Bu yıl, Aydın Doğan Öykü Ödülü’nü alan Selim İleri, yazmaya ilişkin yalnızlıklar, kırgınlık ve vazgeçemeyişlerle çok ilgilidir; yazma acısı ve her şeyi insafsızca eskiten zamanın hüznü, satırlarına sinmiştir. Kendini yazma tutkusuyla tüketmiş ve haksızlığa uğramışlara az görülür bir vefa duygusuyla yaklaşır. Sürekli edebiyat ortamının ikiyüzlülüklerine, hasetlerine, “sükût suikastlarına” yenilen, unutulan değerleri yerine koymaya çalışmıştır.
***
İleri’nin geçen yıl çıkan öykü kitabı “Yağmur Akşamları”nı yeni okudum, çok etkilendim. Kitap, ustalığının doruğuna varmış olgunluk çağında bir yazarın deneyim ve tanıklıkları ile ilerliyor. Yazmanın, hayatın geçiciliği ve yalınlığı içinde ele alındığı özel anılar içtenlikleriyle iç burkuyor. İleri, geçmiş edebiyat ortamlarının ilişki ve gerilimlerini, yavaş intiharlarını adları değiştirilmiş kimi yazarların “düşkünlük” ve mutsuzluklarına şefkatle bakarak yansıtıyor. Kitabın son uzun öyküsünde ise olağanüstü sahicilikte -dahası yazarı tartışmaya açacak zenginlikte- bir Tanpınar tablosu yaratıyor.
“Şark ve Garp, Ne Şark Ne Garp” adlı öykü, Tanpınar’ı yaşam biçimi, kimsesizliği, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Sabahattin Eyüboğlu gibi kişilerle yaralı ilişkileri, yazdıkları, yaşayamadıkları, özlem, çelişki ve tutarsızlıkları kısaca insan yanıyla ele alıyor. Öykü mektup dilinde:
“Ataç’la aranız açıktı. Sofralarda yakınlarına sizin için Kırtıpil Hamdi diyenlerden biri de o. (…) Kimseye merhamet duymuyorsunuz. Bir tek Kırtıpil’in ıstırabı. Döküm çıkarıyorsunuz: Sevgilerde, arkadaşlarda, arkadaşlıklarda iflas!”
***
Tanpınar, romanlarında Doğu ile Batı, eski ile yeni, geçmişin değerleriyle var olanlar arasındaki çatışmadan doğan bunalımları irdeledi. Değerler arasında bocalayan bir toplumu konu etti. Ancak kendisi ne büsbütün geçmişe ne de geleceğe aitti. Ona göre Doğu ve Batı bizi aynı anda iki ayrı millet haline getirmişti. Hem kendinin hem yaşadığı toplumun iç sıkıntısı bundandı ve İleri’ye göre: “Göremiyordu artık ne kendi hayatını ne memleketin yarınını.” “Yazıyorsunuz, boşuna hayatınızı sürüklemek, sürdürebilmek için…”
Bu cesur, derin ve insani Tanpınar canlandırmasını İleri’nin edebiyatından okumak çarpıcı. Ahmet Hamdi’yi, Narmanlı Yurdu’ndaki sefil bekâr odasında, “Şarktan Garptan kurtulmuş son gülleri, yaz gecesinden kalma hülyaları yazarken” görüyor İleri. Hendel dinlerken Safiye’nin sesinden; “Menekşelendi Sular”a vurgunluğunu anlıyor. Fraklı, boydan milletvekili fotoğrafını tanımlıyor: “…Yüzünüz, bakışlarınız o kadar zavallıca ki sizi tanımak imkânsızlaşıyor. Ama hevesleriniz... Dudaklarınıza konuşamamanın çırpınışları konuvermiş.”
“Boşuna hatırlıyoruz /Bu hiç olmamış şeyleri” dizelerini yazan, “kökü mazide olan atiyim” diyen kafası karışık, “hal”in içinde uzaklara bakışlar atan ve huzursuzca sağına soluna dönen A. Hamdi Tanpınar’ı, hem inceden eleştirerek hem de sarsıcı bir merhametle anlatıyor Selim İleri ve öyküsünün bir yerinde ona şöyle sesleniyor: “…Ölümünüzden beş on yıl sonra eseriniz önemsendi, birkaç cilt kitaba sığmayacak kadar çok yazıldı. Geçen zamanda böyle, sizi ve eserinizi irdeleyen yazılar çoğaldı. Kitaplar yayımlandı. Şöhretli bir ölü. Üstelik sağ ve sol sizi paylaşamıyor. Büyük bir saltanat! Fakat günü gelince sona erecek. Sizden ve eserinizden usanacaklar. Ölümden sonraki şöhretiniz göze batacak. Ne Şark ne Garp burası, burada ölüler bile kıskanılır. O zaman hırpalayacaklar. Bekleyelim.”
Yorum Gönder