Ağustos 2018
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

“Sessizliği   kır”
Dört  seçilmiş kadın kadınlara, ailede şiddeti anlattılar
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)-3
Viyana merkezli RS Europe Enstitüsü bünyesinde ve Yenimahalle Belediyesi ortaklığında gerçekleştirilen “aile içi şiddeti tanımak ve önlemek” konulu ortaklaşa panel düzenlendi.  Nazım Hikmet Kültür Merkezi salonlarında 28.9.2018 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy konuşmacı olarak katıldılar.
“Avusturya’da konuşlanan Avrupa Siyasal Araştırmalar Enstitüsü merkezli Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan ve Türkiye’de bulunan çeşitli kuruluş ve belediye ile düzenlenen AB yle fonlaşan ilgili gençlik kuruluşu ile Avrupa seviyesinde aile içi şiddetin tanımını yapmak, aile içi şiddetle mücadele ve önleme milli ve AB düzeyinde stratejilere değinme, ayrıca şiddet hakkında farkındalığı yaratmak ve bu konuda karakteristik özelliklere değinirken, aynı zamanda cinsel tabuları kırmak, aile içi şiddet konusunda bireylerin durumunu değerlendirmek ve nasıl cinsel eşitliğin sağlanacağını konuşmak; katılımcıları kendi toplumlarında katılımları sağlayarak var olan problemlere ışık olmayı sağlamak; cinsiyete dayalı ayırımcılığın önünde geçmek; ERASMUS projesi kapsamında Partnerlerin daha fazla sosyal hayata destek için proje yapmalarını sağlamak ve bu doğrultuda uluslar arası bir diyalogu oluşturmaktır”  şeklinde panel amaçları açıklandı.
Salonda yerel izleyici ile birlikte Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerden konuyu bilen ve kadına şiddet konusunda araştırma yapmak isteyen uzmanlar ve öğrenciler de konuk izleyici olarak katıldılar.
Konunun yoğunluğu ve önemi nedeni ile konuşmacıların konuşmalarını, izleyici okuma güçlüğünü düşünerek, birkaç bölüm halinde sunmak istiyoruz. Konuşmaları yazıya dökmek çok zor olsa da, ülkemizde hepimizi utandıran taciz, aile içi şiddet konusu hepimizi ilgilendirdiğinden okuyucuya sunmak istedik.
Panelin bir önceki 2. bölüm yazımızda, CHP Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’nın konuşmasını sunduk
Panelde son konuşmacı olarak İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil Sütlü konuşmayı yaptı:
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)-3
(Yalnız öyle bir konuşuyor ki, makineli tüfek gibi kelimeleri öyle hızlı sıralıyor yazmakta hayli zorluk çektim, kelime ve cümlelerde yanlışlık olursa bağışlamanızı dilerim).
“-Bir kadın olarak dünyaya geldim, ne olduğunu açıkçası anlayamadım. Şu anda Türkiye parlamentosunun sadece yüzde 15 i kadın, sizin de parlamentolarınız da çok farklı değil. Özelikle sosyal demokrat özellikli CHP de şu anda kadın olduğumuzu fark eden arkadaşlar olarak davet alıyoruz, birçoğu biraz canımı yakıyor. Anlatacak böyle hikâyem yok, ancak şöyle hikâyem var. Uzun yıllar sendikacılık yaptım. Uzun yıllar derneklerde SSK da çalıştım.  Toplumsal eşitliğidir, eşitsizliğidir, bu roller, bu konular hakkında hiçbir fikrimiz yoktu bu eğitim düzeyi ve yaşa gelene kadar. Yalnız mahallede şunu fark ettim erkek arkadaşlar şanslı idi, daha geç saate kadar sokakta kalabiliyorlar, daha özgür idiler. Beş kuruşları varsa biri kız çocuğuna gidiyor, dördü erkek çocuğa gidiyor. Mahallede kız çocukları daha makul, el işleriyle uğraşan, kendi hallerinde anasına babasına saygılı, kız çocuğu olarak evde olmak istemiyorum, sokakta olmak istiyorum. Ama sokakta olursanız fahişe oluyorsunuz. Son zamanlarda sokakta olmaya başladık, küfreder hale geldik. Sonra çok güzel iltifatlar geliyor, “erkek gibi kız, erkek gibi delikanlı. Çok hoşuma gidiyor bunları duymak, bunları kabul ettim ama kadın olarak kendimi kabul ettirmedim ki, aptal erkekleştin sen onun farkında değilsin. Böylece büyüdükten sonra daha sonra profesyonel bir hayat başladı. Avukattım ben ve gerçekten bu konuyla ilgilenmek istemiyorum, ben kültür sanat alanında çalışan bir avukattım çok eğlenceli bir işim vardı. Kültür sanat alanında danışmanlık yapmak istiyorum yapamıyorum, çünkü bana gelen şikâyete gelenler 70 i cinsel tacize uğrayan kadın arkadaşlardan, erkek arkadaşlardan, sektörde iş bulamayan arkadaşlardan ben yine kadın mücadelesiyle uğraşmak durumunda kalıyorum.
Buradan geçiyorum, siyasete giriyorum, niye siyaset, sendikalar, dernekler önümüzü kapatıyorlar, orada hiçbir şey yapamıyoruz. Bir grup yaşlı amca var TBMM de çok farklı gruplar var önünü kesemiyoruz ya da, girmek için çalışıyoruz, ancak sonuç alabiliyoruz ne yazık ki, böylece ilerledik, gördük ki toplumda toplumsal eşitsizlik diye bir kavram olduğunu, dirsek çürüten, ömrünü çürüten insanların var olduğunu gördük bir noktaya geldik. Kadına ve kadına yapılan şiddeti konuşuyoruz. Bu konularda her şeyimiz bana ikiyüzlü geliyor. Bu ikiyüzlülüğü sadece Türkiye’ye atfetmiyorum ben, biliyorum burada Bulgar ve öteki arkadaşlarımız var, ama dünyanın her yerinde bu iki yüzlülük hüküm sürüyor. İkiyüzlülükten sıyrıldığını iddia edecek başka bir ülke yok. Bu ikiyüzlülük şu, bundan 30 yıl öncesine kadar kadının evde oturması, çalışmaması, kocasından dayak yemesi normal olgulardı. Normaldi, ailenin gerçeği buydu, kültür buydu, bunu getiriyordu. Bir parça geliştik dönüştük bu normal değil. Veya tekrar gizli yerde kadına tokat attığında en azından bunu atmaması gerektiğini biliyor. Şu an geldiğiz nokta dünya insanları olarak bu, birbirimizi kandırmamız lazım, kendi ülkem adına konuşursam, ben bir kız çocuğuyum, bir tane de erkek kardeşim var. Benim babamın çayı bittiğinde, o çayı doldurmak hala benim sorumluluğumda görülüyorsa, aslında biz bir arpa boyu ilerleyemedik Çünkü aile şiddeti, kadına şiddet dediğimiz şeyin özünde şu var, kadın dediğiniz şey nedir, çiçektir kadın, şefkatlidir kadın, naifdir kadın, güzeldir kadın, incedir kadın, bu burada bu saldırıdan nefret ediyoruz.
Erkekler için de aynı şey geçerlidir, çok saçma bir sorumluluk. “Erkek adam merttir, erkek adam çalışkandır, erkek adam güçlüdür; çalışır gerekirse taşı sıkar suyunu çıkarır ailesine bakar”. Bu da saçma bir sorumluluk erkekler üzerinde, ağlamaz falan, niye ağlamaz.
Ben şu anda evliyim, eşim var, birlikte çalışıyoruz onunla sanki bu önemli bir şey bu. Bazı toplumsal sorunları yaşarım. Ben işimden kovulsam bu benim için önemli bir şey değil bu, yine ben dönerim, çamaşır, bulaşık yıkarım, toplumsal kurallar var onlara uyarsam yaşayabiliyorum. Eşim için öyle değil, kovulursa vay haline. Bunun iki tafralı bir sıkıntı olduğunu önce anlamamız lazım. Çünkü aslına bakarsanız bir grup erkek var, bir grup kadın var. Kadınlar arasından bazıları okudu, para kazanmaya başladı, bunları dillendirmeye başladı; erkekler de sağ olsunlar bir parti kıyak yapıyorlar. Evde çamaşır bulaşık yıkıyorsa, bu bendedir diye arkadaşlarına anlatır. Bunun olması gerekenden bahsediyoruz. Bunu içselleştirmediğimiz müddetçe ne aileye karşı şiddetle, ne kadına karşı şiddetle, ne tecavüzlerde bir arpa boyu yol ilerleyemeyeceğiz. Burada birtakım rakamlar veriyoruz, devletimiz veriyor bu rakamları. Biz de seviniyoruz oranlar düşmüş, o kadar saçma ki yine her şey. İsveç’te tecavüz oranlarının bizden fazla olduğunu biliyor musunuz? Çok daha fazla kadın tecavüze uğruyor İsveç’te. Aslında İsveç’teki kadın çok daha fazla polise başvuruyor başına bir şey geldiğinde; biz de ise, bizdeki kadın arkadaşların çoğu tecavüze uğradığının farkında değil, kocası ise onunla sevişmek zorunda ona göre tecavüz değil, istemediği zaman tecavüz olduğunu kodlamıyor bile yaşadığı şeyi, bizde. Soruyorum size, sokakta, evde, arabada, otobüste olsun, babası tarafından, kocası tarafından tacize uğramamış, laf yememiş bir kadın var mı, ben çok yedim mesela, bir kadın var mı? Ben cinsel tacize uğramadım” diyecek kadın yaşamıyordur TC sınırları içinde Türkiye’de. Dünyanın belki çok az sınırlı yelerinde bunlar vardır.
Aile içi şiddet, şuraya varıyor, adamlara da kıyamıyorum erkeklere de kıyamıyorum çok fazla. Niye biliyor musunuz, yüzlerce yıllık bir birikilmişlik var. Yüzlerce yıllık bir öğrenilmişlikler var, adamın kasında bazı kodlar var. Aşamıyor kodları, şu aşamada aşması mümkün görünmüyor onlar için.
Kadına karşı şiddet cinsel taciz, aslında erkeğin mutfakta ciğeri alıp rakı içmesi gibi, böyledir ya Anadolu’da, daha kırsal bölgelerde. Neden çünkü evin sorumluklarını yerine getiriyor erkeği var, adam kirayı ödüyor,  on saat çalışıyor, onların gözünde bakmaya çalışıyorum, çünkü giden sene evlendim, bunları konuşurken rahatladım. 30 yaşında bekâr çocuksuz bir kadın olarak bunları anlattığımda “vay evde kalmış”, inanın böyle düşünüldüğünü biliyorum. Şimdi evli barklı bir kadın olarak her türlü hakkını savunmada sonuç veriyorsa, evli bir kadın hakları konusunda daha da söz etmekle etkili oluyor.
Az önce verdiğim örneğe geleceğim, adam kendi kafasında didiniyor, çalışıyor, ediyor, kadın orada çabalıyor. Evin bir düzeni var, evin reisi var, senden bir şey istiyor akşam, kadının düzeni bu, bir tabak yemek. Bu böylece kafamızın arkasında birbirimizi kandırmayalım. Akşam eve gittiğinizde üst gruplarda bu kafalarımızın arkasında bir kuşak üstümüzde bu var; birbirimizi kandırmayalım, benim babamda da var. O yüzden kendimden emin konuşabiliyorum. Kadına bakış bu şekilde, sen erkeğin sözünden çıkarsan dayak yersin abi yersin. Çıkma sen de, çıkmasan ne olacak, sürekli de bu pompalanıyor toplumumuzda bunu yaptığımız oranda biz varız ve toplumda kabul görüyoruz toplumda. Bunun bir parça dışına çıkınca akıl almaz sıfatlarla yaftalanıyor oluyoruz. Ya filanın karısı böyle de, falanın karısı böyle yapmış da, madem varız, bunun sorumluluğunu üstümüzde o kadar hissediyoruz ki, dayak yediğimizde ve polise gittiğimizde, bizimle anket yaptıklarında bu insanlar yüzde ellinin üstünde kadınlar olarak, arada bir dayak yiyorum ama yediğim dayakların da haklı olduğunu diyebiliyorum. Yani böyle bir tablo var. Yediği dayağı haklı bulan kadın arkadaşlarımız da oluyor. Tersinden bakalım olaya. Bir kadın dayak yediği zaman da “vah vah bizim Sultan da dayak yiyormuş kocasından” diyoruz. Çok normal biz de belki gizli gizli dayak yiyoruz ama konduramıyoruz söyleyemiyoruz kendimize.
Peki, yargıyla mevzuatla nasıl uğraşıyoruz, güzel şeyler yapmaya çalışıyoruz. AB ye uyum sağlamaya çalıştık, bir sürü kanunlar çıkardık falan, bir işe yaramıyor. Çünkü az önce bahsettiğim kodlar herkesle var, yani başvurduğumuz poliste de var, o polisin gittiğim savcıda da bu kod var, bu savcının götürdüğü hâkimde de bu kod var. İster istemez ne oluyor böylece sorun kodlar yaşıyoruz.
(Erkeklerden birkaç kişi salondan ayrılırken, konuşmacı: “Erkekler lütfen kaçmasınlar, çünkü erkekler o kadar lazımlar ki bize, o kadar haklılar ki, bunu bir bitirsek kafamızda, her şey kolaylaşır” diye espri yapıyordu).
Bu bahsettiğimiz konuştuklarımız bizi nereye götürüyor, yargı ve yargının işlememesine götürüyor. Ben hocama katılıyorum, çok yeni kanun var şu anda, ama hiçbir işe yaramıyor,  yarıyor ama denizyıldızının-her kadının hikâyesi işimize yarıyor; ama kümülatif olarak baktığımızda sürekli  olarak tavandan bir şey akıyor ve bu tavandan akan sıvayı yamamak yerine yerleri silmeye o yerlerin yerine yerleri günü kurtarmaya çabalıyoruz. Kümülatif olarak akan evin tabanını silmeye uğraşıyoruz, tavanla ilgilenmiyoruz. Bu kodlar yüzyıllardır devam ediyor, bu yüz yıl içerisinde bitirmemiz çok çok görünmüyor.
Medya var bu arada elimizin altında, biz tacize tecavüze uğradık, cesaret ettik bununla mücadele edeceğiz dedik, polise gittik, doğrusu polis çıktı bize “kocandır, döver de sever de” demedi. Dosyayı aldı savcılığa verdi.  Doğru düzgün bir savcı çıktı, “ yav evli barklı kadınsın karıkocasınız ne uğraşıyorsunuz bunlarla, yarın barışırsınız” demedi, davayı açtı. Gittiğimiz hakim bu sefer, “bir iffetsizlik mi yaptığımızı” sorguluyor; “sinemaya mı gittiğimizi” sorguluyor, tayt giyip giymediğimizi sorguluyor, “bakire olup olmadığımızı” sorguluyor. O kadar çok sebebi var ki yediğim dayağın, uğradığım tecavüzün, o kadar çok  yerde haksız olabilirsin ki yargımız sağ olsun çoğu zaman bunların hiçbirini ırgalamıyor. Bunlar kafadan attığım örnekler değil, bunlar yargı kararlarından süzülen örnekler.
Bir kadının tayt giymesi kocası tarafından uğradığı şiddetin indirim sebebi oluyor bu ülkede, bir kadının arkadaşlarıyla sinemaya gitmesi ha keza ve bunlar tekrar dönüyoruz, insani yerden o hâkim adına baktığımız zamanda doğru. Onun için o orada haksız bir tahrik var. İşte zaten tam olarak bu zihniyetle başlıyor. Yani hâkimler bunu sadece kanunda böyle azdığı için Twıttıerda, kadın deneklerinde orada burada üstüme üşüşür diye bu kararı onun için de ne yazık ki çıkamıyoruz. Bunu konumuz ne diye yazdık mahkemeye de yazdık, hâkime de şikayet ettik. Adımıza açılan devam ediyoruz davaları. Medyaya da taşıyoruz bu işi, medya da Allh okuyun o tecavüz haberlerini, eskiden erotik ekleri vardı, kötü kötü hikâyeler olurdu. Onun gibi medyada tecavüz haberlerini veren haberleri var, onun gibi veriyor tecavüz haberleri.
Bir başka basında kadından bahsetme şekillerine bakın aynı çizgi, “ tecavüze uğrayan talihsiz kadın, “dayak yiyen talihsiz kadın” bu eğitimle, konuşmayla şununla bununla geçecek şey değil gibi konuşmayla, medyayla onunla bununla geçecek değil.
Bir grup erkek var, şu iyi, düzgün, erdemli, eşit vs, yüzde yirmisi de çürük, “kadının talihsizliği” bu şekilde bir ille maruz kalıyoruz haberlere. Bu şekilde bir dille okuyoruz, ne yazık ki her şey. Çok somut sebepleri de var, özellikle bu sağlık ocakları, üstatları ya da Sayın Genel Başkan yardımcıların katkılarıyla sığınma evlerine başvuran kadınlar arasında yapılan araştırmalar var. Çok somut sebepleri var, ne yapacağız ne yapacağız diyoruz, bence bunları açık açık konuşacağız. O yüzden, biraz da bir milletvekili olarak biraz da usturuplu konuşmam gerekiyordu, ama inanın bunu doğruca içimden gelmiyor. Biliyorum burada bu sırada oturan birçok kadının en azından bir tokat yediğini biliyorum. En azından istemediği halde kocasıyla ya da erkek arkadaşıyla birlikte olmaya zorlandığını biliyoruz. Erkek arkadaşın lafının bile üstünde sanki kötü kadınmışsın gibi bir yafta bıraktığını ve bu şekilde bir düzende büyüdüğümüzü bu aksine mücadele etmeye çalıştığımızda devlet dinamikleriyle aile toplumla biraz daha dinsizlikle milliyetsizlikle suçlanabileceğinizi ve buna karşı argümanlardan öteye gidebiliyoruz, sanıyorum dediğim gibi bu açıda konuşmak, bunları bu açıklıkla konuşmak, insanlara destek olma, bu kadar güzel işler yapan insanlara destek olmak, bir parçacık bu konuyla biraz daha içten ve vicdanen ilgili olmak anlamına geliyor. Bir sürü erkek arkadaşımız var salonda bu akşam evlerine gittiklerinde, “hanım bir çay koy içelim” dediklerinde benim söz yerine gelirse bunlar amacına ulaşmış olacaktır”.

Cevat Kulaksız


Cevat Kulaksız
(son)

SALİHA SERA KADIGİL SÜTLÜ KİMDİR?

Saliha Sera Kadıgil Sütlü, 29 Kasım 1984 tarihinde İstanbul'da doğdu. 2003 yılında Vefa Lisesinden, 2007 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden derece ile mezun oldu. 2007 yılında İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk alanında başladığı Yüksek Lisans eğitimini 2010 yılında "Sinema Eserleri" üzerine yazdığı tezi ile tamamladı. İstanbul Üniversitesi Özel Hukuk alanındaki doktora eğitimi devam etmektedir. İleri seviyede İngilizce bilmektedir. İstanbul'da bulunan Kadıgil Hukuk Bürosu'nun sahibi olan Kadıgil, 2008 yılından bu yana İstanbul Barosu Hayvan Hakları Komisyonu Yürütme Kurulu Üyesidir.
https://www.haberler.com/chp-li-vekil-sera-kadigil-heyecan-dan-yemin-11026868-haberi/

Romantizm Duygu Hayal Akıl Ve Atatürk
29/08/2018 tarihinde ROMANTİZM başlığı altında, romantizmin ne olduğunu anlatan romantik paylaşımlara yer verdiğimiz romantik bir makale yazıp facebook sayfamızda ve HABER GÜNCEL İnternet Sitesindeki köşemizde yayınlamıştık.

Bu yazımız, umduğumuzdan fazla olumlu tepkiler aldı, okuma özürlü oluşumuz, içinde bulunduğumuz antidemokratik koşulların yarattığı korku nedeniyle, insanların okumadıkları, okusalar da; paylaşmak bir yana, okuduklarını belli etmemek için beğeni yapmaktan dahi çekinmelerine rağmen, bu yazımızı beğenen, paylaşan ve hatta altına yorum koyan kişilerin var olduğunu, romantizmin sevildiğini ve tutulduğunu gördük.

Can dostum, büyüğüm E.Ü.Dişçilik Fakültesinin emekli öğretim üyesi ve Dekanlarından Prof.Dr.Haluk BAYLAS; ROMANTİZM başlıklı yazımıza çok güzel bir yorum yapmış ve demiş ki; ”Bazı gerçekçi akımların temsilcileri, romantizmi ve romantikleri küçümserler. Halbuki neler kaçırdıklarını bir bilseler. Yine de akıl ve duyguları birlikte yaşama sokabilmek en iyisi gibi geliyor bana. Selamlar “ ne güzel bir yorum değil mi? Romantizmi ve romantikleri küçümseyen gerçekçi akımların temsilcilerinin, neler kaçırdıklarından habersiz olduklarını çok haklı ve güzel bir şekilde ifade etmiş.

O yazımızda da açıkladığımız gibi, romantizmde duygular, hisler, coşkular ve hayaller öne çıkmakta, akıl biraz geri planda kalmaktadır.

Ancak bu demek değildir ki; romantizmden hoşlanan romantik kişiler, akılsızdır veya var olan akıllarını, duygu ve hayallerinin yanında hiç kullanma gereğini duymayacaklar.

Değerli hocam Haluk BAYLAS'ın da yorumunda çok güzel ifade ettiği gib, akıl ve duyguları, birlikte yaşama sokabilmek en iyisi tabi.

Akıl, klasisizmde olduğu gibi, romantizmde de geçerli ve var olmalıdır. Ancak akıl, her koşulda duyguların ve hayallerin önüne geçmemeli ve duygulara ve hayallere gem vurmamalıdır.

Bu akımda yazan çizen duygularını, coşkularını, hislerini ve hayallerini yazılarına, şiirlerine, resimlerine, müziğe, eylemlerine döken kişiler, belirli bir oran ve ölçüde akıllarını da kullanarak, akıllarını da duygu ve hayalleriyle birlikte yaşama sokarak, o sanat eseri haline getirdikleri duygulara, hislere, coşkulara ve hayallere, bu sayede ulaşabilecek ve onları sanat eseri olarak şekillendirebileceklerdir, aklını duygu ve hayalleriyle birlikte yaşama sokarak kullanamayan bir kişi, duygu, coşku ve hayal oluşturamadığı gibi, bunları bir düzen içinde yazıya, şiire, resime ve müziğe de yansıtamaz.

Yine çok sevdiğim bir dostum ve arkadaşım Cenk KAPLANCAN da bu yazımıza bir yorum yapmış ve demiş ki; “Bütün devrimlerin temelinde romantizm yatar. Türk İstiklalinin ve İnkılabının temelinde de Özgürlük ve hasret yatar. O duygu vatanı sevgili kurtuluşu kavuşma addeder. “

Değerli Arkadaşım KAPLANCAN'a katılmamak mümkün değil, evet çok doğrudur, bütün devrimlerin temelinde romantizm yatar, bu akım zaten 1789 Fransız Devriminden sonra gelişerek Dünya'ya yayılmıştır. Atatürk'ün gerçekleştirdiği Türk İstiklalinin ve İnkılabının temelinde de romantizm, vatan ve millet, özgürlük ve bağımsızlık aşkı ve sevgisi yatmaktadır.

Temelde akla dayalı bağımsızlık ve özgürlük mücadelesini, kurtuluş savaşını başlatarak başarı ile sonuçlandıran, sonrasında akla ve bilime dayalı en başta laiklik olmak üzere devrimlerini gerçekleştiren büyük önder ATATÜRK de; bize göre, romantizm ‘in en başta gelen öncülerinden ve temsilcilerinden biridir.

ATATÜRK; vatan, millet, insan, bağımsızlık ve özgürlük sevgisi ve aşkı, duygusal kişiliği, akıl ile yoğurduğu hayal gücü sayesinde, Sevr ile vatan toprakları parçalanan ve paylaşılan orduları dağıtılan bir ülkeyi kurtarmanın ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurmanın hayallerini kurmuş, o günün koşullarında imkansız olan bu duygu ve hayallerini, vatan aşkını gerçekleştirmek için, Samsuna ulaşması dahi hayal olan çürük Bandırma Vapuruna binerek, bu hayal yolculuğuna başlamıştır.

ATATÜRK'ün; vatan, bağımsızlık ve özgürlük sevgisine ve aşkına dayalı, vatanı kurtarmaya yönelik hayalini, Atatürk'ün kurduğu günümüzün bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin yöneticilerinin, bağımsız bir devlet olan Suriye'nin içişlerine karışarak, Suriye devletinin topraklarındaki Emevi Camisinde Cuma namazı kılma hayalleriyle karıştırmayınız lütfen.

ATATÜRK; romantik kişiliği, duygusallığı, vatan aşkı, hayal gücü  ve inancı olmasaydı, bunları aklıyla birleştirerek, topu ve tüfeği, cephanesi, düzenli bir ordusu dahi olmadığı halde, bu zor işe başlayabilir miydi? Bu sorunun cevabı, tek kelime ile “Hayır” dır.

ATATÜRK; hayatı savaş meydanlarında geçmesine, savaştan savaşa koşmasına rağmen, savaşın, ancak çok zorunlu olması halinde başvurulabilecek bir çözüm yolu olduğunu belirtmek için, bizi yönetenlere vasiyet niteliğindeki o meşhur sözünü söylemiş ve “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” demiştir. Bu dahi Atatürk'ün romantik kişiliğini, ortaya koymaya yeterlidir.

Romantizm konulu bir makalemiz, bizi nereden nerelere getirdi, bu makaleyi iyi ki yazmışız, bu vesileyle, önderimiz Başkomutanımız, kurtarıcımız, kurucumuz ATATÜRK'ümüzü, yeniden anma fırsatı bulduk, kendisini her daim minnetle anıyor ve özlüyoruz.

Güner Yiğitbaşı

31/08/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

“Sessizliği kır”
Dört kadın kadınlara, ailede şiddeti anlattılar
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)-2
Viyana merkezli RS Europe Enstitüsü bünyesinde ve Yenimahalle Belediyesi ortaklığında gerçekleştirilen “aile içi şiddeti tanımak ve önlemek” konulu ortaklaşa panel düzenlendi.  Nazım Hikmet Kültür Merkezi salonlarında 28.9.2018 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil ve Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy konuşmacı olarak katıldılar.
“Avusturya’da konuşlanan Avrupa Siyasal Araştırmalar Enstitüsü merkezli Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan ve Türkiye’de bulunan çeşitli kuruluş ve belediye ile düzenlenen AB yle fonlaşan ilgili gençlik kuruluşu ile Avrupa seviyesinde aile içi şiddetin tanımını yapmak, aile içi şiddetle mücadele ve önleme milli ve AB düzeyinde stratejilere değinme, ayrıca şiddet hakkında farkındalığı yaratmak ve bu konuda karakteristik özelliklere değinirken, aynı zamanda cinsel tabuları kırmak, aile içi şiddet konusunda bireylerin durumunu değerlendirmek ve nasıl cinsel eşitliğin sağlanacağını konuşmak; katılımcıları kendi toplumlarında katılımları sağlayarak var olan problemlere ışık olmayı sağlamak; cinsiyete dayalı ayırımcılığın önünde geçmek; ERASMUS projesi kapsamında Partnerlerin daha fazla sosyal hayata destek için proje yapmalarını sağlamak ve bu doğrultuda uluslar arası bir diyalogu oluşturmaktır”  şeklinde panel amaçları açıklandı.

Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)-2
Salonda yerel izleyici ile birlikte Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerden konuyu bilen ve kadına şiddet konusunda araştırma yapmak isteyen uzmanlar ve öğrenciler de konuk izleyici olarak katıldılar.
Konunun yoğunluğu ve önemi nedeni ile konuşmacıların konuşmalarını, izleyici okuma güçlüğünü düşünerek, birkaç bölüm halinde sunmak istiyoruz. Konuşmaları yazıya dökmek çok zor olsa da, ülkemizde hepimizi utandıran taciz, aile içi şiddet konusu hepimizi ilgilendirdiğinden okuyucuya sunmak istedik.
Bir önceki birinci bölüm yazımızda, Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar’ın, Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy (Türkiye’nin ilk Barolar Birliği Bayan Genel Başkanı), PS (Avrupa Sosyal, Siyasal Araştırmalar Enstitüsü): EUROPE Türkiye Temsilcisi Çağdaş Aslan’ın konuşmalarını sunmuştuk.
Hemen her gün gazetelere yansıyan, kadına yapılan çeşitli şiddet gibi önemli bir konuda, seçkin konuşmacıların değerli sunumlarını, konunun önemi olduğundan konuşmaları tam metin Halide sunmak istedik. Ancak konuşmalar çok uzun olacağı için bölümler halinde vermek istedik. Bu ikinci bölümde CHP Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca’ın konuşmasını bu ikinci bölümde sunuyoruz; üçüncü ve son bölümde de İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil’in konuşmasını sunacağız.
CHP Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca panelde şu konuşmayı yaptı:
TC de kadın konuşulurken ve kadın erkek fırsat eşitliğinin mücadelesini veren bir siyasi partinin genel Başkan Yardımcısı sıfatını da taşır iken 1923 de Cumhuriyetin ilanıyla birlikte
az önce başkanımız Sema Hanım’ın da anlattığı aydınlanma devriminin mimarı Ulusal Kurtuluş mücadelesinde cinsiyet gözetilmeksizin cephede her yerde kadın erkek hep birlikte mücadele ederek bir vatan toprağına ve bağımsızlık ve özgürlüğe kavuşmuş olan bir milletin mensubu bir kadın olarak kurucumuz ve kurtarıcımız olan Mustafa Kemal Atatürk’e ve onunla birlikte bu aydınlanma devriminin eşitlerine saygı ve minnetimi ifade ederek sözlerime başlamayı da bir borç olarak kabul ederim.
Salondaki genç arkadaşlarımıza baktığımda da Türkiye böyle bir projenin ev sahipliğine, bu alamda da Yenimahalle Belediyesine teşekkür ederim. Yurt dışından ve yurt içinden bu mücadelede bizlere yoldaş için gelen siz eğerli genç arkadaşlarım da bana göre en büyük alkışı en büyük teşekkürü hak ediyor diye düşünüyorum.
Sayın Sema Başkan’ın 2011 yılında Nisan ayında o Gelincik projesine başlattığında kısa bir süre sonra Kasım’da bizi de Denizli’de bir program ile kendilerini ağırlamak ve tanışmak fırsatını bulmuştum. O dönem o Gelincik projesinin simgesi olan Gelincik yaka rozetini yakama taktığımda benim için alabileceğim en büyük ödüllerden birisi idi ve biraz önce anlattığı ve ifade ettiği o projeni de Denizli ayağını çok önceden başlatmış olmanın da haklı onurunu yaşamıştık.
1997 yılında Denizli Barosu yönetiminde genel sekreter olarak göreve başladığımda tabi ki aile içi şiddet konusu, özellikle kadına şiddet konusu bu güne kadar yasal bir düzenlemeye kavuşamamış olmasının getirdiği bir düşünce anlayışı ile 4320 sayılı Ailenin korunmasına ilişkin, daha doğrusu kadına karşı işlenen şiddetin önlenmesi yazısının düzenlenmesi konusunda da aktif olarak bir kadının kadın olarak mücadele etmenin öncelikli olduğuna karar verdik ve Türkiye Barolar Birliğinde o dönemde kurulan Tubako ile birlikte bu mücadelenin de ortakları arasında yer aldık. Tabi ki 1999 yılında yasanın yürürlüğe girdiğinde kadınlarımızın bu yasayla ilgili bir bilgisi, bu yasanın kendisinin getirdiği hakların nasıl kullanacaklarını, haklarının ne olduğunu, haklarını nasıl kullanacaklarını şiddetin sadece fiziksel bir ders mi olduğu fiziksel psikolojik şiddetin bir şiddet türü olup olmadığı noktasında hiçbir bilgileri yoktu. Bu anlamda da bunun anlatılması ve tanıtımı konusunda ciddi bir çalışma yürüttük.
Peki, kadına karşı şiddete ilişkin nasıl bir yasal düzenleme var. Kadınlar haklarını öğrendi ve karakola geldiler. İzzete uğramaktan kaynaklı şikâyetlerini dile getirdiler. Peki, bu kadınlar yeniden şiddete uğradıkları o noktadan geri mi döneceklerdi. Bunun başka bir çözümü de olmalıydı. İşte Denizli’de 16 kadın mücadelesini veren sivil toplum örgütleriyle bir araya gelerek Denizli Kadın Platformu’nu oluşturduk ve ardından Denizli’de 2000 yılında Valilikte yapılan o dönemin ismiyle Sosyal Hizmetler il müdürüyle ortak bir protokol dairesinde 42 kadının barınabileceği bir sığınma evine geleceği 14 çocuklu ailesiyle birlikte orada konaklayabileceği o sığınma evi projesini hayata geçirdik.
2011 Nisan ayında Gelincik projesine başladıklarında 26 kadın sığınma evi olduğunu ifade etti. 2000 yılında Denizli’de bu kadın sığınma evini hayata geçirmek için yola çıktığınızda Türkiye’de sadece üç kadın sığınma evi vardı. Denizli’de Kadın mücadelesinin ortağı olan değerli kadın arkadaşlarımızla birlikte birden hayata geçirdik. 4320 sayılı yasanın kapsamı oldukça dardı, bizim taleplerimizi, B eylem planımızı eylem planımızı mücadelemize sığabilecek içerikte değildi. O yasa sadece kocanın kadına karşı karısına karşı uyguladığı şiddetin önlenmesi içerikli düzenlemeler içermekteydi. Daha sonraki o mücadelenin devamlılığıyla 6284 Sayılı Kanun daha geniş bir şekilde şiddetin önlenmesi, sadece aile içi şiddetin değil, şiddetin önlenmesi için çok daha geniş kapsamlı düzenlemeleri hayat geçirdi. Peki Türkiye’de bir hukukçu kimliğimle de ifade etmek isterim ki gerçekten aile içi şiddetin, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi için uluslararası sözleşmelerin yükümlülüklerini göze alınan ve kabul edilen sözleşmelerin üzerine yerine getirme noktasında yasal düzenlemeler konusunda aslında çok da bir sıkıntımız yok.
Yasal anlamda her türlü düzenlemeye ve o düzenlemenin sonucunda da, sığınma evleri kapsamında yetersiz de olsa kadınlarımıza açabileceğimiz kapılarımız var. Peki, eksik olan neler var? Yasal düzenlemeye rağmen bu gün hala bu kadına karşı her tülü şiddetin önlenmesi noktasında eskiden artık bu gün burada bunu konuşacak durumdayız. Neden artık kadına karşı şiddetin, aile şiddetin, toplumsal şiddetin, fiziki şiddetin, ekonomik şiddetin olmadığı bir Türkiye’de, olmadığının haklı onurunu yaşayamıyoruz.
6284 sayılı yasa uyarınca kurulan şiddet, şiddetin önlenmesi düzenlenmesi ilişkin merkezlerin 7/24 hizmet veren merkezler.
Ancak, şu anda ülkemizin yönetim anlayışı ve kadına karşı şiddeti ve kadına bakış açısındaki maalesef tutumlar ve bakış açısı nedeniyle gereken yasal etkinliğini sağlayabilmesi de maalesef çok mümkün görünmemektedir. Kanunlarımız var, sayın başkanım da ifade ettiği yasal anlamda siyasi iktidara bağlanmışı söz konusu ve bunun sonucunun maalesef ki kanuni düzenlemelerin hayata geçirilmesinde etkin olamadığımızı, biraz sonra verecek olduğum rakamlarla da göreceğiz.
Öncelikle şiddetin önlenmesini sivil toplum örgütlerinin ortaklaştırılmadığı sivil toplum örgütleriyle ortak baş başa bir mücadelenin verilmediği, kadın söz konusu olduğunda şiddet söz konusu olduğunda bunu sivil toplumun önderliğinde yürütülmediği siyasi irade ve görüş farklılıklarının ortaya çıkması ve siyasi iradenin değişmesiyle mücadele alanının da değiştiği bakış açısının değiştiği böyle bir ortamda yasal düzenlemenin sivil toplum örgütleriyle yaklaştırılmadığı ve mücadele ortamı yapılmadığı bir süreçte başarılı olamadığının da tanıklarıyız, hep birlikte.
Peki, İstanbul Sözleşmesinden bahsedildi. İstanbul sözleşmesinde yanlış hatırlamıyorsam 48. Madde olması gerekiyor. Uzlaşma dahi herhangi bir şekilde kadınlara karşı şiddet konusunda bir mücadele ve müdahale imkânının olmaması gerektiğidir. Ancak, her ne kadar aile içi şiddet için 6284 sayılı yasal düzenleme İstanbul sözleşmesiyle uyumlu hale getirilmek için çalışılmış ise de, zorunlu uzlaşma, uzlaştırma yönteminin yasal düzenleme içerisinde hala var olması maalesef kadına karşı şiddetin, aile içi şiddetin önlenmesi ya da toplumsal şiddetin önlenmesi anlamında bizlerin sonuca ulaşmasının önündeki en büyük engellerden birisidir. Yasal düzenlemeler var, ancak toplumu eğitmez isek, toplumu bilgilendirmez isek ve bu mücadelede bireylerin eğitimle bilinçlenmesini sağlamak sonuçta yasal düzenlemelerin sonuca ulaşmakta sağlamakta mümkün olamamaktadır. Şiddet gören kadın karakola başvurduğunda karakolda, işte bizde hani vardır ya, “kocadır hem sever, hem döver” gibi asla onaylayamayacağımız, onaylamamızın da mümkün olmayacak anlayışı o kadının müracaat ettiği karakollardan başvuru merkezlerinde çalışanların bilinçlenmesi, bilgilenmesi ve mevcut bakış açılarının değiştirilmesi görece bir eğitimden geçtikten sonra özel eğitim almış görevlilerin orada mutlaka görevlendirilmediği sürece kadının başvurduğundaki o hayal kırıklığı o travmanın önüne geçmemiz çok da mümkün görülmemektedir.
Tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler gereği ile yükümlülüklerimizi yerine getirmiyoruz.
Belediyeler anlamında yerel yönetimler anlamında kadın sığınma evlerinin hayata geçirilmesi ve bu anlamda yasal olarak tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler gereği ile yükümlülüklerimizi yerine getirebiliyor muyuz. Maalesef bunu da olumlu olarak cevaplayabilmemiz çok mümkün değil. Kadınlarımız, şiddet gören kadınlarımız sığınma evlerinde, aslında yasal adı “kadın konukevi”, “kadın misafirhanesi” olarak geçiyor. Aslında orası bir konukevi bir misafirhane değil, o şiddet mağduru kadınlarımızın sığınabileceği tek limandır. Bu yüzden kadın sığınma evi olarak ısrarla üzerinde vurgu yaparak yasal düzenlemenin de bu hale getirilmesini sağlamakta TBMM de bulunan milletvekili olarak aslı sorumluluğu olduğunu düşünüyorum.
Peki, kadınlarımız belli süreler içinde sığınma evlerine çocuklarıyla geldiğinde bu kadın sığınma evlerinin sadece ve sadece şiddet görenlerin geçici olarak konakladıkları sığındıkları ev olmaktan çıkartılıp onların rehabilite edilebildiği, topluma kazandırıldığı ve oradan çıktıklarında iş imkânıyla birlikte kendi ayakları üzerinde durabilecekleri tek bir hayata onları hazırlamak da yasal düzenlemelerde var olmasına rağmen, maalesef hayata geçiremediğimiz başka bir eksiklik, başka bir sıkıntıdır. Bir de kadın sığınma evini hayata geçirdiğimizde Denizli Sanayi Odası, Denizli Ticaret Odası, Denizli Esnaf ve Sanatkârları Birliğiyle birlikte bir protokol hayata geçirdik 200 yılında. Ve imza ile dedik ki bir kadın sığınma evinde hem psikolojik olarak, hem de sığınma evinde o geçiş sürecinde yardımcı olmaya çalıştığımız bu kadınları o evden çıktıklarında yeniden o şiddete maruz kaldıkları ortamına geri dönmelerinin engellenmesi gerekiyor. İş bulmada kadınlarımızı istihdam alanları yaratmak da bir zorunluluk diyerek bir protokol daha düzenledik. O süreçte en son benim bıraktığımda yaklaşık, 1200 civarında kadınlarımız o kadın sığınma evlerinde rehabilite edildikten sonra bir iş imkânına kavuşarak kendi ayakları üzerinde durabileceği ve şiddete maruz kaldığı ortama geri dönmeleri engelleyebilecek ortamı da yaratmaya çalıştık.
Gönül ister ki şu an siyaset yöneticilerimizin de bu projeyi, bu yasal düzenlemeleri hayata geçirme noktasında kadın ve kadına karşı şiddet, şiddete bakış açılarının değişmesi ve yasal anlamdaki koyduğumuz TBMM çatısı altında koyduğumuz bu kuralları fiilen de uygulayabilecek bir anlayış birlikteliğini yaşayabilmek.
Kadınlarımız ve kadın mücadelesi veren sivil toplum örgütlerimiz yıllarca bir kadın bakanlığı kurulması noktasında gerçekten çok etkin mücadele ettiler. Ve bizler hep istedik ki, bir kadın bakanlığı kurulması bir kadın sorunu değil, bunu bir insan hakları sorunu olarak ele alabileceği bir kadın bakış açısını topluma eğitimle destekle verebileceğimiz böyle bir bakanlığımız olsun. Tabi bu taleplere olumlu bakılacağını düşünmek biraz hayalci olduğunu bu bakış açısını da bir kez daha gördük.
Mevcut 24 Haziran seçimleri sonrasında bir kadın bakanlığı kurulacağına ilişkin umutların en yüksek olduğu dönemde bırakın Kadın Bakanlığını kurmayı, kadının hiç geçmediği Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler olarak üç ayrı ülkemizde gerçekten çok zor üç ayrı hizmet biriminin ve üç ayrı düzenleme biriminin bir araya getirildiği değiştirildiği bir isim ile karşı karşıya kaldık.
Kadın Bakanlığı kurulması noktasında tabi ki mücadele devam edecektir. Çalışma hayatı emek eksenlidir, ancak esnek zamanlı çalışmayı kadınlara böyle çok güzel bir projeymiş gibi sunulmasının arkasında yatan gerçekliğin de kadının fili çalışma hayatından ev ortamındaki çalışma hayatına alınarak evde çalışmanın özendirilmesi ve giderek kadının eve doğru hapsedilmesi noktasını yaratacağını da biz hepimiz bilmekteyiz.
Peki, bu kadar konuştunuz CHP bu konuda ne düşünüyor? CHP nin mücadele anlamında görevi ne olacak?
CHP nin bakış açısı öncelikle tüm programlarımızda ve beyanlarımızda içerdiği gibi bir kadın sorunundan ziyade bir insan hakları sorunu aynı zamanda cinsiyet eşitliğine dayalı bir siyasi iradenin her düzenleme hem de eylemsel olarak hayata geçirilmesi noktasında toplanmaktadır. Yine cinsiyet eşitliği evet ama eğitimle desteklenmeyen kadının çalışma hayatına istihdama daha aktif bir şekilde ve daha eşit şartlarda katılımın sağlanmasındaki engellerin kaldırılmasına da mutlaka sosyal demokrat çağdaş bir anlayışın başlıca projelerinden olmak durumundadır. Tabi ki kadına karşı şiddetin önlenmesi ve buna ilişkin yasal düzenlemelerin, eksiklerin farkında olarak öncelikle TBMM çatısı altında kadın erkek fırsat eşitliği komisyonun oluşturulması, sadece isim olarak seçilen bir komisyon değil, bu mücadele alan içerisindeki sivil toplum örgütlerinin de ortaklaşa mücadele edilebileceği bir alanın yaratılması mutlaka CHP ve sosyal demokrat bakış açısının da bir zorunluluk olduğu düşüncesindeyim.
Kadına karşı şiddet, aile içi şiddet birçok konuda yerel yönetimlerin de bu mücadele içerisinde varlığını esas alan bir anlayışı temsil etmekteyiz. Bu anlamda yerel yönetimlerde olduğumuz illerde ve ilçelerde öncelikle kadın sığınma evleri, kadın sığınma evleri dışında kadın istihdam hayatına kazandırılması adından sırf cinsiyet kadın olmasından kaynaklı mobiye uğraması kadınlarımızın öncelikle başvurabileceği merkezleri açan bir yerel yönetim anlayışının da hayata geçirildiğini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kadına yapılan şiddet ve cinayet, yüzde 1400 oranında arttı
2012 yılında daha geniş kapsamlı yürürlüğe giren yasal düzenlemeye rağmen kadına şiddet önlenebilmiş mi? Maalesef rakamları az önce moderatörümüzün de ifade ettiği gibi ülkemizde son 2010-2017 yılları arasında 1915 kadının şiddete maruz kalarak yaşamını kaybettiği ve yine 2018 verilerine göre bu gün yüzde 1400 oranında artan şiddet ve kadın cinayetlerinin hala devam etmekte olduğunu görmek, bu veriler ile birlikte bu mücadelenin sadece bir yasal düzenleme değil, yöneticilerin ve siyasi iktidar sahiplerinin de düşüncelerinin ve bakış açılarının sedece uluslararaı sözleşmelere uygunluk anlamında bunu kâğıt üstünde olarak değil, eyleme geçirerek ve gereğini yerine getirmeyi de bir yükümlülük olarak göreceği bir anlayışın hayata geçirilmesini diliyorum”.
Not:  Gelecek üçüncü bölümdeki yazımızda CHP İstanbul Milletvekili Saliha Sera Kadıgil’in konuşmasına yer vereceğiz.

Cevat Kulaksız


Cevat Kulaksız
Gülizar Biçer Karaca:
25. dönem CHP milletvekili adayı Gülizar Biçer Karaca, 1970 Denizli doğumlu.
1989'da Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Serbest avukatlıkla birlikte SHP'de siyasete başladı.
1990'da CHP Gençlik kollarında görev yaptı.
1999-2004 yılları arasında CHP'den Kınıklı Belediye Meclis üyeliği yaptı. Denizli Barosu Genel Sekreterliği yapan Biçer Karaca, Aile içi Şiddetin önlenmesi, Medeni Kanun ve Kadın Hakları konularında çalışmalar yaptı,
2005- 2015 yılları arasında, Atatürkçü Düşünce Derneği Denizli Şubesi Başkanlığını yaptı.
TBMM 25. Yasama Döneminde Denizli Milletvekili ve TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi olarak görev yaptı. 35. CHP Olağan Kurultayı’nda, CHP Parti Meclisi Üyeliğine seçildi.
27.dönem CHP Denizli milletvekili adayıdır.
Orta düzeyde Almanca bilen Gülizar BİÇER KARACA, evli ve bir çocuk annesidir. 

Romantizm - Güner Yiğitbaşı
Bugüne kadar binlerce makale yazdık ve bunların birçoğunun konusunu siyaset oluşturdu, ülkemizde siyaset ve siyasi gündem o kadar sık ve çabuk değişiyor ki, bir yazar olarak takip etmek mümkün olmuyor, bazen hangi konuyu yazacağınızı şaşırıyorsunuz.

Şimdi adli tatildeyiz, bazı suç tipleri adli tatile tabi olmadığı için bir ceza hukukçusu ve avukatı olarak adli tatile rağmen o davadan bu davaya koşturup yorulduğumuz için, bu ara oluşan bir boşluktan ve araya giren 30 Ağustos Zafer Bayramı tatilinden de istifade ederek, Kuşadası’ndaki yazlıkta dinlenme fırsatı bulduk, kuş sesleri, çiçekler, böcekler, karıncalar, güneşin denizden batışı ve yeşillikler arasında gün geçirirken, duyguların ve hislerin ön plana çıktığı bu ortamda, insanda siyasetle ilgilenme ve siyasi yazılar yazma isteği oluşmuyor, bu nedenle bugün, her yaştaki insanın az çok sahip olduğu duygu, coşku, hayal ve hislere hitap etmek,  romantik takılmak ve romantizm üzerine yazı yazmayı arzuladık.

Yazımıza konu seçtiğimiz romantizm nedir, kısaca o konuda bilgi sunmaya çalışalım.

Google ‘den derlediğimiz bilgilere göre; edebi akımlar genel olarak birbirine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu tepkinin en belirgin örneklerinden biri romantizmdir. Romantizm, klasisizme bir tepki olarak doğmuştur. 18.yüzyılda Fransa topraklarında boy gösteren romantizm, 19. yüzyılda Avrupa’nın tamamını etkisi altına alarak gelişimini tamamlamıştır. Romantizmin ortaya çıkmasındaki en büyük etken Fransız İhtilali’dir. Söz konusu ihtilal, krallık rejimini yıkarak büyük bir özgürlük ortamı yaratmıştır. Bu özgürlük ortamının başlangıcı ile büyük bir aydınlanma gerçekleşmiştir. Oluşan hür ortamın etkileri sanata da yansıyarak romantizm akımı meydana gelmiştir.

Romantizmde, yoğun duygusal deneyimler ve doğanın ince güzelliği, işlenen temalar arasındadır.

Klasisizmde hayal, geri plana itilerek aklın öncülüğü esas alınmışken romantizmde duygu, hayal ön plandadır. İnsan ruhuna, hislerine büyük önem veren romantik sanatçılar, aklın duygulara, hayallere engel olduğunu düşünmektedirler.

Romantizm sanatçıları, klasisizm sanatçılarının akıl ve sağduyusunun karşısına, dizginlenemez duygu, coşku ve hayali koymuştur. Lirik şiir, romantizmle yeniden dirilmiştir.

Bu özet bilgilerden anlaşıldığı üzere, romantizmde dizginlenemez duygular, coşkular ve hayal gücü öne çıkmaktadır. Akıl geri plandadır.

İnsanlarda, yaşı ne olursa olsun, duygularını, hayallerini ve coşkularını kaybetmediği sürece, doğumundan ölümüne kadar romantizmin izlerini görmek mümkündür, çeşitli etkenler; bir kişiye duyulan sevgi ve özlem, güzel bir tabiat manzarası, güneşin batışı, güzel bir çiçek, kuş ve kuş sesleri ve böcekler dahi,  insanların içindeki romantik duyguları ortaya çıkararak, duygulu anlar yaşamasına neden olabilir.

Romantizm; aklı reddedip duyguları, coşkuları ve hayalleri ön plana çıkardığı için, romantizmi temsil eden şairler, aklın kabul edemediği ancak duygu ve hayallerin ürünü olabilecek çok güzel şiir ve sözlere imza atmışlardır.

Sosyal paylaşım sitelerinin birinden alıntı olarak dün facebook sayfamızda yer verdiğimiz; "Beni, hiçbir yere sığdıramadığın için sakın üzülme, yüreğini aç bak, sığdığını göreceksin." sözü ile yine yıllar önce okuduğumuz ve konusu 2.Dünya Harbi yıllarında geçen bir romanda, askere alındığı için sevgilisinden uzak kalan roman'ın erkek kahramanı bir Fransız askerin sevgilisine yazdığı mektupta yer verdiği, hatırımızda kaldığı kadarıyla mealen; “Her sabah, yüreğimde hissettiğim o çok tatlı kıpırtı ile uyanıp gözlerimi açıyorum, bazı sabahlar, henüz yüreğimdeki o kıpırtıyı duymadan uyanırsam, o güzel kıpırtıyı heyecanla bekliyorum, o kıpırtıyı yüreğimde duyup hissettiğim an, dünyalar benim oluyor ve çok seviniyorum, zira, biliyorum ki; o an, yüreğimdeki sen, sağlıcakla uyanmış, gözlerini güne açmış ve gerinerek el ve ayak parmaklarını yüreğimin çeperlerine yavaşça dokunduruyorsun. Hemen Tanrıma şükrediyorum”

Değerli okurlar, hangi yaşta olursanız olunuz, duygularınız, coşkularınız ve hayalleriniz hiç bitmesin, romantik takılmaya devam edin, bedenen yaşlansanız da, ruhunuz ve duygularınız genç kalsın.

Bu vesileyle, hepinizin 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu ve mutlu olsun.

