“..atları ile birlikte- 300 süvari hayatlarını kaybetti.”
Tarihin çeşitli devirlerinde Marmara Bölgesinde nice yıkımlı depremler olmuştur. Son Marmara Depreminin anısını yaşadığımız (17 Ağustos) şu günler de, ölenleri rahmetle anarken, bu vesile ile aynı bölgede günümüzden tam 508 yıl önce 1509 yılında Padişah II. Bayezid zamanında olmuş, aynı şiddetteki deprem anılarına bir tarihi kaynaktan (Sn Lütfi Kaleli’nin kitabından) alarak yer vereceğiz.
17 Ağustos 1999'da tüm Türkiye yasa boğuldu. Yerel saatle 03.02’de merkez üssü Gölcük olan 7.6 şiddetindeki bir deprem tüm Türkiye'yi uykusunda yakaladı.
45 saniye süren Gölcük depremi sadece Koca elinde değil, Ankara'dan İzmir'e kadar geniş bir bölgede ve Marmara'da hissedildi. Resmi bilgilere göre 17.480 kişi öldü, 23.781 kişi yaralandı, 505 kişi sakat kaldı, 285.211 ev, 42.902 iş yeri hasar gördü. 2010 yılında yayınlanan Meclis Araştırması Raporu'nda ölen kişi sayısı sayısı 18.373 olarak güncellenmiştir.
Resmi olmayan bilgiler ise çok daha şaşırtıcıydı. Resmi olmayan bilgilere göre 50.000'e yakın kişi öldü, 100.000'e de yakın kişi yaralandı.
Depremin Türkiye'nin sanayi bölgesi olan Marmara bölgesinde gerçekleşmesi Türk ekonomisini bir hayli zorlamıştır.
Gölcük depreminden sonra Türkiye'ye toplamda 52 ülke yardım etmiştir: Japonya, Belçika, İsrail, Azerbaycan, Bangladeş, KKTC, Kıbrıs Rum Kesimi, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Fas, Cezayir, Almanya, İtalya, Pakistan, Ürdün, Fransa, Rusya, İngiltere, Mısır, Yunanistan, Gürcistan, İsveç, Macaristan, Malezya, Finlandiya, Amerika Birleşik Devletleri bu ülkelerden bazılarıdır.
İllere göre ölen kişi sayısı:
- Bolu: 270
- Bursa: 268
- Eskişehir: 86
- İstanbul: 981
- Kocaeli: 9.477
- Sakarya: 3.891
- Yalova: 2.504
- Zonguldak:3
Ülkemiz ve bölge deprem kuşağında olmasına karşın, halen depreme dayanaklı ev yapmamakta direniyoruz. İstanbul’da kendi kendine yıkılan üç veya dört katlı binaya baktığımız zaman binanın temelinin olmadığını toprağın üstüne adeta temelsiz bina yapıldığını görünce insan dehşete düşüyor. Üstelik İstanbul’da böylesine temelsiz yüzlerce, binlerce bina olduğu söylenmektedir. Böylesine temelsiz bina artık köylerde bile yapılmamaktadır.
Depremde yitirdiğimiz vatandaşlarımıza Tanrıdan rahmet dileriz.
Osmanlıda bir Marmara Depremi
Biz bu yazımızda, günümüzden 508 yıl önce yine Marmara Bölgemizde 1509 tarihinde olmuş yine çok yıkımlı bir depremi tarihi bir kaynaktan aktarmak istiyoruz.
14 Eylül 1509 tarihinde Marmara bölgemiz öylesine bir depremle sarsılır ki, çoğu yerde taş taş üstünde kalmadı. Tarihçi Joseph Von Hammer, kendi adıyla anılan tarihinde depremi şöyle anlatır:
“-İstanbul, Osmanlı tarihinin kaydettiği depremlerden en hızlısını (şiddetlisine) uğradı. Tam 109 cami, 1070 ev, kara tarafındaki bütün surlar, deniz tarafındakilerin de çoğu; Yedikule ile Saray duvarları –denizden Bahçekapısı’na kadar- yerle bir oldu. Fatih Camii’nin en büyük dört sütununun başlıkları da düşerek kubbesinin bir tarafı eğildi. Hastanenin, imaretin, Sahn-i Seman’ın (cami çevresindeki sekiz medresenin) ve daha başka birçok yapının kubbeleri yıkıldı. Sultan Bayezid Camisi’nin medresesi de yıkıldı. Binlerce insan yıkıntılar altında gömülü kaldı. Sadece Vezir Mustafa Paşa’nın konağında –atları ile birlikte- 300 süvari hayatlarını kaybetti. Bu deprem,45 gün İstanbul’u, Rumeli ve Anadolu eyaletlerini sürekli bir heyecan ve korku içinde yaşattı. Çorum halkının üçte ikisi, şehirde yarılıp açılan toprak içinde yok oldular. Gelibolu istihkâmları (sağlam, dayanıklı stepleri) da yıkıldı. Köpürmüş deniz dalgaları, İstanbul ve Galata surlarını aşarak sokakları tufana boğmuştu. Eski su bentleri de yıkılmıştı. Sultan ikinci Bayezid, sarayın duvarlarına güvenemediğinden, bahçesinde gayet hafif bir çadır kurdurmuştu. Orada on gün kadar oturdu. Sonra da (23 Ekim 1509 günü) devletin ikinci payitahtı (başkenti) olan Edirne’ye sığındı.
Edirne’de de deprem çok zararlı oldu. Bu sırada Tunca (nehri) taşarak ve yatağını da aşarak depremin yıkıntılarını kapladı.
Deprem olayları geçtikten sonra Bayezid, İstanbul duvarlarının (surlarının) derhal onarılmasını görüşmek üzere bir “At Divanı” (at dizginlerinden tutarak ve bir ayağını üzengiye koyarak binmeye hazır durumda düzenlenen meclis) ile söze başladı:
“O kadar haksızlık, o kadar zulüm ettiniz ki, mazlumların ahları göklere kadar çıkarak şehir ve memleket üzerine Allah’ın gazabını davet etti…”
Yukarıdaki sözleri ile Sultan Bayezid, bir bakıma kendi özeleştirisinin de yapmış oluyor. 1509 depremi Marmara’da bunca tahribat yapmış olmasına karşın, hala bu topraklarda oturan Osmanlı torunları, deprem tahribatından ders almamış olacaklar ki, sanayi ve ticareti bu bölgede yoğunlaştırdılar, ülke nüfusunun üçte birini bu bölgeye taşıdılar ve 17 Ağustos 1999 da 7.4 şiddetli depremle bir kez daha büyük yıkıma uğradılar. Adapazarı’ndan İstanbul’a, Bolu’dan Yalova’ya dek uzanan alanda binlerce çürük binanın yapılmasına göz yumdular, yıkılmasını acıyla seyrettiler; ilk açıklamalara göre 30 bini aşkın can kaybettiler, on binlerce yaralıyı sakat bıraktılar; ülkeyi trilyonlarca lira maddi kayba uğrattılar… Yine de akıllanmadılar. Fay hattı üzerinde bulunduğu için yüzde 80 i 17 Ağustostaki 7.4 lük ve 12 Kasım’daki 7.2 lik depremle yıkılan Düzçe’yi 2000 yılında il yapan iktidar mensupları, yeniden geleceğe cinayet davetiyesi çıkardılar.
“Kimine hay günü kimine pay günü” oldu.
Deprem şokuyla herkes can derdindeyken türeyen vicdansızlara, talancılar çadır kurdular, sözde can kurtarma adına enkazlara girip depremzedelerden arta kalan yükte hafif, pahada ağır altından, paraya, kablodan, boruya, lavabodan dolaba dek tüm eşyaları toplayıp başka kentlerde satılar… Cesetlere yaklaşıp bileklerini keserek bileziklerini, künyelerini, alyanslarını, küpelerini ve kolyelerini çaldılar. Yaralı çocukları kaptılar, organlarını alıp ölüme attılar.
Kriz merkezlerine uğrayıp depremzedeler gibi kayda girdiler, aylık 100 er milyon lira kira yardımı ile “memlekete gideceğiz” diye aldıkları beşer milyon lira yol harçlıklarını cebe indirdiler… Bu arada Kızılay ve diğer yardım kurumları kurdukları 162 çadır kentte 165 239 çadır açtılar. Dışarıdan ve içeriden sınırsız gıda ve para yardımı gelmeye başladı. Devlet bunları iyi değerlendiremeyip vurgunculara kapı aralarken, vicdansız talancılar hemen çadırlara ve prefabrik konutlara da yerleşip günde üç öğün beleş yemek ve sağlık hizmetlerinden yararlanmayı da başardılar.
Depremi aşırı dinciler, şeriatçılar kullandılar
Bir yandan bu ahlaksız ve vicdansız zalimle, acılı aileler üzerinden yarattıkları vurgun ve talan düzeniyle çıkar sağlarlarken, bir yandan da ülkeyi şeriat düzenine çekmek isteyen din bezirgânı ahlaksız ve namussuz istismarcılar, depremin merkez üssü Gölcük’teki “Orduevi’nde dine saygısı olmayanların içki içerek eğlenmeleri ve plajlarda çıplak denize girerek ahlaksızlık sergilemeleri yüzünden böylesi depremleri veren Allah’ın, bunları cezalandırdığını ve de bu nedenle yoldan çıkmışları uyardığını” söylemeye başladılar.
Her devrin gerici dincisi Cübbeli Ahmet Hoca da 17 Ağustos 1999 depreminden sonra iftira vaazlarında şunları söyleyebiliyordu: "Mevlam zina yuvalarını, sarhoş yuvalarını vurdu”. Oysa deprem yer altında fiziksel bir olay olup, yer altındaki boşluklarda çok büyük kütlenin çökmesi ile oluşmaktadır. Deprem hiçbir zaman “geliyorum” demez ve depremin gelişini haber veren şimdilik hiçbir alet bulunamadı.. Onun için sert zeminli yerlere depreme dayanıklı evler yapmalıyız.
Kaynak: Osmanlı’dan Günümüze Vurgunlar-Kırımlar-İftiralar-İhanetler Lütfi Kaleli Can Yayınları sf 96-97-98
Yorum Gönder