Toplumlar elbise değiştirir gibi kimlik, uygarlık, dil ya da din değiştirmezler, değiştiremezler. Toplumun içindeki dinamikler, bölgesel ya da küresel etkiler şu ya da bu derecede etkili olarak zaman içinde bu değişimlerde yer alırlar.
Hatta tarihi ya da bölgesel tesadüfler bu süreçte etkili olurlar. Kimi zaman da Türkiye gibi istisnai nitelikte toplumlar vardır. Türkiye dünya üzerinde gerçekten çok ayrıcalıklı bir konumdadır;
- Kültürel olarak Doğu ve Batı arasındaki fay hattının içindedir. Hem Batı’nın “öteki” olarak gördüğü gibi bir İslam toplumu, hem de çağdaş Batı değerlerine ulaşmaya çalışan bir toplumsal ikilemi 19., 20. ve 21. yüzyılda tüm çelişkileri ile yaşayan bir ülkedir.
- Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk’ün önderliğinde işgalci Avrupalılara karşı, üstelik de Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kazanmıştır, ama Yalta pazarlığı sonrası taksimatta Batı Bloku içinde kalmasına karar verildiği için bu blokun kurumlarının bir parçası olmuştur.
Avrupa Konseyi’nde, NATO’da ve Batı’nın önderliğinde kurulan iktisadi ve sosyal kurumların hemen hemen tamamında yer almıştır.
- Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge dünya büyüklerinin petrol ve doğalgaz kavgası (ve savaşları) yaptığı bir coğrafyadır. Türkiye bu çıkar çatışmalarının bir parçası, bir aracı yapılmaya çalışıldı ve çalışılıyor.
Türkiye içinde bulunan demokrasi zaafları ve antidemokratik altyapı, ikinci dünya savaşından bugüne kadar dış müdahalelerin, açık ve örtülü darbelerin öne çıkmasına neden oldu.
Küresel güçler yönetimlere iki seçenek bıraktılar; “Ya dediğimi yapacaksın ya da seni iktidardan indiririm” dediler ve bunları da fiilen gerçekleştirdiler.
Araplar ve Türkler
Bugün Arap dünyasında yaşanmakta olan Arap Baharı da aynı şeydir; ya dediğimi yapacaksın ya da seni iktidardan indiririm politikası geçerlidir.
Demokrasi ambalajı içinde sunulmasına karşın onunla bir ilgisi bulunmuyor; Ortadoğu’da Batı anlamında bir demokrasinin gelişmesi demek, küresel güçlerin bölge üzerindeki hesaplarının suya düşmesi anlamına gelir.
Küresel güçler kimi zaman komünizmi, kimi zaman kapitalizmi, bazen de İslamı hedef göstererek korku, tehdit ve istikrarsızlık yaratmışlardır.
Gelelim bizim milli ve dini bayramlarımıza
Müslüman toplumlar ve Hıristiyan toplumlar arasında bugün bile süregelen en önemli farklar şunlardır;
- Avrupa’da ve ABD’de Hıristiyanlık ve ulusalcılık birbirlerini tamamlarlar. Bir Fransız ne kadar Katolik’se o kadar da Fransız’dır. Avusturya’nın kiliselerinde kırmızı-beyaz taşlarla bezenmiş Avusturya bayrağını görürsünüz. Kardak krizinde Kardak Adası’na çıkan Yunan papaz elinde mavi-beyaz koskoca Yunan bayrağını sallandırıyordu.
Yakın tarihte camilere Türk bayrağı ilk nerede asıldı biliyor musunuz? 1960’lı ve 1970’li yıllarda Rumlarla Türkler arasında çatışmalar sürerken adadaki camilere.
Rumlar da kiliselerine Yunan bayrağı asıyorlardı, hem de en baştan beri. Yunanistan’da din ve Helenizm bütünleşmiştir. Ortodoks olmak Helen olmanın bir parçasıdır, zıddı, karşıtı değildir.
ABD Doları’nda boşuna, “In God we trust” yazmaz. İslam dünyasındaki ülkelerin (ve toplumların) birçoğunda ise yeşil bayraklar ulusal bayrağın önüne çıkar, alternatif gibi gösterilir.
Din, kültür, kimlik ve ulusallık
Bir ulusun kimliğinde din, ulusallık, kültür, yurttaşlık birbirini tamamlayan; bir diğeri üzerinde olumlu etki yapan, bütünleştirici öğelerdir.
Bunları bir diğerinin alternatifi olarak görmek yanlıştır. Toplumda ayrılıkların, bölünmenin, ötekileştirmenin derinleşmesine ortam hazırlar ve çok tehlikelidir.
Çağdaş hukuk düzeni içinde, yurttaşlık bilinci ve hakları çerçevesinde demokrasinin geliştirilmesi gerekir.
Milli bayramları ve dini bu çerçevede birleştirici, bütünleştirici kimlik özellikleri olarak görerek daha hoşgörülü bakmak zorundayız.
Hele dünyanın, bu en tehlikeli coğrafyasında.
Yorum Gönder