Başbakan Erdoğan bakanına gereken talimatı verdiğini, ‘cinayet’ tanımlaması yapabildiği, dahası Uludere katliamına benzettiği kürtaj, sezaryene, en kısa sürede hazırlanacak yasa değişikliğiyle yasak geleceğini seçmenlerine müjdeledi. Oy vermiş seçmenleri, hele de kadınlar sevinirler mi kuşkulu, ancak etkin karşı durmayı göze alabileceklerini de hiç sanmıyorum... Mütedeyyin (dindar, inançlı) seçmen olarak toplumdaki yerini almak böyle bir şey. Mahalle baskısı korkusu bir yana, Başbakan Erdoğan’ın konusu ne olursa olsun buyruğuna karşı çıkış, hele de karşı duruş söz konusu bile olamaz...
Zaten Başbakan Erdoğan’ın söz konusu açıklamaları yaptığı saatlerin hemen arkasından Sağlık Bakanı Recep Akdağ, sorumlu bakan, tıp insanı olarak Başbakan’la aynı görüşte olduğunu açıklamakla yetinmedi, gereğini yapmaya hazır olduğunu kamuoyuna ilan etti. Sorumlu bakan, tıp insanı olarak nasıl olup da bizim yürürlükte olan yasamızın kapsamında gündeme gelen kürtajların nasıl cinayet olarak değerlendirilebileceğini bizler anlayamamış olsak da... Hele operasyonla doğum yapma eylemini, sapasağlam çocuk doğurtma operasyonuna doğrudan cinayet tanımını kullanmak daha bir zor olunca, sayın bakan cümle atraksiyonu ile dünya ortalamasının üstünde sezaryen uygulamaları sorununu öne çıkarmayı yeğledi...
Laf aramızda Başbakanımızın besbelli çok çocuk sahibi olmaya engel oluşturduğu için şiddetle karşı çıkıp sapasağlam çocuk doğurtma operas-yonunu, sezaryeni, ‘cinayet’ olarak nitelemesini bir dil sürçmesi ya da konuşma metnini hazırlayan uzmanlarının tıbbi kavramları bilememeleri olarak.. o boyutuyla hoşgörüyle bakıyorduk ki... Sezaryenlere yönelik eleştiri dozlarını, yasaklama istemlerini arttırarak yinelediklerine tanık olduk... Türkiye’de dünya ortalamasının üstünde sezaryen operasyonları elbette ki emar çekme, pahalı, getirisi yüksek pek çok tıbbi operasyon, sağlıkta tedavi uygulamaları gibi.. sağlıkta sömürü, yüksek kazanç, özelleştirme politikaları, hasta ve sosyal güvenlik kurumlarının sömürülmesi araçları... Başbakan ve bakan iradesinde izlenmiş sağlık politikalarının günahları yadsınamaz... Ancak tıp alanı, tıp etiği içinde gündeme gelmesi gereken denetim yerine sezaryen yasağı ile çözüm aramaya kalkışmak, anne-çocuk sağlığı ile oynamak, asıl yeni cinayetler riski olmaz mı?
***
Başbakanlarından gelen talimatı, “Tak-şak..” üslubunda yasa değişikliğiyle yasağa dönüştür-meye teşne Sayın Sağlık Bakanı, hemen medya üst düzey yöneticileriyle bir kamuoyu oluşturma toplantısı düzenledi. Açık açık siyasi bir operasyon olarak, gerekli görürlerse kürtaj yasağını getirebileceklerini ilan etti. Kişisel iradelerinin kürtaj yasağından yana olduğunu da eklemeyi unutmadı. Lütfettiler ilgili bir rapor hazırlanacağını, buna göre yapılacak tartışmalar sonunda, siyasi tercihlerini belirleyeceklerini açıkladılar. Yürürlükteki yasa kesinkes yasaklı yasa olacak. Bakanın ilan ettiği eğilime göre de ancak zorunlu annenin sağlığının korunması kriterleri korunacak. Kadının özeli, bedeni üzerinde karar verme hakkı, çocuk anne karnında can kazanmadan da yasaklı olacak. Yasaklı düzende yaşanacak anne ve çocuğun sağlığı için çok ağır tehdit kaçak kürtajlardaki patlamalar gerçeği de yok sayılacak...
Türkçesi Başbakanımızın, bakanımızın, hamile kalan her kadının normal doğum yapmasını zorunlu kılan, istem, iradeleri doğrultusunda, dini inançlardan da beslenen, kadınlara çok çocuk doğurma yükümlülüğünü yükleyen, yeni yasal düzenlemeler, en yakın tarihte hazırlanmış olacak. Kadın hakları savunucuları baştan hafife alınıp ‘azınlık’ ilan edilerek görüşleri ciddiye alınmayarak, çoğunluk kadınların özgür iradeleriyle doktorlarına açıklayarak kullanabildikleri insan haklarını tanımış, yasal düzenlemeler kaldırılıp yasaklar getirilecek. Sayın bakan çok açık, siyaseten buna hakları olduğunu da savunmasına eklemeyi unutmuyor... İktidarlarının onuncu yılında gündeme gelmiş olmasını ‘şimdi sırası geldi’ olarak açıklıyor...
Oysa şimdi sırası geldinin anlamı çok başka. Erdoğan iktidarlarında demokrasinin, yasama-yürütme-yargı bağımsızlığı kriterlerinin tümü rafa kalkmış, parlamento dışı muhalefet örgütlülüğü de dibe vurdurulmuş olarak teslim alınmış iktidar partisi siyasileri iradesi, milletvekili oylarına güvenilerek, yönetimde sivil diktatoryal üslup kazanılmış olmasının kastedildiği böylece ilan edilmiş olunuyor...
Çok doğru şimdi sırası geldiği için, Başbakan Erdoğan gözümüzün içine soka soka, İHL Mezunları Derneği ile anlaşarak kafasından şimşekler çakarcasına yine bir konuşması ile eğitimde dört artı dört sistemi katliamını gündeme getirmedi mi? Sırası gelince, Milli Eğitim Bakanı’nın önceden habersiz, hazırlıksız olduğu itirafı saklı, hızla istenen yasa değişikliği ile ‘dindar-kindar gençlik’ yetiştirme projesi olan model, yeni ders yılında uygulanmak üzere Meclis’ten geçirilmedi mi? Eğitimi ‘e’sini bilenlerin saçlarını başlarını yolar konumda olmaları kimselerin umurunda değil...
Yorum Gönder