Ağustos 2022
Abbas Güçlü Ahmet Tan Alev Coşkun Ali Eralp Ali Sirmen Ali Tartanoğlu Alican Uludağ Altan Öymen Arslan BULUT Ataol Behramoğlu Atilla Kart Aydınlık yazarları Ayşenur Arslan Barış Yarkadaş Bedri Baykam Bekir Coşkun Bilim Teknik Bozkurt Güvenç Burak H. Özdemir Bülent Soylan Can Ataklı Can Dündar Celal Şengör Cengiz Önal Cengiz Özakıncı Cevat Kulaksız Ceyhun Balcı chp Coşkun Özdemir Cumhuriyet yazarları Cüneyt Arcayürek Çiğdem Toker Deniz Kavukçuoğlu Doğan Kuban Dr. M. Galip Baysan Dünya haberleri Ece Temelkuran Eğitim Ekonomi Emin Çölaşan Emine Ülker Tarhan Emre Kongar Erdal Atabek Erdal Atıcı Eren Erdem Ergin Yıldızoğlu Erhan Karaesmen Erol Manisalı Ertuğrul Kazancı Ferhan Şensoy Fırat Kozok Fikret Bila genel Gündüz Akgül Güner Yiğitbaşı Güngör Mengi Güray Öz Gürbüz Evren Hakkı Keskin Hasan Pulur Hayrettin Ökçesiz Hikmet Çetinkaya Hikmet Sami Türk Hulki Cevizoğlu Hüner Tuncer Hüseyin Baş Işık Kansu Işıl Özgentürk İlhan Cihaner İlhan Selçuk İlhan Taşçı İnci Aral İrfan O. Hatipoğlu İsmet İnönü Kemal Baytaş Kemal Kılıçdaroğlu Köşe Yazıları Kurtul Altuğ Kürşat Başar Levent Bulut Levent Kırca Leyla Yıldız lozan Mehmet Ali Güller Mehmet Faraç Mehmet Haberal Mehmet Halil Arık Mehmet Türker Melih Aşık Merdan Yanardağ Meriç Velidedeoğlu Mine Kırıkkanat Miyase İlknur muharrem ince Mustafa Balbay Mustafa Mutlu Mustafa Sönmez Mümtaz Soysal Müyesser Yıldız Necati Doğru Necla Arat Nihat Genç Nilgün Cerrahoğlu Nuray Mert Nusret Ertürk Oktay Akbal Oktay Ekinci Oray Eğin Orhan Birgit Orhan Bursalı Orhan Erinç Ömer Yıldız Özdemir İnce Özgen Acar Özgür Mumcu Öztin Akgüç Rıza Zelyut Rifat Serdaroğlu Ruhat Mengi Sabahattin Önkibar Sağlık Saygı Öztürk Selcan Taşçı Serpil Özkaynak Sevgi Özel Sinan Meydan Siyaset Soner Yalçın Sözcü yazarları Spor Süheyl Batum Şükran Soner Tarım Tarih Tayfun Talipoğlu Tekin Özertem Tülay Hergünlü Tülay Özüerman Tünay Süer Türey köse Türkiye Türkkaya Ataöv Uğur Dündar Uğur Mumcu Utku Çakırözer Ümit Zileli Vatan Yazarları Video Yakup Kepenek Yaşar Nuri Öztürk Yaşar Öztürk Yazı Dizileri Yener Güneş Yeniçağ yazarları Yılmaz Özdemir Yılmaz Özdil Yurt Yazarları Yüksel Pazarkaya Zeki Tekiner Zeynep Göğüş Zeynep Oral Zulal Kalkandelen

Gülşen tahliye edildi (mi)?
Bugün,  itiraz üzerine,  Gülşen'in sözüm ona tahliyesine karar verildi,  öyle mi?

Adamı güldürmeyiniz lütfen. 

Gülşen sözüm ona tahliye edildi ve onun yerine adli kontrol hükümleri uygulanarak evden çıkmamasına, yani ev hapsine karar verildi. 

Ceza Muhakemesi Kanununun 109. maddesi uyarınca adli kontrol hükümlerinin uygulanması da,  yasal ve meşru bir uygulamadır. 

Ancak, Adli kontrolü düzenleyen CMK. nın 109. maddesi çok açıktır. 

109. madde der ki; ”Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada,  100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde,  şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir. ”

Neymiş efendim?

100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebilir. 

Yani; adli kontrol altına alma kararı verilebilmesi için de, CMK. nın 100. maddesinde açıkça belirtilen tutuklama nedenlerinin varlığı şarttır. 

Adli Kontrol altına alma kararı, tutuklamanın koşullarının var olması halinde alınabilecek olan ikame bir yoldur. 

Bu nedenle, tutuklama kararı veren hakimler, tutuklama kararının sonuna, adli kontrol altına alma kararının yetersiz kalacağı nedeniyle, ben tutuklama kararı veriyorum sözünü ilave ederler. 

Gülşen’in tutuklanmasına ilişkin karara itirazı inceleyen hakim, tahliye kararını verip, bu kararı adli kontrole, ev hapsine dönüştürürken, tutuklamanın yasal koşulları var ve hala devam ediyor, ancak ben adli kontrol hükümlerinin uygulanmasını yeterli buluyorum ve bu nedenle tahliye kararını verilirken onun yerine adli kontrol hükümlerini, ev hapsini ikame ediyorum demiyor. 

İtirazı kabul eden mahkeme; adli kontrol şartıyla tahliye kararı verirken, öyle gerekçeler sıralamış ve demiş ki; ”toplanması gereken tüm delillerin toplanmış olması, bu aşamadan sonra şüphelinin kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunmayışı, . . . . . . hep birlikte değerlendirildiğinde tutuklamadan beklenen faydanın adli kontrol tedbirleriyle sağlanabileceği nazara alınarak, şüphelinin üzerine atılı suçtan adli kontrol altına alınarak tahliyesine karar vermek gerekmiştir. ”demek suretiyle, CMK. nın 100. maddesinde açıkça ve sınırlı olarak sayılan tutuklama kararının yasal gerekçelerinin bulunmadığını,  çok net bir şekilde itiraf etmiştir. 

İtirazı inceleyen hakim tutuklamanın yasal koşullarının bulunmadığını kararında açıkça itiraf ve kabul etmesine rağmen, adli kontrol altına alma kararı vererek, CMK'nın 109. maddesini açıkça çiğnemiş ve adına adalet dağıttığı Türk Milleti ile dalga geçmiş ve alay etmiştir. Yok dalga geçmemiş ve alay etmemiş de,  bu kararın hukuki ve yasal olduğuna inanarak karar vermişse, o zaman bu hakim maalesef, hukuki bilgiden yoksun olup, mesleki yetersizlikten dolayı, acilen hakimlikten uzaklaştırılmalıdır. 

Hukukta, insanların özgürlüklerinin söz konusu olduğu mesleklerde,  sadece yasalar üstündür, hiçbir merci ve makamın gönlünü hoş tutmak, gönlünü razı etmek için,  ne şiş yansın, ne de kebap cinsinden kararlar verilemez. 

Yazıklar olsun.

Güner Yiğitbaşı

29/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

İmam Hatip Okulları Ve Gülşen'in Tutuklanması
Şarkıcı Gülşen, 4 ay önce sahnede söylediği; ”İmam hatipte okumuş . . . . sapıklığı oradan geliyor” sözleri nedeniyle dün (25/08/2022) gözaltına alınıp sorgulandıktan sonra,  akıl almaz bir şekilde,  yasalara aykırı olarak tutuklandı. 

Gülşen'in tutuklanması;  kastettiği kişi kimse,  sapıklığı imam hatipte okumasından geliyor dediği o kişi ve o kişinin şahsında, tüm imam hatipte okuyanlara hakaret etmesinden kaynaklanmıyor bize göre. 

Asıl mesele,  kişi ve kişiler değil bizce.  

Gülşen'i tutuklatan; Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez diyerek koruma altına aldığı, Cumhuriyetin temel ilkesi olan laikliğe,  anayasanın koruması altındaki devrim bir yasası olan  Öğrenim Birliği Yasasına karşı olan ve İmam Hatip Liseleri üzerinden,  öğrenim birliğini, laik eğitimi yok eden, hem Müslüman ve hem de laik olunamaz diyen, oy devşirmek için din tacirliği yapan politikacıların temsil ettiği zihniyettir. Asıl mesele budur. 

Gülşen'in tutuklanmasının temelinde yatan İmam Hatip Liseleri nedir, nerelerden bugünlere getirilmiştir?

Anayasanın koruması altındaki, laik eğitimi esas kılan bir devrim yasası olan Öğrenim Birliği Yasasına göre; bugünün imam hatip liseleri, lise değildir. İmam hatip okuludur. Yani, sözüm ona aydın görüşlü din adamı ve  imam yetiştirmek amacıyla açılan,  Öğrenim Birliği Yasasından meşruiyetini alan,  dini temele dayalı bir meslek okuludur. 

Ülkenin din adamı ve imam  ihtiyacıyla sınırlı olarak açılması ve öğrenci kabul etmesi gereken bir meslek okuludur. 

İmam hatip okulları,  yüksek okul ve üniversitelere öğrenci yetiştirmek amacıyla açılmamışlardır, bu okulların yasal dayanağı olan Öğrenim Birliği Yasasının amacı da bu değildir. 

Anayasamıza göre T. C. Laik bir devlettir ve din adamı, imam  olmak isteyen,  bu mesleği yapacak olanların kayıt olup okuyacakları dini eğitim veren imam hatipler; devletin kadrolarına,  hakim, savcı, kaymakam, doktor, iktisatçı ve sair önemli bürokratları yetiştiren yüksek okul ve üniversitelere öğrenci kaynaklığı yapamaz. 

Din adamı olmak isteyenler; seçimlerini buna göre yapmalı ve imam hatip okullarına gitmeli, savcı, hakim,  kaymakam,  doktor, iktisatçı ve sair,  din adamlığı dışında bir mesleğe yönelmek isteyenler de,  genel liselere gitmelidirler. 

Seçim haklarını buna göre kullanan öğrenciler ve ailelerinin,  bunun dışındaki talepleri, hem din adamı olayım,  hem din eğitimi alayım ve hem de hakim, savcı, kaymakam olayım demeye hakları yoktur. Bu,  yasa önünde eşitlik kuralına da aykırı değildir. 

Kimse;  insanları, imam hatip okumaya zorlamıyor. Seçim hakkını baştan buna göre kullanmalıdır herkes. 

Ben çocuğumun din eğitimi de almasını, dinini öğrenmesini istiyorum demek de mazeret değildir. Laik eğitim veren okullarımızda da din dersleri vardır, Diyanet İşleri Başkanlığının görevi de kurslar açarak isteyene dinini öğretmektir. Aile çevresinden de din eğitimi alınarak dini bilgiler elde edilebilir. 

Peki ne olmuştur da, Öğrenim Birliği Yasasına göre; sadece din adamı ve imam yetiştirmek amacıyla kurulan ve ismi de imam hatip okulu olan bu meslek okulları, isim ve kabuk değiştirerek imam hatip lisesi ve her branşta eğitim veren tüm yüksek okul ve üniversitelere öğrenci yetiştiren genel orta öğrenim kurumları haline gelmişlerdir?

Bunun tek nedeni, çok partili hayata geçildikten sonra,  iktidara gelen sağ görüşlü, siyasal gelecekleri için dini istismar eden, dinden oy devşiren,  din taciri partiler ve politikacılardır.  

İlk aşamada, ilgili yasalarda değişiklikler yapılarak; imam hatip okulları,  imam hatip lisesi adını alarak, sadece kendi dallarıyla sınırlı olarak, dini eğitim veren İslam Enstitüleri ve İlahiyat Fakülteleri gibi yüksek okul ve üniversitelere öğrenci verme hakkına kavuşturulmuş, dini öğrenime kapı aralanmış ve daha sonraki aşamada ise,  yine Yüksek Öğrenim Yasasında değişiklik yapılarak,  imam hatip liseleri, kendi dalları dışında kalan her branştan tüm yüksek okul ve üniversitelere öğrenci yetiştirme hakkına kavuşturulmuştur. 

Doğası gereği, dinin katı ve değişmez  kalıplarına, çağımızın koşullarına  uymayan din eksenli ve katı din kurallarına göre, anti laik zihniyetle, anti laik kafa yapısına yatkın öğrenciler yetiştiren  İmam Hatip Okullarını; anayasaya, anayasanın koruması altındaki Öğrenim Birliği Yasasına aykırı olarak, isim ve kabuk değiştirterek bugünkü durumuna getiren, dini siyasal amaçlarına alet eden aynı zihniyet,  bugün de iş başında olup, politikaya atılarak seçimle iş başına gelen, milletvekili, bakan, devlet başkanı,  başbakan gibi siyasileri tenzih ediyoruz, devletin üst düzey makamlarına atama ile getirilen  bürokratların neredeyse tümüne yakını,  imam hatip çıkışlı olup, bu okullar arasında dahi bir ayrım yapılarak,  özellikle Kartal İmam Hatip Lisesi çıkışlılar dikkat çekmektedir. 

Gülşen ve Gülşen gibilerin imam hatip mezunlarına, onları küçük düşürecek sözler söylemelerini biz de asla onaylamıyoruz ve kınıyoruz. 

Ancak, bu tür olayların ve tartışmaların önüne geçmek için de,  İmam Hatip Liselerini, geldikleri yere, ülkenin ihtiyacı kadar imam yetiştiren İmam Hatip Okulları statüsüne geri göndermek, yüksek okul ve üniversitelere öğrenci yetiştiren liseler statüsüne son vermek,  anayasal ve yasal bir zorunluluktur. 

Bu tartışmaların sonlanmasının başka yolu yoktur.

Güner Yiğitbaşı

26/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukç

Gördüğüm Zeynep Ananın Rüyası Ve Anımsattıkları
Rahmetli Mustafa Amcamın karısı “Çokuna” diye anılan rahmetli Zeynep Anayı 77 yıllık ömür yaşantımda ilk kez 24 Ağustos 2022 Çarşamba günü rüyamda gördüm. Bütün aile bu en büyük amcamızın karısı bu kadını ikinci anamız gibi sever sayardık, biraz da korkardık.  Geceleyin rüyadan uyanınca ruhuna hemen “üç Gulhu bir Elham” okudum (ölüleri yad edince bu duaların okunması istenir); şaşırdım hiç rüyama girmezken bu da neyin nesi diye düşünürken, belki de benden dua bekliyor olmalı, diye düşündüm. Rüyanın bazı ayrıntılarını sabaha kadar unutmadımsa da akşamleyin yoğunlukta onları da unuttum. 

Bu Zeynep Anayı anınca geçmişimle ve onunla ilgili anımı mutlak anlatmalıyım. Tok sert sözlü, dobradobur ve dürüst bir kadındı. Çile çekmiş insanların hafiften bir sinirlilik hali vardı, sinirlenince kafası hafifçe sallanırdı.

Ben kendi köyüm Yelek’te öğretmen olarak çalışırken, 19 Temmuz 2022 de daha yeni kaybettiğim ve benimle 52 yıl evli yaşayan rahmetli eşim Gülhan’ı 53 yıl önce bu rüyasını gördüğüm Zeynep Ana ile birlikte istemeye gittik. Çünkü babam annem yoktu sadece şimdiki yatalak yatan Miyase analığım vardı, o da gitmek istemedi. 

Evlerine 200 m uzakta arabadan inip Gülhan’ların evlerine yürüyerek yaklaşırken, rahmetli Zeynep Ana, “Hasibe’nin de ağzı galabalık olur, gızı verirler mi vermezler mi” diye söylenmeye başladı. Eve yaklaştıkça Zeynep Ana, “amaan Cavat bizde köyde kız mı yoktu da beni buralara sürüklüyon” diye mırıldanıyordu. 

Biz evin avlusuna varınca, rahmetli kaynanam Hasibe, kayınpederim Kazım Göçmen pencereden bizim gelişimizi, öbür pencereden de müstakbel eşim olacak Gülhan bize bakarlarmış. Kazım Göçmen, “Hasibe ben bu oğlana bu gızı veririm, gelişleri bana güven verdi, oğlan hem öğretmenmiş hem müdürmüş” diye mırıldanırmış, sonradan rahmetli eşim bunu bana anlattı.

 Konuları anıları anlatırken “laf lafı açar” veya “açtı” derler ya. Ben de rüyamı anlatmaya çalışırken gözlerim nemli bu anıları sizinle paylaşmak istedim.

Rahmetli eşim, biz evlendikten sonra, felç ve hasta yatalak anasına (Hasibe Anaya) dört yıl kadar baktı. Bakarken de anasının “zarlanışına”, sızlanışına bakarmış. (Rahmetli Kaynanam Hasibe felçli yatarken, başına gelenlere, “Allaha yalvarın da ben böyle sürünmeyim, hemen öleyim” diye sitem edermiş. İşte rahmetli eşim Gülhan, rahmetli annesi Hasibe’nin bu sitemli üzüntülü söz ve davranışları karşısında, kendi kendine “Allah’ım beni böyle felçli yataklara yatırma, bir günde benim canımı al, bir gün yatak bir gün kara toprak” diyerek dualar istemler mırıldanırmış. 

 Kaderin cilvesine bakın ki, yaşamımızın 18 Temmuz 2022 tarihine geldiğinde, eşim Gülhan evimize yakın sağlık ocağına bazı ilaçlar yazdırmaya gidiyor. Hiçbir yatacak hastalığı yoktu. Hatta bana, “sen şu köpeği gezdirmeye götür ben de yavaş yavaş sağlık ocağına gidip şu ilaçlarımı yazdırayım” diyordu. Sağlık ocağına doğru giderken, komşularla sohbet ede ede sağlık ocağına varınca ani bir kalp krizi ile yere yığılıyor. En yakın özel bir hastaneye kaldırdık, o gün yoğun bakıma aldılar, stent falan derken düzelmişti. Fakat ertesi günü yani 19 Temmuz günü gecenin 5.45 inde gelen ikinci kalp krizi ile tıpkı istediği gibi, bir gün bile hasta yatmadan bu dünyadan 71 yaşında veda ediyor. Zamansız gelen bu ölüm karşısında şok oldum, evde tek başıma bir küçük köpeğimle yaşama direnmeye çalışıyorum.      Bir rüya beni nerelere götürdü, neleri anımsattı.

Cevat Kulakısz

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com

Partili Cumhurbaşkanının aklına yeni gelmiş olmalı. 

Partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN; Türk Milletinin aynı gemide olduğunu,  güvenlik nedenleriyle olduğu gibi, ekonomik nedenlerle de,  bu geminin delinmesi halinde, geminin batacağını ve hep birlikte boğularak yok olacağımızı söylemiş. 

Günaydın. 

Bandırma Gemisindekiler Delinen Saltanat Gemisindekileri De Boğulmaktan Kurtaracaklardır
ERDOĞAN;  nihayet, kendisinin ve partili ve parti yandaşı bir azınlığın içinde bulunduğu,  kendisinin bizzat kaptanı olduğu, yönettiği, kaptan köşkünden Türk Milletine yukarılardan baktığı,  yönetimindeki saltanat gemisinin, kötü kaptanlık nedeniyle,  kayalara bindirerek alttan delindiğini ve geminin hzl.a su almaya başladığını ve böyle giderse saltanat gemisinin batacağını anladığı için, saltanat gemisinin kaptan köşkünden  84 milyon Türk Vatandaşına hitap ederek, durumun vahametini bildirmiş, çare olarak da gelin elinizdeki Türk parasını dövize ve altına yatırmayın, saltanat gemimizin delinen yerlerine yama yapmak için kullanalım çağrısını yapmıştır. 

ERDOĞAN; şunu çok iyi bilmelidir ki; her yerinden delinerek su almaya başlayan,  kendisinin dümeninde bulunduğu saltanat gemisini kurtarmak, bu aşamadan sonra asla mümkün değildir.  

Kaldı ki; Türk Milletinin büyük ekseriyeti, ERDOĞAN'ın içinde ve dümeninde bulunduğu lüks, şatafat ve safahat içinde yaşadığı saltanat gemisinin içinde değildir. 

Bu nedenle, Türk Milleti; delinen ve batacak olan saltanat gemisinin içinde asla boğulmayacaklardır. 

Hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerine laik cumhuriyetin kurucu değerlerine ve ATATÜRK ilkelerine sadık ve bağlı olan Türk Milletinin büyük ekseriyeti, ATATÜRK'ün ruhunun ve manevi varlığının içinde dolaştığı BANDIRMA Gemisinde olup, 2023 Haziranında yapılacak olan demokratik seçimler sonunda, Türk Milleti Saltanat Gemisini denizde değil, sandık içinde batıracak ve Tarihi BANDIRMA GEMİSİ ve içindeki Türk Milleti;  salimen,  insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne dayalı Demokrasi Limanına ulaşarak,  buraya  demir atacaktır. 

BANDIRMA GEMİSİ; 19. Mayıs. 1919 da,  Samsun Limanına ulaşıp demir atarak Türk Milletini ve yurdunu kurtardığı gibi; bir kez daha görevini yapacak, hiçbir ayrımcılık yapmadan,  AKP ve yandaşları da dahil, Türk Milletinin tamamını,  AKP ve Saray iktidarının ülkeyi felakete sürükleyen kötü yönetiminden  kurtaracaktır. 

ERDOĞAN dahil,  hiç kimsenin bundan şüphesi olmasın.

Güner Yiğitbaşı

24/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Seçmeni Yanıltmaya Yönelik İki Yanlış Ve Kasıtlı Düşünce
Türk seçmenini yanıltmaya yönelik iki yanlış düşünce,  bazı kişiler ve çevreler tarafından halkımıza empoze edilmektedir. 

İlki; bazı kişi ve çevreler diyorlar ki; ERDOĞAN,  kaybedeceği bir seçime girmez,  bu nedenle 2023 seçimlerinde cumhurbaşkanlığına aday olmayacak ve yerine başka aday çıkaracaktır. 

Ne kadar komik, geçersiz ve akılsızca bir düşünce. 

AKP dediğiniz parti,  sizin sandığınız gibi, klasik bir siyasi parti midir?

Kuruluş yıllarındaki AKP ve kadrolarından bugün bir eser kalmış mıdır?

Asla. 

AKP bugün şahıs partisi, ERDOĞAN'ın kişisel partisi haline gelmiştir. 

AKP demek ERDOĞAN demektir. 

Bu nedenle, diyelim ki; ERDOĞAN aday olmadı ve yerine bir başkasını aday gösterdi ve o aday kaybetti, sizce kaybeden,  ERDOĞAN'ın yerine ikame ettiği kişi mi, yoksa ERDOĞAN'ın kendisi midir?

Tabii ki; ERDOĞAN kaybetmiş olacaktır. 

ERDOĞAN; kendisi aday olduğu halde kaybederse, sadece seçim kaybetmiş bir lider olacaktır, bu da demokrasilerde utanılacak bir şey olmayıp, doğal karşılanmalıdır. 

Ancak, ERDOĞAN; seçimi kaybedeceğini bildiği için yerine bir başkasını aday gösterir ve o aday da seçilemezse, hem seçimi kaybetmiş ve hem de korkarak seçimden kaçmış bir lider damgasını yiyecektir. 

Bu nedenle, seçimi kaybedeceğini bilse de; ERDOĞAN,  üstün egosunun da esiri olarak adaylıktan asla vazgeçmeyecektir. 

ERDOĞAN; kaybedeceği seçime girmez diyenler; ERDOĞAN,  kaybedeceğini bildiği bir seçimi, ne yapar yapar erteletir, seçimi yaptırmaz derlerse, daha inandırıcı olurlar. Ona ben dahi inanırım. 

İkinci yanlış ve geçersiz düşünceye gelince; yine bazı kişi ve çevreler diyorlar ki; ERDOĞAN,  seçimler yaklaştığı için,  seçim yatırımı olarak halktan oy alabilmek için,  ESAD ile doğrudan görüşmeye ve el sıkışarak barışıp anlaşmaya zemin hazırlıyor. 

Bu da çok yanlış ve geçersiz bir düşünce bize göre. 

ERDOĞAN; seçim yatırımı olmaktan ziyade, köşeye sıkıştığı,  duvara tosladığı ve artık kaçacak bir yeri kalmadığı, ekonomik kriz, Suriye'ye yapmayı düşündüğü ve günler önce ilan ettiği operasyonu, alandaki büyük dış güçlerin baskıları ve onay vermemeleri nedeniyle yapamayacağını anlaması, her zaman Suriye konusunda desteğini aldığı PUTİN'in zorlaması ve muhalefetin baskıları, ESAD'ın koltuğunu sağlamlaştırması, ESAD'ı deviremeyeceğini anlaması nedenleriyle, Suriye lideri ESAD ile el sıkışarak anlaşmaktan başka çaresinin olmadığı gerçeğini görmeye başladığı için,  ESAD ile doğrudan görüşmeyi ve tokalaşmayı, Suriye politikasında tükürdüğünü yalayarak büyük bir “U” dönüşü yapmayı,  kerhen kabul etmiştir, kabul etmek zorunda kalmıştır. 

Seçmen bu durumu açıkça bilmektedir. 

ERDOĞAN on bir sene önce, Suriye bizim iç meselemizdir, Suriye halkına zulüm yaptığı için, bu zulme ve ESAD'ın hükümranlığına son vermek için Suriyeye girdik diyerek, Suriye sorunu ve krizini kendisinin bilerek ve isteyerek, bağımsız bir devletin iç meselesine, iç çatışmasına burnunu sokmuş ve doğrudan müdahil, Suriyeli muhalif güçlere destek olmuş,  ATATÜRK'ün;  “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” vasiyetine ihanet ederek,  ülkemizin başına çorap örmüş, yüzlerce şehidin kanına girdiği gibi, milyarlarca doları Suriye bataklığına gömmüş, milyonlarca Suriyeli mülteci bize girmiş, ülkemizin demografik yapısı bozulmuştur. 

Halkımız bunu çok iyi bilmektedir. 

Bu nedenle, Suriye sorununun baş müsebbibi ERDOĞAN'ın,  on bir sene sonra çark ederek,  kerhen ESAD ile doğrudan görüşerek Suriye sorununun çözümü için doğru adım atmış olması, asla bir başarı değil, ülkeyi siyasi, askeri ve ekonomik olarak büyük zararlara sokan bu ülkeye yapılan en büyük kötülüğün telefisi için atılan zorunlu bir adımdır. 

ERDOĞAN; Türk halkına ve seçmenine eşeğini kaybettirmiş ve şimdi bulmaya çalışmaktadır. 

ERDOĞAN; ülkeyi büyük zararlara sokan çok yanlış dinsel ve mezhepsel Suriye politikasındaki bu yanlışından on bir sene sonra dönse de, bu nedenle halkımızdan oy istemeye hakkı ve yüzü asla olmamalıdır, oy istemeden önce,  Suriye yanlışı nedeniyle ülkeye verdiği büyük kayıp ve zararların hesabını vermek zorundadır. 

AKP çevreleri ve yandaş basın; ERDOĞAN'ın,  ESAD ile doğrudan görüşmeye yanaşması üzerine, ERDOĞAN'ı yanlış Suriye politikası nedeniyle on bir yıl boyunca eleştiren ve çözüm için ESAD ile doğrudan görüşülmesi gerektiğini sürekli savunan,   ERDOĞAN'ın,  yanlış Suriye politikasından, ancak on bir sene sonra,  büyük bir inatlaşmadan sonra,  çok geç  çark etmesi nedeniyle,  şimdi onu eleştiren ve bunda da yerden göğe kadar haklı olan en başta ana muhalefet olmak üzere muhalefet partilerini, ERDOĞAN'ın ESAD ile barışmasını eleştiriyorlar diye suçlamaya başladılar, burada halkımızı aldatmaya yönelik büyük yalanlar uyduruyorlar. 

Muhalefetin eleştirisi, ERDOĞAN'ın;  on bir yıl sonra, bugün  doğru yolu bularak, sebepsiz olarak kendi elleriyle yarattığı Suriye sorununun çözümünün ESAD ile doğrudan görüşerek anlaşmaktan geçtiği noktasına gelmesi değil, bu noktaya niçin on bir yıl bekledikten sonra gelmiş olmasıdır. 

Güner Yiğitbaşı

23/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bir Örgüt Emekçisinin Anıları (1950-1980)
Başlıkta okuduğunuz tümce, değerli dostum, sınıf arkadaşım sevgili Mehmet Gümüşçü’nün büyük bir emekle yazdığı eserin adıdır.

Nezaket göstererek bana gönderdiği eserini büyük bir keyif ve heyecanla okudum.

Heyecanımın nedeni, eserde ayrıntıları ile anlatılan olayların ve politik yaşamın aynı dönemde bire bir yaşayanı olarak belleğimi tazelemek ve ayrıntısını tam bilemediğim olayların perde arkasını ayrıntılarıyla öğrenmek oldu.

Sevgili Mehmet daha Lise çağlarında 15 yaşında ilgilenmeye başladığı politikada laik Cumhuriyeti, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini içselleştiği için Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinde yer almaya karar vermiştir.

Partide büyük bir özveri ile çalışmış, zamanla emeğinin karşılığını alarak önce Kayseri Genç Kolları Başkanı, sonra Merkez ilçe Başkanı ve daha sonra da İl Başkanı olmuştur.

Sevgili dostum politikada dürüst davranmayı, ayak oyunlarına itibar etmemeyi, her koşulda doğruları dile getirmeyi ilke edinerek, ülkemizin arzu ettiği, ancak çok azına rastladığı politikacı örneğini sergilemiştir.

Ayrıca, hiçbir yetkilinin önünde ve en zor koşullarda onurlu davranmayı ilke edinmiştir.

Bu duruma bir örnek kitabındaki dizelerden alıntılamak istiyorum.

“Genel Kurmay Başkanına Cemal Tural’ın teftişe geleceği haberini aldık. Seferberlik ilan edilmiş bir hareketlilik başladı…….soğuk hepimizi zorlamaya başlamış, beyaz eldivenler içindeki parmaklarımızı birleştiremez hale gelmiştim….. Orgeneral Cemal Tural, merasim bölük ve takım komutanlarının ellerini sıkıp ilerlerken, sıra bana geldiğinde aşırı soğuk nedeni ile beyaz eldiven içindeki parmaklarımı bir türlü kavuşturamadım. Tural Paşa, sert bir biçimde “Asteğmen bitiştir parmaklarını”  diye gürledi. “Emredersin Komutanım” dedimse de başarılı olamadım. Elindeki asayı elime vuruverdi. Sanki parmaklarımın tümü kopmuştu. Duyduğum büyük acının etkisiyle “Vuramazsınız Komutanım” diyerek, isyan ettim.

Bu söylemi Türk Ordu tarihinde bir Asteğmenin dile getirdiğini sanmıyorum. Onuru kırılan Sevgili Gümüşçü bunu söyleyebilmişti.

Sonuç ne mi olmuş?  Dostum tümcesinin sonuna ünlem koyarak bununu “Oda Hapsi Ödülü (!) değerlendiriyorsa da, ben bunun Orduda alınmış bir Onur Madalyası olarak değerlendiriyorum.

Siz ne dersiniz?

CHP’ye gönül veren tüm önerilere karşın partisini tek etmeyen ve büyük bir özveri ile çalışan değerli kardeşim Gümüşçü, 1977 Genel Seçimlerinde 3. sıradan CHP Milletvekili seçilir ve o yıl Kayseri’de CHP’yi birinci parti konumuna getirmeyi başarır.

Daha anlatılacak çok övünecek olay vardır. Burada son vererek, 30 yıllık bir süre için tarihe not düşen bu değerli eserin mutlaka okunmasını ve Ülkenin bu günlere gelişinin nedenlerini öğrenilmesini öneriyorum.

Eline, yüreğine, emeğine sağlık sevgili Gümüşçü.

Gündüz Akgül

22.08.2022

Gündüz AKGÜL

Emekli Cumhuriyet Savcısı

Bülent Arınç Ve Turhan Çömez Farkı Ve Kalitesi
Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Manisa mitingi öncesinde, kürsüye çıkarak konuştu ve  “Cumhurbaşkanımızın daveti ile kendi güzel şehrimize geldim” dedi ve söylediği;” AK Parti’nin gönüllü bir temsilcisi olarak huzurlarınızdayım.  Cumhurbaşkanımızın buraya geldiğinde benim size söylemek istediğim şey,  “ Bana gösterdiği vefanın 10 mislini Sayın Cumhurbaşkanımıza da onun partisine de gösterecektir. ” sözleri oldukça dikkat çekti. 

Hepimiz nasıl bilirdik? Bülent ARINÇ'ı;yeri geldi mi cesaretle doğruları dile getirir ve kral çıplak diyebilecek kadar omurgalıdır. 

AKP'nin kurucu dört liderinden birisidir ARINÇ. 

AKP de, sözlerinin bir değeri olan, korkusuzca doğruları söyleyebilen  ağır abi olarak ünlenmiştir Bülent ARINÇ. 

Zaman zaman, bozuk bir saatin de günde iki kez doğruları göstermesi gibi, doğruları söyleyerek bir çıkış yapar,  ama sonunu asla getiremez, söylediği doğrulara sahip çıkamaz. Saman alevi gibi yanar ve söner. Kale önüne kadar gelip şut çekemeyen ve golü atamayan bir futbolcu gibidir kendisi. 

Aslında,  ERDOĞANAKP içinde, eşitlerin birincisi konumunda iken, AKP'nin kurucu dört liderlerinden biri olan ARINÇ ve diğerlerinin pasifliği ve ilkesizliği nedeniyle,  ERDOĞANAKP içinde sivrilmiş, kuruluşundan bugüne kadar partinin genel başkanlığını kimselere bırakmamış, bugün gelinen noktada,  AKP'nin tek sahibi konumuna gelerek, AKP'yi bir şahıs partisi, ERDOĞAN'ın tapulu malı haline getirmiştir. 

Kumpas mağduru olarak yurt dışında yaşamak zorunda kalan AKP'nin kurucularından, ERDOĞAN'ın özel kalem müdürlüğünü yaparak çok yakınında bulunan, eski AKP milletvekili Turhan ÇÖMEZ ile Bülent ARINÇ'ı mukayese edersek, aralarında dağlar kadar farklar olduğunu,  hemen görürüz. 

Turhan ÇÖMEZ aklanarak,  halen doktorluk yaptığı ve ikamet ettiği İngiltere’den sık sık ülkemize gelerek televizyonların, özellikle muhalif televizyonların programlarına katılarak, haklı gerekçelerini de sunmak suretiyle,  kurucusu olduğu AKP'yi ve ERDOĞAN'ı,   yeri geldiğinde eleştiriyor ve yerden yere vuruyor, üç (Y)'i, yani yoksulluk, yolsuzluk ve yasakları önlemek için iktidara gelen AKP'nin bugün gelinen noktada, yoksulluk, yolsuzluk ve yasakların odağı haline geldiğini ve önümüzdeki seçimlerde oyunun muhalefet partilerine ait olacağını açıkça beyan edebiliyor. Bu beyanlarıyla, yolsuzluğa, yasaklara ve yoksulluğa neden olan AKP'nin sorumluluğuna ortak olmayacağını açık yüreklilikle ifade edebiliyor, omurgası dik,  cesur ve mert bir insan olduğunu, kalitesini,  kamuoyuna gösteriyor, Turhan ÇÖMEZ. 

Bülent ARINÇ'a gelince, fazla bir şey söylemeye gerek yok, bakınız bugün AKP ve ERDOĞAN için söylediği övgü dolu sözlere. 

ARINÇ diyor ki;”. . . bugüne kadar AK Parti’ye nasıl sahip çıktıysanız,  bütün bu hizmetlerin içerisinde nasıl emeğiniz geçtiyse; bundan sonra da aynı vefayla,  aynı sadakatle Sayın Cumhurbaşkanımızın ve onun partisinin liderliğinde bu yapılan hizmetlerin hepsine topluca sahip çıkmamız gerekiyor.  Manisa vefalıdır. Bana gösterdiği vefanın 10 mislini Sayın Cumhurbaşkanımıza da onun partisine de gösterecektir.  ”

ARINÇ bu beyanlarıyla; AKP'nin ülkede yarattığı, yasaklara, yolsuzluklara ve yoksulluğa sahip çıkıyor, özellikle” Manisa vefalıdır. Bana gösterdiği vefanın 10 mislini,  Sayın Cumhurbaşkanımıza da onun partisine de gösterecektir” demek suretiyle, Manisalılardan AKP'ye oy vermelerini, bir yerde yoksulluğa, yolsuzluğa ve yasaklara destek olmalarını, sahip çıkmalarını talep ediyor. 

ARINÇ; konuşmasında;”vefanın 10 mislini Sayın Cumhurbaşkanımıza da onun partisine de gösterecektir. ”demek suretiyle, kendisinin de kurucusu ve kuruluş aşamasında ERDOĞAN ile eşit konumda olduğu AKP'nin; ERDOĞAN'ın partisi olduğunu, onun şahsi ve tapulu malı olduğunu adeta itiraf ediyor. 

İşte, bir tarafta,  AKP'nin kurucularından ve eski milletvekillerinden, ERDOĞAN'ın çok yakınında bulunmuş Turhan ÇÖMEZ,  diğer tarafta da, yine AKP'nin kurucu dört liderinden birisi olan Bülent ARINÇ'ın,  bugünkü AKP hakkındaki tutumları ve beyanları, ne kadar farklı değil mi?

Birisinde kalite, dürüstlük, omurga, siyasi ahlak ve ülke severlik ön plana çıkarken diğerinde ise, dilim varmıyor yazmaya. Okurların yorumuna bırakıyorum.

Güner Yiğitbaşı

21/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ne bedeli bu?
Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan;  CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Bizim elimizdeki seçmen bilgileri,  Yüksek Seçim Kurulu'nun elinde yok" açıklamasına tepki göstermiş,  YSK Başkanı'nın konuyu yargıya taşıması için çağrı yaparak,  ''Yargıya taşımak suretiyle artık bu adama bedel ödetmeli" demiş. 

CHP yetkilileri; KILIÇDAROĞLU'nun,  “Bizim elimizdeki seçmen bilgileri,  Yüksek Seçim Kurulu'nun elinde yok” derken neyi kastettiklerini,  çok açık ve net bir şekilde,  uzun uzun örnekler de vererek izah ettiler. 

CHP Yetkilileri; Yüksek Seçim Kurulunun,  yasa gereği, partilere  verdiği seçmen bilgilerini daha detaylı olarak araştırdıklarını ve bazı sonuçlar çıkardıklarını beyan ettiler. 

Bu nedenle, Yüksek Seçim Kurulunda bazı bilgilerin olmamasından doğal ne olabilir?

CHP'nin yaptığı,  YSK'dan yasa gereği aldıkları verilerden veri çıkarmaktan ibaret olup, herhangibir suç teşkil eden ve usulsüz bir bilgi ve işlem yoktur. 

AKP olarak,  bir zahmet,  YSK'dan aldığınız verileri soruşturarak,  aynı bilgilere siz de ulaşınız. 

Sizin yaptığınız şey, seçimleri kaybedeceğinizi bildiğiniz için, YSK'yı yardıma,  size arka çıkmaya, CHP'yi ve onun liderini,  itibarsızlaştırmak ve suçsuz olarak dövmeye çağırmaktır. 

Vallahi, kaybetme korkusu bunların akıllarını başlarından almış olmalı. 

ERDOĞAN'ın bu beyanlarından anlaşıldığı kadarıyla, artık Bay Kemal demekten de vazgeçmiş,  “ artık bu adama bedel ödetmeli” dediğine göre,  Bay Kemal olmuş, bu adam. 

Bakalım daha neler göreceğiz? seçimlere kadar.

Güner Yiğitbaşı

20/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bu yaz, beni streslere, üzüntülere neden olan olaylarla karşılaştım. Bunları sıra ile üç madde olarak yazmak istedim:

1-Bundan yedi yıl kadar önce, yazılarımın makalelerimin yayınlandığı Haber Güncel adlı sitede ---Haşhaşilerin sonu 4- başlıklı bir yazımda (internetten-Google’dan bulabilirsiniz) AKP-RTE yönetimini eleştirdiğim için, hakkımda Cumhurbaşkanına hakaretten dava açıldı. Eylülde mahkememiz var, bakalım sonu ne olacak. Canımı sıkan bu tatsız durumu düşünürken, birden beni şok eden eşimin kaybına uğradım. 

2-Temmuz’un sonlarına doğru 18 Temmuz’da, 50 yıldan fazla bir zamandır yuvamızda yaşarken, eşim Gülhan Kulaksız’ı kalp krizinden kaybettim. Şimdi 15 yıldır birlikte olduğumuz köpeğimiz Badi ile yaşantımızı sürdürmeye çalışıyoruz. 

Bu yaz beni sarsan olaylara tanık oldum

Burada eşim Gülhan Kulaksız’ın aramızdan ebediyen ayrılışı olayını biraz açmak istiyorum. Rahmetli, 18 Temmuz sabahleyin ben köpeğimizi gezdirmeye çıkardığımda, daha doğrusu eşim bana, “sen Badi’yi gezdir ben de sağlık ocağına gidip şu ilaçlarımı yazdırayım” dedi ve durumu her zamanki gibi iyi idi. Eşim evimize beş-altı yüz metre uzaktaki sağlık ocağına, rastladığı komşularla sohbet ederek gidiyor. Sağlık ocağında iken kalp krizi geçiriyor. Bana acele bir telefon ederek “ben çok fenayım kalp krizi geçiriyormuşum acele gel” dedi, telefon sustu.   Hemen sağlık ocağına ulaştım, doktor eşimi sedyeye yatırmış kalp grafiğini ölçüyordu, varır varmaz grafik kağıdını elime veren doktor, “hasta kalp krizi geçiriyor, hemen en yakın hastaneye götürün” dedi.

Bize en yakın hastane, beş-altı yüz metre uzaklıktaki özel Bilgi hastanesi idi. Zaman kaybetmemek için uzak ve daha büyük hastaneyi düşünmeden bu küçük özel hastaneye hemen götürdük. Acilde durumu gören sağlıkçılar eşimi hemen yoğun bakıma aldılar. Yoğun bakımda stent vb. ilgili müdahale yapıldı. Yoğun bakımda olduğu için bizi almıyorlardı, bize, “burada boşuna beklemeyin, evinize gidin hastada değişiklik olursa haber veririz” dediler. Eve gittik o gün akşamüstü telefonla da görüşüyorduk, iyi olduğunu söylüyordu, hatta bazı şeyler de yemiş. Fakat ertesi günü 19 Temmuz sabaha karşı 05.45 de gelen bir krizle hayata gözlerini yumuyor. Karşıyaka mezarlığına defnettik.

Aradan günler geçtikçe gelip giden azaldı, sonunda kesildi, evde artık tek köpeğimle birlikte yaşamak zorunda idi. Yaşantım böylece üzüntü içinde devam etmekte. Artık günlük yaşantımı ayarlamaya, evi süpürmek, yemek pişirmek gibi şimdiye kadar yapmadığım işleri yapmaya başladım. Eşim evde günlerce hasta yatsa idi, bana mutlaka hangi eşyanın nerede olduğunu falan öğretirdi. Şimdilerde çamaşır makinesi nasıl çalışır, filan çarşaf nerede yerlerini ve eşyaların bazılarının nasıl kullanıldığında sıkıntılar çekiyorum. Bu arada, ölmeden önce evinde bir gün bile hasta yatmayan eşimin aniden ölümüne ilişkin bir ayrıntıyı da eklemek isterim.

Yıllar önce kaynanam Hasibe Hanım, hasta ve felçli olarak üç dört yıl yatalak yatmış, eşim Gülhan çoğunlukla ona elinden geldiği kadar bakmaya çalışıyordu. Annesinin o halini gören eşim Gülhan, zaman zaman şöyle dua ederdi, “Allah’ım beni böyle anam gibi felçli koma canımı bir günde alıver” diye mırıldanırdı. Aradan yıllar geçti, 71 yaşında 52 yıl evli kaldığımız eşim Gülhan, ani bir kalp krizi ile bu dünyadan göçünce, ben de kendi kendime, “demek ki yak yaradan bazı dilekleri kabul ediyormuş” diyerek kendi kendime söylenip duruyorum.  

Bu yaz beni sarsan olaylara tanık oldum
Elimden sadece tabutunun başında göz yaşı dökerek dua etmek geliyordu. Yolun açık olsun yoldaşım, “huri kızları yoldaşın olsun, Cennet evi makamın olsun” (rahmetli Emine ebem böyle dua ederdi), diyerek Karşıyaka mezarlığında ruhlar alemine uğurladım.

3-Üzüntülerimin, sıkıntılarımın içinde böylece mücadele ederken, her zaman prostat vb. ilaçlarımı aldığım eczaneden bir telefon geldi, “raporlu filan ilaçlarınızın günü geldi, isterseniz onları yazdırıp alabilirsiniz” dediler. Başıma gelen bu üzüntülerden ilaçlarımı unutmuştum.

Almakta olduğum ilaçlarımı yazdırmak almak için eşimin kalp krizi geçirdiği 1.Nolu Sağlık ocağına gittim. Numara sırasını ve doktoru belirten makineye T.C. numaramı yazınca, karşıma kendi aile doktorumuz Reha Cenk Bey çıkacağı yerde, başka bir doktor yanılmıyorsam Erkan Bey diye bir doktor makinden göründü.  Aile doktorumuz Reha Cenk Bey izinli mi ki, yanlışlık mı oldu acaba diye düşündüm T.C. numaramı tekrar girdim, yine o Erkan doktor göründü. Oysa baktım yıllardır aile doktorumuz olan doktor yerinde idi izinli falan değildi.

Ekranda adımın çıktığını görünce, makinenin beni yönlendirdiği doktora vardım. Doktor Erkan Bey, baktı “senin kaydın naklin buradan 20 gün önce Etimesgut’a gitmiş, ilaçlarını orada yazdırabilirsin” dedi. Öyle deyince zaten üzgün sıkıntı içindeki kafam allak bullak oldu. Nasıl olur doktor bey, ben 30 yıldan fazla bir zamandır bu mahallede oturuyorum bu sağlık ocağına geliyorum, isteğim dışında bu nasıl yapılır dedimse de doktor küçük bir kâğıda şunları yazıp elime verdi: “Bedriye Sinem Mermer, Etimesgut 166 nolu sağlık ocağına verilmişsin, ilaçlarını oradan alacaksın, istersen 184 ü ara oradan düzelttirmeye çalış” dedi ve ilaçları yazmadı. Dışarı çıktım, çok şaşırmıştım, dışarıdaki hastalara durumu anlattım. Onlar da çok şaşırdılar, “Allah Allah istemediğin halde nasıl uzakta başka ilçedeki sağlık ocağına verirler” diye şaşırıyorlardı.

Hemen 184 numaradan Sağlık Bakanlığı hattını aradım, oradan telefonla tüm kayıtlarımı dileğimi alarak “size bilgi vereceğiz” dediler.  

Aile doktorumuz Reha Cenk Bey’in muayene odasından hastası çıkınca içeri girip ona durumu anlattım, o da inanamadı, bilgisayardan o da baktı, gerçekten 20 gün önce kayıtlarım Etimesgut ilçesindeki 166 numaralı sağlık ocağında görülüyordu.  Ama o daha anlayış göstererek hemen ilaçlarımı yazdı. Dışarı çıktım, kafam allak bullak, söylene söylene eczaneye gittim.

“İyilikten maraz” doğdu

Bu yazıyı yazdıktan bir gün sonra, amcamın torunu Volkan Kulaksız aradı. Volkan’ın eşi Aysel Kulaksız Etimesgut 166 nolu Sağlık Ocağında çalıyormuş. Benim 184 ü aramamla birlikte Sağlık Bakanlığınca hemen 166 nolu sağlık Ocağında bir araştırma yapılıyor. Buradan vefat eden eşimin cenazesinde bu konuda yapılan bir olayı da hemen vermeliyim. Cenaze arasında yaptığımız bu konuda anlatacağım olayı unutmuştum ve unutmuş halimle sağlık ocağına ilaçlarımı yazdırmaya gitmiştim.

Unuttuğum olay şu: Benim naklimin yapıldığı 166 nolu Etimesgut Sağlık Ocağında çalışan Aysel Kulaksız amcamın torunu ve Volkan Kulaksız’ın eşi. Cenazeye katılan Volkan Kulaksız, kalabalık ve üzüntülü cenaze evi ortamında benim yaşlı, üzüntülü perişan halimi gören Volkan, “amca sen bu halinle yaşlısın, sağlık ocağına gitmene gerek yok, benim hanım Etimesgut’ta sağlık ocağında çalışıyor, istediğin ilaçları o yazdırır, seni oraya aldıralım” gibi bir söz söylemişti.  Ben de o üzüntü arasında “olur” demiştim. Onlar benim iyiliğimi düşünerek iyi niyetle, benim evime yakın bağlı olduğum 1 nolu Batıkent Sağlık Ocağından kaydımı 166 nolu Etimesgut Sağlık Ocağına aldırıyorlar. Bu olayları tamamen unutmuştum. Telaşla Sağlık Bakanlığı 184 nolu telefonunu arayarak, “kaydımın bilgim dışında yapılmıştır, ben 30 yıldır 1 nolu Sağlık Ocağı yakınında Batıkent’de oturuyorum” demiştim.  Hemen soruşturuluyor. 

18 Ağustos günü amcamın torunu Volkan telefonla arayarak, “amca sen ne yapmışsın, senin bilgin dahilinde bu işlem yapıldı, sana iyilik olsun diye kaydını Etimesgut’a aldırmıştık, ilaçlarını sağlık ocağına gitmeden yazdıracaktık, sen şikâyet etmişsin, şimdi hanımın başı derde giriyor”, demesi ile aklım başıma geldi, olayı anımsayınca derin bir üzüntüye kapıldım; çünkü benim iyiliğimi düşünen insanlara istemeden kötülük yapmış durumuna düşmüştüm. Oysa demeliydim ki, siz benim iyiliğimi düşünerek beni evime uzak olan Etimesgut’a aldırıyorsunuz. Ama ben doktorumu görmeden ilaç yazdıramam, bu iş olmaz, demeliydim. O cenaze üzüntü olayında mantıklı davranamamıştım.  Hemen tekrar Sağlık Bakanlığı 184 ü arayarak, kusurun bende olduğunu, cenaze arasında buna olur demiştim, üzgünüm kusur bende idi, ben yine Batıkent Sağlık Ocağında kalmak istiyorum, dedim. Böylece, “iyilikten maraz doğar” özdeyişini veya atasözünü bu yaşamımla kanıtlamış oldum.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız kulcevat599@gmail.com 

21 Senenin Acı Ve Yıkıcı Bilançosu
İş başındaki saray yönetimini ve liderini başımıza musallat eden AKP'nin kuruluşunun 21. senesi kutlandı geçtiğimiz günlerde. 

İş başındaki saray yönetimini ve liderini başımıza musallat eden AKP'nin kuruluşunun 21. senesi kutlandı geçtiğimiz günlerde. 

Partinin adında,  adalet ve kalkınma var, yani. 

21senede ülkede, ne adalet,  ne de kalkınma bıraktılar. 

Adaletten ve kalkınmadan yararlananlar;  sadece AKP üst düzey yöneticileri ve yandaş iş adamları oldu. 

Üç (Y); yani YOKSULLUK, YASAKLAR VE YOLSUZLUK'larla mücadele edeceklerini ve bu üç Y'yi ülkede sonlandıracaklarını vaad ettiler. 

Milli görüş gömleklerini çıkardıklarını, ülkeyi Avrupa Birliği Üyesi  ve özgürlüklere dayalı demokratik bir ülke haline getireceklerini, partinin isminde yer alan adalet ve kalkınmayı hakim kılacaklarını, askeri vesayet dahil,  her türlü vesayete son vereceklerini söylediler. 

Tüm bunları,  yapıyormuş gibi yaptılar, sadece. 

Gizli ajandalarını, örtbas etmeye çalıştılar, takiye yaptılar. 

Parti lideri ERDOĞAN; siyasi yasaklı olduğu için milletvekili ve Başbakan olamadı, siyasi yasağı kalkıp, milletvekili ve Başbakan olana kadar, partinin genel başkanı sıfatıyla,  ülke ülke Avrupa Birliği ülkelerini ziyaret ederek, Avrupa Birliğine girme arzusunu ve demokrasiye olan sevgisini ve bağlılığını ortaya koymaya çalıştı. 

Tabi hepsi, aldatmaca ve takiye çıktı sonradan. 

Tek amaçları, Avrupa Birliğine girme çabalarına sarıp sarmalayarak saklamaya çalıştıkları gizli ajandalarını, aynı menzile doğru birlikte yürüdükleri GÜLEN Cemaati ile birlikte hayata geçirmekti. 

İlk önce, yok etmeyi planladıkları Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmaya başladılar, bu da yetmedi sızma harekatını işgale çevirmek için,  Fetöcü subaylara kadro açmak, ATATÜRK'çü subayları tasfiye etmek gerekiyordu,  bunu da Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve benzeri kumpas davalarla başardılar. 

Türk Silahlı Kuvvetleri, tam istedikleri kıvama geldi, askeri vesayeti bitirdik ve sonlandırdık diye hava attılar. 

Aynı tasfiye ve kadrolaşma, ağırlıklı olarak yargıda ve emniyet teşkilatında da yapıldı. 

ERDOĞAN bilmiyordu ki; aynı menzile doğru birlikte yürümekte oldukları, resmi olmayan, fiili koalisyon ortağı Fetullah GÜLEN'in; orduya,  emniyete ve yargıya doldurduğu yandaş kadrolarının yardımıyla,  kendisinin de tasfiye edileceğini, 15 Temmuz darbe girişimine giden yolun taşlarının döşenmekte olduğunu. 

İki ortağın iktidar çatışmasının ve 15. Temmuz darbe girişiminin galibi ERDOĞAN; 15. Temmuz darbe girişimini fırsata çevirerek, gizli ajandasını, kaldığı yerden  tek başına hayata geçirmeye devam etti. 

Sonunda,  ülke;  tek adamlı, özgürlüklerin, yargı bağımsızlığının ve meclisin işlevinin yok edildiği, adına diktatörlük bile diyemeyeceğimiz,  onun da ötesinde,  örneği hiçbir demokratik ülkede bulunmayan ucube sisteme razı edildi. 

Laiklik, laik eğitim sonlandı. 

Diyanet İşleri Başkanlığı ve başındaki kişi,  şeyhülislam mertebesine yükseltildi, protokoldeki yeri üst sıralara getirildi, siyasete bulaştırıldı, siyaseten başarısız olunan konuların üstünü örten, başarısızlığın gerekçelerini yönetimden alarak dine havale eden fetva ve açıklamaların yapıldığı, siyasal iktidara cankurtaran  simidi atan  merkez haline getirildi. 

Cumhuriyetin kurucu değerler yok edildi. 

Cumhuriyetin kurucu değerleri yanında, ülkeyi ayağa kaldıran iktisadi teşebbüsleri yok pahasına yandaşlara satılarak peşkeş çekildi, çoğu sonradan kapatıldı, değerli arsaları satılarak ranta dönüştürüldü, ama ülkenin üretimine zarar verildi, bu tesislerde üretilen ürünler,  döviz karşılığında dışarıdan ithal edilmeye başlandı. 

Çiftçi, tarım ve hayvancılık yok edildi. 

İktidarlarının ilk yıllarında, dışarıdan  ülkeye gelen bol sıcak para, ülkenin sanayi kuruluşlarının satışından ve fakir halkın vergilerinden  toplanan trilyonlarca dolar,  taşa, toprağa, lüks konut, kaçak saray, yol, köprü, tünel, havaalanı, şehir hastaneleri gibi,  yap işlet devret yöntemiyle ve kar garantisiyle yandaş müteahhitlere yaptırılan inşaatlara gömüldü. Ülkenin parası, katma değeri yüksek mal üreten,  ihracatımızı geliştiren ve artıran, cari açığı kapatacak verimli yatırımlarda kullanılmadı. 

Osmanlıdan kalan saraylar yetmiyormuş gibi, onların da kullanılmasına rağmen, Ankara, Marmaris ve Van gibi yerlerde beylik saraylar yaptırıldı. 

Beylik uçak filosu, THY uçak filosu ile yarışırcasına, sarayın emrine onlarca uçak satın alındı. Lüks otomobil savurganlığını da unutmamak lazım tabi. 

Devletin tüm kadrolarına, özellikle üst kadrolarına atanabilmek için,  adeta imam hatip diploması şart koşuldu, kökeni imam hatibe dayanan liyakatsiz kişiler,  devletin üst makamlarına yönetici olarak atandılar, 

Üniversite Rektör atamalarında da, aynı yöntem uygulandı ve liyakatsiz tüm yandaşlar rektörlük koltuklarına oturtuldular. 

En başta Merkez Bankası olmak üzere, ülkede bağımsız kurum bırakmadılar. 

Partili eski ve yeni milletvekilleri, parti yöneticileri ve yakınları,  sarayın ve bakanlıkların danışman ve benzeri bol maaşlı kadrolarına dolduruldular, 

İhalelerde rekabet ve yarışma yok edildi, ihale yasası sayısını unuttuğumuz yüzlerce kez değiştirildi. Artık değiştirilecek yanı kalmadı ki; yasada değişiklik dahi yapmaya gerek görmeden, 21/b gibi, olağanüstü ve acele hallerde, istisnaen  başvurulması gereken davet ve pazarlık usulü, mutad ihale usulü olarak uygulanır hale getirildi. 

Faiz sebep enflasyon sonuç şeklinde formüle edilen dahiyane ekonomi görüşünü ortaya atan ERDOĞAN; ülkede enflasyonu patlattı, ilk kez bir dünya derecesine girdik ve ERDOĞAN sayesinde ekonomi dalında bir altın madalya kazandık.  Ancak, ülkemizin bayrağını göndere diktirip İstiklal Marşımızı çaldıramadık. 

Söylediklerinin tam tersine, ülkede yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar tavan yaptı. 

İşsizlik ve fakirlik diz boyu, halk perişan, ucuz ekmek kuyruğunda geçiriyolar vakitlerini. ülkenin gidişatından sadece saray ve yandaşları memnun ve mutlu. 

Az daha unutuyorduk, dış politika iflas ettirildi, ATATÜRK'ün vasiyeti,  “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesini yok sayarak, bağımsız ülkelerin içişlerine karıştılar, tüm komşularımızla düşman olduk, şimdi barışmak ve tekrar diplomatik ilişki kurmak için çırpınıp duruyorlar. Kendi elleriyle ve dilleriyle kaybettikleri eşeği,  yeniden bularak sevinecekler. 

Halk, sabırla seçimleri bekliyor. Demokratik protesto haklarını dahi kullanmaktan korkuyorlar, aman, anayasal hakkımızı kullanarak, silahsız ve barışçıl yürüsek dahi,  biber gazı yeriz, bunun da ötesinde,  bunu fırsata çevirip ülkede olağanüstü hal ilan eder ve seçimleri iptal ederler diye çekiniyorlar. 

21 yıl için yazacak daha çok şey var, bu kadarı bile sayfaları doldurdu, uzun lafın kısası, seçimlere kadar,  ülkeyi; bu ekonomik kriz altında,  sen,  ben ve bizim oğlan dercesine aralarında ortaklaşarak, hazineden nemalanarak idare etmeye çalışacaklar. 

Güner Yiğitbaşı

18/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Köpek (Giremez)
Köpekler; 

İnsanlar gibi, Tanrının yarattığı canlılardan biridir. 

Ağızları vardır,  dilleri yoktur. 

Kimsenin aleyhinde konuşmazlar. 

Çok masumdurlar. 

Dedikodu yapmazlar. 

Hırslı değillerdir. 

İnsanları;  insanlardan daha çok ve candan severler, bu güzel yaratıklar. 

Ne bulurlarsa yerler ve onunla yetinirler. 

Yiyemedik aç kaldık diye, kimsenin malını çalmazlar. 

Haram yemezler. 

Yolsuzluk,  hırsızlık ve ahlaksızlık yapmazlar. 

Kendi haklarına razıdırlar,  her zaman. 

Parada pulda gözleri yoktur. 

Yalan söylemezler. 

Kimseyi taciz etmezler. 

Herhangi bir makam ve mevkide gözleri yoktur. 

O nedenle, onurludurlar kimseye kul köle olmazlar. 

Ama, aynı ortamda, yolda ve sokaklarda beraberce yaşadıkları, kendilerine yemeleri için bir şeyler ikram ettikleri insanlara çok sadıktırlar. 

İnsanlar için söylenen bir fincan acı kahvenin kırk yıl hatırı vardır sözüne insanlarımızın çoğu uymasalar da; köpekler,  kendisine bir lokma ekmek veren insanları hiç unutmazlar, onlara ayrı bir sevgi ve sadakat gösterirler. 

Nankörlük yapmazlar. 

Diğer bir köpeğin ağzından lokma çalmazlar, bunun için kavga etmezler. 

Kendi hayatımdan bir örnek vereceğim. Yıllar önce,  yaz sezonu açılmadan sanırım havanın güzel olduğu Şubat ayının bir günü, günübirliğine yazlığa gitmiş ve mangal yakmıştık, dört beş alık olduğunu zannettiğim bir sokak köpeğine,  yediğimiz etlerin kemik ve artanlarını vererek karnını doyurmuştuk. 

Günler geçti, yaz geldi sezon için kalıcı olarak yazlığa gittiğimizde, o kendisine yemek verdiğimiz genç köpek,  koşarak yanımıza evin verandasına geldi, o kadar hızlı ve heyecanlı,  sevgi, özlem ve vefa dolu,  gözlerinin içi gülerek, memnun bir şekilde koşuyordu ki; dikkatsizlikle pergulenin tahta korkuluklarına kafası hızla değmiş olmalı ki; tak diye büyük bir ses çıkardı, ama oralı değildi, hiçbir şey olmamış gibi yanımıza geldi ve güler yüzüyle gözlerimizin içine bakarak,  sevin beni der gibiydi. Yıllarca, ölene kadar yaz aylarında bizim yazlığın önünden hiç ayrılmadı, biz nereye gidersek,  arkamızdan uzaktan ve gizlice bizi takip etti ve korudu. 

Küçüklerini ve büyüklerini iyi tanırlar. 

Küçüklerine anlayışlı ve sevgi doludurlar. 

Hani; kaniş mi deniyor,  bol tüylü minnacık süs ve ev köpekleri vardır, gelene geçene havlarlar, sahibinin yanında sokakta gezerken rastladıkları kocaman sokak köpeklerine saldırırcasına yüksek sesle havlarlar ya, işte o küçük ve sevecen süs ve ev köpeklerinin kendilerine yönelik havlamalarını ve agresif davranışlarını dahi hoş görürler, karşılık vermezler. Gülüp geçerler, Edeplidirler. 

Nasıl tertemiz ve çulsuz  doğmuşlarsa, hiç bozulmadan,  aynı güzel ahlakla ve çulsuz olarak ölüp,  bu dünyadan göçüp giderler. 

Daha uzatabiliriz, köpeklerin meziyetlerini, saymakla bitmez, sonuç olarak köpekler;  Tanrının yarattığı en sevimli ve meziyetli canlılardır. 

Bu nedenle ben; hala,  insanlara köpek denilmesinin, köpeğe benzetilmesinin niçin aşağılama ve hakaret sayıldığına, bir hukukçu olarak bir cevap bulabilmiş değilim. 

Peki bunları niçin yazıyorum. 

Her sabah olduğu gibi, bu sabah da,  denize giderken bakkaldan aldığım SÖZCÜ gazetesinin ilk sayfasına bir göz gerdirdim ve şöyle bir haberi okuyarak üzüldüm. 

Haberde diyor ki; eski bir AKP'li bayan milletvekili, milletvekiliyken Meclis'te CHP'li vekillere dönerek “KÖPEK GİREMEZ” yazılı bir afiş göstermiş. 

Bu afişi gösteren eski AKP Milletvekili, İçişleri Bakanının danışmanlığına atanarak ödüllendirilmiş. 

Haber aynen bu. 

Bize göre de, o eski AKP'li Milletvekili doğru bir tespit ve uyarıda bulunmuş. 

Yukarıda üstün meziyetlerini saymaya çalıştığımız, dünyaya saf,  temiz ve çulsuz olarak gelen ve aynı şekilde bozulmadan çulsuz olarak ölen Tanrı'nın bu masum ve sevimli yaratıkları, gerçekten oraya girmemeli, saf ve temizliklerini, sevimliliklerini,  gözü topluluklarını  kaybetmeyerek, ölene kadar  muhafaza etmelidirler.

Güner Yiğitbaşı

17/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Bu Konuda Mütevazi Olmayacağım
Merak ettiniz değil mi?

Size hangi konuda mütevazi olmayacağımı izah edeceğim,  bu makalemde. 

Bildiğiniz gibi, hakim emeklisi olarak,  halen İzmir Barosuna kayıtlı faal avukatlık yapıyorum. 

Alanım ceza ve idari yargı. (Günümüzün bu dijital ve pastanın sürekli ufaldığı ortamında, çoğu avukat uymasa da,  reklam yasağı var, benim amacım reklam değil. Bu ülkede,  Halkın Avukatı diye televizyonlarda reklamı yapılanlar var biliyorsunuz, her türden reklama şiddetle karşıyım, etik de bulmuyorum,  bunu bilesiniz)

Ceza davaları arasında vergi kaçakçılığı oldukça fazladır. 

Türk Ceza Kanununun 43.  maddesinde,  zincirleme suç tabir edilen bir suç tipi tanımlanmıştır. 

TCK 43 der ki; ”Bir suç işleme kararının icrası kapsamında,  değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda,  bir cezaya hükmedilir.  Ancak bu ceza,  dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. ” 

Bu hükmü unutmayınız. 

Vergi kaçakçılıklarında en çok kullanılan usul; gerçek bir hizmet ve mal alımı ve/veya satımı olmadığı halde, olmuş gibi,  sürekli olarak gerçek dışı ve tamamen sahte (naylon tabir edilen) fatura düzenlemek veya bu sahte faturayı kullanmaktır. 

Gerçek bir hizmet ve mal alımı ve satımı ile uğraşmak amacıyla işyeri açarak,  gerçek faturalar düzenleyen ve kullananların arasından da, sıklıkla olmasa da, şeytana uyarak,  ara da bir sahte fatura düzenleyip kullananlar çıkabiliyor tabi. Bunların tek amaçları ve faaliyetleri, sürekli olarak,  gerçek dışı sahte, yani naylon  fatura düzenlemek değildir. Bu nedenle; bu tür, yani gerçek mal ve hizmet üretip satmalarına, sahte olmayan faturalar düzenlemelerine ve kullanmalarına rağmen,  arizen vergi kaçıran iş adamlarının düzenledikleri ve kullandıkları sahte faturalar, değişik yıllara, değişik vergi dönemlerine aitse, kasıtları yenilendiğinden, her vergi dönemi için ayrı ayrı zincirleme suç işlemiş sayılırlar. 

Diğer usule gelince; işyerleri ve vergi mükellefiyetlikleri,  işin başından sonuna kadar,  sürekli olarak ve tümüyle,  gerçek dışı ve sahte, naylon fatura düzenleyerek bu naylon faturalar karşılığında karşı taraftan komisyon alarak geçinenlerin vergi kaçakçılığı fiilleridir. 

Biz, uygulamanın ters yönde olduğunu bilmemize rağmen; ısrarla,  eşitsizlik yaratsa da, TCK. nun 43. maddesini iyi ve amacına göre yorumlayan bir hukukçu olarak, savunmalarımızda hep şunu iddia ettik; ”madem ki; müvekkilin,  gerçekten bir hizmet, mal üretmeden ve satmadan sürekli olarak başından beri sırf sahte fahura düzenleyerek bunları komisyon karşılığında satma amacında olduğu,  eylemi bu şekilde işlediği kabul ediliyor, gerçekten öyleyse,  her yıl ve vergi dönemi için ayrı ayrı birden ziyade zincirleme vergi kaçakçılığı suçu olamaz, kesintisiz aynı suç işleme kastıyla hareket ettiğine göre, bu işi kaç yıl sürdürdüyse sürdürmüş olsun, sadece bir kez zincirleme vergi kaçakçılığı suçundan mahkum edebilirsiniz, kanun bunu emrediyor”

Bu savunmamıza rağmen, müvekkiller;  her defasında,  her yıl ve mali dönem için ayrı ayrı ayrı ve birden ziyade zincirleme vergi kaçakçılığı suçundan mahkum edildiler. 

Yerel mahkemeler; Yargıtay’ın,  TCK ve olaylara ters düşen hukuk dışı, içtihat niteliği arz etmeyen, sığ ve basit kolaya kaçan, sadece devletin yararını düşünen ve istikrar kazanan içtihatları nedeniyle, bu tür davalarda  sürekli  yıl sayısına göre ayrı ayrı zincirleme suç oluşur gerekçesiyle hüküm kurdular. 

Biz de her defasında, kararları bu yönüyle de İstinafa ve Temyize götürdük. 

Kanun koyucu sonunda, üst mahkemelerin cesaret edemediği, yaratıcılıktan, hukuk muhakemesinden uzak, devlet yanlısı yasa dışı kararlarını,  bir yasa çıkararak sonlandırdı, kaç yıla sari olursa olsun, tek bir zincirleme suç olur dedi ve bu konuda 7394 sayılı yasayı çıkardı, bu yasanın 4. maddesinin son fıkrasına; ” Bu maddede düzenlenen suçların birden fazla takvim yılı veya vergilendirme dönemi içinde aynı suç işleme kararının icrası kapsamında işlenmesi halinde,  Türk Ceza Kanununun 43 üncü maddesi uygulanır. ” hükmünü ilave etti. 

Bizim İstinafta olan bir davamız da, bu hükümden yararlanmamız gerekçesiyle müvekkil sanık lehine bozuldu. 

Eh biz de, görüşümüze uyan bu yasa değişikliği karşısında memnun olduk ve biraz şımarmayı ve övünmeyi hak ettik sanırım.

Güner Yiğitbaşı

16/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Diktatör demek hakaret midir?
CHP İstanbul İl Başkanı Canan KAFTANCIOĞLU hakkında, yaptığı bir konuşmada söylediği;  ”Dünya tarihinde bir ilki başaracağız.   Demokrasi yoluyla bir diktatörü bu ülkeden göndereceğiz” sözleri nedeniyle, cumhurbaşkanına hakaret ettiği gerekçesiyle adli soruşturma açılmıştır.  

Bu sözde geçen ve kast edilen  kişinin;   şu anda iş başında olan AKP Genel Başkanı ve  partili Cumhurbaşkanı ERDOĞAN olduğunda hiçbir şüphe yoktur.  

Burada önemli olan ve saptanması gereken;  bu sözün kime yönelik olduğu değil, içeriğinde geçen ve ERDOĞAN'a sıfat olarak tanımlanan  diktatör kelimesinin anlamı ve hakaret teşkil edip etmeyeceğidir.  

Diktatör;  Latince, dictatör kökünden gelmekte olup, emir veren, dikte ettiren, bütün siyasi yetkileri eline almış, elinde mutlak ve sınırsız bir otoriteye sahip olan yöneticileri tanımlayan bir kelimedir.   

Bu itibarla, diktatör olarak tanımlanmak;  bir öneticiyi,  asla küçük düşürmez,  saygınlığına, itibarına, kişilik haklarına, şeref ve haysiyetine bir saldırı değildir.  

19/12/2018 tarihinde DEMOKRASİ VE DİKTATÖRLÜK başlıklı bir makale kaleme alıp yayınlamıştık.  

Aşağıda bazı bölümlerine tırnak içinde aynen  yer vereceğimiz, bu makalemizde de belirttiğimiz gibi;  

“ Demokrasi ve  diktatörlük, birbirinin karşıtı iki ayrı siyasi rejim ve yönetim biçimidir.  

Demokrasinin karşıtı olan diktatörlüklerin, dayandıkları ideolojik temellere göre, sağ, sol ve dini olanları vardır.  

İngiltere’de,  geleneksel ve sembolik hanedana dayalı bir kraliçe mevcutsa da, İngiltere,  tam anlamıyla demokrasi ile yönetilen bir ülkedir.  Yönetimde yetkisiz ve etkisiz sembolik bir kraliçe mevcutsa da, İngiltere demokrasinin beşiği olarak bilinir.  

Bu nedenle, demokrasilerde seçim ve sandık gereklidir ancak,  demokrasinin tek ve yeterli koşulu değildir.  Seçim ve sandık var, öyleyse orada demokrasi de vardır denilemez.  

Demokrasi ile yönetilen çoğu ülkede;   kadınlar,  seçme ve seçilme hakkını  Türkiye’den sonra elde etmişlerdir,  bu ülkelerde kadınların seçme ve seçilme hakları mevcut değilken, seçme ve seçilme hakkı sınırlı iken de demokrasi vardı.  

Diktatörlükle yönetilen ülkelerde de seçimler vardır, diktatörler de seçimle iş başına gelirler.  

Demek ki, seçim ve sandık var,  ülkeyi yönetenler seçimle iş başına geliyorlar,  öyleyse o ülkede demokrasi vardır tezi,  asla doğru değildir.  

Demokrasi karşıtı olan diktatörlükle yönetilen, anayasası buna göre yazılan  ülkeler de, bu ülkeleri yöneten diktatörler de saygındırlar.   

Bu nedenle, anayasasına göre diktatörlükle yönetilen ülkeleri yöneten diktatörlere diktatör demek,  asla hakaret değildir, bilakis onlar için övünç vesilesidir.  

Bir de,  anayasasına göre,  aslında diktatörlükle yönetilmeyen, anayasasında insan hak ve özgürlüklerine ve hukukun üstünlüğüne dayalı, yargısı bağımsız, demokratik bir hukuk devleti olduğu yazılı olmasına rağmen, anayasanın bu amir  hükümlerine uyulmayan,  demokrasinin fiilen rafa kaldırıldığı ülkeler vardır ki;  bu ülkelere,  seçim ve sandık var,  öyleyse o ülke demokrasiyle yönetiliyor denilemez.  

Bu tür ülkelerde, yani aslında demokratik olmasına rağmen fiilen demokrasinin askıya alındığı ülkelerde, anayasayı ve  demokrasiyi rafa kaldıran yöneticilere diktatör diyemezsiniz,  derseniz alınırlar kendilerine hakaret ediliyor zannederler,  aslında hakaret değil,  sadece bir eleştiri ve durum tespitidir,  bu.  

Bir ülkede, fiilen yargı bağımsız değilse, tüm devlet yetkileri tek kişide toplanmışsa, parlamento işlevsiz kalmışsa, devleti yönetenler;   yönetimleri ve harcadıkları devletin paraları nedeniyle denetlenemiyorsa, en başta düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlükleri olmak üzere, insan hak ve özgürlükleri sınırlandırılmışsa, insanlar ve gazeteciler,  düşündüklerini açıklamaktan ve yazmaktan korkuyorlarsa, korkmayanlar da,  açıkladıkları ve yazdıkları düşüncelerinden dolayı hakarete ve tehdide maruz kalıyorlarsa, basın özgür değilse, basının çoğunluğu yandaş edilmişse, yandaş olmayan basın da korkudan oto sansür uygulamak zorunda kalıyorsa,  adına ne derseniz deyiniz,  bu ülkenin demokratik olduğunu,  söyleyebilir misiniz?”

Evet, Diktatörlük;  demokrasiler gibi, onun karşıtı  bir yönetim tarzıdır ve dünyada örnekleri olan bir realitedir.  

Diktatör de;  yönetim tarzı diktatörlük olan ülkeleri yöneten, bütün siyasi yetkileri eline almış kişiyi ifade eden siyasi ve yönetimsel bir terim olup, asla küçük düşürücü hakaret teşkil eden bir terim değildir.  

Anayasasına göre demokrasiyle yönetilen ancak, fiilen demokrasisi ihlal edilen ülkelerde, ülkeyi yöneten kişiye diktatör demek de,  gerçekten bir hakaret değildir, bir durum tespitidir, ağır eleştiridir, siyasal ve demokratik bir sitemdir.  

Kaldı ki;  bir kişi gerçekten diktatör değilse, kendisine haksızlık yapılıyorsa, el alem ne derse desin, asla üzerine alınmamalı, hicap duymamalı, kendisini aşağılanmış, hakarete uğramış olarak hissetmemelidir.  

Bu makale, Canan KAFTANCIOĞLU hakkında açılan bir soruşturma nedeniyle;  bir aydın olarak ve hukukçu kimliğimizle halkımızı bilgilendiren, durumu hukuken değerlendiren bir düşünce açıklaması olup, AKP Genel Başkanı ERDOĞAN dahil, hiç kimseyi diktatör olarak yaftalama,  eleştirme, küçük düşürme ve hakaret etme amaç ve kastı taşımamaktadır.

Güner Yiğitbaşı

15/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Ölümsüz Şairimiz Nazım İle Bir Düet
Bu hafta sonu şiiri olarak; Nazım HİKMET'in güzel şiiri, “Seviyorum Seni” şiiri ile tarafımdan yazılan “Nasıl İstersen Öyle Sev” isimli eski bir şiirimi,tam anlamında olmasa da, bir benzetme yaparsak,düet tarzında diyebileceğimiz bir şekilde, peşpeşe birlikte yayınlıyorum.Umarım beğenirsiniz.

Hepinize iyi bir  haftasonu diliyorum.

Sevgiden uzak kalmayın.

Hayat boyu Sevin ve sevilin.


SEVİYORUM SENİ (Nazım HİKMET)

Seviyorum seni 

ekmeği tuza banıp yer gibi 

Geceleyin ateşler içinde uyanarak 

ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi 

Ağır posta paketini 

neyin nesi belirsiz 

telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi 

Seviyorum seni 

denizi ilk defa uçakla geçer gibi 

İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık 

içimde kımıldayan birşeyler gibi 

Seviyorum seni 

Yaşıyoruz çok şükür der gibi. 

NAZIM


NASIL İSTERSEN ÖYLE SEV (Güner YİĞİTBAŞI))

Nasıl istersen öyle sev,

Yeter ki; sev beni.

İstersen büyük sev,

Himalayalar gibi.

İstersen küçük sev,

Küçük karıncalar gibi.

İstersen azgın sev, 

Azgın dalgaların,kıyıdaki kayaları dövdükleri gibi.

İstersen fırtına ve kasırga olup eserek sev,

Beni önüne katıp, yüreğinin içine süpürür gibi.

İstersen dörtnala koşup gelerek sev,

İpi göğüsleyerek kazanan yarış atları gibi.

İstersen yavaş ve aheste sev,

Kaplumbağa adımları gibi.

İstersen ateşler içinde yanarak sev,

Kor ateşin içine düşmüş gibi.

İstersen başımı döndürerek sev,

Kadehteki kırmızı şarap gibi.

İstersen yüreğime akarak sev,

Billur,saf ve temiz kaynak suları gibi.

İstersen sana açtığım kollarıma uçup gelerek sev, 

Gök yüzünden uçuşup savrularak yere inen,

Bembeyaz kar taneleri gibi.

İstersen mutluluktan ağlayarak sev,

Yağmur olup ağlayan bulutlar gibi. 

İstersen coşkuyla sev,

Coşarak akan nehirler gibi.

İstersen çağlayarak sev,

Çağlayarak akıp giden şelaleler gibi.

İstersen patlayıp sevgini üzerime püskürterek sev,

Lavlarını püskürten yanardağlar gibi.

İstersen bedenimi ve yüreğimi yakarak sev,

Kızgın bir güneş gibi.

İstersen hasretle sev,

Kuruyup çatlamış toprağın suyu emen  hasreti gibi.

İstersen şakıyarak sev,

Bülbül'ün gül'ü sevdiği gibi.

İstersen gizlice  sev,

Yüreğinde saklar gibi.

Sadece beni sev,yüreğinin tek sahibi gibi.

Nasıl istersen öyle sev,

Yeter ki;Ölesiye ve yürekten sev beni.

Güner YİĞİTBAŞI


Suriye Çıkmazı
Ülkemizi Suriye bataklığına ve çıkmazına sokan, ülkenin mali kaynaklarını bu bataklıkta yok eden bugün içinde bulunduğumuz ekonomik krizin en büyük nedenlerinden biri olan Suriye bataklığının baş mimarı,  AKP iktidarı ve onun başındaki ERDOĞAN'dır. 

Biz bu hükme kendi kafamızla varmıyoruz. 

Yalan söylemeyen arşivler yerinde duruyor, ERDOĞAN; açıkça niçin Suriye’de olduğumuzu itiraf ediyor. Suriye’deki Beşer ESAT hükümranlığına son vermek için Suriye’deyiz diye bağırıyor. 

Ne demek ESAT hükümranlığına son vermek?

Suriye Birleşmiş Milletlere üye bağımsız bir devlet ve ESAT da Suriye'nin meşru lideri değil midir?

Bu ülkenin kurtarıcısı ve devletimizin kurucusu Büyük ATATÜRK; ”Yurtta Sulh Cihanda Sulh” tavsiyesinde bulunmamış mıdır?

Ülkenin yararına dış politika yürütme yerine, kendi dini inanç ve mezhep anlayışınıza, takıntılarınıza göre bir dış politika izlerseniz, varacağınız sonuç işte böyle çıkmaz sokak ve bataklık olur. 

Size ne Suriye’nin içişlerinden, Esat'ın mezhebinden, ülkeyi yönetim modelinden,  Suriye’de yaşayan Kürtlerden?

Evet tüm bunlardan size ne?

Dünya devlerinin dolduruşlarına ve din ve mezhep inançlarınıza kapılarak,  Suriye’nin; Esat'ın liderliğindeki merkezi yönetimini devirmek istediniz de elinize ne geçti?

Onlarca şehit verdik, milyar dolarları Suriye bataklığına gömdük ve ülke yararına bir adım mesafe kat edemedik, hala boğuşup, çırpınıp duruyoruz, bu Suriye bataklığında. 

Ülkemiz için risk olarak gördüğünüz, Suriye’de, Suriye’nin Kuzeyinde bir Kürt oluşumuna engel olabildiniz mi?

Sizi Suriye bataklığına itenler;  şimdi,  Suriye’nin Kuzeyinde de, Kuzey Irak da olduğu gibi fiili bir Kürt Devleti kurdular. 

Ülkeyi iktisaden güçlü duruma getirmeden, ekonomik bağımsızlığımızı elde  elde etmeden, şimdi bölgede gerçek güç ve söz sahibi olan emperyalist devletlerin dolduruşuna ve ihtiraslarınıza esir olarak boyunuzdan büyük işlere girdiniz, gelinen bugünkü koşullarda, sizi bu bataklığa itenlerin oyuncağı haline getirdiniz ülkeyi. 

Yapacağım dediğiniz Suriye’ye yönelik yeni bir operasyon için dahi,  bu büyük devletlerin onayını bekliyorsunuz. 

Biz, ülkemizin uğradığı silahlı saldırılara karşı anında yapılacak  bir sıcak takip, sıcak takiple sınırlı ve  kısa süreli Suriye operasyonları dışında,  başka ülkelerin topraklarına girip yerleşmekten yana değiliz. 

ERDOĞAN; ne diyor? ESAT hükümranlığına son vermek için Suriye’deyiz diyor.  

Falanca bir devlet, mesela Amerika ve Rusya veya bir başka güçlü devlet, biz Türkiye’deki ERDOĞAN iktidarını ve hükümranlığını beğenmiyoruz, zira; halkına göz açtırmıyor, bütün özgürlükleri yok etti, Türk insanı demokratik barışçıl protesto haklarını dahi kullanamıyorlar, hemen polis tarafından gözaltına alınıyorlar, yargı bağımsız değil, müzik festivalleri, mesnetsiz iddia ve kaygılarla yasaklanıyor, tek adamın ağzından çıkan yasa, ekonomi büyük bir kriz altında, Türk Halkı yoksullaştı geçinemiyor, işsiz, bir lokma ekmeğe muhtaç, cari açık çok fazla, Türk parası devamlı değer kaybediyor, Türk halkının bu vahim durumuna üzülüyoruz. Bu nedenle,  ERDOĞAN iktidarına ve hükümranlığına son vermek ve Türk Halkını düze çıkarmak, özgürleştirmek ve zenginleştirmek amacıyla Türkiye topraklarına giriyoruz, tüm muhaliflere destek veriyoruz diyebilirler mi?

Diyemezler tabi. 

Öyleyse, sizin Suriye’de ne işiniz var?

Şunu da diyemezsiniz efendim. 

Suriye’nin Kuzeyinde ülkemizin geleceği adına tehlikeli gördüğümüz bir Kürt oluşumuna karşıyız ve buna engel olmak için Suriye’deyiz de diyemezsiniz. 

İşte gerçekler ortada,  ne kadar uğraşırsanız uğraşınız, Suriye’nin Kuzeyinde hem de Nato müttefikimiz Amerika bir Kürt oluşumunu sağladı bile, korkunun ecele faydası yok. 

O zaman hiç durmayın ABD'ye savaş açın kovun onları Suriye’den, NATO’dan ayrılın protesto olarak, varsa gösterin gücünüzü, sizin gücünüz Esat'a mı yetiyor sadece?

Sizin yapacağınız en akıllı iş, Esat'tan özür dileyerek,  Suriye sorununu-artık bu aşamadan sonra o da pek mümkün değil ama-Esat'a destek vererek, onunla anlaşarak çözmektir, tabi kabul görürseniz. 

Ha şunu da unutmayınız. 

Suriye kağıt üzerinde hala özgür ve bağımsız bir devlet olduğuna göre, Suriye’deki Kürt sorununu da,  Suriye’nin meşru yönetimi Esat ve Kürtler birlikte anlaşarak çözecekler ve bize de bu çözüme saygı göstereceğiz. 

Suriye’deki Kürt oluşumunu, kurtuluş savaşını birlikte yaptığımız,  birlikte kan döktüğümüz, eşit yurttaşlarımız olan yıllarca beraber yaşadığımız, kız alıp verdiğimiz, kanlarımızın karıştığı et ve tırnak haline geldiğimiz ülkemizde yaşayan Kürt kardeşlerimiz için bir tehlike olarak görmek, ülkemizdeki Kürt kardeşlerimize yapılan büyük bir saygısızlık ve haksızlıktır. 

Korkmayın. Çözün o zaman Kürt sorununu. 

Ülkemiz Kürtlerinin Türkiye’miz ile aidiyet bağlarını,  bir daha kopmamak üzere güçlendiriniz, biz de Türkiye’nin eşit sahibi ve eşit yurttaşlarıyız ve ülkemizden memnunuz deme aşamasına getiriniz. 

Şunu da unutmayın, ülkeyi kötü yönetmeye devam ederseniz, dış politikada yalpalarsanız, yirmi seneden bu yana her alanda güçsüz kıldığınız Ülkemize rağmen, güçlü emperyalist devletler,  siz istemeseniz de, orta doğuya istedikleri şekli verebilirler. 

Bu nedenle, bırakın askeri çözümleri, ülkenin ekonomisini düzeltin, ekonomik yönden bağımsız kılın, demokrasiyi tesis edin, Türk ordusundan elinizi çekin, güçlendirin ülkemizi, yeniden inanılır, caydırıcı ve güçlü kılın. Yok başka yolu. 

Gördünüz mü?

Esat'ı devirmek için maddi ve manevi destek verdiğiniz,  Özgür Suriye Ordusu mensubu müttefikleriniz, Esat'a yaklaşma eğiliminiz karşısında, satıldıkları duygusuna kapılarak eylem yaptılar, Türkiye aleyhinde sloganlar attılar, tehditler savurdular, Türk Bayrağını yaktılar. 

ÖSO' da başınıza bela oldu. 

ÖSO silahlı militanlarını harcayarak Esat'ın kucağına mı atacaksınız, yoksa ülkemize kabul ederek Türk Silahlı Kuvvetlerine subay ve general olarak mı atayacaksınız?

Tam bir çıkmaz sokak ve iki ucu boklu değnek. 

Ne kadar övünseniz azdır ve  hakkınızdır!

Güner Yiğitbaşı

12/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Çok Düşündüm Sonunda Yazmaya Karar Verdim
Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati,  Türkiye’deki enflasyonun yüksek olduğunu söyleyen yabancı bir ülkenin bakanına,  “Ben bu enflasyonla sokağa çıkabiliyorum,  siz yüzde 10’la çıkamıyorsunuz” dediğini,  büyük bir gururla itiraf etmiş.

Bay Nebati'nin söylemi çok açık olup, hiçbir  yorumu gerektirmiyor.

Bay Nebati, açık yüreklilikle; kendisi dahil,  AKP de politika yapanların karakterlerini ve ülkemizde vatandaşların haklarını arama ve kötü politikacılardan hesap sorma bilincinin ve özgürlüklerinin bulunmadığını, ülkede baskı rejiminin uygulandığını itiraf etmiştir bu sözleriyle.

Bakan Bay Nebati; yabancı ülkenin bakanına, ”siz  yüzde on enflasyonla sokağa çıkamıyorsunuz, ben daha yüksek,  yüzde seksen enflasyon ile sokağa çıkabiliyorum” derken;

Sizin halkınızda,  demokrasi kültürü gelişmiş ve yerleşmiş, 

Halkınız; oy vererek iş başına getirdiği politikacılardan, yeni seçim dönemini beklemeden hesap sormasını, onları sorgulamasını bilen bir siyasi ve demokratik bilinç ve kültüre sahip, 

Ülkenizin demokrasi iklimi de bu hesap sormaya müsait, halkınız; kendisini yüksek enflasyon altında ezen iktidardan,  hiçbir baskıya ve engele maruz kalmadan,  demokratik yollarla hesap sorabiliyor, politikacıları demokratik yollarla protesto edebiliyor, bu nedenle siz halkın demokratik tepkisinden korkuyorsunuz, bu korkuya onurunuz da eklendiğinde sokağa çıkamıyorsunuz, kaldı ki; sizin politikacılarınız yüksek enflasyona yol açmışlarsa, istifa ederek koltuklarını bırakıp gidiyorlar,  

Bizim ülkemizde bunların hiçbiri olmadığından,  bu yüksek enflasyona rağmen sokağa çıkabiliyorum demek istemiştir.

Bay Nebati'nin sözlerinden başka bir anlam çıkarılamaz maalesef.

Üzücü ama gerçek bu.

Bu nedenle, Bay Nebati'nin sözleriyle ilgili olarak,  yazayım mı yazmayayım mı diye çok düşündüm, sonunda üzücü de olsa,  yazmaya karar verdim.

Güner Yiğitbaşı

11/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Politikacı Ve Milletvekili İken Yaptıkları İşlerle Ve Muhalefetle Görsel Medyada Parlamak Ve Kendini İspatlamak Asıl Ve İtibar Edilir Olmalıdır
Teğmen Mehmet Ali ÇELEBİ vak'ası da göstermiştir ki; sosyal ve görsel medyada bir şekilde, mağdur rolü oynayarak veya tartışma programlarında boy gösterip, halkın duygularına hitap edecek şekilde laf üretip esip gürleyerek,  gerçek ve güvenilir bir politikacı olunamaz. 

Bu tür,  yazılı ve görsel medyada şu veya bu şekilde kendini göstererek kamuoyunun dikkatini çekip  beğenisini kazanarak, bundan yararlanmak suretiyle, tepeden inme paraşütle politikacı ve milletvekili yapılan kişilerin  örnekleriyle doludur siyaset tarihimiz. 

Mesela aklımıza hemen geliveren Süheyl BATUM ve Emine Ülker TARHAN örnekleri de,  Cumhuriyet Halk Partisinde kolayca bir yerlere gelen ve milletvekili ve hatta parti içinde yönetici yapılan ve daha sonra kendilerine kol kanat geren parti üst yönetimiyle ters düşen politikacı eskileri olarak,  siyaset tarihinde yerlerini almışlardır. 

Yine IŞİD saldırısına uğrayarak kaçırılan ve uzun süre rehin hayatı yaşadıktan sonra kurtarılan eski Musul Başkonsolosu ismini şimdi hatırlayamadığımız yanlış anımsamıyorsak soyadı ÖZTÜR olan zat da, bu ününden ve mağduriyetinden yararlanarak CHP içinde tepe noktalara getirilen ve milletvekili yapılan daha sonra da partiden kopup giden bir şahsiyettir. 

Demem odur ki;  görsel medyada, tartışılacak konulara önceden hazırlanarak,  periyodik bir şekilde programlara çıkıp, branşına giren veya girmeyen konularda esip gürlemek ve ahkam kesmek,  CHP üst yönetimini asla aldatmasın. 

CHP'den başarılı olan iyi örnekler de verebiliriz. 

Makale başlığımıza da koyduğumuz gibi, bazı istisnaları hariç, parti örgütünde çalışmadan,  tepeden inme bir şekilde hazıra konarak başarılı bir politikacı olunamaz. 

Partisine ve ülkesine yararlı iyi ve başarılı bir  politikacı; medyayı sıçrama tahtası olarak kullanarak, halkın nabzına göre şerbet verip,  onun duygularına hitap eden soyut laflar ederek değil, faal politikacı olarak, milletvekili iken, yaptıkları ve ortaya koydukları somut işlerle, iktidara yönelik somut muhalefetleriyle görsel medyada parlayarak ve kendisini ispatlayarak olunur. 

Örnek mi istiyorsunuz?

Aklıma gelmeyenler lütfen alınmasınlar, hemen aklıma geliveren mesela; Mersin'in genç Milletvekili Ali Mahir BAŞARIR, Zonguldak'ın genç Milletvekili Deniz YAVUZYILMAZ, ortaya çıkarıp kamuoyuyla paylaştıkları belgelere dayalı somut yolsuzluk dosyaları ile bu kişiler, laf üretmeden partileri CHP ve ülkelerine, ülke insanlarına, seçmenlerine hizmet etmekte ve seçildikleri makamları hak etmektedirler. 

Tabi daha niceleri var. 

Bir seçmen olarak, CHP yöneticilerinden ricamız, daha dikkatli davransınlar ve halkın güvenlerini boşa çıkarmasınlar. 

Bu ülkede, tribünlere oynamadan, amatörce,  mesleki birikimlerine dayanarak, sosyal medyada,  internet sitelerinde, sürekli ve sistemli olarak amatör bir ruhla ve hiçbir beklenti içine girmeden yazan, ülke gerçeklerini dile getiren, iktidarı yerden yere vuran, yapıcı eleştirileriyle toplumu aydınlatan ne gizli kahramanlar var, şayet teşkilat dışından tepeden inme hazır politikacı adayları arıyorsanız,  biraz gözünüzü açın, gizli kahramanları çıkarıp bulun,  gözünüzdeki at gözlüklerinizi çıkarın lütfen.

Güner Yiğitbaşı

09/08/2022

Güner YİĞİTBAŞI

Hukukçu

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget