Kapıda teslim bir ölüm! - Mehmet Faraç

Akşamın hüzne boğulduğu o saatte, tahta kapıya inen yumrukların hiç de iyi bir haber getirmediği nasıl da belliydi!.. Öfke, eskimiş tahtaların bağrında kanlı bir çığlığın haberini veriyordu sanki!..
Yine de iyimser olmaya çalıştı o… Narin ayaklarını naylon terliğine sıkıştırırken, aklı kapıyı sarsan meçhul öfkelideydi… Bir musibet vardı belli ki bu işte…
Evdekiler kapıyı onun açacağını bildiği için kendi meşgalelerine döndüler… Yaşamın olağan kavgası içinde tuhaf ve de ihmalkar bir başıboşluk işte!..
Nasılsa açılacaktı kapı, iyi ya da kötü!..
Kendini akşamın rehavetine terk eden yorgunluğun içinde, gelecek haberin tek bir analizi vardı; “her şeyde bir hayır vardır!..”
Kaderciliğe iltica etmiş insanlığın; tehlikeye, tehdide, çaresizliğe, ihmalkarlığa tuhaf bir boyun eğişiydi bu!..
İşte o var ya; cılız bedenine gizlenen o masum… Gitti açtı kapıyı… Çocuk yüreğinde ceylani nazlar taşıyan o küçük kız… Boynunda sarıya boyanmış bir teneke zincir, parmağında mavi boncuklu bir gümüş yüzük…
Büyüklere hizmet eden, temizliğe koşuşturulan, sofrayı hazırlayan o küçük ve de sessiz kız…

Şiddetin karanlık tüneli!..

Kapının büyük gürültüyle çaldığı o anda, karanlık sokağı aydınlatan lamba, sessizliğin hapsinde bir gölge oyununa ışık tutmuştu!..
Az sonra o loş ışık, vahşetin o anki versiyonunu taş duvarların köhneliğine yansıtacak ve sonra karanlığın içindeki gizemine geri dönecekti!..
Kapıdaki meçhul hiç konuşmadı… Sessizliğin bilmecesinde, sarılar düşmüş yüzünde, donmuş bir ifadeyle dikilip kalmıştı!..
İşte o meçhul insan bir görevli gibi kurbanın karşısına dikildi, öfkeye perde açan gözlerini boşluğa dikti ve isyanının kuyusuna savurdu kendini!..
İki insanın korku ve öfkede buluşan sessizliğini az sonra bozacak gürültü, ardı ardına patlayacak mermilerden başka bir şey olmayacaktı…
Kapıdaki adam birkaç dakika durduğu eşikte hiçbir şey konuşmadı… Ruhunu teslim ettiği hırsıyla, şiddetine hapsolduğu benliğiyle gelmişti oraya!..
Kızın bir şey söylemesine de fırsat vermedi… Cellat ve kurbanın en kısa sürede, en zalim hesaplaşmasını andıran kaçamak bakışlar bir damla gözyaşına bile olanak vermedi!..
Öfke, kendi döngüsü içinde şiddetin karanlık tünelinden geçti ve her şey bir anda olup bitti!..
Bir kuşun kanadından vurulup düşmesi gibi, bir yıldırımın toprağa çakılması gibi!..
Ve de bir yoksul yüreğin aniden durması gibi!..

Kurşun, barut ve cellat!..

Ardı ardına tam 8 kurşun… 15 yıllık bir ömrün her iki yılına birer öfkeli mermi…
Şiddet, yaşamı henüz tanıyamayan 15 yaşındaki bir kız çocuğunun cılız bedeninde bu kadar acımasız olabilir miydi?..
Oldu işte… Feodal öfkelerin; kara sabanların ot bitmeyen topraklarda çaresiz çırpınışları gibi…
İnsafsızlığın çöllerde suya hasret atlarla yarışması gibi!..
Faili meçhullere alışmıştı o sokaklar… Şiddetin terör kılığında kol gezdiği o coğrafyada, akşamın biçare karanlığında patlayan kurşunlar o kadar sıradandı ki!..
Ölümün bile sıradanlaştığı bir coğrafyada, barut kokusunun ne önemi vardı ki?..
İşte kurşun, barut ve cellat üçgeninde savrulan o cılız beden, bağları çözülmüş dizlerinin dermansızlığında toprak zemine düşer düşmez, evdekiler nihayet nafile bir çırpınışla kapıya koştular…
Ağıtların duvarlarda naralar attığı o anda, kan deryasına düşmüş bir beden, kırılmış fidanlar gibi sere serpeydi…

Öfkenin sinsi hırsı!..

Henüz 15 yaşında… Henüz yaşamın ilkbaharında taze güllere hasret teniyle düşmüştü yere Yüksekovalı Ayşe Muhacır…
13 Mayıs 2012 akşamı saat 20.00 sıralarında evinin kapısına dayanan kimliği meçhul bir kişi, küçük kıza tam 8 kurşun sıktıktan sonra ortadan kaybolmuştu…
Neden, nasıl, hangi gerekçeyle, ne uğruna ve kimin için?..
Faili meçhullere alışmış bir kentte, kapıda teslim bu ölümün siparişini kim vermişti?..
Kimdi taşeron, kimdi cellat ve de kimdi o insafsız?..
Bir töre cinayeti mi, namus hesaplaşması mı, terör mü yoksa kan davası mı?.. Ya da bir kıskançlık öfkesinin kana bulanması mı?..
Bilinen tek bir gerçek var; 15 yaşındaki Ayşe, Hakkari’nin Yüksekova ilçesinde, evinin önünde bir akşam üstü 8 kurşunla katledildi…
Ben, böylesine bir ölümün hesabını bilmem, gerekçesine de katiyen boyun eğmem…
Kimse de eğmemeli, kimse susmamalı ve de o kan, bir faili meçhul dehlizinde kendi sıradanlığıyla akıp gitmemeli!..
Biline ki; şiddetin her gerekçesinin faili meçhul kılıklarda dolaştığı o coğrafyada, öfke sinsi hırsıyla kız çocuklarını vuracak hale gelmişse vay halimize!..

Fuhuş ve bekaret!..

Bu gerçek öyküyü yazdıktan sonra Hakkari polisi küçük kızın kimler tarafından öldürüldüğünü 22 Mayıs’ta ortaya çıkardı… Ayşe’nin annesi B.M. verdiği ifadede şöyle konuştu:
“Kızımı alıp götüren Murat adlı şahsı takip ettim, Şahin Tepesi’ne gittik. Şalvarlı bir şahıs karşıladı. ‘Kızının haberleri bize rapor ediliyor. Polis arabasından inerken gördük. Bir daha olursa gözünün önünde asacağız’ dedi.”
Polis “Murat” kod adlı bu şahsın İran’da cinayetten aranırken Türkiye’ye kaçan Ferheng M. olduğunu belirledi. Kısa sürede yakalanan Ferheng M. ise emniyette şunları söyledi:
“Uğur Ç. Ö. ve Turan E., Ayşe’yi uyuşturucu kullandığı, ajanlık ve fuhuş yaptığı gerekçesiyle PKK adına öldürmemi istediler. Kabul etmeyince ‘Annesini tehdit et’ dediler.”
İranlı Ferheng ile birlikte suç ortakları Uğur Ç. Ö. (17), kız arkadaşı Gurbet Ç., Turan E. ile Niçirvan H. adlı gençler de “PKK terör örgütü üyeliği ve tasarlayarak adam öldürmek” suçlarından tutuklandı.
“Fuhuş”la suçlanarak öldürülen Ayşe’nin otopside “bakire” olduğu belirlendi.

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget