Bugün 27 Mayıs… Demokrat Parti (DP) iktidarının genç subayların ve aydınların öncülüğünde bir halk hareketi sonucu devrildiği 27 Mayıs 1960’ın yıldönümü. Türk sağına, liberallere, muhafazakârlara ve İslamcılara göre demokrasiye karşı ilk askeri darbenin yapıldığı tarih. Kara gün!
Oysa bu tarih 12 Eylül 1980 darbesine kadar Türkiye’de resmi bayramdı. “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlanırdı. Genel olarak sol ve Cumhuriyetin değerlerine bağlı, aydınlanmacı toplum kesimleri bu günü, “DP Diktatörlüğünün yıkıldığı” ve gerçek demokrasiye geçilen önemli bir tarihsel dönemeç olarak görür. Onlar için aydınlık bir gündür.
Anlayacağınız bu konuda toplumda bir görüş birliği yok. Ancak son yıllarda entelektüel ve siyasal ortamı terörize eden liberal ve muhafazakâr yazıcıların etkinliği nedeniyle 27 Mayıs, genel olarak “bütün kötülüklerin kaynağı” gibi görülüyor.
Bu tartışma önemli olduğu gibi, güncel de… Sadece Türkiye’nin yakın siyasal tarihi bakımından değil, bugünün siyasal ve ideolojik saflaşmaları bakımından da değer taşıyor.
***
O halde başlayalım;
Türkiye solu ve genel olarak aydınlar, 1980’den itibaren ve özellikle 1990 sonrasında liberalizmin etkisi altına girdi. Dolayısıyla solcu aydınlar ve dava insanları tarihe, topluma, sisteme, olaylara ve olgulara bakış ve yorumlayışta diyalektik yöntemi yitirmeye başladı. En geri analiz yöntemi olarak düz mantık, entelektüel ve siyasal alana giderek egemen oldu.
Durum böyle olunca, 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbeleri arasındaki nitelik farkı görmezden gelinmeye, bütün darbeler aynı kefeye konulmaya başlandı. Bu bakış, 2000’ler Türkiye’sinde neredeyse bütün siyasete ve entelektüel alana egemen oldu.
İnanılır gibi değil ama bu düşünce yöntemi şöyle bir basitliğe sahipti; 12 Eylül bir darbedir ve kötüdür, o halde bütün darbeler de kötüdür, bu durumda 27 Mayıs da bir darbe olduğuna göre o da kötü, hatta faşisttir. Mantık bu.
Böylece amaç, program, siyasal sonuç vb. olgulara, niteliğe bakmadan, sadece yüzeysel benzerliklerden hareketle bütün darbeleri eşitleyen bir yaklaşım benimsendi. Oysa her şey göründüğü gibi olsaydı bilime gerek kalmayacaktı. Kaldı ki, aydınlar ve sol 1980 öncesinde 27 Mayıs 1960’ı farklı bir yere koyar ve daha doğru bir değerlendirme yapardı.27 Mayıs’ın en büyük kusuru Adnan Menderes ve iki arkadaşının idamıdır. Savunulacak yanı yoktur. Çünkü idam cezası insanlık dışı bir infaz yöntemidir.
Bütün darbeleri “Aristo mantığı” ile eşitleyen ve nitelik farklılıklarını görmeyen analizde kaba, aklı ve bilimi kullanmayan bir yöntem egemendir. Esasa değil, biçime bakılmaktadır.
Oysa gerçek çok farklıdır; 27 Mayıs, daha sonraki darbelerden temelden farklı olarak özgürlükleri kısıtlamamış, tam tersine bütün bir modernleşme tarihi boyunca en özgür ve en demokratik siyasal ve toplumsal ortamı yaratmıştır. Sol’un önünü açmış, yasakları kaldırmış, grevli toplu sözleşmeli sendikal hakları getirmiştir. Dahası polisler dâhil olmak üzere bütün memurlara sendika kurmanın önünü açmıştır. Türkiye bu hakların bugün çok uzağındadır. Çünkü iki faşist ve gerici operasyon ile 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleriyle bu hak ve özgürlükler tasfiye edilmiştir.
***
Öncelikle şu tespiti yapmak gerekir; 27 Mayıs klasik bir darbe değildir. Önemli bir sivil muhalefet hareketi, aydın oluşumu ve devrimci gençlik örgütlenmesiyle birleşen bir genç subaylar hareketidir. Kendi Genelkurmay Başkanını tutuklamış, birkaç istisna dışında TSK’daki bütün generalleri (270 kişi) ihraç etmiştir.
Cumhuriyetçi Demokratlar hareketin sağ kanadını tasfiye ettikten sonra, çoğu polis şefini de tutuklamış, buna karşın bütün siyasi mahkûm ve tutukluları ise serbest bırakmıştır. Sol üzerindeki yasaklar kalkmış, sosyalist partiler, sendikalar ve devrimci gençlik örgütleri kurulmuş, YÖN Dergisi bu dönemde çıkmış, edebiyat üzerindeki baskılar bitmiş, Marksist eserler Türkçeye kazandırılmıştır.
Bütün bunlar ortadayken, 27 Mayıs’ı 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleriyle aynı kefeye koymak tam anlamıyla aymazlıktır. Dahası bilimsel temellerden yoksun, tarihsel olgularla çelişen, siyasal kanıtlara dayanmayan, keyfi ve “ideolojik” bir değerlendirmedir. Bilimsel hiçbir değeri yoktur. Tarihi gerçekler ve olgularla çelişmektedir.
Her darbe gerici ve faşist değildir. Tıpkı Portekiz’de 1974’te 40 yıllık faşist Salazar Rejimini yıkan, demokrasi getiren, solun üzerindeki yasakları kaldıran, siyasal tutukluları ve hükümlüleri özgürleştiren ‘Karanfil Devrimi’ gibi. Bütün sömürgelerin bağımsızlığını tanıyan ve Portekiz demokrasisini kuran “Karanfil Devrimi’ne neden karşı çıkmamız gerekiyor?
Portekiz Karanfil Devrimi, sırf devrimci genç subayların öncülüğünde gerçekleşti diye, Şili’de 1973 faşist Pinochet darbesiyle aynı kefeye koymak hem saçmadır hem de akıl ve bilim dışıdır. Şili’de 30 bin muhalifi öldürerek betonlara gömen, stadyumlarda kurşuna dizen, ülkenin yarısını işkenceden geçiren, yüzbinlerce insanı tutuklayan ve 17 yıl Şili’yi vahşi bir terörle yöneten Pinochet darbesiyle, ülkesine demokrasi ve özgürlük, sömürgelerine de bağımsızlık getiren Portekiz Karanfil Devrimi nasıl aynı kefeye konulabilir! Bunu yapmak için ya baştan çıkmış bir liberal ya cahil bir muhafazakâr ya gözü dönmüş bir gerici ya da salak olmak gereklidir.
Sonuç olarak şu tespiti yapabiliriz; 27 Mayıs Cumhuriyet Devriminin “demokratik” boyutunu tamamlayan bir siyasal eylem, bu devrimin ikinci etabıdır. Bugün Batı Avrupa ülkelerinde bile bulunmayan ölçüde özgürlükçü olan 1961 Anayasası’nın tarihsel anlamı budur. Kemalistlerin son zaferidir. Çünkü 27 Mayıs’tan sonra onlar, yani Kemalistler için bir tasfiye süreci başlamıştır.
Merdan Yanardağ/Yurt Gazetesi
Yorum Gönder