Mayıs 2019
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Türkiye Cumhurbaşkanı Diye Bir Unvan Ve Makam Yoktur
Geçtiğimiz gün, İzmir Bayraklı Adliyesinden dönüyordum, eskiden FETÖ'nün bir fakültesi olan ve 15 Temmuz darbe girişiminden sonra fakültenin kapatılmasıyla boşaltılan binaya, etik dışı olarak İzmir İl Başkanlığı olarak yerleşen AKP İzmir İl Başkanlığının önünden geçerken, binanın adliyeye bakan cephesine asılı olan Recep Tayyip ERDOĞAN posterinin altında, “TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI” yazılı olduğunu hayretle gördük.
Recep Tayyip ERDOĞAN için, TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI yazan bu ibarenin, posterin altına, ERDOĞAN'dan habersiz ve bilinçsiz olarak yazıldığını asla zannetmiyoruz.
Ne demek TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI?
Türkiye, ülkemizin coğrafi adıdır.
Türkiye'nin Uluslar arası diplomasi ve siyaset alanında, siyasi rejimini ve devletin şeklini ifade eden ve anayasanın devletin şekli başlıklı 1.maddesinde; “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” şeklinde açıkça yazılı olan resmi ve anayasal bir kimliği vardır ve o kimlik de; TÜRKİYE CUMHURİYETİ'dir.
Bu nedenle; anayasanın 104. maddesinde,” Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder” şeklinde açıkça  yazılı olduğu gibi,
Cumhurbaşkanı seçilen ve Türkiye Cumhuriyetini temsil eden zat; Türkiye değil, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin Cumhurbaşkanıdır.
Recep Tayyip ERDOĞAN; kendisini, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanlığına layık göremiyorsa, siyasi kimliğinin gereğini yaparak, AKP İzmir İl Binasının duvarına astırdığı posterinin altına, unvan olarak AKP Genel Başkanı yazdır malıdır.
Yok, illa ki; ben seçilmiş Cumhurbaşkanıyım iddiasında ise, posterinin altına kendi keyfine göre TÜRKİYE Cumhurbaşkanı yazdıramaz. Buna yetkisi de, haddi de yoktur.
Ülkemiz ve devletimiz; coğrafi anlamda, Türkiye olarak anılır ama,  anayasal ve resmi olarak, ATATÜRK'ün kurduğu yönetim biçimi ve siyasi rejimi, devletin şekli olarak, demokratik ve laik TÜRKİYE CUMHURİYETİ Devletidir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, aşiret ve kabile değildir, Tayyip Bey'in çiftliği de değildir.
Türkiye; ova, yayla, akarsu, göl ve deniz değildir ki;
Türkiye'nin; ovaları, yaylaları, akarsuları, gölleri ve denizleri gibi ve benzeri sözleri çağrıştırırcasına, Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı için, TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI unvanını kullanıyorsunuz.
İlla ki; siyasi olarak, il binalarınıza astığınız seçim afişlerinde, propaganda amaçlı olarak, Cumhurbaşkanı unvanınızı kullanacaksanız, Sayın ERDOĞAN siz, TÜRKİYE değil TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI unvanını kullanmak zorundasınız.
Aksine bir davranış, gizli ajandanıza göre Cumhuriyetten vaz geçtiğiniz anlamına gelir ki, bunu Türk Milletinin hiçbir ferdi asla kabul edemez.
Umarız, İzmir AKP İl Başkanlığı Binasının duvarında asılı bulunan Posterde, Recep Tayyip ERDOĞAN isminin altında yer alan, “TÜRKİYE CUMHURBAŞKANI” ibaresi, bilinçli olarak ve kasten yazılmamıştır.

Güner Yiğitbaşı

31/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Densiz Adam - Güner Yiğitbaşı
Şu densiz adama bakınız.
Bu densiz adam; Türk Milleti adına yargı yetkisi kullanan saygın bir hakim, bir yargı mensubu mu, yoksa İran ve Suudi Arabistan gibi şeriatla yönetilen ülkelerde kadınların ahlakını, giyim kuşamlarını yakından takip eden ve denetleyen ahlak polisi mi?
Avukatların bağlı oldukları, onları yerine göre denetleyen ve uyaran, disiplin cezaları uygulayan bir meslek kuruluşları vardır ve o da Barolardır.
Yargı bugün düzgün mü de, sen hakim olarak karşına gelen ve savunma makamını temsil eden, aranızda sadece bir iş bölümü olan, yargının üç kurucu unsurundan savunma makamını temsil eden bir avukatın etek boyuyla uğraşıyorsun?
Yargı ölmüş ağlayanı yok, bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş, iyi kalabilen azınlığı ayrık tutarsak, yargı sarayın talimatıyla çalışır hale gelmiş, Yüksek Seçim Kurulu dahi bir talimatla meşru bir seçimi iptal etmiş, bu antidemokratik uygulamalara, yargının can çekişmesine seyirci kalacaksın ,korkudan sesini çıkaramayacaksın, ama karşında savunmasız gördüğün bir bayan avukatın eteği ve etek boyuyla uğraşacak kadar haddini aşıp alçalacaksın, olur şey değil.
Bugün SÖZCÜ Gazetesindeki fotoğrafından gördüm, söz konusu avukat hanımın etek boyu abartıldığı kadar kısa olmadığı gibi, üzerinde duruşmada giydiği mesleki kıyafeti cübbesi var ve cübbe boyu da oldukça uzun ve o densizin, kısa olduğunu iddia ettiği eteğini ve bacaklarını rahatlıkla örtebiliyor.
Bir de şu dikkatimiz çekti, avukat hanım kendisine ayrılan korumalı masasında oturduğuna göre ve uzun cübbesini de dikkate aldığımızda, etek boyu kısa olduğu iddia edilen bacaklarının insanı rahatsız edecek şekilde görülmesi imkansız gibi bir şey.
Kendini Hakim zanneden o sözde ahlak polisi, özellikle bir şeyleri görmek için özel olarak aranmış ve çaba sarf etmiş, görmek istediği açık bacakları adeta beyninde hayal etmiş ve bir serap görmüş olmalı.
Hakimlerimiz şu gerçeği iyi bilsinler; kürsü babalarının çiftliği değildir, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanan bir emanetçidirler, bu nedenle kendi dosyalarıyla uğraşsınlar, tarafsız ve adil kararlara imza atmanın çarelerini araştırsınlar, mahkemelerin kadıya mülk olmadığını unutmasınlar, hakimlere ve Cumhurbaşkanı dahil diğer üst düzey görevlilere yasaların tanıdığı itibar, saygı, koruma ve yetkilerin, o makama verildiğini, şahıslarına verilmiş imtiyazlar olmadığını hiç akıllarından çıkarmasınlar.
Hakimlerimiz şunu da asla unutmasınlar ki; hakimlik makamına öncelikle saygı göstermesi ve o makamın saygınlığını koruması gereken asıl kişiler, bizzat hakimlerimizin kendileridir. Aksi halde hiçbir hakim kimseden saygı beklememelidir.
30/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

“Basın, milletin müşterek sesidir. Bir milleti aydınlatma ve irşatta, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, hulâsa bir milletin hedefi saadet olan müşterek bir istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir”
G. M. Kemal Atatürk  (1922)
“Matbuat hiçbir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz” G.M. Kemal Atatürk (1923)

Yandaş basın doğruları halka sunmazken ülkeye zarar vermektedir
Ülkemizde son 100 yıl içinde utanç verici gazeteci cinayetleri, gazetecilere saldırılar olmuştur.
Bir ülkede basın hürriyeti yoksa o ülkede demokrasi gelişmez, çağdaşlaşma da olamaz.  Demokrasi olmayınca hür basın gelişemez, demokrasinin olmadığı ülkelerde gerçek bir adalet de yoktur. Çağın gerisinde kalmış ülkelerin hepsinde basın hürriyeti yoktur.
Bir ülkede ülkeyi yöneten baskıcı yöneticiyi basın organları sürekli övüyor, pohpohluyorsa, amiyane halk diliyle söylersek yalakalık yapıyorsa, dalkavukluk yapıyorsa, biliniz o ülkede faşizm vardır, gericilik vardır, sefalet vardır, pahalılık vardır, çağ dışılık vardır. Çünkü tek liderli yöneticiler, tek adam yöneticileri, totaliter faşist yöneticiler övülmek pohpohlanmak isterler, hep başta kalma arzuları nedeni ile asla hür basını sevmezler. Sadece gerçekleri anlatmaya çalışan, bağımsız medya organlarını baskıcı iktidarlar sevmez, dışlar, aşağılarlar, yandaşları şimdilerde yaptıkları gibi, muhalif görünen gazetecilere saldırtırlar, saldırganları korurlar.
Muhalif basın dışlanıyor
Yandaş basın doğruları halka sunmazken ülkeye zarar vermektedir
Örneğin, Cumhuriyet, Sözcü, Birgün, Yeniçağ vb muhalif görünen gazeteleri THY gibi kurumlara satın aldırmıyorlar,  Cumhurbaşkanı RTE bile uluslar arası devlet tanıtım gezilerine bu gazetelerin muhabir ve temsilcilerini yanlarına aldırmıyorlar.
TRT nin, Devlet TV nun sabah haberlerinden gazete başlıkları sunarken Türkiye’deki yandaş gazetelerden örnek başlıklar alınıyor,, muhalif görülen Cumhuriyet, Sözcü, Birgün, Yeniçağ gibi muhalif sayılan gazetelerin hiçbir adı söylenmemekte.
Oysa hür basın, tüm sorunları, çareleri ile toplumun ve yöneticilerin önüne sererler, sorunlara çare aranmasına önayak olurlar, yöneticileri adeta denetlerken ülke yönetimini daha iyi yönlendirmeye çalışırlar. İşte onun için çağdaş devlet yönetimindeki üç erkten yasama, yürütme, yargıdan sonra medyanın dördüncü güç olduğu kabul edilir. Böylece medya devletin organlarında yapılan faaliyetleri halk adına denetleyerek, yine halka olumlu olumsuz yanları iletir. Bu bağlamda Türkiye’deki yanlı basın organları doğruları- gerçekleri halka anlatmamakla ülkeye zarar vermekteler. Basın halka doğruları yansıttıkça demokrasi, fikir ve düşünce hürriyeti gelişir. Hür basının olmadığı yerde-ülkede gerçek bir demokrasi olamaz.
Medyanın insanlar üzerindeki etkisinin anlaşılması üzerine, medya gerek devletlerin gerek ulus aşırı şirketlerin tekeline girmeye başlarken hükümetler medya organlarını yandaşlarına satılması için her türlü yardım ve hileye başvurmuşlardır. Halk üzerinde egemenlik kurmaya çalışan iktidar güçleri medyayı bir baskı aracı olarak kullanmaya başlamışlar, işte Türkiye bu baskılı sürecin içinde olumsuz yaşamı sürdürmektedir. Medyanın 4 ncü güç olduğunu fark eden siyasetçiler, kendi ideolojilerini halka benimsetmek amacıyla medyayı ele geçirmeye çalışmaktadır. Nitekim 17 yıldan beri yönetimde bulunan AKP-RTE iktidarı ATV ve Doğan grubunu satışa zorlamış, yandaşlarına da devletin parası ile bu iki medya grubunu satın aldırmıştır.  
Türk basın organlarının yani TV ve gazetelerin yayınlarına bir bakınız yüzde doksanı hükümet-iktidar yanlısıdır. Öyle basın organları ülkeye hizmet etmez, iktidara yaranmanın her türlü cambazlığını yapar.

Yandaş basın doğruları halka sunmazken ülkeye zarar vermektedir
Basın hürriyeti, demokrasisi olmayan totaliter ülkelerde adalet de sakatlandığı için o ülkede uluslararası güven de yoktur. Böylesi ülkelere sermaye giremez, yabancılar yatırım da yapamaz. Ekonomi gittikçe bozulur.
Böylece medyası baskı altında bulunan ülkelerde, medya organları mutlaka iktidarları övmek zorunda kalmaktalar.  Medyanın suskunluğu, tek yanlı yayınları, iktidarı sürekli öven tavrı nedeniyle gerçekleri halk da göremez, gerçek bir oy-seçim yapamaz. Demokrasi, yönetim, ekonomi gittikçe bozulur, gerçek anlamda refah ve çağdaşlaşma mümkün olamaz.
Bu girişten sonra basında bazı örneklemelerde bulunacağız.
Osmanlı padişahları zamanında devrin yazarçizerleri padişahı öven mersiyeler çeşitli yazılar yazarlar, padişaha sunarlarmış, tabi padişahtan da bahşiş alırlarmış. Çünkü ülkede matbaa gazeteler olmadığı için medya diye bir şey yoktu. İşte devrin aydınları yazdıkları övgü dolu mersiyeleri padişaha sunup ondan üç otuz para alırlar, böylece geçinmeye çalışırlarmış.
Ama muhalif görülen yazıp çizenleri de zindanlara veya daraçlarına gönderirlermiş.
Muhalif gazeteciler hapiste
Yandaş basın doğruları halka sunmazken ülkeye zarar vermektedir

Türkiye’de ne yazık ki, gerçek bir basın hürriyeti yok, o nedenle muhalif gazeteler, gazeteciler hakkında davalar açılıyor, gazeteciler ya hapsediliyor, ya da iktidar militanları tarafından muhalif gazeteciler saldırıya uğramaktalar, ya da katlediliyorlar. Yakın tarihimize bakın, Sabahattin Ali’den Uğur Mumcu’ya kadar katledilen, hapse atılan yüzlerce binlerce gazetecileri hatırlayın.
Devlet eliyle yandaş medya yaratılıyor. İktidarlar muhalif basına baskı yapa yapa yıldırıyor,  (özellikle AKP-RTE) devlet bankalarının parasıyla da yıldırıp pes ettirdiği o medya grubunun yandaşlarına satılmasını sağlıyor.  Örneğin ATV, Doğan grubunun medya organları devlet bankalarının parası ile yandaşlara satılmıştır, bu Batı ülkelerinde suçtur.
Şimdi ülkemizde, sadece iktidar tarafından kollanan, amiyane tabirle iktidarın yalakalığını yapan medya organları yüzde 90 ı geçmiştir. Ekonomi, adalet, toplumsal düzen ne kadar bozulursa bozulsun yanlı basın gerçekleri halka söylemiyor iktidarın rüzgârında yazı ve haberler oluşturuyor.
Son İki Haftada Beş Gazeteci Saldırıya Uğradı
Yandaş basın doğruları halka sunmazken ülkeye zarar vermektedir
Mayıs ayının son iki haftasında gazeteciler İdris Özyol, Ergin Çevik, Hakan Denizli, Yavuz Selim Demirağ, Sabahattin Önkibar saldırıya uğradı.(1)
İşin acı tarafı, yandaş olmayan ve saldırıya uğrayan bu gazeteciler için, ne İçişleri Bakanından, ne de Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’dan hiçbir eleştiri ve kınama gelmemiştir. Üstelik cana kast edercesine, öldüresiye darp eden saldıranlar tespit edilip yakalandıkları halde tutuklanmamışlardır.   
ll. Abdülhamid döneminde de yandaş basın halka doğruları yazamazdı.
Bu basın medya baskısı Osmanlıda da böyleydi. Şimdi size 2 nci Abdulhamid devrinde yaşamış, Meclisi Mebusanın son yıllarına doğru Ankara Milletvekili de olmuş Mehmet Said Pekmen’in (1980-1949) hatıralarından o zamanki basınla ilgili anlatımlarından bir örnek vermek istiyorum.
“-…Matbuatın esas vazifesi irşat (doğru yol) iken, bizimkiler mesela devr-i Hamidiyeyi (ll. Abdülhamid devri- konuda) methederken dalkavukluğu Avrupa’ya faikımiyetimizi iddiaya kadar vardırdılar. Türklerin gözünü açacak, hayattaki muvaffakiyetleri için kendilerine rehberlik edecek bu unsurların gaflet ve cehaletlerinde saplanıp kalmaları, halkı fakr-u zarurete (yoksulluk fakirlik), yeis (üzüntü) ve nev-midiye (hayal kırıklığı) atmıştır”.
……
Kuvvet ve kudretlerini padişahtan alan ulema sınıfı ise padişahlara dini bir hüviyet izafe ederek onları halka lahuti(ruhani) bir şekilde göstermekte kusur etmediler. Bu suretle padişahlar halk nazarında büyüdükçe büyüdüler.
Fakat bu indi büyüklük ne kadar olursa olsun, halkın akıbet düştüğü sıkıntılı hayatta gözünü açmasına mani olmaktı. Fıkra-yı ahali aciz ve sefalette puyan (koşan) iken sarayın ve mensubinin (mensubu) refahahati artıkı sıkıntılarına müsebbip (sebep) addettiği yüksek makamlara karşı onda kin ve adavet (husumet düşmanlık) uyandırdı.
“İhtilal her vakit böyle sebeplerden doğar”.(2)
ll. Abdülhamid devrinin bir aydını, günümüzden 110-120 yıl önce, devrin basının halka doğruları yazmadıkları, halkı aydınlatmadıklarından yakınıyordu. Muhalif olan gazete ve gazeteciler baskı altında tutuluyor, muhalifler sindiriliyordu.
Osmanlı’nın son ve en baskıcı istibdat hükümdarı ll. Abdülhamid yandaş Volkan gibi yandaş gazeteleri, Derviş Vahdedi gibi gerici gazetecileri para vererek kollarken; muhalif gazeteleri kapatır, muhalif Namık Kemal gibi aydın gazetecileri ya zindana ya da sürgüne gönderirdi. Şinasi ve Namık Kemal gibi gazeteciler hapis ve sürgün korkusu ile vatanlarını terk etmek zorunda kalıyorlardı.  Günümüzde de hapis korkusu ile Can Dündar da vatanını terk etmek zorunda kalmamış  mıydı? Tek adam yönetimine geçen ülkemizde de, ll. Abdülhamid devrindeki gibi aynı zihniyet aynı baskı devam etmekte.
99 yılda (1909-2007) 61 gazeteci – yazar katledildi.
Hasan Fehmi Bey, Ahmet Samim, Zeki Bey, Şair Hüseyin Kami, Silahçı Tahsin, Hasan Tahsin, İştirakçı Hilmi (Sosyalist Hilmi), Ali Kemal, Hikmet Şevket, Sabahattin Ali… (Kocabaşoğlu, 2010) olarak devam eden, Türk siyasal hayatında veya demokrasi tarihinde, 99 yılda (1909-2007) 61 gazeteci - yazar cinayeti, oldukça kabarık bir kara liste olarak yerini almıştır.(3)
Bir de günümüz bakalım. Bu yazıyı yazmaya başladığım 25 Mayıs 2019 günü, Gazeteci Sabahattin Önkibar’ın, evinin yakınlarında üç kişinin saldırısına uğradığının haberini haberlerden öğreniyorduk. Tıpkı II. Abdülhamid devrinde 100-150 öncesinde olduğu gibi gazeteciler ya hapse atlıyor, ya öldüresiye dövülüyorlar veya katlediliyorlar.
İsterseniz Gazeteciler Cemiyeti’inden aldığımız, katledilen gazetecilerimizin adlarını ve ölüm tarihlerini yazımıza ekleyelim.

Öldürülen Gazeteciler


 Gazeteci/Kurum

Ölüm Tarihi ve Yeri
Hasan Fehmi Bey / Serbesti İstanbul 6 Nisan 1909
Ahmet Samim / Sada-yı Millet İstanbul 19 Temmuz 1910
Zeki Bey / Şehrah İstanbul 10 Temmuz 1911
Şair Hüseyin Kami / Alemdar Konya 1912 veya 1914
Silahçı Tahsin / Silah ve Bomba İstanbul 27 Temmuz 1914
Krikor Zohrab / Gazeteci, Yazar Urfa 1915
Diran Kelegyan / Sabah Gazetesi Baş Yazarı Çorum 13 Ağustos 1915
Hasan Tahsin (Osman Nevres) Hukuk-u Beşer İzmir 15 Mayıs 1919
İştirakçi Hilmi / iştirak, Medeniyet İstanbul 1922
Ali Kemal / Peyam-ı Sabah İzmit 1922
Hikmet Şevket 1930
Sabahattin Ali / Marko Paşa Edirne 1948
Adem Yavuz / Anka Ajansı Kıbrıs 27 Ağustos 1974
Ali İhsan Özgür / Politika İstanbul 21 Kasım 1978
Cengiz Polatkan / Hafta Sonu Ankara 1 Aralık 1978
Abdi İpekçi / Milliyet İstanbul 1 Şubat 1979
İlhan Darendelioğlu / Ortadoğu İstanbul 19 Kasım 1979
İsmail Gerçeksöz / Ortadoğu İstanbul 4 Nisan 1980
Ümit Kaftancıoğlu / TRT İstanbul 11 Nisan 1980
Muzaffer Feyzioğlu / Hizmet Trabzon 15 Nisan 1980
Recai Ünal / Demokrat İstanbul 22 Temmuz 1980
Mevlüt Işıt / Türkiye Ankara 1 Haziran 1988
Seracettin Müftüoğlu / Hürriyet Nusaybin 29 Haziran 1989
Sami Başaran / Gazete İstanbul 7 Kasım 1989
Kamil Başaran / Gazete İstanbul 7 Kasım 1989
Çetin Emeç / Hürriyet İstanbul 7 Mart 1990
Turan Dursun / İki bine Doğru
Yüzyıl Dergileri
İstanbul 4 Eylül 1990
Gündüz Etil 1991
Mehmet Sait Erten / Azadi Denk Diyarbakır 1992
Halit Güngen / İkibine Doğru Diyarbakır 18 Şubat1992
Cengiz Altun / Yeni Ülke Batman 25 Şubat 1992
İzzet Kezer / Sabah Cizre 23 Mart 1992
Bülent Ülkü / Körfeze Bakış Bursa 1 Nisan 1992
Mecit Akgün / Yeni Ülke Nusaybin 2 Haziran 1992
Hafız Akdemir / Özgür Gündem Diyarbakır 8 Haziran 1992
Çetin Ababay / Özgür Halk Batman 29 Temmuz 1992
Yahya Orhan / Özgür Gündem Ceylanpınar 9 Ağustos 1992
Hüseyin Deniz / Özgür Gündem Ceylanpınar 9 Ağustos 1992
Musa Anter / Özgür Gündem Diyarbakır 20 Eylül 1992
Yaşar Aktay / Serbest Hani 9 Kasım 1992
Hatip Kapçak / Serbest Mazıdağı 18 Kasım 1992
Namık Tarancı / Gerçek Diyarbakır 20 Kasım 1992
Uğur Mumcu / Cumhuriyet Ankara 24 Ocak 1993
Kemal Kılıç / Yeni Ülke Şanlıurfa 18 Şubat 1993
Mehmet İhsan Karakuş Silvan 13 Mart 1993
Ercan Gürel / HHA 20 Mayıs 1993
İhsan Uygur / Sabah İstanbul 6 Temmuz 1993
Rıza Güneşer / Halkın Gücü 14 Temmuz 1993
Ferhat Tepe / Özgür Gündem Bitlis 28 Temmuz 1993
Muzaffer Akkuş / Milliyet 20 Eylül 1993
Nazım Babaoğlu / Gündem 12 Mart 1994
Erol Akgün / Devrimci Çözüm 1994
Seyfettin Tepe / Yeni politika 28 Ağustos 1995
Metin Göktepe / Evrensel İstanbul 8 Ocak 1996
Kutlu Adalı / Yeni Düzen Kıbrıs 8 Temmuz 1996
Selahattin Turgay Daloğlu İstanbul 9 Eylül 1996
Reşat Aydın / AA, TRT 20 Haziran 1997
Ayşe Sağlam Derince 3 Eylül 1997
Abdullah Doğan / Candan Fm Konya 13 Temmuz 1997
Ünal Mesutoğlu / TRT İzmir 8 Kasım 1997
Mehmet Topaloğlu / Kurtuluş Adana 1998
Ahmet Taner Kışlalı / Cumhuriyet Ankara 21 Ekim 1999
Hrant Dink / Agos İstanbul 19 Ocak 2007
İsmail Cihan Hayırsevener Bandırma 19 Aralık 2009
Nuh Köklü İstanbul 17 Şubat 2015
Mustafa Cambaz İstanbul 15 Temmuz 2016 (4)

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
SONNOTLAR
(1)https://bianet.org/bianet/nefret-soylemi/208890-son-iki-haftada-bes-gazeteci-saldiriya-ugradi
(2)31 Mart Hatıraları İsyan Günlerinde Bir Muhalif Mahir Said  Pekmen TTKY 2018 sf 7
(3)https://dergipark.org.tr/download/article-file/624205Topuz, 2011: 87-88).
(4)https://www.tgc.org.tr/oldurulen-gazeteciler.html

Ankara Opera’daki Melike Hatun Camisinde
2017 yılında hizmete açılan Diyanet,  vatandaşların bağış ve çeşitli yardımları ile yapılan, Ankara İtfaiye Meydanı’ndaki (yeni adıyla Opera Meydanı)  Melike Hatun Camisini görmüş müydünüz. Cami çok büyük olmuş, sadece Cuma günleri doluyor.
İşte bu muhteşem camiye ikinci kez Cuma namazı için gittim. İlk gittiğimde alt katta şadırvanın hemen yanında oturmuştum. 24 Mayıs 2019 günü Cuma namazında bu kez üst kata çıktım. Sağ balkon tarafında desenli ahşap tente ile ayrılmış bölmede bayanlar namaz kılıyordu. Cami tamamen dolmuştu.


Diyanet TV kameraları canlı yayınla çekim yapıyorlardı.
Ankara Opera’daki Melike Hatun Camisinde

Bu arada, R.T. Erdoğan'ın ''vefa borcumuz var'' dediği Melike Hatun Cami'si isminin Bülent Arınç'ın belirlediği öğrenildi. Bu camiye girerken, vatandaşlar giriş kapısında röleler halinde makaralara sarılı olan ince poşetleri alıyorlar ayakkabılarını poşetlere koyduktan sonra, caminin girişinde arkada kalan duvara dayalı raflara poşetli ayakkabıları sırayla diziyorlar. Fakat namazdan sonra çıkışta, aynı tip poşet içinde bulunan ayakkabıları bulmak zor oluyor. Ben şahsen çıkarken kendi ayakkabımı zor buldum.
Genellikle bütün camilerde ayakkabılar çıkarıldığı için, güvenlik nedeni ile çoğunlukla cami içindeki ayakkabılıklara ayakkabılar konmakta, fakat az veya çok caminin içine ayak kokusu da yayılmakta. Cami tamamen dolunca havalandırma da yeterli olmadığı için cami içine ister istemez ayak kokusu yayılmakta.

Ankara Opera’daki Melike Hatun Camisinde
Bu Caminin alt bodrum katında abdest alma yerleri tuvaletler yanında döner merdivenler ve asansörlerle inilen çıkılan mağazalar da bulunmakta.
Müslümanlıkta dini olduğu kadar, camileri de rant aracı olarak da kullanıyoruz. Gönül isterdi ki, caminin altındaki o kocaman mağazaların yerine, merkezi yerde olduğu için bölge kütüphanesi açılabilirdi. Batı’da hiç bir kilisenin altında rant- getirisi olan ticarethane, dükkânlar bulunmaz.  
Ankara’da Opera  (Erbakan) Meydanında, Osmanlı mimarisiyle inşa edilen ve aynı anda 7 bin kişinin ibadet edebildiği Melike Hatun Cami, 3 bin 600 metrekare alanı kapsıyor. Caminin altında, bin kişilik kongre salonu, fuaye (dinlenmelik) alanı ve otopark bulunuyor.
Ankara Opera’daki Melike Hatun Camisinde

Caminin kubbe çapı 27 metreyi, yüksekliği ise 43 metreyi buluyor. Öte yandan, her biri 72 metre olan 4 minarenin kaplamasında Marmara taşı kullanıldı. Ana kubbe üzerinde bulunan 8 metre 20 santimetre yüksekliğinde bakır alem bulunan camide, 16 mermer kitabe yer alıyor.
Kapıların ahşap ve çivisiz kündekari sanatının kullanıldığı camide, giriş kapılarının üzerinde altın varak, sedef, bağ ve fildişi işleme kitabeler yer alıyor.(1)
Kubbesi açılıp kapanan Cami
Camilerde bu ayakkabı kokusunu gidermek, daha temiz hava vermek için şimdilerde daha değişik çağdaş mimarisi olan camiler de yapılmaya başladı. Bursa'da 2011 yılında 3 yıl içinde tamamlanan, açılıp kapanan kubbeye sahip Safa Camisi, bu yönden ilginç bir mimariye sahip.
Bursa’da yapılan bu Caminin kubbe kısmının 120 metrekarelik bölümü uzaktan kumanda sistemiyle açılıp kapanıyor. Böylece vatandaşlar koku hissetmek şöyle dursun,  namaz kılanlar kendilerini sanki dışarıda namaz kılıyorlarmış gibi hissediyorlar.
Caminin üst katında yan yana duran üç müezzin vardı,  imam ve müezzinler cep telefonu ile haberleşiyorlar.
Osmanlı Camisi Kitabesi Gibi


Ankara Opera’daki Melike Hatun Camisinde
Bu Opera Meydanına yapılan Melike Hatun adlı kocaman Caminin giriş sağında duvara altın büyük harflerle yazılmış şöyle bir kitabe yazısı okunuyordu. İnsan kendisi bir Osmanlı Cami kitabesi okuyor sanıyor. Yeni neslin pek de anlayamayacağı kitabe şöyle idi:
SOL MELİKE HATUN İSMİYLE MUEMMA HEM ZARİF HASSA-İ TAYYİPLE BUNYAD OLDU
MABEDİ MUNİF BÖYLE MA’RED SOLCİHANE BİR GELUR TARİH İÇUN “ANKARA’NIN  KUDSİ MA’BEDİ BU CAMİ-İ ŞERİF
HİCRİ 1439”
Alt tarafında da şöyle yazılı idi:
-HER GELEN MEYDANINDA, TÜRKİYE CUMHURİYETİ REİS-İ CUMHURU RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN ARZU VE TALİMATLARI İLE İNŞAA OLUNAN ANKARA MELİKE HATUN CAMİİ VE KÜLTÜR MERKEZİ MİLADİ 27 EKİM 2017 HİCRİ 7 SAFER 1439 CUMA GÜNÜ AÇILMIŞTIR”.
Osmanlıcaya meraklı olan, Osmanlıcayı okullara seçmeli sokmaya çalışan RTE nin cami kitabesini bu camideki gibi Osmanlıca yazdırması ayrı bir eleştiri konusu oldu.
Ankara Opera’daki Melike Hatun Camisinde

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
SONNOTLAR
(1)https://www.internethaber.com/melike-hatun-kimdir-ankarada-camisi-neden-bu-isim-verildi-1818669h.htm>

Ulus’taki tarihi İş Bankası binası müze oldu
Başkent’in tarihi yapılarından biri olan ve 89 yıldır İş Bankası olarak hizmet veren bina müze oldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1924 yılında kurulan Türkiye İş Bankası, milli iktisat tarihi açısından büyük önem taşımaktadır.
Müzeye, Bankanın kurucusu Atatürk'ün, “askeri zaferlerin ancak iktisadi zaferlerle kalıcı olabileceği” söylem ve isteği çerçevesinde "Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi" olarak adlandırıldı.
Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi; Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un katılımı, İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Füsun Tümsavaş ve İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’nin ev sahipliğinde 2 Mayıs 2019 tarihinde konuşmalarla gerçekleştirilen törenle açıldı.
Başkentin simgelerinden, Cumhuriyet tarihi boyunca Türk Ekonomisine büyük katkıları olan Ulus Meydanındaki tarihi İş Bankası binası, mimari restorasyon yapıldıktan sonra 2 Mayıs 2019 da tarihi işlevinin tamamlayarak, Türk halkının mazideki şanlı gelişimi Ankara’lılara sunuldu.
“Başkentin simgelerinden”
Başkentin simge binalarından olan önemli tarihi ve mimari değere sahip olan bu narin tarihi bina İtalyan Mimar Giulio Mongeri tarafından tasarlanarak 1929 yılında yapılmış. Betonarme üzerine Ankara taşı kullanılarak inşa edilen yapının süslü ön cephelerinde Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin izleri görülmektedir. Bir dönem İş Bankası Genel Müdürlüğü olarak da hizmet veren yapı günümüzde Ankara Şubesi olarak hizmet vermekteydi.

Ulus’taki tarihi İş Bankası binası müze oldu
Müzeye dönüştürülen İş Bankası binası bölgede bulunan Cumhuriyet dönemine ait pek çok tarihi yapı hali hazırda müze olarak kullanılıyor. Birinci TBMM binası, Kurtuluş Savaşı Müzesi, İkinci TBMM binası, Cumhuriyet Müzesi bunlardan bazıları.
Ankara Ulus'ta müzeye dönüştürülen tarihi binanın bodrum katındaki kiralık kasa bölümü ile giriş ve birinci katlarında orijinal olarak korunan özel tarihi alanlar ziyarete açıldı. Zemin ve birinci katlarda ayrıca, Bankanın iktisadi bağımsızlık tarihine dair koleksiyonunda yer alan fotoğraf, belge, obje ve filmler sergileniyor. İkinci katta, Bankanın iletişim faaliyetlerini ve toplumsal katkılarını anlatan "Türkiye İş Bankası İftiharla Sunar" başlıklı kalıcı bir sergi kurgusu yer alıyor. Müze reyonlarında, kuruluşundan bu yana personelin kullandığı daktilo, hesap makineleri, öteki büro malzemeleri teşhir ediliyor.

Ulus’taki tarihi İş Bankası binası müze oldu
22 Ekim 1929 tarihinde, Atatürk'ün misafir edildiği, orijinaline uygun şekilde korunan "İdare Meclisi Salonu" da Müzede izleyiciye açıldı. Müzede görüntülü olarak sesli anlatımla, (kulaklık takılarak) tarihi süreci, anılar izleyiciye anlatılmakta.
Müzede, bir sanat galerisi ve geçici sergi salonu da bulunuyor. Sanat galerisindeki ressam Mevlüt Akyıldız'ın sergisi 31 Ağustos'a kadar gezilebilir.
Geçici sergi salonu ise bir ayağı İstanbul'da açılan Milli Mücadele'nin 100. yılında "İstiklâl" sergisine ev sahipliği yapıyor. 4 ncü katta bulunan Kuvayi Milliye sergisinde Kuvaayyi Milliye’nin her cephedeki kahramanları, cepheleri ayrıntıları ile izleyiciye sunulan müze sergi, yılsonuna kadar açık kalacak. İstiklal Savaşımızın başlangıcının 100 ncü yılı anısına, Kurtuluş Savaşımızın bütün safhaları fotoğraflar, filimler öteki dokümanlarla Ankara’lı ziyaretçilere sunulmakta. 
Türkiye İş Bankası İktisadi Bağımsızlık Müzesi, pazartesi günleri hariç her gün 10.00 – 18.00 saatleri arasında ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 

Başınıza Atatürk kadar taş düşsün!...
Bugün yazı yazmayacaktık aslında.
Yapacak olduğumuz birikmiş işlerimizle ilgilenecektik.
SÖZCÜ Gazetesine bir göz attık ve ne görsek beğenirsiniz?
ATATÜRK'ün, 19 Mayıs 1919 da Samsun'a çıkarak milli mücadeleyi başlatmasının 100'üncü yıl dönümü için, ATATÜRK'süz 19 Mayıs hatıra parası bastırmışlar.
Hatıra parası basacaksın ve bu parada, Samsun'a çıkan ve milli mücadeleyi başlatan ATATÜRK'ün resmine yer vermeyeceksin, onun yerine ATATÜRK'ü Samsun'a taşıyan bindiği Bandırma Vapuru'na yer vereceksin.
ATATÜRK'ün Samsun'a çıkışında, Bandırma Vapurunun işlevi nedir? Sadece bir araçtır, bu Bandırma Vapuru olmazdı da bir başka vapur da olabilirdi. Burada önemli aktör ve süje ATATÜRK, Samsuna çıkan ve buradan Amasya, Sivas, Erzurum'a ve diğer illerimize geçen, tamimler yayınlayan ve kongreler düzenleyen, milleti milli mücadeleye hazırlayan, Türkiye Büyük Millet Meclisini kuran, onlarca savaşı kazanarak işgal altındaki Osmanlının küllerinden bugünkü Türkiye Cumhuriyetini kuran ATATÜRK değil midir?
O zaman, hatıra parada ATATÜRK'e niçin yer vermiyor bu beyler?
Cevap çok açık, ATATÜRK alerjileri var bu beylerin, ATATÜRK'ü günahları kadar sevmiyorlar, ATATÜRK ve ATATÜRK sevgisi; onlar için bir amaç değil, sadece milleti kandırmak için, varlığını inkar edemeyerek siyaseten kullandıkları bir araçtan ibaret. Onlar için Bandırma Vapuru daha önemli ve değerli. O kuş beyinleriyle, belki de Bandırma Vapuru olmasaydı, ATATÜRK de, milli mücadele de olmazdı diye düşünüyorlardır. Bilmiyorlar ki, vatanı kurtarmaya kararlı ve azimli olan ATATÜRK, ne yapar yapar ve başka yollardan da Anadolu’ya geçerek, özgürlük ve bağımsızlık ateşini yakar ve vatanı kurtarır.
Bu beylerin,19 Mayıs 1919'un 100'üncü yıl dönümü nedeniyle Samsunda devlet töreni düzenleyerek Samsun'a koşup, ATATÜRK'ün huzurunda esas duruşa geçtiklerine bakarak kanmayın sakın.
Bu beylerin, ATATÜRK düşmanı, keşke Yunan galip gelseydi diyen, ATATÜRK'e ağır hakaretler yapan, fesli vatan hainine verdikleri değer ve itibara, ülkemizi ve demokrasimizi getirdikleri bugünkü perişan haline bakın ve gerçeği anlayın lütfen
Her kim ki; ATATÜRK düşmanı, tümünün başına ATATÜRK kadar taş düşsün.

Güner Yiğitbaşı

23/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Ramazan Ve Aynı Gemide Olmak Üzerine
On bir ayın sultanı derler Ramazan ayına.
İslam alemi, otuz gün süreyle, gün boyu yemez ve içmez, vücudunu dinlendirir, nefsine hakim olmayı öğrenir, nefsini terbiye eder, gün boyu aç kaldığı için, açlığın ne olduğunun farkına varır, tokluğun değerini kavrar, tüm sene boyunca fakir oldukları için aç kalanların halinden anlar, fakir ve fukaraya yardım etme inancı doğar içinde.
Oruç tutanlar akşam olunca ezanla birlikte oruçlarını bozarlar yer ve içerler.
Ramazan ve oruç ayı, aynı zamanda toplumsal bir yardımlaşma ayıdır. Varlıklı insanlar, fakirlere yardım ederler, iftar yemekleri düzenlerler ve fakir fukaranın karınlarını doyururlar.
Olması gereken budur.
Ramazan ayında bizler ne yapıyoruz?
Ramazan ayını ve orucu da istismar ediyoruz, siyasete alet ediyoruz.
Bakıyoruz, siyasiler reklam amaçlı iftar ziyaretleri yapıyorlar, yanı başlarında yemek masası dururken, ev sahibine yer sofrası hazırlatarak yer sofralarında yemek yemek suretiyle, sözüm ona halka iniyorlar. tüm gazete muhabirleri çağırılıyor ve bu ziyaretleri izliyorlar, medyada yayınlıyorlar,
Dün akşam Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisinin bahçesinde eski ve yeni milletvekillerine görkemli bir iftar yemeği verildi, fakir fukaranın vergilerinden oluşan devlet parasıyla, bir anlamda fakir fukaradan alıp varlıklı milletvekillerine yardım transferi yapıldı, hani Ramazan ayında varlıklılar fakir ve fukaraya yardım edeceklerdi, Ramazan ayının bu özelliği nerede kaldı?
AKP Genel Başkanı; bu Meclis iftar yemeğinde siyasi bir konuşma yaptı ve Ramazan ve oruç, yine siyasete alet edildi.
AKP Genel Başkanı, birlik ve beraberlikten bahsetti, Türkiye ittifakından dem vurarak aynı gemide olduğumuza, 82 milyonluk Türkiye gemisinde olduğumuza vurgu yaptı.
Peki, aynı Türkiye gemisinde olmak ne anlama geliyor?
Bize göre aynı gemide olmak, o geminin tasasına ve kıvancına ortak olmak, o geminin tasasını da kıvancını da eşit olarak paylaşmak, aynı geminin 82 milyon yolcusunun ve personelinin acılarına ve sevinçlerine ortak olmaktır.
Aynı gemide olmak güzel hoş da, geminin bir de kaptanı var tabi, geminin bu kaptanına da bir bakmak gerekiyor. Geminin kaptanı, üzerine düşen görev ve sorumlulukları tarafsız olarak yerine getirebiliyor mu, kaptan köşkünden inerek, geminin ambarlarında, makina dairesinde, güvertesinde zor şartlarda çalışarak yaşamaya çalışan tüm gemi efradının ne alemde olduğunu merak edip onların ihtiyaçlarına çözüm üretebiliyor mu?
Lafla peynir gemisi yürümüyor beyler, bizi lafla yürütülen peynir gemisine mahkum etmeye kimsenin hakkı yoktur.

Güner Yiğitbaşı

22/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Hiç değilse Allah'tan korkunuz!...
Sizlerden; kullardan, çocuklarınızdan  korkmanızı ve utanmanızı istemiyoruz.
İnsanlar olarak bizler, sizin siyasi ihtirasınız ve stratejiniz gereği, sürekli olarak gerçek dışı beyanlarda bulunmanıza, iftiralar atmanıza alıştık ve kanıksadık artık.
Ancak, şu mübarek Ramazan günü hürmetine, İslam dinine ve kendinize daha fazla zarar vermemek için, hiç değilse Allah'tan korkunuz lütfen.
Dinen ve ahlaken günah ve suç işliyorsunuz.
Müslüman geçindiğiniz için de, bir Müslüman bunu yapar mı, bunu söyler mi diye sorgulatarak, en büyük zararı İslam’a ve dinimize veriyorsunuz ve çok büyük bir günah işliyorsunuz, bu fani Dünya için değer mi Allah’ınız aşkına?
AKP'nin İstanbul Büyükşehir adayı ve  Devlet'in bütün en üst düzey makamlarında görev yapmış olan Sayın Binali YILDIRIM'ı kast ediyoruz ve söylemleriyle bizleri hayal kırıklığına uğrattığını üzülerek ifade ediyoruz.
Binali Bey'in şu söylediklerine bir bakar mısınız?
Seçime hile karışmıştır, oylarımız çalınmıştır, kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkanı ve üyeleri AKP seçmeni olduklarını tahmin ettikleri seçmenlere büyükşehir pusulasını vermediler ve bu nedenle benim oylarım çalındı diyebiliyor Binali Bey.
Binali Bey'in kulakları, söylediği bu gerçek dışı ve saçma beyanları duyabiliyor mu?
Binali Bey, bu gerçek dışı ve  saçma beyanıyla, milletimizi ve seçmenlerimizi budala yerine koyduğunun farkında mı acaba?
Ne demek yahu, AKP'ye oy vereceğini tahmin ettikleri seçmene, büyükşehir oy pusulası verilmedi, diğer oy pusulaları verildi ve bu şekilde oy kullandırıldılar, bunun sonucunda da biz seçimi kaybettik.
Binali Bey, sizin partinize oy veren seçmenler; kendilerine büyükşehir oy pusulasının verilmediğini fark edemeyecek ve bu haksızlığa anında itiraz edemeyecek ve hakkını arayamayacak  kadar aciz, geri zekalı ve budala mıdırlar? Estağfurullah ama, siz bu beyanınızla, insanlarımızı ve kendi seçmenlerinizi budala ve geri zekalı konumuna getirdiniz, ne için bir koltuk sevdanız için.
Binali Bey'e buradan soruyoruz; sizin parti temsilcileriniz yok muydu sandık kurullarında, bu ülkede ahlaklı ve dürüst olmak için, sadece koltuk sahibi ve kamu görevlisi mi olmak gerekiyor, kamu görevlisi ve memur olmayan sandık kurulu üyelerini, AKP iktidarının atadığı kişiler belirlemediler mi, kamu görevlisi ve memur olmayan ancak sabıka kayıtları incelenerek ülkemizin güzide kurumlarında, bankalarında çalıştırılan, kendilerine milyonlar emanet edilen kişiler sandık kurullarında görev aldılar diyerek, bunun altında yolsuzluk aramak, haksızlık değil midir?
Çoğunluğu itibariyle dürüst olan memurlarımızı ayrık tutuyoruz ama, bu ülkede memuriyet görevlerini kötüye kullanarak, zimmet, ihtilas, irtikap, genel olarak memuriyet görevini ihmal ve kötüye kullanmak suçlarından her gün yargılanan binlerce kamu görevlisi ve üst düzey koltuk sahibi memurumuzun varlığı da yadsınamaz bir gerçektir.
Binali Bey; koltuk sevdanız için, bu yaptıklarınızla ve söylediklerinizle, ahlaka ve bir ahlak dini olan İslam'a verdiğiniz büyük zarara değdi mi şimdi?
Unutmayınız, bu fani Dünyada hangi makam koltuğunda oturursanız oturun, uzun yaşayın, az yaşayın, herkes vakti gelince ölecek ve koltuğumuzu fani Dünyada bırakarak, aynı koşullarda ve aynı adreste buluşacağız.

Güner Yiğitbaşı

21/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Meral Akşener'i Kutluyoruz
AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın; HDP dışındaki siyasi parti liderlerini Samsundaki, ATATÜRK'ün Samsuna çıkışının yüzüncü yıldönümü nedeniyle yapılan törene, davetli olmasına rağmen İYİ Parti lideri Sayın AKŞENER katılmamış ve ERDOĞAN'ın, önümüzdeki İstanbul seçimine oy devşirme amaçlı senaryosuna konu mankeni olmayarak, cesur bir lider profili çizmiştir.
Niçin cesur diyoruz? Mahalle baskısına, o törene katılmamaktan dolayı kendisine ve partisine yöneltilecek olan haksız eleştirileri göze alabildiği ve göğüsleyebildiği için.
Neymiş Türkiye ittifakı sağlanmış ve parti liderleri topluca aile fotoğraf çektirerek 19 Mayıs ruhunu canlandırılmışlar, birlik ve beraberlik görüntüsü vermişler.
Hadi canım sende.
Sen, İstanbul seçimlerini sudan sebeplerle ve baskıyla iptal ettir, milli iradeyi hiçe say, kurtuluş savaşında ATATÜRK değil de, keşke Yunan galip gelseydi diyen ve ATATÜRK'e ağıza alınmayacak küfürler eden fesli vatan haininin cenazesinde AKP olarak hazır bulun, laikliğe aykırı eylem ve faaliyetlerin odağı olduğun Anayasa Mahkemesinin kararı ile tescillensin, ATATÜRK'ün partisi CHP'nin genel başkanı KILIÇDAROĞLU'na yönelik organize linç girişimini görmezlikten gel ve basit bir zabıta vakasına indirge, demokrasiyi yok et, devletin tüm yetkilerini tek elde topla, Belediye seçimlerinde, belediye başkanı adayı gibi meydanlara çık tüm muhalefet partilerinin liderlerini ve seçmenlerini ağır bir şekilde haksız olarak eleştir ve ondan sonra, aniden tüm bunlara karşı olan ATATÜRK'e yanaş ve  ATATÜRK'çü kesil, 19 Mayıs ruhundan, Türkiye ittifakından bahset..
Önümüzde 23 Haziranda tekrarlanacak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi var, bugün Türkiye ittifakından 19 Mayıs ruhundan birlik ve beraberlikten bahseden AKP Genel Başkanı ERDOĞAN'ın, bu seçim için önümüzdeki günlerde çıkacağı meydanlarda, yine muhalefete yönelik haksız ve gerçek dışı  ağır eleştirilerine tanık olacağız.
Bu nedenle, KILIÇDAROĞLU'nun; AKP'nin ve liderinin şerrinden, aleyhe propagandasından çekinerek,19 Mayıs günü Samsundaki tören ve liderler toplantısına katılmasını mazur görüyoruz.
Yasal bir parti olan HDP liderinin çağrılmadığı bu nedenle Türkiye ittifakı ve 19 Mayıs ruhu olarak kabul edilemeyecek olan Samsun toplantısına katılmayan ve protesto eden İYİ Parti lideri Sayın AKŞENER'i, bu gerçekçi davranışından ve cesaretinden dolayı yürekten kutluyoruz.

Güner Yiğitbaşı

20/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Türkan SAYLAN
Bugün, değerli bilim insanı Türkan SAYLAN'ın ölümünün onuncu yıl dönümü, onun ölümünden sonra kaleme aldığımız “GÖZÜNÜZ AYDIN” başlık ve 19/05/2009 tarihli makalemizi, her ölüm yıl dönümünde aynen yayınlıyoruz. Bu geleneği bozmuyoruz ve aynı makalemize aşağıda yer veriyoruz.

18/05/2019 
Güner YİĞİTBAŞI

GÖZÜNÜZ AYDIN!..

Aydınlanmanın simgesi..
Laik..
Demokrat..
Atatürkçü..
Doktor..
Eğitimci..
Çağdaş Türk kadını..
Darbe karşıtı..
Gerçek Vatansever..
Sözde değil, eylemleriyle ülkesinin insanlarına hayatının sonuna kadar hizmet eden, insan sevgisiyle dolu..
Ergenekon gazisi..
Hukuk mağduru..
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı, saygıdeğer insan Profesör Dr. Türkan SAYLAN' ı, geçtiğimiz gün kaybettik. Onu seven Türk Ulusunun başı sağ olsun.
Türkan SAYLAN' ı potansiyel suçlu kabul ederek, kanıttan suçluya gidecek yerde, belki kanıt elde edebiliriz düşüncesiyle, ağır hasta olmasına rağmen, hukuka aykırı olarak onun evinde arama yaptıranlar..
Laiklik karşıtları..
Demokrasi ve Atatürk düşmanları..
Çağdaş, modern ve Laik Türk Kadınını bir türlü içlerine sindiremeyen, kadını sadece çocuk doğuran ve cinsel arzu ve isteklerinin tatmin aracı olarak gören gericiler..
Türk insanına ve toplumuna, tıp ve eğitim alanında üstün hizmetler sunmaktan başka hiçbir günahı bulunmayan Türkan SAYLAN' ı misyoner ilan edip, onu misyonerlik faaliyetinde bulunmak ile suçlayan sözde Müslümanlar..
Gözünüz aydın...
Ancak, onu kaybettik diye sakın sevinmeye kalkmayın.
SAYLAN' ın, bugün gazetelerde yer alan son sözlerine kulak verin lütfen...
O sözleri, size bir kez daha hatırlatalım.
Sayın Türkan SAYLAN, ölmeden bir gün önce; “Görevlerimi tamamladım, ölüme de hazırım” demiş.
Çok doğru söylemiş, kurucusu olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin okuttuğu ve her biri yarının Türkan SAYLAN' ı olacak olan yüzlerce ve binlerce genç kızımız, Türkan SAYLAN' dan bayrağı teslim almak ve onun yaratacağı boşluğu doldurmak üzere geliyorlar.
Dün, bir tane Türkan SAYLAN' a sahip olan Türk Ulusu; yarın binlercesine sahip olmak üzere kucağını açmış ve onları bekliyor.
Dün bir SAYLAN ile baş edemeyenler, yarın binlercesi ile nasıl baş edecekler merak ediyoruz doğrusu..
Yaptıklarınla gurur duyuyor ve sana yapılan haksızlıkları kınayarak, yapanlar adına senden özür diliyoruz.
Manevi varlığının önünde saygıyla eğiliyoruz. Rahat uyu Sayın SAYLAN.

Güner Yiğitbaşı

19.05.2009
Güner YİĞİTBAŞI
Emekli Savcı

Kahin Olmak Gerekmiyor
Ülkemizde; demokrasi, sadece kağıt üzerinde ve ERDOĞAN'ın dilinde olduğu, aslında gerçek demokrasinin eserinin dahi bulunmadığı, demokrasiden kalan tek hatıra, sandığın da ırzına geçilmiş olması nedeniyle, bazı şeyleri önceden tahmin edip görebilmek, kehanet sayılmamalıdır.
Biz “Her Şey Çok Güzel Olacak” başlıklı bir makale yazmış ve 09/05/2019 tarihinde yayınlamıştık.
Bu makalemizin sonunu da;
“23 Haziran akşamı, her şey çok güzel olacak.
İçinde bulunduğumuz koşullarda, söylenmesinin yasaklanması dahi olası olan bu güzel sloganı sürekli söyleyin ve paylaşın değerli okurlar.” diyerek bağlamıştık.
Bugün haberlerde izledik; Kadıköy’de yapılan Soma katliamı eyleminde polis müdürü, valilik kararıyla “Her şey çok güzel olacak” pankartının yasaklandığını söyleyerek pankartın toplatılmasını istemiş.
Biz kahinmiyiz, bu sloganın yasaklanabileceğini beş gün önce yazdığımız için?
Tabi ki; hayır. Bu tahminde bulunabilmek için kahin olmak gerekmiyor, ülkemizdeki demokrasinin perişan halini ve demokrasiyi yok eden ERDOĞAN'ı biraz tanıyor olmak yetiyor ve artıyor.

Güner Yiğitbaşı

14/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Atatürk Kolay Olunmuyor
İktidarın; kraldan çok kralcı küçük ortağı, avukatı, sahibinin sesi BAHÇELİ, her zaman olduğu gibi, yine açmış ağzını ve yummuş gözünü, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İMAMOĞLU'nun; “Her şey güzel olacak” sloganına yönelik öfkeli beyanlarıyla adeta terör estirmiş.
Her şeyin güzel olacak olmasında ne kötülük var Allah’ınız aşkına?
Bu slogan BAHÇELİ'yi niçin üzüyor ve kızdırıyor dersiniz?
Bu slogan, şu anda iş başında olan kankası ERDOĞAN'ın, güzel işler yapmayı başaramadığını çağrıştırdığı için, kızıyor ve küplere biniyor olmalıdır.
BAHÇELİ akım derken b...m demek anlamına gelen, geçmişten örnekler veriyor ve mesela PKK terörü güzel midir ki, her şey güzel olacak diyorsunuz diye soruyor ve bize göre saçmalıyor.
BAHÇELİ; saçmalasa da, aslında çok doğru söylüyor ve her şey güzel olacak diyenlerin, ileriye ve gelecek günlere yönelik haklılıklarını kabul etmiş oluyor.
İnsanlar, her şey çok güzeldi demiyorlar ki, bilakis bugüne kadar olanlar güzel değildi, bundan sonra geleceğe dönük olarak her şey güzel olacak diyorlar. Gelecek zamandan bahsediyorlar, geçmiş zamanı güzel olarak kutsamıyorlar.
BAHÇELİ, koltuğunu koruma ve ERDOĞAN'ı savunma hırsından, söylenenleri anlamaz hale gelmiş, farkında değil.
Sanatçıların, İMAMOĞLU'na ve her şey güzel olacak sloganına destek vermeleri de BAHÇELİ'yi çok üzmüş, Cem YILMAZ'a bundan sonra seni sevmeyeceğim demiş. Aman sev, BAHÇELİ. Sanırım, BAHÇELİ'nin sevgisinden yoksun kalmak, Cem YILMAZ için büyük şeref olmalıdır.
BAHÇELİ yerin dibine batsın sizin sanatınız demiş.
İşte, ATATÜRK gibi gerçek lider ve devlet adamının farkı.
Demek ki, ATATÜRK kolay olunmuyor.
ATATÜRK sanat ve sanatçılar için neler söylemiş bir hatırlayalım.
ATATÜRK'ün sanat ve sanatçılar için söylediği güzel sözlerden bazıları.
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.”
“Bir millet sanat sanatçıdan yoksunsa tam bir hayata sahip olamaz.”
“Hepiniz milletvekili olabilirsiniz…Bakan olabilirsiniz…Hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz…Fakat sanatçı olamazsınız.”
“Sanatçı toplumda uzun çabalardan sonra alnında ışığı hisseden ilk kişidir “
“Sanatkar el öpmez; sanatkarın eli öpülür! “
En güzel söz de bu sonuncusu.
Evet Bay BAHÇELİ; sizin arzu ettiğiniz gibi, sanatkar asla siyasilerin elini öpmez, sanatkarın eli öpülür.
Yerin dibine batması gerekenler, sanat ve sanatçılar değildir.
Yerin dibine batması gerekenler; onlar her kim ve kimselerse, kendi siyasi menfaatlerini ülkenin menfaatlerinden üstün ve önde tutan siyasiler olmalıdır.

Güner Yiğitbaşı

14/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Ekranıma düşen bir garip görüntü ve ses
Birkaç gün önce, bilgisayarımda bir konuyu araştırırken Duran Atabey diye bir arkadaşımız aşağıda link adresi yazılı yerden mesaj göndermiş.
Adının fotoğrafın altında Ragıp Çeçen ve Çeçen diye yazılı bu mesajı kopya edip bilgisayarıma yükledikten bir gün sonra, o adreste bu videoya rastlayamadım, kaldırılmıştı.  Ayrıca soluk da olsa fotoğrafını da çektim ve sesi yazıya dökerek size sunmak istiyorum. Bu video bandında Ragıp Çeçen şunları anlatıyordu:
“-Bu sefer küfürden bile ağır, aralarında bayan bir Porf un da bulunduğu dört kişilik bir heyet tarafından yaklaşık iki saat süren bir test sonucunda Ayqusu 140 ın üzerinde olarak tescillenmiş salak bir heykeltıraş, ama ölümüne yurt sever ve Atatürkçü bir Türk insanıyım. Sizden ricam şu, siyasi görüşünüz, etnik kökeniniz ve dini inancınız ne olursa olsun, eğer zerre kadar bile olsun vatan sevginiz varsa ve kendinizin, çocuklarınızın, torunlarınızın zerre kadar iyiliğini istiyorsanız eğer, bu videoyu sonuna kadar ama anlamak için dinlemenizi rica ediyorum, sizden. Çünkü gerçekten çok önemlidir.
Şu anda hayatım boyunca en önemli işi yapıyorum, en önemli şeyi yapıyorum. Bunu ancak bu şekilde anlatabilirim şu anki durumumu. Biliyorsunuz benim hakkımda “meczup, deli” falan gibi bir sürü şeyler uyduruluyor. Bu ayqu meselesini de bu nedenle söylemek zorunda kaldım.
Fakat bugün size insanları bana, “deli, meczup, manyak” gibi sıfatlar takmasının çok daha ötesinde laflar söylemesine sebep olacak olan bilim kurgu gibi insanların doğaüstü veya mucize diye nitelendirebilecekleri yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum.
Bu gün yaşadım bu olayı. Aslında beni sevindirmesi gereken bu olay kişisel olarak beni bir kez daha çok üzdü.
Benimle, 8 Temmuz 2016 da benimle konuşarak benden,  “derhal Ankara’ya gitmemi, ve “Erdoğan’a söyle ona yapmasın, vazgeçsin bu işten, diye uyarmamı isteyen ve bana, annesinin söyleyerek yazdırdığı bir mektubu kendisine vermemi isteyen üç varlığı bugüne kadar Türkiye’yi yönetenler hakkında bana verdikleri bilgileri zerre kadar bile olsa hiç kimseyle paylaşmadım, hiç kimseyle. Çünkü neredeyse her cümlesi devletin beni hemen yok etmesi için mantıklı bir sürü sebep oluşturuyor.
Bana bu varlıklar 12 Mart 1971 Askeri darbesinden itibaren Türkiye’nin Türk Ordusu’nun ve Mili İstihbarat Teşkilatının (MİT) bizzat Pentagon tarafından bizzat yönetildiğini, Kıbrıs Barış Harekatının yapılması gündeme geldiğinde Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’ın bu durumun farkına vardıklarını ama üzerine gidemediklerini ve her ikisinin de büyük bir pişmanlık ve vicdan azabıyla bu dünyadan bu şekilde ayrıldıklarını anlattılar. Hatta” Ecevit’in öldürüldüğünü de söylediler. Ve daha da korkunç olanıysa o gün itibariyle, yani 16 Temmuz itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) emir komutasının tamamen Amerika’nın elinde olduğunu, Pentagon’un elinde olduğunu, PKK NIN BİR ABD, BİR İSRAİL ŞİRKETİ OLDUĞUNU, çünkü onlar dediler “şirket” diye, “şirketi olduğunu” ve TSK nın bu nedenle asla PKK ya karşı gerçek anlamda tek bir operasyon dahi yapamadığını, hatta söz dinlememe eğiliminde olan bazı aktörlerin askerlerin veya devlet adamlarının nasıl gündem dışına çıkarıldığını, bu gerçeğin ise generallere çok acı verdiğini ve yüz kızartıcı yöntemlerle bu kişilere bu durumun anlatılarak onların da nasıl pasivize edildiklerini anlattılar. Yani Türk Ordusundaki generallerden bahsediyorum. Ve benim açımdan en korkuncu utanç verici ayrıntılardan birisi ise Tayyip Erdoğan’ın ABD tarafından kendisine verilen somut bilgi ve belgelerle TSK ne Genel Kurmay’a nasıl ayar verip diz çöktürdüğünü anlattılar.
Hatta o meşhur bir olay vardı ya, Yaşar Büyükanıt’la Erdoğan arasındaki o meşhur görüşmede, Büyükanıt’ın ve TSK nin rezil edildiği o konuşmada PKK, MİT ve TSK arasındaki işbirliğinin belgelerinin Tayyip Erdoğan Tarafından Büyükanıt’ın önüne serildiğini ve Büyükanıt’ın TSK nin Türk ordusunun böyle susturulduğunu anlattılar. Ve Taayyip Erdoğan’ın, “bu benimle mezara gidecek” dediği konuşmanın özünün aslında bu olduğunu söylediler.
Taayip Erdoğan’nın bu bilgiyi kamuoyuyla paylaşarak “TSK yı bitirmekle tehdit ettiğini bu şekilde tehdit ettiğini anlattılar. PKK nın bizzat devlet eliyle nasıl kurulduğunu anlattılar ve bu konularda halk uyandırılıp bilgilendirilmemi istediler benden.
Ama ben bunu yapamadım, yapmadım yapamadım, çünkü gözüm yemedi. Argo konuşmayayım ve sürekli onlardan kanıt isteyip durdum, sürekli olarak.
İşte asıl bu gün yaşadığım o mucizevi olaya geliyoruz:
Durup dururken sırt üstü yatmış durup dururken birden bilgisayarım kendiliğinden açıldı, hem de şifre filan yazmadan, bu mümkün değil ve internete de bağlı değildi. Buna rağmen ekranımda bir Yutup sayfası ve bir video açılmıştı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan yine kendi kendine video oynamaya başladı. İşte bana kanıt olan ve bu videoyu yapmama sebep olan şu anki videoyu çekmeme sebep olan ve bana izlettirilen videoyu, yani Abdurahman Dilipak’ın konuştuğu bu videoyu siz de izleyin, önce izleyin ve sonra da ben size asıl ölümcül olan konuyu anlatacağım.
Burada başka bir ses devreye girerek şunları anlatmaktadır, sanırım Abdurrahman Dilipak.
“Abdullah Öcalan aslında “bebek katili” falan diye yazılıp çiziliyor ya. Yabancı birisi değil, aileden birisidir, Abdullah, aslında üniversite yıllarında boğaza filan da giderdik fikir kulübünün çevresinde Hasan Celal Güzel’lerin bulunduğu ortamlarda o an bile, üniversite yıllarından beri devletle ilişki içindeydi, Davut Kesire MİT ajanıydı, önemli bir göreve sahipti. Abdullah Öcalan’ın Şam’da oturduğu evin üstünde Abdullah, altında da MİT in bölge sorumlusu oturuyordu. Aileden derken yabancı birisi değil, aslında Apo’nun kurbanı, bizi bir terminatör olarak böyle yetiştirdiler”.


Ekranıma düşen bir garip görüntü ve ses
Beni uyaran benimle konuşan Türk Milletini uyarmamı, uyandırmamı isteyen bu üç varlığın benden açıklamamı istedikleri ve benim cesaret edemediğim konunun en açık ve net aleni bir şekilde delili vardı, biraz önce izlediğiniz videoda. Bu varlıklar bana PKK’nın 12 Mart darbesinden sonra ABD nin emri ve isteği ile bizzat TC tarafından TSK ve MİT tarafından kurulduğunu Türk ordusunda orgeneral olmuş, kuvvet komutanı olmuş, MİT başkanı olmuş birinin bu konuda bilgilendirilmemiş olmasının hatta bunu kabullenmeyecek birinin bu görevlere getirilmesinin asla mümkün olamayacağını ve oluşan ortaya çıkan bazı problemlerin de 12 Eylül Darbesiyle tamamen ortadan tamamen nasıl kaldırıldığını anlattılar. Hatta bana örnekli soru da sordular. Önce bir Rize’nin bir Trabzon’un ve Türklerin Türkiye’nin toplam nüfusu içerisindeki sayısal oranına bir bak, sonra da bu kişilerin son 14-15 sene içerisinde devlet sisteminde sayısal artışına ve oranına bir bak” dediler. “Bu senin için bir kanıt olmalı” demişlerdi, o zaman bana. Tabi ben o şekildeki bir araştırmayı yapmadım şu ana kadar. Ama Apdurahman Dilipak’ın bu videosunu izledikten sonra kendimden ve korkaklığımdan bir kez daha gerçekten tiksindim. Şunu bilmelisini ki Erdoğan ile yani AKP ve Erdoğan ile FETÖ, ABD İsrail Derin Devleti tarafından aynı nihai amaç için kurgulanmış, yetiştirilmiş ve görevlendirilmiş iki ayrı örgüttür. Ama amaç aynıdır ve şu anda FETÖ örgütü devlet içerisinde 15 Temmuz öncesine oranla eskiye oranla çok çok daha önemli ve stratejik makamları ele geçirmiş durumdadır. AKP Erdoğan FETÖ ve ABD İsrail ittifakı AKP ve FETÖ ittifakı ve ABD ve İsrail ittifakının ortak hedefi 2013 senesine kadar Atatürk’ün kurduğu TC Devletinin yani ilk Türk devletini tarihin kirli sayfalarına gömmektir. Tek amaçları bu, ne yazık ve ne acıdır ki bizim Atatürk’ün partisi dediğimiz CHP nin son 30 yıllık yönetimleri de bu tezgâhın, bu kurgunun birer parçası olmuşlar ve AKP nin Erdoğan’ın iktidarda tutulabilmesi için özellikle de en son Kılıçtaroğlu ile her türlü desteği vermişlerdir bu projeye. Umarım tüm kalbimle dilerim ki aptalca davranıp bana “deli” derler, “meczup” derler kimse inanmaz ve millete rezil rüsva olurum bahaneleriyle bu varlıkların bana söylediği şeylere anlatmakta bu türlü gerçekleri Türkiye ile Türk halkı ile paylaşmakta geç kalmış olmam. Bu videoyu Abdurrahman Dilipak’ın videosunu bir kez daha izlemenizi ve orada anlatılan Abdurahman Dilipak’ın sırıtarak anlattığı o korkunç gerçeği yani PKK nın aslında tamamen TC Devletini yöneten kişilerin derin devletin merinde ve komutasında olduğunu nasıl itiraf ettiğini bir kez daha dinleyin ve görün. Ve şu anda Türkiye’yi nereye götürmek istediklerini sunumuzun n olabileceği hakkındaki düşüncelerinizi yeniden bi gözden geçirin. Eğer anlattıklarımda akla mantığa uygun iğrenç ve kötü olosa da mantıklı olan bir şeyler gördüyseniz ve ülkeniz için herhangi bir şekilde endişeleriniz arttıysa lütfen bu bilgiyi, bu videoyu bu nedenle paylaşın”.
Bunları anlat Ragıp Çeçen ve Çeçen.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 
Fotoğraflar:  Ekranda adının Ragıp Çeçen ve Çeçen olduğunu söyleyen ve videodaki yazıya dökülen anlatımları söyleyen kişi.

Yaşayan en yaşlı (99 yaşında) köy enstitülü öğretmen
Avukat Halit çelenk’in 5 Mayıs günü ölüm yıl dönümünde anma ve ödül törenini izlerken,  Türkiye Barolar Birliği (TBB) Kültür Merkezi’ndeki salonda, en yaşlı, yüksek köy enstitüsü çıkışlı ve 99 yaşındaki en eski köy enstitülü Abdullah Özgucur’u gördüm.  O yaşlı haliyle bastonuna dayana dayana, devrimci bir Avukatın Halit Çelenk’in anma gününe gelmişti.
Giden ay köy enstitülerinin kuruluş yıldönümünde (17 Nisan) eski Hasanoğlan Köy Enstitüsü yerleşkesinde yapılan kutlama şöleninde de gördüğüm bu en yaşlı köy enstitülü Abdullah Özgucur öğretmenle, TBB deki Halit Çelengi anma ve ödül töreni başlamadan önce bu ara boşlukta konuşmak için yanına oturdum. Program başlamadan konuşmaya başladık. O anlattı ben sesini banda aldım. Heyecanlı ve titreyen sesi ile bu Türkiye’nin en yaşlı köy enstitüsü çıkışlı öğretmenimiz, köy enstitüsü anılarını zaman elverdiğince şöyle anlattı.
Enstitülü öğretmen ve öğrencilerin binaları yaptıklarına inanamıyorlar.
Yıllar sonra Hasanoğlan’daki yönetici, öğrencilerin binaları yaptığına inanamamış, ustalar Ankara’dan gelip enstitütü binalarında çalıştığını sanıyormuş. Şimdilerde bile Hasanoğlan Köy Enstitüsünü ziyaret edenler,  yerleşkede bulunan pek çok binaların öğretmen ve öğrencilerin birlikte yaptıklarına inanamıyorlar ve hayran kalıyorlar.  Bu binaları, anlatımlardan öğrendiğimize göre, yaz tatillerinde öğretmen ve öğrencilerin iyi usta olanları yaz tatili yapmıyorlar; gerekli olan binalarını yapımı için imece usulü öteki on kadar eğitim enstitülerinden gelen usta öğretmen ve öğrenciler o yaz topluca istenilen binaları el ele vererek yapıyorlardı. Yapılan bu binalar halen sar sağlam ayakta duruyor.

Hasanoğlan Köy Enstitüsü  Yerleşkesinde genişçe “Milli Eğitim Müzesi veya Hasoğlan Fakültesi açılması isteniyordu 

Yaşayan en yaşlı (99 yaşında) köy enstitülü öğretmen
Yerel dernekler köy enstitüleri anısına, sağlam olan bu binalarda  “geniş anlamda bir Milli Eğitim Müzesi veya Hasanoğlan Fakültesi” açmak için çaba gösterdiklerini, 17 Nisan Hasaoğlan Şöleninde öğrenmiştik.
Müze yöneticisinin, Abdullah Özgucurların binaları yaptığına inanmayışı, 99 luk enstitülü emekli öğretmen Abdulalah Hoca’yı etkilemiş, bunu şöyle anlatıyordu:
“-Hasanoğlan’da yaptığımız bir bina vardı. Bir gün oraya gittim müze yapmışlar. Orada onun yöneticisi bana bir şey söyledi. “Siz buraya gelip gidiyordunuz, Ankara’dan gelen ustalar yapıyordu bu işleri, binaları, değil mi” dedi. Bir türlü kafam almadı bunu.
Ben, dedim, 41 de geldim haziranda geldim, kasım ayı içinde gittim, bu süre içinde on tane, on enstitüden on ekip geldiler, geldiler gittiler.  Onların üzerinde inşaatçı, marangoz öğretmenleri var. Onların yapı sanat ustabaşı var Mustafa Güneri Eskişehir’den resim öğretmeni vardı, bir sivil öğretmeni vardı, köy enstitüsünün yerini gösteren o. Kepirtepe’den gelen vardı. Bu saydığım öğretmenlerden başka Ankara’dan birileri gelip de bir taş koymadı. Nasıl olur da başkası gelip yapsın. Kars’tan, Pazarören’den onlar gitti Akçadağı’ndan, Kepirtepe’den, Trabzon’na hep ekip öğretmenleri, öğrencileri ve başındaki öğretmenleri bambaşkaydı. Hiç kimse değil, tümden bu binaları ekip öğrenciler yaptı. On tane o zaman enstitü vardı, dört tane öğretmen okulu enstitüye çevrilmişti. 14 ekip 15 ncisi köy enstitüsü olan  Hasanoğlan’ı kurdu.


Yaşayan en yaşlı (99 yaşında) köy enstitülü öğretmen
Ben CK: Hocam siz Abdullah Özgucur affedersiniz nerelisiniz aslen.
Abdullah Öcgucur (AÖ): “Ben Konya Beyşehir’e bağlı Manastır köyündenim. Önce Çiftelere geldim ben, Köy Enstitüsüne geldim, önce ben. Çifteler 1937 de Mahmudiye Köy Öğretmeni okulu olarak açıldı, enstitü değildi. Ben oraya geldim 1937 de üç sene. Ertesi sene Hamidiye açıldı, 10 km var aralarında, orada 1942 ye kadar okudum. Beş sene ben orada yapıcılık bölümüne ayrılmıştım, ustaydım. Çifteler’i bitirdikten sonra Hasanoğlan Köy Enstitüsüne geldim. Oraya yüksek kısım öğrencisi olarak geldim, ama 41 de izinli köyüme gitmedim, orada çalışmak üzere, orada Hasanoğlan Köy Enstitüsü açılacak denmişti. Orada ben tatilde köyüme gitmeyeceğim, Hasanoğlan’da iş varsa geleceğim, dedim. Yönetici, “gel” dedi, öyle vardım oraya. Orada yapı sanat yanında resim öğretmenimiz vardı. Hasanoğlan’a eğitim sanat başı olarak gelmiştim. Müdürle tanışıyordum, bir arkadaş daha çağırdım Ali Yılmaz, o da bir arkadaşıyla geldi, Naci Baykal. Üçümüz orada bir köyün pınarı vardı. Kurnalı filan bir pınardı, üstü çalı çirpi ile kapanmış. Mustafa Güneri dedi ki bir gün gelip geçenlerin ayağı altında burada su içiyorlar. Şunu bir halledelim, dedik çalı çir çirpiyi, çaput maput çıkardık, temizledik. Ondan sonra Yapı Ustası Mustafa Güner’i güzel bir şadırvan planı çizdi. O planı üç arkadaş uyguladık, yapı kısmını yaptık. 12 gözü vardı, penceresi vardı, üstüne de çatısını yaptım, şemsiye çatı. Pencereleri ışıklı güzel bir şadırvan, kurnaları akar, akan yere Hasanoğlan Köyü için bir çamaşırhane yapılmıştı, kiremidini biz döşemiştik. Yanı başına da bir hama yaptık, orada çalıştım. Ondan sonra bizim ekip geldi Çiftelerden. Onlarla bir olduk bir okul yaptık. Hep orada kasım ayına kadar çalıştık. Ondan sonra Yüksek kısma geldiğim zaman da, hiç gelmedi Ankara’dan yapı ustası herhangi bir usta gelmedi. Binaları yaparken, Ankara’dan yapı ustası falan hiçbiri gelmedi. Binaları öğrenci öğretmenler bizler yaptık.”.
Ben CK:  Sayın abi, şimdiye kadar nerelerde çalıştın şimdiye kadar?
AÖ: “ Yüksek Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra İvriz Köy Enstitüsüne öğretmen olarak tayin edildim. Orada iki sene çalıştım, sonra askere aldılar bizi, yedek subay olarak altı ay askerlik yaptım 1947 Mayısında, 1948 Haziranında bitirdim. İskenderun’da Maraş’ta kıtalarda bulundum. Ben tekrar İvriz Köy Enstitüsüne döneceğimi sanıyordum, bizim okulumuzu kapatmışlardı, 1947 de. Bizi İvriz Köy Enstitüsüne değil de başka yerde öğretmen yaptılar. Yüksek Köy Enstitülerinden mezun olan çalışan öğretmenlerden bazılarını müfettiş olarak değil, yetkili başöğretmen olarak verdiler. Daha sonra, ilkokul öğretmenliğinden başlayacağım, dedim. Dörtyol’un bir mahallesi vardı oraya tayinimi istedim. Orada bir süre çalıştıktan sonra İki yol ilkokulu vardı oranın öğretmenliği boşalıyordu orayı istedim, başöğretmen olarak gittim, orada çalıştım. Oraya bir Milli Eğitim Müdürü gelmişti. Ben çalışırken, orada bir baraka yapıyordum, müdür, “sen bunlardan anlıyor musun” dedi. Anlıyorum, dedim. Sonra Dörtyol Erzin Nahiye Ortaokuluna atandım, resim öğretmenliğine atandım. Sonra Merkez Ortaokuluna tayinde bulundum oradan iki sene çalıştım Kız Öğretmen Okulu vardı, oraya gittim. Kız Öğretmen Okulunda 8-9 sene çalıştım, sonra enstitüler yerleştirme yerleriyle oralardan aldılar Gemerek’e verdiler. Gemerek Lisesinden emekli oldum.
CK: Kaç çocuk var.
AÖ: Beş çocuk var.
CK. Kaç yaşındasın
AÖ: 99 yaşındayım.
CK: Teşekkür ederim, sağlıklı yıllar dilerim.
Program başlamak üzere olduğu için ayrılarak yerime oturdum.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız 

Haddini bilmek!...- Güner Yiğitbaşı
Haddini bilmek, güzel bir şeydir ve medeni toplumlarda gereklidir de.
Herkes;sıfatları,makamları,görevleri,yetkileri,ırkı,cinsiyeti,dili,rengi ne olursa olsun, haddini bilmek zorundadır.
Herkesin haddini bilmesi, anayasanın eşitlik ilkesinin de gereğidir. Kimsenin, diğer kimseden bir üstün yanı yoktur. Herkesin haddinin sınırında, diğer kişinin haddi ve hukuku başlar.
Hukukun üstün ve egemen olduğu, her şeyin kurala bağlandığı, anayasa ve anayasaya uygun yasaların hakim olduğu demokratik toplumların, en belirgin ve olmazsa olmaz kuralı, bir tek kişinin dahi istisna tutulmadığı, herkesin haddini biliyor ve bilmek zorunda olmasıdır.
Geçtiğimiz günlerde iş adamlarının, sivil toplum kuruluşu olarak, anayasal haklarını kullanmak suretiyle sarf ettikleri bir sözü beğenmeyen AKP Genel Başkanı; iş adamlarına, haddinizi bilin diye bir uyarıda bulundu.
Bu uyarı yerindeydi veya değildi, iş adamları hadlerini aşmışlardı veya aşmamışlardı, biz bunu tartışmıyoruz.
Velev ki; iş adamlarımız, hadlerini aşan bir söz sarf ettiler ve AKP Genel Başkanı iş adamlarına hadlerini bilmeleri konusunda haklı bir uyarıda bulundu.
Sözde de olsa, demokratik, hukukun egemen olduğu, herkesin yasa önünde eşit sayıldığı bir toplum olarak anılmaya devam ettiğimize göre, kim olursak olalım; bir başkasına haddini bilmesi uyarısında bulunmadan önce, bir öz eleştiri yapmak ve kendimizin, anayasa ve yasalarla sınırları çizilen haddimizi aşan söz ve davranışlarda bulunup bulunmadığımızı sorgulamak zorundayız.
Kimse unutmasın, haddini bilmek bir erdemdir ve demokrasinin olmazsa olmazıdır.
Değerli okurlar; beşeri ilişkilerinizde, bir hak ve yetkinizi kullanırken, söz ve davranışta bulunurken, lütfen haddinizi biliniz, haddinizin sınırlarını aşmayınız, haddini aşanlara da hadlerinin sınırlarını hatırlatınız, bu erdemli davranışınızdan hiçbir zarar görmeyeceksiniz, ama hadlerini aşan istisnasız herkesin haddini bilmesini istemenin ve beklemenin de, sizin en temel hakkınız olduğunu unutmayınız.
10/05/2019
Güner YİĞİTBAŞI
Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget