Geçen hafta bir dostum, “When ignorance is innocence” (Joël van der Weele, 20/02/2012) (Cehalet masumiyet olunca) başlıklı ilginç bir çalışma gönderdi. Okurken, siyasal İslamın, AKP’nin yükselişine yakıt olduktan sonra, son zamanlarda “ama bu böyle olmayacaktı ki” şaşkınlığına düşenleri, Taraf gazetesinden istifa edenleri düşündüm.
Yaklaşık 10-15 yıldır, sürecin bir gün bu noktaya gelebileceğine ilişkin, kanaatler, teorik tarihsel bilgiler medyada sıkça sergileniyordu. Ama bugün şaşkınlıklara düşen bir entelektüel grubu o günlerde bu kanaatleri, bilgileri ellerinin tersiyle itti, uyarıları kulak ardı etti. Weele’nin çalışması bu tür davranışların arkasındaki nedenleri araştırıyor.
“Gözleri kapalı yaşamak kolaydır” The Beatles...
Weele araştırmasının bulgularını sunmadan önce, ABD’de Watergate, Enron skandallarına katılmış olanlardan, Nazi döneminde, Avusturya’da kampların yakınında yaşayanların tutumlarından, Nürnberg Mahkemeleri’ndeki ifadelerden örneklerle, insanların yaptıkları tercihlerin ahlaki, hukuki sonuçlarıyla yüzleşmeye zorlandıklarında, masum olduklarını ileri sürebilmek için “bilmiyordum” açıklamasına sığındıklarına ilişkin örnekler aktarıyor. Bu insanlara neden bilmedikleri sorulunca da genelde, Albert Speers’ın yazılarında ortaya çıkan bir “stratejik cahillik” durumuyla karşılaşılıyormuş: “Bu konuda (Auschwitz toplama kampında olanlar) Himmler’i sorgulamadım, Hitler’i sorgulamadım, yakın dostlarımla bu konuyu konuşmadım. Bu konuyu araştırmadım. Çünkü orada neler olduğunu bilmek istemiyordum... Beni yolumdan döndürebilecek bir şeyler öğrenirim korkusuyla gözlerimi kapadım” (A. Speer).
Nixon’u yeniden seçtirme kampanyasının para işlerine bakan Maurice Stans’a neden Gordon Liddy’e (Watergate skandalına karışan hırsız) bu kadar büyük paralar ödeniyor diye soran bir görevliye, “Bilmek istemiyorum ve sen de bilmek istemezsin” diye cevap vermiş.
Weele bu tür örneklerden hareketle bir “stratejik cehalet” seçeneğiyle karşı karşıya olduğumuzu vurguluyor. Peki, insanlar nasıl oluyor da “bilmiyordum” açıklamasının, bu cahil kalma tercihini kasıtlı olarak yapmış oldukları ortadayken kendilerini aklayabileceğine inanabiliyor? Weele daha önce yapılmış araştırmalara, laboratuvar deneylerine dayanarak bu sorulara cevap arıyor. Test ettiği hipotez kısaca şöyle: İnsanlar, kötü bir şeyi bilerek yapıyor görünmektense, yaptıkları şeyin kötülüğüne ilişkin bilgilerden kaçınmayı ve cahil görünmeyi tercih ediyorlar.
“Ben cehaletim içinde mutluyum”
Aklıma Charlie Brown’ın çok bilmiş köpeği Snoopy’nin “Ben bilmek istemiyorum, mutluyum cehaletimle” sözleri geliyor. Peki ama nasıl? Weele bu soruya cevap arıyor, insanlık adına çok acı bir sonuca ulaşıyor: “Stratejik cehalet” tutumunu benimseyenler, bu yolla maddi kazançlar elde ediyorlar ama tavırlarının ahlaki, kişisel imajlarına ilişkin yükü tümüyle üstlenmemiş oluyorlar.” Çünkü, “Eğer bilseydim doğru şeyi yapardım” diyebiliyorlar. Araştırma, maddi çıkar arttıkça, stratejik cahilliğin seçildiği durumların ağırlığının da arttığını ortaya koyuyor. Stratejik cahillik salt bilgiden kaçınmakla sınırlı değil. İnsanlar bu bilgilerden kaçınmalarını haklı çıkarmak için kendilerine türlü hikâyeler anlatıyor.
“Stratejik cehaletin”, anlatılan “hikâyelerin” örneklerine on yıl boyunca, özellikle son yıllarda bolca şahit olduk. Örneğin, “stratejik cahilliği” aklayan hikâyelerin, “Bu ülkede Müslümanlara zulüm ediliyor” savıyla başladığını söyleyebiliriz. Bu sava sığınanlar, bu savın, Cumhuriyetin iktidar koridorlarından dışladığı dinci entelijansiyanın, “halkla” bağ kurma, “değişim” söyleminden yararlanma, sol liberalleri peşine takma aracı olduğunu görmek istemedi. Bunları, “türban”ın demokratik bir hakkın ötesinde, o konjonktürde bir hegemonya mücadelesi aracı olduğunun yadsınması, Başbakan’ın ve bakanların Musevileri hedef alan ırkçı, kadın haklarını hedef alan cinsiyetçi ifadelerinin, “tasmalarını biz çıkardık” gibisinden aşağılamaların görülmezden gelinmesi, anayasanın güçler ayrılığına, sendikal haklara vurduğu darbelere ilişkin bilgilerden, “Ama askeri vesayeti kaldırarak demokratikleştiriyor”, fantezisinin arkasına sığınarak kaçınılması, “4+4+4” tartışılmaya başlarken “Evet ama yetmez haklıydı”, “1 Mayıs’ta solcular birbirini öldürdü” yalanlarına sığınarak gündemin karartılması, mahkemelerde kanıtları değersizleştiren sahtecilik bulgularının, en temel burjuva hakları ayaklar altına alan “telefon dinleme” uygulamalarının kulak ardı edilmesi izledi.
Bu “stratejik cehalet” seçeneklerini benimseyen entelijensiyanın “olaylara ideolojik mercekten bakmayan, salt soru soran, bilgilendiren”, bağımsız bir bakış noktası olduğu fantazisine sığınarak avunduklarını ama bu seçenekleri sayesinde, o sırada yükselmekte olan iktidarın nimetlerinden, ahlaki sonuçlarına katlanmak zoruna kalmadan yararlanmaya çalıştıklarına da şahit olduk. Ancak galiba “stratejik cahilliğe” devam etmek, bizzat destekledikleri iktidarın daha derin sadakatler talep ederek, “bilmiyordum” demeyi zorlaştırmaya başlamasıyla artık bitti...
Yorum Gönder