AKP-RTE iktidarını kim eleştirse, kim aleyhinde bir şey yazsa, kim açığını meydana çıkarsa, hemen bütün yandaşları, medyası, siyasileri tarafından o kişi ve kurum hakkında görülmemiş bir saldırı ve itibarsızlaşma hareketi başlatılıyor, insafsızca faşizan bir baskı ile muhalifler susturuluyor, ele geçirdikleri basın, yargı organlarını silah gibi kullanarak insanlar cezalandırılıyor. Buna da “ileri demokrasi” deniliyor. Bu çok önceden RTE tarafından açıklanmıştı, onlara göre “demokrasi, amaca ulaşılacak bir tramvay” dı, dinsel devlet amacına varınca demokrasi tramvayından inileceğini açıkça söylenmişti.
31 Mayıs 2013 de bütün yurda yayılan İstanbul Gezi Parkı protestolarını anımsayınız. Sanki düşmana saldırır gibi, polisin tabiri ile “adeta bir Çanakkale savaşını” anımsatan, yasal protesto eylemini yapan vatandaşın üstüne, kuşkulu zehirli gazla, copla, basınçlı su ile ne ki eli çivili sopalı ve palalı yandaş militanlarla TC nin polisi, işgal devletinin polisi gibi vatandaşların üzerine düşmanca saldırıyordu. Bu orantısız vahşice saldırı karşısında vatandaşlar, canlarını kurtarmak için en yakın camilere, Koç Grubuna ait Divan oteline canhıraş sığınıyorlardı. Gönüllü doktorlar da yaralı, baygın vatandaşları, sığındıkları bu yerlerde ve seyyar çadırlarda tedavi ediyorlardı. Bizzat Başbakan, yandaş medya bu doktorları, Divan Oteli ilgililerini suçlu ilan edebiliyordu. Vatandaşına “çapulcu” diyerek onları terörist, düşman gibi gören Başbakan, salt yardım etti diye Divan oteli sahip ve çalışanlarına ateş püskürüyor. Oteli para ile cezalandırmak için vergi memurlarını üzerlerine salıyordu. “Gezi direnişinde biber gazlarından, tomalardan kaçan gençlere kapısını açtığı ve yaralılara tedavi fırsatı verdiği için, Divan Otelinin sahibi Koç grubu neredeyse vatan haini ilan edildi…
Holdinge verilmiş olan büyük ihale hükümetçe iptal edildi. Derhal vergi müfettişleri Tüpraş’ın üzerine salındı… Bildiğimiz kadarıyla inceleme ve denetlemeler halen sürüyor…” Bu nasıl demokrasi anlayışıdır?
Eğer TC nin her vatandaşının Başbakanı ise RTE, Koç grubuna teşekkür etmeliydi. Çünkü Polisin şiddetli saldırısı karşısında vatandaşlar üst üste yığılacak herkesi üzen büyük can kayıplarına neden olacaktı. Zaten saldırılarda 4 ölü, 60’ı ağır 7832 yaralı olurken 11 kişi de gözünü kaybetmişti.
Teşekkür etmek şöyle dursun, canhıraş kendilerine sığınan yarlılara, insani görevini yapıp kapılarını açan Divan oteli sahiplerini suçlarken, her zaman yaptığı gibi, sindirmek, cezalandırmak için hemen ertesinde vergi gruplarını başlarına çulluyordu. Camiye sığınanlar, orada tedavi görenler için, bizzat Başbakan RTE tarafından, “camide içki içtiler” iftirasında bulunuluyordu.
“Sandık, milli irade” diyerek, iktidara gelip, bağlı olduğu anayasayı koruyacağına namusu üzerine yemin edenler, irticai eylemlerin odağı olduğu mahkeme kararı ile tescilli AKP-RTE iktidarı, devletin tüm kurumlarını, ülkeyi adeta bir çiftlik gibi keyfi yönetmekte. Yargıyı da ele geçirdikleri için, yargıya talimat vermekteler, yargıçları sürgün etmekteler.
Eskileri bir yana, en yakın bir örnek verelim. AKP’li Bekir Bozdağ kendisine Hacıbektaş’taki törende, yumruk atan şahsın serbest bırakılması karşısında yargıçları tehdit edercesine; “umarım bu kararı veren hâkimler “benim gibi yumruk yemezler” demesi tuhaf değil mi? Ne demek, yargıcın kararı karşısında yumruk lafını etmek. Bu aba altından sopayı göstermek gibi bir şeydir. Ama ne ki, zamanlarında verdikleri kararı beğenmeyip yargıcı “senin kafan basmaz” diyerek yargıcı hedef göstermeyi, yargıcı tayin adı altında sürgün etmelerini, yandaşları Danıştay’ı basıp yargıcı öldürmeleri, katilini kurtarma çabalarını anımsayınız.
AKP’li Bekir Bozdağ, Deniz Feneri’nden, Ergenekon davalarına, daha nice adaletsizliklerde adalet yumruk yerken, bir nebze olsun tepkinizi gösterdiniz mi? Kadın satıcıları, katiller, sanıklar, terör başıları gizli tanık olup adalete yumruk atarlarken Bekir Bozdağ tavrınızı koydunuz mu?
“Asrın en büyük yolsuzluğu” Deniz Feneri’nden ortaya çıkaran Hürriyet, Milliyet’in bağlı olduğu Doğan Grubuna en büyük medya cezası verilirken, kirli soygunu soruşturan savcılara haksız yumruk inerken vb. daha nelere karşı tepkinizi koydunuz mu? Aslında yumruk yiyenleri, yumruk yiyecekleri millet biliyor artık. Protestocuların pankartlarında yazıldığı gibi, “gün gelecek, devran dönecek halk AKP’den hesap soracak”
MENDERES DE RTE GİBİ KOÇ’A SALDIRIYORDU.
Aşağıda olayların tanığı, Koç Grubu’nun tesislerinde uzun yıllar mimar olarak çalışan Aydın Boysan’ın yazdığı kitabından öğrendiğimize göre, şimdiki dinci irticacı RTE nin Koç grubuna saldırdığı gibi, 1950-1960 İktidarının Başbakanı Adnan Menderes te, 1950 de CHP yanlısı olduğu için Vehbi Koç’a saldırıyordu. Hatta zaman zaman onun yatırımlarına engel olmaya çalışıyordu. Hey RTE, devran döner, gün gelir neler getirir bilinmez. Ne demiş yıllar öncesinin ozanı:
“Dünya mülkü Süleyman’a yâr olmadı,
Mülk burada ya Süleyman nerede”.
Vehbi Koç, 1947 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün ısrarıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeni kurulan Parti Divanı’na (Kırklar Meclisi’ne) girdi. [i]
Vehbi Koç’la 1954 yılında tanışıp onun kurulmakta olan fabrika ve çeşitli tesislerinde mimar olarak çalışan, Vehbi Koç’un öldüğü 1996 yılına kadar dostluk ve mimarlığı 42 yıl süren Aydın Boysan, bununla ilgili mizahi ve akıcı bir dille yazdığı kitabında anılarını anlatmakta.
“1950 de Demokrat Parti iktidara gelince, Adnan Menderes Vehbi Koç üzerinde bunaltıcı bir baskı kurmuştu. Çünkü Koç, CHP üyesiydi. Menderes, “istifa edecek, Demokrat Parti’ye gireceksin” diye sıkıştırıyordu. Bunun üzerine Menderes’e bir mektup yazdı Vehbi Bey, “başbakanlık gücünüzü kullanıp beni batırabilirsiniz. Ben de Ankara’da Keçiören’deki evime çekilir otururum. Hiçbir şey değişmez” dedi. Sonunda Koç, Demokrat Parti’ye yazılmadı ama CHP’den de istifa etmek mecburiyetinde kaldı”. [ii]
MENDERES TE RTE GİBİ DİNSEL KAVRAMLARLA YÜCELTİLMEYE ÇALIŞILDI
Menderes derken, günümüzde Başbakan R.T. Erdoğan, cami, din, iman gibi dini kavramları kullanıp nasıl bundan nemalanıyorsa, yandaşları, tarafından dinsel kavramlarla “peygamber benzetmesi” ile yüceltilmeye çalışılıyorsa; günümüzden 55 yıl önce, RTE nin örnek alıp hayran olduğu Menderesi de, yandaşları, aynı dinsel kavramları kullanarak (daha doğrusu din sömürüsü yaparak) Menderes’i yüceltmeye çalışıyorlardı. Yaşamı gibi, mizahi üslupla eleştiren aynı kitabında halen yaşayan asırlık Aydın Boysan, tanık olduğu Menderes ve devri gerçeklerini bakın nasıl anlatıyor: (O sırada, Avrupalılar şehir içinde metro (yer altı treni) inşaatına hız verirken Menderes de, o zamanları nüfusu bir milyonu geçmeyen İstanbul’da bir çok tarihi yeri yıkıp cadde ve bulvarlar yapmakta idi).
“İmar humması sırasında, Menderes’in çevresiyle ilişkisini ve rolünü belirten ilginç olaylar yaşanıyor. İstanbul Belediye Meclisi olağanüstü bir toplantı yapıyor (20.3.1958) Heyecanlı bir hava var. Meclis Başkanı, “Türk vatanını yeni baştan yapmaya azmeden müstesna Türk insanının elinin İstanbul’a uzandığını” bildiriyor. Daha sonra kürsüye çıkan Vali ve Belediye Reis Vekili Mümtaz Tarhan diyor ki: “Gücümüzün tükendiği bir anda seslenişimize ses veren bir Mesih gibi, bir Hızır gibi imdadımıza koşan biri çıktı. Bu Başvekilimiz Adnan Menderes idi”. Mümtaz Tarhan coşkusunu sürdürüyor:
“…İmanlı aşkına...Camiler onun sanatkârıdır, surlar O’nun duakârıdır, caddeler ve bulvarlar onun hamleli işaretlerine müştaktır”. Bundan sonra Menderes’e “İstanbul Belediyesi Fahri Başkanı” nişanı ve beratı veriliyor. Değişen bir şey olmuyor. Zaten Menderes İstanbul’un fahri değil, “fiili Belediye Başkanı’dır”. [iii] Tıpkı günümüzün İstanbul’un belediye Başkanı Topbaş değil de RTE nin olduğu gibi.
MENEDERES’İN İSTANBUL AZINLIKLARINA BAKIŞI: “BİR METRE GÂVUR KALDIRIMI YAPMADIM”
Çağdaş Türkiye’nin Başbakanı Menderes, ülkesindeki her vatandaşı, azınlıkları koruması, onlara eşit davranması gerekirken, azınlık Hıristiyanlara “gâvur” diyerek onları dışlıyor. Böylece onlara saldırılar için sokaktakilere yeşil ışık yakıyor. Bu dışlama yüzünden 6-7 Eylül 1955 de azınlıklara saldırılar olmuş; bu barbarca saldırılarda 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğramıştır.
Maddi hasarın, o günün değerine göre 150 milyon - 1 milyar Türk Lirası arasında olduğu tahmin edilmektedir. Demokrat Parti hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası civarında tazminat ödemiştir. (İşte Menderes’in söylediği bu “gâvur” sözcüğünün dışlayıcı, ayırımcı, tahrikçi sözü devlete 1955 de 60 milyon liraya mal olmuş. Öte yandan devletin itibarı sarsılmış, Batı’ya karşı ülkemizin yüz akı olan azınlıklardan on binlercesi anavatanlarını Türkiye’yi terk etmek zorunda kalmışlardır. [iv]
Menderes’in Vehbi Koç’a yaptığı bu kötü davranışı, bizi nerelere götürüyor. İlginç ve önemli olayları anımsattığı için, Aydın Boysan’ın aynı kitabından alıntıyla devam edelim:
“Menderes’in bir sözü, imar konusunda şehrin görkemli tarihini umursamayan bir bağnazlıkla sakatlanmış olduğunu kanıtlıyordu. Övündüğü davranışı, azınlık haklarına saygıyla tanınan Fatih Sultan Mehmet’in beş yüzyıl sonrakileri, mahcup olmanın da ötesinde utandıracak kadar çağdışıydı. Menderes diyordu ki: “Bir metre gâvur kaldırımı yapmadım”.
“Beyoğlu’na karşı İstanbul” sloganı ortaya atıldı. Bu deyim, 6-7 Eylül 1955 barbarlıklarının kalıntısıymış gibi gözüküyordu. “Vatan Cephesi” kurarak halkı bölmeye girişenler, şehrin semtlerini de birbiri karşısına getirmeye çalışmaktan çekinmiyorlardı. Şimdilere benzeyen bir konumla zamanın ana muhalefet partisi (CHP) işin nereye varacağını değerlendirmiş değildi. Hesabını sordukları iş, Menderes’in Park Otel’deki masraflarının nasıl ödendiğiydi”.
Üç yüzyıldan fazla, çalakılıç Yemen Çöllerinden Viyana kapılarına kadar Avrupa’ya korku salan Osmanlı, bilime ilgisiz kaldığından gerilemeye başladığı halde, böbürlenerek “kefere, kâfir” dediği Avrupa karşısında geri kaldığının farkına varınca, Islahat ve Tanzimat Fermanı ile Batı’ya açılmak istese de, aradaki bilimsizlik farkını kapatamadığı için hızla geriliyordu. Eski kafaya birtakım yenilikler, yeni kanunlar yapılmaya çalışılmış, Menderes’in İstanbul Rum, Ermeni, Yahudi gibi azınlıkları dışlayan “bir metre gâvur kaldırımı yapmadım” sözünden tam 116 yıl, günümüzden de 174 yıl önce, Tanzimat Fermanı ile medeni (çağdaş) olduğumuzu duyurmak için tellallar, İstanbul sokaklarında, “ey ahali bundan böyle gâvura gâvur denilmeyecek” diye dellaller bağırttırılmış. Demek ki fermanla, salt yasa çıkarmakla, salt dinci olmakla çağdaş olunamıyormuş; çağdaşlık, bilimle, kültürle, laik ve özgür düşünme, özgür medya, özgür yargı özgür yaşama ile olduğunun henüz farkına varamadık mı ne? Bunun bilincine varamadığımız için de, bütün İslam ülkeleri ile birlikte, bilimsizlik ve kültürsüzlük kaosu içinde yıllarca bocalayıp duruyoruz çağdaş dünyada.
Cevat Kulaksız
ckulaksizster@gmail.com
AYDIN BOYSAN: (d. 17 Haziran 1921, İstanbul halen yaşıyor 92 yaşında), Türk mimar ve gazeteci.
Öğretmen Nevreste Hanım ile muhasebeci Esat Boysan'ın çocuğu olarak dünyaya geldi. 1939 yılında Pertevniyal Lisesi'ni, 1945'te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitirdi. Mesleğini 1999'a kadar ara vermeden sürdürdü. Türkiye Mimarlar Odası'nın kurucuları arasında yer aldı; yönetim kurulu üyesi, ilk genel sekreteri ve İstanbul şube başkanı oldu. 1957-1972 yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi'nde ders verdi. Ulusal ve uluslararası mimarlık yarışmalarında ödüller kazandı. Kendi kitaplarını basmak için Bas Yayınları'nı kurdu (1984-1993). Aralıksız olarak on yıl Hürriyet ve üç yıl Akşam gazetelerinde köşe yazıları yazdı. Yayınlanmış 33 kitabı var.
DİPNOTLAR
[i] http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=831
[ii] Hayat Tatlı Zehir Aydın Boysan. T.İş Bankası Yaynl. 2007 sf 249
[iii] Hayat Tatlı Zehir Aydın Boysan. T.İş Bankası Yaynl. 2007 sf 322-323
[iv] http://tr.wikipedia.org/wiki/6-7_Eyl%C3%BCl_Olaylar%C4%B1
Menderes ve Erdoğan’ın Örtülü Ödenek Savurganlıkları
Yorum Gönder