Nallı Baba Türbesi ve Hurafe - Cevat Kulaksız

 “İnsanoğlu hem bilgedir, hem tuhaftır. İnsanca yaşaması için mantık kadar duyguya, bilim kadar efsaneye muhtaçtır."

-Edgar Morin-


Nallı Baba Türbesi ve Hurafe - Cevat Kulaksız
Eyüp Sultanda Ümit bekleyenler

Sınavlara hazırlanan öğrenciler, evi olmayıp ev isteyenler, hastası olup şifa arayanlar, evlenmek isteyen ve iyi bir koca isteyen kızlar, borcu olup borcu için daha neler için türbeleri ziyaret edenleri görmüşsünüzdür. Ankara’da Hacı Bayram Camisine, İstanbul’da Eyüp Sultan türbelerine gidin, nice binlerce insanın çeşitli derdine çare için türbenin başında huşu içinde, ne ki gözyaşları içinde dua ettiklerini görürsünüz. Hele üniversite sınavlarında, öğrencilerin Eyüp Sultan, Hacı Bayram gibi türbelere gidip kalemlerini, defterlerini türbe duvarlarına sürenler, türbe duvarlarını öpenler, kafaları öylesine uhrevi duygularla doldurulmuş ki, onlar başarının çalışıp kazanılacağını adeta unutmuşlar, türbelerden başarı ummaktalar. Öğrencilerin kafasına, bu tür boş-hurafeyi, imam hatip ve öteki dinsel türevleri doldurmuştur. Bu olay insanımızın çaresizliğini, cehaletini gösterir. Eskiden atalarımız,  Şamanizmken gelen bir gelenekle, yukarıdaki çeşitli sorunların giderilmesi için kutsal bildiklere çalılara bez-çapıt bağlarlardı.

Küçüklüğümde anımsarım, 1950 li yıllarda, bizim Yelek Köyü’den Kaman’a pazara eşeklerle giderken, Müderris Köyü ile Kaman arasında “Dede Çalısı” dednilen bir adak çalısı vardı. Bu adak “Dede Çalısı” öylesine bağlanan çul-çaputlarla doluydu ki, bu çalı rengârenk çaputlarda görünmezdi adeta. O zamanları araba pek kıt olduğu için, pazara eşeklerle gidilirdi. Eşek kafileleri yollara dizilir, Dede Çalısı’na gelince bazı yolcular eşeklerinden iner, bu adak çalısına çaput bağlar, bağlarken de elleri dua için açılmış, dudakları mırıl mırıl ya duasını yapıyor, ya da adağını dilerdi bu çalıdan. Eşeklerinden inmeyenler de, ‘Dede Çalısı’na gelince, o tarafa yönelir, yüzlerce çaput bağlı çalıya dua ederlerdi, kaza ve belaların defi için. Hemen hemen herkes oraya gelince dua ederdi.  Yolcular, birbirine mihenk noktası olarak da kullanırlar, “Dede Çalı’sını geçtik, Dede Çalısı’na varınca” vb sözler söylerlerdi.  Gelenlerden öğrendiğime göre, Türkmenistan’dam Moğolistan’a kadar Türkî cumhuriyetlerde bir Şamanizm inancı olan bu adak çalılarına çul-çaput bağlama adetleri halen devam etmekte imiş.

Sonradan Karayolları yolu genişletmek, asfaltlamak için bizim “kutsal Dede Çalı’nı” dozerle halledince, birçok yaşlılar, “günah yav, bir felaket olmasın” gibi korku ve endişelerini dile getirirlerdi. Haftalarca, yıllarca bekledik bir şeycikler olmadı; ama zaman zaman o yolda olan trafik kazalarını da yok olan bu “Dede Çalı’sının gidişine, yok oluşuna yorumladılar.

Türkiye’nin pek çok yerinde, her yıl binlerce milyonlarca insanın ziyaret ettikleri çeşitli adlar altında nice türbeler vardır. Bir araştırmaya göre, Türkiye'de 2 bin civarında türbe vardır ve halkın %52'si türbe ziyareti yapmaktadır. [i]

Bu türbe olayı, ne bilimsel, ne de dinle alakalı olmayıp, tamamen boş inanç-hurafedir. Bu şekilde türbe ziyaretleri, hiçbir surette vatandaşların dertlerine deva olmak şöyle dursun, hastalığın seyrini geciktirerek zaman kayıpları nedeni ile telafisi sonradan mümkün olmayacak zararlara da neden olmakta. Öylesine türbeler yatırlar vardır ki ülkemizde, insanlar yüzlerce km uzaklıktaki türbelere ziyaret için giderler, epeyce bir masraf ederler. Türbeye varınca da, “türbedara” veya türbeye de para, bahşiş vermek gerekir. Ayrıca boş yere halkın inancı, ümidi para ile sömürülmektedir. Onun için toplumun her kesiminde, başta diyanet olmak üzere, bu boş inançtan başka bir şey olmayan türbe, muska ve öteki hurafelere karşı halkın eğitilmesi gerekir.  Ama bizim mercedesci Diyanet İşleri Başkanından öylesine bir vaaz ve eğitim girişimi oldu mu? 

Kırşehir İlimizin hemen her ilçesinde (özellikle Kaman’da) böyle çeşitli sorunlara muska yazan muskacılar, ayrıca “çıbık ocağı, kurşun döken, kızamık ocağı, sınıkçı, baş bağlayan”, bilmem daha neci hurafecileri bulursunuz. Bir kaynaktan okumuştum, sadece Adana ilinde 30 ya yakın ziyaret edilen türbe ve ocak varmış. Çağımızda artık böyle boş inançlara rağbet etmeyelim.

Bilmem hiç TV de yayınlanan “Zilli Baba Türbesi” olayını izleyeniniz var mı? Adana’nın ismini hatırlayamadığım bir yerinde ismiyle garip bir “Zilli Baba Türbesi” var. O türbeye çocuğu olmayan yoksul ümitsiz kadınlar, ellerine birer zil takıp, türbeye hitaben, “al sana bir göbek ver bana bir bebek” diyerek, resmen türbenin başında göbek atıyorlar. Hurafe konusunda halkımız, ne yazık ki böylesine gülünç duruma düşmekte.

Aşağıya, okuyanlara ibret olması için, bir katırın ölüm ve gömülme yerinin nasıl türbeye dönüştüğünün gülünç öyküsü alınmıştır.

(Bu öykü, Gaziantep folklorundan alınmış, Gaziantep Savunmasının belli başlı kişilerinden olan İncezade Hüseyin Efendi anlatmış-Cemil Cahit Güzelbey derlemiştir.)

Malatya ve Sivas arasındaki yoldan geçen katırcı kervanları, bu yol üzerinde Kangal İlçesine yakın, üzerinde birkaç ağaç, bir de kuyu olan tepede konaklarlarmış. Bir gün, buraya geceleyin, kervanda tek katırıyla yolculuk eden bir adamın hayvanı orada hastalanmış. Ertesi sabah hastalık ağırlaşınca bir yamçı, bir heybe ve bir seccadeden oluşan kişisel eşyalarını yanına alıkoyarak, yükünü öbür katırcı yoldaşlarına vermiş. “Bana yıllarca hizmet eden bu katırımı yalnız bırakıp kurda kuşa yem olmasına gönlüm razı değil, diyerek, ağır hasta olan katırıyla orada tek başına kalmış. Tabi çok geçmeden katır ölmüş, hemen orada bir çukur kazarak, biraz da gerçek mezara benzeterek gömmüş. Buradan ayrılmak üzere, yeni bir kervanın gelmesini beklemeye başlamış. Bir süre sonra akşama doğru, bir kafile kervan gelerek aynı yere konaklamış. Kafileden biri, oradaki katırın mezarını ve tek adamı görünce, mezarcı göstererek, “kimdir bu”, diye sormuş. Güngörmüş katırcı, biraz üzgün bir eda ile hemen şu yanıtı vermiş:”Nallı Baba” . Adam, “ ya siz kimsiniz” diye tekrar sormuş. Bu soruya da katırcı, “ben de onun huddamı (bakıcısı, hizmetkârıyım), diye karşılığını vermiş.

Bunun üzerine kervandakiler katırı ölen adama karşı, sanki uhrevi bir zat ölmüş düşüncesine kapılarak, saygılı bir durum alırlar. Başta kervancı başı olmak üzere, kervan kafilesi para ve birçok hediye, yiyecek verirler. Kervancılar yollarına devam etmek üzere giderler.

Adamın aklına ilginç bir kurnazlık gelir; geceleyin kalkar, eline geçirdiği bez parçalarını Nallı Baba’nın mezranın yakınında bulunan ağaç dallarına bağlar. (Bu türbeye ağaca çaput bağlama olayı, Türklerin Orta Asya’da iken mensup oldukları Şaman dini âdetinden gelmektedir).  Orayı düzenleyip, değiştirerek katırın mezarını tam bir türbe görüntüsü verir. Bu olay birkaç kez devam edince, katırı ölen kişinin pek hoşuna gider. Çünkü bu umulmadık işten para kazanmaya başlar. Kendi kendine, “bu düzen iyi”, başka yerde işim ne? Der, orada oturmaya karar verir. Her geçen kervan ve yolcunun sadakaları, adakları adamı bolluk içinde yaşatmaya başlar. Kendisi bu arada, gelip geçene muska yazmaya başlar.

İşte böylece, “Nallı Baba Türbesi” ve türbedar katırcı hüddamın ünü köyden köye, dilden dile yayılır, nefesi ve muskası gittikçe ünlenir. Uzaktan yakından bütün yöredeki dertliler, hastalar, bilmem ne derdi olanlar “şifa niyetine Nallı Baba Türbesini” ziyarete gelir. Bu arada bizim uyanık katırcı hüddam meşhur olurken zenginlemeye devam eder.

Bir gün Kangal ağasının çok sevdiği köpeği hastalanır. Kangal ağası, Nallı Babaya armağan bir koyunla birlikte, tedavi edilmesi için hasta köpeğini de yollar; Nallı Baba hüddamından hasta köpeğe iyice bir muska yazıp tedavi etmesini ister. Nallı Baba türbedarı hüddam, bu dileği yerine getirir, hasta köpeğe bir muska yazar, okuyup üfürdükten sonra köpeğin boğazına takar.

Cehaletin bol olduğu yerde, muskacılar, huddamcılar, üfürükçüler vb. ler de pek çoktur ya… Yöredeki tüm muskacılar, afsuncular, üfürükçüler daha bilmem nice hurafeden nemalananlar, Nallı Baba türbesini, huddamını kıskanmaktalar, ne ki diş bilemekteler. Durumu yukarıya devlet katına şikâyet ederler. Devletin yukarı makamından “neyin nesidir”, diye soruşturulması için birini görevlendirirler. Devleti görevlisi Nallı Baba türbesine gelir, konuk olur, geliş nedenini köpeğe muska yazmayı falan anlatır.

Nallı Baba türbedarı hüddam, yörede çok hatırı sayılır bir derebeyi olan Kangal Ağasının isteklerini reddetmenin mümkün olmadığını anlatır. Emirler, fermanlar birbirini takibedir. Kangal Ağasının köpeği, boğazındaki muska ile getirilir. Muska açılıp okunur. Türbedar dua gibi bir şeyler yazsa bari, o kendisine kazanç getiren bu işi gırgıra almış ve şöyle bir dörtlük yazmış:

“Tamah ettim etine,

“Muska yazdım itine

Tutarsa da s…kime,

Tutmazsa da s..kime”

Böylece tutanak tutulur, devletin katına gönderilir…

Muskacılığın nasıl bir sömürü aracı olduğunu, cahil insanların dinsel yönden nasıl rahat sömürüldüğünü gösteren, tarihi bir kaynaktan aldığım aşağıdaki yazı ayrı acı bir örneği yansıtır:


BİR ÖKÜZE MUSKA YAZAN

Erzurum’un bir köyünde Seyit Hafız Mehmet isimli bir yobaz, Yeniçerilerle dövüşerek yaralanmış ve korkarak kaçmış, bir Abaza gemisi ile Soğucak’a varmıştır. Orada Abazaların adetlerini iyice öğrenen uyanık yobaz, her derdi olana muska yazıp vermeye başladı. Öylesine tanındı ki, Allah’ın kelâmını kâğıda yazıp ona buna satarak kazanç sağlamaya başladı; bir muskayı bir öküz ve dört koyuna satardı. (Anadolu’da, öküzünün biri öldüğü zaman, öküz alamadığı için tarla satan çiftçi vardı, ne kadar pahalı muska yazıp yoksulu sömürdüğünü bundan anlayabiliriz).  Bu adamın tutulması için Ferah Ali Paşa’ya emrolundu ise de, fesat çıkarmasından, cahil halkı tahrikinden korkularak bir şey yapılamadı.          

Olay ve dedikodular iyice büyümeye başlayınca, nihayet Nakipzade Mustafa Paşa, adamı bir takiple getirtip idam ettirdi. Gerçekten de korkulan oldu, adamın taraftarları İstanbul’a gelip, abartılı ve iftiralı şikâyet edince, Nakipzade Mustafa Paşa’nın rütbesi alınarak sürgüne gönderildi.
Nallı Baba Türbesi ve Hurafe - Cevat KulaksızNallı Baba Türbesi ve Hurafe - Cevat Kulaksız
Sanki dinsel bir zorunlulukmuş gibi, bu dinsel sömürü aracı, halkın içine o denli yerleşmiş ki, muska şekli dokunan kilimlere, halılara yansımıştır. Resimde bir halı motifinde muska veya Osmanlı tuğrası olan nazarlık şekli görülmektedir.

Kaynak: Cevdet Paşa Tarihi Cilt: 6 Sf: 437

Cevat Kulaksız
Emekli öğretmen-ckulaksizster@gmail.com


[i] http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/1701897251_1101150635.pdf)

Yorum Gönder

[blogger][facebook][disqus]

Kemalın Askeri

İletişim Formu

Ad

E-posta *

Mesaj *

Javascript DisablePlease Enable Javascript To See All Widget