“Hakimler olarak meğer fotoğraflarımız polis kriminale gitmiş, poliste resimleri olan hakimler olduk”.
“2008 ya da 2009 yılında İşçi Partisinin Ankara’daki merkezini basmak için İstanbul’dan bir takım polisler gönderdi Zekeriya Öz”
“Cumhurbaşkanına hakaret davasına beraat kararı veren hakime sürgün”
“Van’a Sürgün Edilen 36 Yıllık Hakim.”
“Darbeleri askeri olanlar değil, silahı olanlar yapıyor. Bu silahı kullanmadıktan sonra asker gücünün önemi yok artık.”.
“Basın bile hâkimi yargıyı baskı altına alıyor”.
“Çözüm demokrasidedir”.
Bu yılki etkinliğin sloganı “Uyan Gazi Kemal” olarak belirlendi. Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezindeki konuşmaları ne yazık ki çok az sayıda kişi izliyorlardı, öyle ki salonun onda bir bile dolmamıştı, koca salonda sadece 70 kişi vardı. Bunda Ankara Valiliğinin OHAL kapsamındaki yasaklamanın etkisi olduğu söylendi.
Çok az sayıda izleyicinin izlediği bu değerli konuşmaları, biz de banttan çözerek size sunmayı istedik. Ancak metin uzun olacağı için, okuyucuyu da sıkmamak için her bölümün konuşmalarını tek tek bölümler halinde vermekteyiz. Amacımız hukukçuların anlattığı bu değerli bilgilerin yayılmasına destek olmak, yargıdaki acı gerçekleri halka yansıtmaktır.
Bu panelin son konuşmacısı Yargıç Nuh Hüseyin Köse yaptığı konuşmada şunları söyledi:
“-İlhan Cihaner tutuklaması sonrası, aslında FETÖ Mahkemeleri olarak bilinen şu an özel yetkili mahkemeler denilen mahkemelerin, mahkemelere gelmeden önce polisin, savcının yaptığı kumpasları da en iyi İsmail anlatmıştı onu,
Şimdi öncelikle bu toplantılara vesile olan sevgili Uğur Mumcu’yu rahmetle anıyoruz. Ben kendisini tanıma, dinleme fırsatı bulmuştum. Ankara Hukuk Fak. Öğrencisiydim son sınıfta. Kendisiyle tanışmıştım. Onunla taşıp onu dinledikten sonra, hukukçu falan değil, ben gazeteci olmak istemiştim. Fakat Çorum’da böyle bir olanak yoktu, oraya geri dönmek zorundaydım, olamadım. Belki gazeteci olamadık ama onun yolunda Atatürkçü, demokrat, insan haklarına bağlı laiklikten yana bir hukukçu olmayı başardığımı düşünüyorum. Onun için büyük ustaya çok teşekkür ederim, o sadece gazetecilerin ustası değil, insan haklarından yana olmak isteyen insanların da yoldaşıydı. Hala ışık saçıyor, mezarından hala hepimize ışık saçıyor. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmamak gerektiğini” kafalarımıza kazıyan bir aydındı.”Şiddetin çıkmaz bir sokak olduğunu” bize gösteren bir aydındı. Çok şeydi aslında.
Bu gün bu küçük salonda aslında hepimiz birbirimize bildiğimiz şeyleri anlatıyoruz; bir anlamda bir tedavi (tedavi), bir anlamda dertleşme oluyor. Onun için ben de sizlere bildiğiniz şeylerden bahsetmek istiyorum.
CUMHURBAŞKANINA HAKARET DAVASINDA BERAAT KARARI VERİNCE SÜRGÜNE GİTTİ.
Hasan Basri Akgiray isimli bir eski yargıç (vefat etti şimdi eski bir savcıdır kendisi. Ben de onun anılarını okumuştum. 1950 seçimlerine ne kadar umutla girdiğini ve Demokrat Parti’ye oy vermek için nasıl çabaladığını anlatır 52 ye kadar. Hâlbuki kendisi çok dindar bir adam değil, hatta “dindar bir adam olmadığını” yazar kitabında. Liberal görüşleri var, demokrat görüşleri var. Heyecanla Demokrat Partiye oy verdiğini ve sonra Demokrat Parti tarafından Cumhurbaşkanına hakaret davasında beraat kararı verdiği için sekiz ay nasıl sürgün edildiğini anlatır, Hasan Basri Akgiray, sonraki yıllarda CHP den senatör olmuştur.
Yargı bağımsızlığı meselesinin tüm Türkiye’deki en derin yaşadığı yıllar 1957 yıllarıdır ve sıkça rahmetli Menderes’in dilinden “yargının yürütmeye ayak bağı olduğu” mesajları verilmiştir. Zor zamanlar yaşamıştır. 1960 Darbesi sonrası 1961 Anayasası sonrası birlikte bu Türkiye’nin geçmişi son on yılı dikkate alınarak yargının bağımsız bir erk haline getirilmesi için çok temel adımlar atılmış. Avrupa anayasalarından alınan örneklerle Türkiye’de Anayasa Mahkemesi, Hâkimler Kurulu ve Savcılar Kurulu kurulmuştur. Bununla da kalmamış üniversite özerkleştirilmiş, TRT özerkleştirilmiştir. Belki orada tek yanılgı hepisinin başına bekçi olarak ordunun konulması idi. Maalesef o yanılgı bizi 2010 a kadar maalesef Danıştay ve Yargıtay seçimine ordunun müdahale etmesi sonucunu doğurdu. Bu çok eleştirildi, “bütün günah ordudaydı” denildi. Hâlbuki orduda değil sadece, onlara bu meydanı bırakan sivil toplumdaydı belki.
Konumuz “Olağanüstü Hal Sonrası Türkiye De Durum”. Ben örneklerle açıklamak istiyorum, özellikle Yargıçlar Sendikası Üyesi arkadaşlarımızın başına gelen olaylarla size anlatmak istiyorum.
15 Temmuz sonrası yargıda yaşanan iki büyük deprem, 4000 küsur hâkim ve savcının bir gecede meslekten bir gecede ihraç edilmesiydi. Biraz önce sevgili İsmail’in de ifade ettiği gibi, BİR CEMAATE, BİR TARİKATA ÜYE ORADAN EMİR ALARAK İŞLEM VE EYLEM YAPAN KİŞİDEN YARGI MENSUBU OLMAZ. Bunların mesleğin içinde durması hataydı. Biz 2012 yılında İstanbul Barosu’nda demokrasi ve özgürlükler için Avrupa Yargıçlar Birliği Başkanı Vitometti’yi ağırlamıştık. Ömer Faruk Eminağaoğlu, Kocasakal’la birlikte yaklaşık bir saat içinde, Türk Yargısı içinde Fetö’cü örgütlenme olduğunu anlattık. Tabi Fetö değil de Fetullahçı örgütlenme deniliyordu. Adam inanmadı, İtalya Cenova Savcısıydı. Dedi ki, “böyle bir şey nasıl olur”. “Bize bazı Mason örgütlenmeleri var, ama sorunları aştık. AİHM sine gitti o davalar. Mümkün değil”, dedi; sonunda “olmaz, ama böyle bir şey varsa insanların bir gün bile bulundurulmaması gerekir” dedi.
Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy’un evlerinin önünde katledilişlerinin anısına düzenlenen 25. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinliklerinden, 27 Ocak 2018 günü Çankaya Beld. Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Yargıçlar Sendikası’nın düzenlediği “15 Temmuz’dan sonra Türk Yargısı Nereye Gidiyor” konu başlıklı panel düzenlendi. Paneli Ayşe Sarısu Pehlivan (Yargıçlar Sendikası Başkanı) yönetirken, bu üçüncü son bölümde Nuh Hüseyin Köse’nin (Yargıçlar Sendikası Başkan Yardımcısı) konuşmasını vereceğiz.
YAR-SAV I HAKSIZ YERE KAPATTILAR
Fakat burada temel sorun şuydu, insanların yargılanmadan bir takım istihbarat raporlarıyla ya da söylenti üzerine birdenbire tutuklanması hatta bunları eleştirdik. Örgütümüz içinde “Fetö’yü mü savunuyorsunuz” diye ağır eleştiriler aldık. Kimimiz de sürgün bile edildik, ilerleyen zamanlarda. Bu süreçte, en büyük hukuka aykırı işlemlerden birisi YAR-SAV ın kapatılmasıydı. YAR-SAV ın 700 civarında Fetullahçı üyenin ihraç edildiği gerekçesi ile YAR-SAV kapatıldı. Hâlbuki YAR-SAV ın geriye kalan 800 Fetullahçı olmayan ve gerçekten yargıda örgütlenmeye inanmış üyeleri vardı. Onlar meslekte kalmaya devam ettiği halde, YAR-SAV tüzel kişilik olarak kapatıldı. Hâlbuki hükümetin onu kapatmaya yetkisi yoktu. Çünkü olağanüstü KHK sı da olsa kapatmak gibi bir tasarrufta bulunamazdı, çok faaliyet durdurulabilirdi. Dolayısıyla yapılan işlem halen Anayasaya, Olağanüstü Hal Yassına aykırı bir işlemdir. Dernek öyle kötü bir duruma düştü ki, derneğin sekreteri işçisinin kıdem tazminatı ödenemedi, derneğin parası olduğu halde. Hatta ona yapılan birkaç aylık ödeme geri alındığı için zor duruma düştü işçi. Sonunda kendi aramızda belki yardım ettik, ama hala işçilik ücreti bile ödenemedi, böyle bir hukuksuz süreç yaşandı.
GERİCİ GAZETELER DE YARGIÇLARA KOMPLO KUMPAS KURDU.
Arkasından sendikanın üzerine gidildi, kamuoyunda tabi çok bilimiyor, YAR-SAV la sendikanın aynı örgütler olduğu düşünüldü. Aslında Yargıçlar Sendikası SAV ın içindeki gerçekten örgütlenmeye inanmış üyelerin kurduğu sendika gibi örgüttü. Hala aynı şekilde çalışmaya devam ediyor. Arka arkaya Yargıçlar sendikası üyeleri soruşturma geçirmeye başladılar.
Size bunlardan üç tanesini özetlemek istiyorum. 2015 yılında Paris’te Çarliherdos saldırıları yaşandı. Bir dergiye yapılan baskında sekiz civarında gazeteci ve mizah yazarı katledildi insanlar tarafından. Dünya ayağa kalktı, Türk Başbakanı da gitti, orda hücresi Çarli yani “ben Çarliyim” yürüyüşüne katıldı. Arkasından Cumhuriyet Gazatesi Çarli Hetto saldırısı sonrası süreçte basın özgürlüğü adına bir takım paylaşımlarda bulundu. İki gazete yazarı köşe yazılarında bir karikatür paylaştık gerekçesiyle, onların da dine hakaret ettiğiğ şeklinde bir yayın söylenti çıkartıldı. İnfial oluşutu, Cumhuriyet Gazetesine ciddi saldırılar ve ölüm tehditleri gelmeye başladı. O süreçte SSt kalar basın özgürlüğü adına Cumhuriyet gazetesine ziyarete gittiler. Biz de aslında tesadüf eseri hakikaten oradan geçiyorduk, durumu oldu. Görevimiz gereği olarak Cumhuriyet gazetesine geçmiş olsun ziyaretinde bulunduk, çıkışta o zamanki dernek başkanları basına bir açıklama yaptılar, bir dotoğraf toplu fotoğraf. Bu fotoğraf sosyal medyada yayınlandıktan sonra, daha sonra FETÖ nedeniyle ihraç edildiğini öğrendiğimiz bir yargıcın şikayet üzerine, kamuoyunda mevzu dallanmaya başladı. Gümüşhane Başkanını ve Danıştay ikinci dairesini hedef gösteren bir gazete orada fotoğraf çektiren bizleri manşetinde üç gün “Şarlinin hakimleri” diye yayınladı. Fotoğraflarımzın üzerine de isim yazdılar, “yanlış kişiyi öldürmeyin” der gibi. Onunla kalınmadı, sosyal medya hesaplarımız dididk didik edildi, hatta İsmailde benim bir çiçek vardı oturuken fotoğrafınızın üzerine Alit isimli bir yazar yazdı, dedi ki, “bir gazeteciyle bir hakimin ne işi var” dedi. Hatat soy ismi Kasparya olan bir kişiyle nasıl oturur diye Vakit gazetesinde Ermeni solcu hakim gibi yayınlar yapıyorlardı. Aynı Susurluk çetesi” demeye getiriyorlar.
2015 yılında başlanan soruşturma ilginç bir şekilde devam ederken 2017 yılında bize geldiğinde şunu öğrendik, meğer fotoğraflarımız polis kriminale gitmiş, poliste resimleri olan hakimler olduk. (Mizah gibi olaya salondan gülüşmeler oluyordu) “Polis kriminalde hangi hakim, hangi resim onun üzerinden soruşturma yapılmış iki yıl. Çok ilginç manidardır, 15 Temmuzdan sonra ortaya çıktı.15 Temmuzdan hemen yakın zamanda ortaya çıktı, soruşturuluyoruz hala. Bizi orada afişe eden gazetenin 2017 nin Ocak ayında bir haberine rastladım. Haber aynen şeöyle idi: “Amerikan Yargıçlar Birliği, bakın hakimler de değil,”Irak’ta Ebu Greyt Cezaevinde bin civarında mahkuma yapılan işkencenin fotoğrafınıın yayınlanmasını istiyor. Amerikan Yargıçlar Biriliği yani bizim YAR-SAV ve Yargıçlar Sendikasının Amerika’daki muadili olan derneğin sendikanın kimliğini aynı gazete bir övünç meselesi olarak öne çıkartıyordu. Yani bizi, yaşam hakkını basın özgürlüğünü savunmak adına Cumhriyet gazetesie bir sendika olarak yaptığımız ziyareti arka arkaya üç gün hedef gösteren gazete aslında belki de daha ağr, düşünebiliyor musunuz Türkiye’de şu cezaevlerinde işkence yapılıyor” diye, düşünsenize Yargıçlar Sendikası hangi gazete hangi manşeti atardı. Böyle bir standardın içinde devam ediyoruz.
Arkasından bir bir sürgünler geldi, önce sendika başkanı sonra Mustafa Karadağ Şanlı Urfa’ya sürgün edildi. Başörtüsnden dolayı belli çevrelerden zaten hedef gösteriliyordu ve ilginç bir şekilde IŞİK’ın cirit attığı bir yere gönderilerek yaşam hakkı ciddi bir şekilde tehdit altına alındı ve meslekten ayrılmak zorunda kaldı. Biz, o gitmesin diye kampanyalar yaparken bu kez ilginç bir şey oldu, bir kararname ile Yargıçlar Sendikası bu 17 üyesi birden, 4 ü yönetim kurulu olmak üzere kararnameye alındı, sürgün edildi.
Bu sürgünleri eleştiren bir yazı yazdım, çünkü Yargıçlar Sensdikasının basından sorumlu başkan yardımcısıydım, o zaman da yönetim kurulu üyesiydim veya üyesiyim. Sendika adına bir yazı yazdım, ODATV adınas bir yazı yazdım, “Güvene Dair” di yazının başlığı ve şöyle dedim: “2014 yılının Ocak ayında CNN de katıldığım bir programda Cüneyt Özdemir’in programında bana dedi ki, “cemaate karşı siyasal iktidarın yanında yer alacak mısınzı?” HSYK seçimlerinde. Biz sivil toplum örgütüyüz, hükümetten ayrı bir kuruluşuz, dolayısıyla bizim hükümetle veya cemaatle, veya taikatla işbirliği yapmamız söz konusu değil, o nedenle öyle bir işbirliği içinde olacağımızı zannetmiyorum. Kaldı ki nasıl olalım, nasıl güvenelim. “Neden gübenmiyorsunuz” dedğinde şu örneği verdim:
2008 ya da 2009 yılında İşçi Partisinin Ankara’daki merkezini basmak için İstanbul’dan bir takım polisler gönderdi Zekeriya Öz isimli bir cumhuriyet Savcısı. Cumhuriyetin savcısı olup olmadığı tartışılır ama savcıydı o zaman, hükümet savcısıydı hatta. Yapılan soruşturmalar sırasında Ankara’da memur suçlarından sorumlu bir cumhuriyet savcısı idi ki bizim üyemizdi kendisi, suç duyurusunda bulundu bu gelen polisler hakkında. “Sen nasıl suç durusunda bulunursun” diye 2010 da HSYK tarafından soruşturma açıldı. Kendisine kınama cezası verildi. Kınama cezasına yptığı itiraz, bizim YAR-SAV üyesiydi bu arkadaşımız Cumhuriyet savcısı. İtiraz 2014 Ocak ayında görüldü, yani 17/25 in hemen sonrasında. Bir oy farkla bu cezası, itirazı ret edilerek ceza kesinleştirilidi, bu arkadaşın (Abbas Özden) “Orada Abbas Özden’e verilen cezası yerindedir” diye oy kullanan hükümet müsteşarıydı, o bir oy. O bir oy olmasaydı Abbas zden’e bu ceza verilmeyecekti. Dedim ya hani hükümete karşı 17/25 cemaate karşı hükümet pozisyon almıştı. Hükümetin müsteşarı böyle oy kullandı, adı da Kenan İpek mi ne.
Bu olaydan sekiz ay sonra Aynı müsteşar, kınama cezaı verdiği Sayın Özden’i Yrgıtay üyessi yaptı. Orda da, iyi kullandı Abbas Özden iyi bir yargıçtı. O konuda iyi bir tartışma değil. O zaman nasıl güvenelim demiştim. İşte durum bu.
Şimdi o kararnameyle, sadece biz sürgün edilmedik, Yargıda Birlik Derneği’nin sosyal demokrat, Alevi, ülkücü diye takdim edilen tanıtılan kamuoyuna üyeleri de ilginç bir şekilde 2014 HSYK seçimlerinden sonra aldıkları ünvanları geri vererek, yerleri değişirildi. Başsavcı vekilliklerinden alındılar, kimisi Yargıtay savcısı yapıldı, kimisi Anadolu irtibat savcılığından İtanbul Adliyesine veya Bakırköy Savcılığına gönderildi, kimisi başka yerlere gönderildi. Dedim ki, bakın size güvenmeyim mi demiştim, bakın hepsi çıktı diye bir yazı yazdım. Altında da bizim üyelerimizin atamalarıyla ilgili olarak açıklamalar getirdim, örneğin, Ali Haydar Yücesoy, hak arama hastası bir hakim. Bunu nereden çıkardım, orada da yazdım 2002 yılında şimdiki sayın Cumhurbaşkanının sabıkasının silinip silinmemesi dolayısıyla girip girmemesi tartışılıyordu. Diyarbakır DGM de sabıkası silinsin diye avukatları aracılığıyla bir başvuru yaspıldı. Bu başvuru Ali Haydar Yücesoy’unda da üyesi bulunduğu 3 nolu DGM ye düştü. İki ye bir bu talep ret edildi, sabıkası silinmesin” diye. Ali Haydar Yücesoy o karara muhalefet şerhi yazdı. Hayır” dedi silinmesi gerekiyor hukuken, siyaseten çok sevdiği için yaptığını zannetmiyorum. Ama adam hak saplantılı bir adam, hak saplantılı bir adam, aynı Haydar Yücesoy, İstanbul adliyesinde hakim olarak çalışırken, komisyon tarafından bir gün mübaşiri, bir yazı işleri müdürünü, bir gün katibi, bu sefer de İstanbul komisyonu aleyhine dilekçe vermiş, şikayet dilekçesi vermiş, vay sen misin onu yapan, Ali Haydar Yücesoy’un 30 yıllık yargıcı, iki üniversitede okuyan oğlu olan bu adamı alıp Afyonkarahisar’a hakim olarak sürgün ettiler.
VAN’A SÜRGÜN EDİLEN 36 YILLIK HAKİM
Naciye Tütün Çağlar isimli bir yargıcımız, kendisi YAR-SAV Kurumu üyesiydi, sendikamızın aktif üyelerinden birisi, 36 yıllık yargıç, on yıl önce eşini kaybetti, eşi de bir yargıçtı, dolayısıyla eşinin bize emanetiydi. Kızı İstanbul’da Sen Jozef Lisesinde okuyor, parasız okutuyor, lojmanda kalıyor evi yok. Van’a sürgün edildi. Nedeni ne biliyor musunuz başörtüsünün meselesinden, niye,tutanak tutmuş bir avukat duruşmaya başörtülü girdi, diye. Ben avukatların duruşmaya nasıl girip girmeyeceklerinin takdirini barolara bırakırım. Bu benm görevim değil. O ayrı bir olay, ama ben şahsi görüşümü söylüyorum, kendisi ile özeli paylaştığım için söylüyorum, ama düşüne biliyor musunuz yani acımasızca bir yargıcı, kızını Sen Jozef lisesinden alıp, Van Sen Jozef Lisesine götüremz, orada öyle bir lise yok. Kendisi gitse 16 yaşındaki kızını bırakıp gidecek, evinden çıkması lazım falan filan. Neyse uzatmayayım, dramatize etmeyeyim hakikaten böyle bir dramatize. Zalimliği, hangisi daha zalim onu anlatmaya çalışıyorum.
Bunları yazdım. Bunu yazdık diye bir günde hakkımda soruşturma açıldı, “izinsiz ve siyasi yazı yazmak”tan. Bu yazdıklarım izinsiz ve siyasi. On yıldır konuşan adama ilk defa izinsiz konuştuğu yazdığı, sendika adına konuşuyorduk. Arkasından başka soruşturmalar geldi, işte, İstanbul Adliyesinin önündebizlere yapılan veda töreni sırasında bazı arkadaşlar, “ ya birimiz ya hiçbirimiz” diye slogan attılar” iddiasıyla taşeron güvenlik görevlilerine tutanak tutturdular. Taşeron güvenlik görevlisine, bu şu anlama geliyordu, ya yarın bir taşeron güvenlik görevlisi “bir yargıç adliyeye geç geldi on dakika” diye tutanak tutması anlamına geliyordu. Bu tutanak şu anda hala HSYK da benimle birlikte üç arkadaşım soruşturuluyoruz.
Sayın Karadağ v e diğer arkadaşlarımızın, Sayın şimdiki Başkanımız Ayşe Hanım’ın basına verdiği demeçlerinde soruşturulduklarını da ekleyelim. Çok ilginçtir, bu soruşturmaları yürüten daairenin sadece başkanıyla görüşemiyoruz, o da Yargıda Birlik döneminde demokrat olarak lansedilen sayın başkanla ben görüşemedim, bilmiyorum görüşenler görüşüyormu.
Şimdi bakın Türkiye’de bunlar olurken, ben başka bir yeri anlatayım, Burkinefaso diye bir ülke duymuşsunuzdur. Burkinefaso Afrika’da bir ülke, eski Fransız sömürgesi. Burkinefaso’da yargıçlar sendikası var. Burkinefaso Yargıçlar Sendikası 2016 yılının Ocak ayında orada bir paralel darbe yapılıyor, Kovelko isimli bir dış örgüt geliyor orada darbe yapmaya kalkıyor,bu girişimin sonrasında Yargıçlar Sendikası eylem yapıyor. Başkanlık sarayında üç gün oturuyorlar. Hem bu dış güçler etkisindeki Kovelko örgütünü ülkeden silip atın, çünkü biz yargı üzerinde etkili olamıyoruz, bunların yüzünden, hem de bizim maaşlar artırılmıyor. Tabi hiç birinin başına sürgün ya da başka bir şey gelmiyor. Tam tersine başkan görüşüyor bu adamlarla ve kadınlarla. Hepsine teşekkür ediyor ve “gereği yapılacak” diyor.
Çok ilginç bir şey daha oldu, Burkinefaso Dış İşleri şu birleşmiş milletlerdeki Türk Yargıcı Bayrok yükleyen adam çıktı sonradan, o da başka bir şey, bilemiyorum, kimin eli kimin cebinde belli değil.
Burkinefaso’da Yargıçlar Sendikası bu etkinlikleri yaparken, Türkiye’de Yargıçlar Sendikası Danıştay tanıdı, Yargıtay tanıdı fakat Danıştay başkanı tanımadı. Adalet Bakanlığının bütün birimleri Yargıçlar Sendikası üyeleri hakimler ve savcılar maaşlarından otomatik aidatın kesilmesini isterken Danıştay Genel Sekreterliği şöyle bir yazı gönderdi bize: “izim personelimiz olan Danıştay üyesi ve Danıştay tetkik yargıçlarının maaşlarından böyle bir kesinti yapamam çünkü Yaregıçlar Sendikası yasal değildir”. Yani kendi dairesinin yasal bir örgüt olarak kabu ettiği sendikayı, hükümetin ysal bir örgüt olarak kabul ettiği sendikayı Danıştay başkanı tanımadı. Hangi Danıştay başkanı? Biraz önce Mustafa Başkanımız söyledi, “devlet için ne yaparız sayın başbakanımız” diyen Danıştay başkanı, yapmadı.
Bu sırada ben Kayseri’deyin Ankara’da değil, onun için. Oysa şimdi bizler tabi sarun yaşamadık. Sendika üyelerimizden olan ya da olmayan “Cumuhurbaşkanına hakaret davalarında berat kararı veren arkadaşlarımızın içinde çok sayıda sürgün yaşayanlar oldu. Onlardan birisi de Adalet.Org sitesinin kurucusu Aydın Başar sen Cumhurbaşkanına hakaret davasında berat kararı verdiği için şu anda soruşuruluyor. Kendisi Balıkesir’den isteği dışında Zonguldak’a sürgün edildi. Sonunda Zonguldak da sürgün yerlerinden birisi.
Bunun dışında yargı şöyle bir baskı altında, özellikle bu FETÖ davaları.Söylendi konuşuldu ama mahalli bazda çok daha dramatik şeyler oluyor. Siyasetçiler özellikle FETÖ den soruşturulanların kurtarılması için, çoğunluğu bunların iş adamı, işadamları için gelenler çok. Politikacılar, çok etkili politikacılar gelip illerde adliyelerden çıkmıyorlar. Yerel basında bu haber oluyor, ulusal basında çok fazla yer almıyor.
İlginç bir politikacı şöyle bir demeç veriyor, aydınlık gazetesi bunu manşet yapmış, “Meclis’te bir grup başkan vekili filanca kişi geldi, FETÖ sanıkları çıktı” diye manşer atıyor Aydınlık gazetesi. Aynı politikacının şöyle bir demece var gazetede diyor ki: “Fetöcü avcılığı kisvesi ile şantajcı şerefsizler türedi”. Yani içeride tutuklu olanları korumak onları çıkartabilmek adına böyle demeçler veren politikacılar var. Bu yargıyı ciddi bir şekilde baskı altında tutuyor. Şimdi bu politikacılarla kalmıyor, bir de tersine yayın yapan bir takım gazeteciler var. O gazetecilerden bir tanesi de geliyor Anadolu’nun büyük çlçekli bir ile, bir avukatın sponsorluğunda otele yerleşiyor. Birtakım temaslarda bulunuyor, gider gitmez de diyor ki, “filanca mahkemenin başkanı iyi diyor daha yeni geldin oraya sen FETÖ cüleri tahliye etmeye başladın, bu adamı alın yoksa bu bütün FETÖ cüleri tahliye decek” diyor. O da oradan saldırıyor. Yani düşünebiliyormusnuz, iyi ki ceza mahkemesinde değilim” derken, biz de iş mahkemesine düştük. Bize de de iş davaları var. Fetö den şundan bundan işinden atılmış, inanın insan karar veriyor, elleri titriyor, açık söylemek lazım.
Şimdi bütün bunlar olurken Adalet Bakanlığı Ceza işleri bir genelge yayınlıyor, basına yansıdığı için sizinle paylaşmak istiyorum. Diyor ki genelgede, 2.01.2018 tarihli, diyor ki, “filanca yerin başsavcılığına, bazı kişilerin kendilerini bakan, müsteşar veya üst düzey büroklarla yakınlık iddilarını ya da kişisel nüfuzlarını kullanmak süretiyle yargı mensuplarını etkilemeye yönelik tavır ve davranış işine giriştikleri, bu çerçevede bilgi almak macıyla ya da yardım talebiyle adli mercileri aradıkları yönünde duyumlar alınmıştır”. Tabi genelge de kesmiyor, devletin en tepesi müdahele ediyor, diyor ki, “kimse benim adımı kullanarak talep de bulunursa dikkate almayın”, durum bu. Yargının şu andaki geldiği nokta bu.
Bütün bunlar olurken, HSYK nın yargıç kökenli başklan vekili şöyle bir açıklama yapıyor. “Zannediyorlar ki ben Devlet Su İşleri Genel Müdürüyüm, beğenmedikleri bir mühendisi al, yerine başkasını getir”. Böyle bir şey yok. Hakimin yerinin değiştirme sebepleri ihraç, açığa alınma sebepleri, cezalandırma sebeplerinin hepsi kanunda yazılmış, yol yöntemleri belli, fakat ben hala o kanunda benim niye sürüldüğümü Mustafa Karadağ’ın, Ayşe Sarısu Pehlivan’ın diğer arkadaşların hala niye sürüldüğnü anlamış değilim, o kanunun neresinde böyle bir şey yazıyor, onu bilemiyorum. Demek ki, hakimin Devlet Su İşlerinden Farkı yok.”
Peki ne yapabiliriz, bunlar şikayetlerimiz, bunlar tepitlerimiz, daha çok şey var konuşacak yazacak.
Şöyle bir tespitlerim var, darbeleri askeri olanlar değil, silahı olanlar yapıyor. Türkiyedeki bütün darbelerin arkasında aslında oraya asker alan insanlardan ziyade o askerlere silah sağlayan, resmi silah sağlayan ülkeler, şirketler vs ler var. Niye bu silahı kullanmadıktan sonra asker gücünün önemi yok artık. Silahlar çok güçlü, o silahları nasıl çalıştığını öğrenmek için, takdik öğrenmek için o silahı üreten ülkelere gidiyorlar. Oralarda bir şekilde örgütlerniyorlar. Bir şekilde onlara bağlı oluyorlar. Kendi ülkesinde her an değişebilir. Biliyor ki o silahı sağlayan iktidar değişmeyecek. Bunu yargıya teşmil edersek yargının tepesini, yani yargıyı yöneten Anayasanın işlemlerine yargı yolunu tıkayacak kadar güvendiği HSK gibi oluşumların kim tarafından seçildiği çok önemli. Siz bu tür oluşumları sadece bir kişiye seçtiriseniz, o oluşumlar sadece o bir kişi lehine ve aleyhine olan yargılamalarla ilgilenir, diğerleriyle ilgilenmez. Ya da belli bir partiye seçtiriseniz, durum gene aynıdır. O zaman yapılacak işlem şu, TBMM nin nitelikli çoğunluğu ki keşke olsa da dörtte üçünün (¾) oyuyla seçilse de ittifakla seçilse de oradaki üyeler sirilikleri alınmış, gerçekten bağımsız karar verebilecek üyeler oraya seçilebilse, bu konuda maalesef darbe öncesine kadar, hükümetle muhalefet belli bir yere kadar gelmişti Anaysanın 61. Maddesi üzerinde anlaşma sağlandığı söyleniyordu, bu da üç bölü dört mü olsun (3/4) mü olsun, iki bölü üç (2/3) mü olsun gibi tartışmalar yapılıyordu. Ama 2014 HSYK seçimlerinde hükümet baktı ki, böyle olmayacak kendisi bir formül buldu. Nasıl olsa ben hepsini alıyorum, dedi. Yargıda birlik platformunu kurdu, üzerinden gitti ve seçim yaptı, geldiğimiz nokta maalesef budur.
Ben artı şunu da söyleyeyim, kısa vadede ve orta vadede her ne kadar Avrupa Parlamentosu hiç olmazsa yarıdan bir fazlasının özellikle hakim ve savcı oylarıyla seçilmesi gerektiği konusundaki görüşüne Türkiye ölçeğinde de kısa vadede katılmıyorum. Neden katılmıyorum, çünkü hiçbir siyasi, parti lideri kendisine oy vermeyecek insanı delege yazmaz. Hakimler ve Savcılar HSYK dolayısıyla yargının patronlarının belirlenmesi konusunda birer delege idiler. Bu şuna yansıdı, hiçbir siyasal iktidar Adalet Bakanlığını hakim savcı alırken, kendisinin işaret ettiği adaya oy vermeyecek kimseyi hakim savcı yapmadı. Gerçi bu kural kalktıktan sonra da daha beter bir duruma doğru gidsiyoruz ama onun için iktidarlar tarafından hükümet tarfaından belirlenmiş delegelere siz istediğiniz kadar HSYK seçtirin sonuç her zaman hükümetlerin işaret ettiği kişilerin oraya seçilmesi olacaktır. Dolayısıyla çözüm demokrasidir, çözüm TBMM dir, çözüm demokrasiye inanmış insanların demokrasiye olan inancımız artacak bu salonlar dolacak, dertleşmenin de ötesine geçeceğiz”. SON
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder