İnsanlığın, demokrasinin, en temel hak ve özgürlüğü insanın bedeni ve ruhu üzerinde sahip olduğu hak ve özgürlüktür!
Zaten bedenimiz ve ruhumuz, benliğimizin ayrılmaz parçalarıdır…
Kim olursak olalım, dini, etnik, milli, siyasal, cinsel, meslekî kimliğimiz ne olursa olsun, bedenimiz ve ruhumuz üzerindeki hakkımız herkesle eşittir ve dokunulmazdır!
Ne yazık ki bu mukaddes hak, tarih boyunca, egemen yöneticiler ve erkekler tarafından, kendilerinden farklı olanların ve kadınların aleyhine zedelenmiştir.
Egemen yöneticilerden, çoğunluktan, farklı kimliklere sahip olanlar ve kadınlar sürekli olarak baskı altında tutulmuş, ezilmiş, horlanmış, çeşitli haksızlıklara ve hatta işkencelere, infazlara, soykırımlara maruz kalmıştır.
İnsanlık tarihinin bu acı yükünün ağırlığı zamanımızda bile devam etmekte, egemenler ve erkekler, farklı olanlara ve kadınlara karşı zulmü sürdürmektedir.
***
Annelik hakkı ve özgürlüğü de hiç kuşkusuz bir kadının ruhu ve bedeni üzerinde sahip olduğu en temel hak ve özgürlüklerin başında gelir.
Hiçbir dini, mezhepsel, etnik, milli, siyasal ve ideolojik görüş bu hakkı sınırlama ve kısıtlama yetkisine sahip değildir çağdaş dünyada…
Elbette, yüzyıllar boyunca süregelmiş zulümlerden değil, “çağdaş dünyadan”, demokrasinin ve insan haklarının egemen olduğu dünyadan söz ediyorum!
Toplumların bu çağdaşlığı yakalamaları hiç de kolay değildir ve özellikle kadına ilişkin hak ve özgürlükler konusunda hâlâ pek çok engel vardır.
Ama bir ülkenin demokrasisi ve çağdaşlığı her şeyden önce, kadının sahip olduğu hak ve özgürlüklerle ölçülür.
***
Nüfus Planlaması ya da Aile Planlaması denen kavram, üreme hakları bağlamında herkesin istediği zaman ve istediği kadar çocuk sahibi olma yani “doğum kontrolü” hak ve özgürlüğüdür ve Birleşmiş Milletler tarafından da temel hak ve özgürlükler arasında sayılır.
Hiç kuşkusuz bu hak her şeyden önce kadını ilgilendirmektedir.
Türkiye’de istenmeyen gebelikleri önlemek için kadınların yaptıkları sağlıksız müdahaleler sonundaki düşüklerin sayısı 1960’larda beş yüz bin kadar tahmin edilmekteydi ve yılda on bin kadar kadın bu nedenle hayatını kaybediyordu.
İşte hem kadın sağlığını çok yakından ilgilendiren hem de temel bir insan hakkı olan “doğum kontrolü” uygulamalarının Türkiye’deki öncülüğünü, bir anıt adam, Prof. Dr. Nusret Fişek yaptı.
Nusret Fişek önce Sağlık Bakanlığı Müsteşarı, sonra da Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü Müdürü ve Halk Sağlığı Bölüm Başkanı olarak gerçekleştirdiği yasal düzenlemeler ve eğitimle tam bir öncüydü.
(Hacettepe’nin kurucuları arasındadır, ayrıca Mezuniyet Sonrası Eğitimi Fakültesi dekanıydı ve iki değerli insanın, ünlü ve değerli yazar ve bilim insanı Prof. Kurthan Fişek ile hem mesleğiyle hem de sivil toplum çalışmalarıyla babasının yolunda giden Dr. Gürhan Fişek’in de babasıdır.)
Türkiye’deki sağlık hizmetlerinin çağdaşlaştırılmasında ve yaygınlaştırılmasında büyük katkıları olan Nusret Fişek, en azından iki uygulamayla tarihe adını altın harflerle yazdırdı:
1) Halk Sağlığının geliştirilmesi ve sağlık hizmetlerinin sosyalizasyonu.
2) Doğum kontrolünü de içeren nüfus planlaması.
Bugün gerek sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılmasında gerekse bir insan hakkı olan doğum kontrolü uygulamalarında elde edilen olumlu sonuçlar, onun açtığı yollar sayesinde gerçekleştirildi.
27 Mayıs Pazar günü Utku Çakırözer, Hacettepe’deki 42 yıllık hizmetinin ardından Başkent Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanlığı ve Kadın Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Araştırma Uygulama Merkezi Müdürlüğü görevlerini yürütmekte olan Prof. Dr. Ayşe Akın ve Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Dr. Feride Aksu Tanık ile bu konuda yaptığı konuşmaları aktardı.
Doğum kontrolü ve onun bir parçası olan kürtaj hakkının kadın sağlığı konusunda yaptığı devrimi görmek için sadece bu yazıyı okumak ve canlı doğumlara oranla kadın ölüm hızının on kat azaltıldığını öğrenmek bile yeterlidir.
***
Doğum kontrolüne ve onun bir parçası olan kürtaj hakkına karşı çıkanlar sadece kadını ezmekle, onun temel bir hak ve özgürlüğünü zedelemekle kalmıyor, aynı zamanda kadını ölüme kadar sürükleyen baskıların ve sağlıksız müdahalelerin de önünü açıyor.
Kadını mal gibi gören erkek egemen feodal kültürün bir başka tezahürü olsa gerek!
Yorum Gönder