Nisan 2023
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Anayasa Mahkemesinin Kadınların Soyadına İlişkin Kararının Düşündürdükleri
Anayasamıza göre;  kadın ve erkek eşittirler ve yine anayasamıza göre, Türkiye Cumhuriyeti laik bir ülkedir. Buna rağmen, kadını erkek karşısında eşit görmeyen din kuralları, din temelli örf,  adet ve gelenekler, bu bağlamda;  pederşahi, ataerkil, erkek egemen aile ve toplum yapısı ve  anlayışı sürdüğü sürece,  bizim ülkemizde kadın ile erkeğin eşitliği hep lafta kalmaya mahkumdur. 


Kadınlar aleyhindeki tüm bu olumsuzluklara rağmen, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu;  kadının,  evlendikten sonra da, evlenmeden önceki kızlık soyadını tek başına kullanmasına olanak sağlayan kararı iyi ve yerinde bir gelişmedir. 


Şayet kadın ile erkek eşitse, kadın;  niçin,  evlendiği erkeğin boyunduruğu ve himayesi altına girmiş, erkeğin satın aldığı bir mal konumundaymış intibaı veren,  evlendiği erkeğin soyadını alarak, nüfus kaydı erkeğin  nüfus kütüğüne götürülsün ki?


Kadın erkek eşitsizliği, evlenme öncesinden başlamaktadır,  bizim örf, adet ve geleneklerimize ve aile yapımıza göre. 


Kadın erkek artık günümüzde anlaşarak evlendikleri halde, yine de aileler arasında bir kız isteme adetimiz devam etmektedir. 


Evlenecek kadın ve erkek gençlerin aileleri devreye girerler ve erkek tarafı ailecek kadının ailesini ziyaret ederek, Allah’ın emri ve Peygamberin kavliyle oğullarına kızı isterler. 


Bura da da üstünlük erkeğe tanınmıştır. Erkek ve ailesi gider kızı ister. Kız erkeği isteyemez. 


Kız, yani kadın,  hep yaşça daha küçük olmalıdır, boyu da asla erkekten uzun olmamalıdır. 


Gelin, yani kadın alınır, erkek tarafı davul zurna eşliğinde kadını (gelini) almaya kız evine gider ve kadının babası, gelin kızını evden çıkararak erkek tarafına teslim eder. 


Kadın,  erkeğin soyadını da alıp nüfus kaydını da erkeğin kütüğüne taşıttıktan sonra iş bitmiştir, evlendiği erkeğin ve ailesinin hakimiyet alanına girmiştir artık. Siz ne kadar kadın ve erkek eşittir de deseniz,  atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. 


Allah uzun ömürlü yapsın bir de çocukları oldu mu,  yeni doğan bebek de annesi gibi,  doğrudan babanın yani erkeğin nüfusuna kayıt edilir ve erkeğin yani babasının soyadını alır. 


İslam dininin ve Medeni Yasanın dahi, daha düne kadar yürürlükte iken yakın zamanda değişen  kadını erkeğe göre eşit görmeyen erkeği üstün kılan yıllarca uygulanan hükümleri, çağın gerisinde kalan örf adet ve geleneklerimiz,  bize göre, kendini üstün gören erkeklerin, kadına yönelik şiddetinin kılcal damarlarını ve psikolojik alt yapısını oluşturmuştur. 


Ondan sonra biz kadın ve erkek eşittir, erkeğin kadına yönelik şiddeti, kadın cinayetleri önlenmelidir, İstanbul Sözleşmesi kaldırılmamalıdır diye bağırır dururuz, ancak sesimizi kimselere duyuramayız. 


Bu nedenle Anayasa Mahkemesinin kadının soyadına ilişkin son kararı, kadın ve erkek eşitliğini sağlamaya yönelik önemsenmesi gereken bir ilerlemedir,  ama yetersizdir. 


Bize göre, eşit olan kadın ve erkeğin yumurta ve spermlerinin buluşmasından doğan müşterek çocukların soyadları konusunda da düzenleme yapılmalı ve doğan çocukların,  doğrudan babanın soyadını alması yerine, reşit olana kadar,  çocuklar;  anne ve babasının soyadlarını birlikte taşımalı ve reşit olduktan sonra da,  bu iki soyadından birini kalıcı olarak seçme hakkına kavuşturulmalıdırlar.

Güner Yiğitbaşı

29/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

14 Mayıs Seçimleri Bir Darbe Girişimiymiş
Saray kabinesinin içinde İçişleri Bakanı olduğu söylenen;  ancak, İçişleri Bakanlığından öte, bakanlık yetkisini ve boyunu aşan işlere burnunu sokan,  gerçekten kabine içinde ne olduğu hala belirsizliğini koruyan Süleyman SOYLU isimli zat; ”14 Mayıs bir darbe girişimidir” deme,  gaflet ve aymazlığı içine girmiştir. 


SOYLU denen zat, meşruiyetini kaybetse de, hala bu ülkenin fiilen İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan kişidir. Bu sıfatıyla,  devletin polis ve jandarma gibi silahlı örgütlerinin amiri, emir vereni konumundadır. 


Bu nedenle, SOYLU denen demokrasi ve halkın iradesine düşman olan bu zatın; 14 Mayıs bir darbe girişimidir sözü,  çok anlamlı ve o kadar da tehlikeli, 14 Mayıs seçim gecesi ülkeyi bir iç savaşa sürükleme tehlikesini ve sinyalini içeren çok talihsiz bir söylemdir. 


SOYLU denen sorumsuz kişi; 14  Mayıs bir darbe girişimidir demek suretiyle, sandıkta oylarıyla iş başındaki saray iktidarını demokratik bir şekilde iktidardan uzaklaştıracak olan biz muhalif ülkesini seven milyonlarca kişiyi,  peşinen darbeci olarak suçlamakta ve kaybedecekleri seçim sonuçlarını peşinen kabul etmeyeceklerini,  alenen itiraf etmektedir. 


SOYLU;  talihsiz ve çok tehlikeli bu beyanıyla, seçimi kaybetmeleri halinde,  muhalif seçmenleri oylarıyla darbe girişiminde bulunmakla suçlayarak emrindeki polis ve jandarmayı halkın üzerine salacaklarını ima etmektedir. 


SOYLU efendi;  sen ve senin gibi düşünenler,  avucunuzu yalarsınız. Bu aziz millet, 14 Mayısta anasının ak sütü gibi helal olan oylarına ve demokrasiye sahip çıkacak ve demokratik iradesini kabul etmeyenlere,  15. Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖ'ye verdiği dersin çok daha üzerinde hak ettiği dersi verecektir. Bunu o kafanın bir köşesine iyice kazımanda yarar vardır. 


14 Mayıs'ı; yeter söz milletindir sloganı ile halkımıza duyuran ve  ilan eden,  senin liderin ERDOĞAN değil midir SOYLU efendi?


İçişleri bakanı olmuşsun ama demokrasi ve gerçek darbe nedir hala öğrenememişsin maalesef. Senin de İçişleri Bakanı olduğun saray iktidarı,  doğuştan ve ölene kadar Allah tarafından size verilmedi, kendine gel lütfen. 


14 Mayısta oylarıyla sizi iktidardan uzaklaştıracak olan darbe girişimi yapmakla suçladığın seçmenler,  sizi iktidara getirdi ve siz bir emanetçisiniz, sizi iktidar yapan hakimiyetin ve egemenliğin  asıl sahibi aynı seçmen, sizi iktidara getirdiği gibi iktidardan da uzaklaştıracak ve siz de bu iradeye saygı göstereceksiniz. 


SOYLU efendi;  asla unutma. Halkın; hiçbir cebir ve şiddet kullanmadan,  sadece sandıkta verdiği demokratik oylarıyla, yine kendisinin  seçtiği mevcut iktidarı iş başından uzaklaştırması darbe değildir. Asıl darbe ve ülkeye ihanet;  demokratik süresini doldurarak sandıkta kaybeden mevcut iktidarın,  seçim sonuçlarını kabul etmeyerek,  devletin silahlı  gücünü kullanarak iktidarı devretmemesi ve ülkeyi bir iç savaşa sürüklemesidir. Cezası da ağırlaştırılmış müebbet hapistir.   


SOYLU'nun amiri olan iktidarın başı ERDOĞAN bu aymazlığa asla suskun kalmamalı ve SOYLU'yu derhal azletmelidir. Aksi halde kendisi de SOYLU'nun suç ortağı olacaktır. 


Millet İttifakı ve tüm diğer muhalefet partilerine de çok büyük iş ve sorumluluk düşmektedir. SOYLU'nun beyanlarına şiddetle ve ısrarla karşı çıkmalılar ve 14 Mayıs gecesi çıkması muhtemel olaylara karşı tüm planlarını hazırlayarak dipdiri ayakta durduklarını halkımıza göstermeli ve seçim gününe kadar yapacakları tüm miting ve seçim çalışmalarında,  SOYLU'nun beyanlarını gündemde tutarak hak ettiği cevapları sürekli tekrarlamalıdırlar.  


Halkımız;  bu ülkede, bir çok darbe ve darbe girişimine tanık oldu ama, demokratik oylarını kullanacak olan  seçmenleri, peşinen darbecilikle suçlayan böylesi akıl almaz ve utanmaz gerçek darbecilere asla tanık olmadı.

Güner Yiğitbaşı

28/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bekir Bey Sadece Şampanya Değil Rakı Da  İçeceğiz Hem De Kırk Gün Kırk Gece
Bu ülkeyi İran ve Afganistan zanneden gafiller. 


Bu ülke; sizin,  21 yıllık artık sonlanma aşamasına gelen döneminizde,  laik ve demokratik niteliğini kaybederek,  anti laik fiili bir din devletine dönüştürülmüş ve insanların laik yaşamlarına müdahaleler yapılmaktaysa da, anayasasına göre hala hukuken demokratik ve laik bir hukuk devletidir ve öyle de kalacaktır. 


İş başındaki saray iktidarı, artık  gidici olduğunu iyice anlamış olmalı ki; bugüne kadar karpuz gibi ortasından ikiye böldükleri insanlarımızı,  seçim propagandaları vesilesiyle hala bölmeye ve ayrıştırmaya devam etmektedir. 


Hem de,  bu ülkenin sözüm ona Adalet Bakanı olan, her seferinde fahiş bir şekilde aldanan ve yanılan, iyiyi kötüden ayırt etme yeteneğinden yoksun, 15 Temmuz darbe girişiminde bulunan FETÖ terör örgütü liderini,  mecliste yaptığı bir konuşmada, ”Fetullah Gülene terörist diyemezsiniz,  o ülkemizin yetiştirdiği bir numaralı din alimidir” diyerek,  FETÖ'yü öven ve savunan, aldandıkça ve yanıldıkça kıymete binerek,  tekrar tekrar adalet bakanlığı koltuğuna oturtulan Bekir BOZDAĞ isimli zat; "14 Mayıs akşamı ya şampanya patlatıp sabaha kadar kutlayanlar olacak ya da temiz alnını şükür için secdeye koyup Rabbine hamd edenler olacak" buyurmuşlar. 


Bekir BOZDAĞ isimli zat; Cumhur İttifakının adayı ERDOĞAN'a ve partisi AKP'ye oy vererek, ERDOĞAN'ı Cumhurbaşkanı seçmez ve AKP'yi iktidara taşımazsanız,  İslam karşıtı içkici muhalefet Cumhurbaşkanı ve iktidar olur, seçimi kazandıkları için de,  taraftarlarıyla birlikte şampanya patlatıp içki içerek kutlama yaparlar, bu nedenle onlara oy vererek onların günahlarına ortak olmayınız, bize oy verin ki; temiz alınlarını şükür içinde secdeye koyup rabbine hamd edenler Cumhurbaşkanı ve  iktidar olsun,  demek istemiş yani. 


Bekir BOZDAĞ; sen ne biçim hukukçu ve adalet bakanısın, bu ülkenin demokratik ve laik bir hukuk devleti olduğundan, bu ülkeyi düşmandan kurtaran ve T. C. Devletini kuran ATATÜRK'ün de içki içen laik bir devlet adamı olduğunu bilmiyor musun, ATATÜRK'e de mi dil uzatıyorsun yoksa?


Bırakınız artık insanların içtiği içkiyi size ne be adam?


İnsanlar,  namuslarıyla ve efendice içki içiyorlarsa,  ama çalıp  çırpmıyorlarsa,  kimsenin parasında ve pulunda,  namusunda gözleri yoksa, kul hakkı yemiyorlar, sürekli olarak ayak üstü yalanlar söylemiyorlarsa,  sizi rahatsız eden nedir efendi?


Alnını, hem de temiz alnını secdeye koyuyormuş bunlar, güldürme bizi Bekir Bey. 


İnşallah;  14 Mayıs akşamı sizi evinize göndereceğiz ve anlımız temiz ve açık bir şekilde, hiçbir harama ve hırsızlığa değmemiş temiz ellerimizle kadehe boşaltacağımız şampanyayı, rakıyı, şarabı sabaha kadar, hem de kırk gün ve  kırk gece yudumlayarak,  ülkemize yeniden doğacak olan güneşin aydınlatacağı temiz ülkemizin keyfini yaşayacağız. 


Bekleriz, misafirimiz ol, temiz alnını secdeye koyarak namazını kıl, Rabbine hamd ettikten sonra sen de gel Bekir Bey, size de bir kadeh ayırırız.

Güner Yiğitbaşı

27/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Eşeknameden Eşekli Alıntılar
Sevgili okuyucu, günlük siyaset, dertler, sorunlar, “Akil Adamlar” filan derken insan bazen çok bunalabiliyor. Ben biraz havayı değiştirmek için, bugün size, Eşekname kitabımdan alıntıladığım eşekli müşekli bir yazı sunarak biraz havayı yumuşatmak istiyorum, sanırım yarım ağız da olsa biraz gülümsersiniz.
İnanır mısınız, bu dünyada eşek ve öküz kadar insana binlerce yıl faydalı olan, ama onlar kadar da aşağılanan bir hayvan yoktur, bu vefasız dünyada. Gerçi şimdilerde dört ayaklı eşekler ve öküzler yoksa da iki ayaklı olanların saltanatı devam edip gitmekte.
Savaşlarda köy ve kasabalardan on bin, yüz bin kişilik ordular giderken, en çok köylülerin öküzleri gasp edilirmiş. Çünkü ordu ile bu öküz sürüleri götürülür, yollarda üçer beşer kesilip askere taze et yedirilirmiş. Hoca Sadettin Efendinin Taac’ut Tevarih adlı tarih kitabından öğrendiğimize göre, Osmanlı Orduları Viyana kapılarına kadar dayandığında, Hıristiyan köylülerin binlerce öküzlerini gasp ederlermiş. Onlarla hem mühimmat taşırlar hem de kesip kesip taze et yerlermiş. Neyse biz uzatmadan, insanlığa tam dört bin yıl hizmet eden eşek ve öküz üstüne anlatılan fıkralara geçelim. Özellikle dört ayaklı eşek fıkraları tarihin her devrinde önemini korumuştur.
Bu fıkralara geçmeden önce, devletin ileri gelenlerini eşek gibi çizip hicveden “Eşşek” adlı bir mizah gazetesinden bahsedelim. 100 yıl kadar önce iki sayfadan oluşan “EŞŞEK” adlı dergi, 1910 yılında Muhiddin Baha Tevfik (1881–1916) tarafından çıkarılmaya başlanmış, o zamana göre 40- 50 bin Tiraja ulaşmıştır. Bu vesile ile “vay beni kediye benzeten karikatür çizmiş, vay benim aleyhimde şöyle yazmış, böyle çizmiş diye peş peşe davalar açan, gazetecileri ekmeğinden eden sansürcü başımız Sayın Başbakan R.Tayyip Erdoğan’a da, basına hoşgörülü davranması için gönderme yapalım. Çünkü devrin padişahı bile bu “Eşşek” adlı mizah gazetesine hoş görülü davranmış. Neyzen Tevfik de bu gazetede siyasileri taşlayan şiirler, yazılar yazarmış. Fırsat bulursam ileride “EŞŞEK” gazetesinin içeriğinden bahsedeceğim. Bu gazetenin birkaç nüshası Milli Kütüphanenin değerli eserler bölümünde özenle saklanıyor.   

İNSANIN ÖMRÜ
Tanrı dünyayı yarattığı zaman, bütün canlılara aynı uzunlukta ömür verecekmiş. Bütün canlıların, otuzar yıl yaşamasını uygun görmüş.
Tanrının buruğunu almak için önce huzura öküz gelmiş.
Tanrı:
—Sana otuz yıllık ömür nasip ettim-, deyince öküz secdeye kapanıp yalvarmaya başlamış:
—Aman Tanrım! Bana acı! Ben otuz yıl insanoğlunun elinde ne yaparım? Beni mahvederler. Benim gibi öküze on beş yıl yeter de artar bile…
Tanrı öküzün yakarışlarını kabul etmiş; arkadan köpek huzura kabul olunmuş. Tanrı köpeğe de otuz yıl ömür vermiş. Köpek secdeye varıp:
—Merhamet Ulu Tanrım! Merhamet! Diye yalvarmış, bu insanoğulları otuz yılda beni ne hale korlar? Benim gibi bir köpeğe on beş yıl yaşamak bile çok.
Tanrı, köpeğin dileğini de kabul etmiş; arkadan eşek gelmiş. Ona da Tanrı, buyruğunu bildiriş. Bu kez de zavallı eşek, yana yakıla otuz yıla itiraz etmiş:
—Ulu Tanrım! Demiş, bir garip eşek insanların otuz yıl işkencesine nasıl dayanabilir?
Tanrı eşeğin de dileğini kabul ettikten sonra, huzuruna gelen insanoğluna:
-Ya kulum! Sana otuz yıl ömür ihsan ettim! Diye buyurmuş.
İnsanoğlu, gözlerinden sel gibi yaşlar akıtarak secdeye kapanmış:
—Aman Büyük Tanrım! Demiş, ben otuz yılda ne iş yapabilirim ki. Bu kısacık zamanda dünyanın tadını çıkaramam, bir partiden öbür partiye bile geçemem! İktidarda kalmaya bile doyamam!
Tanrı buyurmuş:
—Peki, öyleyse, sana öküzden artan on beş yılı da verdim.
—Acı bana Tanrım! Ben kırk beş yılda oturduğum koltuğu bile ısıtamam.
—Köpekten arta kalan on beş yıl da senin olsun.
­-Uluların Ulusu Tanrım! Dünya yüzünde biraz nefes almayayım mı?
—Haydi, eşekten artan on beş yıl da senin olsun!
İnsanoğlu, eşeğin ömrünü de alınca: “On beş yıl eşeklik bütün bir ömre bedeldir-diye düşünmüş, yeniden secdeye kapanıp, yetmiş beş yıllık ömrü kabul etmiş”.(1)

HAKKINI HELAL ETMEYEN EŞEK
Kurtuluş Savaşımız sırasına cephelerin bir yerinde bir vesile ile Bekir Sami Bey, Kâzım Karabekir’e şöyle bir öykü anlatır:
“-Vaktiyle bir deveci varmış. Hastalanmış. Artık öleceğini anlayınca develerini etrafına toplamış ve şöyle demiş:
“-Ey develerim, siz bana uzun süre hizmet ettiniz. Ben de buna karşılık size baktım. Bazı zamanlar çok yük yükledim size ve az yem verdim. Bazı zamanlar az yük vurdum, çok yem verdim. Artık hepsi geçti… Helalleşelim”.
Bunun üzerine develerden biri dile gelip:
“-Sana bütün hakkımız helal olsun, yalnız bir şeyi helal etmeyiz. Sen bizi yola çıkarınca önümüze bir eşek koyardın, sanki biz yürümeyi bilemezmişiz gibi… Biz buna da ses çıkarmazdık. Ama sonra yolumuz bir dereye gelir, eşek suyu geçemez, ya da direnirdi. Sen eşeği de bizim sırtımıza vurup suyu geçirirdin. Haydi bunu da affedelim, ama suyu geçtikten sonra, sen, suyu bizim sırtımızda geçen eşeği gene bizim önümüze koyardın. İşte bunu affedemeyiz, bu konuda hakkımızı helâl edemeyiz…(2)

PADİŞAH KILIÇLA EŞEĞİ ORTADAN İKİYE BİÇEREK TALİM YAPARMIŞ
Osmanlı padişahlarının birbirinden ilginç huyları vardı. Tütün ve içki yasağına uymadıkları için, sadece İstanbul Başkentinde on binlerce masum insanı katleden lV. Murat bunlardan biridir. İki yüz okka (256,60 kğ) ağırlığında bir gürzü kaldırıp sallayan, silahtarını tek elle havada döndürüp yavaşça yere bırakan, pehlivan yapılı padişah ok, harbe, ciritle birkaç kalkanı birden delen lV. Murat, kılıçla bir vuruşta koca bir eşeği ortadan ikiye bölüyordu.(3)Aman Tanrım, eşeği ikiye biçerek kılıç talimi yaparmış.
“BİNDİĞİM EŞEK BENDEN AKILLI OLMASIN”
Köy Enstitülerinin kapatılma arifesinde, Köy Enstitülerinin aleyhinde konuşma ve propagandalar devam ederken, halkın uyandırılmasını istemeyen ve de köy enstitülerinin yoksul halk ve çocuklarının uyandırılması işlevini yapması nedeni ile Eskişehirli toprak ağası bir milletvekili, özel bir toplantıda, kuliste şunları söylemiştir:
Benim bindiğim eşek benden akıllı olursa beni düşürür”.
Ne acıdır ki, yoksul halkın vergisinden, devletin bütçesinden maaş alan bir milletvekili, ekmeğini yediği halkını, kendisine oy verenleri “eşek” yerine koyuyor ve de halkın uyanmasını istemiyor. Nerede kaldı, halkın mutluluğu, halkın kalkınması için çalışacağına namusu üzerine yemin eden milletvekili.(4)
Bu Eskişehir Milletvekilinden önce Şair Eşref, Milletvekillerini şöyle taşlıyor:
Dört sene sonra görünmez oluruz mecliste,
O zaman kıymetimiz yükselir inşallah,
Memlekette oluruz müntehîb-i sanide,
Buraya bizden eşekler gelir inşallah

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com
SONNOTLAR

(1) Ustura (Günaydın) Dergisi 1960 Cilt:1 sayı: 18, sf:2

(2) Yüzbaşı Selahattin’in Romanı. İlhan Selçuk. Remzi Kitabevi Sf: 265

(3)  İstanbul Nasıl Eğleniyordu-Refik Ahmet Sevengil sf:34  

(4) Atatürkçü Düşünce Derneğinin 3.3.2002 günü Türk Hukuk Kurumu Salonunda düzenlediği panelde bir konuşmacı anlatmıştı.

Ermenileri çok seven Cemal Paşa Ermeniler tarafından katledildi
Türkler ile Ermeniler tarih boyunca yüzyıllarca dostça yaşamışlar, ancak Osmanlının yıkılış yıllarına doğru, parçalanan Osmanlıdan pay kapmak isteyen zamanın İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya gibi emperyalist ülkelerin Ermenileri kışkırtmaları üzerine Ermeniler çok sadık oldukları Osmanlıya kafa tutmaya isyanlara başladılar.
Biz de 1915 Ermeni Tehcir olaylarının 108 yıldönümünde İttihatçılardan Cemal Paşa’nın anılarından yararlanarak irdelemek istedik.
Aynı “Hatıralarım” adlı kitabın 338 sayfasında Cemal Paşa şunlar yazıyordu: “Sultan Abdülmecit zamanında ise, Ermeniler öyle çok imtiyazlara sahip oldular ki, bunu hatta Mandelstamm(1)bile hayretle anlatıyor. Bu zat eserinin 190.  sayfasında şöyle söylüyor: “Hatta Ermeni milleti 1863 senesinde gerçek bir Kanuni Esasiye” ye sahip oldu. Bu Kanuni Esasiye mucibinde Ermeniler İstanbul Patrikhanesinde toplanmak üzere bir genel meclise sahip oldular. Genel Meclis 140 üyeden ibaret bulunuyordu. Bunların 120 si doğrudan doğruya millet tarafından seçiliyordu”.(2)
Yine aynı sayfada Cemal Paşa Ermenileri şöyle övüyordu:
“Ermenilere bu Kanuni Esasiyi Osmanlı Hükümeti dışarıdan hiçbir baskıya maruz kalmadan vermişti. Ermenileri o zamana kadar gösterdikleri sadıkane hissiyatları, devleti o kadar memnun etmişti ki, “Sadık Ermeni Milleti” için yeni bir mutluluk devresi açabilecek bir mahiyette bulunan bu Kanun Esasiye’yi bahşetmekle bir an tereddüt etmemişti.”
“Ermenilere verilen bu Kanuni Esasi kolaylığı Rusların Ermeni işine karışmaları için bir sebep teşkil etmişti.  Ermeni milletine Kanuni Esasinin verildiği tarihten henüz dört sene geçmiş olduğu bir zamanda 1867 de Zeytun’da ilk Ermeni isyanı çıkmıştı.” (Sf 339)
Cemal Paşa “Hatıralarım” adlı kitabından anladığımız kadarı ile yer yer Ermenileri öven İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Paşası idi. Cemal Paşa Hatıralarım adlı kitabın 333 sayfasında Ermenileri şöyle övüyordu:

Ermenileri çok seven Cemal Paşa Ermeniler tarafından katledildi

Biz Ermenileri ve özellikle onların isyancılarını Rumlardan ve Bulgarlardan daha fazla severiz. Çünkü onlar diğer iki unsurdan daha fazla mert ve kahramandırlar. İkiyüzlülük bilmezler. Dostluklarına sadık düşmanlarına güçlüdürler. Özellikle bizim inancımız vardır ki, Ermeni unsuru ile Türk unsuru arasındaki düşmanlığın başlıca nedeni Rusya siyasetidir. Din ayırımı yani Müslümanlık ve Hıristiyanlık meselesi bundan atmış yetmiş yıl öncesini ve daha doğrusu 1877-1878 Osmanlı Rus savaşından beş on yıl öncesine kadar bu iki unsur arasında kesinlikle bahis konusu değildi. Anadolu’da, İstanbul’da ve Rumeli’de özetle bütün Osmanlı memleketlerinde Ermeniler ile Türkler arasında o kadar büyük bir anlaşma vardı ki, Osmanlı tarihi o zamana kadar en ufak bir Ermeni meselesi bile kaydetmemiştir.
Özel ilişkilerinde Türklerle Ermeniler arasındaki dostluk her türlü sınırı aşardı. Anadolu köylerinde oturan bir Türk, ticaret işleri dolayısı ile uzak bir yere gitse, ailesinin hak ve namusunu komşusu Ermeni’nin nezaretine ve vesayetine bırakır ve Ermeni de aynı itimadı Türk komşularına karşı göstermekten çekinmezdi. (Sf. 334)
Ne Anadolu’da ne Rumeli’de ne de İstanbul’da hiçbir Ermeni yoktu ki, Ermenice bilsin. Bütün okullarda Ermeni harfleri ile Türkçe okutulur ve kiliselerde ruhani ayin aynı Türkçe ile yapılırdı. Devletin en önemli kurumlarının başına Ermeniler getirilmiş, özetle Ermeniler Osmanlı devletinin en sadık tebaası sayılmıştı (“Milleti Sadıka”) (sf. 334)
Osmanlılardan gördükleri dostluk ve arkadaşlık, Ermenileri Türklere karşı minnettar bırakmış ve beş asırlık bir zaman içinde bir Ermeni Türk ihtilafı görülmediği gibi Türk’ün lisanı ile konuşmayan, Türk’ün adetlerini alışkanlık haline getirmeyen hiçbir Ermeni kalmamıştı, (sf 334).
1853-1855 Kırı Savaşı sonlarına kadar Ermenilerle Türkler çok dostça birlikte yaşamışlar ve Türkler tarafından Ermenilere karşı hiçbir tecavüz meydana gelmemiştir, (sf 336).
Adana dolaylarında Ermeniler isyan edince gerek Türklerden gerekse Ermenilerden (en çok da Ermenilerden) binlerce can kaybı olmuş ve pek çok ev yıkılmıştı. Adana’ya vali olarak atanan Cemal Paşa döneminde, Türk Ermeni ayırımı yapmadan isyan olaylarında evleri yıkılan köy ve kasabalarda, şehirde yaşayan tüm Ermeni ve Türklerin evlerini yeniden yaptırmıştı. (sf 359).
Cemal Paşa’nın Adana Valiliği sırasında Ermenilerin refahı ve kaybettikleri şeylerin telafisi için çalışan bu vali, isyan olaylarında yetim kalan Ermeni çocuklarının eğitimi ve öğretimi için Adana’da büyük bir yetimhane yaptırır, (sf. 360). Böylece Ermenileri sevdiğini söyleyen, onlara eşit davranan Adana Valisine Ermeniler “adil vali” diye anıyorlardı. Olayları gözlemek için özel olarak gelen Fransız, İngiliz, İsviçreli ve Amerikalı birçok yabancılar, her iki topluma da adil davranan Cemal Paşa’yı tebrik ediyorlardı. (sf 360)
Cemal Paşa’nın zaman zaman Ermenileri övdüğünü aktarıyorduk. Cemal Paşa aynı anı kitabında şunları yazmakta: “O sıralarda ben İstanbul Muhafızı olduğum halde Ermeniler tarafından davet edildiğim Taksim Parkına gitmiş ve Ermeni milletini son derece stayışla övecek şekilde bir konuşma yapmıştım.” (sf 364)
“Osmanlı Hükümeti seferberlik ilanından itibaren dokuz ay dayandıktan sonra Ermeniler konusunda köklü tedbirler almak zorunda kaldı. I. Dünya savaşı arifesinde ve ilk yıllarında gittikçe kötüleşen İttihat ve Terakki Partisi ile Ermenilerin ilişkileri, Ermenilerin bir kısmının Rus birliklerine katılmaları, Müslümanlara karşı gönüllü alayları oluşturmaları, Zeytun’da ve Van’da isyan etmeleri, kendilerine yapılan nasihatleri dinlememeleri üzerine tamamen kopmuş ve tehcir kanunun çıkarılmasına yol açmıştır. Van İsyanının patlak vermesi üzerine, bu olayları başlatan ve Ermenileri silahlandıran komite yuvalarını dağıtmak için 24 Nisan 1915 tarihinde Dahiliye Bakanlığı, vilâyetlere ve mutasarrıflıklara bir genelge yollayarak Ermeni komitelerinin kapatılmasını, belgelerine el konulmasını, liderleri ile zararlı faaliyetleri bilinen Ermenilerin tutuklanmasını, bunlardan bulundukları yerlerde kalmaları sakıncalı görülenlerin uygun yerlerde toplanmasını ve tutuklananların askeri mahkemelere sevkini kararlaştırmıştır”.(3)
Bu tarihle birlikte özellikle Doğu vilayetlerinde isyan çıkaran, isyanlara karışan 500 veya 600 bin kadar Ermeniler aileleri ile Osmanlı yöneticilerince yerlerinden alınarak Osmanlı’nın Suriye, Filistin, Irak gibi vilayetlerine ve sancaklarına geçici olarak sevk etmeye “tehcirine” başlandı. Bu sevk sırasında yollarda hastalıklardan, eşkıya baskınlarında öldürüldüler. İşte bu olayı Ermeniler 1915 “soykırım” olarak nitelendirip dünyanın her yerinde Osmanlı aleyhinde “1915 sözde Ermeni soykırımının kabul edilmesi” propagandaya başladılar. Ermeniler dünyaya “bir buçuk milyon Ermeni’nin tehcirle yok edildiğini” yaymaktalar.
Öte yandan Ermeni isyanları ile Doğu Anadolu’yu işgal eden Ermeniler ve Ruslar yüzünden aynı bölgeden Ermeni Tehcirinden daha fazla bir milyondan fazla yerli Türkler beldelerini terk edip Batı illerine doğru kaçmak zorunda kalmışlar, onlar da bu yollarda Ermeni kayıplarından da fazla can kaybına uğramışlardı. Bu konuda Cemal Paşa aynı anılarında şunları söylüyor: “…ölen Türk ve Kürt’ün sayısı bir buçuk milyonu aşar. Ermeni katliamından Türkler sorumlu oluyor da Türk ve Kürt katliamından ve genel sefaletlerinden Ermeniler neden sorumlu olmuyor?”(Sf. 389)İşte bunu Türk politikacıları ve devlet adamları dünyaya anlatamıyorlar. Önce Ermenilerin isyan katliamları ile başlayan bu Ermeni olaylarında Ermeniler işi başlatan oldukları halde, her iki taraftan da katliamlarla pek çok insan yaşamlarını yitirmişse neden sadece Türkler suçlu gösteriliyor, “Ermeni soykırımı” diye Türklerin suçlanması tarihin adaletine sığmaz”. Katledilen bir o kadar Türklerin haklarını ne yapacağız?
İlkin Ermeni isyanları ve sonra Rus işgalleri ile Ermenilerden daha fazla katliama uğrayarak bir buçuk milyondan fazla Kürt ve Türk vatandaşların hayatlarını kaybettiklerini, acılara gark olduklarını dünyaya anlatamadığımızı düşünüyoruz.

 

Ermenileri çok seven Cemal Paşa Ermeniler tarafından katledildi
İsyancı Ermenilerin “tehcirine” karar veren İttihat ve Terakki Partisi üyelerinden devrin İçişleri Bakanı Talat Paşa, Cemal Paşa, Enver Paşa, Sait Halim Paşa gibi öteki yöneticileri düşman bilinerek intikam almak için katlettiler.

Osmanlının Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinden sonra 1918 yılında yurt dışına kaçan İttihat ve Terakki Partisinin başındaki paşalar yurt dışında birer birer Ermeni militanlar tarafından suikastla katledildiler.
15 Mart 1921 günü Talat Berlin’deki evinden çıktığı sırada Erzurumlu Soğomon Tehliryan tarafından tek kurşunla başından vurularak infaz edildi. Özellikle Talat Paşa’nın öldürülmesi ve Soğomon Tehliryan’nın yargılanma süreci tüm dünyada Soykırım tartışmasının alevlenmesine neden oldu.
17 Nisan 1922 günü Behaeddin Şakir ile Cemal Azmi Berlin’de Aram Yerganian ve Ajan T. Adlı iki suikastçı tarafından ayrı ayrı öldürüldü.
25 Temmuz 1922 günü Ahmed Cemal Paşa Tiflis’de Stefan Çekiçyan ve Bedros D. Bogosyan tarafından vuruldu. Cemâl Paşa’nın Seniha Hanım’la olan evliliğinden Ahmed, Mehmed, Kamuran, Nejdet ve Behçet isimli beş çocuğu vardır. Oğullarından Ahmed Cemâl şimdilerde gazeteci olan Hasan Cemâl’in babasıdır.(4)
Harbiye Nazırı İsmail Enver Paşa da 4 Ağustos 1922 günü Tacikistan’da Belçivan yakınlarında Agop Melkovyan komutasındaki Bolşevik Ruslara karşı gerilla harbi yaparken havan topuyla öldürüldü.(5)
Mehmed Said Halim Paşa: Sait Halim Paşa; 18 veya 28 Ocak 1865 veya 19 Şubat 1864- 6 Aralık 1921), Sadrazam olarak görev yapan Arnavut asıllı bir Osmanlı devlet adamıydı [2] Ermeni soykırımının faillerinden biriydi ve daha sonra Ermeni soykırımı faillerini öldürmeye yönelik bir misilleme kampanyası olan Nemesis Operasyonu'nun bir parçası olarak Arshavir Shirakian tarafından öldürüldü. (6)
Türkiye’ye dönme hazırlıkları içindeyken, Ankara Hükümeti’nin Tiflis Mümessili (Büyükelçisi) Ahmet Muhtar Bey'le mümessillikte akşam yemeği yediği 21 Temmuz 1922 tarihinde Tiflis’te bulunduğu sırada öldürüldü.
Böylece yurt dışına kaçan ittihatçılar vatanlarına tabutları içinde geri döndüler.
Burada bir parantez açarak konuya başka açıdan bakmak istiyoruz. Bilindiği gibi, özellikle Doğu Anadolu Bölgemizde Ermenilerin başlattığı isyanlarla önce Ermenilerin Türk köylerine saldırmaları ile Ermeni İsyanları başlamış, bölgede Ermeniler pek çok katliama başlayınca yerli Türk halkı da karşı koymak zorunda kalmış, böylece Türkler ve Ermenilerden binlerce insan karşılıklı katliam yapmışlardır. O sıralarda 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı devam etmektedir. O zaman iktidarda olan İttihat ve Terakki Partisi üyesi, yukarıda adları yazılı sonradan öldürülen paşaların istemi ile Osmanlı pek de gerekli olmayan bu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Türkler vatanlarını savunmak için birbirinden binlerce km uzakta değişik cephelerde savaşırken, köylerde erkeklerin çoğunluğu savaşa gittiğinden Doğunun ücra köylerinde Ermeni militanlar Türk kadın yaşlı ve çocuklara saldırmaya başlayınca, İktidarda olan İttihat ve Terakki yönetimi özellikle Doğu Anadolu’daki saldırgan Ermenileri etkisiz hale getirmek için onları devletin başka vilayetlerine göç ettirmek zorunda kaldı. Bu saldırgan Ermeni militanlar çıkardıkları isyanla tehcir edilen Ermenilerden çok daha fazla Türk halkını katlettiler.
24 Nisan 1915 de çıkarılan Tehcir Kanunu ile Ermeniler Suriye, Mezopotamya, Beyrut gibi başka vilayetlere göç kararı alındı. “Tehcir Kanunu ile 1. Dünya Savaşı’na girmemizin bilgim dışında alındığını” anılarında yazan Cemal Paşa, tehcir edilen Ermenilerin Suriye, Şam, Beyrut dolaylarına değil de daha yakın Konya, Ankara ve Kastamonu gibi iç vilayetlere gönderilmelerini” istediğini anılarında belirtmekte. (sf 385)
Ermeniler buralara sevk edilirken yollarda soğuktan, açlıktan, eşkıya baskını gibi nedenlerle 500 bil ile 600 bin Ermeni vatandaşı hayatlarını kaybetti.  İşte bu 24 Nisan 1915’teki Tehcir olayında hayatlarını kaybeden Ermeniler için, Ermenistan dünyanın her yerinde Türkler aleyhinde 24 Nisan’ı Soykırım Günü olarak anmak ve parlamentolarda kabul edilmesi için yoğun bir propagandaya başladılar. Bazı ülkeler bunu parlamentolarında 24 Nisan’ı Ermeni Soykırımı olarak kabul ettirdiler. Ne yazık ki Türkiye hükümetleri buna karşı aktif bir politika uygulayamadı. Son olarak ABD de soykırımı kabul etti.

Ermenileri çok seven Cemal Paşa Ermeniler tarafından katledildi

“Hamdolsun gündeme gelmedi” sözünü yadırgadık.
Bu açıklamalardan sonra Ermeni tezlerine karşı nasıl zayıf ve ilgisiz kaldığımıza bir örnek vermek gerekti. Burada denk düştüğü için yakın zamanda olan hem de Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın anlatımı ile bu işe nasıl da gevşek davrandığımızı göstermek istiyorum. Bilindiği gibi Türkiye Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan NATO liderler zirvesinde ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmüştü. “1915 Olaylarının gündeme gelip gelmediğine” ilişkin gazetecilerin sorusu üzerine yanıt veren Erdoğan, "hamdolsun hiç gündeme gelmedi" dedi. Olaylar ışığında bu söyleme bir bakar mısınız, asıl mağdur olan Türkler Kürtler vatanları Ruslar ve Ermenilerce isyan ve işgallerle katliama uğruyor, Türkler karşı koyunca Türkler suçlanıyor. Bir halk deyimi ile “hem suçlu hem güçlü” şeklindeki bu olayı asıl Türkiye Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, vatanı, mağdur ve isyanlarla işgale uğramış Türklerin haklılığı ısrarla gündeme getirmesi gerekmez mi?  NATO üyesi bile olmayan Ermenistan lehine “Ermeni soykırımı” nı kabul eden ABD başkanı, NATO üyesi ve müttefiki olan Türkiye’nin mağdur ve haklı oluşunu R.T. Erdoğan sitemle dile getirmeli idi. Orada Israrla Rusların ve Ermenilerin isyanla işgalci ve katliamcı olduğunu dile getirip savunmalıydı, “Ermeni soykırımının haksız, isabetsiz, insafsız oluşunu ısrarla dile getirmeli idi. Bu olayın gündeme gelmediğine sevinircesine "hamdolsun hiç gündeme gelmedi” deyiveriyor. Yüz yıl gibi yakın zamanda olan bu gibi tarihsel olayları devlet adamlarımız çok iyi anlamalı, iyi algılayıp dünyaya iyi anlatmalıdırlar.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat 599@gmail.com
Sonnotlar

(1) (Mandelstamm, Türkler aleyhinde yazılar yazan bir yazar

(2) Anılarım 1913-1922 Cemal Paşa Parola Yayınları 2016

(3)https://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/ittihat-ve-terakki-cemiyeti-ve-ermeniler/

(4) https://tr.wikipedia.org/wiki/Cemal_Pa%C5%9Fa

(5)https://www.agos.com.tr/tr/yazi/17242/ermenice-gazetelerde-ittihatci-pasalarin-akibeti

(6) https://en.wikipedia.org/wiki/Said_Halim_Pasha

23 Nisan'ın Anlamı Ve Önemi
Her 23 Nisan gününde; 23 Nisan 1920 tarihinde ATATÜRK tarafından açılan ve günümüzün,  hukukun üstünlüğüne dayalı laik ve modern Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşuna, saltanat ve halifeliğin kaldırılışına giden yolun ilk durağı olan  Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun yıldönümünü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak, büyük bir coşkuyla kutluyoruz. 


23 Nisan 2023 Türkiye Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 103. yıldönümünü kutladığımız tarihi ve anlamlı günlerimizden biridir. 


Her 23 Nisan günlerinde kutladığımız bu bayram; ATATÜRK tarafından çocuklara armağan edilmiş ve bu nedenle adında çocuk bayramı sözü varsa da; bu bayramın asıl anlam ve önemi;  23. Nisan. 1920 de,  egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun ilan ve kabul edildiği, saltanatın ve halifeliğin reddedilerek,  Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurulup açıldığı ve egemenliğin, kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunun kabul ve tescil edildiği kutlu günün 103. yıldönümü olmasıdır. 


Dünyada, yarının büyükleri olan çocuklara armağan edilen ilk ve tek bayram olmasının da,  ayrı bir anlamı ve önemi bulunmaktadır. 


Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN'ın; önceki yıllarda 23. Nisan gününü, salt çocuk bayramına indirgeyerek, bu günün anlam ve önemini hafife alması ve bu günü,  ATATÜRK'ü kabrinde ziyaret edip onu anmayarak, egemenliğin tecelligahı Türkiye Büyük Millet Meclisindeki özel oturuma katılmayarak, Türkiye Büyük Millet  Meclisinin bulunduğu devletimizin başkenti Ankara dışında, İstanbul ilinde çocukça ve çocuklarla, alternatif bir törenle kutlaması,  egemenliğin asıl sahibi, oylarıyla kendisini Cumhurbaşkanı olarak seçen Türk Milletine ve onun iradesine büyük bir saygısızlıktır. 


ERDOĞAN'ın bu bilinçli tavrı; milli iradeyi, milletin egemenlik hakkını yok saymak, reddetmek, egemenliğin millete ait olduğunu inkar etmek, kaldırılan saltanatın  hortlatılarak, Osmanlıda olduğu gibi egemenliğin tek başına kendi uhtesinde olduğunun dolaylı olarak ifadesidir. 


103. Kuruluş yıldönümünü kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bir diğer önemi; ülkemizin emperyalist devletlerle giriştiği kurtuluş savaşına karargâhtık yapmış olması ve bu savaşın kazanılmasında oynadığı etkin rolüdür. 


Bu nedenle; 1920 ve 1930'lu  ATATÜRK döneminin, ATATÜRK devrimlerinin gerçekleştirildiği,  Cumhuriyetin ilan edildiği, saltanatın ve hilafetin kaldırıldığı yılların Türkiye Büyük Millet Meclisine,  Gazi Meclis denilmektedir. 


Burada yeri gelmişken tekrar belirtmekte ve altın çizmekte fayda görüyoruz. Özellikle,  AKP'nin iktidara geldiği yıllardan günümüze kadar geçen geçen süre içinde,  her görüşün temsil edilmesi gereken çoğulcu demokrasiye son vererek demokrasiyi çoğunluğun iradesine indirgeyen ve çoğunluğun iradesini mutlak ve üstün gören, meclisteki çoğunluğuna dayanarak,  muhalefeti yok sayıp,  sadece kendi çoğunluk iradesini hakim kılan,  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini getirerek Meclisi işlevsiz kılan, FETÖ denilen terör örgütünü bilinçli bir şekilde devletin kurumlarına yerleştiren, aynı menzile doğru beraberce yol alırlarken illegal FETÖ paralel yapı ile ihtilafa düşen AKP ve onun lider ERDOĞAN'ı devirmeye yönelik,  2016 Fetö darbe girişimi sırasında bombalanan günümüzün işlevi tamamen yok edilen ve içi boşaltılan Türkiye Büyük Millet Meclisine,  gazi meclis denilmesini şiddetle reddediyoruz. 


Bu ülkenin tek gazi meclisi vardır ve o da; kurtuluş savaşına karargâhtık yapan, savaşın kazanılmasında etkin bir rol üstlenen, sonrasında Cumhuriyeti ilan eden, saltanatı ve hilafeti kaldıran kararların alındığı, ATATÜRK devrimlerine imza atan,  1920 ve 1930'lu ATATÜRK döneminde faaliyet gösteren Türkiye Büyük Millet Meclisidir. 


FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında 15. Temmuz.  2016 günü gecesi bombalanan meclisin bombalanma nedeni, iktidardaki legal ve meşru yönetim ile devlet kadrolarına yerleştirilen illegal ve paralel yönetim arasındaki güç ve iktidar mücadelesi ve  kavgası olup, meclisin bu yüz kızartıcı nedenle bombalanmasından bir gazi meclis sonucu ve efsanesi asla çıkarılmamalıdır.  


Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan ve kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olan ulusal egemenliğin en önemli erki olan yasama erkini,  Türk Milletini temsilen onun adına kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 103. kuruluş yıldönümünü;  Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında Türk Milletine dayatılan ucube sistemin,  yüce meclisi işlevsiz bırakması nedeniyle, bu sene de buruk bir şekilde kutlayacağız. 

Buruk kutlayacak olsak da; Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, tüm ulusumuza ve çocuklarımıza kutlu ve mutlu olsun. 

Bizlere, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve bu bayramı kazandıran Yüce ATATÜRK'e ve tüm emeği geçenlere şükran ve minnetlerimizi sunuyoruz, hepsine Allahtan rahmetler diliyoruz, mekanları cennet olsun.

Güner Yiğitbaşı

22/Nisan/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Seçmeni Aldatmaya Çalışan Demagog Bir İnce İzledik
Dün akşam (18/04/2023) Memleket Partisi lideri Muharrem İNCE,  Sözcü Televizyonunda programa çıktı, yine bildik CHP ve KILIÇDAROĞLU'na yönelik kin ve düşmanlığını saçarak, muhalefete muhalefet yapmanın güzel(!)bir örneğini sergiledi. 


KILIÇDAROĞLU ve onun liderliğini yaptığı Millet İttifakını yerden yerde vuran haksız eleştirilerini sıralayarak,  seçmenimizi aldatmaya çalıştı. 


Evet,  Muharrem İNCE resmen demagogluk yaptı ve bilerek ve isteyerek yalanlar söyledi. Sırf, Millet İttifakına ve KILIÇDAROĞLU'na  muhalefet yapmak adına. 


Bunda,  Sözcü Televizyonunun İNCE ile söyleşiye katılan ve İNCE'ye sorular yönelten tanınmış gazetecilerin, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek sergiledikleri yetersizliklerinin de rolü oldu. Sanırım İNCE'ye acıdılar ve haksız çıkışlarını yüzüne vurarak ağzına kapatmayı yeğlemediler. 


Muharrem İNCE; Millet İttifakının, KILIÇDAROĞLU'nun Cumhurbaşkanı olabilmesi, ittifak bileşeni diğer beş partinin liderlerinin de Cumhurbaşkanı yardımcısı olabilmek ve partileri için milletvekili sandalyesi kapabilmek amacıyla kurulduğunu ve ilkesiz olduğunu, ilkeler bazında değil şahsi çıkarlar bazında kurulan bir ittifak olduğunu iddia ederek karaladı, Millet İttifakını ve KILIÇDAROĞLU'nu, seçmenin gözünde küçük düşürmek, seçilmelerini önlemek  ve ERDOĞAN'ın yeniden seçilmesi için, yine elinden gelen gayreti gösterdi. 


Özellikle de, Millet İttifakının;  mevcut tek adam sistemini değiştirerek yeniden parlamenter sisteme geçiş için gerekli anayasa değişikliğini sağlayabilecek bir çoğunlukla mecliste sandalye edinebilmeleri için seçim listelerinde ortaklık yapmalarını, Saadet, Gelecek, Demokrat ve Deva Partilerinin bu nedenle CHP listelerinden milletvekili seçimlerine girecek olmaları gerçeğini, amacından saptırarak seçmeni aldatmaya çalıştı. 


Muharrem İNCE de çok iyi biliyor ki; Millet İttifakı,  tüm kadrolarıyla ilkeler bazında,  iki seneye yakın bir süre ortaklaşa çalıştı ve iktidara gelmeleri halinde yapacakları yeni anayasaya konulacak ilkeleri saptayarak,  kamuoyu ile paylaştılar, binlerce başlık üzerinde anlaşarak yazılı hale getirdiler ve ortak mutabakat belgesi hazırlayarak bu belgedeki ilkeleri aynen uygulayarak hayata geçireceklerini imza altına alarak millete taahhüt ettiler. 


Millet İttifakı bileşeni partiler;  öncelikle ilkeler, asgari müşterekler üzerinde anlaşarak mutabık kaldılar  ve ondan sonra ortak Cumhurbaşkanı adayını gecikerek saptayıp millete açıkladılar. Hatta bu gecikme nedeniyle eleştiri aldılar. 


Adı üzerinde altılı masa yani Millet İttifakı;  altı partinin,  aralarında işbirliği yaparak, siyasi güçlerini bir araya getirerek kurdukları bir seçim ittifakıdır. 


İttifaka katılan partiler;  iktidara geldiklerinde uygulamaya koyacakları imza altına alarak halkımıza taahhüt ettikleri ortak ilkeleri,  hep birlikte ve ortaklaşa yerine getirecekleri için, bu altı partiden biri olan CHP'nin  lideri KILIÇDAROĞLU'nun Cumhurbaşkanı adayı olması karşısında, diğer liderlerin de onun yardımcısı olmalarından ve meclise milletvekili taşımalarında daha doğal ne olabilir?


İNCE'nin; ittifak bileşeni partilerin milletvekili adaylarının,  CHP listelerinde yer almalarına ve güçlerinin üzerinde kendilerine milletvekili kontenjanı tanınmış olmasına ve özellikle eski adalet bakanı Sadullah ERGİN'in CHP Çankaya seçim çevresinden aday gösterilmesine yönelik itirazları;  haksız,  tutarsız ve CHP'yi seçmen nezdinde itibarsızlaştırmaya, seçmeni aldatmaya yönelik,  kötü niyetli bir laf cambazlığıdır. 


Diğer dört partinin CHP listelerinden seçime girmeleri, yeni seçim kanununun mahzurlarını gidermenin ve meclise daha fazla milletvekili taşımanın gereği olup, CHP listelerinden seçime giren diğer ittifak bileşeni partilerin adayları CHP'nin değil kendi partilerinin adayları olup; bu nedenle,  Sadullah ERGİN'de CHP'nin değil Deva Partisinin adayı olup, seçildiğinde de CHP'nin değil Deva Partisinin milletvekili olacaktır, bu nedenle de CHP'nin bu adayı veto etme hak ve yetkisi yoktur. 


Muharrem İNCE'nin kin kusarak ve seçmeni aldatmayı göze alarak,  Millet İttifakının;  özellikle ilkeler etrafında birleşerek kurulan bir ittifak olmayıp,  mevki ve makam kapmaya yönelik şahsi çıkar üzerine kurulu bir ittifak olduğuna ilişkin suçlamaları karşısında, Sözcü Televizyonunun programa katılanları, gerçekleri dile getirerek, ilkeler manzumesi olan ortak mutabakat belgesini zikrederek İNCE'ye hak ettiği cevapları verememişler ve susmayı tercih etmişler, İNCE meydanı boş bulmuştur. 


Bu programda iyice anlaşılmıştır ki; bir soru zerine seçimin ikinci tura kalması halinde KILIÇDAROĞLU'nu destekleyecek misiniz sorusuna,  açık ve net bir şekilde,  olumlu cevap veremeyen, sadece oy'umun ERDOĞAN'dan yana olmayacğı kesin kaçamak cevabını vermekle yetinen sözde ATATÜRK'çü İNCE; sergilediği muhalefete muhalefetiyle, Cumhur İttifakına ve onun lideri ERDOĞAN'a katkı sunmakta ve ATATÜRK düşmanı Hüda Par'ın;  Türkiye Büyük Millet Meclisine girmesinde,  Cumhur İttifakının kazanması halinde, Hüda Par'ın da ülkenin yönetiminde söz sahibi olmasını kolaylaştırıp sağlamakta kararlıdır.

Güner Yiğitbaşı

19/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kara Ses Zat-I Muhterem Yine Sahnede
Üniversiteler fuhuş evleridir diyerek,  üniversitede okuyan genç kızlarımızı adeta fahişelikle suçlayan,  kadın düşmanı kara ses,  Sakarya Üniversitesi Öğretim üyesi Ebubekir SOFUOĞLU, sosyal medya hesabından yaptığı yeni mesaj paylaşımıyla yine sahne aldı maalesef. 


Genç kızlarımızı ve kadınlarımızı aşağılayan, değersizleştiren SOFUOĞLU'nun suçu yok aslında. Adam, beyanları ve paylaşımlarıyla genç kızlarımıza ve kadınlarımıza rahatça hakaret edebiliyor, tehdit edebiliyor, itibarsızlaştırabiliyor, ancak hakkında hiçbir yasal işlem yapılmıyor, sadece yapılıyor gözüküyor ve bir sonuç alınamıyor. 


Bu adamı, zat-ı muhteremi,  iktidar ve uzantısı bağımlı yargı koruyup kolluyor, zira aynı zihniyet işbaşında, bundan cesaret alıyor. 


Ancak, kendisi genç kızlarımıza ve kadınlarımıza hakaret ve tehditler savurmasına rağmen, çok alıngan ve kırılgan bir vatandaşımız, gururuna pek düşkün!


Bu hakaret ve tehditlerine tepki gösteren makaleler yazan  insanlar hakkında, ki bunlardan birisi de benim, hakarete uğradığı iddiasıyla suç duyurusunda bulunarak davalar açtırarak,  haksız bir şekilde mahkum ettirebiliyor, bu anlamda çok güçlüdür kendisi. 


Daha önce de yazdık ama, okurlarımız belki hatırlamazlar, bu öğretim üyesinin,  üniversiteler fuhuş yuvalarıdır diyerek genç kızlarımıza hakarett etmelerine içerleyerek, bir makale yazmış ve bu öğretim üyesine “Üniversiteler, senin dediğin gibi gerçekten fuhuş yuvaları ise, bir üniversite öğretim üyesi olarak genç kızlarımızı emanet ettiğimiz siz de,  gavat ve pezevenk olmuyor musunuz?” demiş ve soru sormuştuk. Hiç tanımadığımız ve aramızda hiçbir husumet de bulunmayan bu adama hakaret etme kastımız yoktu, doğrudan kendisine gavat ve pezevenk dememiştik, yani hakaret etmemiştik. Sadece söylediği söze dikkat etmesini, bu sözlerinin olası sonuçlarını da düşünmesi için, kendisini uyarmayı ve  kendisinin sadece dikkatini çekmeyi amaçlamıştık. Ancak, dedik ya, adam başkalarının gururlarını ve onurlarını düşünmüyor ama,  hakaret kasıtlı olmayan ve suç teşkil etmeyen sözlerimizden alınmış beyimiz. 


Hakkımızda Sakarya C. Savcılığına suç duyurusunda bulundu ve  Sakarya Asliye Ceza Mahkemesinde yargılandık. İlk hakim; şikayetçinin,  kendi ağır haksız fiiliyle sebebiyet verdiği gerekçesiyle,  ilgili yasa maddesine göre hakkımızda  ceza vermediği halde, itiraz üzerine değişen ikinci hakim suçumuzu sabit gördüğü gibi, şikayetçinin haksız fiilinden kaynaklı bir hakaret olmadığı gerekçesiyle,  hakkımızda para cezasına hükmetti. Cezanın nev'i ve miktarı itibariyle,  kanun yolu da kapalı olduğu için, sabıkalı olduk, anlayacağınız. Hak ihlalimize neden olan bu hukuk dışı kesin kararı,  bireysel başvuru hakkımızı kullanarak Anayasa Mahkemesine taşıdık, sonucunu bekliyoruz. 


İşte bu kendisine yönelik sözlerden hemen alınan, ancak genç kız ve kadınlarımıza yönelik en ağır sözleri söylemekten çekinmeyen ve bunu alışkanlık haline getiren Profesör Ebubekir SOFUOĞLU,  yine sahneye çıkmış ve 6284 sayılı Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun bizim kırmızı çizgimizdir diyerek bu kanunu savunan AKP Grup Başkan Vekili Özlem ZENGİNİ ve diğerlerini hedef alarak, sosyal medya hesabından "Listenin neresinde olurlarsa olsunlar,  Kabe'nin örtüsüne sarılı olsalar bile,  Cehennem soğuyuncaya kadar Cehennem soğuyuncaya kadar Cehennem soğuyuncaya kadar. . . " paylaşımında bulunarak tehditler savurmuş ve kadın düşmanlığına devam etmiştir.  


Az kaldı, 14 Mayıs da yapılacak olan seçimler sonunda, bu zat-ı muhterimin kafa yapısını temsil eden ve bunun gibilere cesaret veren, koruyup kollayan iktidar ve uzantısı bağımlı yargı sonlandığında, bu zat-ı muhterem ve onu gibilerle eşit demokratik bir ortamda,  yasalara saygılı olarak en ağır eleştiri ve mücadelemize kaldığı yerden devam edeceğiz.

Güner Yiğitbaşı

12/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Çağdaş bir ülkede bir tek cumhurbaşkanını devlet başkanını koruyan yasa ve cezalar olamaz
Türkiye gerçekten AB ye girmek istiyorsa, AİHS ve AİHM si kararlarına uymalıdır.

Çağdaş bir ülkenin ceza yasalarında tüm vatandaşlar için uygulanan küfür ve hakaretleri cezalandıran yasa ve cezalar varken, salt cumhurbaşkanı- devlet başkanını koruyan, (tek kişi için) ceza yasası çıkarılamaz, çünkü böyle bir yasa vatandaşlar arasındaki eşitliğe hukuka uygun olamaz.
O nedenle her ülkede cumhurbaşkanı veya devlet başkanına yapılan hakaret amaçlı davaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından (AİHM) eşitliğe hukuka uygun olmadığı için reddetmektedir.
Bu bağlamda cumhurbaşkanına hakaretle ilgili davalarda AİHM si “cumhurbaşkanını özel bir yasa ile korumak AİHM’nin ruhuna ve AİHS sözleşmesine aykırıdır” şeklinde karar vermektedir. Cumhurbaşkanına özel bir yasayla korunması AİHS sözleşmesine aykırıdır.
Bir ülkede devleti temsil eden kişi veya yandaşları devlet başkanı-cumhurbaşkanını koruyan yasa çıkarma isteminde bulunuyorsa, istem sonunda çıkacak olan yasa mutlak muhalifler için bir intikam aparatı haline dönüşürken, baştaki yöneticinin de kötü yönetimini eleştirmeyi susturmak, yolsuzluklarına örtü için kullanmak amacından başka bir şey olamaz.
Bu olasılığı düşünerek, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve öteki çağdaş ülkelerde cumhurbaşkanı dahil hiç kimse için “hakaret suçu” olmadığı gibi, ABD anayasası hakareti suç saymayı “ifade özgürlüğüne aykırı” saymaktadır. Fikir ve düşünceye, basına konulan engel, yaratıcılığı fikir ve düşüncenin gelişimini de engeller; fikir ve düşüncenin engellendiği bir ülkede demokrasi ve demokratik düşünce gelişemez.
Cumhurbaşkanına hakaret eylemleri de 5237 sayılı TCK 299. maddesinde yaptırıma bağlanmıştır.  İlgili ceza yasası bu şekle 16 Nisan 2017’de yani Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı döneminde getirildi.  Bu yasa hükmüne göre şöyle düzenlenmişti:
(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun alenen işlenmesi halinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır.
(3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, adalet bakanının iznine bağlıdır” şeklindedir.
AİHM si tek kişi olan cumhurbaşkanına hakaret davalarının hukuki olmadığına ilişkin verdiği kararlara karşın, yurdumuzda hukuk tarihinde hiçbir devlette görülmedik şekilde cumhurbaşkanına hakaret soruşturmalar (hatta çocuklar için bile) davaları açılmaktadır.
R.T.Erdoğan’ın ilk kez cumhurbaşkanı seçildiği 2014’ten bu yana soruşturma sayısı 194 bin 142, açılan dava sayısı 44 bin 675 oldu. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2014’te 18 yaş altındaki yalnızca bir çocuk hakkında dava açılırken bu sayı 2021’de 305’e yükseldi. Çocukların 101’i 12-14, 204’ü 15-17 yaş arasında.
Son 8 yılda cumhurbaşkanına hakaret soruşturma sayısı 200 bine dayandı: 305 çocuk davalık
Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2014’te 110 olan cumhurbaşkanına hakaret davası, 2021’de 9 bin 168’e çıktı. 2014’te 18 yaş altındaki yalnızca bir çocuk hakkında dava açılırken, bu sayı 2021’de 305’e yükseldi. Son sekiz yılda cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla açılan soruşturma sayısı 200 bine dayanırken dava sayısı ise 44 bin 675 oldu.  2018’den bu yana bu doğrultuda soruşturma ve dava sayılarında oldukça artış görülmekte.
Bu soruşturmalar sonucu açılan davalardan Tayyip Erdoğan dönemindekilerin sayısı 38 bin 581; Abdullah Gül döneminde 848; Kenan Evren döneminde 340; Turgut Özal döneminde 207; Ahmet Necdet Sezer döneminde 163; Süleyman Demirel döneminde sadece 158’dir.

Cumhurbaşkanına hakaret konusunda çeşitli davalar varsa da Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ye bir köylünün hakaret kabul edilen protestosu bu konuda ilginç örnektir.

Cumhurbaşkanı da başkalarının eleştirildiği gibi her zaman eleştirilebilir. AİHM si siyasi eleştiri için hapisle cezalandırılması AİHS 10.Maddenin ihlalidir”, diyor.
Cumhurbaşkanına hakaret konusunda Lıon, Fransa kararı 2013 de bu öbürlerinden daha farklı. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy bir köye ziyaretinde o köyde yaşayanlardan biri bir döviz taşıyor, dövizde “defol git” (s..tir git) “zavallı yaratık”  diye yazıyor. Bundan bir süre önce Sarkozy yine bir ziyaretinde bir adama elini uzatmıştı, adam elini ret etmişti, şunu söylemişti, “defol git zavallı yaratık” diye dövize yazıyor ve sallıyor, olay mahkemeye intikal ediyor dövizi 30 Auvro’ya mahkum ediliyor ve cezası erteleniyor.
30 avro önemsiz de olsa, cezaya çarptırılan köylü olayı AİHM sine götürüyor. AİHM verdiği kararda, “halkın oyu ile seçilen devlet adamları halkın en ağır eleştirilerine tahammül etmelidir, verilen ceza hukuki değildir” diyerek davayı reddediyor.
AİHS ve AİHM’nin bu hükümlerine göre çağdaş bir ülkede bir tek cumhurbaşkanını devlet başkanını koruyan yasa ve cezalar olamaz. Öyleyse Türkiye de gerçekten çağdaş bir ülke olmak istiyorsa, 50 yıldır girmek için çabaladığı ve kapısında beklediği AB ye girmek istiyorsa, yargısıyla yasasıyla çağdaş hukuk normlarına uymalıdır.

Cevat Kulasız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Recep Bey Tayyip Bey'e Karşı Yarışıyor
AKP Genel Başkanı ERDOĞAN;   bugün,  seçim beyannamesini kamuoyuna açıkladı.  


Seçildiği takdirde yapacaklarını bir bir sıraladı.  


ERDOĞAN'ın;  yapacaklarını vaat ettiği şeyler, çok doğaldır ki;  ülkemizi 21 senedir yönetenlerin bugüne kadar yapmayı başaramadıkları şeylerdir.  


Örneğin;   enflasyonu tek hanelere indirmek, gençlerin ilk kez alacakları telefon ve bilgisayarlardan vergi almamak,  kamuda işe alımlarda mülakat ayrımcılığını kaldırmak gibi.  


Bu vaadler, pek tabii çok güzel ve yerinde şeyler.  


Halkımıza müjde olarak sunulan bu güzel vaadler;  ülkemizde halkı ekonomik olarak ezen enflasyonun çok yüksek seviyelerde olduğunun ve mutlaka tek haneli seviyelere indirilmesinin gerekli olduğunun.  keza kamuda işe alımlarda uygulanan mülakat sözlü sınavının torpile ve suiistimale, hak ihlallerine  yol açan kötü bir uygulama olduğunun, cep telefonu ve bilgisayarlardan alınan yüksek vergilerin,  haksız vergiler olduğunun açık itirafı ve iş başındaki iktidarın ağır bir eleştirisiydi.  


Peki bu ülkede 21 senedir tek başına iktidar olan ve enflasyonu çıldırtan üç haneli seviyelere çıkaran, kamuda işe alınmalarda sözlü mülakat sınavını basamak olarak kullanarak,  KPS de daha az puan alan liyakatsiz ve yandaş kişileri kamu kadrolarına dolduran, liyakatli kişilerin haklarını yiyen, ağır vergi yükleriyle cep telefonlarını ve bilgisayarları ulaşılamaz kılan bu yanlışları yapan kimdir?


Herhalde iktidarda olmayan KILIÇDAROĞLU değildir.  


Madem öyledir, bu seçimlerde Recep Tayyip ERDOĞAN'ın gerçek  rakibi,  KILIÇDAROĞLU değil, bizzat kendisidir.  


Yani,  ERDOĞAN;  bu seçimlerde,  bizzat kendisiyle yarışmaktadır.  Yapacağı her vaadi, özeleştiridir.  


Başka bir ifadeyle;  Recep Bey,  Tayyip Bey'e karşıdır.  


Bu nedenle de;  ERDOĞAN'ın işi,  çok ama çok zordur.

Güner Yiğitbaşı

11/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Sadullah Ergin
Seçime katılacak olan partilerin,  özellikle de,  Millet İttifakının bileşeni partilerin milletvekilli adaylarının yazılı olduğu listelerin Yüksek Seçim Kuruluna verilmesinden sonra, listeler üzerindeki genel düşüncelerimizi bildiren ve değerlendiren dün yazmış bulunduğumuz, ”ERDOĞAN KENDİ KAZDIĞI KUYU'YA MI DÜŞECEK? “başlıklı makalemiz; özellikle,  adaylarını CHP listelerinden gösteren DEVA Partisinin milletvekili adayı, AKP döneminde Adalet Bakanlığı yapmış olan  Sadullah ERGİN'in,  Ankara Çankaya bölgesinden seçilebilecek bir sırada aday gösterilmiş olması nedeniyle, bazı olumsuz yorum ve  tepkilere muhatap olmuştur. 


Bu yazımıza,  bir okurumuz,  aynen; ”Sadullah Ergin de Çankaya CHP adayı.  Mustafa Kemal'in askerleri gurur duyacağınız bir aday koymuşlar size. Ergenekon kumpas davalarının adalet bakanı tam sizlik aday. Hem de Atatürk'ün Çankaya'sından aday” yorumunu yapmış. 


Bu okurumuzun yorumunda belirttiği gibi, AKP de siyaset yaparken AKP Hükümetinde Adalet Bakanlığı yapan Sadullah ERGİN, sütten çıkmış ak kaşık değildir. Okurumuzun, Sadullah ERGİN'e yönelik olumsuz hassasiyetine hak vermemek mümkün değil. Evet, maalesef şu anda hatırlamak dahi istemediğimiz, Fetö kumpası Ergenekon ve benzeri davalar,  Sadullah ERGİN döneminde gündeme gelmiş, yargı bağımsızlığını kaybederek siyasallaşmış ve hukuk dışı davalar açılarak kararlar verilmiştir. Bunda, o deönemin Adalet Bakanı Sadullah ERGİN'in siyaseten sorumluluğunun bulunmadığını,  kimse iddia edemez. 


Ancak, Sadullah ERGİN kendi özeleştirisini yapıp AKP ile bağını kopararak,  yine AKP'den kopup Deva Partisini kuran BABACAN'ın Millet İttifakı bileşeni partisinde siyaset yapmaya başlamıştır. 


Şu da bir gerçektir ki; Sadullah ERGİN'in yeni partisi Deva ile Millet İttifakı adı altında bir seçim işbirliği yapılmıştır. Amaç da, ülkeyi felaketin eşiğine getiren tüm cumhuriyet değerlerini yok eden AKP iktidarından bu ülkeyi kurtarmaktır. 


AKP iktidarından kurtularak ülkeyi ve demokrasimizi düzlüğe çıkarabilmek için meclis çoğunluğunu sağlamanın tek yolu olan,  Deva Partisi ve diğer ittifak bileşeni partilerin CHP listelerinden aday gösterilerek seçimlere girilmesinin zorunlu bir sonucu olarak, Sadullah ERGİN de, CHP'nin listelerinden Ankara adayı olarak gösterilmiştir. 


Sadullah ERGİN; seçildiği takdirde CHP'nin değil,  Deva Partisinin milletvekili olacak ve bu sıfatla mecliste görev icra edecektir. CHP ve lideri KILIÇDAROĞLU; Sadullah ERGİN'i, Millet İttifakı ve daha fazla milletvekili çıkarabilmek için, ittifak içinde alınan ortak listeyle seçimlere girme kararının gereği olarak CHP listelerinde Deva Partisinin kontenjanından aday göstermek zorunda kalmıştır. 


KILIÇDAROĞLU ve  CHP'nin; DEVA Partisinin kontenjanı olan milletvekili adaylarını seçme , beğenme ve beğenmeme hak ve yetkisi bulunmamaktadır. 


Şu da unutulmamalıdır ki; bu birliktelik geçici olup, ittifak bileşeni partilerin üzerinde anlaştıkları ve ortak mutabakat belgesi olarak kamuoyuna açıkladıkları asgari müştereklerde birlikte çalışacaklar ve bu metin ile bağlı kalacaklardır. Bu nedenle, bazı insanlarımızın adalet bakanlığı dönemindeki bazı icraatlarından memnun olmadıkları Sadullah ERGİN'in, seçimleri kazanarak milletvekili olması halinde kullanacağı yetkiler de,  mutabakat belgesi metniyle sınırlı olacak ve hala kafasının bir köşesinde saklı olarak kalmış bulunan,  cumhuriyet değerlerine aykırı bir icraat yapma şansını da bulamayacaktır. 


Bir önceki yazımıza,  Sadullah ERGİN üzerinden,  olumsuz yorum yapan okurumuza,  ”Haklısınız. Bazen zaruretler memnu şeyi mübah kılar maalesef” şeklinde bir cevap vermiştik. Bu okurumuz da,  bu mesajımıza cevap olarak, Yine ATATÜRK'den “Ehven'i şer, şerlerin en kötüsüdür” diye cevap vermiş. 


Büyük ATATÜRK “Ehven'i şer, şerlerin en kötüsüdür” derken, sanırım zamanın koşullarına ve somut bir olaya ilişkin olarak ve o olay için geçerli olarak bu sözü söylemiş olmalıdır. 


Bugün ülkemizin içinde bulunduğu;  siyasi, ekonomik ve sosyolojik kriz ve buhran gibi, bazen öyle kötü koşullarla yüz yüze kalabiliriz ki; şerler içindeki,  en ehven'i şeri dahi arar ve kabul etmek durumunda kalabiliriz. Herşey çok güzel olur da, buna rağmen,  mevcut güzele sarılmak yerine,  ehven'i şeri tercih edersek,  o zaman;  ATATÜRK'ün, ”Şerlerin en kötüsü ehven'i şerdir “sözü haklılık kazanabilir. 


Bizi eleştiren okurumuza ve onun gibi düşünenlere şunu da söylemek isteriz. Sadullah ERGİN; CHP'nin adayı değildir, DEVA Partisinin adayı olup, oyların çöpe gitmemesi ve Millet İttifakının büyük bir çoğunlukla mecliste sandalye kazanmasını amaçlayan,  CHP listesinde Deva Partisi adına şeklen, kiracı olarak yer almaktadır. 


Sadullah ERGİN'e itiraz edenlerin muhatabı,  CHP değil, Deva Partisi olmalıdır. 


Bize göre; ülkeyi her alanda felakete sürükleyen, ülkeyi  idare etme yeteneğini kaybeden,  özgürlükler ve demokrasi düşmanı AKP ve saray iktidarının lideri ve  en büyük bileşeni olduğu Cumhur İttifakına son anda dahil edilen,  laiklik karşıtı terör örgütü Hizbullah ile organik bağ içindeki HÜDA PARI kimse eleştirip kaale almamaktadır,  maalesef. 


Bana sorarsanız,  Sadullah ERGİN; Cumhur İttifakının bileşeni olarak gireceği seçimlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine dört milletvekiliyle girecek olan HÜDA PAR genel başkanı ve diğer üyelerinden daha az tehlikeli ve zararlıdır. 


Sadullah ERGİN üzerinden,  haksız ve alakasız olarak CHP'yi eleştirenler, HÜDA PAR'ın destek verdiği AKP ve Saray iktidarının devamından yanalarsa, HÜDA PAR ve liderini, laik demokrasimiz ve özgürlüklerimizin geleceği için,  Sadullah ERGİN'den daha zararsız görüyorlarsa, eleştirilerine devam etsinler ve hatta Millet İttifakına oy da vermesinler. 


Lütfen, bu seçimlerin ülkemizin geleceği açısından önemini kavrayınız ve haklı eleştirilerinize dahi bir süre ara veriniz. 


İçinde bulunduğumuz koşullara göre; ATATÜRK'ün dediği, ”Ehven'i şer, şerlerin en kötüsüdür. ”sözü geçersizdir. Sevgili ATATÜRK bizi hoş görsün.

Güner Yiğitbaşı

10/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Erdoğan kendi  kazdığı kuyu'ya mı düşecek?
Cumhur İttifakının Cumhurbaşkanı adayı olan ve halihazırda da Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan ERDOĞAN; meclisteki sayı üstünlüğüne dayanarak, seçim yasasında değişiklik yaparak, yüzde on olan ülke barajını yüzde yediye indirmiş, ittifak bileşeni partilerden her birinin yüzde yedi olan ülke barajı kadar oy alma zorunluluğunu getirmese de, ittifak bileşeni partilerin, milletvekili çıkarabilmeleri için, ittifakın toplam oylarına bakılmaksızın, her bir partiyi,  il barajını aşacak kadar oy alma mecburiyeti altına sokarak, rakipleri Millet İttifakının bileşeni bazı küçük partilerin milletvekili çıkarabilmelerini zora sokarak, onların aldıkları yetersiz oyların çöpe atılmasını sağlayıp, Millet İttifakının tekerine çomak sokmak istemiştir. 


ERDOĞAN; Her engelin aşılabilmesinin bir çaresi olduğunu, milletvekili çıkarabilmesi için gerekli il barajını aşamayacak olan Millet İttifakının bileşeni küçük partilerin, aday listeleri çıkararak kendi parti logolarıyla tek başlarına seçime girmeyip,  ittifakın il barajı sorunu olmayan büyük ve kuvvetli partisi CHP'nin  çatısı ve logosu altında ortaklaşarak seçime girerek, önlerine konulan il barajını bu yolla aşıp, il barajı altında kalacak olan oylarının çöpe atılmasını önleyeceklerini düşünememiştir. Düşündüyse de, Millet İttifakının birbirine benzemez partilerinin,  aralarında anlaşarak, ortak aday listeleriyle seçime gireceklerine ihtimal verememiş olmalıdır. 


ERDOĞAN; kendisinin Cumhur İttifakı için  düşündüğü gibi, Millet İttifakının da;  sadece, Cumhurbaşkanı seçimleri, yani kendisini Cumhurbaşkanlığı koltuğundan indirmek amacıyla kurulduğu yanılgısına da düşmüştür. 


ERDOĞAN'ın tek ve öncelikli amacı,  Cumhurbaşkanlığını yeniden kazanarak koltuğunu muhafaza etmektir. Bu edenle,  Millet İttifakının da öncelikli ve tek amacının Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmak olduğunu, Millet İttifakının öncelikli olarak bu amaçla kurulduğunu kabul ederek yanılmış, tekrar cumhurbaşkanı seçilebilmek için Cumhur İttifakını genişletmek isteyerek ittifaka Hüda Par, Yeniden Refah, DSP gibi partileri dahil etmiş, Cumhur İttifakının büyük ortağı MHP'nin lideri BAHÇELİ'nin, açıkça belli etmediği, adeta sessiz çığlık atarak, kendi parti logosuyla seçimlere katılma kararı almasına yol açan protestosuyla karşılaşmıştır. 


Cumhur İttifakının bileşeni Büyük Birlik Partisi ve Yeniden Refah da, Hüda Par'dan rahatsızlık duymuş olmalılar ki; kendi logoları altında kendi listeleriyle seçimlere katılma kararı alarak, listelerini Yüksek Seçim Kurluna sunmuşlardır. 


ERDOĞAN; bileşeni bazı küçük partilerin il barajını aşamayarak milletvekili çıkaramayacaklarını ve oylarının çöpe gideceğini ve anayasayı değiştirecek kadar toplam milletvekili çıkaramayacaklarını düşündüğü Millet İttifakından beklediği bölünmüşlüğü ve dağınıklığı görememiş ve bilakis, kendi lideri olduğu Cumhur İttifakı bölünmüş ve dağılmış, Cumhur İttifakının bileşenleri üç partinin kendi logoları altında ve kendi listeleriyle müstakil olarak seçimlere girmesini önleyememiştir. 


Ortaya çıkan bu durum karşısında, ERDOĞAN'ın;  Cumhurbaşkanlığını kaybetmenin yanı sıra, Meclisteki çoğunluğunu da kaybedeceği, aralarında anlaşarak ortak listelerle seçimlere girme başarısını ve beceresini gösterebilen Millet İttifakının ve ittifak dışındaki muhalefet partilerinin anayasayı değiştirecek bir çoğunlukla meclise girecekleri anlaşılmaktadır.  


Ne diyelim. Sen misin seçim yasasını değiştirerek muhalefete tuzak kuran? Ava giden avlanır diye güzel bir söz vardır.   


Millet İttifakına düşen görev; CHP logosuyla ortak liste ile seçimlere girecek olan ittifak bileşeni dört partinin, bir ilk olan bu durumu,  tüm haklı gerekçeleriyle seçmen  tabanlarına anlatmaları ve mühürü CHP'ye basmalarını sağlamaları, bunun CHP'ye değil,  kendi partilerine ve Millet İttifakına verilecek ve ülkemizi AKP'nin tasallutundan kurtaracak ve düze çıkaracak oylar olacağını, çok güzel izah edip anlatmalıdırlar. 


Millet İttifakı; beklenenden de güzel bir iş çıkarmış ve bugün YSK'ya sunduğu ortak ve fermuar listelerle seçimlere girme başarısını göstermiş olup; bu başarıda da, en büyük rolü KILIÇDAROĞLU'nun yüklenmiş olduğunu, KILIÇDAROĞLU'nun,  Millet İttifakının ortak Cumhurbaşkanı adayı olmasının,  bu başarının olmazsa olmaz şartı olduğunu, bir İMAMOĞLU veya YAVAŞ'ın ortak Cumhurbaşkanı adaylığında bunun başarılmasının imkansız olduğunu, KILIÇDAROĞLU'nun ortak adaylığına karşı çıkanlar kalın kafalarının içine çakmalı ve utanmalıdırlar. 


Yazımıza son vermeden önce, bir bölen olarak  İNCE'ye de bir çift sözümüz olacak. Duyumlarımıza göre, 9. Nisan'ı, yani bugün listelerin YSK'ya verilmesinden sonra,  listeleri beğenmeyerek küsecek olanlar yüzünden Millet İttifakında oluşacak çatlağa bel bağlayan ve bunu sabırsızlıkla bekleyen İNCE'de, bugün itibariyle havasını almış gözüküyor. 


Başarılar;  CHP ve lideri Sayın KILIÇDAROĞLU ve tüm Millet İttifakı bileşeni partiler ve Sayın liderleri.

Güner Yiğitbaşı

09/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Tükürdüğünü yalamak
Büyük konuşmayın:
Ağzınızdan çıkanlara dikkat edin. Unutmayın ki dünya tükürdüğünü yalamak zorunda kalan insanlarla dolu”. Nebi Yıldız.

Devlet Adamlığı Farkı
14 Mayıs 2023 Genel seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde, birinci ve ikinci sırada yarışan iki parti liderinin AKP Genel Başkanı Recep Tayip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu arasında geçmiş olayların ışığında yaşanmış veya söylenmiş bu söz üstüne örneklerden esinlenerek bir devlet adamlığı kıyaslaması yapmak istiyorum. Bu yazım Sayın R. T. Erdoğan’ın başbakanlığı zamanında bir sitede yayınlanmıştı.
Tükürdüğünü yalamak: Halk arasında “tükürdüğünü yalamak” diye bilinen, “söylediğini inkâr etmek” özünde hiç de hoş olmayan kötü benzetmeli bir deyim vardır. Bence gerçekten iğrenç bir benzetme. İnsanlarımızın da bunu birbirine söylemesi pek şık olmasa gerek. Zaman zaman halk arasında herkes birbirine denk düştükçe bu sözü söylerlerse de siyasilerimiz politikacılarımız konuşma üslubunun dozunu kaçırarak bazen de işin dozunu artırarak, birbirine üstünlük sağlamak için karşılıklı söylerler. Biz şimdi siyaset tarihimizin sayfalarına kazılarak yazılmış bu pek de nazik olmayan “tükürüğünü yalamak” sözünü iki örnekleme ile yinelemek istiyorum.

Devlet Adamlığı Farkı

Hemen bu “yalamak” sözünün daha da alasını aşan zirveye çıkaran “ayakkabı yalamak” söylemi aklıma geliverdi. Bir AKP li politikacının söylediği “ayakkabıyı yalamak” sözünü unutanlar için bir kez daha anımsatalım.
AKP Ordu Milletvekili Op. Dr. Şenel Yediyıldız'ın Ordu’da bir yerel televizyonun katıldığı bir programında, siyaset literatürümüzde insanı utandıran cinsten ifadeler kullanmış epey bir eleştiri konusu olmuştu. Yediyıldız, “Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lazım, ayakkabısını elimizle yalamamız lazım” diye bir söz sar etmişti. 
Bu deyim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından CHP lilere söylenerek siyasete de üslup dozunu artırarak malzeme olmuş idi.
Recep Tayip Erdoğan’ın başbakanlığı zamanında tutuklu vekillerin tahliye edilmemesi üzerine CHP lideri Kılıçdaroğlu, “arkadaşlarımız yemin etmedikçe yemin etmeyeceğiz” şeklinde açıklamasını yapmıştı.
Bunun üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Simav’da vatandaşlara hitaben yaptığı konuşmada, CHP’nin yemin etmemesini eleştirirken şöyle demişti: “Arkadaşlarımız yemin etmedikçe, biz 4 yıl da olsa yemin etmeyeceğizdediler, bu sözü unutmayın. Tükürdüklerini yalayacaklar, göreceksiniz”.
Gerçekten bu söz çok şık olmayan yakışıksız bir söz olsa gerek.  
TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in uzlaşı davet ve teklifi üzerine (muhtemelen “yalamak” sözünün doğruluğunu CHP’nin aleyhine pekiştirmek için bu kurguyu da Başbakan Erdoğan Cemil Çiçek’e yaptırmış olmalı) CHP liler iktidarla anlaşmışlar, parlamenter yeminini yapmışlardı.
O zamanları Arap Baharı ile Libya’da da olaylar başlamıştı.
Nato Destekli Muhalifler Trablus’ta RTE Nato’nun Ne İşi Var Demişti
Bu söz CHP liler için cuk otururken, Başbakan RTE nin söylediği, fakat sözüne uygun hareket etmediği için de bu kez RTE ye cuk uyan bir pozisyon doğmuştu.
Tunus’ta iktidarı deviren, Mısır’da Mübarek’i koltuğundan eden Arap Baharı dedikler isyan fırtınası Libya’ya da sıçramıştı.

Devlet Adamlığı Farkı

Yalnız sıçrayan bahar değil, kan gölüydü. Diğerlerinden farklıydı.
Kaddafi acımasızdı, muhaliflerin (halkının) üzerine ordusunu yolladı, çünkü onlar güya farelere benziyordu. Atış serbest, öldürmek mubahtı! Şubat ayıydı.
NATO’nun müdahalesi gündeme geldi. Kaddafi’nin hava gücünü yok edecek, tanklarını susturacak, cephaneliklerini vuracak bir hava harekâtı tartışılmaya başlandı; gerekirse kara harekâtı da. Başbakan Erdoğan şiddetle karşıydı. Soru üzerine şöyle demişti.
“Böyle saçmalık olur mu yahu. NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO, mensubu olan ülkelerden birine müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez.”
Amanın o da nesi? Çok geçmedi baktık ki, Türk gemilerinin de katıldığı NATO gücü Libya’yı ablukaya almış, havadan vuruyordu. Nerede kaldı Başbakan RTE nin karşı duran sözü? Oysa başbakanımız, ileri görüşlü olmalı; 42 yıldır ülkesini amansız, zalim bir baskı ile yöneten Kaddafi’ye karşı, Batı ile eşgüdüm içinde tavrını koymalı değil miydi?

Devlet Adamlığı Farkı
Başbakan RTE nin söylediklerinin tam tersi uygulanarak NATO uçakları Libya’yı vurdu, Kaddafi’nin belini kırdı. Sonra NATO destekli muhalifler Trablus’a doğru akmaya başlamışlardı. Kaddafi kaçacak delik aramaya başladı.
Şimdi bu durum karşısında Kemal Kılıçtaroğlu rahatlıkla, “RTE Libya karşısında “tükürdüğünü yaladı” mı demesi gerekirdi. Diyebilirdi de çünkü söz ve öz cuk diye oturmuştu…
Recep Tayip Erdoğan’nın Cumhurbaşkanlığında da ABD li Rahip Bronson olayı ile İsrail’le ilgili söyledikleri ikircikli sözler, Libya olayı gibi sözünden cayan pek çok örnekleri sayabilirsiniz.
Fakat Kemal Kılıçtaroğlu, olgun bir devlet adamlığı tavrını göstererek ve bilerek bu “cuk” oturan kaba benzetmeli, “tükürdüğünü yaladı” sözünü demedi. Kılıçtaroğlu bir TV programında, “bu sözü söyleyebilirdim, ama söylemedim; siyasetteki üslubu düşürmek istemediğimden söylemedim” dedi. Siyasette işte olgunluk, işte devlet adamlığı…

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat 599@gmail.com

İyi Parti'de Aytun Çıray Çatlağı
İYİ Parti İzmir Milletvekili ve AKŞENER'in başdanışmanı Aytun ÇIRAY;  yayımladığı bir mesajla,  İyi Parti milletvekilliği adaylığından feragat ettiğini kamuoyuyla paylaştı. 

Televizyonlardaki yorumlara ve Aytun ÇIRAY'ın yayımladığı mesajın bütününe bakıldığında,  Aytun ÇIRAY'ın,  partisiyle bir sorun yaşadığı, aday olarak gösterildiği sırayı beğenmediği anlaşılmaktadır. 

18/10/2020 de yazıp yayımladığımız “AYTUN ÇIRAY GERÇEĞİ” başlıklı yazımız;  bugünlerin,  o günden tahmin edilmesi anlamına gelmekte sanırım. 

Aşağıda aynen yer verdiğimiz bu yazımızı birlikte okuyalım, belki bana hak vereceksiniz.

09/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI


AYTUN ÇIRAY GERÇEĞİ


Adalet ve Doğruyol Partilerinin geleneğinden gelen, DEMİREL döneminde Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı da yapan, İYİ PARTİ'nin kurucularından ve eski yöneticilerinden olan, ATATÜRK ve Cumhuriyetin kurucu temel ilkelerine bağlı, orta sağ merkezli bir siyasetçi olan Aytun ÇIRAY'ı tanımayan çok az kişi olmalıdır. 

Kendisi, İYİ Partiden önce CHP Milletvekilliği de yapmış, aslında dürüst ve savunduğu ilkeler itibariyle, CHP'ye pek de yakışan ve CHP kumaşında  hiç de sırıtmayan, aklı başında ülke sorunlarıyla ilgili güzel tespit ve saptamamaları olan bizim de sevip beğendiğimiz bir siyasetçidir. 

Bu nedenle, Aytun ÇIRAY'ın; İYİ Parti kurucuları arasında yer alma ve siyasete İYİ Partide devam etme isteğini açıklayarak,  CHP'den ayrılmasına, hem kendi ve hem de Sayın ÇIRAY adına üzüldüm ve bu konuda yanılmadım. 

Yanılmadım, zira; SÖZCÜ Gazetesinde,  iki gündür yayınlanan Uğur DÜNDAR'ın Sayın ÇIRAY ile yaptığı röportajı ilgiyle okudum ve bu siyasetçiye,  20/Eylül/2020 tarihinde gerçekleşen İYİ Partinin 2. Olağan Genel Kurultayında yapılan kumpas eylemiyle,  partinin en üst yönetim organı seçiminde  Sayın ÇIRAY'ın isminin üzerine listelerde çizik atılarak,  sakıncalı kişi ilan edilip,  liste dışı bırakılarak parti yönetiminden bilinçli olarak tavsiye edildiğine, bu tasfiyeden İYİ Parti Genel Başkanı AKŞENER'in de haberdar olup, bu eylemi parti içi demokrasi olarak kabul edip, bu kumpası, bilerek ve isteyerek engellemediğini öğrendik. 

Daha önce de yazdık, biz hiçbir partinin kayıtlı üyesi değiliz ama,  siyaseti seven ve yazılarıyla yorumlayan bir yazarız, objektif olarak ve ülkemizin yararlarını düşünerek,  hep şunu söyledik; İYİ Parti, aslı olan MHP'li olarak kalırsa, merkez sağı toparlamaya gayret ederek siyaset alanını ve tabanını büyütmezse, aslı olan MHP'nin sahtesi olarak,  hiçbir başarıya imza atamaz. 

Sayın ÇIRAY, kendisine ve bazı arkadaşlarına yönelik bu tasfye kumpasının, Millet İttifakını bozarak Cumhur İttifakının yelkenlerine rüzgar taşıma amacına yönelik,  çok boyutlu ve ileriye dönük  bir operasyon olduğunu açıklamaktadır ve bize göre de haklı ve söyledikleri doğrudur. 

Sayın ÇIRAY;  açıkça,  genel başkan AKŞENER'e bu kumpasa müdahale etmesini önermesine rağmen,  bu kumpasın gerçekleştiğini açıklamaktadır. 

Zaten, Sayın AKŞENER de bu kumpastan sonra sessiz kalmakla,  Sayın ÇIRAY'ı doğrulamıştır. 

Bu kumpasın planlayıcısı olduğu söylenen Koray AYDIN'ın;  konuşmacı olarak katıldığı Haber Türk TV. deki bir programda; ”İrade bizde olsaydı, Millet İttifakını kurmazdık. . ” dediğini de Sayın ÇIRAY dile getirmektedir. 

Seçimlere ve bu sayede meclise girerek, grup kurmayı ve bugün ulaştıkları göreceli başarıyı, emaneten ve geçici olarak İYİ Partiye 15 milletvekillerini veren CHP ve KILIÇDAROĞLU'na borçlu olduklarını unutan bir zihniyetin hakim olduğu İYİ Parti'nin; partide merkez sağı temsil eden ve partinin seçmen tabanını genişleterek MHP'den farklı kılan,  Aytun ÇIRAY ve arkadaşlarına uyguladığı bu kumpasla,  bu değerli politikacıların partiden dışlanmaları,  İYİ Parti'nin marjinalleşerek yok olmasına neden olmaz inşallah. 

Haddimiz olmadan,  buradan Sayın ÇIRAY'a, dürüst ve aklı başında ATATÜRK'çü ve Cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlı,  açık sözlü  bir siyasetçi olması nedeniyle kendisini seven ve beğenen  hukukçu bir büyüğü olarak, bu kumpasa rağmen, İYİ Partide kalmasının,  ülkemiz siyasetine  ve kendisine hiçbir yararının olmadığını hatırlatmak istiyoruz.

Güner Yiğitbaşı

18/10/2020

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Avukatlar Günü
Bugün 5. Nisan. 2023 avukatlar günü. 

Her yılın belirli günlerinin,  vahşi kapitalizmin rant elde etmesi amacıyla paylaşılarak,  çeşitli isimler altında bazı özel günlere tahsis edilerek kutlanmasından sonra,  “anneler günü” dışındaki bu özel günlere pek iltifat etmemekle birlikte;  demokrasinin ve tüm özgürlüklerin teminatı olan savunma ve hak arama özgürlüğünün hayata geçirilmesinin mümtaz neferleri,  uzun hakimlik ve savcılık görevinden sonra aralarına katılmakla gurur duyduğum,  yargının üç kurucu unsurundan bize göre en önemlisi olan savunma ayağının onurlu temsilcileri avukatlarımızın avukatlar  gününe de,  anneler günü gibi özel bir değer vermekteyim. 

Avukatlara verilmesi gereken önem ve değer, onların şahıslarına değil,  temsil ettikleri ve yerine getirdikleri savunmanın ve savunma hakkının  kutsallığından ve tüm özgürlüklerin teminatı olmasından kaynaklanmaktadır. 

Biz, yargının üç kurucu unsurundan,  iddia, savunma ve karar makamlarının tümünde oturan ve bu makamlarda görev yapan 53 yıllık bir hukukçu olarak diyoruz ki;  hakim olsun,  savcı olsun,  bir hukukçunun erişebileceği en üst ve son makam,  savunma,  yani avukatlık makamıdır.  

Bu nedenle,  sıfatı, makamı ve mevkii ne olursa olsun,  herkesin,  avukatlarımıza hak ettikleri değeri vermeleri,  savunma mesleğine saygı duymaları gerekir. 

Hiç dikkat ettiniz mi? Hakkında en küçük bir iddiada bulunulan herkes'in,  ilk önce kapısını çaldığı kişi avukatlardır.  Hatta,  suçlanan kişinin bizzat avukat olması halinde dahi,  suçlanan o avukatın da  ilk kapısını çaldığı kişi,  diğer bir avukat arkadaşı olmaktadır. Bu örnek dahi,  savunmanın ve avukatın önemini gözler önüne sermektedir. 

Peki,  ülkemizde savunma mesleğine ve bunu icra eden avukatlarımıza hak ettikleri gereken önem verilmekte midir?

Maalesef,  bu soruya olumlu bir cevap verebilmemiz mümkün değildir. 

Gerektiğinde Yüce Divanda yargılanan Başbakanların ve Bakanların dahi savunmalarını üstlenen avukatlara, daha dün diyebileceğimiz yakın tarihe kadar ülkemizde verilen değer,  üçüncü dereceden bir devlet memuruna verilen değerin dahi altındaydı. 

Bu örneği niçin veriyoruz? Niyetimiz üçüncü dereceden memura değer vermemek,  onu küçük görmek değildir,  yanılmıyorsak üçüncü dereceden itibaren,  3, 2 ve 1.  dereceye terfi eden devlet memurlarına, çok eski tarihlerden bu yana  yeşil pasaport verildiği halde,  avukatlarımıza;  yeşil pasaport dan yararlanma hakkı, mensubu olduğum İzmir Barosu dahil,  tüm barolarımızın ve Türkiye Barolar Birliğinin uzun yıllara dayalı uğraşıları sonunda,  hem de avukatların söz sahibi olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan bir yasa ile çok yakın tarihlerde tanınmıştır.  

Demokrasinin ilkelerini,  insan hak ve özgürlüklerini içlerine sindirememiş olan siyasal iktidarlar ve onların emir kulu olan emniyet güçleri,  avukatlarımızı,  bu ülkede potansiyel suçlu bir kitle olarak görmekte ve en küçük bir fırsatı yakalamaları halinde avukatlarımızı yerlerde sürükleyerek tartaklamayı kendilerine hak görmektedirler. 

Yargının üç kurucu unsurundan birisi olan ve avukatlarla birlikte görev yapan hakimlerimizin azımsanamayacak olan bir bölümü de;  maalesef,  savunma makamını ve avukatlarımızı,  görev yapmalarının önünde bir engel olarak görmekte,  savunma makamının hakkını vermeye çalışan ve üstlendiği görevi hakkıyla yerine getirmek,  maddi hakikate ulaşmak,  adil yargılanma hakkını hayata geçirmek için çırpınan ve yeri geldiğinde hakim ile hukuki tartışmaya girmek zorunda kalan avukatlarımızı, duruşmanın huzurunu bozdukları uydurma gerekçesiyle,  dışarı atmakla tehdit edebilmekte,  genellikle buna cüret edemese de,  avukatlarımızın asaplarını bozmakta,  dikkatlerinin dağılmasına neden olmaktadırlar. 

Bunda,  bazı avukatlarımızın,  temsil ettikleri savunma makamının hakkını veremeyerek, gerektiğinde  hakim karşısında dik duramayışlarının da büyük katkısının olduğu,  inkar edilemez bir gerçektir. 

Şu anda avukatlık yapan bu satırların yazarı olarak,  duruşmalarda başımıza gelen yaşadığımız canlı olaylardan bir örnek verecek olursak;  ismi lazım değil, İzmir ilindeki bir ağır ceza mahkemesinde,  avukat olarak savunma makamını temsil ederken,  ihsası rey anlamında ve hatta reddi hakim koşullarını taşıyan,  tarafsız bir hakime yakışmayacak beyanlarda bulunan mahkeme başkanıyla haklı olarak girdiğimiz tartışmaya tanık olan tanımadığımız ve o anda farkına dahi varmadığımız bayan bir stajyer avukatın,  duruşmanın bitiminde arkamızdan yanımıza gelerek,  bizi tebrik edişini,  savunma makamının hakkını veren ve gerektiğinde mahkeme başkanıyla sert tartışmalara girebilen avukatlara pek tanık olmadığını beyan edişini,  savunma makamının hakkını ve itibarını koruyan ve uyarılarıyla mahkeme başkanına hak ettiği dersi veren bizimle tanışmak istemesini,  üzülerek de olsa burada açıklamak zorundayız. 

Hakimlerimiz,  hiç unutmamalı ve çok iyi bilmelidirler ki;  ülkemizde yok olma noktasına gelen,  yerlerde sürünen yargının bağımsızlığını,  demokrasinin ilkelerini,  insan hak ve özgürlüklerini savunan kuruluşlar ve kişiler;  barolarımız ve aydın sorumluluğunu taşıyan avukatlarımızdır.  Hakimlerimizin,  emekli olduktan veya istifa ederek,  oturdukları kürsünün,  avukata göre daha rakımlı koltuğundan indikten sonra ilk çalacakları kapı,  avukatlık ruhsatı talep etmek üzere,  Barolarımız olacaktır.  Yukarıda bahsettik,  hukuk mesleğinin zirvesi ve en tepe noktası avukatlıktır. 

Nereden nereye,  bir avukatlar gününden de yine uzun bir makale çıkarmış olduk. 

Yazacak ve paylaşacak daha çok sorun var ama,  tadında bırakarak,  yargının savunma ayağının mümtaz temsilcileri olan tüm avukatlarımızın;  yargının tüm sorunlarının çözümlendiği, yargının bağımsız ve tarafsız olduğu günleri görmek arzu ve  özlemi içinde,  avukatlar gününü kutluyor ve herkesi,  daha ihtiyaç duymadan,  savunma hakkına ve avukatlarımıza sahip çıkmaya ve saygılı olmaya davet ediyorum.

Güner Yiğitbaşı

05/04/2023

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İzmir Barosu Üyesi Avukat

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget