Dünden Bugüne Sol (2)

Ankara Dayanışma Derneğ’inin düzenlediği Dünden Bugüne Sol konulu panel düzenlendi.Panelin ikinci konuşmasında eski bakan ve Milletvekili Fikri Sağlar

Dünden Bugüne Sol (2)

2021 Yılı Sedat Peker Yılı olmalı
Laiklik olmadan demokrasi olmaz
Bu iktidarda demokrasi iflas etmiştir, sol bunu haykırmalıdır
Laiklik olmadan bağımsız yargıyı ve demokrasiyi oluşturamazsınız.
Laiklik olmadan Türkiye demokratik bir ülke olmaz.
Bu hükümet eğitim ve adaleti yok etti
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi Sabahattin Ali Konferans Salonu’nda 18.03.2022 günü Ankara Dayanışma Derneğ’inin düzenlediği Dünden Bugüne Sol konulu panel düzenlendi. Mustafa Pınar’ın kolaylaştırıcı olarak yönettiği panelde konuşmacı olarak Fikri Sağlar, Av. Şanal Sarıhan, Sarp Kuray, Tuncer Bakırhan katıldılar.
Salonun çoğunluk koltukları izleyenler tarafından doldurulduğu panelden önce, Deniz, Gezmiş, Mahir Çayan, Yusuf Aslan ve öteki devrimcilerin eylem ve mücadelelerini yansıtan film gösterisinden sonra Dernek Başkanı Yusuf Sayın, kolaylaştırıcı Mustafa Pınar genelin amacını, sosyalizmin sürecini açıklayan konuşmalarından sonra, konuşmacılara söz verildi. Salonda ön sıralarda oturan bir bayan saygı duruşu ve İstiklal Marşı sırasında sol elini havaya kaldırmış öylece duruyordu.
Panelin açılışında Dernek Başkanı Yusuf Sayın şunları söyledi:
“Ülkenin o günden bugüne değişen bir şeyi kalmadı. Katliamlar yine devam ediyor, acılar yine devam ediyor, sömürü yine devam ediyor, emek tamamıyla sokağa atılıyor. Emek değersizleşiyor, nerede bir hırsız varsa itibar görüyor, bu böyle gitmemeli, Türkiye’ye sol gerek, parasız eğitim için Türkiye’ye sol gerek, parasız sağlık için Türkiye’ye sol gerek ve özgür bir üniversite için gençliğe sol gerek ve tarladaki ırgata, sanayideki işçiye sol gerek. Sol yanı eksik olan bir ülkenin ne demokrasi güçlenir ne de kendi geleceği teminat altına alınır. Sol bir vicdandır, sol bir emektir, sol bir demokrasidir, sol bir sosyalizmdir, sol bir kominizimdir, dünyaya ve Türkiye’ye sol gerek. Bu salona boş girdiniz dolu çıkacaksınız; “kalsın benim davam divana kalsın” diyor Pir Sultan Abdal ve bizim davamız divana kalmasın, bizler sokakta özgürleşerek, bizler bu düzeni değiştirmek için bu takım düzeni bu tek adam rejimini değiştirmek için hepinizi taşın altına elinizi koymaya çağırıyorum”.

Dünden Bugüne Sol (2)

Panelin ikinci konuşmasında eski bakan ve Milletvekili Fikri Sağlar(1) şunları söyledi:
“-Çanakkale Zaferi, ümmetten topluma geçiş adımında çok önemli bir adıma da vesile olmuştur Çanakkale Savaşı. Çanakkale’de yıldızı parlayan Mustafa Kemal daha sonra T.C. nin kurucusu olarak Mustafa Kemal olmuştur ve bütün dünyaya mazlum ülkelere örnek olabilecek bir emperyalizme karşı oluşturulan Kurtuluş Savaşı’nın da başında bulunmuştur. Sonrası devrimlerin önemli insanıdır. Dolayısıyla farklılıkların yurtsever anlayışı içerisinde ırk, dil, din, cinsiyet, inanç anlamındaki bütün farklılıkların önce yurttaş sonra da halk olarak dönüşmesine vesile olan bir anlayışı yarattığı için Çanakkale Savaşı’nı ciddi bir şekilde irdelemeliyiz, anlamalıyız, kutlarken şehitleri saygıyla anarken, emek verenleri saygıyla anarken bunu da anlamalıyız diye düşünüyorum. Yoksa 18 Mart’ta Çanakkale’de köprünün açılışı olarak önemli bir adım atıldı diye görmemeliyiz. Çünkü Çanakkale Köprüsü’nden günlük 45 bin araç geçme koşulu konmuş. Yani saniyede bir buçuk araç geçmesi gerekiyor, hesaplarsanız. Saniyede bir buçuk araç geçemeyeceğine göre bizim cebimizdeki, öbür cebimizde sakladığımız kefen parasını da Çanakkale Köprüsüyle alacaklardır, bunu da görmek gerekiyor.
İkinci olarak da şunu söylemek isterim, sol ne durumdayı belki anlatmak adına. Bugün vahşi bir savaş uygulanıyor. Rusya Ukrayna’yı işgal etmeye çalışıyor ve çocukların özellikle, gençlerin sivil insanların üzerine hastanelere kreşlere bombalar atılıyor. Oysa bu iki ülke daha çok yeni. Bundan 30 yıl öncesinde aynı ideoloji içerisinde yer almış ülkeler. Şimdi bu ideolojilerinden vaz geçen bir noktadalar. Sovyet Sosyalist Sovyetler Birliği içerisinde mensup olan bu ülkelerin ve birbirlerini bu ülkelerin başında olan Rusya’nın bir işgal anlayışıyla Ukrayna’nın üzerine gitmesinin 70 yıl boyunca ortaya konulmuş olan ideolojide hangi noktaya geldiğimiz acaba bu ideoloji iflas mı etmiştir. Yoksa ideolojiyi kullananlar uygulayanlar mı yanlıştı, noktasına getiriyor bizi.
Ben ideolojilerin yanlış olduğu düşüncesinde değilim. Ama uygulayanların ideolojileri nasıl anladıklarını neşetlerine göre nasıl anladıklarını noktasında bulmak istiyorum. İki buçuk milyona yakın insan Ukrayna’dan göç etti. Zaten dünya göksel üzerine oturuyor, yaklaşık yine yüz binlerce insanın da Rusya’dan Batı ülkelerine göç ettiklerini izliyoruz. Hatta özellikle öncelikle sanatçılar Rusya’yı terk ediyorlar. Bu tehlikeli bir şey sanatçıların bulundukları ülkeden ayılmış olmaları o ülkelerin gidişatının çok kötü olduğunun göstergesidir. Baş balerini Hollanda Kraliyet Balesine girdiği açıklanıyor. Bunlar gelecekle ilgili de bazı şeylerin yeniden düşünülmesi ve geleceğin bu savaş sonrasında farklılacağının göstergesidir.
Daha önce de güneyimizde, ülkemizin güneyinde Orta Doğu’da bilinen büyük kanlı savaşlar yapıldı. O Ukrayna Savaşının önemli göstergesi bence emperyalist yayılmacılığın artık ideolojik anlamda çıktığı. Rusya ciddi bir ideolojik park ülkeydi. Ama şimdi emperyalist bir yayılmacılık içerisinde hatta çarlıkta bahseder noktada. Kanımca Çin de büyük sömürge bizzat yurt dışında sömüren noktada olduğunu da görüyoruz. Bunlara bakınca yeniden bazı şeyleri düzenlenmesi yeni bir dünyanın kuruluşunu iyi görmemiz gerekiyor. Türkiye’de de böyle, 2017 de Almanya’da bir dergi “dünyayı yöneten psikopatlar” diye bir makale yayınladı ve artık demokrasinin askıya alındığı insanlığın en önemli yönetim biçimi olarak kendilerini gördükleri demokratik rejimlerin döndüğü düşüncesindeler ve onların yerine seçimle gelen diktatörler; ama bu diktatörlerin de içinde bulundukları ruh hallerinin psikopatlığa dönüştüğünü” açıklıyor. O zaman üç tanesini söylüyorlar yazmıştı, biri Putin, diğeri Bouch, üçüncüsünü “gözlerime bakarsanız anlarsınız” diyeyim ben”. (Salonda gülüşmeler) “Ama 2017’den sonraki makalelerde sayısı arttı ve onlar da Macaristan Hindistan gibi yerlere gitmeye başladı ve dünya güçleri şimdi seçilmiş diktatörler dönemi başlıyor.
