Tarihin bazı ilginç öykülerini anlatmağa devam ediyoruz.
İslam ülkelerinde, kökten dinci kaynaklı terörün dünyayı kasıp kavurduğu günümüzde, insan öldürmenin akla hayale gelmedik metotlarını IŞİD belasında dehşetle izliyoruz. İşte günümüzden bin yıl kadar önce yine İslami kökenli “Haşhaşin” denilen dünyanın en dehşetli terör örgütünün, Büyük Selçukulu Sultanı Melikşah’ın Veziri Nizamülmülkün (10 Nisan 1018 - ö. 14 Ekim 1092) katledişlinin öyküsünü anlatacağız. Günümüzde bile, merhametsiz, terör gruplarını suçlarken, “Haşhaşi bunlar Haşhaşi” diyerek, çok eski bu en zalim terör grubu örneklenir, bunu da bizim R.T.Erdoğan muhalifler için sık sık yapar.
Haşhaşiler, bin yıl kadar önce pirleri Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi’nde kurduğu bir İslami terör örgütüdür. (Hasan Sabbah (1034 - 1124): Büyük Selçuklu Devleti zamanında yaşamış olan, tarihin eski ezoterik ve Bâtıni örgütü fedaayiin (Karşı düşüncedekilere göre de Haşhaşileri) kuran ve ölene kadar liderliğini yapan İranlıdır. Bir süre Nizamülmülk'ün emrinde çalışmıştır).
Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adaletli idaresi sayesinde de, Melikşâh’ın saltanatı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.
Haşhaşiler, öylesine kanlı ve sinsi örgüt ki, müritler ve fedailer haşhaş zehiri ile efsunlanmış insanlar olarak, ölüme gözünü kırpmadan giden terör gurupları idi. Bin yıl kadar önceki Selçuklu Sultanlarına, halkına öylesine bir terör estirmişler ki, kim Haşhaşi militanlarını devrin sultanına ihbar ediyorsa, bir iki gün içinde ihbar eden kişi, Sabbah’ın fedailerince hançerle boynu kesilerek katlediliyordu. Sanki Haşhaşilerin kanlı kinli ruhları şimdiki IŞİD’cılara geçmiş, bölgeyi kana buluyorlar. Her ikisi de İslami terör grubu idi. Her ikisi de bin yıl ara ile dünyayı dehşet içinde bırakıyordu. Şimdilerde bile, başta Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan olmak üzere, terörden bıkan liderler, muhalif gruplar için, “Haşhaşi onlar Haşhaşi” diyerek, tarihin en dehşetli terör grubunu anımsayarak dehşetli duygu ve nefretlerini dile getiriyorlar.
Hasan Sabbah, Selçuklu Türk Sultan ve vezirlerine karşı gizliden gizliye kin ve düşmanlık beslediği için, yarattığı terör örgütü ile binlerce muhalif insan yanında devrin başta Alpaslan, Melikşah, Nizamülmülk gibi nice vezir ve beylerini, kah hançerle, kah zehirleyerek katlettirmiştir.
Bu yazımızda, Selçuklu Veziri Nizamülmülk’ün katledişlini, Amin Maalouf’un Semerkant eserinden yararlanarak anlatacağız.
NİZAMÜLMÜLK NİÇİN ÖLDÜRÜLDÜ?
Siz, sadece Osmanlı Devleti sarayında mı kadınlar devlete hükmediyordu” diye düşünüyorsunuz. Hiç de değil; yine bir Türk devleti olan Selçuklu’larda bile kadınlar Sultan sarayına ve devlet yönetimine hükmediyorlardı. Bunun kanıtını resmi tarih kitapları pek de yazmaz; Melikşah’ın karısı Terken, Haşhaşilerle işbirliği yaparak, Selçuklu’nun en tanınmış bilge insanı veziri Nizamülmülk’ü öldürtülmesinde görülür.
Bu düşünce doğrultusunda, kadınların saraylara hükmedişini şu özdeyiş kanıtlıyor sanki. Selçuklular zamanında, “bizde savaşan erkeklerdir, ama kime karşı savaşacaklarını kadınlar söyler” diye bir özdeyiş vardı.
Terken Hatun, Büyük Selçuklu Veziri Melikşah’un en kıdemli karısı idi. İşte bu kadın yıllar ilerledikçe Selçuklu sarayına hükmetmeğe başladı. Terken hatun arka planda görülüyorsa da, Asya’nın bir ucundan diğerine ordular sevk ediyor, beyleri, vezirleri, kadıları, valileri atıyor, halifeye yazdırılacak mektupları yazdırıyordu ve Haşhaşilerin merkezi Alamut Kalesi’nin reisine elçiler gönderiyordu. Bunu görüp de söylenen komutanlara: “bizde savaşan erkeklerdir, ama kime karşı savaşacaklarını kadınlar söyler”diyordu.
Terken Hatun Karahanlılar Han’ının kızı idi. Melikşah, Terken’le evlendiğinde Melikşah dokuz, kız da on bir yaşındaydı. Harem’de Terken’e “Çinli” deniyordu. Terken, yüzyıllar sonrasının Hürrem Sultan’ı gibi Melikşah’ı işve ve cilveleri ile kendine bağlamıştı. Bu aşamada da, neyi nasıl fethedeceğini Terken söylüyordu. Bütün Selçuklu İmparatorluğu’nda Terken’in tek rakibi, devletin en bilge, en iyi vezir Nizamülmülk’tü.
Fakat “Çinli” mutlu değildi. Oğullarından büyüğü Melikşah tarafından veliaht tayin tayin edilmişti; imparatorluğun bütün etkinliklerine katılıyor, bütün törenlerde hazır bulunuyordu. Ondan iftiharla söz edip duruyor, “hiçbir sultan, oğluna bu kadar büyük bir imparatorluk bırakmamıştır” diyordu. Terken Hatun’un huzurlu olduğu günlerde veliaht ölüverdi. Devrin doktorları, şifacıları ne yaptılarsa onu kurtaramadılar. Kimi, “nazar değdi” diyenler, hatta “zehir verildi” diyenler oldu. Yasa boğuldu Terken, yine de kendini toparladı. Yas bittiğinde oğullarından ikincisini veliaht ilan ettirdi. Melikşah’ın çocuğu kanı çabuk ısındı, görülmedik sıfatlar verdi ona, “Kralların kralı, Devletin temel direği, Müminler Emirinin muhafızı” gibi sıfatlar takılıyordu. Ne hazin bu veliaht da ölüme yenik düştü. Ağabeyi gibi aniden ve onun gibi kuşkulu biçimde…
“Çinli”nin bir oğlu daha vardı ve Sultan’dan onu da veliaht ilan etmesini istedi. Ama ne var ki çocuk bir buçuk yaşında idi. Melikşah’ın her biri daha büyük üç oğlu vardı. İkisi bir cariyeden olmaydı ama üçüncüsü teyzezadesinden olma Berkyaruk idi. Melikşah babası gibi, bütün ailesi gibi tahta bir varis bırakmadan ölmeyi yeğliyordu.
Terken huzursuzdu, ancak kendi soyundan biri varis ilan edildiği takdirde rahat edecekti. Bu yüzden tutkularına set çeken Nizamülmülk’ün gözden düşmesini, herkesten çok o istiyordu. İdam fermanını elde etmek için, her yolu denemeğe hazırdı. Haşhaşiler ile yapılan görüşmeleri günü gününe izlemesinin nedeni de buydu. Sultan’a ve Vezir’e Bağdat yolunda eşlik ediyordu. İnfaz sırasında orada bulunmak istiyordu.
NİZAMÜLMÜLK BİR İFTAR YEMEĞİNDE KATLEDİLDİ.
Bu yemek, Nizamülmülk’ün son iftar yemeği idi. Ramazının onuncu akşamında. Üst düzey görevlileri, saray erkânı, ordu komutanları, hepsi alışılmadık biçimde az yiyordu. Sofra, muazzam bir yurdun içinde kurulmuştu. Kölelerden bir kısmı meşale tutuyordu. Büyük gümüş sahanlar içinde en iyi deve, kuzu etleri, en besili keklik butları elden ele dolaşıyordu. Etler parçalanmıyor, yutuluyordu.
Her çeşit etlerin, yemeklerin, meyvelerin yenildiği iftar yemeği bittiğinde Melikşah ayağa kalktı, bir an önce “Çinlisinin yanına gitmek istiyordu. Nizam’da güçlükle ayağa kalktı, teyzesinin kızının kaldığı harem çadırına gitmek dileğindeydi. Sürüklenir gibi çadırına doğru yöneldi. Her zaman bu yolarda kendine bir istek ve dilekte bulunacak insanlar adeta sıraya girerdi. Bu gün pek kimseler görünmüyordu. Yine de sırtında yamalı paltosu ile bir adamın yaklaştığı görüldü. Adam yaklaşırken bir takım dualar mırıldanıyordu. Nizamülmülk kesesini yokladı ve üç altın çıkardı, kendisine dualarla yaklaşan bu adamı ödüllendirmek istiyordu.
Aniden bir parıltı, bir bıçak parıltısı, her şey bir anda oluverdi. Nizamülmülk elin hareket ettiğini gördüğü anda, hançer giysisini, etini delerek ciğerine saplandı. Bağırmak fırsatı bile olmadı. Sadece bir şaşırma, son bir nefes…Hançerle uzanan elin sahibi ağzı köpürmüş halde, “bu armağan sana Alamut’dan”…
İşte o an çığlıklar yükseldi, katil kaçtı, çadır çadır arandı, bulundu, hemen orada boğazı kesildi, ayaklarından sürüklenip ateşe atıldı. Ama Nizamülmülk son iftar yemeğinde bir Haşhaşi militanı tarafından katledilmişti.
Bunu izleyen yıllarda, Alamut feadialeri hep aynı biçimde öldürüldüler, ne var ki artık kaçmaya gerek görmüyorlardı. Hasan Sabbah onlara şöyle demişti: “Düşmanlarımızı öldürmek yetmez. Bizler katil değil, infazcıyız. İbret olsun diye açıkça iş görmeliyiz. Bir kişiyi öldürmekle, bin kişiye dehşet salıyoruz. Yine de infaz etmek, dehşete düşürmek yeterli değildir. Ölmesini bilmek gerekir. Çünkü öldürmekle düşmanlarımızı harekete geçmekten caydırıyorsak, ölmekle halkın hayranlığını kazanıyoruz. Bize katılacak olanlar işte o halkın arasından çıkacak. Ölmek öldürmekten önemlidir. Biz kendimizi savunmak için öldürüyoruz, mezheplerini değiştirmek ve fethetmek uğruna ölüyoruz. Fethetmek bir amaç, kendimizi savunmak bir araçtır”.
Bunu izleyen günlerde toplu öldürmeler, genellikle cumaları, camilerde, herkesin bir araya geldiği namaz vakti yapılıyordu. Kurban, ister bir vezir, ister bir şehzade, ister bir din adamı olsun, ezan vakti çevresi kalabalık, halkın gözü önünde olur. Haşhaşilerin Merkezi Alamut fedaisi, oralarda bir yerlerde, en şüphe çekmeyecek kılıkta bekliyordur. Örneğin saray muhafızı kılığındadır. Vütün gözler seçilen kurbanın üzerinde olduğu sırada, darbeyi indirir. Kurban yıkılır, cellat kıpırdamaz. Öğretilen sözleri haykırır, meydan okuyan bir hal takınır, çileden çıkmış muhafızların kendisini paramparça etmelerini bekler. Mesaj verilmiştir; kim öldürülmüşse, onun yerine geçen kişi artık Alamut’a daha hoşgörülü davranacaktır; halk arasından da on, yirmi ya da kırk kişi onlara katılacaktır.
HAŞHAŞİLER VE IŞİD
Şimdi burada bir paragraf açalım, Hasan Sabbah’ın yarattığı Haşhaşilerden bin yıl sonraya, günümüze gelelim, o devrin en vahşi, en zalim terör örgütü Haşhaşilerin merhametsiz ruhları hemen hemen aynı topraklarda oluşmuş İŞİD örgütüne geçtiğini görüyoruz. Meydanlarda kafa kesen, insanları sudaki demir kafeste boğan çağımızın en vahşi terör örgütü IŞİD e insanların kafileler halinde katıldıklarını görüyoruz. Ne ki Avrupa’lardan daha bilmem nerelerden genç kızların, genç erkeklerin grup grup bu örgüte katılması, böylece Haşhaşilerde olduğu gibi, mutlak hakim gücün taraftar bulduğunu görmekteyiz. Nitekim günümüzün bu en vahşi terör örgütü Suriye ve Irak topraklarında ilerlemesini sürdürmekte.
HAŞHAŞİLERİN EĞİTİMİ
Haşhaşi (haşhaş içici) fedailerin eğitilmesi, Hasan Sabbah’ın büyük önem verdiği hassas bir işti. Hançerini saklamayı bilmek, aniden çıkartmayı becerebilmek, kurbanın tam kalbine saplamayı bilmek ya da kurban zırhlı ise şah damarını kesmek; posta güvercinlerini kendine alıştırmak, şifreleri akılda tutmak, Alamut ile süratli ve gizli haberleşme sağlamak, bazen bir yörenin lehçesini öğrenmek, yöresel şive ile konuşmasını bilmek, yabanı bir çevreye sızabilmek, infaz saati gelene kadar kuşku çekmemek, avı bir avcı gibi izlemek, yürüyüşünü, giyişini, alışkanlıklarını, gizlediği yerleri akılda tutmak, yanına yaklaşılması zor biriyse yakınları ile ilişki kurup geliştirmek gibi şeyler öğretilirdi. Kurbanlardan birini öldürmek için, iki fedainin iki ay süresince, keşiş kılığı ile bir manastıra kapandıkları anlatılır. Haşhaşiler, her şeyden önce,tarikata girenin, çileden çıkmış kitlelerin onu param parça etmek üzere üstüne geldiğinde, ölümle burun buruna gelecek kadar imanlı olması gerekir. Yoğun bir eğitim ve imanla yoğrulup yetişmiş, toplum içine çeşitli kılıkta gizlenmiş fedailer sayesinde, çevredeki başkentlerde, şehirlerde olan bitenler anında Alamut’a güvercinlerle iletiliyor, ona göre de saldırı planları kuruluyordu.
Böylece bu eğitimle Hasan Sabbah, tarihin en büyük ölüm makinesini yaratmıştı. Hele günümüzde IŞİD denilen terör belasının aynı metotları kullanarak rağbet görmesi ayrı bir hazin konu olsa gerek.
SULTAN MELİKŞAH DA MI KATLEDİLDİ
Nizamülmülk’ün hançerle katledilişinden 35 gün sonra, Melikşah da aniden ölüverdi. Melikşah’ın veliaht adayı iki çocuğunun ani ölmesi, Melikşah’ın da avda ani ölmesi, insanın aklına ister istemez, nice beyleri, vezirleri, nice binlerce insanı katleden Haşhaşilerin gelmemesi mümkün mü? Çünkü Haşhaşiler, her insanın aklına gelmeyecek yöntem ve çabuklukla insanları öldürüyordu.
18 Kasım 1092 günü, Melikşah Bağdat’ın kuzeyinde, ormanlık ve bataklık bir yörede ava çıkmıştı. Attığı oniki oktan sadece biri hedefi vuramamaıştı, yanındakiler övgü yarışındaydılar. Açık hava ve yürüyüş, Sultan’ın iştahını açmıştı. Yanlarında oniki tane köle vardı ve vurulan hayvanları temizleyip, kesip, biçip şişe geçiriyorlardı. En yağlı parça hükümdara aitti. Eliyle alıp dişliyor, bir yandan da mayalandırılmış içkisini içiyordu. Arasıra da bir turşu atıştırıyordu. Bu onun en sevdiği yiyecekti ve aşçısı her gittikleri yere turşu taşırdı.
Melikşah birden korkunç bir karın ağrısı ile avaz avaz bağırmaya başladı. Yanındakiler titrediler. Sultan hırsla bardağını fırlattı, ağzındakini tükürdü. İki büklüm olmuştu. İçi boşaldı, sayıklamaya başladı, bayıldı. Çevresindekiler şaşkın, korkudan titriyorlardı. İçkiye kimin zehir koyduğu hiçbir zaman öğrenilemedi. Yoksa turşuya mı? Yoksa av etine mi? Nizamülmülk öleli 35 gün olmuştu. İntikamcılar daha önce “kırk güne kadar” demişlerdi.
Terken Hatun, Sultan’ın ölümünden sonra etrafına şöyle tembihledi: “Bu çadırın dışında hiç kimse, Sultan’ın artık aramızda olmadığını bilmeyecek. Yavaş yavaş iyileştiğini, dinlenmesi gerektiğini, kimsenin kendisini göremeyecek”.
Terken Hatun’un öyküsü kadar kısa ve kanlı bir öykü olamaz. Daha Melikşah’ın kalbi durmadan, adamlarına, o sırada dört buçuk yaşında olan Sultan Mahmud’a sadakat yemini ettirdi ve halifeye de haberci gönderdi.
Bağdad’dan İsfahan’a doğru çıktıklarında, Melikşah öleli birkaç gün olmuş ama “Çinli” ölüm haberini ordu birliklerinden gizlemeyi sürdürmüştü. Komşu hasım ve düşmanlarının da duymasını istemiyordu. Cesed güneyin o sıcağında daha fazla bekletilemezdi. Terken ondan kurtulmak istedi. “Sayılan ve sevilen Sultan, Yüce Şehinşah, Doğu’nun ve Batı’nın Hükümdarı, İslam’ın ve Müslümanların temel direği, Dünyanın ve ahretin medar-ı iftiharı, Fetihler Babası, Yüce Tanrı’nın Halifesinin tek dayanağı” yolda bir gece yarısı, alelacele, bir yolun kenarına gömülüverdi. O gün bugün kimse mezarını bulamadı. Tarihçiler böylesine güçlü bir hükümdarın, duasız, törensiz, gözyaşısız gömüldüğü ne görülmüştür ne duyulmuştur, diye yazdılar.
Terken Hatun, kocası Melikşah’ın ani ve kuşkulu bir şekilde ölümü ile dul kalmış, Koskoca Selçuklu Devletine, ordularına “Çinli” yani Terken hükmetmeğe başlamıştı. Ama Melikşah’ın büyük oğlu Berkyaruk’la Terken arasında saltanat kavgası olma durumu olduğu sıralarda Terken Hasan Sabbah ile ilişki kurdu, ona şöyle dedi: “Sana Nizamülmülk’ün kafasını vaad etmemiş miydin? Sözümde durdum. Şimdi sana İmparatorluğun başkenti İsfahan’ı sunuyorum. Bu kentte pek çok adamın olduğunu biliyorum. Niye karanlıkta yaşasınlar? Ortaya çıkmalarını söyle, altın ve silah sahibi olabilecek, açık açık vaaz verebileceklerdir”.
Bu arada İslam dünyasının en seçkin, mizah, bilim, felsefe, düşün vb gibi en seçkin kişilerinden Ömer Hayyam, Haşhaşiler döneminde yaşamış, buna ilişkin yazımız başka bir gün de işlenecek.
Böylece tarihin o süreci içinde bin bir hile, ihanet çalkantıları devam etti gitti.
Kaynak: Semerkant Âmin Maalouf YKY 2003 sf 100-109
Cevat Kulaksız
Yorum Gönder