gelsem bile sabah akşam mutlaka ihtiyacı için sokağa çıkarıyor gezdiriyordum. Onunla sokağa çıktığım zaman kaldırımda giderken mahalledeki çocuklar gelip “onu sevebilir miyiz” diyerek etrafımızı sarıyorlardı. Badi’nin boynunda, yüzünde, sırtında kahverengi benekler vardı, bu benekleri gören bir küçük çocuk bu benekleri göstererek “amca buraları niye böyle boyadınız” deyince yanındaki biraz bir çocuk “kadeşim bu annesinden doğuşundan böyle doğmuş” demişti.  Bir gün parkta dört beş yaşlarında bir çocuk yanımıza doğru gelerek, “amca bu köpeği bana satar mısın” diyerek ricada bulundu. Ben de satarım, deyince o “kaç para” dedi, ben ona gayet seslice 185 kuruş git parayı getir hemen bu köpeği sana vereyim, dedim. Evi de yakın olan çocuk, olayı annesine anlatmaya gitti, sonradan öğrendiğime göre annesi köpek almayı istemediğinden oğluna, “185 kuruş çok pahalı alamayız, sen okulunu bitir sonra alırız”, demiş. 

2023 ün 19 Temmuz’unda kaybettiğim eşim ve ben bu sevimli köpeği çok sevmeye başladık. Rahmetli Eşim Gülhan o kadar çok seviyordu ki, onu okşuyor “küçük oğlum” diye seviyordu, ona çeşitli yazlık kışlık giysiler dikiyor, yemeğin içindeki kemikli etleri seçip “bu Badi’nin payı diyerek” besliyordu. Sürekli 15 yıl sabah akşam Badi’yi mutlaka kaldırımlara parklara ihtiyacı için gezmeye çıkarıyordum. İlk yıllarında gezmek için dört gözle bekliyor, gezmeye gitmek için varıp kapıya dayanıyor ve gezmeye çıkmayı çok seviniyordu. Her gezmeye çıkışımızda rastladığı kedileri müthiş kovalıyordu. 

Kedi kovalama sevdası yüzünden Badi’ye araba çarpıyor.

Köpeğim Badi

Yedi sekiz yıl kadar önce, yine böyle ihtiyaç gezisine çıktığımız bir gün, tasmasından çıkarıp yanımda uslu uslu kaldırımda yürüyordu, karşı kaldırımda bir kedinin gittiğini gören Badi, kediyi kovalamak için aniden karşı kaldırıma doğru fırladı. Caddeden hızla gelen bir araç Badi’ye çarptı, Badi bir feryat kopararak yolun ortasına yığılıp kaldı. Çarpan araç kaçarken, Badi titreyerek yatıyordu. Hemen Dışkapı’daki Veteriner Fakültesine götürdüm. Badi kucağımda çektiği acıdan olsa gerek titriyor gözlerinden yaşlar geliyordu. Doktorlar filmini çektiler, “ne yaptınız buna üç dört yerinden kalçası kırılmış” dediler.  Epey bir zaman ameliyatta kaldıktan sonra kalçası alçıya alınıp boynuna bir abajur taktılar verilen ilaçla eve yöneldik. Badi’nin bu haline o kadar üzülmüştüm ki, yolda Badi’nin çektiği acılardan yine gözlerinden yaşlar gelirken ben de göz yaşlarımı tutamadım. Kendi kendime, neden bunu tasmasından bıraktım Allah’ım diye vicdan azabı çekiyordum. Onun sağlığına kavuşması için, yaşlı gözlerimle, “Allah’ım ağzı var dili yok, çok acı çeken köpeğime şifa ver” diye üzüntü içinde dua ediyordum. Doktoru, “kırıklar tutar ama özen gösterirseniz iyi olur, ama biraz topallar, topal yürür” diyordu. Biz de tek iyi olsun da buna razıyız diyorduk.

Evde rahmetli eşim Gülhan onun için kıyma pişiriyor, kıymanın içine haplarını eziyor ona yediriyordu. Böylece yavaş yavaş toparlanmaya başladı; dışarıya çişini kakasını yapmaya alıştırdığımız için dışarıya gitmek dışarıya yapmak istiyordu. Bunun için sürüne sürüne kapıya yanaşıyor, kapının önüne ister istemez çişini yapıyordu. O günden sonra, Badi 

Sonunda düzelmeye başladı, yavaş yavaş kaldırımda yürütmeye başladığımız bir gün, Badi bir kediye rastladı, kediye doğru yaklaşırken kedi aniden pençesini uzatıp Badi’nin burnuna tırnağını batırmış olmadı ki Badi feryat ederek geriye çekildi. Badi o günden sonra kedilerden korkmaya çekinme, kedi görünce çekilmeye başladı.

15 yıldan fazla bir zamandır bende olan, sabah akşam mutlaka ihtiyaç gezisine çıkardığım köpeğim Badi yüzünden gezilere, tatile bile gidemiyorum. Eşimin sağlığında günübirlik gezilere katılıyordum, ama şimdilerde, aman köpeğime bir şey olur endişesi ile günübirlik gezilere bile katılamıyorum Yaşantımız böylece monoton devam ediyordu. 

Bundan on yıl kadar önce Kaman’da kardeşim Doğan’ı vefatı nedeni ile kaybetmiştik. Eşim Gülhan’la birlikte kapıyı kapatıp Kaman’a gitmemiz gerekiyordu. Ama Badi’yi ne yapacaktık, cenaze kalabalığında onu nasıl koruyacaktık. Onun için evin anahtarını bitişik komşuya verip, Badiyi birkaç gün gezdirmesini de rica ederek cenazeye gittik. Çok sürmedi, birkaç ay kadar sonra evimize hırsız girdi, bütün eşyaları gardıroptaki elbiseleri yerlere saçmışlar her şeyi altüst etmişler, unu bulguru dahi yere döküp altın aramışlar. Polis gelip bizim ve eşimin parmak izini aldı; komşunun oğlundan şüphelendik ama onun parmak izini polise bildirmedik, daha derin düşmanlık husumet oluşmasın diye.

Böylece nice maceralardan sonra aradan 15 yıl geçti, Badi artık yaşlanmaya başladı. İlk yıllarda heyecanla sevinçle gezmeye can atan Badi baktım, gezmeye çıkma hazırlığı yaparken, geri geri çekilmeye saklanmaya çalışıyordu. Çıkınca da yolda yürümekte zorlanıyordu. Bu yürüme zorluğuna karşın bazen yine de dışarı çıkmak için can atıyordu. Artık yürümekte zorlandığı zaman kucağıma alıyordum, parkın içinde serbest bırakıyordum.  Son gezmeye çıktığımız bir gün evimize yakın bir parkın içinde onu serbest bıraktım, ipi tasmaya bağlı yerde sürünüyor, ben önde o arkada yavaş yavaş yürüyorduk. Onu gözetleyerek yürürken otların arasından bir kedi belirdi, kedi Abdi’nin yerde sürünen ipine takıldı, Badi yavaş yavaş arkam süre yürüyor, kedi onun ipini tutuyor, kâh çekiyor, kâh onunla oynuyor; Badi arada bir geriye kediye bakıyor, kedileri gençliğinde müthiş kovalayan o sadece kediye bakıyordu, kim bilir içinden sadece “ipime dokunma” diyebiliyordur olmalı. Onların bu halini 80 yaşıma yaklaşmış ben, yaşlanmış köpeğim ve onların haline gülümseyerek seyrettim.  Bilmem daha ne kadar Badi ile yaşayacağız, diye kendi kendime söyleniyorum.

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Fotoğraflar: Parkta Badi ile, Badinin ipi ile oynayan kedi

Kılıçdaroğlu'na Yakışacak Olan Davranış
KILIÇDAROĞLU; on seneyi aşkın bir süredir CHP genel başkanı olup, partisinin başında birçok genel ve yerel seçimlere ve halk oylamasına katılmış ve İstanbul ve Ankara başta olmak üzere,  birçok büyükşehir belediye başkanlıklarının kazanıldığı, büyük bir başarıya imza atıldığı 2019 yerel seçimleri hariç, hiçbir seçimi kazanamamıştır. 


KILIÇDAROĞLU'nun;  2019 yerel seçim zaferinden önce kaybettiği seçimler yüzünden, seçim kazanamayan lider suçlaması üzerine yama olarak yapıştırılmış ve bu nedenle de,  2019 yerel seçim başarısına rağmen, 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Millet İttifakının ortak adayı olarak öne çıktığında,  bazı çevrelerce kazanamaz savıyla adaylığına karşı çıkılmış olmasına rağmen, bu satırların yazarı olan ben dahil,  büyük bir seçmen kitlesi,  bu sava katılmayarak, KILIÇDAROĞLU'nun 2019 yerel seçim zaferini kazandığı performansına ve son iki yıl içindeki olağanüstü çabasına bakarak,  Cumhurbaşkanlığını kazanacağına yürekten inanmış ve yazılarımızla KILIÇDAROĞLU^na yürekten destek vermiştik. 


Seçim sonrasında yazdığımız yazılarımızda açıkladığımız nedenlerle, seçimi  kaybeden KILIÇDAROĞLU'na karşı, seçim sonrasında değişim iddiasıyla açılan savaşa ve haksız eleştirenlere de  karşı çıktık. Ancak bu karşı çıkışımız,  KILIÇDAROĞLU'nun seçimi kaybettiği gerçeğini ortadan kaldıramayacağı için, KILIÇDAROĞLU'nun ağır ve haksız eleştirilerle kendisinin ve CHP'nin daha fazla yıpranarak zarar görmemesi için, genel başkanlığı bırakarak köşesine çekilmesi gerektiğini savunan yazılar da,  kaleme aldık. 


KILIÇDAROĞLU'nun;  bugün (13/06/2023) meclis grubunda yaptığı konuşmadan,  genel başkanlığı bırakmayacağı sonucunu çıkarmış bulunuyor ve kendisini ve partisini yıpratacak olan bu davranışından dolayı, kendisini seven bir seçmeni olarak KILIÇDAROĞLU adına üzülüyoruz. 


Artık ok yaydan fırlamış ve henüz içeriği açıklanmayan,  ne olduğu belirsiz, seçmeni zemzemle yıkanmış masum gösteren,  yenilginin tüm günahını KILIÇDAROĞLU'na yükleyen değişim rüzgarı esmeye başlamış olup, KILIÇDAROĞLU'nun bu rüzgara karşı koyması asla mümkün değildir. 


Bu nedenle,  KILIÇDAROĞLU; 2019 yerel seçimlerinin galibiyetini, İstanbul ve Ankara belediyelerinin iktidarın elinden alınmasının başarısını, son Cumhurbaşkanlığı seçiminde yenilmiş olsa da, aldığı yüzde elliye yakın halk oyu ve desteğinin hazzını gölgelemeden, en önemlisi de, 2024 yerel seçim mağlubiyetini tatmadan, işi tadında bırakmalı ve köşesine çekilmelidir. 


Biz, KILIÇDAROĞLU'nun;  2017 referandumu sonrasında da genel başkanlığı bırakması için 04/05/2017 tarihli yazıyı kaleme almışız.  Bugünleri hatırlatan bu yazımızı aşağıda aynen yayınlıyoruz. 13/06/2023 Güner YİĞİTBAŞI-Hukukçu


KILIÇDAROĞLU İLKESEL VE ETİK OLARAK KOLTUĞU BIRAKMALIDIR



Politikada sonuç almak önemlidir. Seçimlerde başarı gösterip iktidar olursan,  gerçek çapın ve değerin ne olursa olsun başarılısındır. Seçime dayalı demokrasinin bir cilvesidir bu,  yapacak başka bir şey yoktur. 


Şaibeli,  eşit koşullarda ve demokratik bir ortamda yapılmamış olsada,  YSK'nın ilan ettiği sonuçlara göre,  referandumdan evetçiler galip çıkmış ve anayasa halk oyundan geçmiştir. 


Çok doğrudur,  referandum yerel veya genel bir seçim değildir, hayır oylarının içinde CHP seçmeninin olduğu kadar, belirli oranlarda MHP, SAADET, HDP, AKP ve bağımsızların oyları da vardır. 


Referandumda hayır oylarının galip çıkması için sadece CHP çalışmamış,  MHP'li muhalifler, SAADET ve HDP de hayır için propaganda çalışmalarına katılmış, bununla da kalmamış,  CHP lideri KILIÇDAROĞLU'na CHP'nin ağır topları BAYKAL ve İNCE gibi kişiler de,  toplantı ve mitingler düzenleyerek katılmışlar, ayrıca Baro ve Barolar Birliği gibi meslek kuruluşlarının başkanları da hayır için çaba sarf etmişlerdir. 


Ama,  sonuç olarak hayır oyları az farkla geride kalarak,  anayasa halk oylamasından geçmiştir. 


Bu nedenle, CHP lideri KILIÇDAROĞLU'nu referandumda başarısız olduğu gerekçesiyle suçlayarak, CHP içinde savaş açma,  partiyi karıştırma ve yıpratmaya yönelik çıkışlar, haklı olmadığı gibi,  içinde bulunduğumuz bu ağır koşullarda ülkeye ihanettir. 


Ülkenin umudu olan ana muhalefet partisi,  bu zamansız ve yanlış çıkışlar ve parti içi muhalefet nedeniyle güç kazanmayacak, mevcut gücünden güç de kaybedecektir. 


Devleti tüm kadrolarıyla ele geçiren,  partili cumhurbaşkanı ve tek adam yoluyla bir parti devleti örgütlenmesi içine giren,  yargıyı tamamen sindirerek kendi saflarına katan,  laik eğitime son vererek, eğitimi İslamlaştıran ve arka bahçesi haline getiren, kindar ve dindar yeni bir nesil yetiştirme idealinde oldukça mesafe kaydeden,  devletin tüm imkanlarını, örtülü ve örtüsüz ödeneklerini seçim kazanma adına sonuna kadar kullanmaktan hiç çekinmeyen,  ifade ve basın özgürlüğünü sınırlayan,  ülkemizdeki yazılı ve görsel medyanın büyük çoğunluğunu yandaş ve tek sesli  hale getirerek,  propaganda üstünlüğünü eline geçiren, Yüksek Seçim Kurulunu etkisiz kılan AKP iktidarına karşı bir seçim galibiyetini elde edebilecek yeni bir lider asla düşünemiyoruz. 


Bu nedenlerle,  KILIÇDAROĞLU'na bayrak açanlara hak vermemekle ve onlara katılmamakla birlikte,  ilkesel ve etik olarak,  Sayın KILIÇDAROĞLU'nun;  2019 da  çok muhtemeldir ki,  yeni bir seçim yenilgisi almadan,  koltuğu istekli bir partiliye bırakmasında yarar görüyoruz. 


Bundan önce de çok yazdık,  Sayın KILIÇDAROĞLU da;  koltuğa yapışıp kalma konusunda,  diğer sağ parti liderlerinden farklı bir tutum sergilememiştir, oysa ki;  şahsen biz,  KILIÇDAROĞLU'nun seçim başarısızlıkları yaşaması halinde koltuğu kendi isteğiyle bırakacağına çok inanan bir kişiydik,  lider olmadan önceki hal ve hareketlerinden, konuşmalarından bizde öyle bir izlenim bırakmıştı,  Avrupa’da olduğu gibi,  bizim ülkemizde de seçim başarısızlıkları sonucunda kendi isteğiyle koltuğunu bir başka partiliye bırakma konusundaki demokratik ve etik davranışı Sayın KILIÇDAROĞLU' dan çok beklerdik ve ülkemizde ilk olacak olan bu davranış kendisine çok da yakışırdı ve bugün karşı karşıya kaldığı üzücü parti içi muhalefetin muhatabı da olmazdı. 


Dememiz odur ki;  Sayın KILIÇDAROĞLU,  referandumda başarısız olduğu gerekçesiyle değil ama,  eski seçim başarısızlıklarına bakarak,  liderliğini daha fazla tartıştırmadan ve partisine zarar vermeden,  ilkesel ve etik açısından seçimli olağanüstü kongreye giderek koltuğu bir başka partiliye bırakmalıdır.

Güner Yiğitbaşı

04/05/2017

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Değişim Demek Kolay
KILIÇDAROĞLU;  babamın oğlu değil, kendisini hiç görmedim ellini sıkıp sohbet etmedim, oy verdiğim CHP'nin genel başkanı olarak gıyaben tanırım kendisini sadece, TV den izlerim. 


Bu nedenle, bugüne kadar yazdığım  ve şu anda yazmakta olduğum yazılarımda açıkladığım görüşler,  elimden geldiğince tarafsız ve özgün görüşlerdir. 


KILIÇDAROĞLU; cumhurbaşkanı adayı oldu ve kaybetti. Bunun hiçbir mazereti olamaz. 


Ancak bu demek değildir ki; yenilginin nedenlerini objektif olarak irdelemeyeceğiz,  KILIÇDAROĞLU'na yönelik haksız ve acımasız eleştiri ve hakaretlere sessiz kalacağız, doğruları açıklamayacağız. 


Seçimi kaybedene kadar genel başkanım diyenler, seçim yapılmadan önceki günlerde,  KILIÇDAROĞLU'nu,  13. Cumhurbaşkanımız KILIÇDAROĞLU diye takdim edenler, şimdi utanmadan kalkmışlar ve acımazsız bir şekilde yenilginin tek suçlusu olarak KILIÇDAROĞLU'nu göstererek, değişim istiyorlar. 


Değişim isteyenlere sormak lazım,  değişimden anladığınız nedir, KILIÇDAROĞLU ve etrafındakiler değişsin ama, başka neler değişmeli bir açıklar mısınız?


CHP Tüzüğünü değiştirerek,  seçimle gelinecek milletvekilliği ve belediye başkanlığı adaylarının tümünü, partiye seçimlerden en az altı ay önce kaydını yaptırmış ve muntazaman aidatlarını ödemiş parti üyelerinin tümünün katıldığı ön seçimle belirleneceği bir düzeni getirecek misiniz?


Üst üste iki seçim kaybeden genel başkan, il başkanı ve ilçe başkanlarının;  tüm yöneticilerle birlikte, otomatikman  istifa etmiş sayılacakları ve yeni yöneticilerin seçimleri için gerekli sürecin başlatılacağı kuralını getirecek misiniz?


Bir kişinin en fazla üç dönem milletvekili seçilebileceği kuralını getirecek misiniz?


Parti genel başkanı adayı olmak için belirli sayıda  imza sağlama kuralını tamamen kaldıracak mısınız?


Parti içi demokrasinin önündeki tüm engelleri yıkacak mısınız?


Şimdi sıkı durun, önemli sorularımızdan biri de aşağıda yer almaktadır. 


Seçim sonrasında Sözcü TV'ye çıkan ve soruları cevaplandıran KILIÇDAROĞLU'na gazeteci Uğur DÜNDAR tarafından sorulan; ”AKP'nin en zayıf döneminde iktidar olamayacaksınız da, ne zaman ve nasıl iktidar olacaksınız” sorusu,  KILIÇDAROĞLU'nun yenilgisine sevinen ve bu yenilginin tek sorumlusu olarak KILIÇDAROĞLU'nu suçlayan değişim isteyen kişiler tarafından çok beğenildi ve bu soru ile KILIÇDAROĞLU adeta linç edildi. 


Değişim isteyenlere de;  biz, Uğur DÜNDAR'ın çok hoşa giden ve alkışlanan bu sorusunu tersine çevirerek,  bir soru soracağız. 


Evet, doğrudur, AKP'nin en zayıf döneminde KILIÇDAROĞLU ve partisi CHP,  seçimleri kazanamadı ve iktidar olamadı. Peki, AKP'nin en zayıf döneminde CHP ve KILIÇDAROĞLU seçimi kazanamadı ve iktidar olamadı da, kim seçimi kazanarak iktidar oldu, daha güçlü bir başka muhalefet partisi mi seçim kazandı ve iktidar oldu?


Tabii ki; hayır. 


Uğur DÜNDAR'ın;  en zayıf döneminde olduğunu söylediği AKP; bu zayıf ve yetersiz haline rağmen seçimleri kazanarak,  hem mecliste,  hem de yönetimde iktidar oldu. 


Değişim isteyenlere ve yenilginin tüm suçunu KILIÇDAROĞLU'nun üzerine yıkan insaftan ve Türkiye gerçeklerinden nasibini alamamış olanlara soruyoruz, madem ki;  AKP,  en zayıf döneminde, buna rağmen seçimi niçin ve nasıl kazanıyor?


Bu sorunun cevabını ver arkadaş, cevap ver bana. 


Demek ki; CHP, seçmen çoğunluğuna kendini sevdirmek ve  seçim kazanmak için gerçekten  değişmeli ve AKP ve ERDOĞAN gibi olmalı, ERDOĞANLAŞMALI, Demokrasinin ve Cumhuriyetin temel değerlerine saygısız olmalı, ATATÜRK düşmanı olmalı, laiklik ilkesini yok etmeli, yargı bağımsızlığını yok etmeli, Merkez Bankasını boşaltmalı, ülkeyi dış borca boğmalı, cari açığı tavan yaptırmalı, halkı yoksul bırakmalı, halkını asgari ücrete mahkum etmeli, enflasyona ezdirmeli, tüm fabrikaları satmalı ve yenilerini de yapmamalı, yandaşlarını zengin etmeli, lüks, israf ve şatafat içinde yaşamalı, tüm özgürlükleri yok etmeli, depremde göçük altında kalacak yurttaşlarına yardım elini uzatmamalı, onları diri diri ölüme mahkum etmeli, siyaseti kışlaya, camilere ve okullara sokmalı, seçim kazanmak için yalan,  dolan ve sahte videoları kullanmalı, rakiplerine iftiralar atmalı, yargıyı kendi siyasi çıkarı için silah olarak kullanmalı ve seçimi kazanmalı, öyle mi değişim isteyenler?

Güner Yiğitbaşı

12/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Chp Ve Tüm Muhalefet Olarak Bu Günlerimiz En İyi Günlerimizdir
Evet, CHP ve tüm muhalefet olarak,  içinde bulunduğumuz günlerimiz, en iyi günlerimizdir. 


CHP lideri KILIÇDAROĞLU; tüm hata ve eksiklerine rağmen, kurduğu Millet ve Demokrasi İttifakı lideri olarak elinden geleni yapmış, somut projeler üretmiş ve halka izah etmiş olmasına, iş başındaki Saray Yönetiminden daha kötü bir yönetimin olamayacağı gerçeğine rağmen, ülkemizin seçmen tabanını oluşturan çoğunluğun önyargılarını, alışkanlıklarını, beyninde yer eden yanlış zihniyeti değiştirip kıramamış, devletin tüm yasal yetkilerini ve mali olanaklarını elinde bulunduran ve seçim kazanmak için bu olanakları fütursuzca kullanan, kimlik siyaseti üzerinden acımasız ve haksız, etik dışı tüm propagandaları yapan, en başta TRT olmak üzere, medyanın tamamına yakınını kendisinin reklamı için kullanmayı başaran  iş başındaki iktidarın yıkıcı propagandalarına boyun eğerek,  seçimi kaybetmiştir. 


İktidarıyla, muhalefetiyle tüm politikacılar;  her seçimden sonra,  umdukları başarıyı elde edemediklerinde, seçmeni kızdırmamak adına, hata bizde,  seçmenin hatası, yanlış tercihi yok, seçmenin bize verdiği mesajı aldık, dersimize çalışacağız kabilinden,  bize göre; sadece kısmen doğru olan değerlendirmelerle kendilerini oyalamışlar, işin gerçek nedenleri üzerinde durmamışlar, başarısızlığın kendileri dışındaki,  ülke koşullarından kaynaklı asıl ve temel nedenlerini,  kamuoyu ile paylaşmaktan çekinmişlerdir. 


İş başındaki AKP iktidarı tarafından; girdiği her seçimi kazanmak ve kendi kemik seçmen tabanını oluşturmak için, karnını doyuramayacak şekilde İşsiz ve güçsüz, parasız ve pulsuz,  eğitimsiz bırakılan, dogmatik dini eğitimle beyni yıkanan, dini cemaat ve vakıfların kucağına itilen, doğru düşünme ve muhakeme yapma yeteneğini kaybeden, sosyo ekonomik ve kültürel konumları itibariyle;  ekmekle özgürlük arasında bir tercihe zorlanan, siyasal iktidarın hazineden sunduğu yardımlarla beslenen, ülkeye kabul edilerek kendilerine vatandaşlık hediye edilen ve mali destek sağlanan,  bu sayede,  siyasal iktidar tarafından seçim öncesinden peşinen oyları çalınan, iktidara biat eden hatırı sayılır bir seçmen kitlesinin yer aldığı ülkemizde,  muhalefet daha ne yapsın?   


Muhalefet partileri, adı üzerinde muhalefetteler,  ülkeyi yöneten konumda değiller, en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, tüm muhalefet partilerinin; devleti yöneten konumda olmadıkları için, iktidarın oy deposu ve arka bahçesi olan belirli ve düzenli bir işleri ve gelirleri olmayan, iktidar tarafından bilerek cahil bırakılan veya din eğitimi verilen,  seçimlerin sonucuna etkili sayıdaki seçmen çoğunluğunu iş sahibi yapacak, eğitecek, özgürleştirecek devlet yatırımlarını gerçekleştirmeleri, eğitim sistemini dini eğitimden laik eğitime yönlendirmeleri, cahil bırakılan bu kitleyi eğiterek bilinç düzeylerini yükseltmeleri, akılcı düşünmelerini sağlamaları mümkün değildir. Tüm bunların yapılabilmesi için, seçim kazanarak devletin yönetiminin başına geçmek zorunludur.  


Bu nedenle, seçmen çoğunluğu, 14 Mayıs seçimlerinde emanet de olsa KILIÇDAROĞLU'na ve Millet İttifakına oy vererek onları iktidara taşımalıydı, muhalefete bir şans tanımalıydı. Ama, seçmen bu şansını kullanamadı maalesef. 


KILIÇDAROĞLU liderliğindeki muhalefet cephesinin seçimleri kaybetmesi,  ülkemize ve demokratik muhalefet cephesine büyük zarar vermiştir. Bu zararın etkilerini önümüzdeki yerel seçimlerde fazlasıyla göreceğiz. 


Saray Yönetimi, şimdiden kollarını sıvamış, bizler laik eğitime dönelim İmam Hatip Liselerini azaltalım derken, ERDOĞAN;  kendi oy tabanını daha da genişletmek ve  güçlendirmek, akılcı düşünemeyen biat eden dindar nesli daha da yaygın hale getirmek için,  laik okullarımıza, din adamı atamalarına, bu yolla genç beyinleri din afyonuyla  uyuşturma çabaları içine girmiştir.   


İşte,  Türk seçmen çoğunluğu;  bu tehlikeleri görerek iş başındaki iktidarı değiştiremediği için, KILIÇDAROĞLU ile olmadı ama, sorunu lider sorununa indirgeyerek,  KILIÇDAROĞLU'nu indirsek dahi, KILIÇDAROĞLU olmadan da,  hiç olmayacak ve bu günlerimizi dahi arayacağız. 


Değişimi sadece CHP'den beklemek, sorunu sadece lider sorunu olarak görmek,  yanlıştır ve büyük haksızlıktır. 


Seçmen de, içinde bizzat canlı olarak yaşadığı ve acısını tattığı gerçekleri görerek,  lütfedip biraz değişmeli, bazı önyargılarını kırmalı, Allah’ın kendisine verdiği aklını kullanarak sorgulamalıdır. 


Yok bunun başka yolu inanın. 


Haddimiz olmayarak son sözümüz ve tavsiyemiz de KILIÇDAROĞLU'na olacak. 


Sayın KILIÇDAROĞLU; seçimi maalesef kaybettiniz ama, şu anınız;  sizin için,  en iyi ve şerefli anınızdır. Sizi seven ve size oy veren bir seçmeniniz olarak, naçizane tavsiyem, derhal CHP genel başkanlığından istifa ederek,  en kısa sürede kurultayınızı toplayınız ve köşenize çekiliniz. 


Bu koşullarda daha fazla risk alıp adınızı ve şerefinizi ayaklar altına almayınız.  İstanbul'u geri almaya kararlı olan ve bunun için her yolu deneyecek olan, tüm devletin gücünü ve imkanlarını, medyayı elinde bulunduran ERDOĞAN karşısında, gelecek günler, 2024 yerel seçimleri, ne yaparsanız yapınız, ittifaklar da yapsanız,  daha büyük yenilgilere gebedir maalesef. 


14 ve 28 Mayıs seçimlerinin şerefli bir mağlubu, İstanbul seçimlerinin galibi,  İMAMOĞLU'nun mimarı sıfatınızla yetinerek, köşenize çekiliniz ve zamanın sizi haklı göstereceği anını, bekleyiniz ve uzaktan izleyiniz lütfen.

Güner Yiğitbaşı

11/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Can Atalay’ın Tahliye Edilmemesi Anayasayı İhlaldir
TİP'den Hatay milletvekili seçilen gezi olaylarından tutuklu Can ATALAY'ın,  Anayasanın 83.  maddesine göre tahliye edilerek mecliste yemin edip milletvekilliği görevine başlatılması,  anayasal bir zorunluluktur. 


Can ATATLAY;  Gezi Olayları diye anılan davanın tutuklu sanığı olup, hakkında verilen karar henüz kesinleşmemiştir, yargılanmasına devam edilmektedir. 


Can ATALAY, henüz iddia aşamasında bulunan suçluluğu kesinleşmeyen, işlediği ileri sürülen fiili,  milletvekili seçilmeden önce işlemiştir. 


Milletvekili dokunulmazlığını düzenleyen Anayasanın 83. madesine göre, seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez,  tutuklanamaz ve yargılanamaz. 


Bu nedenle, hakkında karar verilmişse de, verilen karar henüz denetim yolları tükenerek kesinleşmemiş, hakkında verilen karar kesin hüküm haline gelmemiş olan Can ATALAY milletvekili seçilmiş olduğundan, anayasanın 83. maddesine göre,  milletvekili dokunulmazlığı kazanmış olup, hakkında devam eden yargılamanın durması ve tahliye edilmesi zorunludur. 


Bunun tek istisnası olan;  ağır cezayı gerektiren bir suçüstü hali,  söz konusu değildir. 


Keza, seçimden önce soruşturmasına ve kovuşturmasına başlanmış olmakla birlikte, Can ATALAY'a inat edilen fiil;  anayasanın 14. maddesinde belirtilen Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan fiillerden de değildir. Bu nedenlerle, milletvekili seçilen Can ATALAY'ın anayasanın 83. maddesinden yararlanamayacağı ve tahliye edilmesinin önünde anayasal bir engel olduğunu savunmak,  asla mümkün değildir. 


Can ATALAY'ın tahliye edilmemesinin önündeki engel ve neden; Adalet Bakanının da ağzındaki baklayı çıkararak iddia ettiği gibi,  anayasanın 14. maddesi olamaz. 


Bilakis, gezi eylemlerinin temelinde;  özgürlüklerin ve yeşilin korunması, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü içinde insan haklarına dayanan demokratik ve laik daha özgür bir cumhuriyetin oluşturulması,  amaçlanmakta olup, demokratik ve anayasal  barışçıl bir protestonun sergilendiği Gezi olaylarında, doğrudan iş başındaki hükümeti devirme ve çalışamaz hale getirmek de amaçlanmamıştır. 


Sonuç olarak, Can ATALAY'ın;  milletvekili seçilmesine rağmen,  koşulları bulunmayan anayasanın 14. maddesi engel gösterilerek, anayasanın 83. maddesine göre tahliye edilmemesi ve milletvekilliğinin önlenmesi,  açık bir anayasa ihlalidir.

Güner Yiğitbaşı

09/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ekmek mi özgürlükler mi?
Ülkeyi yönetecek olanların (Cumhurbaşkanı ve parlamentonun) seçimlerle belirlendiği demokratik bir ülkeden bahsedebilmek için; seçimlerin,  her parti için eşit koşullarda ve özgür bir ortamda yapılması ve seçimlerin sonuçlarını belirleyecek orandaki seçmen çoğunluğunun,  ekmekle özgürlükler arasında bir tercihe zorlanmadıkları bir ekonomik ve kültürel  gelişmişlik düzeyinin yakalanmış olması zorunludur. 


Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, tüm  muhalefete, seçim kazanmak istiyorsanız değişin, değişim şart diyenlere sormak gerekiyor. 


İşsiz ve güçsüz, belirli bir sabit ve garantili geliri olmayan,  karnını doyuramayan,  eğitimsiz bırakılan, dogmatik dini eğitimle beyni yıkanan, dini cemaat ve vakıfların kucağına itilen, doğru düşünme ve muhakeme yapma yeteneğini kaybeden, sosyo ekonomik ve kültürel konumları itibariyle;  ekmekle özgürlük arasında bir tercihe zorlanan, siyasal iktidar tarafından, devlet olanaklarıyla finanse edilen maddi  yardımlarla beslenen, ülkeye kabul edilerek kendilerine vatandaşlık hediye edilen ve mali destek sağlanan,  bu sayede,  siyasal iktidar tarafından seçim öncesinden peşinen  oyları çalınan hatırı sayılır bir seçmen kitlesinin yer aldığı ülkemizde,  muhalefet ne yapsın?


Muhalefet partileri, adı üzerinde muhalefetteler,  ülkeyi yöneten konumda değiller, en başta ana muhalefet partisi CHP olmak üzere, tüm muhalefet partilerinin; devleti yöneten konumda olmadıkları için, iktidarın oy deposu ve arka bahçesi olan belirli ve düzenli bir işleri ve gelirleri olmayan, iktidar tarafından bilerek cahil bırakılan veya din eğitimi verilen seçimlerin kaderine etkili sayıdaki seçmen çoğunluğunu iş sahibi yapacak, özgürleştirecek,  devlet yatırımlarını gerçekleştirmeleri, eğitim sistemini dini eğitimden laik eğitime yönlendirmeleri, cahil bırakılan bu kitleyi eğiterek bilinç düzeylerini yükseltmeleri mümkün değildir. Tüm bunların yapılabilmesi için, seçim kazanarak devletin yönetiminin başına geçmek zorunludur. 


Bu nedenledir ki; iş başındaki ERDOĞAN liderliğindeki köprü başını tutan saray yönetimi;  koltuğu bırakmamak yönetimden uzaklaşmamak, ileriye dönük seçimleri de kazanmak için, etik dışı tüm strateji ve taktikleri uygulayarak elinden geleni yapmaktadır. 


İstanbul Belediye başkanı İMAMOĞLU, gizliden gizliye KILIÇDAROĞLU'na bayrak açmış ve değişim de değişim, tek değişmeyen şey değişimdir diyor. 


Boş laf bunlar. Her seçim sonunda duyuyoruz, bu lafları,  seçmenin mesajı alınmıştır değişeceğiz safsatasını. 


Bu ülkede bilinçsiz seçmenin hiç mi kabahati yok? Allah’ınız aşkına. 


Güzel bir laf vardır ve çok doğrudur, ölümlü bir olayda, ölenin hiç mi günahı yok? diye sorulur ve gerçek payı vardır bu soruda. 


Şimdi değişim isteyen İMAMOĞLU; dört yılı aşkın bir süredir İstanbul’da başarılı hizmetler yapan bir belediye başkanıdır. Son seçimlerde de cumhurbaşkanı yardımcısı adayı olarak propaganda çalışmalarına katılmış, özellikle kendi memleketi Trabzon ve diğer Karadeniz şehirlerinde başarılı mitingler yapmış olmasına rağmen, CHP ve Millet İttifakına sağladığı oylar ortadadır, İstanbul il bazında da AKP'ye büyük farklar atan oy oranına ulaşamamıştır. 


CHP birçok ilde büyükşehir belediye başkanlıklarını kazanmış ve başarılı hizmetler sunmuştur. Ancak, bu illerimizde dahi, genel seçimlerde iktidarla oy farkını çoğaltamamış,  sunduğu iyi hizmetler oya dönüşmemiş ve ülke genelinde iktidarın gerisinde kalarak,  seçimleri kaybetmiştir. Bu nedenle, önümüzdeki yerel seçimlerde İstanbul dahil aynı büyük şehirlerin başkanlıklarını kazansanız ne olacak? sadece halka hizmet etmenin hazzını duyacaksınız, karşılığını göremeyecek ve genel seçimlerde yine nal toplayacaksınız. 


Ülkemizde;  maalesef, büyük şehir belediye başkanlıkları, imar yolsuzluğu ve ihaleler üzerinden partiye ve kendi cebine rant elde etme alışkanlığına sahip, işlerini bilen partilere yarar sağlayan bir düzenek olarak çalışmaktadır.  


AKP ve önceki sağ iktidarlar tarafından, bilinçli olarak din ticareti üzerinden yapılan propagandalar, işsiz ve cahil,  devletin parasal yardımına muhtaç, ekmekle demokrasi arasında bırakılan ve tercihini ekmekten yana kullanan yoksul ve bilinçsiz seçmen kitlesinin uzun yıllara mal olmuş ve kemikleşmiş  seçmen davranış alışkanlıklarının;  bugünden yarına,  kırılması ve değiştirilmesi,  muhalefetin boyunu aşmaktadır bize göre. 


Bu nedenle,  siz değişseniz de, muhalefet partileri olarak,  yılların oluşturduğu bu seçmen yapısını ve zihniyetini; iktidar olmadan ve ülkenin koşullarını değiştirip düzeltmeden değiştirmeniz ve seçim kazanmanız,  asla mümkün değildir. 


Tam bir yumurta tavuktan mı, tavuk yumurtadan mı çıkar fasit dairesi içinde debelenen bir muhalefetle yüz yüzeyiz maalesef.  


İMAMOĞLU dahil, kimse boşuna değişim diye sayıklamasın. 


Anam anam kadın anam, kadın anam anam anam. 


CHP'nin başında, ha KILIÇDAROĞLU kalmış,  ha İMAMOĞLU gelmiş,  hiç fark etmez. Muhalefetin yetkilerini ve olanaklarını aşan, değiştirilmesi için iktidar olmayı gerektiren bugünkü ülke koşulları ve buna bağlı olarak da  seçmen yapısı değişmediği sürece, yıllardır kazanan adam, korkarım kazanmaya devam edecektir.

Güner Yiğitbaşı

05/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ülkemizde Politikanın Acımasızlığı
Oyunu; dürüst,  kurallarına göre ve bir hukuk çerçevesinde oynayarak etik ve  ilkeli politika yapanlar, maalesef seçim sonuçlarında hayal kırıklığına uğrayabiliyorlar. 


Bu nedenle; özellikle ülkemizde,  politika yapmak,  gerçekten, sürprizlerle dolu ve  çok acımasız. 


Bunun son örneğine,  14 ve 28 Mayıs seçimleri sonunda,  hepimiz tanık olduk. 


Bugün, Mecliste yemin töreni vardı. 


Törenden görüntüleri,  televizyon ekranlarından izlerken,  yüreğim sızladı. İyi ki; politika yazıyorum ama,  aktif politikacı değilim diye şükrettim. 


Millet İttifakının ortak Cumhurbaşkanı adayı KILIÇDAROĞLU; hepimizin malumu etik dışı nedenlerle seçimi kazanamamış ve Cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle de milletvekili olamamıştı. Bu nedenle,  Meclis Genel Kurulunda CHP grubunun başında yer alamamıştı, kendisini locada töreni yalnız adam olarak izlerken gördüm. Oturduğu yerde,  kendisi dahil dört kişiydiler. Etrafındaki,  seçim öncesinin o coşkulu  kalabalıkları dağılmıştı, yanında sadece Grup Başkan Vekili Özgür ÖZER ve Genel Sekreter Selin Sayek BÖKE vardı. 


Birden gözümün önünde,  seçim öncesi periyodik olarak yapılan görkemli altılı masa liderler toplantıları, seçim propagandası sırasında yapılan görkemli ve kalabalık mitingler ve milyonlarca insanın toplandığı, yapılan konuşmaları ilgiyle ve coşkuyla izleyen seçmen  kalabalıkları, atılan sloganlar, hak ve adalet çığlıkları, kazanılacağına emin gözüyle bakılan seçimin sonrası hayaller, canlanıverdi. 


Ülkemizde yapılan  politikanın özeti bu. 


Ülkemizde politikanın bir kuralı, etiği yok, her yiğidin bir yoğurt yiyiş tarzı var,  seçimi kazanmak için her şey mubah. 


Tabiri caizse, ülkemizde iktidarı eline geçirmiş ve devletin imkanlarını tek yanlı olarak sahiplenmiş iktidarlar tarafından,  kurallara bağlı düzenli bir politika yapılmıyor, bir benzetme yapmak gerekirse, teröristlerin yöntem olarak kullandıkları kural tanımayan, düzenli bir orduya karşı yapılan harbe benzemeyen, düzensiz bir orduya karşı yapılan düzensiz bir gerilla harbi gibi, tehlikenin nereden ve nasıl geleceği kestirilemeyen, kural tanımayan,  etik dışı bir tür gerilla politikası yapıldığı için, muhalefetin seçim kazanması gerçekten çok zor. 


Ülkemizde; bir gece,  ertesi gün  Cumhurbaşkanı olacağım hayaliyle uykuya yatıyorsun, ertesi gün bir bakıyorsun ki;  tüm emeklerin ve hayallerin yok olup gitmiş.

Güner Yiğitbaşı

03/06/2023 

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Muhalefetin acilen yapması gereken ne olmalıdır?
Muhalefetin işbirliği,  altılı masa olarak anılan Millet İttifakını da aşarak bir demokrasi cephesine dönüşmüş olmasına rağmen, ortak aday KILIÇDAROĞLU'nun Cumhurbaşkanı seçilmesi mümkün olamamıştır.  


Ülkenin içinde bulunduğu tüm kötü şartlara, ERDOĞAN'ın inanılmaz başarısızlığına rağmen Millet İttifakının ipi göğüsleyememesinin nedenleri, muhalefet partilerinin yetkili kurullarında değerlendirme altına alınmıştır.  


Ancak,  bu yenilginin nedenlerinin;  doğru ve  sağlıklı bir şekilde belirlenebilmesi ve ona göre ileriye dönük tedbirlerin alınabilmesi için, en başta CHP olmak üzere,  tüm muhalefet partilerinin yapması gerek ilk ve çok önemli iş;  kendilerine vatandaşlık verilerek seçimde oy kullanan,  en başta Suriyeliler olmak üzere, tüm göçmen ve sığınmacıların sayısının,  doğru ve çok net bir şekilde açıklanmasını yetkililerden istemek ve bu taleplerinin şu veya bu nedenle savsaklanmaya kalkışılması halinde,  seslerini yükselterek,  bu taleplerinin peşini asla bırakmamak olmalıdır.  


Evet, bunları ülkelerine göndermeyeceği için tamamına yakınının ERDOĞAN ve Cumhur İttifak lehine oy kullandıkları kesin olan bu sığınmacıların sayısı ve bu sayının ortaya çıkarılması, seçimin sonuçlarına ne oranda etki yaptığının saptanması,  muhalefet için hayati önem arz etmektedir.  


Bu yapılmadığı sürece, seçimlerin çok sürpriz sonucundaki asıl neden ve sır perdesi ortadan kalkmayacak, muhalefet buzun üzerinde yazı yazmaya, akıntıya kürek çekmeye devam edecektir.  


Türk seçmeninin aklıyla alay etme sonucunu da doğuran, seçimlerde oy kullanan  bu sır sığınmacı sayısının derhal açıklanması, ülkenin güvenlik ve beka sorunudur, bu sayının doğru bir şekilde açıklanması, muhalefetin önümüzdeki seçimlerde alması gereken önlemlere ışık tutacağı gibi, göçmenlerin ülkemize verdiği ve vermeye devam edeceği tehlikeleri gözler önüne serecektir.  


Sayın muhalefet liderleri, anladınız mı?


Sakın ihmal etmeyiniz, vatandaşlığa alınarak seçmen yapılan göçmen ve sığınması sayısını kesin ve net bir şekilde öğrenemezseniz, tüm muhalefettin işbirliğine rağmen alınan bu sürpriz mağlubiyeti doğru bir şekilde analiz edemezsiniz, ülkemizin geleceği ve sizlerin siyasi geleceğiniz,  bu sır perdesinin aralanmasında ve gerçeklerin su yüzüne çıkmasında yatıyor.

Güner Yiğitbaşı

01/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sorun lider sorunu (mu)?
Öncelikle,  lider ne demektir?


Lider; en basit tanımıyla,  yetki sahibi önder, yol gösteren demektir. 


Siyasi partilerde de partilerin genel başkanları, o partinin en yetkili önderleri, yani liderleridir. 


Bir Siyasi Partinin başarılı olabilmesi ve seçim kazanabilmesi için,  kadroları kadar genel başkanlarının da liderlik vasıflarına sahip olması gerekir. 


İyi bir lider;  en başta ahlaklı, namuslu, dürüst, demokrat, egolarını yenebilmiş, kendi çıkarlarını geri planda tutarak,  ülkesinin ve milletinin çıkarlarını önceleyen, bilgili, vizyon sahibi, istişareye önem veren, kuracağı ve çalışacağı  kadroları liyakat esasına göre ve tarafsız bir şekilde kurabilen, kararlı, prensip sahibi, planlı, başkalarının haklarına saygılı, alçak gönüllü, muhakeme gücü üstün, anayasa ve yasalara saygılı, proje üretebilen, herkesin kendisine örnek alacağı pozitif vasıflara sahip olmalıdır.  


Şimdi, bu lider tanımına ve liderlik vasıflarına bakarak,  14 ve 28 Mayıs seçimlerinin cumhurbaşkanı adaylarına bir  bakalım. 


İyi bir liderde bulunması gereken vasıfların tamamına yakınını üzerinde taşıyan adayın, açık ara  KILIÇDAROĞLU olduğu yadsınamaz. 


Peki, seçmen hangi adaya daha fazla oy vererek cumhurbaşkanı seçti?


İşte,  işin püf noktası da buradadır. 


Uzun lafın kısası, seçmen çoğunluğu iyi lider vasıflarına değil, liderlik vasıflarından soyutlayarak bir kişiye oy verdi ve seçti. 


Demek ki; ülkemizde bir lider sorunu yoktur, kimse gücenmesin ama ülkemizde önemli bir seçmen sorunu vardır. Şimdi, KILIÇDAROĞLU;  bu seçim sonuçlarına bakarak, seçilebilmek için,  üzerinde taşıdığı üstün vasıflarından fedakarlık mı yapmalı?


Bu ülkede temel sorunun seçmende olduğunun İspatını mı istiyorsunuz?


Bugüne kadar yapılan tüm seçimlerde,  ERDOĞAN'ın karşısına,  kişi olarak kim çıkarsa çıksın, son seçimde olduğu gibi, muhalefetin alayının desteğini alsa bile ERDOĞAN'ın karşısında oy olarak yetersiz kalıyor ve sürekli,  azami yüzde kırk sekiz oy oranında takılıp kalıyor. 


Sanırım bu bir tesadüf değil, beğensek de beğenmesek de, ülkemiz genelindeki seçmen çoğunluğunun anlayışı,  tarzı ve profili bu demek ki. 


Büyük şehirlerde muhalefetin güçlenmesi, yerel seçimlerde şehirler bazında ve  mikro düzeyde, yerel yönetimleri muhalefet partilerinin kazanmasını sağlıyorsa da, ülke bazında,  topyekün yapılan milletvekili genel ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde ülkenin tümüne dağılan oyların  totalinde,  ERDOĞAN ve iktidar partisi öne geçerek seçimleri kazanmaktadır.  


Muhalefetin; yerel seçimleri kazanmasına neden olan,  büyük şehirlerdeki oy artışları da, kırsal kesimden gelenlerin, büyük şehirlerde de,  büyük seçmen kitlesine sahip olmaları nedeniyle; muhalefetin,  büyük şehirlerdeki oy üstünlüğü büyük oranlara ulaşamadığı, farkı açamadıkları için, örneğin; İstanbul,  Ankara,  İzmir, Mersin,  Adana, Antalya gibi,  belediye başkanlıklarını kazansalar da,  genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ülke genelinde  muhalefet bir üstünlük sağlayamamaktadır. 


Bu nedenle;  muhalefetin,  büyük şehirlerde belediye başkanlıklarını kazanmaları,  kimseyi yanıltmamalıdır. 


Bizce, muhalefetin öncelikle yapması gereken şey; oy artışı sağlayarak belediye başkanlıklarını kazandıkları büyük şehirlere daha ağırlık vererek, yerel yönetimlerde gösterecekleri ve halka sunacakları hizmetlerle, bu şehirlerde almış oldukları oy oranlarının yüzdelerini artırmak ve iktidarın aldığı oy yüzdelerini çok gerilere itmek olmalıdır.

Güner Yiğitbaşı

01/06/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kılıçdaroğlu başarısız ise İmamoğlu nasıl başarılı oluyor?
Spor müsabakalarında olduğu gibi, seçimlerde de başarının tek ölçüsü,  alınan sonuçtur. 


Başarının ölçüsü olarak kabul edilen seçimin  sonucuna baktığımızda;  adil ve eşit koşullarda yapılmadığı yalın gerçeğine rağmen, CHP'nin lokomotif olduğu Millet İttifakının ve bileşeni partilerin ve ortak adayları KILIÇDAROĞLU'nun başarılı olamadığını kabul edecek olursak, bu başarısız sonucun vebalini ve sorumluluğunu,  tek başına,  KILIÇDAROĞLU'na yükleyemeyiz. Bu çok insafsız ve adil olmayan bir suçlama olur ve adına değişim dediğimiz geleceğin planlarını yaparken,  bizi yanlış sonuca ulaştırır. 


Demem o dur ki; İstanbul Belediye Başkanı İMAMOĞLU, hemen seçimin ertesi günü sahne alarak,  değişim demeye başladı ve kendisinin,  KILIÇDAROĞLU'nun yerine,  CHP Genel Başkanlığına getirilmesi arzusunu ima eden bir konuşma yaptı. 


Zamansız ve çok yakışıksız bir değişim talebi. 


Adama sorarlar, kardeşim;  sen necisin,  bu sonuçda senin hiç mi sorumluluğun yok diye?


Adın,  günlerce Cumhurbaşkanı adayı olman için kamuoyunda yer aldı, İstanbul Büyük Şehir Belediyesini terk ederek,  ağırlıklı olarak Karadeniz’de geziler ve mitingler yaptın, AKŞENER'in bastırması üzerine,  Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı yapılarak altılı masaya dahil edildin, seçim propagandalarına ön saflarda fiilen katıldın,  mitinglerde konuştun, KILIÇDAROĞLU kadar seçimlere asıldın,  çok gayret ettin ve çalıştın, bir Karadenizli, Trabzonlu olarak;  senden,  Millet İttifakına ve ortak aday KILIÇDAROĞLU'na büyük oranda oy kazandıracağın beklendi, ama sonun da ne oldu?


Trabzon'un altı milletvekilinin dördünü AKP ve sadece birisini CHP kazanabildi, Cumhurbaşkanı oy oranında da;  KILIÇDAROĞLU,  ERDOĞAN'ın aldığı oyların yarısında kaldı. Karadeniz’in diğer illerinde de durum farklı olmadı. 


Bu nedenle; en başta İMAMOĞLU olmak üzere, KILIÇDAROĞLU'na;  doğrudan ya da ima yollu,  kazanamadı diye yüklenerek değişim talep edenler, İmamoğlu'nun da başarısız olduğunu,  samimi olarak kabul ve beyan  etmek zorundadırlar. 


Evet,  İmamoğlu da çok çalıştı ama,  oy getiremedi. 


Demek ki;  sorun, sadece lider sorunu, yani KILIÇDAROĞLU değilmiş. Sorun;  zihniyet, kültür , sosyoloji, eğitim, din ve mezhep, kimlik üzerinden siyaset yapmak, sığınmacılar üzerinden ithal seçmen devşirmek, en başta örtülü ödenek olmak üzere, tüm devlet imkanlarından yararlanarak, seçmenleri midesinden bağlayarak kendi seçmen tabanını yaratmakmış. 


Bu nedenle, KILIÇDAROĞLU'nu incitmeden,  onun hakkını ve özverili çabalarını teslim ederek, seçimin kaybındaki;  geleneksel, sosyolojik, ekonomik,  kültürel, din ve mezhepsel, kimliksel asıl nedenleri göz ardı etmeden,  bir değişim arayışına girmek, ortak aday arayışında yapılan hatayı tekrarlamamak, İMAMOĞLU ismi üzerinde kilitlenmemek zorundayız.

Güner Yiğitbaşı

31/05/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu-Avukat

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget