Kimi salon vermiyor, kimi yerde OHAL’i de kullanarak seçim meydanlarında konuşmasını engelliyor, yandaş basın karartma yapıyor, çeşit çeşit engel çıkarıyor. Ne ki, iktidarın yandaşları taşlarla, sopalarla saldırıyorlar.
CADDELERDE KAMYON BARİYERİ
2.6.2018 günlü gazetelerden öğrendiğimize göre, Meral Akşener seçim çalışmaları yapmak için Gaziantep’e geldiğinde AKP li Belediye Başkanı Fatma Şahin’in belediyesi, Gaziantep’e giren caddelere belediyenin kamyonları ile caddeleri Meral Akşener’in gelmesini engellemek için kapattığını öğreniyoruz. Demokrasiyi özümsemiş bir belediye başkanı bunu yapar mı, hem de kadın kadına karşı.
(RTE CHP muhalefetine “pislik-tezek” dediğini, daha önce Kılıçtaroğlu’nun Ankara-İstanbul arasında Adalet yürüyüşünde Düzçe’de iktidar belediyesinin yola tezek hammaddesi döktüklerini de anımsayınız).
Ayrıca tüm iktidar yanlısı gazetelerin, Meral Akşener için karartma yaparak onunla ilgili haber ve etkinliğe yer vermediğini tüm Türkiye biliyor. Böylece haksız ve insafsız demokrasi yarı olur mu?
Bunları düşünürken, cep telefonuma İyi Parti’den şu mesaj geldi:
“-Tülbent Devrimi Başlıyor, hızla yayılması için sizlerin ve çevrenizin desteklerinin bekliyoruz. Tülbent masumiyetin gücüdür. Sen de katıl! Evine, işyerine, balkonuna, arabana, boynuna, bileğine, başına bağla tülbendini, sen de paylaş fotoğrafını, çoğalarak geliyoruz”.
İşte bu olayların olduğu, bu tülbent mesajının geldiği gün, ben de, yeni okumaya başladığım kitaptan tülbendin erdemini anlatan sayfaları okuyordum ve 10. Sayfaya geldiğimde, Türk kadını ve Tülbent konusunda aşağıdaki açıklamalara rastladım ve sizinle paylaşmak istedim.
Fatma Şahin’in Meral Akşener’i yani iki kadının birbirine hasım ve engelleyici bir tavır içinde olması doğrusu beni şaşırttı. Zaten Fatma Şahin’in bağlı olduğu AKP-RTE iktidarının İyi Partisi Genel Başkanı Meral Akşener’i, havuz medyası, belediye başkanları ile engelleyici, perdeleyici yakışıksız bir tavır içinde olması demokrasi ile asla bağdaşmazdı. Zaten İyi Parti gibi küçük partilerin yeterli ekonomik güçleri olmadığı meydanda iken, devletin bütün imkânlarını kullanan AKP-RTE iktidarının muhalif parti ve liderlerini açık bir şekilde engelleyici, perdeleyici tutum içinde olması gerçekten demokrasi adına çok ayıp bir şey olsa gerektir. Zaten medyasıyla, devlet imkânları ile hakçasına bir seçim-demokrasi süreci yaşamıyoruz.
Şimdisözünü ettiğim kitaptan kadın ve tülbent konusunda yazılanlara dönelim:
“-Göçebe geleneğine sahip olan Türkler, “doğuran, besleyen, büyüten, esirgeyen, koruyan ana” olarak “ana başa taçtır/ her derde ilaçtır/ Oğul paşa olsa da / anaya muhtaçtır” diyerek kadına son derece önem verirler, bu nedenle tek eşli yaşamayı yeğlerlerdi. (Bizim Kaman yöresinde de “ana başa taç imiş, her derse ilaç imiş, bir oğul pir olsa da anaya muhtaç imiş”,derlerdi).
“İskitler döneminde ata binen, savaşçı olan kadınlar, yönetimde söz sahibi olurlardı. Uygurlar döneminde ev yönetimini ellerinde bulunduran kadınlar, devlet işlerinde de önemli yerlere gelirler ve gerektiğinde hükümdar adına yetkilerini kullanırlardı... Tonyukuk anıtında “ulusal Tanrı” kimliğini taşıyarak adı geçen “Tangri” ya da “Tengri (Türk Tanrısı) Gök-Tanrı hakanlığını kuran Bumin ve İstemi’yi Türk töresini yürütmeleri için tahta çıkartmıştır. Türk budununu (boyunu/soyunu) yaşatmaları için de İlteriş Hakan il eşi İl-Bilge Hatun’u “tepelerinden tutup yükseltmiştir”. O nedenle Hükümdar olan erkeğe “Han” , hükümdarın yanında yer alan eşine de “Hanım” derlerdi… Sonraki süreçte “Hanım” sözcüğü tüm kadınlar için kullanılan bir sıfat oldu. Hanım’ın yani kadının toplumdaki saygınlığı yüceltildi. O kadar ki, iki oba arasında çıkan kavga, ancak Hanım’ın yani kadının araya girip kızıl börkünü (al yazmasını) yere vuruşuyla durulur ve barış sağlanırdı… Bu gelenek Anadolu Alevilerinin yaşadığı yörelerde hala yaşatılmaktadır. Kadın başörtüsü olarak kullandığı börkünü (dolak, tülbent, yazma) kavgacıların ayakları önüne atınca kavga durur. Bu durum, kadının namusunu, şerefini ortaya koyması anlamına gelir. Bunun anlamını bilen erkekler kadına duydukları saygıdan dolayı kavgaya son verirler…
Ancak Türker’in İslamiyet’i kabulünden sonra İslam şeriatına uyanlar hem çok eşliliği yeğlediler ki, “o hamur yoğurur, çocuk doğurur! Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin!” diyerek onu bir meta gibi kullanılan oldular.(1)
Bu tülbent töresi yakın zamana kadar Doğu Anadolu Bölgemizde bazı aşiretler bu Orta Asya âdetini sürdürüyorlardı. Bir barış, sevgi, kavgayı önleyen bir sembol olsun diye, Meral Şener’in Batman’ı ziyaretinde yöre kadınları kendisine tülbentler veriyorlardı.
Akşener, "Başımda örtü ve tülbent var. Bölgede gittiğim yerlerde kadınlar bana tülbent armağan ediyor. Cumhurbaşkanı seçildiğimizde tülbentlerden oluşan bir müze açacağız. Başımdaki örtü Batmanlı bir kadının örtüsüdür. Bugün ben de Batmanlı kadınlar gibi karşınıza çıktım. Özellikle bu yörede aşiretler ya da aileler birbirine girdiğinde ya da aralarında kavga çıktığında yaşlı bir kadın tülbendini çıkarır, herkes arkasını döner, kimse konuşmadan gider. Şehir şehir dolaşıyoruz. Erkeklerin başaramadığını bizler başaracağız. Gerekirse başımızdaki örtüyü çıkaracağız. Kardeşin yok edilmesinin önünü keseceğiz" dedi.
TÜLBENT TÜRBANA DÖNÜŞTÜ
Görüldüğü gibi, daha Müslümanlıktan önce Türk kadını Orta Asya’da çok daha saygın ve çok daha özgürdü. Başındaki al yazması ile kadın o kadar değerli ve saygındı ki, o al yazmasını kavga edenleri arasına atıverdiğinde, kadının saygınlığından gelen onurla taraflar kavgayı bırakırlardı.
Türklerin Müslümanlığı kabul etmesinden sonra, onurlu Türk kadının başındaki kavgaları ayıran al yazma türbana dönüşüyor, kadınların aşağılanmasına neden oluyordu. Böylece “eksik etek”, “saçı uzun aklı kısa”, “kadın şeytan”, “kadın erkeğin kürek kemiğinin arta kalanından yaratıldı”, “kadının kestiği yenmez”, “kadın da insan mı” gibi nice kadını aşağılayan sözlerle, onu ikinci sınıf vatandaş, “doğuran bir mahlûk” haline getirdi. Öyle ki, Osmanlı’da yer yer kadınlar vatandaş bile görülmediğinde seçme, seçilme hakları olmadığı gibi, insan bile sayılmadığından kafes arkasına itiliyor, nüfus sayımında kadınlar sayılmıyorlardı bile.
Türkler İslamlığı kabul ettikten 800-900 lü yıllardan sonra yavaş yavaş kadının başındaki al yazma türbana dönüşüyor, hemen hemen bin yıldan fazla kadınlar aşağılık mahlûk olarak görülmeye, din bezirgânlarının elinde kadını aşağılayan bir nesneye dönüşmeye devam etti. Bu süreç bin yıldan fazla, 1923 e kadar devam etti. Atatürk, anayasa ve yasalarla kadına seçme, seçilme ile yurttaşlık hakkını verdiyse de, kafalardaki zihniyet günümüze kadar devam etti. Halen onun sancılarını çekiyoruz. Cumhuriyet tarihinin en gerici AKP-RTE iktidarı, önceleri “türban” istemi kavgaları ile iktidara geldi. Ülke nice şeriatçı, tarikatçı akımlar, türban, imam hatipler, “dinci-kinci” zihniyetle Türk aydınlanmasını engelleyen bir “ayakbağı” olmaya devam etmekte. Bu da bizi bilimden uzaklaşan, üretimi yok eden kuru kuru “biat”çiliğe götürdü. Şimdilerde hiçbir şey üretemeyen, sürekli tüketen bir toplum haline geldik.
ÖYLEYSE NE YAPMALI?
Meral Akşener eline, Orta Asya’dan beri kavga önleyen itibarlı “al yazma”yı alarak bizi aydınlığa götürecek bir rüzgâr vermeye başladı. Bu demokrasi rüzgârı muhtemelen 24 Haziran’dan sonra, 16 yılık AKP-RTE gibi Cumhuriyet tarihinin en gerici parantezini kapatmaya vesile olacak gibi. Biz de bu demokrasi rüzgârına kucak açalım, tercihimizi çağdaşlığa doğru kullanalım. Yoksa 16 yıldır, dünyada itibarımızı da ekonomimizi kaybediyoruz. Böyle giderse Duyunu Umumiciler yine Osmanlıdaki gibi yavaş yavaş yakamıza yapışmaya başlarlar.
Cevat Kulaksız
Cevat Kulaksız
SONNOTLAR(1) Osmanlı’dan Günümüze vurgunlar-Kırımlar İftiralar-İhanetler Lütfi Kaleli Can Yayınları 2002 sf 10-11
Yorum Gönder