Bir zamanların Emrullah komiseri polis kökenli olduğundan gazetecilik ilkelerini bilmiyor tabii...
Doğru haber vermek isteyen gazeteci, işleyeceği konuyu her yönüyle ele alır. At gözlüğü kullanmaz; o konunun göbeğindeki isimlerden ucundan kıyısından bulaşmış olanlara kadar kim, ne diyorsa araştırır.
Gazetecinin görevi, kendisi gibi düşünenlerin borazanlığını yapmak değildir; öyle yaparsa üretimi “gazete” değil “propaganda bülteni” olur; ha bakın bu bölümü Emrullah Bey de iyi bilir. Malum kendisi de, “Emre Uslu” adıyla, kamuoyunda “ABD politikalarının propaganda bülteni” olarak algılanan Taraf’ta yazıyor birkaç senedir.
Fotoğrafı doğru çekmek isteyen gazeteci objektifinden baktığında kimi/neyi görüyorsa okuyucusuna aktarmakla sorumludur. ‘Bu lağım çukuru da görüntüyü bozuyor onun yerine gül ağacı koyalım’ deyip kafasına göre fotomontaj yapamaz. Görüntü bozuksa, o bozukluğu yansıtır haberi aracılığıyla.
Gazetecinin “aslında ne olduğunu” öğrenebilmesinin tek yolu vardır:
Sormak!
Ama ayırt etmeden konunun “bütün taraflarına” sormak! Dolayısıyla gerçeği arayan bir gazetecinin “Ayyy ben bu adamdan da hiç hazetmiyorum, bu adama hiç güvenmiyorum, bu adamın fikirlerini hiç benimsemiyorum” demek lüksü yoktur.
***
Anlaşılan bizim Ankara bürodaki arkadaşlar da öyle yapmışlar. Bir araştırma esnasında “Kim, ne diyor” fotoğrafını tam/net olarak yansıtabilmek için Emre Uslu’yu da aramışlar. Velakin Uslu’dan cevap alamamışlar.
Gazetecinin “sorması” ne kadar olağan ise, karşısındakinin “konuşmama” hakkını kullanması da o kadar olağandır; bu meslekte her gün defalarca yaşanır...
Ama dedim ya, komiserlikten gelme olduğundan -malum ‘susma hakkımı kullanıyorum’- sözü daha yeni yeni duyulur oldu beyefendinin eski görev sahasında- sorulan soruyu cevaplandırmamayı büyük bir “marifet” saymış olmalı ki şu alaycı üslupla paylaşmış twitterda:
“Beni karalamk icin bir kosesini ayirp bir “YAZAR” tutan Yenicag Gazetesi gorus istemis benden :))
Hey allahim ahir zaman alameti sangi. Tabi ki Yeni Cag’a gorus vermedim. Size gorus vermem yazdim :)) ”
***
Cevap mı?
Yeniçağ okurları işin o kısmını layığıyla yaptı:
“Yenicag’a görüş vermem demişsiniz, sizin görüşleriniz orta çağı kapsıyor zaten, iyi etmişsiniz...!”
Bitirmeden gazetecilik ahlakı gereği konunun diğer tarafına da söz hakkı vereyim ve bir notu aktarayım. O “YAZAR”(!)ın Uslu’nun tivitleriyle ilgili minik bir düzeltmesi var. Diyor ki;
“Siz okyanus aşırı uçamayıp ABD’de mahsur kaldığınız o yıllarda Türkiye’de olup bitenlere çok vakıf değilsiniz herhalde. Kimse bana sizi karalamak gibi bir görev vermedi ama ben görevim gereği, bir gazeteci olarak yazmadan edemedim Türkiye’den ABD’ye, Emniyet teşkilatından Taraf’a uzanan ilginç hikayenizi! Üstelik sizin karalanmaya ihtiyacınız yok ki!
Demem o ki fazla önemsemeyin kendinizi (“tanrı yazar” olmaksa niyetiniz başka tabii) müeesesemizde kişiye özel yazar istihdamı bulunmamaktadır!
Garezinizi mazur görüyorum;
Türkiye’ye “mecburi dönüş” yapmak zorunda kalmanızda bu gazetede çıkan o yazıların da etkisi olmuştu değil mi!
Sonra doğu görevi; Batman’dı değil mi; Utah’tan sonra çekilir mi!
Velhasıl okyanusun ayıramadığı İçişleri Bakanlığı ile yollarınız bu hazin süreçten sonra ayrılmıştı.
Benden size son bir gazeteci nasihatı:
Kaleminizi kininizle bilemeyiniz; körleşirsiniz. Daha fenası üç vakte kalmaz “kahin” yerine “karavanacı”ya çıkarırlar adınızı!
Düşman kardeşler(!)
Cezaevindeki iki amiral (Fatih Ilgar ve Cem Aziz Çakmak) arasında geçtiği iddia edilen konuşmaların nasıl elde edildiğinin, nasıl yayıldığının hiçbir önemi olmadığını savunan “Demokratikleşmiş Yeni Türkiye”ci Hüseyin Gülerce, bir süredir tedavülden kalkmış olan “asıl olan içerik” teranesini yeniden piyasaya sürdü. Amiralleri hedef göstermekten çok Başbakan’a “hâlâ hedef!” olduğunu hissettirmek ister gibi. İki amiral arasında geçtiği iddia edilen konuşmayı, “Bakın bunlar hâlâ muvazzaf haaaa, bakın fırsat kolluyorlar, referandumdaki destekçileriyle AKP birbirine düşsün diye bekliyorlar, bu zaaf oluştuğu anda rövanş için harekete geçecekler...” havasında sunuyor Gülerce. Erdoğan’ı bu “kindar”ları hafife almamaya çağırıyor:
“Vesayet rejimini, onların payandalarını, güç merkezlerini, kozmik adamlarını, kurdukları asırlık yapıyı kimse hafife almasın. Kalın çerçeveli siyah gözlüklerin sakladığı kin ve nefreti, intikam hazırlığını kimse unutmasın...”
Tek başına bu satırlar bile siyasi iktidar içinde güç mücadelesine girişen tarafların “düşman” (o da suni/kurgu) dışında hiçbir ortak paydasının kalmadığının ispati değil mi!
Bakalım “düşmanımın düşmanı dostumdur” klişesi Erdoğan’ı “iktidarını paylaşmaya” ikna etmeye yetecek mi!
Yeni Şafak’ta Uludere depremi
25 Mayıs günü yayınlanan “Özür açıklanmaz, özür dilenir!” başlıklı yazısında Tayyip Erdoğan’a “Bir şey söyleyecekseniz doğrusunu söyleyip, gereğini yapın. Ya da ebediyete kadar susun. Allah aşkına, susun!..” diye seslenen Yeni Şafak Washington Temsilcisi Ali Akel’in işine son verildi. Akel Erdoğan’ın Uludere konusunda “ilk günden itibaren yanlış yerde durduğunu” söylemişti. Yeni Şafak’la ilişiğinin kesildiğini dün twitter hesabından duyuran Akel “Patronlarımı, yayın yönetmenimi, kardeş bildiğim çalışma arkadaşlarımı, hepsini anlıyorum çünkü, zor zamanlar vardır ve biz bugün her zaman olduğundan daha da zor bir dönemden geçiyoruz. Böyle dönemlerde konuşmanın, yazmanın bedeli vardır. Birileri her zaman bu bedeli öder. Bugün, bu bedeli ödediğim için de onur duyuyorum. Çünkü yanlışı değil, doğruyu söylediğime inanıyorum” dedi. Yandaş medyada son dönemde iyice belirgin hale gelen saflaşmada Yeni Şafak -liberal/muhalif(!) yazarlarına rağmen- çoğunlukla Tayyip Erdoğan cephesinde kalmayı tercih etmişti.
BASINDAN SEÇMELER
O sözlere manidar cevap
Hav... Hav... Hav...
Gazetecilere “tasmalı” dedi...
Onlar da içinde “tasma” olan Arena konuşmasının “çok güzel ve muhteşem” olduğunu tepe manşetten duyurdular...
Hav hav hav...
*
Kıyamam köpeğe...
Asil hayvandır...
Merttir köpek; kuyruk salladığında samimidir, ısırmaz... İçinden ısırmak geldiğinde asla kuyruk sallamaz...
İkiyüzlü değildir...
Ama medyadaki “tasmalı” ile konuşuyorum, çevrede kimse duymuyorsa, iktidara demediğini bırakmıyor...
“Tehlike büyüdü” diyor... “Türkiye gitti” diyor... “Faşizm bu” diyor...
Manşetine bakıyorum:
“Arena büyüledi...”
“Yüreklerdeki gizli sevgi coştu...” “Demokrasi çiçekleri açtı...”
İkiyüzlüsün birader...
Arena’da “yüreklerdeki gizli sevgiyi” gördün de... 600 hoparlörden bağırılan “tasma” yı niye duymadın gazeteci?.. (...) “Yüksek tirajlı” gazetelerden, televizyonlardan hiç mi ses çıkmaz?..
Yazıyı iki gün beklettim ki, belki ses çıkar hani...
“Tıs” yok...
Tam tersine “Muhteşem gün” diye, içinde “tasmaları” olan konuşmayı sayfa sayfa yayımladılar sıkılmadan...
Hadi Başbakan; kürtajı, Uludere’yi, tasmayı, sezaryeni karıştırıp aklını kaybetti... Kinle, nefretle, intikam duygusuyla vicdanını yitirdi...
Sen “tasmalı” medya?.. Hiç mi utanma duygun kalmadı?..
Biraz olsun yani...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
‘Başkan’ gibi
Bizleri hazırlamak için olsa gerek Başbakan bir süredir Başkan gibi davranıyor.. Genel Kurul’a pek uğramıyor.. Meclis çalışmalarına katılmıyor.. Sadece talimat veriyor.. Bu yasayı çıkarın.. Şu değişikliği yapın..
*
’Bu ülkede her meselenin sorumlusuyum ben, Başbakan olarak...’ Kendine yüklediği misyon bu.. Yüzde 50 oyla iktidara geldiği için hayatın her alanına karışma hakkı olduğunu düşünüyor.. Bugün Başbakan olarak.. Yarın (yasayı Meclis’ten geçirebilirse) Başkan olarak.. Mesela, trafik düzenine de karışacak.. Sokak kafelerine de.. Sahil lokantalarına da, AVM’lerdeki çalışma düzenine de.. TV dizilerine de.. Her şeye..
*
Şimdi muhalefet liderlerini muhatap alıyor.. Onların eleştirilerine cevap veriyor.. Başkan olursa muhalefetin yüzüne bile bakmayacak.. Devletin başıyım muhatabım öteki devletlerin başıdır diyecek.. Kesip atacak..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Müzakereci açılım ortağı Erdoğan’la köprüleri yıktı
Dünkü grup konuşması, muhtemelen, tüm siyasi kariyerinin en talihsiz konuşmalarından biri olarak kayıtlara geçecek. (...) Bir de unutulmaz şu cümleleri: “Türkiye, BDP’li kalleşlerin, PKK’lı kalleşlerin benim subayımı, askerimi sırtından vurup şehit edecekleri bir ülke değildir.” PKK için bugüne kadar kullanılan niteleme sıfatlarıyla kıyaslandığında, ‘kalleşler’ nitelemesi, pek ağır sayılmayabilir. Ama, PKK’nın da önüne yerleştirilen ‘BDP’li kalleşler’ nitelemesinden nereye varacağız? Bu ‘kalleşler’le mi, ‘müzakere’ edeceksiniz?
Neyi ‘müzakere’ edeceksiniz? Şayet, ‘subayımızı, askerimizi vuranlar’arasında bu ‘kalleşler’ varsa, onlar mücrimdir; yerleri cezaevidir. Bu niteleme, BDP ile ‘müzakere’ kapılarını açacak bir ‘açılım üslubu’ mudur; yoksa BDP ile PKK’yı eşitleyerek, Türkiye’de siyaset yollarını tıkayarak, şiddet zemininin üzerine asfalt dökmek midir?
Cengiz Çandar / Radikal
Yerlerini bulmuşlar
Bir süre önce Hürriyet’teki yazılarına son verilen Hadi Uluengin ile Vatan’dan ayrılan Cengiz Aktar bundan böyle Taraf’ta yazacakmış. Her iki nakilde de sanırım taraflar zerre doku uyuşmazlığı yaşamayacaklar.
Teyk of poziyşın hayırlısıyla!..
Ball bearings... Absord axial loads... 2 sumps... Turbine rear frame... High pressure compressor... 4 variable stages... 5 fixed stator stages... High pressure turbine... Single-stage turbine nozzle... Dual annular combustor... 3 gearbox arrangements... 24 fan blades, 61 inch... 38 fan blades, 60 inch... Hydromechanical unit... WF, VBV, VSV, HPTCCV... Aynı zamanda PMC filan...
Hani şu, insan gibi çalışıp, insan gibi maaş isteyen Türk Hava Yolları personeli, haklarını alabilmek için iş yavaşlatma eylemi yapıyor ve “teknik ekip” de eyleme destek veriyor ya...
İşte o “teknik ekip”in baktığı motorlardan birinin “teknik” özellikleri bu... CFM56’nın. Kabaca 900 küsur sayfa. Detaya girersen, 10 bin sayfayı buluyor. Kullanım kılavuzunun Türkçesi yok.
E diyebilirsiniz ki... Nasıl anlıycaz?
“Defolup gitsinler, onlar olmadan da uçarız biz” diyen arkadaşlara sorun birader... Anlatsınlar.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
Otoriter yöntem, ataerkil siyaset algısı ve tarzı açısından AK Parti’nin siyasi yüzü ile toplumsal yüzü arasındaki mesafe artmaktadır. Bunun sonuçları olacaktır.
Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak
Yorum Gönder