SEVGİLİ okuyucularım, sizlerden her gün çok sayıda mektup, e-posta, faks alırım. Bunların tamamı yakınmadır.
Hepsini okurum ama ne yazık ki her birine ayrı ayrı yanıt vermem mümkün değildir.
Bunun ezikliğini sürekli yaşarım. Ancak bunu yapmaya sadece benim değil, hiç kimsenin zamanı yetmez.
Bugün iki okuyucumdan gelen fakslara bir bakalım.
İlkini İzmir Aliağa T Tipi hapishanesinde tutuklu olarak olarak yatmakta olan İlyas Yetiş göndermiş.
Hapishane yönetimleri izin verdikleri takdirde, tutuklular bu gibi belgeleri gönderebiliyor ve onların üzerine “Mektup okuma komisyonu tarafından görülmüştür” damgası vuruluyor.
İlyas ’ın yakınmasını aynen veriyorum:
“Sayın Çölaşan, 2009 yılından itibaren ateşli silah yaralamasından ağzım, çenem, vesaire organlarım yok.
O günden bu yana tutukluyum.
Tedavi olmak için defalarca İzmir Atatürk Araştırma Hastanesi’ne, Ege Üniversitesi Hastanesi’ne ve Uşak Devlet Hastanesi’ne gittim.
Beni devamlı oyaladılar. Bugün git, bir ay sonra gel yaptılar ve hep sonuçsuz bıraktılar.
Değerli Emin Çölaşan Beyefendi, ben cezaevinde şırınga (enjektör) ile su, süt ve ayran içerek bu sıvılarla yaşam mücadelesi veriyorum.
Hayattan bıktım.
Gazetelerde boy boy haberlerle tıbbın ilerlediğini, Sağlık Bakanlığı’nın çağ atlattığını beyan edenler, benim derdime çare bulmuyorlar.
Belki de cezaevinde tutuklu olduğum dan bekliyorum.
Saygılar sunar, başarılar dilerim. İlyas Yetiş.”
Türkiye, cezaevi gerçekleri ile Balyoz ve Ergenekon tutuklamalarıyla tanıştı. Açık söyleyeyim, ondan önce hemen hiçbirimiz bu acı gerçeklerin farkında bile değildik.
Oralarda ne olup bittiğini bilmiyorduk.
Tepkilerini medyada duyurabilen Balyoz ve Ergenekon tutukluları, Türkiye’nin kalburüstü insanlarıydı ve ses verdiler. Onlar bile içeride korkunç haksızlıklara uğruyor, adeta esir muamelesi görüyorlardı. Bugün de öyle.
Bütün insancıl hakları kısıtlanmıştı, şimdi de öyle.
Emekli Genelkurmay Başkanları, Kuvvet Komutanları bile atıldıkları yerde plastik leğenlerde çamaşır yıkıyor!
Ayıptır yazıktır günahtır.
Abdullah Öcalan’a İmralı’da sağlanan olanakların yüzde biri bile, o teröristle yıllar boyu mücadele verenlere tanınmıyor.
Bu tablo içerisinde bir de geri kalan binlerce tutuklu ve hükümlünün durumunu düşünün.
Onlar, kendilerine yasalarla verilmiş hakları bilmiyor. Bilseler bile kapana sıkışmışlar, ses çıkarmaları, itiraz etmeleri mümkün değil.
Kapatıldıkları yerde eziliyorlar, horlanıyorlar, sömürü düzeninin çarkları arasında ezilip gidiyorlar.
Seslerini duyuracak bir yer, makam vesaire yok.
Şimdi şu tutuklu vatandaşın feryadını duydunuz. Anladığım kadarıyla kurşun yemiş, ağzı ve çenesi parçalanmış. Katı gıda yiyemiyor, şırınga ile -herhalde mideden- besleniyor…
Su, ayran, süt…
Ya da bunlar boğazından içeri yine şırınga ile akıtılıyor.
Çevredeki hastanelerde tedavisi yapılmıyor, veya yapılamıyor.
Nerede kaldı adına insan hakları denilen kavram? Bunlar sadece iktidar yandaşları için mi var?
Garibanın, fakir fukaranın, hapishanede sesi soluğu çıkmayan, “Hayattan bıktım” diye feryat eden hükümlü ve tutukluların haklarını kim koruyacak?
Bunları utanarak yazarken, İmralı’da Abdullah Öcalan ’ın emrine verilmiş olan uzman doktorları düşünüyorum!
Bundan sonra cezaevlerinde yatan çaresiz, sesi soluğu çıkmayan insanlarımızın böyle somut sorunlarına daha fazla değineceğim.
Bana yazsınlar, fırsat buldukça gündeme getireceğim.
Tutuklu vatandaş İlyas Yetiş ’in yazdıklarıyla ilgili olarak Adalet Bakanlığı, ya da Sağlık Bakanlığı bir açıklama yapar mı? Görelim bakalım!
Bir de Ankara'dan hastane mektubu!
AMA bu kez tutuklu mektubu değil. Vatandaş Şenol Karataş yazıyor ve ilginç bir belge gönderiyor:
“Sayın Emin Bey, Sağlık Bakanlığı'nın başlattığı 182 randevu sistemini arayarak 9 Mayıs günü İçin Ankara Keçiören Eğitim Hastanesi'nden randevu aldım. Doktorun İstemiş olduğu röntgen filmlerini göstermek İçin polikliniğe gittim, sıramı beklemeye başladım.
Bu arada iki kişi sırayı beklemeden doktorun yanına girdiler. Biraz sonra ben de girerek neden hastaları sıradan almadığını, bekleyen hastaların haklarına niçin tecavüz ettiğini sordum.
Doktor, ismini bilmediğim bir başka doktor ve onun getirdiği hasta Üzerime yürüyerek beni dışarı çıkarıp darp etmeye çalıştılar. Görüntüler hastane kamerasında mevcut.
Daha sonra güvenliktiler ve vatandaşlar araya girip bizi ayırdılar.
Doktor yanıma gelip beni muayene etmeyeceğini söyledi. Benim talebim üzerine de reçeteye "Muayene etmiyorum" yazdı, kaşesini bastı ve imzaladı. Muayene olamadan oradan uzaklaşmak zorunda kaldım.
Doktorluk yemini etmiş olan o doktoru burada kınıyorum.”
* * *
Hep izliyoruz, doktorlar sağlık kuruluşlarında darp ediliyor, dayak yiyor, bazısı vuruluyor. Burada ise -iddiaya göre- ilk kez doktorun hastayı darp etme girişimiyle karşı karşıyayız!
Doktorun ismini vermiyorum, reçeteyi sizlere iletiyorum!
Dün vatandaş Şenol'u aradım... “Hastanelerde her doktor kendi Özel torpilli ve tanıdık hastalarını sıraya uymadan İçeri alıyor. O zaman niçin bize 182'den randevu aldırıyorlar, bu nasıl bir sağlık sistemidir, bizimle oyun mu oynuyorlar” diye soruyordu.
Bugün sizlere “Dünya devi Türkiye'den”iki okuyucu mektubu İlettim efendim!
Biri hapishaneden, biri hastaneden!
Yorum Gönder
Sayın Murat Aygen, Yazının içeriği ile ilgili yorum yazınız.