Âkif, aşk ve ıstırabının Leylası bildiği, ‘İslam dünyasının uyanışı’na özlem
içinde bu dünyadan ayrıldı. Leyla’yı görememenin, ona yol açamamanın acıları
içinde kendi derinlerine çekildi ve bütün yaratıcı ruhlar gibi, iniltilerinden
gök kubbeye destanlar bıraktı. Şu sızlanışlara bakın:
“Bana
dünyada ne yer kaldı emin ol, ne de yar
Ararım göçmek için başka zemin, başka
diyar
Bunalan ruhuma ister bir uzun boylu sefer
Yaşamaktan ne çıkar,
günlerim oldukça heder
Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur
yüzümün
Geceden farkını görmüş değilim
gündüzümün”
*
“Artık, ey yolcu, bırak ben yalınız
ağlayayım.”
*
“Yoktur elemimden şu sağır kubbede
bir iz,
İnler, Safahat’ımdaki hüsran bile sessiz.”
Âkif’in, bu
iniltilerle gözyaşı döktüğü sırada İslam dünyası gerçekten
perişandı.
Emperyalizmin, sömürgeciliğin, zulmün, ezilmişliğin, yokluğun,
sefaletin pençesinde kan ağlıyordu. Bugün elliye yakın bayrak ve iki milyarlık
kitleye ulaşan İslam dünyası, ekonomik bakımdan da iyi noktalara gelmiştir.
Peki, Leylası göründü mü Âkif’in? Bitti mi çile, dindi mi acı? Hayır! Âkif’in
ıstırabı, belki de, biraz daha büyümüş olarak, ortadadır.
Âkif’in Leylası
ekonomik, askerî, politik, coğrafî bir ülkünün sembolü değildi. O, bir şuur ve
uyanış peşindeydi. O halde, onun Leylası ancak insan unsuru beklenen çizgiye
gelince ortaya çıkacaktır. Ve bu, İslam dünyasında henüz
gerçekleşmemiştir.
Âkif’de, bir toprak ve tarih şuuru vardır. Bu, onu,
önce Millet (Türk milleti), ikinci olarak da ümmet (İslam milletleri) için
konuşturur. Türk vatanı ve Türk tarihi bu bakımdan kutsal beşiktir Âkif için.
Bakın İstiklal Marşı’na, bakın Çanakkale Şehitleri’ne, bakın
Bülbül’e…
ÜÇ BÜYÜK MUSİBET
Âkif, ideal insanın
vücut bulmasına engel üç musibet görüyordu: Yobazlık, hareketsizlik ve
Kur’an’dan kopuş. Bu üç musibeti saf dışı bırakmak için, bir beyin-ruh
seferberliği istiyordu. Bu, onun dilinde inkılâp diye anılır ve bu inkılâbın
esasını, ilme ve Kur’an’a dönüş oluşturur. Buna; İslam’ın, Kur’an’dan
kaynaklanan öz çehresini değiştiren uydurmaların, hurafelerin saf dışı edilmesi
de diyebiliriz.
Safahat’tan bazı mısralar okuyalım:
“Ya taassup!
ya taassup! o kadar maskaraca
Bir yol almış ki, bakarsın başı misvaklı
hoca
Mütehassısken edepsizliğin eşkâlinde
En ufak şeyden olur dini hemen
rencide.”
“Müslümanlık denilen ruh-i ilahi arasak
Müslümanız diyen
insan yığınından ne uzak!”
“Müslümanlık nerde, geçmiş bizden insanlık
bile
Âdem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile
Kaç hakiki Müslüman
gördümse hep makberdedir
Müslümanlık, bilmem amma, galiba
göklerdedir
Şu dize, bugünlerde ‘Arap Baharı’ denen alçaklığın bir
tasviri gibidir.
“Gaza namıyla dindaş öldüren bîçare
dindaşlar!”
Âkif’in ıstırabını, acısını besleyen sebepler, ortadan
kalkmak şöyle dursun, beraberine politik destek ve parayı da alarak kitlelerde
derin yaralar açmaya devam etmektedir.
Âkif, Kur’an’ın vicdanı kadar
berrak ve ölümsüzdür…
Yorum Gönder