29/08/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

“Sessizliği   kır”
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)
Viyana merkezli RS Europe Enstitüsü bünyesinde ve Yenimahalle Belediyesi ortaklığında gerçekleştirilen “aile içi şiddeti tanımak ve önlemek” konulu ortaklaşa panel düzenlendi.  Nazım Hikmet Kültür Merkezi salonlarında 28.9.2018 günü düzenlenen panele konuşmacı olarak CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil ve Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy konuşmacı olarak katıldılar.
“Avusturya’da konuşlanan Avrupa Siyasal Araştırmalar Enstitüsü merkezli  Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan ve Türkiye’de bulunan çeşitli kuruluş ve belediye ile düzenlenen AB yle fonlaşan ilgili gençlik kuruluşu ile Avrupa seviyesinde aile içi şiddetin tanımını yapmak, aile içi şiddetle mücadele ve önleme milli ve AB düzeyinde stratejilere değinme, ayrıca şiddet hakkında farkındalığı yaratmak ve bu konuda karakteristik özelliklere değinirken, aynı zamanda cinsel tabuları kırmak, aile içi şiddet konusunda bireylerin durumunu değerlendirmek ve nasıl cinsel eşitliğin sağlanacağını konuşmak; katılımcıları kendi toplumlarında katılımları sağlayarak var olan problemlere ışık olmayı sağlamak; cinsiyete dayalı ayırımcılığın önünde geçmek; ERASMUS projesi kapsamında Partnerlerin daha fazla sosyal hayata destek için proje yapmalarını sağlamak ve bu doğrultuda uluslar arası bir diyalogu oluşturmaktır”  şeklinde panel amaçları açıklandı.
Salonda yerel izleyici ile birlikte Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Avusturya, İspanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerden konuyu iyi bilen ve kadına şiddet konusunda araştırma yapmak isteyen uzmanlar ve öğrenciler de konuk izleyici olarak katıldılar.
Konunun yoğunluğu, konuşmacıların konuşmalarını, izleyici okuması güçlüğünü düşünerek, birkaç bölüm halinde sunmak istiyoruz
Panele destek sağlayan Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar panelin açılışında şunları söyledi:
Kadına şiddet her geçen gün tırmanıyor
Avrupa Siyasal ve Sosyal Araştırmalar Enstitüsü bünyesinde çalışan SSK temsilcileri Nazım Hikmet Kongre Merkezinde sizleri ağırlamaktan onur duyarım. Yenimahalle Belediyesi olarak her türlü ayırımcılığa karşı bir özelliğe sahiptir. Yenimahalle Belediyesi kimsenin değil, bölgenin olduğu kadar herkesin belediyesidir. Yenimahalle belediyesi olarak insanlığın diğer yarısı olan kadınlarımıza yönelik her türlü ayırımcılığa ve ötekileştirmeye karşı kadınlarımızın yanındayız. Kadınlar gelişirse toplum gelişir. Kadınlar makûs kaderlerini değiştirirse toplumda da çok şey değişir. Kadınlarımız Cumhuriyet sonrası haklarını Avrupa’daki gibi büyük mücadelelere girmeden G.M. Kemal Atatürk sayesinde elde etti. Atatürk hayatında bu ülke için başka hiçbir hizmet yapmamış olsaydı bile sadece kadınlara aşkla vicdana aykırı bir durumdan kurtarma yolundaki düşünceleri ve başarıyla Türk tarihinde olduğu gibi, insanlık tarihinde de önemli bir yere sahip olacaktı. Çoğu Avrupa ülkesinde yokken kadına seçme ve seçilme hakkı verilmesi eğitim birliğini sağlayarak kız çocuklarına, erkek çocuklarına aynı eğitim alması yolunu açması, medeni hukuk alanında çağdaş değişimlerle bunu sağlayacak idi.  Öyle ki ikinci sınıf vatandaş bile görülmeyen bir toplumsal düzeni sonrası, Cumhuriyetle birlikte kadınlar çok sayıdaki hakka emek harcamadan, mücadele etmeden kavuşmuştu. Parlamentoya 1934 de 18 kadın milletvekili girmişti. Ancak uygulamada çok başarılı olduğumuz söylenemez. Kadınların üretim döngüsü içindeki, siyasi mekanizmalar içindeki sayısına baktığımızda bunu görüyoruz. Toplumumuzun büyük bir kitlesinin de hala kadınların eğitimi ve meslek edinmesi yerine çocuk yapması ve evinden dışarı çıkmaması özendirilmeye çalışılmaktadır. Kadına şiddet her geçen gün tırmanıyor. Kadın iş gücü ucuz işgücü olarak değerlendiriliyor. Zor durumdaki kadınlarımız için kadın sığınma evini açmış bir belediyeyiz. Kadınlarımızı orada hem muhafaza ediyoruz, hem de yeni hayatlarına hazırlanmada yardımcı oluyoruz. Orada hem psikolojik destek hem de mesleki eğitimler veriyoruz. Şiddet mağduru kadınları sosyo ekonomik destek sistemlerinin geliştirilmesi projesiyle 50 kadına eğitim veren ve istidam eden projenin ortağıyız. Kadın girişimcilere yeni kadro projesinde ortaklarından biriyiz. Zamanın diyalektiğine bağlı olarak geriye gitme şansımız yok, daima ileriye bakacağız. Her geçen günün geçmişten daha iyi olacağına olan umudumuzu yükseltmek zorundayız. Geleceğin bu günden daha güzel olmasında kadınların hak ve özünde özgürlük mücadelesinde etkin olacaktır. Toplumun kurtuluşu kadının kurtuluşuyla gerçekleşir”.
PS: EUROPE Başkanı Çağdaş Aslan şu konuşmayı yaptı:
PS nedir, PS (Avrupa Sosyal, Siyasal Araştırmalar Enstitüsü) 2015 yılında bu gün aramızda bulunan Zonguldak Milletvekilimiz Deniz Yavuz Yılmaz’la beraber 2015 yılında oluşturduğumuz, kurduğumuz siyaset pratiğinden gelen ve akademi alanında da etkin gençlerin Boğaziçi Üniversitesinin de katkısı olmakla akademik kadrosundan faydalanarak Viyana’da oluşturduğumuz bir enstitüdür. Bu kapsamda remel olarak bize siyasi analizler, akademi araştırma projeleri, A projeleri ve sosyal politika önerileri sunuyoruz, topluma.
Ulusal ve uluslar arası bu tür projeleri yaparken özellikle bireysel özgürlüklere, dünya barışına, demokrasiye, sosyal adalete ve kalkınmaya katkıda bulunmaya da gayret ediyoruz. İşte bu gün de toplumsal duyarlılık gerektiren önemli bir konu, aile içi şiddet. Bu konuyu temel alan projemizin bir ayağı olan panel ayağımızı hepimizin katkılarıyla bu gün gerçekleştiriyoruz. PS projemiz bir hafta sürecek. Cinsiyet algısı, aile içi şiddet, bu konuların sosyolojik, psikolojik ve sosyal etkileri bu projede tartışılacak. Çalışmalar rapor halinde AB ye iletilecek. İtalya, Yunanistan, Makedonya, İspanya, Bulgaristan ve Avusturya’dan gelen konuklarımız var. Yenimahalle Belediyesi, kadın örgütleriyle çok ciddi çalışmalar yürütüyor. Onun için bu çalışmalarımızı Yenimahalle Belediyesinin başarılı çalışmaları nedeni karşılıklı yardımlaşma, bilgi alışverişi ve dayanışma yapmak için burayı tercih ettik”.
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)

Paneli yöneten Moderatör Dr. Dicle Maybek şunları söyledi:
Dr. Dicle Maybek moderatörlüğünde panel’e CHP Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca, Ankara Barosu Eski Başkanı Sema Aksoy, İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil konuşmacı olarak katıldılar.
“Dünyada her üç kadından biri şiddete maruz kalıyor”:
Moderatör Dr. Dicle Maybek şunları söyledi:
“Dünyada ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet ne durumda size Bununla ilgili bir fotograf sunmaya çalışacağım. Dünya geneline bakıldığında her üç kadından biri  fiziksel şiddete maruz kalıyor. Yani oran yüzde 35 dolaylarında. Öldürülen yani cinayet kurbanı kadınların yüzde 38 i yakınları tarafından öldürüyor. Yani cinayete kurban giden kadınların yaklaşık yarısı erkeği veya kadının partnerleri tarafından katlediliyor.
Dünyada şiddet oranları nasıl, diye bakmak gerekirse Danimarka’da yüzde 52 oranında kadına yönelik şiddet hâkim. İngiltere’de ve Fransa’da bu oran yüzde 44 e düşüyor. Finlandiya’da ise yüzde 47. Avrupa ülkelerinde her 20 kadından biri ne yazık ki tecavüz mağduru. ABD de her 45 saniyede bir bir kadın tecavüze uğruyor.
Türkiye’ye dönüp baktığımızda 2017 yılında 409 kadı ve kız çocuğu katledildi. Yani sene 365 gün üzerinden düşünürsek çok vahim bir rakam bu. 2018 yılının Ağustos ayına kadar 243 kadın öldürüldü. Sene sonuna kadar bu sayının 350 nin üstüne çok daha çıkacağını ümit ediyoruz.
2014 yılında HÜ ile kadının statüsü genel müdürlüğünce yapılan Türkiye araştırmasının sonuçları da ne yazık ki son derece vahim.
Kadına yönelik fiziksel şiddet oranı yüzde 36 ya çıktı, aslında Avrupa’yla örtüşüyor; her üç kadından biri Türkiye’de şiddete maruz kalıyor.
Cinsel şiddet oranı yüzde 17, bunu spesfik olarak gerçek kabul etmek bence hatalı. 2008 araştırmasında ben de bulunmuştum, kadının statüsü genel müdürlüğünce, bu alan da çok gezmiştik. Kadınlar anlatmıyorlar, kadınlar maruz kaldıkları özellikle cinsel şiddeti anlatmıyorlar, evlilik için tecavüzü yok sayıyorlar, bu evlilik içi ilişkiyi bit görev olarak görüyorlar. O nedenle bunu şiddet olarak algılamıyorlar. O yüzden biraz daha yüksek tasavvur edebiliriz. Duygusal ve psikolojik olarak şiddete maruz kalan yüzde 54 her iki kadından biri. Ekonomik şiddet ise yüzde 30 dolaylarında. Bu araştırmaların ortaya çıkardığı en bariz sonuç ise, şiddet gören kadınların yüzde 89 u resmi bir merciye şikâyette bulunmuyor. Bu şu demek oluyor, bizde şiddetin resmi kayıtları yok demek oluyor. Daha da vahimi, şikâyette bulunan kadınların yüzde 29 u kolluk kuvvetleri tarafından eşine barıştırıldığını iddia etmiştir. Bu 684 sayılı yasaya göre suçtur, bunu yapanlar soruşturma yapılması gerekir. Fakat bunlar, bilinmiyor.
Kadın sığınma evleri şiddet mağduru kadınların sığınacağı ana mekanizmalardan biridir. Özellikle İstanbul sözleşmesinden sonra, 684 sayılı yasa ortaya çıktıktan sonra Türkiye’deki sığınak sayıları 136 ya yükseldi. Bakanlığa ait 102 sığınma evi, güç idaresine ait bir, sivil toplum kuruluşlarına ait bir sığınma evi vardır. Türkiye’de toplam 3444 yatak kapasitesi ile çalışıyor, sığınma evleri. Belediye kanununa göre nüfusu yüz bini aşmış belediyelerin sığınma evi açma yükümlüğü vardır. Bu bir hükümlülük olarak veriliyor, sonunda caydırıcı herhangi bir madde bulunmadığı için ne yazık ki yerel yönetimler sığınma evlerini açmıyorlar. Bakanlık sosyal politikaları tamamen ortadan kaldırmış ve aileye dönük odağı devam etmiştir. Alanda bulunduğumuz, sahada bulunduğumuz her dakika ailelerin mağdur bıraktığı kadın ve kız çocuklarıyla yüz yüzeyiz. Bu ailelerde çıkıyor kadınların kararları, bu ailelerde kız çocukları kendilerinde 20- 30 yaş erkekle evlendiriliyor. Yine ailede oluyor bu pedofiler veya enses ilişkiler. Bu nedenle bakanlık kadın ve çocuk odaklı merkeze alıp sahada çalışması gerekiyor.
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)


Ankara Barosu eski başkanı Sema Aksoy (Türkiye’nin ilk bayan Baro Genel Başkanı ) şu konuşmayı yaptı:
Biz üç panelist olarak seçilmiş kadınlarız. Ben Ankara Barosu seçimlerine katılarak Ankara Barosu Başkanı oldum. Cumhuriyet tarihinde ilk kadın başkanıyım Ankara’da. Değerli milletvekillerimiz daha önce de kadın haklarıyla ilgili, çocuk haklarıyla ilgili çok uzun zamandır, çalışmaları olan bildiğim arkadaşlar.
Biz burada seçilmiş kadınlar olarak bir kere öncelikle M. Kemal Atatürk’e, Cumhuriyetin aydınlanma devrimlerini gerçekleştirmiş, tüm geçmiş ecdatlarımıza şükranlarımızı sunmak istiyorum. Eğer Cumhuriyet tarihi ile birlikte 1923 den sonra 1926 da Medeni Kanun Kabul edilmemiş olsaydı, 1930 dan başlayarak 1934 e gelerek yerel seçimlerde, genel seçimlerde milletvekili hakkı kadınlara verilmemiş olsaydı biz üçümüz de herhalde  burada olmayacaktık. Keza tabi ki aydınlanma devrimlerini de unutmamak gerekiyor. Özellikle de Tevhidi Tedrisat yani eğitimin birleştirilmesi. Çok benimsediğim bir kanundur, çünkü Türkiye’deki aydınlanma devrimlerinin, demokratlaşmanın, kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasındaki en öncü kanunlardan birisidir. İşte o kanunlarla da biz kadın erkek bir arada okumaya başladık. Karma eğitim başladı. Laik eğitim başladı. Ne zamanki laik eğitimden Türkiye’den uzaklanmaya başlanılıyor, çağdaş eğitimden uzaklaşılmaya başlanılıyor. Ne yazık ki, karanlık düzene doğru o zaman gidişine karşılaşıyoruz. O bakımdan Tevhidi Tedrisat Kanununu yapanları da tekrar bir saygıyla, şükranla anmak istiyorum.
Karşımızda Abdurahman Karamanlıoğlu oturuyor. Abdurahman Bey biraz sonra bahsedeceğim “gelincik projesinde bir gün gözleri dolarak geldi yanımıza, dedi ki, “benim bir apartmanım var, altı katlı, ben dedi, bu apartmanı size bağışlamak istiyorum. Bu kadar güzel bir çalışma yapıyorsunuz size bağışlamak istiyorum” dedi. O anı unutamıyorum. Gerçekten bizim için çok önemli bir andı ve Apdurahman Bey’den anahtarı teslim aldık ağlaşarak. Eşi Sema Hanım sevgi saygı ona da.
Anahtarı teslim aldıktan sonra, Ankara Barosu olarak bir sığınma evi açabileceğimizi düşünüyorduk. Yasamızda ne yazık ki böyle bir imkânımız yoktu. En doğru adresin neresi olduğunu düşündük, ilk adres olarak ilk aklımıza gelen Yenimahalle Belediyesi oldu. İlk Adli Yardım kurumunu da Yenimahalle Belediye çatısı altında açmıştık. Kadınlar daha çabuk gelsin diye, mahallinde bir ilk adli yardım merkezini de Yenimahalle Belediyesinde açmıştık. Sığınma evi de Türkiye’deki örnek sığınma evidir, burada açtık hep birlikte. Gurur duyuyorum, şükranlarımı sunuyorum. Kadın haklarını da hep birlikte omuz vererek aşacağız.
Bu gün konuşmama Matın Lüther Kingin bir sözüyle başlamak istiyorum. Diyor ki, Martin Lüther King: “Eğer sizde sokakları süpürmeni istenirse Mişel Ancello’nun resim yaptığı, Betofin’in beste yaptığı veya Şekspir’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki, gökteki ve yerdeki durup burada dünyanın en iyi küpçüsü yaşıyor, desinler”.
Yaptığın işini en iyisini yapmak, hakkını vererek yapmak, gerçekten çok önemli. İşinin hakkını vermeden yapan insanların yüzünden sorunlarla karşılaşıyoruz. Eğer herkes işini iyi yapmış olsaydı, görevini en iyi şekilde yapmış olsaydı, belki bu gün burada kadına yönelik şiddeti konuşmuyor olabilirdik. Ne yazık ki, çoğumuz aldığımız sıfatları hak etmiyoruz, görevleri hak etmiyoruz. Koltuğa değer katan değil, koltuktan değer alan, koltuğa, makama biat eden insanlar hale geliyoruz makamlara göre, gelince. Hâlbuki asıl olması gereken işini iyi yapmak ve hizmet aşkıyla insanlara hizmet etmektir. Bizim bence sorunumuz bu. Türkiye’deki ve diğer kısım çalışmalar yaptım, biliyorum ki, özellikle kadına yönelik şiddetin fazla olduğu ülkelerde sorunun, temel sonun bu olduğunu görüyorum ve bunun altını özellikle çizmek istiyorum.
Eğer bir konuda gerçekçi politikalar izlenmezse, samimi düşüncelerle hareket edilmezse, başarılı olmak mümkün olmuyor. Bu nedenle diyorum ki, ölen her kadının, ölen her çocuğun, annesiz babasız kalan her evladın sorumluluğu sadece o tetiğe basan elde değil, o tetiğe basan elin o hale gelmesine sebep olan, toplumsal geldiler de, belki bizlerin ihmalkârlıklarımızda, belki kendimize düşen görevi yapmamızda, o bakımdan önce hep beraber dönüp kendimize bakmamız lazım. Çünkü şiiri yaratan, çocukları büyüten anneler ve içinde bulunduğu toplum. Ne görürseniz onu alıyorsunuz.
Tabi Türkiye’de şiddet dili giderek daha fazlalaşıyor. Önüne geçmek ne yazık ki mümkün olmuyor. Ama ben bunun temel sebeplerinden biri olarak öncelikle TBMM sini görüyorum ve buna inanıyorum ki burada oturan arkadaşlar, sayın vekilim bundan sonra bu dönemde ümit ediyorum  geçmişteki manzaralarla karşılaşmayacağız. Şiddet dilini bırakacağız. İnsanlar birbiriyle konuşarak, birbiriyle düşüncelerine saygı duyarak farklı düşüncelere saygı duyarak konuşmayı başarabilmeli. Sükûnetle dinleyebilmeli. Yani geçmiş dönem TBMM den zihnimde kalan manzaralar benim, içler acısı. Üç manzara kalmış zihnimde, birisi masaya çıkmış, saçları savrulmuş, kendinden geçmiş bir kadı milletvekili; birbirine yumruk atan milletvekilleri ve bacağı kimin tarafından ısırıldığı belli olmayan bir milletvekili. Ben bunu söylerken utanç duyuyorum. Baş nereye giderse ayak oraya gider. O bakımdan baş bizim başımız, bizim Meclisimiz, öncelikle kendine bir çekidüzen verecek. Bu keskin dili bırakacak.
Ben Ankara Barosu Başkanı olduğumda çok üzülüyorum ama bir kadın avukat arkadaşım bana dedi ki, “başkanım siz hiç bağırmıyorsunuz,” dedi. Ben de dedim ki, “kıymetli meslektaşım memlekette herkes bağırıyor, artık sükûnetle konuşalım, kulaklarımız çalışmaz oldu. Duyduğun şeyi anlayamazsın ki. Duymaktan aciziz, çünkü bağırıyoruz. TV larda tartışma programlarını izleyeniniz kaldı mı hayır. Eskiden Meclisin TV bütün oturumlarını izlerdim, şimdi izleyemiyorum, çünkü tahammül edemiyorum. Çünkü şiddet dili ne yazık ki, hem Tv larda, bütün programlarda yaygınlaştı, hem de adım adım topluma sirayet etti ve her alanda yaygınlaştı. Ben hiç bağırarak konuşmam, konuşmayı da düşünmüyorum. Bağırmak acizlik ve öfke belirtisidir. Öfkesini hâkim olamayan insanlarda lütfen makamlara gelmesinler. Adam gibi konuşmayı, adam gibi dinlemeyen insanlar da bir yerlere çıkıp konuşmasınlar. En medeni, en insani harekettir, öfkesine hâkim olabilmek ve karşı tarafın konuşmasına saygı duyabilmek. Eğer saygı duymuyorsanız düşüncelere ve konuşmalara bir adım ötesi şiddete gidiyor, bir adım ötesi de yaralamalara öldürmelere doğru gidiyor. Sonunda kadına yönelik şiddet değil, toplumun ortak sorunu. Çocuğa yönelik şiddet var, insanların erkeklerin birbirlerine yönelik şiddet var. Şiddet topluma hâkim olmuş.
Türkiye’de kadın erkek eşitliği ile ilgili çok ciddi mücadeleler veriliyor, sivil toplum örgütleri, barolar, kadın örgütlerinin yıllardır çok büyük mücadele veriyoruz. Bu mücadelelerin sonunda da belirli noktalara gelindi. Çok önemli adımlar atıldı. Ne olursa olsun ben 4320 Sayılı Kanun, 4384 Sayılı Kanunun Türkiye’de bir devrim olduğunu düşünüyorum. Biraz önce Dicle Hanım söyledi, eskiden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vardı. Biz hep diyorduk ki, niye hep Aile Bakanlığı, kadın haklarından bahsediyorsak biz Türkiye’de bir ihtiyaç var, bir kadın bakanlığa ihtiyaç var, özel bir konu bu. Ona öyle derken iyice karıştı ben adını bile tam olarak söyleyemiyorum, bir sürü kelime. Hepsi karma arada da kadın kanar. Geçmişte aile için kaynıyordu, şimdi diğer konularla ilgili kaynar gider. Neden, çünkü Aile Bakanlığı. Ne yazık ki, kadın ne olursa olsun kadın ne kadar şiddetle karşılaşırsa karşılaşsın, en kutsal değerimiz olan öncelikle aileyi korumak zorunda. Kendisi önemli değil ki, kendisi bir değil ki. Yeter ki, aile ayakta dursun. Bizde bir söz vardır, “kol kırılır yen içinde kalır”; bu hiç erkeklere söylenmez ama genelde kadınlara söylenir. Niye, “kadın sessiz kalsın”. Ama bu sessizliği kıracağız hep beraber, kıracağız.
Bu gençlik hareketlerini çok önemsiyorum. Biz Türkiye’de 48 üniversiteyle bir gönüllülük zinciri oluşturduk. Umut ediyorum ki hep birlikte PiSurukla bundan sonraki çalışmalarda ortak bir çalışmayla birlikte yürütmek isteriz. Sosyal sorumluluk projelerine katkı koymuş 48 üniversite gençliği her sene bir araya gelerek kadın hakları ve çocuk haklarını konuşuyoruz, çözüm önerilerini üretiyoruz, denenecek yolları belirliyoruz. O üniversiteli arkadaşlarımız illerine dağılarak o bölgelerde çalışmalar yapıyorlar. Gençlik ve kadın kurtaracak dünyayı, buna inanıyorum. Sizlerin özellikle gençlerin azmi bu mücadelemizde bizim önümüzde inşallah ışık tutacaktır.
Size kısaca Ankara Barosu’nda gerçekleştirdiğimiz bir gelincikı projesinden bahsedeceğim. Ankara Barosu’nda 2011 yılında bir proje gerçekleştirdik. Adı “gelincik projesi” 2 Nisan 2011 tarihinde doğdu. Biz onu bir evlat gibi koruyup kolladığımız için, hiç unutmuyoruz ve kutluyoruz doğumunu, her sene. Çok kıymetli bir projeydi. Gerçekten inanarak başladık, zor koşullarda başladık. Çok kuruluş ve kurum bize inanmadı. Veyahut da sivil toplum örgütlerinden belli kamusal alandan “devletin işini siz mi yapacaksınız” diye eleştiriler geldi. Ama ne olursa olsun, biz bir şeyler yapmak zorundaydık. Artık toplantılarda “şiddete hayır” söylemleri bir fayda sağlamıyordu. O bakımdan dedik ki eğer biz kadının hayatını kurtarmıyorsak, söylenen hiçbir söz-n anlamı yok. İstediğiniz kadar konuşun, istediğiniz kadar paneller yapın, toplantılar yapın, çalıştaylar yapın kadınlar ölmeye devam ediyorsa, burada bir eksiklik var, demektir.
Biz farklı bir çalışma yaptık, doğrudan doğruya kadın hayatını kurtaracak bir çalışmaya bir imza attık. Buradaki arkadaşlarla da o dönemde tanıştık ve çalışmalar yürüttük. “Gelincik Projesi” bir gönüllülük projesi idi. Daha sonra bunu “adli yardım” diye adı altında Baro çatısı altında bir sistem vardı. O sistemin altına yerleştirerek gönüllü avukatlarla sonra da sosyal psikolojik iletişim, darama vb konularında eğitim almış, kadın insan hakları ve çocuk hakları konularında uzmanlaşmış avukat arkadaşlarımızla proje ders çalışmaya başladık. 2011 yılından itibaren faaliyet gösteriyor, 4440306 numaralı bir “Alo Gelincik” hattı oluşturduk. Kadınlar telefonu açtığında şiddet gördükleri kadın karşısında hemen bir avukatla karşılaşıyordu. Doğrudan avukatlar oturdu o telefonun başında hala aradığınız zaman bir avukatla karşılaşırsınız. Kadın avukatlarla çalışmayı tercih ettik, çünkü ne yazık ki şunu gördük, şiddet gören kadın ilk etapta bir erkeğe güvenmiyordu, maalesef.  Yani bir erkek olduğu zaman kapısını kapatıyor, çekip gidiyor, öyle bir sonucun altında oluyordu. Niçin kadın avukat arkadaşlarımızla çalışmalarımızı sürdürdük. Çok sayıda eğitim çalışmaları yaptık. Özellikle emniyet teşkilatında yaptığımız çalışmaları çok önemsiyorum. Çünkü kadınların ilk muhatap olduğu yerdir karakollar. Karakollara gidildiğinde kadınlara, “canım ne olacak kocan değil mi, söver de döver de” deyip kadınlar eve gönderilirken 6284 Sayılı Uygulama aşamasında kadınlara koruma kararı alınan erkekler için polisler,        “yav evine bir gitsin eşyalarını alıp çıksın”  diye bir düşüncede iken, şimdi de belli bir noktaya geldiler ama uzun zaman bir eğitimden geçtikten sonra.  Okullarda farkındalık eğitimleri yaptık, bütün kamu kurum ve kuruluşlarında eğitim çalışmaları yürüttük. Bu süreçte Ankara Valiliği, bakanlık Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu herkes kapılarını bize heyecanla açtı.
Şunu paylaşmak istiyorum. Kamusal alanda devlet kurumlarının bürokratik ve hantal yapısının iş yapımını engellediğini gerçekten oralarda gönüllülükle çalışacak pek çok insanoğlu olduğunu da heyecanla bir şeyler yapmak istediğini de bu süreçte gördüm. Biz 2014 yılına kadar bu projeyi yürüttük, şu anda da yönetime gelen arkadaşlarımız yürütüyorlar. Yüz binin üzerinde kadının hayatına dokunduk. Bu ufak bir projedir, demek ki çok şey yapabiliriz. Yüz binin üzerindeki kadını kurtardık.
Aile içi şiddeti tanımak ve önlemek (panel)
Ta Hakkâri’de bir evde odaya kapatılmış işkence yapılan kadını kocasının elinden operasyonla aldık.
Bir aşiretin elinden bir kızımızı kurtarıp tanık koruma kanununda değişiklik yaptırarak, kimliğini değiştirerek, şehir değiştirerek hayatını kurtardık. Çok mutlu şimdi, çalışıyor, başka bir ilde, başka bir insan oldu ama yaşıyor. O kadar çok öykümüz var ki, tecavüze uğramış çocuklarımız, kızlarımız; tecavüz mağduru olmuş, bebeğinin tahliyesine izin verilmeyen kızlarımız, 18 yaşın altında 16 yaşında tecavüze uğramış, ölecek kolu kesilecek enfeksiyon var, hastane izin vermiyor, düşüne biliyor musunuz. O tecavüzle gelen çocuğu tahliyesiyle çocuğumuzun hayatını kurtardık. Her biri ayrı bir hikâyedir. Kadınların her biri büyük bir romandır. Gerçekten söylenecek çok şey var.
Gelincik projesinin en önemli sonucu şuydu, sanatçılarımız bizlere katkılar koydu. Özellikle bilgilendirmek için toplumu televizyon, radyo, panellerle insanları bilgilendirmede en önemlisi de burada kadınlarımıza güç vermeye çalıştık. Şunu istedik: Kadınlar yalnız olmadıklarını görsünler ve diğer kesimlerde şiddet gösterecek kişiler ve kadına sahip çıkmayan kamu kurulu ve kuruluşları da şunu bilsinler ki kadınların arkasında artık avukatlar var. Kadınların arkasında artık barolar var. Biz projeye başladığımızda 26 sığınma evi vardı. Belediyeler artık suç duyurusunda bulunmaya başladı. O dönemde 50 bin nüfuslu belediyelerin sığınma evi açması gerekiyordu, şimdi yüz bin oldu, bir değişiklikle. Ama ne yazık ki bakıyorsunuz ki Türkiye’de 26 sığınma evi var. Olacak şey mi? Şu andaki sığınma evi ihtiyacı 1500 sığınma evidir. Ama sanıyorum, 137 -150, sanıyorum 130-140 civarında sığınma evi var. 6384 sayılı yasanın oluşmasında birinci projesi örnek oldu. Projelerin oluşmasında örnek model olarak alındı.
Biz o dönemde bakan hanıma yalvardık, dedik ki, bakın bu bakanlıklar altında bu yürüyemeyecektir göreceksiniz. Gelin bunu baroların içine yerleştirelim. Kadın merkezlerini, şiddet önleme merkezlerini Baroların altına yerleştirelim, tıpkı Ankara Barosu’ndaki gibi. Yapmadılar ama şiddet merkezleri için Gelincik projesini örnek aldılar. Bir telefon hattı kurdular, orada sosyolog, psikolog, avukatlardan oluşan bir grup kurdular. Ama ne yazık ki başarılı olamadılar. Başarılı olamadıklarını da bir gün itiraf ettiler,
Sayın bakan dedi ki, “sizi dinlemedik, keşke baroların altında bunu yapsaydık, dediler. Umut ediyorum ki zaman içerisinde o da toparlanacaktır.
Tatsız bir konuyu konuşuyoruz, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın sorunu olan bu mesele ile daha uzun yıllar mücadele edeceğiz. Ama en önemli hususun altını çizmek istiyorum: ÇAĞDAŞ VE LAİK EĞİTİM”.
Not:A  Yazımı bitirip göndereceğim sırada bu günkü bir gazeteyi açıp kısaca baktım. Panelin konusu doğrultusunda yani kadın şiddet konusunda ilginç kadına saldırı haberleri bulunuyordu. Zaten her gün günlük gazetelerde kadın cinayetleri, cinsel taciz haberleri hemen her gün okumak mümkündü.
Örnek: “1.Çocuk gelin düğün salonunda kurtarıldı (14 yaşında gelin hem de Başkent Ankara’da) Sözcü sf 14
2. Boşanma aşamasındaki karısını çocuklarının gözü önünde bıçakladı, balkondan attı, yetmedi kafasına saksı fırlattı. Serbest bırakıldı. Sözcü sf 3
Not: B Konunun önemi ve uzun olması nedeni ile toplumumuzun bir yarası olan kadın tacizlerini işleyen bu konuşmaların hepsini, okuyucu sıkmamak için bir yazıda veremiyoruz. CHP Genel Başkan Yardımcısı Denizli Milletvekili Gülizar Biçer Karaca, İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil’in konuşmalarını başka iki bölümde sunmak istiyorum.

Cevat Kulaksız 


Cevat Kulaksız

Dr. Dicle Maybek:  Yenimahalle belediyesi kadın sığınma evi sorumlusu. Hacettepe üniversitesi, sosyoloji bölümü doktora programı yüksek lisans ve doktora çalışmaları ve kadına yönelik şiddetle mücadele kadın hakları üzerine yaptı. 

Seksen yaşında bir emekli
26 Ağustos 2018 Pazar günü Tandoğan Orduevi’nde oturuyor gazete okuyordum. Yanıma, seksen yaşında olduğunu öğrendiğim aksakallı, ama kanlı canlı yaşlı bir adam selam vererek, oturduğum masanın karşısında boş koltuğa oturdu. Bana, “seni böyle hep sırtında çanta ile dolaşıyor görüyorum, ne yapıyorsun bu çanta ile” dedi. (Bu şekilde bir tarihte, aynı sözlerle başka bir adamın da “sünnetçi misin”  diye cümleye devam ettiğini; benim de “sünnetçi mi lazım” dediğimi hatırlıyorum.
Ben gerçekten sırtımda her gün bir çanta ile dolaşırım. Bir gün spor çantası sırtımdadır, içinde spor salonunda kullandığım eşyalarım vardır. Başka bir gün daha küçük, içinde kitap, gazete, bazen fotoğraf makinesi bulunan çanta taşırım.
İşte bu emekli astsubay da bunu merak etmiş sordu. Kendisi “ben seksen yaşındayım ama arkadaşlarla bilek güreşi yapıyorum” diye övündü.
Adının Bayram Şahinöz olduğunu öğrendiğim bu emekli asker, benim adımı sordu. Onun Gümüşhane’nin Torul ilçesinden olduğunu öğrendiğim Bayram Şahinöz, benim öğretmen olduğumu öğrenince bunun için “bir şiir okuyacağım”, dedi ve adını unuttuğu şiiri şöyle okudu:
Öğretmenim.
Ufak bir tohumum at beni toprağa
Karakterinle gübrele bilginle sula,
Yeşerirken öp beni bilginle okşa,
Ne olur bahçıvanım ol öğretmenim.
Çorak toprakta çiçek büyümez
Aydınlık ufuklara sensiz erilmez,
İlimsiz yol diken doludur yürünmez.
Ne olur dikenleri al öğretmenim.
Ayrık otları barınmasın çevremde,
Dal otları olayım senin sayende,
Koparmak isterlerse bir gün beni de
Ellerindeki bıçağı kır öğretmenim.
Sevgiyle büyüdüm insanca yaşadım,
Senin sayende göklere değdi başım,
Hep helalden oldu ekmeğim aşım,
Benim kalkanım ol öğretmenim.
İncitme
Çiçeklerle hoş geçin balı incitme gönül,
Bir küçük meyve için dalı incitme gönül,
Konuşmak bize mahsus olsa da bir güzel süs,
Ya “hayır” de ya da sus dili incitme gönül.
Sevmekten geri kalma yapan ol yıkan olma,
Sevene diken olma gülü incitme gönül.
Başın olsa da yüksek, gözün enginde gerek
Kibirle yürüyerek yolu incitme gönül.
Mevla verince azma, geri alınca kızma,
Tüten ocağı bozma külü incitme gönül,
Dokunur gayretine karışma hikmetine,
Sahibi hürmetine kulu incitme gönül.
Seksen yaşında bir emekli
İşte seksen yaşındaki bu kişi hafızasında bu şiirleri tutuyor ve coşku ile okuyordu. Şaştım ezberciliğine.
Bu arada şöyle söyledi “peygamberimizin, yatarken okuduğu duayı okuyorum, dedi ve hızlı hızlıdua okudu.
Bayram Bey, kendi evin olduğu halde, neden böyle bir bakım yurdunda kalıyorsun, dedim. O şöyle cevap verdi:
Hanım öldü, ben yalnız kaldım. İki buçuk sene yalnız kaldıktan sonra, Beytepe’deki askeriye bakım yurdunda kalmaya karar verdim. Evde Tv bile yoktu, radyo ve Kuranla idare ediyordum. Radyo dinliyordum, yetiyordu, gideyim bir bakayım, dedim,  gittim Balgat’a devlet yurdu. Orada ben yüksek yerlerden istiyorum, ben evimde yüksek apartmanların duvarlarına baka baka bıktım, dedim. “Yukarı katlardan boşalmıyor hiç, hep dolu” dedi, devlet yurdundaki yetkili. Görevli, “sen askeriyenin yurdu var, Bilkent’de oraya git” dedi. Adresinin krokisinin bana verdi, gittim oraya kayıt oldum.
Şimdi Bilkent’deki askeriye bakımevinde 4-5 senedir kalıyorum. Bakımevi çok muhteşem, aylık 1900 lira ama yedi yıldızlı otel gibi. Bize çok güzel bakıyorlar. Yemekler çok iyi, az tuzlu, az yağlı, bazı kapsalaklar(1) tuz atıyor yemeğe(Bu “kapsalak” sözcüğünü hiç duymamıştım). Bizim yaşımıza göre uygun yemek çıkıyor, bazı kıt akıllılar tuz atıyor yemeğe; ben elime hiç tuzluğu. Geldi benim karşıma bir tanesi, yemeğe tuz atıyor, çaya şeker atıyor, söylüyorum almadım dinlemiyor”.
Bu seksen yaşındaki emekli, konuşmak istiyordu ama benim yanımda spor çantam vardı, bir an önce spora gitmem gerekiyordu. Spordan sonra da, bir an önce eve ulaşıp beni bekleyen köpeğim  “Badi” ile gezmeye çıkmamız gerekiyordu.
Benim vaktimin geçmekte olduğunu söyleyerek, izin alıp bu 80 lik emekli astsubaydan ayrıldım.
Fotograf: Seksen yaşındaki emekli (sakallı) ile yan yanayız.

Cevat Kulaksız 



Cevat Kulaksız
SONNOTLAR       
1 Kapsalak:
1 Budala, vurdum duymaz, gamsız sersem
2 Çitten ya da aralıklı çakılan tahtalardan yapılmış bahçe kapısı

26 Ağustos Zafer Haftası Ve 30 Ağustos Zafer Bayramı
Milli duyguları gelişmiş bir Türk olarak; Türklerin kazandıkları, tarihin sayfalarında şanlı yerlerini alan  tüm zaferleri anmak ve bunlarla gurur duymak başlıca görevimizdir.

26 Ağustos, büyük bir tesadüf eseri olarak, Türklerin Anadolu’ya ayak basarak ele geçirdikleri, Anadolu'ya yerleşmelerini sağlayan Alpaslan komutasında kazanılan 1071 Malazgirt Meydan Savaşının yanı sıra, 30/Ağustos/1922 de büyük taarruz ile sonuçlanarak bugünkü son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunun temel taşını oluşturan  Kurtuluş Savaşımızın ve büyük zaferin kutlandığı zafer haftasının yıldönümüdür.

Şöyle bir görsel ve yazılı basına göz atıyoruz, son Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşuna temel oluşturan Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliği ve başkomutanlığında kazanılan, düşmanın denize döküldüğü, güçlü emperyalist ve işgalci devletlere diz çöktürüldüğü büyük zafer ve kurtuluş savaşının; daha öne çıkarılan Malazgirt Savaşı ve 15 Temmuz ayaklanma girişiminin bastırılması eylemiyle adeta perdelenmeye, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından yayınlanan zafer haftası klibinde Atatürk' e yer verilmeyerek, Atatürk'ün  unutturulmaya çalışıldığını üzülerek görüyoruz.

Bugün Malazgirt'te konuşan Cumhurbaşkanı, Malazgirt savaşı öncesinde bu savaş için 24.Ağustos.1071 de otağın kurulduğu Ahlat'ta bir Cumhurbaşkanlığı Köşkü kurulacağını açıklamış olup, bu köşk yapımının fikir babalığını da, ortağı Bahçeli yapmıştır.

Buradan soruyoruz, 500 milyar dolar dış borcunun bulunduğu, dövizin başını alıp gittiği, işsizliğin ve pahalılığın kol gezdiği, döviz cinsinden dış borçların, yine dışarıdan alınan borçla kapatıldığı, kurtuluş savaşı ile diz çöktürdüğümüz emperyalist devletlerden borç para almak için uğraş verdiğimiz günümüzün bu çok zor şartlarında, Ahlat'da Malazgirt Meydan Savaşının anısına, hiç gereği olmayan Cumhurbaşkanlığı Köşkü inşaatının yapımına karar verilmesinin, bir gereği ve anlamı var mıdır Allah’ınız aşkına?

Bu girişim; bize göre, Atatürk'e ve onun kazandığı kurtuluş savaşımıza gölge düşürecek bir alternatif sunma girişimidir.

Aynı şekilde, Atatürk tarafından gerçekleştirilen tüm olumlu işler, kurtuluş savaşı ve büyük zafer gündeme geldiğinde, hemen15 Temmuz ayaklanma girişiminin bastırılmasının dile getirilerek, bu ayaklanmanın bastırılmasının büyük bir zafer ve kurtuluş savaşı olarak sunulması, Atatürk tarafından gerçekleştirilen ve son Türk Devletinin kuruluşuna temel olan kurtuluş savaşına alternatif olarak gösterilmesi, gerçek anlamda tek kurtuluş savaşımız olan 30 Ağustos Zaferinin, 15.Temmuz hain Fetö ayaklanmasının bastırılması eylemiyle gölgelenmeye çalışılması, asla kabul edilemez.

Zira, hepimizin lanetlediği Fetö hain darbe girişimi, arkasında emperyalist devletlerin teşvik, yardım ve kışkırtmaları olsa da, sonuç olarak ülkenin demokratik ve laik düzenini değiştirmeye ve mevcut iktidarı devirmeye ve iktidarı zorla ele geçirmeye yönelik, bir darbe ve iç ayaklanma girişimidir, emperyal yabancı devletlerin, doğrudan ülkemizi işgale ve yıkmaya yönelik bir savaş hali söz konusu değildir. Darbe girişiminde bulunan Fetö denilen silahlı çete, ülkemizin kötü yönetimi nedeniyle, kendi ellerimizle bizim ülkemizde doğup gelişmiş ve darbe girişiminde bulunmuştur.

Bu nedenle, ülkemizi paylaşma planları yapan ve bu planı uygulamaya koyan emperyalist yabancı devletlerle girişilen savaşın kazanıldığı ve ülke topraklarının kurtarıldığı kurtuluş savaşının; aralarında en ufak bir benzerlik bulunmayan  15.Temmuz darbe girişiminin önlenmesi eylemiyle bir tutulması, asla  kabul edilemez.

Fetö darbe girişiminin; Atatürk dönemindeki, laik ve demokratik düzene yönelik gerici ayaklanmalardan, keza daha sonraki askeri darbelerden farklı bir yanı yoktur. Bize göre, Fetö darbe girişimi, halkın desteği yanında, asıl olarak yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve Polis Teşkilatımızın Atatürkçü, laik ve demokrat mensuplarının hayatları pahasına verdikleri mücadele ile başarısız kalmış olup, bu darbe girişimcileri de, İstiklal Mahkemeleri tarafından cezalandırılan Atatürk döneminin dinci ve gerici asileri gibi, Türk Yargısı tarafından hak ettikleri cezalara çarptırılacaklardır.

Başkomutanlığı, oturduğu yerden ve Anayasada yer alan ve sembolik bir değer ifade eden bir hükümden yararlanarak yapay olarak değil, emperyalist devletleri harp meydanlarında dize getirerek, ülkemizi düşmanlardan kurtarmak suretiyle ve canı pahasına hak eden, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetini kurarak bizlere hediye ve emanet eden, ezeli ve ebedi, gerçek ve tek Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ümüzün manevi kişiliğinde kutladığımız 26 Ağustos Zafer haftamız ve 30 Ağustos Zafer Bayramımız, daha şimdiden ,“NE MUTLU TÜRK'ÜM” diyebilen tüm halkımıza kutlu ve mutlu olsun.

Bu zaferi bizlere yaşatan, en başta Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, artık hepsi aramızdan ayrılmış bulunan, generalinden Er’ine kadar, zaferde payları bulunan tüm silah arkadaşlarına Allah'tan rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.

Güner Yiğitbaşı

26/08/2018
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Tiyatro ve sinema oyuncusu Levent Kırca anlatıyor:

Sanatçıya verilen değer!
2 Temmuz 1993 de, tarihimize kara bir leke olarak geçmiş olan Sivas Madımak katliamında aydınlar yakılırken, Türk kültür yaşantımıza eşsiz mizahi eserler kazandıran Aziz Nesin’i, Sivas İtfaiyesi erleri yangından kurtarırken, itfaiye eri, itfaiye merdiveninden indirdiği sırada, Aziz Nesin’i hem kurtarıyor, hem de yumrukluyormuş. Bizim işler kara değil, kapkara mizah gibi…
Yandaş olmadığı için, iktidarın yalakalığını yapmadığı için dobra dobra tiyatro sanatçımız da günümüzün iktidarı tarafından dışlanmış, kendisine daha önce başka bir yönetici tarafından verilen “Devlet Sanatçısı” unvanı geri alınmıştır. Bu son tiyatro mizah sanatçımız Levent Kırca, daha önce “Olacak O kadar” gösterileri ile TV larda, medyada el üstünde tutulurken, maalesef yandaş olmayan sanatçılara hiç de iyi bakmayan AKP-RTE iktidarı (Fazıl Say, Mehmet Ali Alabora’ya yapılanlar gibi) onları her yönden dışlamışlar, kimisini mahkemeye vermişler, kimisini hapse attırmışlar, (Musa Kart RTE nin karikatürünü çizdi diye aylarca hapis yatırılmıştır).
Oysa Başbakan ve sonradan Cumhurbaşkanı Olan Süleyman Demirel, nice sanatçılar, karikatürcüler tarafından yerilmişler, karikatürleri çizilmiş, en kötü biçimde şöyle veya böyle eleştiriye uğradığı halde, gülüp geçmiş, ne ki yer yer takdir etmiş, onları hiçbir zaman mahkemeye vermemiştir.
Başka ülkeleri bilmem ama bizim tarihimizde Nesimi’den, Nefi’den Aziz Nesin’e kadar nice mizah ustaları, çapsız devlet adamları tarafından çoğunlukla cezalandırılmış, kimisi hapse atılmış, kimisi katledilmiştir.
Levent Kırca anlatıyor
“Süleyman Demirel, Başbakanken. ‘Gereği Düşünüldü’ isimli bir müzikal oynuyoruz. Yer yerinden oynuyor. İnanılmaz ilgi görüyor. Yenikapı'daki Hürriyet çadırında günde 3.500 kişiye oynuyoruz. Sert bir kış, çok kar yağdı. Çadırın bir kısmı çöktü. Oyunlar durdu. Çadırı onarıp yeniden başlamam lazım. Ancak para gerekiyor. Kredileri de bankalar bu kadar kolay vermiyor. Hatta hiç vermiyor. 
Başbakan Süleyman Demirel'den randevu aldım. Kendisiyle Başbakanlık konutunda buluştuk. Durumu anlattım. “Yardımcı olun da bir bankadan kredi çekeyim” dedim. Dedi ki, “kredi çekersen ezilirsin, üzülürsün. Müsaade edersen bu parayı sana ben ödeyeyim. Geri vermene de gerek yok.”  Telefonu kaldırdı, Kalem-i Mahsus Müdürü'ne “Bana çek defterimi getir” dedi. Söz konusu paranın miktarı 1 trilyon civarında.

Süleyman Bey'le karşılıklı oturuyoruz. Çaylarımızı yudumluyoruz ve çek defterinin gelmesini bekliyoruz. Dedim, “eğer darılmazsanız ben bu parayı sizden alamam” "Neden?” dedi. “Ben sizinle aynı görüşte değilim. Üstelik böyle bir para sizi eleştirmeme mani olur”. Bana, “bugüne kadar oynadın, yerin dibine soktun beni, sana mani mi olduk? Al parayı git gene oyna” dedi.
Nezaketine teşekkür ettim. Parayı almadan Başbakanlık konutunu terk ettim. Kardeşi Hacı Ali Demirel'i arayıp bu davranışımdan ötürü, bana hayran kaldığını belirtmiş. Daha sonraki yıllarda eşi Nazmiye Hanım'la gelip bütün oyunlarımızı seyretti. Açtığım tiyatroların açılışlarını yapıp kurdelesini kesti. Farklı bir hoşgörüye sahipti. Birkaç kez hastalanıp hastaneye yattım. Beni ilk arayan o oldu.

Oynadıklarım ve ona karşı eleştirilerim nedeniyle ne bana dokundu ne de yasaklama getirdi. Dahası Cumhurbaşkanıyken, Tayyip Erdoğan'ın yasakladığı “Olacak O Kadar” programı için ‘Türkiye'nin gerçeklerini yansıttı ve ülke gündemine katkı sağladı” diyerek beni ‘Devlet Sanatçısı’ yaptı”.
Sevgili okuyucu, şu âlicenaplığa, şu sevecenliğe, şu engin düşünceye bakın. Levent Kırca, oynadığı mizahi paradilerle, rahmetli Süleyman Demirel’in ifadesiyle,  Demirel’i  “yerin dibine sokuyor”, Demirel ona karşılıksız bir milyon lira yardım etmek istiyor. Yine Levent Kırca da, Demirel’i  “..böyle bir para sizi eleştirmeme mani olur”  diyerek  karşılıksız verilen parayı almadan çıkıyor.
Rahmetli Demirel, güç durumda kalan sanatçısına bu parayı muhtemelen örtülü ödenekten verecekti.
Sanatçıya verilen değer! Sanatçıya verilen değer!

Alınmayan onurlu para,  alınan onursuz para.
Hemen aklıma başka bir başbakan,  DP Genel Başkanı ve Başbakan Adnan Menderes’in, kumarcı bir yazar olan, zaman zaman Laik Cumhuriyet ve Kuvaayi Milliyeciler, CHP aleyhinde yazılar yazan, şimdiki iktidarın baş tacı ettiği gerici yazar Necip Fazıl Kısakürek’e (1904-1982)   örtülü ödenekten  (zaman  zaman beş bin on bin lira) verdiği 150 bin lira geldi. (İnanmayanlar Sn Soner Yalçın’ın Samizdat kitabına bakabilir). Bir Levent Kırca’nın onurluca teklif edilen para almayışına bakın, bir de kumarcı Necip Fazıl’ın gerici yazılar yazsın diye Menderes’ten aldıkları paralara bakın.
Şimdilerde rahmete kavuşan ikisinin gönül zenginliğine bakın, Demirel’in sanatçısına verdiği değere bakın. Bir de, sanata “ucube diyen, sanatçıları mahkemelerde süründüren günümüzün Başkanı olan R. Tayyip Erdoğan’ın tavrına bakın. Bu sadece sanata gösterilen olumsuz örneğidir. Siz de artık ülkenin öteki yanlardaki olumsuzlukları düşünün.
R.Tayyip Erdoğan’ın Levent Kırca’ya Demirel tarafından verilen “Devlet Sanatçısı” unvanını geri almasından sonra, sanki yandaşlara bir sinyal verilmiş gibi, Levent Kırca gösteri yapmak için gittiği şehirlerde salon bulamamış, engel üstüne engel çıkarılmış. İşte ülkemizde nice örnekleriyle birlikte sanatçıya verilen değer ne yazık ki böyle.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Levent Kırca (Komedyen)
Zeki Levent Kırca 28 Eylül 1950 de doğdu, 12 Ekim 2015, İstanbul’da Karaciğer kanserinden öldü, d çocuk babası
Zeki Levent  Kırca, Türk komedyen, tiyatro ve sinema oyuncusu. Aydınlık Gazetesi yazarlığı ve Vatan Partisi'nin Merkez Yürütme Kurulu üyeliği yapmıştır.
Türk tiyatrosunun usta oyuncusu Levent Kırca'yı (28 Eylül 1940 – 12 Ekim 2015) yitirdik. Bu ölüm ünlü sanatçımızı ne tiyatro tarihinden, ne de sinema tarihinden silemeyecektir. Kalıcı bir sanat insanının çok yönlü oyuncusu Levent Kırca televizyonların Olacak O Kadar adlı dizisi ile ayrıcalıklı yeri hiç unutulmayacak.
Tiyatro ve sinemanın dışında televizyonlarda başlattığı dizisi 'Olacak O Kadar'(1988-2009) televizyon ekranlarının pek deneyemediği siyasal, toplumsal ve sosyal konuları içeren yönleriyle bu yapım dizi alanına damgasına vurdu. AKP hükümeti ve tahammülsüz Başbakanı Tayyip Erdoğan tüm televizyonlarda yasakladığı için Levent Kırca yeniden tiyatroya döndü. Aklıma gelmişken; Kırca’ya 1998’de Süleyman Demirel’in verdiği ‘Devlet Sanatçısı’ unvanını, 2015’te Recep Tayyip Erdoğan geri almıştı.
https://odatv.com/erdogan-levent-kircanin-unvanini-elinden-almisti-1210151200.html

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget