Kalkın o koltuklardan!

Açık bir çağrı bu, bir daha: Hak etmediğiniz o koltuklardan kalkın artık, kalkın! Ayıp yahu… Bunca ana babayı, genci, çocuğu üzdüğünüz yeter! Yeter!...

Kalkın o koltuklardan!
Üniversiteye ve ortaöğretime geçiş sınavlarının sonuçları açıklandı, ortalık toza dumana gitti.
Konuyla ilgili üzücü, hepimizi dehşete düşürecek sonuçları anlatan sayısal veriler (istatistikler) tuttu her yanı. Özetleyelim: Liseyi bitirmiş gençlerimizin Türkçe-matematik ortalamaları tam bir felaket. Fiziği, kimyayı hiç sormayalım, dehşet! 2 milyon 230 bin gencimizin yarısı taban puanın (180) altında, sapır sapır dökülmüş!
Ortaöğretime geçişte de durum aynı. Hatta daha beter. Al birini vur ötekine cinsinden.
Sayılar, oranlar, üste çıkanlar, altta kalanlar… Açıkta kalıp beklemeye alınanlar, beklediği okul yerine beklemediği yerlere kaydı yapılanlar…
Kalkın o koltuklardan!
Bu arada, iktidarın dişini tırnağına takıp dokuz koldan topluma dayattığı imam hatiplere ayrılan kontenjanın yarısının boş kalması, bunun o bölge pazarlamacılarında yarattığı düş kırıklığı, “sukutu hayal” suskunluğu!
Basında, medyanın türlü kanallarında yığınla veri yer alıyor, burada yinelemek gereksiz.
Bu sonuçlarla karşılaşmanın bizler için hiçbir şaşırtıcı yanı olmadığını söyleyelim. Çünkü yıllardır ilgililere, yetkililere, bunu böyle değil şöyle, şunu öyle değil böyle yapın demekten dilimizde tüy bitti. Darı ekilen yerden de buğday biçilemeyeceği çok sıradan bir doğa kuralı olduğuna göre... Milyonları doğrudan ilgilendiren bir olayın ilk yansımaları, bir kaza anının ilk dakikalarındaki şaşkınlık, korku, tedirginlik, telaş karışımı bir görüntü oluyor.
Toplumun çoğu da biliyordu böyle olacağını ama yine de iş birebir kendi başımıza gelince can yakması başka beter. Gözbebeğimizden değerli çocuğumuz, torunumuz, ne olacağı belli olmayan bir boşluğa bırakıldı, duruyor orada. Ne yapacağımızı bilmeden, seyirci locasında kalıvermenin verdiği karmakarışık ruh durumu…
Sorun, her geçen yılın bir öncekini arattığı çöküşle dönüp duran değirmen taşına dönüştü, önüne geleni öğütüyor. Çocuklarımız öğütülüyor milyon milyon.
Önceki yıllarda olduğu gibi bu yılki sonuçlar üstüne de eğitimle ilgili muhalif sendika-dernek temsilcilerinden, emekli bir iki akademisyenimizden bir iki sert demeç, iş içindeki bir iki “uzman”dan (ve en yumuşağından) yol yordam önerileri, sonrası, tavuklar kümese herkes evine!
Ve ilginçtir, böyle anlarda cumhurbaşkanından bakanına, başbakanından (bir zamanlar!) YÖK Başkanına, MEB müsteşarından türlü türlü genel müdürlerine, hiçbirinin sesi çıkmaz. Susarlar, biraz daha susarlar, sonra ortalık yatışınca, halkımız rahat olsun, gereken her şey yapılacaktır, der, arkalarını dönüp biraz önce ayağa kalkma zahmetinde bulundukları sıcak koltuklarına kurulmak üzere yola revan olurlar.
Öğrencileri nal toplama konumunda kalan okul müdürlerinden okullara hangi yolla öğrenci kaydedeceğini bilmeyen il-ilçe milli eğitim müdürlerine; onları hangi bilgi, birikim ve yeteneklerinden ötürü oralara atadığını bilmeyen daire başkanlarından işgal ettikleri koltuğun görev alanında hangi iş ve sorumlulukların bulunduğundan habersiz genel müdürlere, bakan müsteşarından özel kalemine, maşallah, hiçbir şey olmamış, yazılıp çizilenler, bağrılıp çağrılanlar yalanmış gibi... Muhtemelen parmaklarda otuzüçlük tespih, pişkin pişkin, koltuklarında, öylece...
Alanın “en büyüğü” olduğunu arada bir böbürlenerek hatırlatma gereği duyan malum anlı şanlı sendikamızı da unutmayalım bu arada. Oradakiler, üyelerinden hangilerinin hangi koltuklara oturtulacağına ilişkin listeler hazırlamak gibi “âli” ve “mübarek” işlerin arasında vakit bulup işte bu sınav sonuçlarıymış, matematik ortalamamız şu, coğrafya ortalamamız buymuş gibi ufak tefek, boş işlerle uğraşacak değil ya!
Zincirleme bir pişkinlik durumu ki, akla ziyan.
En ufak bir sızının uğramadığı belli olan vicdanlar, geceleri kaygısız uyunan uykular…
Oysa…
Üç hafta önce atanan ve aslında neyi yapıp neyi yapamayacağını bazılarımızın iyi bildiği, ama yine de göreve gelir gelmez verdiği demeçlerle yarattığı beklentiler hatırına biraz kredi açılabilecek Sayın Bakan’ı saymayalım. Ama, örneğin;
• 2011’den bu yana Ortaöğretim Genel Müdürlüğü koltuğunda oturan Kaan Türk;
• 2012’den bu yana Personel Genel Müdürlüğü koltuğunda oturan Hamza Aydoğdu;
• Ne zaman o göreve atandığı saptanamayan Ölçme Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürü Doç. Dr. Bayram Çetin;
• 2015’te göreve getirilen Temel Eğitim Genel Müdürü Dr. Cem Gençoğlu;
• İki yıldır eğitimden başka her konuda konuşma yeteneğini gösteren Talim Terbiye Kurulu Başkanı Alpaslan Durmuş;
• İmamhatiplerin bağlı olduğu Din Öğretimi Genel Müdürlüğünde 5 yıldır oturan Nazif Yılmaz;
• Ve burada adlarını sayamayacağımız, hangi ölçüler gözetilerek atandıkları belli il, ilçe milli eğitim yöneticileriyle, okullarının kitaplıklarını pahalı mobilyalarla döşeli makam odalarına, laboratuarlarını mescitlere dönüştüren okul müdürleri, onların aynı yollarla atanmış başyardımcıları, yardımcıları…
İçinizde bir damla sorumluluk duygusu, bir damla vicdan kırıntısı, bir damla vatan sevgisi varsa, oturduğunuz o koltuklardan birer birer kalkın!
Bir değil beş değil, bu kadarı da ayıp oldu el aleme karşı, deyip oraları boşaltın!
Bu, hem sizin hem ülkemizin kanayıp duran yaralarından birinin, en büyüğü olan birinin iyileşmesi için bir başlangıç olacak ve çok işe yarayacak, inanın.
Açık bir çağrı bu, bir daha: Hak etmediğiniz o koltuklardan kalkın artık, kalkın!
Ayıp yahu… Bunca ana babayı, genci, çocuğu üzdüğünüz yeter!
Yeter!...

Nazım Mutlu

Nazım Mutlu
Ankara, 1 Ağustos 2018
Etiketler:

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget