İslam Dünyasında Ramazan orucunun tutulduğu bu günlerde, Osmanlıda bir ramazan geleneğini olan “diş kirası”na değineceğiz. Oruçların tutulduğu, dini duyguların en yüksek noktaya çıktığı bu aylarda, eskiden ramazana daha günler haftalar önceden, ikramlar, yiyecekler hazırlığına başlanır. Daha ramazan gelmeden, zengin Osmanlı hanelerinde iftar davetiyeleri ve bu davetlerde nelerin ikram edileceği tartışılır, ortak bir karar varılırdı.
İftar sofralarının en tatlı ve heyecanlı taraflılarından biri de “diş kirası” geleneği, sadece zengin köşk ve konakların davetlerine özgü bir gelenek değil, davet eden orta halli zevatın da uymaya gayret gösterdiği bir inceldikti. İftara davet ettikleri zengin, fakir herkese evden ayrılırken “dış kirası” olarak bir miktar para veya değerli bir eşyayı hediye olarak verilirdi. Böylece iftara katılmakla gelenler, dişlerini davet sahibinin zevkine kiralamış oluyorlar ve bu kira bedeli hemen orada ödeniyordu. Osmanlı, “Ev sahibi sevap kazansın diye misafir pek çok zahmet çekti. Dişi yoruldu!” düşüncesiyle misafirlerine hediyeler ikram ederdi. Adam yiyor, içiyor, dişleri zahmete girdiği için giderken de “diş kirası” diye para, değişik hediye alıyordu. Ne dersiniz, can kurban öyle diş kirasına! Şaka bir yana devam edelim.
Misafirler iftarını edip yani yemeklerini yiyerek gitmek üzereyken, ev sahibi tarafından kadife keseler içerisinde gümüş tabaklar, kehribar tespihler, Oltu taşlı ağızlıklar, gümüş yüzükler gibi çeşitli hediyeler “diş kirası” olarak verilirdi. Fakir fukaraya ise, ev sahibinin zenginliği ve cömertliğine göre gümüş akçe veya altın paralar bir kadife kese içerisinde sunulurdu. Yemeğini bitirenler diş kiralarını aldıktan sonra "Kesenize bereket", "Allah daha çok versin", "Ziyade olsun" gibi dualarla konaktan ayrılırlardı.
Aslında İslamiyet’te böyle bir adet olmamakla birlikte, Osmanlı’nın zenginleri kendilerince böyle bir yardım veya gönül alma bakımından özellikle ramazan ayında eş dost veya fakirlere böyle bir jestte bulunurlardı. Bu gittikçe zengin konaklarında yayılmaya, bir gösteriş girişimine dönüşüp gitti.
“Diş kirası” denilen bu hediyenin “zarif gerekçesi”, davetlilerin o gece zahmet edip gelerek hane sahibinin sevap kazanmasına vesile olmasıdır! Tabii işin aslı, bu vesile ile muhtaçlara yardımda bulunmak onları sevindirmektir. Acaba o iftar sofralarına kaç yoksul çağırılıyordu? Bu iftarlar, günümüzde lüks otellerde verilen, hiçbir yoksulun çağırılmadığı pahalı iftarlara benzemiyor mu?
Fatih dönemi sadrazamlarından Mahmut Paşa bu konuda çok güzel örnek olmuştur. Mahmut Paşa, Ramazan ayı geldiğinde kesenin ağzını açar, konağında verdiği iftar ziyafetleri dillere destandır. Paşanın sofrasında oruç açanlar, “diş kirasına” ilaveten her akşam mutlaka ikram edilen nohutlu pilavın gelmesini dört gözle beklerdi. Dişlerine takılma ihtimali olan sert bir sahte nohut yakalama ümidiyle
Bu sahte nohut konusu da çok enteresandır. Çünkü Paşa, kazanlarda pilav pişirilirken pilavın içine nohut biçimi verilmiş altınlar atardı.
19. asırda özellikle Sultan Abdülmecid ve Abdülaziz'in saltanat yıllarında zenginlerin zenginlere diş kirası vermesi usulünün devam ettiğini, Sultan II. Abdülhamit zamanında ise, bunun daha ziyade fakirlere tahsis edildiğini, Balıkhâne Nazırı Ali Rıza Bey yazar...
Ramazanda fakirlerin bile sofrası gelenlere açıkken, cömert zenginlerin iftarı, yüzlerce kişinin ağırladığı diş kiralarının da verildiği düşünülürse, kim bilir nasıl olurdu? Mesela Tanzimat devlet adamlarından Rıfat Paşa’nın ki Boğaziçi'nde Çubuklu semti, geçen asırda bir hayli zaman onun ismi ile anılmıştır. Bir ramazan sonu, kahyasının getirdiği hesabı tetkik ederken yekûnun 5 bin altın kadar olduğunu görmekle "Çok şükür, bu ramazanı ucuz atlattık" dediği nakledilir.
DEVLET VE ACI GERÇEKLER
Burada bir parantez açıp, bir noktaya parmak basarak devam edelim. Saraylarda, köşklerde Osmanlı zenginleri, vezirleri, lale bahçelerinde böylesine eğlenirken, Anadolu eşkıya ve yoksulluk elinde bizar iken Osmanlı, hızla ilerleyen Avrupa karşısında geriliyor, yıkılışa doğru sürükleniyordu. Osmanlı, hızla ilerleyen Avrupa karşısında eğitimde, bilimde geri kalmış, ne devlet düzeninde, ne ordusunda yenilik yapılmamış, sınırlardaki askerler feryatlı, figanlı yardım bekliyor, gerekli silah, teçhizat ulaştırılamıyor; Devlet Merkezi İstanbul’da da, devrin zenginleri, paşaları “diş kirası” adı altında beş bin altın hediye dağıtıyorlardı. Devlet öylesine gericiliğin tembelliğine, miskinliğine saplanmış ki, Avrupa’nın her alanda ilerleyişini, devrin uleması “kefere hilesi, kefere kurnazlığı” diye aklınca yorum yapıyordu. Ne ki, Osmanlı, Matbaayı bile 270 yıl sonra zorlukla ülkesine getirebilmiş, o da Macar dönmesi İbrahim Mütefferika’nın fedakârlığı ile 1770 yılında Lale Devri’nde getirilebilmiş. Öyle ya, onlara göre, o zamanın “diş kirası” mütegalibelerinin dediği gibi, matbaa, “gavur icadı, Guran basılmaz” di… Devlet yıkılıyor, ülke ülke toprak kaybediliyor, veziri vüzera gösteriş için altın, para dağıtıyor. Tıpkı bu, devleti, bütçesi, halkı, emeklileri yoksulluk içinde iken, devlet borç batağında iken R.T. Erdoğan’ın en gösterişli saray ve saray külliyesini yapmasına nasıl da benziyor, ne dersiniz… Hele o devlet kesesinden, (örtülü ödenekten) iftarlar, acaba o “Kaçak Saray”da da “diş kirası” denilen ulufe veriliyor mu ki. Gizlice veriliyordur sanırım, ilk örtülü ödenek parasından…Niçin kondu devlet kesesinden örtülü yağma ödeneği?
TARİHİN EN PAHALI DİŞ KİRASI!
Osmanlı Tarihinde en yüksek diş kirası sadrazam Yusuf Kamil Paşa'nın Sultan Abdülaziz'e takdim ettiği olay söylenir. 8 ramazan 1284 (3 Ocak 1868) Cuma akşamı, Veznecilerdeki Zeynep Hanım Konağı'nda verilen bu muhteşem iftardan sonra, teravih kılınır, zât-i şahâne avdet için maiyetine emir verdiği sırada, Zeynep Hanım bir altın tepsi içinde bütün mücevheratını, incisini, altına da emlâklerin tapularını koyup başını bir incili kreple örterek huzura çıkar ve sonra tepsiyi Hünkâr'a takdim ederek, kabul buyurmasını arz eder. Sultan Abdülaziz ise bu durumdan fevkalade memnun olmuş, güler bir yüzle Zeynep Hanımefendi'ye şöyle der:
“-Kabul ettim hanımefendi, ben de bu değerli hediyeleri size hibe ve iade ediyorum. Her haliniz ve ef'al-ü akvâliniz (amel ve sözleriniz) mahzûziyetimi mucib olmaktadır” diyerek tepsiyi geri verir ve fazla olarak da kendi göğsündeki Murassa Şefkat Nişanı'nı Zeynep Kamil Hanım'ın göğsüne takar.
Sultan Abdülaziz devri sadrazamlarından olan Yusuf Kâmil Paşa ve hanımı Zeynep Hanım’ın İstanbul'da birçok hayır kurumları vardır. Bunlardan belki de en meşhuru, hepimizin yakinen bildiği ve bu günde hizmet veren Zeynep Kâmil Hastanesi'dir.
Dillere destan iftar davetlerinden birisi de Sultan Reşad'ın 1909 ramazanında verdiği davettir. Toplam 779 kişinin katıldığı bu iftar yemeğinde, generalden onbaşı ve nefere kadar pek çok isim yer alıyor. Koskoca bir padişah, herhangi bir ayrımda bulunmayıp, sıradan bir neferle yani erle aynı sofrada orucunu açıyor. Davete katılacaklara verilecek olan atiyyelerin (diş kiraları) miktarları, 4 yapraklı bir belge halinde Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde halen mevcuttur. Yandaki cetvelde görüldüğü gibi, o zaman dağıtılan “diş kirası” toplamı 109.375 liradır.
Keşke, Osmanlı’nın bu zenginleri bu masraf ve paraları bilimin, teknolojinin, eğitim ve kültürün gelişmesine harcasalardı, ülkeye daha iyi hizmette bulunurlardı.
1-http://forum.donanimhaber.com/m_22293386/mpage_27/tm.htm
2-http://www.mumsema.org/eski-ramazanlar-ramazan-hatiralari/22220-unutulan-gelenek-dis-kirasi.html
Cevat Kulaksız
Emekli Eğitimci
Yorum Gönder