O zaman sol ne yapacağını çok iyi görmeli. Bence önce şu noktaya geliyorum, sosyal demokrasinin, sosyalizmin solun gerçekten insanlığın bundan sonraki dönüşümünde döndürülmeye çalışılan kapitalistlerin, emperyalizmin döndürmeye çalıştığı dezgahtan çevirebilecek tek güç, elimizdeki tek silah olduğu düşüncesindeyim. Ben tabi sosyal demokrasiyi anlatmak istemiyorum ama sosyal demokrasinin Marks’tan gelen enternasyonale bağlı olan bir sol anlayış olduğunu ve özellikle Avrupa sosyal demokrasisinin çok ciddi ilerlemeler insan adına insan odaklı, insan emeği adına çok önemli ilerlemeler ortaya koyduğunu biliyoruz.

2021 Yılı Sedat Peker Yılı olmalı
Bizde de bunun uygulaması oldu. SHP birçoğunuzu yakından tanıyorum, SHP döneminde Türkiye 12 Eylül Faşist Darbesinin, Sarp yoldaşın söylediği gibi darbelerle müdahalelerle gelen demokrasi dışı bir anlayışla yönetilen Türkiye’de 12 Eylül Faşist darbesiyle de birlikte ortaya çıkan anlayışa “dur” diyebilecek bir sol, gerçek sosyal demokrat bir parti ortaya çıktı. Bu parti önemli görevler yaptı. Ben de mutluyum, ama bu parti daha sonra içinden üç tane büyük partiyi doğurdu. Maalesef baştan beri Türkiye’nin başında hizip anlayışıyla çok ciddi sıkıntılar yaratan o anlayış o yapı partinin bölünmesine neden oldu. Ne oldu SHP’nin içerisinden Kürtler ayrıldılar HP-DEP oluşturdular, Aleviler ayrıldılar Alevi’den partileri oluşturdular, devrimciler çıktılar onlar da devrim odaklı partiler, son parti adını alan partiye dönüştüler. Bu üç tane büyük dinamik güç SHP’nin içinde içerisinde bir bütün olarak müthiş gelişme kaydetmiş ve gerçekten emeği önceleyen ve her şeyden önce sosyal adaleti, siyasal demokrasiyi çoğulculuğu sosyal hakları, hukukun üstünlüğünü temsili demokrasiyi, emeğin en yüce değer olduğunu, sendikaları, sendikal yaşantıyı, grev, toplu sözleşme gibi anlayışları ve örgütlü toplum, özgür birey ve demokratik devlet yapısını ortaya koydu. Koyan bu üç önemli güç şimdi ayrıştırıldı. 2003 ten beri bu dinamik güçleri yeniden bir araya getirmek için mücadele ettik ve bir oluşum ortaya koyduk. SHP, DEHAP, DEP, ÖDEP gibi bütün solda olan partilerle yerel seçimlere girdik aslında genel seçimlere de girmeye çalışıyorduk. Ama olmadı. HEP 1991 yılında HEP, SHP birleşmesinde daha doğrusu birlikte seçimlere girilmesinde, yani şimdi ittifak deniyor, ittifak yapılmasında Ahmet Türk’le benim büyük katkım var. SHP’nin böyle bir hareketin içerisine girmesine çok doğru bir şey yaptığımızı, isteyen eleştirebilir, çok doğru bir şey yaptığımızı şimdi daha iyi anlıyorum. Aradan geçen 30 yıl sonrasında bile ne kadar doğru bir hareket içerisinde olması gereken bir noktaya gelindiğini anlıyorum. Ama ne oldu, arkasından müthiş katliamlar oldu. SHP ve DYP iktidarının demokratikleşme açılımı özgürlüklerin genişletilmesi, hukuk devletinin oluşması doğrultusundaki adımları yok edildi. Nereden bizzat derin devletten. Bunu da daha sonra Susurluk komisyonunda çok açıklıkla belgeleriyle birlikte de gözleme şansını elde ettim. Onun için de mücadelem çok ağır ve çok samimi oldu. Neden, çünkü bir dönemi yok etmeye çalışan bir yapı önümüzde. Hala bu yapı var.
Sedat Peker, bence 2021 yılı Sedat Peker Yılı olmalı.  Sedat Peker’in açıkladıklarını, ifşaatlarını şöyle bir hatırlarsanız Türkiye’nin bu gününün neden olduğunu, niçin fakirliğin, niçin zamların, niçin insanların “artık yeter” noktasına geldiğini iyice görebilirsiniz. Ekonomi çöktü, ekonomiye sıcak para arıyorlar, Sedat Peker’in söylediklerini, şu şunu yaptı, bu bunu yaptıklarını ben topladım, Birleşik Arap Emirliklerinden (BAE) alınacak olan paradan daha fazla rakamlar ortaya çıktı. Yani benim hafsalam almıyor, ben devlet yönetiminden gelmişim orada rakamları görmüştüm, milyar dolarlar, deniyor, 50 Milyar dolarlar filan. Bu rakamlar acaba bu rakamların değerini bilmeden mi söylüyorlar, yoksa gerçekten mi? Evet gerçekten oluyor. Baktığınız zaman 20 yılda AKP iktidarı bir milyon dolara yakın bir ciro yaptığını Türkiye’de görüyoruz.
Peki bu para nerede? Ben bitiriyorum biliyordum, çünkü ben burada böyle okumuştum, çıkan bir şey iki trilyon diyebilirsiniz. Ne kadar olduğunu da bilmiyoruz. Ama bu para nerede? Bu para bizim cebimizde değil, bu para başkalarının cebinde. Kendi paralarını ülkemize büyük rakamlarla torunlarımızı hatta şimdi torunlarımızın çocuklarını da borçlandıracak rakamlarla geri iade ediyorlar. Şimdi düşünebiliyor musunuz elektriği devlet iki buçuk sente satıyor, bize de 13 sente bize satıyorlar. Hesaplayın elektrik bu. Bir başka bir şey daha var, yatırımcılara yenilenebilir elektrik yenilenebilir enerji kaynaklarına idin diye teşvik ediyorlar, gittiler büyük bir şekilde devlet oradan ucuza alıyor, ama o firmaya üreten firmanın üretimdeyse üretim için kullandığı enerji ile yüzde 127 zamlı satıyor. Firma diyor ki, “enerjiyi üretiyorum bana dedin ki teşvik ettin üretimi artır” diye bunu yaptın. Peki benim enerjimi niye zamlı almıyorsun da bana zamlı veriyorsun”, “bu böyle” diyor.
Türkiye şu anda elde edilen tüketilen enerjinin yüzde 58’i yenilenebilir enerjiden kaynaklanıyor. Hidrolik, rüzgâr, güneş. Sadece geri kalan yüzde 42 si kömür, termik ve doğalgazdan. Bize yapılan zamlar bu iki önemli girdiye yapılan zamlardan kaynaklanıyor. O zamlar niye yapılıyor, çünkü elimizde hiçbir stok yok. Şimdi düşünürseniz, uzunca süredir özellikle Orta Doğu’da ve Türkiye’nin güneyindeki çatışmaların altında yatan nedir diye düşünürseniz, çok şey söyleyebilirsiniz.
