Albert Einstein, 1905 yılında “Annalen der Physik” dergisi için kaleme aldığı yazılardan birinde Görelilik Kuramı’nı şu sözlerle açıklar: “Zaman ancak hareketle, cisim hareketle, hareket cisimle vardır. O halde cisim, hareket ve zamandan birinin bir diğerine önceliği yoktur. Galile’nin Görelilik İlkesi zamanla değişmeyen hareketin göreceli olduğunu; mutlak ve tam olarak tanımlanmış bir hareketsiz halinin olamayacağını önermekteydi. Galile’nin ileri sürdüğü düşünceye göre dış gözlemci tarafından hareket ettiği bir gemi üzerindeki bir kimse geminin hareketsiz olduğunu söyleyebilir.”
Einstein’ın kuramı, Galile’nin Görelilik Kuramı ile doğrusal ve değişmeyen hareketinin durumu ne olursa olsun tüm gözlemcilerin ışığın hızını her zaman aynı büyüklükte ölçeceği önermesini birleştirmiştir.
***
Einstein’ın Özel Görelilik Kuramı ya da eski deyişle İzafiyet Teorisi toplumsal ve siyasal olaylara da uygulanır. Örneğin, işçi hareketleri emekçiler için “olumlu”, sermaye sahipleri için ise “olumsuz” olaylardır. Emekçiler işçi hareketlerini toplumsal/siyasal gelişmelerin motoru olarak değerlendirirken, sınıfsal varlıkları emeğin/emekçilerin sömürüsüne dayanan kapitalistler bu hareketleri ekonomik gelişmenin durağanlaşma nedeni olarak algılarlar.
Bu görelilik durumu askeri darbeler için de geçerlidir. Örneğin, 11 Eylül 1973 günü Şili’de Silahlı Kuvvetler Başkomutanı Augusto Pinochet tarafından sosyalist cumhurbaşkanı Salvador Allende iktidarına karşı gerçekleştirilen askeri darbe emekçi ve demokrat kesimler tarafından nefretle karşılanmışken darbeyi kendi çıkarları yolunda gören sermaye kesimleri tarafından coşkuyla selamlanmıştır. 24 Nisan 1974 günü Portekiz’de alt rütbedeki subaylar tarafından gerçekleştirilen, “Yüzbaşılar Hareketi” ya da öbür adıyla “Karanfil Devrimi” olarak anılan darbe ise 42 yıl boyunca faşist baskılar altında ezilen kitlelerce alkışlanırken, aynı sürede faşizmin kendilerine sağladığı çıkarlarla beslenen sermaye sahipleri tarafından lanetlenmişti.
***
Bu açıdan bakıldığında ülkemizdeki ve dünyadaki gerçekleştirilmiş tüm askeri darbeleri aynı kefeye koyup değerlendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Hiç kuşkusuz parlamenter demokrasinin düzgün işlediği, kişi temel hak ve özgürlüklerinin herkese eşit uygulandığı, düşünce ve anlatım özgürlüğünün baskı altına alınmadığı bir ülkede gerçekleştirilen bir askeri darbeyi “meşru” görmek olası değildir.
Bizim kuşağımızın gençleri, aydınları ve emekçileri 27 Mayıs 1960 darbesi ile birçok kazanım elde etmiştir. Örneğin, dilimizin en usta şairi Nâzım Hikmet’le o darbenin getirdiği 1961 Anayasası’nın sağladığı özgürlük ortamında tanışmış, sosyalist literatürü o koşullarda izleme, okuma olanağını elde etmiştik. Yalnızca Marks’ın, Engels’in değil, dünyanın ve ülkemizin değerli bilim insanlarının, edebiyatçılarının kitaplarını okuma şansına sahip olmamız da, ülkemiz edebiyatının, tiyatrosunun, resminin evrensel düzeye yükselmesi de bugün liberallerin dümen suyunda çırpınan “eski” solcuların 12 Mart ile 12 Eylül ile aynı kefeye koyup lanetledikleri 27 Mayıs’ın sayesindedir.
***
27 Mayıs, daha sonraki darbelerin tersine “hiyerarşik” bir eylem değildir. Silahlı Kuvvetler hiyerarşisine de karşı çıkan bir “genç subaylar” hareketidir. Yanlışları yok mudur? Vardır, hem de bağışlanamaz büyüklükte yanlışları vardır. En büyük yanlışları Yüksek Adalet Divanı adıyla, verdiği kararların temyizi olmayan olağanüstü bir mahkeme kurup bu mahkemede Demokrat Parti yöneticilerini, milletvekillerini ve asker-sivil bürokratlarını çoğu saçma sapan savlarla yargılayıp mahkûm ettirmek, Başbakan Adnan Menderes’i, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı darağacına göndermek olmuştur.
Bu yanlışlar yine de 27 Mayıs 1960’ın 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 ile benzeştirilmesini haklı kılmaz. Bilindiği gibi 12 Mart darbesi ile zamanın Başbakanı Nihat Erim’in ağzıyla 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlüklerin üzerine “şal örtülmüş”, 12 Eylül’ün ürünü olan 1982 Anayasası ile de topluma deli gömleği giydirilmiştir. Askeri darbeler karşılaştırılırken, Görelilik Kuramı’nı göz ardı etmemek gerekir, yoksa insan ister istemez soldan çark liberallerin durumuna düşer.
Doğal ki anlayana…
Yorum Gönder