Ama ben çok basit bir şey söylemek istiyorum, şimdi söylediğim de bugün için de Ukrayna için de aynı şekilde Suriye’de çıkarılan olaylar. Doğu Akdeniz’in altındaki fosil kaynaklı enerjinin en büyük tüketici olan Avrupa’ya götürülmesi yolu sadece Lübnan Suriye Türkiye üzerinden Bulgaristan’dır. Bu çok önemli bir Pazar paylaşımıdır. Rusya bu pazar paylaşımını ötelemek için Suriye’ye gelip yerleşmiştir. Milyonlarca insan öldü. Sonunda ilginçtir, ideolojilerin önünde ülkelerin çıkarları önemli görevler yapmaktadırlar. Nedir bu çıkarlar, Alman Başbakanı şimdiki Başbakan Olaf Şolz (Olaf Scholz) benim de dostum güya, o bile Ukrayna savaşında silah vererek bu işi kızıştırma noktasında bir emperyal güç olarak kendi yerini tutuyor. Bizim insanlarımız da bazı farklı şeyler söylüyor. Ben bu ülkedeki Kürtlerin, Alevilerin, devrimcilerin, Kemalistlerin dışlandığı kadar bir dönemin yaşanmadığı düşüncesindeyim. Evet çok kötü dönemler yaşandı. Bu yaşanmanın nedeni de aslında, biraz evvel benim de mensubu olduğum üyesi olduğum Sarp Yoldaş’ın da ben de CHP liyim dediği bir noktada, nedenlerin bir tanesi de CHP, bana göre çünkü en son yerel seçimlerde Adana, Mersin, Antalya, Ankara, İstanbul ve benzeri birçok yerde belediye başkanlıklarının kazanılmasının nedeni HDP li seçmenin ve HDD’nin siyasi yönetiminin aday çıkarmayarak orada birleşik birleşerek bir güç birliği ile demokrasi adına güç birliği ile yapmış olduğu eyleme teşekkür bile edemedi. Yani böyle bir çekingenlik yakışmaz, ben teşekkür edilmesini birlikte yan yana durulmasını gerekirse de çatışmasını, tartışmasını, kavga etmesini ama ortak bir noktaya varılmasını arzulayan ve bugüne kadar bunu yapan bir insanım. Siyaset budur, siyaset kapının arkasında konuşup kapının önünde fotoğraf vermekten kaçmak değildir, o zaman samimi olamazsınız. Nitekim bu AKP “açılım süreci” diye başlattığı süreçte samimi olmamasından kaynaklanarak insanların umutlarını ve gelecekle ilgili Türkiye’nin önünün açılmasını engelledi. Sonunda “dolabına koydum kaldırdım” dedi birisi. Nasıl kaldırabilir o benim yazdığım yazılarda da belki okuyanlar olmuştur, -halklar eğer samimi olmasa bu kadar da uzamazdı- diye yazdım. Uzamanın nedeni gerçekten bir sonuç çıkacaktır neticenin ciddi bir şekilde bir araya gelen gelmek isteyen halklar, benim baba tarafım Türkmen Alevi’si, ana tarafım da Kürt, ben şimdi neyim. Benim eşim Arnavut, benim oğlum ne, nasıl kendini hissediyorsa o. Artık bu günkü ülkede dünyada Türkiye’de de ırklar, dinler, diller, mezhepler yani kimlik, kimlik üzerinden siyaset yapmak işte sonunda Ukrayna Rusya’yı, Suriye’de Amerika’yı, öbür tarafta başka ülkelerin kırılmasına milyonlarca insanın ölmesine neden oluyor.
İnsan odaklı siyaset yani sol yani sosyal demokrat yani sosyalistler insan odaklı siyaseti yapma doğrultusunda çok samimi kararlılıkla mücadele etmelidirler. Eğer samimiyetiniz yoksa güven duyulmaz.
Bir masa kuruldu, bir umuttur, birçok insanı da umutlandırdı. Ama bu masanın, Bahçeli gibi, “tek ayağa var” demeyeceğim, bu masanın diğer ayakları da yok. Sol yok, Kürtler yok, devrimciler yok. Ben şöyle kibarca bir Twit atmıştım, kızacaklar bana ben böyle söyleyince, “ne bu Kemal Kılıçtaroğlu ile çatışman” diyorlar. Ben Kemal Kılıçtaroğlu’nu çok seven genel başkanı olması için de çok mücadele eden birisiyim; hatta bir TV programında Hakan Bayrakçı ile de tartıştım, sen beni “Kemal Kılıçtaroğlu’nu destekliyorsunuz ama ilk kazığı size atacak” dedi. Ben de dedim ki ona Deniz Baykal’ın yaptıklarından sonra bu Bektaşi şarabına benziyor, şaraplardan bir tanesini içip ötekinin daha kötü olduğunu söyleyebileceğimiz durumda, -Deniz Bey’in yaptıklarından sonra Kemal Bey daha iyidir- demiştim. Kemal Bey iyidir, ama ideolojik anlamda bakarsanız ne kadar iyidir, onu siz karar vereceksiniz. Önemli bir iş yapıyor, bu yaptığı önemli bir işi sağcıları birleştirmek olarak karşımıza getiriyor ve çok önemli, ciddi bir şekilde. Ama buna sol bacağını da koyarsanız o zaman hızlı koşarsınız, tek bacakla koşamazsınız. Sonunda da “biz bunları keşke söyleseydiniz” denmemelidir.
Bakın 16 Nisan 2017 de bir referandum yapıldı. Ülkenin rejimi değişti. Ben parlamentodaydım, o parlamento sırasında Anayasa değişiklikleri ile ilgili müthiş mücadele ettik. Hatta bizim Ali Şeker, Teker TV diye her hareketi kaydetti. Çünkü neden, Anayasa Mahkemesi (AYM) anayasa oylamasında bir tek şekle bakıyor. Yani açık oy mu kullandınız, insanları diğer milletvekilleri oyları üzerinde baskı mı kurdunuz, bunlara bakıyor. Hatırlayın, Sağlık bakanı elinde oyu sallayarak “işte oyumu veriyorum” diyordu, bunlar anayasal suçtur. Ama biz anayasa mahkemesine gitmedik, bu dokümanlar elimizde olmasına rağmen. Niye? Anayasaya aykırı ama, “evet” diyeceğiz diyerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına el kaldırdı, 20 tane arkadaşımız. Niye? O gün o arkadaşlarımızı, bende dahil olmak üzere dokunulmazlıklarımızın kaldırılması için çoğunluğun AKP’nin elinde vardı. Ama anayasal değişiklikle yapılan bir değişiklikle dokunulmazlıkların kaldırılması parlamentonun işlevsiz hale getirilmesinin adımıydı, arkadaşımız adımları söyledi. “Konaklar” dedi, konakları adamlar çok doğru koydular, adımıydı. Biz imza topladık 110 kişi, imza toplarken imza toplayanları “kulağından tutar kapının önüne koyarız” dedi. Kibarca herhalde dil sürçtü diye söyledim, “hayır dil sürçmedi” dedi.
Laiklik olmadan demokrasi olmaz

Bu anlayışla geldiğimiz nokta bugün budur. İflas etmiş bir Türkiye’dir. Tek kurtuluş yolu buradan çıkış yolu solun haykırmasıdır. Bu toplantının başlangıcında canlarını veren kanlarını akıtan o yoldaşların izinden gidip onların gerçekten kemiklerinin sızlamasını istemiyorsak çok ciddi bir şekilde artık yeter demeliyiz. Bir de birleşmeliyiz, bir arada olmalıyız. CHP si toplumsal muhalefetin kolunda, diğer kolunda HDP ile yürümeli, kucaklayabilmeli, Türkiye’de v ar olan farklılıkların cinsiyet, ırk, mezhep, dil, din, cinsel tercih neyse hepsini kucaklayan insan olmalı. Bunu yapabilmeniz için laik olmalısınız laik demokrasiyi oluşturabilmeniz için kendiniz laik olmalısınız ve demokrasiye de inanmalısınız.
HDP geçtiğimiz günlerde bir manifesto açıkladı ben de çok destek verdim. Ama bir eksiğini de gördüm, laiklik yoktu hiç. Laiklik bu günkü 20 yıllık bu iktidarın oluşturduğu eylemin, iklimin tek hedefidir ve bu hedefe de ayak uyduruyoruz, benim anlamadığım mesele bu. Hakikaten inanarak mı bunu yapıyoruz yoksa “insanların oyunu çalar mıyız, biz de ütermiyiz” anlayışındayız, bu bir samimiyetsizlik. Yani Meclis başkanı “laiklik kalkmalıdır, anayasadan çıkarılmalıdır” diyor, biz sesimizi çıkarmıyoruz. Aynı şekilde en çok umut bağladığım destek vereceğini duydum ve zaten aldığı oy da kaynaktan olduğunu bilen siyasi partiler de “canım biz demokratik laiklikten yanayız”, diyorlar, onu yapsaydınız bari. Biz hiç söylemiyoruz CHP olarak, ilkemizden okumuzdan bir tanesi laikliktir. Altılı masada laiklik yoktu. Vardı canım” diyorlar, ben görmedim. Yani evet var yazıyor, ama onu siz açmazsanız demokrasiyi oluşturamazsınız, laiklik olmazsa taraflı ve bağımlı yargıya bağlı kalırsınız. Tarafsız ve bağımsız yargıyı oluşturamazsınız. Açmazsanız düşünce ve ifade özgürlüğünü oluşturamazsınız. Laikliği ortaya koyup buradan yürümezseniz Türkiye demokratik bir devlet olmaz. Laikliği koymazsanız orada demokrasiyi hakları özgürlükleri emeğin en yüce değer olduğunu sendikal hakkı özgürce konuşabilme, gösteri, yürüyüş hakkınızın hiçbirini kullanamazsınız. Kullandırmıyorlar şimdi.
Bu hükümet gelir gelmez iki hedefe gitti; bir, eğitim eğitimi yok etti, tamamen laiklik dışı bilimsel olmayan bir eğitimle şimdi bir nesil yetişiyor, “kindar ve dindar nesil” diyorlar. Dindarlığı ve kindarlığı kime karşı sorduğumuzda kimse bir şey söyleyemiyor. Ama bize karşı olduğu söyleniyor, biliniyor, ben en azından hissediyorum.
İkincisi, yargı ve şimdi laiklik, hilafeti hazırlıyorlar, halifeleri bile belli. Ben laiklik ortadan kalktı derken, ondan da bir örnek verdim, yani şimdi isterseniz bana kızarsanız kızın, devlet içerisinde türbanlı insanlar var. Bazı ülkelerin anayasalarında laiklik yazar, sezüler bir toplum olduklarını açıklarlar, bazen de yazmaz, ama katı kuralları vardır. Devlet dairesine girdiği zaman kamu çalışanı hangi dine mensup olduğunu göstermez. İnancı serbesttir, önemli olan hizmet veren kamu görevlisi ile hizmet alan yurttaşın arasındaki güvendir. Türkiye’de son 30 yılda bizim mücadelemiz 12 Eylül faşist darbe ile oluşan türban adı altında kadınlarımızın başını bağlama şeklini değiştirerek bir üniforma yarattılar, tarikat üniforması yarattılar. Yani onların laik Cumhuriyetle rövanş isteyenlerin adına bir üniforma olarak giydirdiler. Bizim karşımıza geldiler. Ben düşünce, ifade özgürlüğümü kullanarak bir TV programında bundan bir sene önce dedim ki, “türbanlı bir hâkimin karşısına gidince benim haklarımı sahiplenecekleri bana karşı normal davranacakları konusunda kuşkularım var, dedim. Bir insani düşüncedir. Bana dediler ki, herkes hakaret etti, sağ olun sizlerden destek aldım. Benim genel başkanım dedi ki “yav Fikri Sağlar nerede yaşıyor, biz hâkimin başörtüsüne ne karışırız, onun özel yaşantısına ne karışırız”. Aramızda yargıçlar da var. Benim söylemek istediğim kadının başının bağlı olması değil. Bir kere temelden yanlış, başörtüsüyle türban farklı şey, başörtüsünü benim anam da takıyor, halam da takıyor. Bu dünyanın her tarafında hele Anadolu’nun her tarafında eşin çok olduğu yerde kadınların korunma giysisidir. Türban öyle değil, ama bu yeni olmuyor, ben bunu bir nedenle söyledim. Düzce’de Sayın Kemal Kılıçtaroğlu, genel başkanım, dedi ki, “30 yıl bu ülkenin 30 yılına mal oldu boşuna başörtüsü kavgası verdik. Bu bana rahmetli İnönü’ye, SHP de çalışan sizlere, İsmet Paşa’ya laiklik yanlısı olan herkese yapılmış olan bir saygısızlıktır. Biz mücadelemizi laik bir demokratik bir devlet olması için yaptık, yoksa kadının başörtüsüne değil ki. Kaldı ki bizim hedefimiz türban bir üniformaydı.
Bir türbanlı hâkim Mersin’de, benim annemle ilgili bir vasilik davası var, annem 95 yaşında yatalak. Israrla, sekizinci katta oturuyor, ısrarla “hastaneye götürüp heyetten yatalak olduğuna dair rapor alacaksın”. Diyoruz ki, avukatlar diyorlar ki, bir, yatalak 94 yaşında kendinde değil”. Nasıl götüreceğiz, doktorlarımız diyor ki, götürdüğümüz anda şok geçirir ve dolayısıyla da sonu olur. “Olsun efendim, ben rapor istiyorum” diyor. Polis gidemez diye rapor verdi, polise soruyorlar, muhtarlık her yerde sorduklarında “gidemez” diyorlar. Sonuç erteleniyor.
Türkiye bu noktada, bu bizim başımıza gelenler, bizim başımıza gelenler sizin başınıza da gelebilir, bir gün olur”.

Cevat Kulaksız

Cevat Kulaksız

Son notlar

(1)Fikri Sağlar (1953), Türk sosyal demokrat bir siyasetçidir. 1990'ların başında Kültür Bakanı ve Susurluk skandalını araştıran meclis komisyonunun üyesiydi. Bir Gün’de köşe yazarlığı yaptı.
1983'te Sosyal Demokrat Popülist Parti'nin (SHP) genel başkan yardımcılığına seçildi. SHP, 1990'larda Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile birleşti. Sağlar, Türkiye'nin hem 50. hem de 52. hükümetinde bakanlık yaptı. 2001 yılında Sağlar, CHP'nin çıkarlarına karşı çalıştığı iddiasıyla disiplin kuruluna sevk edilerek (onu aklayan) başkalarıyla birlikte CHP'den istifa etti. 2002'de yeni Sosyal Demokrat Halk Partisi'ni kurdu ve Genel Sekreteri oldu. 2002 yılında, bir televizyon tartışma programında yaptığı bazı yorumlar nedeniyle, bazılarıyla birlikte hükümete hakaret etmekle suçlandı.
Kod Adı Susurluk ve Ulusaldan Küresele Çağdaş Kültür adlı iki kitabın yazarıdır.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget